Print Friendly and PDF

EĞİTİM



ÖĞRENCİLERDEKİ BAŞARI PERİYODUNUN KALİTELENDİRİLMESİ

[Her çocuğun bir “beyin- temelli” değerlendirmeden geçirildiğinde “nasıl daha iyi şeylerde başarılı” olabileceğini düşünebiliriz. Eğer sorunlar bulunursa, buna uygun olarak yeni uygulama türü elbise yapımı gibi bir program yaratılabilir. Nöroplastisite [1]bu alanda önemlidir. Beyin sorunlarını daha küçük ölçekli iken yani küçük yaşlarda bir ağaç gibi budamak “budala” olarak bilinenen çocuklar için yeni bir ufuk açacaktır. Okuldan ve öğrenmekten nefret eden ve zayıf oldukları alanda çalışmayı durduran çocuklar sahip oldukları gücü kaybetmektedir.
Daha genç çocuklar genellikle yetişkinlere göre “beyin alıştırması” konusunda daha hızlıdırlar, bunun nedeni muhtemelen nöronlar arasında bağlantı sayılarının olgunlaşmamış beyinlerde, yetişkin beynine göre yüzde 50 oranında daha fazla olmasıdır. Ergenlik dönemine ulaşıldığı zaman büyük bir “geriye doğru budama” olur. Beyinde operasyonlar başlar ve birdenbire çok sayıda nöron ve sinaptik [2] bağlantı yok olur. Bu klasik bir “kullan veya kaybet” durumudur. Bu muhtemelen zayıf olan alanların güçlendirilmesinin en iyi yoludur. Beyin-temelli değerlendirme hâlâ okul dönemi boyunca ve hatta üniversite sırasında faydalı olabilir.
LİSE DÖNEMİNDE BAŞARILI OLAN ÇOK SAYIDA ÖĞRENCİ ÜNİVERSİTEDE BAŞARISIZ OLUR ÇÜNKÜ ONLARIN ZAYIF BEYİN İŞLEVLERİ GİTGİDE ARTAN TALEP NEDENİYLE AŞIN DERECEDE YÜKLENMİŞTİR. Bu krizlerden ayrı olarak, her yetişkin bir beyin-temelli kavramsal değerlendirmeden fayda sağlayabilecektir. Bir kavrayış zindeliği testi onların kendi beyinlerini daha iyi anlamalarını sağlayacaktır.
Yıllar boyunca onun uyarılan beynin hemen hemen her kavrayış şeklinde gelişim sağladığını göstermiş­tir. Zengin bir çevrede -etrafı başka hayvanlarla çevrili olan, keşfe­dilecek nesnelerle dolu, yuvarlayacak oyuncak, tırmanacak merdi­ven ve koşacak çarklar olan- yetişen hayvanlar genetik olarak öz­deş olan ve bu tür bir çevrede olmayan hayvanlardan daha iyi öğ­renmektedir.
Öğrenmek için gerekli olan bir “beyin kimyasalı Acetyl- choline” zorlu uzamsal sorunlarla eğitilen farelerde, daha basit sorun­larla eğitilen farelere göre daha yüksek orandadır.
Zihinsel eğitim veya zenginleştirilmiş çevrede yaşamak beyin ağırlığını hayvanların beyin korteksinde yüzde 5’ten yüzde 9 oranına kadar arttırmaktadır. Eğitilmiş veya uyarılmış nöronlar yüzde 25 oranında daha fazla ge­lişirler ve onların boyutları artar. Ayrıca nöron başına bağlantı sayı­larında ve kendi kan tedarikinde artış olur. Eğitim ve zengin çevrenin beyin anatomisi üzerindeki benzer etkileri canlıların tüm türleri üzerinde görülebilmektedir.][3]
Çocukların eğitimlerinde süreklilik, geniş kapsamlı okuma, yetenek ve beceri üzerine faaliyet yanında oyun gibi çok amaçlı ortamların sağlanması ile kaliteli ve yüksek seviyeli gelecek elde edilebilir.




“BEYİN”İN “DİL VE YABANCI DİL” ÖĞRENME DÖNEMİ

[1960’lı yıllarda, Merzenich[4] beyin üzerinde mikro-elektrot kullanımına yeni başladığında, başka iki bilim adamı çok küçük hayvanlardaki beynin plastik (dönüştürülebilir-elastik) olduğunun keşfini yapmışlardı. Yine Mountcastle’de Johns Hopkins’te çalışan David Hubel ve Torsten Wiesel görsel korteksin mikro-haritalandırılmasını yapmışlardır.
Onlar ayrıca yaşamın üçüncü haftası ile sekizinci haftasına kadar olan süreçte “bir kritik dönem” keşfetmişlerdir. Yeni doğmuş olan yavruların beyinleri gelişimini normal olarak sürdürebilmesi için görsel olarak uyarımlar almak zorundadır. Hubel ve Wiesel’in önemli deneyinde bu kritik dönemde bazı yavruların gözkapakları dikilerek kapatılmıştır. Böylece onlar hiçbir görsel uyarım almamışlardır. Bu kapalı gözler açıldığı zaman, onlann beyin haritalarındaki görsel alanların oluşmadığı ve yavru hayvanların yaşamları boyunca kör kaldıkları ortaya çıkmıştır. Açık bir şekilde, yavru hayvanların beyinleri bu kritik dönemde plastik bir yapıya sahiptir.
Hubel ve Wiesel bu kör göz için beyin haritası incelemesi yaptığında, plastisite hakkında daha beklenmedik bir keşif yapmışlardır. Yavru hayvanın beyninin parçası girdiden yoksun kalmıştır fakat açık gözden görsel girdi işlemi başlamıştır. Beyin herhangi bir şekilde kendisini atıl bırakmamaktadır ve kendisini yeniden donatmanın bir yolunu bulmaktadır—bu ise kritik dönemde beynin plastik olduğunu göstermektedir. Bu çalışma nedeniyle Hubel ve Wiesel Nobel Ödülü almıştır. Onlar çocukluk döneminde plastisiteyi keşfettikleri için bu ödülü almışlardır.
Lokalleşme (yerleşik olma) düşüncesi yetişkin beyinler için daha doğru gözükmektedir. Çocukluk döneminden sonra işlevlerin gerçekleşmesinde sabit lokalleşmeler söz konusudur.
Kritik dönemin keşfedilmesi biyoloji alanında yirmi birinci yüzyılın ikinci yarısındaki en ünlü keşiflerden biri olmuştur. Bilim adamları başka beyin sistemlerinin gelişim için çevresel uyaranlara ihtiyaç duyduğunu göstermişlerdir. Bu ayrıca her bir sinirsel sistemin farklı bir kritik döneme sahip olduğu şeklinde görünmektedir.
ÖZELLİKLE PLASTİK VE ÇEVREYE DUYARLI KONULARDA SEKİZ YAŞ İLE ERGENLİK DÖNEMİ ARASI ÖNEMLİDİR.
Bu dönemde hızlı ve şekilsel bir gelişim olmaktadır. Örneğin dil gelişimi çocuklukta başlayan ve sekiz yaş ve ergenlik ile sona eren bir kritik döneme sahiptir. Bu kritik dönem kapandıktan sonra, kişinin ikinci dili öğrenme yeteneği sınırlı olmaktadır. Aslında kritik dönemden sonra öğrenilen ikinci dil kişinin ana dilinde olduğu gibi beynin aynı bölümünde işlem görmez.
Kritik dönemler düşüncesi aynca etolojist Konrad Lorenz’in kaz yavrusu gözlemi ile desteklenmiştir. İnsanlar doğduktan kısa süre sonra, on beş saat ile üç gün arasında, anneleri yerine başka birine karşı bağlılık hissettiklerinde yaşamları boyunca bu durum sürecektir. Bunu kanıtlamak için kaz yavrulan ile bir deney yapmıştır. Kritik dönemin psikolojik versiyonu Freud’a kadar geri gitmektedir. O bizim bazı deneyimlerimizin gelişim aşamasında belirleyici bir rol oynadığını söylemiştir. Bu dönemler şekilseldir, demiştir ve bizim yaşantımızın geri kalanını biçimlendirir.
Kritik dönem plastisite tıbbi uygulamayı değiştirmiştir. Hubel ve Wiesel’in keşfi nedeniyle katarakt ile doğmuş olan çocuklar artık körlük tehlikesi ile karşı karşıya kalmamaktadır. Onlar çocukken düzeltici bir cerrahi müdahale geçirerek kendi kritik dönemlerini aşmaktadır. Böylece onların beyinleri yaşamsal bağlantıları oluşturmak için gerekli olan ışığı elde edebilmektedir. Mikro-elektrotlar plastisitenin çocukluğun tartışmasız bir gerçeği olduğunu göstermiştir. Ve onlar ayrıca, tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi, bu beyin esnekliği döneminin çok kısa süreli olduğunu göstermiştir.]
[Plastisitenin rekabetçi doğası hepimizi etkiler. Bizim beynimizin her birisinin içindeki sinirlerin sonsuz bir savaşımı vardır.
Eğer biz kendi zihinsel yeteneklerimizi durdurursak, onları yalnızca unutmayız: Bu yetenekler için beyin haritası uzamı bizim uygulamasını yaptığımız yeteneklerle yer değiştirir.
Eğer kendimize “Ben ne kadar sıklıkla Fransızca veya gitar veya matematik çalışarak onu üst noktada tutabilirim?” diye sorarsanız rekabetçi plastisite hakkında bir soru soruyorsunuz demektir. Siz bir etkinliği ne kadar sıklıkla uygulayacağınızı sorarak onun beyin harita uzamının başka biri lehine kaybolmayacağından emin olursunuz.
Yetişkinlerde bile rekabetçi plastisite bizim sınırlarımızın bazılarını açıklar. Pek çok yetişkinin ikinci dili öğrenmede zorluk yaşadığını düşünün. Buradaki geleneksel görüş dil öğrenmeleri döneminin sona ermiş olmasıdır. Beyin bu dönemde büyük ölçekte kendi yapısını değiştirme konusunda çok katı bir yapıya sahiptir. Ancak rekabetçi plastisitenin keşfi bunun böyle olmadığını iddia etmektedir. Biz yaşlanırken kendi ana dilimizi daha fazla konuştukça, bizim dilbilimsel harita uzamımız daha fazla kaplanmış olur. Böylece bizim beynimiz dönüştürülebilir olduğu için -ve plastisite rekabetçi olduğu için yeni bir dili öğrenmek ve ana dilin egemenliğinin sona ermesi çok zordur.
Ancak eğer bu doğruysa, neden biz gençken ikinci dili öğrenmek daha kolaydır? O zaman da rekabet yok mudur? Aslında yoktur. Eğer kritik dönem boyunca iki dil aynı anda öğrenilmişse her ikisi de kendisine yer bulacaktır. Merzenich beyin taramalarının iki dil bilen çocuklarda her iki dilin de tek bir büyük haritayı paylaştıklarını göstermiştir.
Rekabetçi plastisite ayrıca bizim kötü alışkanlıklarımızı kırmanın veya onları “öğrenmenin” neden zor olduğunu açıklamaktadır. Çoğumuz beynimizi bir kap olarak düşünürüz ve öğrenmeyi onun içine konulan bir şey olarak algılarız. Biz kötü bir alışkanlığı kırmak istediğimiz zaman çözümün yeni bir şeyi kabın içine koymak olduğunu düşünürüz. Ancak kötü bir alışkanlığı öğrendiğimiz zaman, bu beyin haritasında bir yer edinir ve onu tekrarladığımız her seferinde bu haritanın kontrolünü daha fazla eline geçirir ve “iyi” alışkanlıklar için olan uzamın kullanımını engellemiş olur. “Öğrenmemiş olmak” bu nedenle öğrenmekten çok daha zordur ve erken dönem çocukluk eğitimi bu nedenle böylesine önemlidir—Bunun mümkün olduğunca erken elde edilmesi, “kötü alışkanlığın” rekabetçi bir avantaj elde etmesinden önce olması en iyisidir.
Hebb, 1949 yılında, öğrenmenin nöronların yeni şekillerde bağlanmasına ilişkin bir durum olduğunu öne sürmüştür. İki nöron ateşini aynı anda ateşlediği zaman (veya bir ateş başka birinin ateş almasına neden olduğu zaman) her ikisinde de kimyasal değişimler meydana gelmektedir, böylece ikisi birbirine daha güçlü bir şekilde bağlanma eğilimi içinde olurlar. Hebb’in kavramı -aslında altmış yıl önce Freud tarafından ortaya konmuştur. Nöro-bilimci Carla Shatz tarafından iyi bir şekilde özetlenmiştir: Birbirlerini ateşleyen nöronlar birbirlerine bağlanırlar.
Hebb’in teorisi sinirsel yapının deneyim ile değiştirilebileceğini ortaya koymaktadır. Merzenich’in yeni teorisi, Hebb’i izleyerek, beyin haritasındaki nöronların eşzamanlı olarak hareket kazandıkları zaman birbiri arasında güçlü bir bağ geliştirdiklerini ortaya koymaktadır. “Ve eğer haritalar değişebiliyorsa” diye düşünmüştür Merzenich, “bu durumda beyninde sorun olarak doğmuş olan insanlar -öğrenme sorunu olanlar, psikolojik problemleri olanlar, felçliler veya beyin hasarları olanlar için umut var demektir.” Onlara yeni sinirsel bağlantılar oluşturma konusunda yardım edilebilirse, sağlıklı nöronların birbirini ateşlemesi ve birbirine bağlanmasını sağlayarak yeni haritalar oluşturabilecektir.] [5]


Hayal kurma deneyiminin ayrıntıları basittir.  Bu sebeple iki grup insan ile çalışılmıştır.
Bunların birisi daha önceden hiç piyano çalışmamış olanlardır. Onlara notaları nasıl çalacakları öğretilecektir. Bir grubun üyeleri “zihinsel alıştırma” grubu olarak elektro piyano keybordunun önüne oturmuş ve günde iki saat haftada beş gün sanki bir parça çalıyormuş ve onun çalındığını duyuyormuş gibi hayal kurmuştur.
İkinci bir “fiziksel uygulama” grubu gerçekten de günde iki saat olmak üzere haftada beş gün müzik parçaları çalmıştır.
Her iki grup da deneyden önce kendi beyinlerinin haritalanmış kayıtlarına sahiptirler. Deney sırasında her gün ve deneyden sonra haritalandırma yapılmıştır. Ardından her iki gruba bir dizi (sekans) çalışmaları istenmiştir ve onların performansının kesinliğini bir bilgisayar ölçmüştür.
Her iki grubun da sekansı çalmayı öğrenmiş olduklarını görmüştür, her ikisi de benzer beyin haritaları değişiklikleri göstermiştir. Göz alıcı bir şekilde, zihinsel uygulama tek başına motor sistemde sanki gerçekten bir parça çalıyormuş gibi aynı fiziksel değişiklikleri üretmiştir. Beşinci günün sonunda kaslara giden motor sinyallerindeki değişiklikler her iki grupta aynı idi ve hayal kuran kişiler ile gerçekten yapan kişiler kendi üçüncü günlerinde aynı idi.
Zihinsel uygulama grubu içindeki beş günde gelişim seviyesi, azımsanmayacak şekilde, fiziksel uygulama yapan kişilerdeki kadar büyük değildi. Ancak zihinsel uygulama grubu kendi zihinsel eğitimini bitirdiği zaman ve ona iki saatlik fiziksel uygulama oturumu tek sefer için verildiğinde, onun genel performansı fiziksel uygulama grubunun beş gündeki performansının seviyesinde gelişim göstermiştir. Açık bir şekilde, zihinsel uygulama en az fiziksel uygulama ile bir fiziksel yeteneği öğrenmeye hazırlanmanın etkin bir yoludur.
Bilim adamlarının zihinsel uygulama veya zihinsel tekrarlama olarak adlandırdığı şeyi hepimiz yaparız. Ancak çok azımız onu sistematik bir şekilde yaptığımız için etkinliğini tam olarak anlayamayız. Bazı sporcular ve müzisyenler onu performans hazırlığı için kullanırlar.
Zihinsel alıştırmanın en gelişmiş biçimlerinden bir tanesi bir satranç tahtası olmaksızın “zihinsel satranç” oynamaktır. Oyuncular tahtayı ve oyunu hayal ederler. Sovyet insan hakları eylemcisi Anatoly Sharansky hapishanedeyken hayatta kalabilmek için zihinsel satranç kullanmıştır. Bir Yahudi bilgisayar uzmanı olan Sharansky 1977 yılında ABD için casusluk yapma suçundan haksızlıkla tutuklanmıştır. Hapishanede dokuz yıl geçirmiştir bu zamanın dört yüz gününde yaklaşık üç metrekarelik bir alanda dondurucu ve karanlık bir ortamda hücre hapsinde tutulmuştur. Başkalarından soyutlanan politik mahkûmlar sıklıkla zihinsel olarak sorun yaşamaktadır çünkü kullan veya kaybet beyinleri onun haritalarını sürdürmek için dışsal uyarımlara ihtiyaç duyar. Sharansky duyusal yoksunluk döneminden korunmak için aylar boyunca zihinsel satranç oynamıştır. Bu, onun beynini zinde tutmasına yardımcı olmuştur. Hem siyahları hem de beyazları oynamıştır, oyunu zihninde tutarak karşıt açıdan bakmıştır, bu zihin için olağanüstü bir mücadeledir. Sharansky bir defasında bana, yan şaka yan ciddi olarak, sanki dünya şampiyonu olma fırsatı varmış gibi düşündüğünü söylemişti. Batılı baskıların yardımıyla serbest kaldıktan sonra İsrail’e gitmiştir ve bir kabine bakanı olmuştur. Dünya Şampiyonu Garry Kasparov başbakan ve kabine liderlerine karşı oynadığında, Sharansky hariç herkesi yenmiştir.[6]
Yüksek miktarda zihinsel alıştırma yapan insanların beyin taramalarından Sharansky’nin hapisteyken beynine ne olduğunu biliyoruz. Normal bir zekâya sahip, genç bir Alman olan Rüdiger Gamm kendisini bir matematik fenomenine, bir insan hesap makinesine dönüştürmüştür. Gamm sıradışı bir matematiksel yetenek ile doğmamış olmasına rağmen sayıların dokuzuncu üssünü veya beşinci kökünü hesaplayabilmekte ve “68 kez 76 kaç eder?” gibi soruları çözebilmektedir. Gamm, yirmi yaşından itibaren, bankada çalışarak günde dört saat boyunca hesaplama yapmıştır. Yirmi altı yaşına geldiğinde, bir hesaplama dehası olmuştu. Artık televizyonda performans sergileyerek yaşantısını sürdürebilmekteydi. Onu bir pozitron emisyon tomografi (PET) ile inceleyen araştırmacılar o hesap yaparken beyin taramasını gerçekleştirmişlerdir. Onun beyindeki hesaplama alanı “normal” insanların sahip oldukları alandan beş kez daha büyüktür. Uzmanlaşma gelişimi konusunda bir uzman olan psikolog Anders Ericsson, diğer insanlar matematiksel sorunları kısa dönemli belleğe dayanarak yaparken Gamm gibi insanların bu tür sorunları çözmede uzun dönemli belleğe dayandıklarını ortaya koymuştur. Uzmanlar yanıtlan depolamazlar, onlar yanıtlara ulaşmada kendilerine yardımcı olacak anahtar olguları ve stratejileri depolarlar. Böylece zihinlerinde bunun için çok fazla alan işgal etmeden sonuca ulaşırlar. Ericsson çok sayıda alanda uzman olmanın yaklaşık on yıllık yoğunlaştırılmış çaba gerektiğini bulmuştur.
Bizim hayal gücümüz ile basit bir şekilde beyinlerimizi değiştirebilmemizin bir nedeni, nörobilimsel bakış açısından bakıldığında, bir eylemin hayalini kurmanın ve onu yapmanın kulağa geldiği gibi birbirinden çok ayrı şeyler olmadığıdır. İnsanlar gözlerini kapattıkları ve basit bir nesneyi zihinlerinde görselleştirdikleri zaman, temel görsel korteks ışığı yanmaktadır ve eğer zihinde canlandırılan şey örneğin “a” harfi ise, gerçekten de “a” harfine bakıyormuş gibi hissedilmektedir. Beyin taramaları eylemde ve hayal gücünde beynin aynı parçalarının pek çoğunun etkinleşmiş olduğunu göstermiştir. (Tasavvufta rabıta ilkesinin temel olduğu ve bunun inkar edilmesinin yanlış olduğu bir kez daha bilimsel olarak açıklanmıştır.)
Basit olmasına karşın inanması zor olan bir deneyde Dr. Guang Yue ve Dr. Kelly Cole kasların kullanıldığını hayal etmenin gerçekten de kasları güçlendirdiğini göstermişlerdir. Çalışmada iki gruba bakılmıştır. Bir grup gerçekten fiziksel alıştırma yapmıştır ve diğer grup alıştırma yaptığını hayal etmiştir. Her iki grup da dört hafta boyunca pazartesiden cumaya kadar bir parmak kasının alıştırmasını yapmıştır. Fiziksel olarak çalışan grup ile zihinsel olarak çalışan grup tam olarak aynı oranda gelişim sağlamıştır. (Zayıflamanın beyinde gerçekleşebileceğini kabul edebiliriz. Diyetlerin çokta o kadar önemli olmadığı fark edilmektedir.)
Çalışma sonunda fiziksel grubun kas gücünde yüzde 30’luk bir artış görülmüştür. Alıştırmayı yaptığını hayal eden grup aynı dönem içinde kas gücünde yüzde 22’lik bir artış kaydetmiştir. Açıklama beynin motor nöronlarında bulunan “program” hareketlerinde yatmaktadır. Hayali kasılmalar sırasında hareket için gerekli olan dizilimden sorumlu nöronların etkinleştikleri ve güçlendikleri ve bunun sonucunda da kaslar kasılmış gibi güçlerinde bir artışın olduğu görülmektedir.
BU ARAŞTIRMA İNSANLARIN DÜŞÜNCELERİNİ GERÇEKTEN “OKUYAN” İLK MAKİNELERİN GELİŞİMİNE DOĞRU YÖNLENMİŞTİR. Düşünme dönüştürme makineleri düşüncenin ayırt edici elektriksel imzası temeline dayanır. Bu makineler biz düşünürken beynimizde elektronik ölçümler ile ölçülebilecek durum ve yapıdaki plastik ve fiziksel değişiklikler nedeniyle işler.
Bu cihazlar tümüyle felç olmuş insanların düşünce ile nesneleri hareket ettirebilmeleri için geliştirilmektedir. Makineler daha fazla geliştikçe onlar düşünce okuma yönünde gelişim gösterecek. Bu makineler birkaç basit adımda gelişim göstermişlerdir.
1990’ların ortalarında, Duke Üniversitesinde Miguel Nicolelis ve John Chapin bir davranış deneyine başladılar. Amaçları bir hayvanın düşüncelerini okuyabilmeyi öğrenmekti.][7]


Deniz Çingeneleri, Tayland’ın batı sahilinde yer alan Burma’daki tropik adalarda yaşayan göçebe insanlardır. Suda dolanan bir kabile. Yürümeyi öğrenmeden yüzmeyi öğrenirler ve hayatlarının yarısından fazlası, genelde doğdukları ve öldükleri yer olan açık denizde bir teknede geçer. Yaşamlarını midye ve denizhıyarı toplayarak sürdürürler. Çocukları genelde deniz yüzeyinden on metre derinliğe kadar dalar ve yiyecek toplar; bunların arasında su altı yaşamının küçük parçaları da vardır ve bunu asırlardır yaparlar. Kalp atışlarını yavaşlatmayı öğrenerek suyun altında birçok yüzücüden iki kat daha fazla kalabilirler. Bunu hiçbir dalma ekipmanı olmadan yaparlar. Onlardan bir kabile olan Sulular, inci çıkartmak için yirmi iki metreden fazla dalarlar. Bizim açımızdan bu çocuklan farklı kılan şey onların bu kadar derinde gözlük kullanmadan çok rahat görebilmeleri. İnsanların çoğu su altında net göremez çünkü güneş ışığı suda kırılır, bu yüzden de ışık retinada doğru noktaya düşmez.
İsveçli bir araştırmacı olan Anna Gislen, Deniz Çingenelerinin su altında okuma becerilerini araştırdı ve bunun Avrupalı çocuklardan en az iki kat fazla olduğunu gördü. Çingeneler göz merceklerinin şeklini daha da önemlisi gözbebeklerinin boyutunu yüzde 22 daraltarak kontrol etmeyi, öğrenmişlerdi. Bu çok dikkat çekici bir buluştu çünkü insanların gözbebekleri su altında refleks olarak büyür ve gözbebeği ayarının, beynin ve sinir sisteminin kontrol ettiği sabit ve doğuştan gelen bir refleks olduğu düşünülür.
Deniz Çingenelerinin su altında görme becerisi benzersiz bir genetik yetenek ürünü değildir. Bunu öğrendiği andan beri Gislen, İsveçli çocuklara su altında görebilmeleri için gözbebeklerini daraltmayı öğretiyor; bu, fiziksel bağlantılı, değiştirilemez devre olduğu düşünülen şeyi değiştiren eğitimin umulmadık etkilerini gösteren beynin ve sinir sisteminin başka bir örneğidir[8]


[1] Nöroplastisite terimi aslında 100 yılı aşkın süredir bilinmektedir. 1800'lü yıllarda Pavlov'un fare deneylerinde şartlı refleks olarak ortaya atılan konunun asıl temelinin Nöroplastisite olduğu son 60 yıldır anlaşılmaya başlamıştır. Pavlov'un farelerle yaptığı deneylerde farelerin kafeslerine yiyecek koyarak bir zil sesi ile uyarılar vermekteydi. Fareler zamanla her zil çaldığında yiyecek geldi diye o yöne yönelirler. Daha sonraları Pavlov deneylerine sadece zil çalma ile devam ederek fareleri uyarmış ama yiyecek vermemişti. Ama fareler yine yiyecek geldi diye o yöne yönelmeye devam ettiler. Bu Pavlov'un şartlı refleksi idi. Farelerin içgüdüsel olarak oraya yöneldiklerini ve reflekse zil sesiyle refleks olarak oraya yöneldiklerini ve bir şartlı refleks olduğunu ifade etmişti. Çünkü farelerin iç güdüsel hareket ettiklerini ve bilinç düzeylerinin olmadığını düşünmüştü. Halbuki farelerin her nekadar içgüdüleriyle yiyeceğe doğru hareket etmeleri gözlense de farelerin görme, koklama, sesi algılama ve hafıza merkezleri ilkel de olsa vardı. Bu çok basit gibi anlatılan deney halbuki beyinin korteksi, limbik sistemi, hipokampusu, görme merkezi ve işitme merkezi ile motor merkezleri ile denge merkezleri arasında kombine yürüyen bir karmaşık olaydı. Yani fare de olsa bir bilinçlenme durumu, aç karnını doyurma, kokuyu algılama, işitme ile ilişkilendirme, etki ile tepkiyi kombine yapma ve geliştirme olayı söz konusuydu. Fareler aslında olayın gidişatını basit bir uyarı ile öğrenmişlerdi. Halk arasında bir kişiye kırk defa deli dendiğinde bu kişi zaman içinde kendini deli zannetmeye başlar diye bir espiri vardır. Gerçekten de bir çocuğu tembelsin, yapamazsın, sen bilemezsin diye sürekli sıkıştırdığınzda ve baskı altında tuttuğunuzda o çocuk kendisini basit şeylerde bile ben bilmem ki, ben yapamam, ben değersizim gibi sorunlarla boğuşmaya başlar. Bazı insanlarda doğuştan kollarda kısalık ve ellerde küçüklük vardır (bu olgulara fokomelia denir). Bu kişiler zaman içinde elleri yerine ayakları ile birçok işi yamaya başlarlar. Bu hatta saat tamirine kadar varabilir. Ayakları ile yemek yerler, ayaklarını el gibi kullanmaya çalışırlar.

Görme engelliler hiç görmedikleri nesneleri çıkan seslere göre gayet net bir şekilde tanıyabilmektedirler. Parmak uçları ile okuyabilmektedirler. İşitme engelliler ise dudak hareketlerini okuyabilirler, görme yeteneklerini arttırabilirler. Bütün bunlar basit bir şekilde olmamaktadır. Doğru eğitim, ciddi çalışma çabaları ile olmaktadır. Bu yeteneklerin gelişmesi nöroplastisite dediğimiz sinir sisteminin gelişmesi ve öğrenme yeteneklerinin kalıcı hale gelmesi sayesinde oluşmaktadır. Nöroplastisite her eylem için bir grup nöron grubunun birlikte hareket etmeye programlanması, bu işlemleri kalıcı hale getirme yeteneklerini geliştirmesi olayıdır. Hasarlı beyin ve sinir sisteminde de kalan rezervlerin bu şekilde geliştirilmesi söz konusudur. Nöroplastisite sadece depresyon gibi psikiatrik bozuklukları izah etmede kullanılan bir olgu değildir.
[2] sinirsel iletim,sinir hücresi boyunca elektriksel yolla olur.ama iki sinirin arasındaki boşluklarda yani sinapslarda iletimin devamı için sinaptik yollarla olur. iki yönde de iletim olabilmesine rağmen anlamlı iletim aksondan dendrite doğru olur.burada akson presinaptik fiber,dendrit postsinaptik fiber adını alır. presinaptik fiberin uç kısmında transmitter maddeler bulunur. transmitter maddeler sinaptik iletimde taşıma görevini üstlenirler. postsinaptik fiberde transmitter maddelere karşı duyarlı bir alan bulunur.
sinaptik iletimde en bilinen transmitter madde asetilcolindir.puls presinaptik fibere geldiğinde çok kısa bir sürede asetilkolin sinaptik boşluğa difüze olur.post sinaptik fiberdeki asetilcolin na+ iyonunun geçirgenliğinin değişmesine sebep olur.sinaps,bir diğer pulsu iletebilecek şekilde depolarize olduktan sonra eski haline dönmesi gerekmektedir.yani repolarize olması gerekir.eğer repolarize olmassa sinirsel iletimin devamlılığı olmaz.bu olayın olmasını asetilkolin esteraz adı verilen bir enzim sağlar.
kısacası sinapslar tek yönde bilgiyi ileten yani,istenilen yöne bilgi akışını sağlayan istenilmeyen yöne bilgi akışını engelleyen bir şalter görevindedir.
[3] Geniş bilgi: DOIDGE Dr. Norman [Kitap]. - Kendini Değiştiren Beyin, Özgün Adı: The Brain that Changes Itself, Editör: Prof. Dr. YAŞAR KÜÇÜKARDALI İngilizceden Çeviren: İBRAHİM ŞENER, Nisan-2012, İstanbul. s.61-62


[4] Dr. Michael M. Merzenich, Scientific Learning Corporation'ın yöneticilerinden olup, aynı zamanda Kaliforniya Üniversitesi, San Francisco Tıp Merkezindeki Entegratif Nörolojik Bilimler alanında faaliyet gösteren Keck Center'da Francis A. Sooy Otolarenjoloji Başkanlığı görevini de yürütmektedir. Beynin plastik özelliği alanında yapmış olduğu çalışmalar nedeniyle Ulusal Bilimler Akademisi (National Academy of Sciences) üyeliğine seçilmiştir. Kendisi, Portland Üniversitesi mezunu olup, doktora derecesini John Hopkins Üniversitesinde yaptığı çalışmalarla almıştır. Merzenich 50'den fazla patent sahibi olup, birçok terepatik eğitim programına yazılım geliştirme yeteneği ile katkıda bulunmuştur. Almış olduğu ödüller arasında IPSEN ve Zülch ödülleri bulunmaktadır. Merzenich ayrıca beynin doğal plastik özelliğini devreye sokan etkin ve non-invasiv araçlar kullanarak her yaşta insanın beyin sağlığını iyileştirmek için çaba harcayan Posit Science'da Bilim Dairesi Başkanı olarak da görev yapmaktadır.
[5] Geniş bilgi: DOIDGE Dr. Norman [Kitap]. - Kendini Değiştiren Beyin, Özgün Adı: The Brain that Changes Itself, Editör: Prof. Dr. YAŞAR KÜÇÜKARDALI İngilizceden Çeviren: İBRAHİM ŞENER, Nisan-2012, İstanbul. s.71-83
[6] 01.11.1996, Milliyet, Sayfa 32
Refusnik:  SSCB'yi terk etmeye teşebbüs ettiği için cezalandırılan ve çıkış vizesinden mahrum bırakılan Rus Yahudi http://www.jewishpress.com/tag/natan-sharansky/
[7] Geniş bilgi: DOIDGE Dr. Norman [Kitap]. - Kendini Değiştiren Beyin, Özgün Adı: The Brain that Changes Itself, Editör: Prof. Dr. YAŞAR KÜÇÜKARDALI İngilizceden Çeviren: İBRAHİM ŞENER, Nisan-2012, İstanbul. s.218-225
[8] Geniş bilgi: DOIDGE Dr. Norman [Kitap]. - Kendini Değiştiren Beyin, Özgün Adı: The Brain that Changes Itself, Editör: Prof. Dr. YAŞAR KÜÇÜKARDALI İngilizceden Çeviren: İBRAHİM ŞENER, Nisan-2012, İstanbul. S.308-309

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar