Print Friendly and PDF

DÜNYA KAZANCI OLMAYAN TARİKATA GİREMEZ

Bunlarada Bakarsınız




Şeyh Ebû'l-Abbas el-Mürsî kaddesellâhü sırrahu’l azîz talebelerinin şöyle dediğini işitip duruyordum:
“Şeyhlerle oturup kalkan zâhirî ilimden hiçbir şey öğrene­mez.” Zâhirî ilmi öğrenemeyecek oluşum bana ağır geliyordu. Fakat bunun yanı sıra şeyhin sohbetinden mahrum kalmayı da göze alamıyordum. Şeyhe geldim. Onu sirkelenmiş et yer­ken buldum. Kendi kendime:
“Keşke şeyh yediği etten bir lokma kendi eliyle bana da yedirse.” diye düşündüm. Düşüncem henüz aklımdan geç­mişti ki, şeyh kendi eliyle ağzıma bir lokma koyuverdi. Sonra bana:
“Bir tacir bizim sohbetlerimize başladığı zaman biz ona: Ticaretini terk edip öyle gel, demeyiz. Ya da zanaat sahibi bir insan bizim meclisimize katıldığı zaman: Zanaatını bırakıp öyle gel, demeyiz. Veyâ  ilim öğrencisi bir insan bizim mec­lislerimize devam edecek olduğunda ona:
İlim öğrenmeyi bırak da gel, demeyiz. Aksine her insa­nı Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu mevkî ve konumda kabul ederiz. Allah Teâlâ bizim ellerimiz vâsıtasıyla onun hakkında her ne takdir buyurmuşsa mutlaka ona ulaşacaktır.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, tabi’ olan sahabe içinde de zanaatkârlar bulunuyordu.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem  hiçbir tüccara:
“Ticâretini terk et.”, hiçbir zanaatkâra da:
“Sanatını bırak.” dememiştir.
Bilakis hepsini kendi konumlarıyla kabul edip, onlara bu­lundukları ortam ve işlerde Allah Teâlâ’dan korkup sakınmayı em­retmiştir.
Şeyhin öğrencilerinden birine şöyle demiştim:
“Şeyhin bana inâyet gözüyle bakıp beni hatırına getirme­sini çok isterdim.” Bu öğrenci bu konuşmamı şeyhe aktardı. Şeyhin huzûruna girince o bana:
“Şeyhin hatırında olmayı istemeyin. Bilakis şeyhin sizin hatırınızda olmasını isteyin. Şeyh sizin hatırınızda ne oranda olursa siz de şeyhin hatırında o oranda olursunuz.” dedi. Ar­dından şöyle devam etti:
“Sen hangi mevkî ve konumda bulunmak istiyorsun? Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, kesinlikle senin büyük bir şân ve makâmın olacaktır. Vallâhi, muhakkak senin çok yüce bir şân ve makâmın olacaktır. Allah Teâlâ’ya yeminle söylüyorum ki, senin için böyle olacaktır, Allah Teâlâ’ya yemin olsun, senin için böyle ola­caktır.” Ben şeyhin sözünden:
“Kesinlikle senin büyük bir şân ve makâmın olacaktır.” sö­zünü aklımda tutmuşum. Gerçekten de o, Allah Teâlâ’nın fazlıyla bize inkâr edemeyeceğimiz lütuf ve ihsânlarda bulundu.
Şeyhin oğlu efendim Cemâleddin bana şöyle anlattı: Şey­he:
“Onlar İbn-i Ataullah’ın fıkıhta öne çıkmasını istiyorlar.” dedi. Şeyh ise:
“Onlar onun fıkıhta öne çıkmasını, ben ise tasavvufta öne çıkmasını istiyorum.” dedi.[1]



[1] İbn Ataullah el-İskenderî, trc: Abdullah Mağfur,  Letâifül-Minen Fî Menâkıbı’ş-Şeyh Ebi’l-Abbas ve Şeyhihi Ebi’l-Hasan- Allah'ın İki Velî Kulu, Üsküdar Yayınevi, Nisan 2011 İstanbul, s. 169-170

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar