Eski Haberlerden
Köylülük tükenirken, tarımsal sanayi muazzam bir gelişme kaydediyor.
Dünyada insanlar açlıktan ölürken, gıda spekülasyonundan para kazanan
şirketler kârlarını katlıyor.
Gıda fiyatlarındaki artışı, talep değil finansal piyasalar belirliyor.
Geleneksel olarak, köylülük kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen, agronomik
bilgiye dayalı ve çevreye saygılı bir tarım türü uygulanarak, kendi tüketimi ve
yerel pazarlar için besin yetiştirmeyle karakterize edilir. Birçok yerde
köylüler ya da küçük çiftçiler, zamanla pazara açıldılar. Artık amaç yemek
için değil, ektiğini satmak, gıda ve diğer ihtiyaçlarını satın almak için ekip
biçmektir. Yirminci yüzyıl ortalarında meydana gelen sözde “yeşil devrim”,
alan mekanizasyonu, iyileştirilmiş tohum ve kimyasalların kullanımı,
makineleşme sayesinde verimliliği artırmayı başardığından bu yana süreci destekliyordu.
Ama eski özgür çiftçi “teknolojik paketlere” ve pazar gereksinimlerine
bağımlı hale getirildi.
Başlangıçta birçok küçük çiftçi hayatta kalmayı ve hatta ilerlemeyi
başardı ancak neoliberal politikaların genişlemesiyle, geleneksel tarım ve köylülük açık bir
durgunluğa girdi. BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun bilgilerine göre, 1979 ve
1981 yılları arasında, dünyanın ekonomik olarak aktif nüfusunun yüzde 52'si
tarımla uğraşırken, 2010 yılında bu oran yüzde 40’a düştü. Benzer şekilde,
1979-1981 yıllarında dünyanın kırsal nüfusu toplam yüzde 61 iken 2010 yılında
49’a düştü. Buna karşılık, aynı zaman aralığında tarım ürünleri ithalatı ve
ihracatı beş kat arttı. Bu da, ihracatçı ve intensif tarım modelinin,
çiftçileri tarlalardan dışarı atmakta olduğunun başka bir göstergesidir. Ve
küresel süpermarkette daha fazla meta olarak kabul edilen tarımın, tarımsal
ihracata dönük olması, yani besin zincirinin farklı aşamalarının (tohumlar,
girdiler, komisyonculuk, dağıtım, işleme, satış vb.) giderek daha az elde
yoğunlaşması ve bu kısmi oligopol (takım tekeli) durumunun tüm koşulları
belirleyen “ellere” güç veriyor oluşu temel sorundur.
Uluslararası Kırsal Gelişme Vakfı (yeni adıyla “Grup ETC”),
2007 yılında küresel tohum ticaretinin yüzde 67’sinin, 10 büyük çokulus vb.) kimyasallar
ticaretinin yüzde 89’unu kontrol ediyor.
Bunların arasında en güçlü 6 şirket de tohum işinde yer alıyor.
Uluslararası Genetik Kaynaklar Hareketi’ne göre, 21. Yüzyılın gıda
krizlerinin ilk görüldüğü 2008 yılında, tarım ve gıda işleme sektöründeki
şirketler önemli gelirler elde ettiler:
“...2008 yılında Nestle’nin kazancı yüzde 59 gibi bir oranla etkileyici
şekilde arttı, Unilever’in artışı ise yüzde 38 oranına yaklaştı.” Bu aylar boyunca,
tarım ilaçlarının fiyatları da arttı, dolayısıyla pek çok çiftçi onları elde
edemedi ve yoğun bir şekilde kendi plantasyonlarını kaybetti. Ancak, Monsanto
2007 yılına ilişkin kârlarını yüzde 120, Bayer yüzde 40, Syngenta yüzde 19 ve
Dow yüzde 63 artırdı.
Onların kârlarını artırmayı başardıkları tek alan gıda zincirinin bu
halkaları (tarım ilaçları ve tohum) değil. Başka çok önemli bir başka faktör
de, milyonlarca çiftçiyi umutsuzluğa iten aracı kuruluşların faaliyetleridir.
Yani tarladan markete yiyecek taşıyan bağlantıdır. Bu boyutta da durum
yukarıdaki gibidir. Birkaç şirket, uluslararası ölçekte olduğu kadar ulusal
ölçekte de gıdaları üreten milyonlarca çiftçi ile onları satın alan milyonlarca
tüketicinin arasına girmiştir. Bunlardan bazıları tarımsal ürünleri işleyerek
mamul ürünlere dönüştürürler.
ETC’ye göre, dünya pazarlarında paketlenmiş gıda maddelerinin yüzde 26’sı
10 çok uluslu şirket tarafından kontrol edilir (Nestle, Pepsico, Kraft,
Coca-cola, Unilever, Danone, ete.). İşlenmemiş meyve ve sebzelerin
alım/satım işlerinde, toptancılar ve perakendeciler arasında komisyoncular
bulunur, diğer durumlarda ise toptancının ya da çiftçinin ürünlerini doğrudan
satın alan modern (Süpermarketler) dağıtım ağı vardır.
Genel eğilim olan ticari komisyonculuk, işleyerek dönüştürme ve modern
dağıtım ağı olarak kategorize edilen bu üç olgunun herhangi birinde, gıda zinciri
içinde, kendi egemen pozisyonunu gösterir ve çiftçiye gülünç alım fiyatları
dayatır, aşağılayıcı bazı durumlarla kâr elde ederek tüketimi artırır...
Son on yıllarda,
pazarlardaki deregülasyon, reel ekonomide üretken yatırımlar finansal yatırımlar
lehine para kaybına neden oldu ve ardından, yeni pazar arayışı içinde
oluşturulan krizlerden kurtulmak ve onları yutmak için farklı pazarlarda
konakladılar. Finansal yatırım, “dot-com balonu", “subprime”
ve diğer krizlerden sorumlu tutuldu.
Güvenli yatırım alanları
arayan mali sermaye, gıda ve tarımsal hammaddelerin de (ayrıca petrol,
metaller vb) çok önemli bir parçası olduğu vadeli piyasalara indi. Örnek olarak
aşağıdaki senaryo düşünülebilir:
Bir çiftçi kooperatifi
bu pazarlardan birine gider ve bir un şirketi ile müzakere ettikten sonra,
tonu 225 dolardan ve 2014 Ocak ayında teslim edilmek üzere 30 ton buğday satar. Bunun için bir “vadeli sözleşme", yani işlemlerin
ayrıntılarını gösteren bir kontrat imzalar. Vadeli işlem piyasalarında,
gelecek olan fiziksel malların (örneğin 2014 yılı Ocak ayında teslim edilecek
buğday) alışı/satışı için piyasalarda işlem görmediklerini tersine kontrat
sistemi kullanıldığını belirtmek önemli.
Bu piyasalar asla
spekülasyondan ve malların gerçek ticaretinden uzak diğer yöntemlerden muaf
tutulmadılar, çünkü gelecekteki işlenmemiş tarımsal ürünler konusunda yapılan
sözleşmelerde, gerçek teslim tarihinden önce fiyatların değişim marjını çok
geniş tutarlar. Ancak söylendiği gibi, diğer piyasalardaki krizle birlikte alınan
çeşitli serbestleştirme tedbirleri, finansal sermayenin (Hedge fonları,
emeklilik, vb) büyük ölçekli vadeli piyasalara yatırım yapmasından
kaynaklandı. Malların finansal varlıkları 2000 yılında 5 milyar dolar iken
2011 yılında 450 milyar dolara yükseldi.
O zamandan beri, dünya,
2008 gıda krizi ve 2010 yılında Afrika Boynuzu ve Sahil Afrika’sının (Sahel)
tahrip olmasına sebep olan bir başka bitmemiş krizden kaynaklanan yükselen
gıda fiyatlarının neden olduğu gerginlik içinde yaşıyor. Başından itibaren
krizin gerçek nedeni gizlenmeye çalışıldı. Sebebinin, arz ve gıda talebindeki
dengesizlik olduğu iddia edildi, fakat zamanla ve gerçekler karşısında
görünür bir gerçeklik haline geldi. Grafikte görüldüğü gibi, yatırım
faaliyetleri ile yükselen fiyatlar arasında somut bir bağlantı var. Ve Sahra-altı
Afrika'da insanlar açlıktan ölürken, Goldman Sachs yatırım grubunun 2009 yılında
hammadde spekülasyonundan, net karının üçte birini temsil eden, 5 milyar
dolardan fazla kazanmış olması da gerçekliktir.
Bu, emtia piyasalarında finansal sermayenin baş
döndürücü artışının analizi sonrasında açığa çıktığı gibi, bazı şirketlerin
bilançoları ile de kanıtlandı. Yatırımcılar için gelecek çok umut verici.
İnsanlar ipotek ödemelerini durdurabilirler fakat her zaman beslenmek
zorundalar. Ayrıca, piyasalarda oluşturulan gıda fiyatlarındaki yapay artış
(ve belirsizlik hâli) sorgusuz sualsiz kabul edildi, kurumsallaştırıldı ve
standardize de edildi. Zaten, sorunu çözmek için hiçbir şey yapmayan FAO gibi
kurumlar da, milyonlarca insanın aç olduğu bir statükonun kabulü anlamına
gelse de insanlığın yüksek gıda fiyatları ile bir dönem karşı karşıya
geleceğini ilan ettiler.
Henüz sıkıntı yokken,
şayet hiçbir önlem alınmazsa, gıda arz ve talebi ve tarımsal emtia arasındaki
denklem, sıkıştırma eğilimine girecek. Çünkü dünya nüfusu katlanarak büyümeye
devam ediyor ve özellikle zengin ülkelerin enerji geleceği tarımsal-yakıtlara
bağlanacak. Tüm bunlar, çeşitli tipik ekim alanlarında verimi etkilemeye,
toprağı bozmaya, üretkenliği kötüleştirmeye ve birçok ülkede su kapasitesini
tehlikeye sokmaya devam eden iklim değişikliği tarafından tehdit edilen bir
dünyada gelişmekte. Temel fikir, ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde,
tarımın iştah açıcı ve geleceği parlak bir pazar olarak sunulur olması. Talep
dâha fazla güvence altındadır, dahası, baş döndürücü bir şekilde büyüyecektir. FAO’nun
kendisi, küresel gıda üretiminin 2050 yılına kadar iki katına çıkacağını
tahmin ediyor.
Ancak teklif, bölüşmek
için büyük bir pastadır, bu nedenle ülkeler, yatırımcılar ve çokuluslu şirketler
kendi porsiyonlarını garanti altına almak için harekete geçmeye başlarlar.
Zaten çokuluslu şirketler tarafından tekelleştirilen (tohumlar, komisyonculuk,
vb) gıda zinciri ihracatındaki belirli bağlantılar göz önüne alındığında,
vadeli piyasaların yatırımcılar ve spekülatörler ile dolu olduğu
düşünüldüğünde, tamamını ele geçirmek için geriye tek bir bağ kalıyor: Toprak.
Toprak bir zorunluluktur
ve bugüne kadar, ülkelere göre halkın daha az veya daha fazla ulaşabildiği
doğal bir kaynaktır. Köylüler ve küçük çiftçiler,
patentli tohumlarından, tarım ilaçlarından ve geleneksel dağıtım kanallarından
kaçınarak; tüketiciler sezonunda doğrudan üreticiden sağlıklı yiyecekler satın
alarak çok büyük ve çok uluslu süpermarketleri engelleyebilirler.
Agro-ekolojik ve sürdürülebilir bu kanalların devam edebilmesi için yalnızca,
şimdi sermayenin gözünü diktiği toprağa sahip olmak gerekir. Sermayenin
gözünü toprağa dikmesi, özellikle yerel piyasalar ve öz tüketim aracılığıyla
kendi ihtiyacını karşılama alışkanlığında olan yoksul ülkelerin ve toplulukların
gıda egemenliği için büyük bir tehlikedir.
VlCENT BOIX - TARIM UZMANI
TURQUIE DİPLOMATİQUE,
Aralık,2012
Pazar, 02 Aralık 2012 22:00 3 Aralık 2012 - Cumhuriyet
Erol Manisalı
“Öteki” yaratmak bir “maksimizasyon”
hesabı ya da içgüdüsüdür.
- Şirketler, “kâr maksimizasyonu”
için “öteki” yaratırlar ve kendilerini diğerlerinden farklı göstermeye
çalışırlar.
- Hıristiyan dünyası Müslümanı,
öteki olarak görerek kendi üstünlüğünü (egemenliğini) ortaya koyar.
- Avrupa (ya da AB) “Türkiye’yi
öteki gibi tanımlayarak” kendi kimliğini daha iyi ortaya koyduğuna inanır.
- Soğuk savaş döneminde Sovyetler
Birliği, Batı’yı (ve kapitalizmi) ötekileştirerek ayakta kalmaya çalışmıştır.
- Batı dünyası ise “komünist
korkusu” inşa ederek egemenliğini sürdürmüştür. Bizdeki, “komünizmle mücadele
derneklerini” hatırlayalım.
- İşin en tehlikeli olanı ise “iç
politikada ötekiler yaratıp onlarla çatışmaya girmektir”.
Demokrasilerde ‘öteki’ olmaz
- Gerçek demokrasilerde içerde tanım
gereği ötekiler olamaz.
- Katılımcı demokrasilerde,
“katılımlarla”, konsensüs yaratılır ve herkes bunu kabullenmek durumundadır.
Çünkü her kesim, örgütlü bir
biçimde demokratik sisteme katılarak çıkarlarını korur ve dengeler.
- İç politikada “asgari müşterekler”
oluşturularak ötekilerin yaratılmasına olanak bırakılmaz.
- Etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel
ayrımcılıklar “öteki yaratmanın” en popüler ve belirgin maşalarıdır.
Din ve mezhep üzerinden, ırkçılık üzerinden, cinsiyet
üzerinden “ötekileştirmeler” çağdışı, demokrasi dışı, insanlık
dışı istismar araçlarıdır.
- Statükoların olumsuz birikimleri
ve küresel kavgalar, ötekileştirmeyi “siyasetin en etkili silahları haline
getirmiştir”.
Ve Ortadoğu
Bugün Ortadoğu ülkelerinin yeniden yapılandırılmasında
“ötekileştirmeler” en etkili silahlar olarak kullanılmaktadır.
- Sudan, Hıristiyan ve Müslüman
devletler olarak ikiye bölünmüştür.
- Irak’ta Kürdistan, ayrı bir
siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel yapı olarak Irak’tan tamamen
koparılmıştır.
Bağdat da Erbil de artık
birbirlerini, “öteki” olarak görüyorlar.
- Suriye benzer bir ayrışma (ve
bölünme) noktasına kademe kademe sürüklenmektedir.
- Türkiye’nin güneydoğusunda ırkçı
kalkışmalar 30 yıla yakın bir süredir, “iç ve dış dinamikler tarafından
beslenegelmektedir”.
- Yarın İran’da, benzer bir durumun
ortaya çıkması, kimse için sürpriz olmayacaktır.
- Irak, mezhep savaşları ile Sünni
ve Şii olarak bölünmüş durumdadır. Şehirler, mahalleler ayrıştırılmakta, karma
evlilikler bozulmaktadır.
Ya Türkiye?
Türkiye de, bölgedeki “ötekileştirmeden”
nasibini fazlasıyla alıyor.
- Yapay bir biçimde mezhep
farklılıkları kaşınmaktadır.
- Irkçılık tahrik edilmekte ve
kullanılmaktadır.
- Anadolu’nun binlerce yıllık
kültürel zenginliğinin yarattığı hoşgörü ortamı yıkılmaya çalışılmaktadır.
Bireyler, mezhepler, mahalleler
- Birey toplum bütünleşmesi yerine
bireylerin kendilerini soyutlamalarına ortam hazırlayan öğeler üretilmektedir.
Örneğin internet ortamında
bireyler bütünleşme yerine çatışmayı özendiren davranışlara sürükleniyorlar.
- Televizyon programları ve
tartışmalarında kavga, çatışma ve ötekileştirme araçları kullanılarak halkın
ilgisi sağlanabilmektedir.
Ötekileştirme adeta bir yaşam tarzı haline gelmiştir.
Türkiye’nin her anlamda, küresel sisteme uydurulması,
“ortak çıkarlar yerine ötekileştirmeler üzerine oturtuluyor”.
Bu da demokratikleşmenin karşıtı olan bir gelişmedir.
Örneğin Çamlıca’ya cami, ‘Muhteşem Yüzyıl’
dizisi, eğitimde kıyafet tartışmaları ötekileştirme ortamının yarattığı
sonuçlardır.
Keşke bunları, “asgari müşterekler”
zemini içinde tartışıp yürütebilsek.
SÜTE ERİŞİMDE ESARET-OKUL SÜTÜ PROJESİ
“Halk’ın Sütle Dansı”
Okul
sütü projesi ülke insanlarımızın süt gerçeği ile kısmen de olsa yüzleşmesine
neden oldu. İyi niyetle gerçekleştirildiğinden şüphemiz. Ama iyi niyet bir
projenin başarılı bir şekilde başlamasına yetmiyor. Proje yürütücülerin
geçmişte uygulanan benzer projeden ders almadıkları anlaşılıyor.
Okul
sütü projesi 2001 ve 2002 yılında bir kaç ilimizde başlatılmıştı. Birkaç ilde
başlatılmasının sebebi pilot olarak uygulanacak, uygulamada görülecek
aksaklıklar giderilecek ve tüm yurt çapında uygulanmasında problemlerin en aza
indirilmesi sağlayacaktı.
2000
yılı okul sütü projesi pilot uygulaması
- Bir
önceki yıl bütçe kanun tasarısına okul sütü projesi pilot uygulaması ile ilgili
Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Vakfı bütçesine ödenek konuldu
- Sağlık
Bakanlığı süt konusunda pilot illerdeki öğretmenlerden belirli sayıda Formatör
yetiştirdi. Bu formatörler okullardaki öğretmenlere birer saatlik süt konusunda
farkındalık yaratmaya yönelik, süt laktozunun yaratabileceği intolerans ile
ilgili seminer verildi. Pilot illerdeki her okul ve her öğretmen ve idareci bilgilendirilmişti.
- Formatörlerden
eğitim alan öğretmenler sütün faydaları ve süt intoleransı konusunda
bilgilendirildiler.
- Okul
sütü projesi için ihaleyi alan üretici firmaların okul sütü projesi için
üretecekleri sütün üretimleri Tarım Bakanlığı’nın uzmanları tarafından yapıldı.
Süt okullara sevk edilmeden önce belirli sayıdaki örnekler laboratuarlara
gönderildi.
- Pilot
uygulama başlayınca her okula süt, o günün tüketim sayısına göre sevkedildi.
- Bir
tek öğrenci hastaneye sevk edilmek zorunda kalmadı.
- Pilot
Proje başarı ile uygulandı.
2000- Başarılı Okul Sütü Projesinin Devam
Ettirilmemesinin sebebi
İhaleyi
Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü yaptı. Yapılan ihaleye giren
firmaların verdikleri fiyatlarda birbirine çok yakın ve yüksek olması sebebi
ile ilköğretim genel müdürü ihaleye zoraki onay verdi. İhalede yüksek fiyat
oluştuğu medyaya yansıyınca İlköğretim genel Müdürü görevden alındı. Aralarında
fiyat anlaşmaları yaptıkları, rekabet kanunlarına aykırı hareket ettikleri gerekçesi
ile Rekabet Kurumu tarafından re’sen ihaleye giren süt sanayicileri hakkında
soruşturma başlatıldı. Rekabet kurulu yaptığı yargılama sonucunda üzerinde
ihale kalanların tamamına küçük para cezaları verdi. Süt sanayicileri karara
Danıştay nezdinde itiraz ettiler, yargılama 2006 yılında kesinleşti. Sonuçta
Rekabet Kurulunun verdiği karar esas itibari ile onaylandı.
2012 Yılı Okul Sütü Projesi Uygulaması
2008
yılında ülkeye sokulan süt tozunun süt ve süt ürünlerinde kullanılması,
endüstriyel süt sektörünün piyasa hakimiyetinin var olması sebebi ile üstelik
de yaz mevsimi olduğu halde çiğ süt fiyatları düştü. Üreticiler sarıkız
hakkını helal etmiyor mitingleri yapmaya başladır. 2008 yazından itibaren 6 ay
içinde 1 milyon süt ineği endüstriyel süt sektörünün marifeti ile kasaba
gönderildi. ASÜD ( Ambalajlı Süt sanayicileri derneği ) çiğ sütte arz fazlası
var görüşünü açıklayınca süt tozu mu- okul sütü mü görüşmeleri-tartışmaları
başlayınca bizler okul sütü projesinin daha uygun olacağını kamuoyu ile paylaştık.
Ulusal Süt Konseyi çevreleri gayri resmi şekilde temasa geçtiklerinde Milli
Eğitim üst düzey bürokratları 2000 yılındaki okul sütü projesinin genel müdür
yediğini hatırlayarak ‘’ bu işten bizi uzak tutun ‘’ gibisinden
isteksizlik göstermişlerdi
Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na kabul ettirmesi sonucunda 2009 mart ayında
fazla çiğ sütün piyasadan çekilerek çiğ sütte fiyat istikrarı sağlamak için
parasal teşvikli süt tozu üretimi için bakanlar kurulu kararnamesi yayınlandı.
30 Nisan 2009 tarihinde de GTHB tebliğ yayınlayınca süt tozu üretimi başladı.
Süt
tozu uygulaması Ulusal Süt Konseyi’nde ASÜD temsilcilerine teslim edilmiş
olmasına rağmen çiğ süt fiyatlarında istikrar sağlanamadı. Üreticiler ve
sanayiciler okul sütü projesinin başlatılmasını kamuoyu önünde konuşmaya
başladılar. Böylece 2 Mayıs 2012 tarihide okullara süt dağıtılmaya başlandı.
1- Projeye
pilot olarak değil tamamen başlandı
2- Çocuklara
süt ve süt intoleransı ile eğitim verilmedi.. (GTHB kısa zamana sıkıştırdı)
3- İki
günde toplam 4000 öğrencinin şiddetli kusma, karın ağrısı gibi şikayetlerle
hastanelere başvurusu söz konusu oldu.
4- Okullarda
baş gösteren tıbbi vakaların medya mensuplarınca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer
Dinçer’e sorulması üzerine ilk başta cevap vermede doğru olarak Sağlık
Bakanı’nı işaret etti.
5- Okul
Sütü kararnamesi ve tebliğinde pastörize değil UHT süt olarak karar verilmiş
olması kamunun ve TBMM’de muhalefet partileri tepkilerini ortaya koydu. Nitekim
MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, 27 Mart 2012 tarihinde GTHB Sayın
Mehdi Eker’e verdiği soru önergesinde niçin pastörize değil de UHT süt sorusuna
proje başlamadan önce ve halen cevap verilmedi. 2 mayıs 2012 tarihinde de yine
verdiği soru önergesinde okul sütü projesindeki şahit numuneler üzerinde diğer
tetkiklerin yanı sıra kimyasal madde analizlerinin de yapılıp yapılmadığını
sordu.
6- CHP
İzmir Milletvekili Aytun Çıray iktidarın okullarda peynir altı suyundan ve süt
tozundan yapılan yapay sütleri dağıttığına ilişkin bilgi aldığını, bu nedenle
binlerce çocuğun alerjik protein zehirlenmesi yaşadığını belirtti.
CHP İzmir Milletvekili
Aytun Çıray, "Normal gıda zehirlenmelerinde sonuç 2-5 saat arasında ortaya
çıkarken alerjik protein vakaları 15 dakika ile 45 dakika arasında etkisini
gösterir. Bu zaman dilimleri bile incelendiğinde sonuç ortadadır. Halkı kimse
kandırmasın" dedi.
7- Üretim
esnasında sanayicilerin uht sütleri süt tozundan yapıp yapmadıkları
denetlenmedi. ( Süt tozundan süt ve süt ürünü üretmek gıda tüzüğüne uygun
olmakla beraber ambalajda süt tozunun kullanılan oranları etikete yazılmak
zorunda ) Süt tozu gerçekte süt olmayıp ikame bir üründür. Çiğ sütün olmadığı
zamanlarda, savaş vb. zamanlarda kullanılması gerekir. )
8- Üniversitelerin
Çocuk hastalıkları uzmanları bu kadar yüksek sayıda süt laktoz intoleransının
olamayacağını ifade ediyorlar. Resmi gıda uzmanları ise bu kadar sayının normal
olduğunu söylüyorlar ( şayet tıbbi tepkiler intolerans ise?)
9- Sütte
mikrobiyoloijik, toksikolojik testler 3-5 gün arasında sürüyor. Henüz bu süreye
ulaşılmadığı için kesin sonuçlar ortada yok. Bu sonuçlar çıktığı takdirde
toplum ile paylaşılmasını umuyoruz.
Bizim
şahsi görüşümüz ise sadece okul sütünde değil tüm yoğurt ve UHT sütlerde süt
tozu kullanıldığıdır. Bunu yeni değil yıllardır yazmaktayız. Bu sitede de yer
alan ‘’ Süt Tozu Dilekçeleri ‘’ , ‘’ Bakanlığın süt tozu dilekçelerine cevabı
başlıklı yazılarımızı okuyabilirsiniz. Okul Sütü Projesinin UHT sütünde de süt
tozu kullanıldığı şüphesini taşımaktayız. 2 Yıldan bu yana GTHB bu konuda bir
mevzuat düzenlemesine gitmediği gibi süt tozu kullanıp bunu etiketlerinde
yazılmayan ürünleri tespit edecek bir cihaz temin ve cihaz araştırması yoluna
gitmedi. Her ne kadar okul sütü projesinde çocukların beslenmelerine katkı
sunumu da yer alıyor olsa da endüstriyel süt sektörünün piyasa hakimiyeti
sebebi ile çiğ süt üreticilerine diz çöktürmesi sonucu gerçekleşmiştir. Çiğ Süt
üreticilerine maddi bir yararı olmamış ve çiğ sütte piyasa düzeni böyle giderse
de yine üreticilere değil sanayicilere ve çocuklarımıza yararı olacaktır.
Siyasetçilerin üreticiler uğruna sanayicilere verdikleri bir diyet olmuştur. Bu
diyetin adı; alın diyetinizi, çiğ süt satın alım fiyatlarınızı düşürmeyiniz.
Endüstriyel süt sektörü önceki süt tozu parasal teşvikli ve okul sütü projesi
diyeti yeterli olmamış ki şimdi de ihracatta parasal teşvik istiyorlar.
7
milyon çocuk içinde ömründe süt içmemiş, süte ulaşımda esir çocuklar da
olduğuna inanıyorum. Hem ülkemizde hem Dünya’da her insanın bilhassa çocukların
her gıdaya olduğu kadar süt ve süt ürünlerine erişim hakkının olmasını diliyor
ve bunun için yazıyor durumdayım. Süt ve süt ürünleri ekmekten sonra ikinci
stratejik öneme sahip üründür.. Süt ve süt ürünlerinin üretim, taşınması
esnasında onun gerçekliğini yitirmeden tüketicilere ulaştırılması ne kadar
tüketiciler için önemli ise bu ülkede süte erişimde esaret olduğunu okul sütü
projesi ortaya koymuştur.. Okul Sütü projesi esnasında yaşananlar gerekçesiyle
‘’ ben çocuğuma süt içirmem ‘’ diyen anne ve babaların çocuğuma sütü içirecek
düzenin kurulmasına nasıl sağlayabilirim sorusunu da kendisine sormasını
dileriz.
Tüketimdeki
sorunlar kadar üretimdeki sorunlar, üreticilerin sorunlarıyla da tüketiciler
ilgili olmalıdırlar..
Her
şeye rağmen okul sütü projesi sıkıntılı, sancılı da olsa destekliyoruz, gelecek
yıl için pastörize süt dağıtılmasını diliyoruz. Çocuklara süt esaretini yaşatan
Endüstriyel süt sektörü ile de ilgili bir farkındalığın az da olsa oluştuğunu
görebiliyoruz..
-------------------------------------------------
ÇİĞ SÜTTE İLKBAHAR OYUNU -2012
2
Kasım 2010 yılında ‘’ Çiğ Sütte Sonbahar Oyunu-2010 ‘’başlıklı yazımızı çiğ süt
üreticileri grubunda ve bir çok internet sitesinde yazmıştık.Aşağıdaki yazımızı
yazıp yayınlamamız üzerine bürokrasinin rica ve minnetleriile sonbahar oyunları
girişimi durduruldu ise de iki ay sonra 1 Ocak 2011tarihinde çiğ süt fiyatları
ülke çapında 60 kuruşa indirilmişti.
Şimdi
ise çiğ sütte fiyat oyununda domino taşı teorileriyeniden uygulanıyor…
Başlatılan okul sütü programları, dahilde işleme rejimibelgesi çerçevesinde
gümrüksüz ithal edilen süt tozları da doyurmadı. Süt sanayicileri ihracatta
parasal destek istiyorlar.. Hayvancılığa diz çökerterek. Neredesiniz açık
perakendeçiğ süt sektörü yaftasını yapıştıran süt sanayicilerinin danışmanı
gıdagüvenliği uzmanları? Ülkemiz insanlarının gıdaya erişim haklarını açık
perakendeçiğ süt sektörü mü yoksa devleşen, devleştikçe devletleşen endüstriyel
süt sektörümü tehdit ediyor? Çiğ süt üreticilerinden 65 kuruşa indirme
girişimleribaşlatıp uht sütü 2,5 TL’ye devletin, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı
ile okulSütü Projesine satanlar mı gıda güvenliğini tehdit ediyor? Çiğ Süt
satın alımdüzeninde serbest piyasa var, sanayicilere ihracat teşviki de
verilmelidiyenler kimin adına konuşuyor? Rekabet Kurulunun geçmişte uyardığı
firmalar, süt tozuna (DİR)belgesi alan firmalar, ihracat teşvikleri isteyen
firmalar hep birlikte ‘’ÇiğSütte İlkbahar Oyunu-2012 ‘’ yi vizyona soktular..
Et
ve Süt Kurulu kanun tasarısı da çiğ sütte oynanan fiyatoyunlarını
engelleyemeyecek. Tek engelleyecek unsur ise devreye gerçekçi rakipbir aktörün
girmesidir.. Bu rakip aktörü devreye sokacak cesaretli bir siyasi idare gerekir..
Çiğ
Sütte SonbaharOyunu-2010
Yazımızın
yazıldığı tarih:01.11.2010- saat:12:00
Önümüzdeki
günlerde muhtemelen Çarşamba (03.11.2010) bilemedik Cuma günü Çiğ Süt Fiyatları
d-ü-ş-ü-r-ü-l-e-c-ek.
Nerede?
Çukurova’ da. ( Çukurova’ da bu sefer çiğ süt fiyatlarını düşürecek olanlar
bölgesel alıcılar değil süt devleri! Bölgesel alıcılar 4 Şubat 2010 tarihindeki
toplantıda aldıkları çiğ süt alım fiyatlarını (60 krş)uygulamaya devam
ediyorlar. 3 Şubat 2010 günü çiğsüt alım fiyatları bölgesel alıcılar tarafından
70 kuruş olarak uygulanmakta idi.)
Düşecek
demiyoruz, Çünkü düşecek kelimesi ekonomik dilde kendiliğinden oluşan piyasa
içindir. Düşürülecek ise ekonomik anlamda alıcıların fiyat düşürmesidir.Burada
‘’ Alıcılar ‘’ olarak çoğul kelimesini kullandığımıza bakmayın aslında
ülkemizde Süt Sanayicileri ‘’ Tek ‘’ alıcıdır.
Piyasa
da bir çok alıcı görünse de alıcının tek olması, telefonlar ederek, toplantılar
yaparak, butoplantılarda karar vererek ‘’ tek ‘’ alıcı haline
gelmektedirler.Böylesine bir şekilde üreticilere karşı bir araya gelerek fiyat
belirleme eylemleri Rekabet Kanununa aykırı olduğundan yasadışıdır.
Defalarca
yazdık ve yazmaya devam edeceğiz. Çiğ Süt alım fiyatlarında gerçekçibir serbest
piyasa düzeni yoktur.
Rekabet
Kanunundan bahsederek amacımız Rekabet Kurulunu harekete geçirmek değil. Çünkü
Rekabet Kurulu harekete geçse ne yazar, suçları ancak ispatlanıverse üç beş
kuruş para cezası ile atlatırlar. Hatta çoğu soruşturma da sonuçsuz kalır,
delil elde edilmek istenmediğinden!
Üç
hırsız bir araya gelip şehirde bir mahallenin otomobillerini çalmaya devam
etse, polis hemen hırsızları telefon dinlemesine alır ve tam iş üstü
affedersiniz suç üstü yakalar.
Rekabet
Kurulu ” şu süt sanayicilerinin telefonlarını dinleyin, toplantılarını takip
edin ” emrini polise bir verebilse o zaman kimin fiyatları indirdiği ortaya
çıkar.
Mahallenin
hırsızı üç beşkişinin otomobilini çalınca Mahallenin Güvenliği sarsılıyor.
Peki
çiğ süt fiyatlarını yasadışı indirenler neyi sarsıyor?
Çiğ
Süt Üreticilerinin yaşam güvenliğini, hayvancılığımızı, etimizi, gıdamızı
sarsıyor. Gıdaya erişim hakkını sarsıyor.
Gıda
güvenliği sadece gıda da mikrop olmaması mıdır? Tek’leştirilmiş süt
sanayicilerinin Çiğ Süt Üretimine,hayvancılığımıza darbe vurma özgürlüğünün
devam etmesi Ülkemizin Gıda Güvenliği’ ni sarsmaktadır.
Şimdi
tekrar 2008 yılındaki yaygara başlayacak: ‘’ Çiğ Sütte arz fazlası vaaaar ’’
2500
tonluk süt çamuru (SütKonsantresi) ithalatı 06.10.2010 tarihli kararname
yayınlanmadan önce yapıldı.
Yayınlanan
kararname için ‘’ geri ihraç edilecek ’’laflarına çocuklar bile inanmadı. 2500
tonluk süt çamurunu ve 2000 tonluktereyağını ithal edenler o kararname ile
‘’Atı Alan Üsküdarı geçmiş ’’ oldu. Süt çamurunu bu kararname yayınlanmadan
‘’dahil de işleme rejimi‘’ çerçevesinde ‘’ithal edip de ihracat taahhütlerini”
yerine getiremeyenlere en az 4 milyon dolarlık gümrük vergisi ödeme mecburiyeti
ortadan kaldırılıp yasallaştırıldı.
Neyin
pahasına?
Çiğ
SütÜretiminin, tekrar hayvancılığımızın öldürülmesi pahasına. Bir yandan 0
sıfır faizli kredilerle yeni yatırımcılar desteklenirken, bir yandan çiğ sütte
fiyat istikrar politikaları gereğince süt tozuna teşvik verilirken, bir
taraftan 2500 tonluk yani 25 milyon litrelik süt çamuru kıyak ithalatı. 2000ton
tereyağı da ne kadar çiğ sütün tereyağı ettiğini bileniniz yoksa bilmecegibi
söyleyelim: Hangi rakamın %2-3’ ü 2000 ton ediyor ise o kadar çiğ süt
işlenmişliğinden elde edilen tereyağı eder?(= 100-120 bin ton çiğ süt
işlenmişliğin tereyağı) ediyor.
Avrupa
Birliğinin, artık kendi çiftçisine vereceği desteğe gerek kalmadı:
Türkiye’mizin DışTicaret Müsteşarlığımızın Bağlı olduğu Devlet Bakanlığımızın
verdiği destek yeter. AB çiftçisine destek Türk Çiftçisine köstek. Tarım’ da
bazı köşe yazarlarımız iyi niyetle yazmış: Bu kararname iptal edilmelidir.
Biz
de deriz ki, gerek yok çünkü; Atı Alan Üsküdarı geçti. Ellerinde ithal süt
çamurundan yapılan UHT süt stoku olan Süt Devinin, biri İçAnadolu Bölgemizden
satın aldığı çiğ sütün % 30′unu durdurdu. Bir diğer süt tozu stokçusu Süt devi
de, Ülke genelindeki süt toplayıcılarından çiğ sütalımını % 40 oranında
durdurdu.
Önümüzdeki
günlerde Medya dakoro halinde; Çiğ sütte arz fazlası var diyecekler veya süt
tüketimini artıralım, okul sütü projesini başlatalım diyecekler.
Çiğ
Süt alımında Rekabet kurulunca sabıkaları bulunanların okul süt projelerinde de
yine rekabet kurulunca sabıkalandırıldıklarını biliyoruz.
Çukurova’da
2010 Ekim ayı itibari ile, Süt devlerince 75 kuruş olarak uygulanan çiğ sütalım
fiyatları 70 kuruşun altına bir gecelik kararla indirilecek! Çarşamba veya
Cuma’ya kadar!
Çukurova’da
süt devlerinin merdiven altı tabir ettikleri firmaların, bugüne kadar
uyguladıkları 60 kuruş alım fiyatları da, 50 kuruşlara indirilecek. Veya Süt
devleri ile bölgedefiyatları eşitleyecekler.
Sıra
Batı İllerimize gelecek?
Konya’da
özel süttozu fabrikası var? Niçin Konya’da bugüne kadar çiğ süt alım fiyatları
75 kuruşları görmedi?
Beyler;
Hem süt ürünleri fabrikası hem de aynı zamanda süt tozu fabrikası olanların çiğ
süt fiyatlarını düzenleyeceğini, artıracağını sanmak saflıktır. Tarım
Ekonomisini, çiğ sütte fiyat istikrarının nasıl sağlanacağını, özel sektörü
bilmemektir.
Hem
devletten süt tozu üretim teşviki alacaklar kazançlarına kazanç katlayacaklar
hem de satın alacakları hammadd eolan çiğ sütün alım fiyatlarını yükseltecekler
öyle mi? Diğer taraftan süt ve süt ürünü yapacakları hammadde çiğ sütün
fiyatını niçin artırsınlar. Buna kargalar bile güler.
Süt
tozu üretimiyle çiğ süttefiyat istikrar politikaları özel sektörün süt tozu
fabrikaları ile düzenlenemez.
Çukurova’da
düşürülen fiyatları hemen Konya takip edecek. Konya ve Çukurova’ nın fiyatları
önümüzdeki günlerde Batı’ da göstermelik çiğ süt alımihalelerinde ‘’Sahte
emsal‘’ lendirilecek.
Süt
ineği katliamı yeniden ülkenin gündemine süt sanayicilerince başlatılacak.
Çiğ
Sütte ‘’Adil bir piyasa ve fiyat düzeni‘’nasıl sağlanırlığını yazdık, yazmaya
da devam edeceğiz.
Çiğ
Sütün Maliyetinin 75 kuruş, kazancımızın da 25 kuruş olması, çiğ sütün alış
fiyatının toplam 1 TL olması gerektiğini biz yazdık. Şayet ‘’Ali Okulundan Mezun‘’
bizler yanlış hesaplıyorsak, birileri çıkıp lütfen bizim yaptığımız hesabı
düzeltsin biz razıyız. Haksız isek bize haksızsınız deyin, haklı isek hakkımızı
verin. Bilin ki, marabalara hakkını Modern Ağalar vermez. Hakkı Bilen Modern
Yönetimler verir!
Bu
yazımıza şimdi yorumumuz: İlk baharda çiğ süt bollaşıyor ise Sonbahar da
azalıyor ise 1 Ocak 2011 de niçin fiyatlar düşürülmüştü? Batı yakasında değişen
bir şey yok.
http://groups.google.com/group/cigsutureticileri?hl=tr_TR
Her
sabah bir bardak süt içiniz.
Çiğ Süt Üreticileri Grubu'ndan Çapar Kanat,
"süt ürünü" olduğu iddia edilen gıdalarda yaşanan kandırmacayı yazdı.
İşte
Kanat'ın yazısı:
Süt
ve süt ürünü denilince akla hemen kutu süt, yoğurt, ayran gelmektedir. Peki şu
yaz mevsiminde yediğimiz ambalajlanmış dondurma süt ürünü değil mi?
Televizyonlarda ağzımızın tadını sulandıran ambalajlı dondurmalar! İki yıl, bir
yıl uzuuun ömürlü ambalajlı dondurmalar. Üstünde "sütten yapılmıştır"
yazıyor. Ne sütü? Çiğ Süt mü, süt tozu mu? Hangi süt? Maalesef onlar da süt
tozundan yapılmaktadır. Ezbere konuşmuyoruz. Ambalajlı dondurmayı çiğ sütten
yapıyorum diyen var ise markasını bize bildirsin ve test edelim. Ama önce
ambalajı üzerine “Çiğ sütten yapılmıştır’’ yazısını yazma cesaretini
göstermeliler.
Çocuklara
sütlü çikolata ha! Şu yalana bakın "sütlü" diyorlar. "Süt tozlu
çikolata" yazsalar doğru yazmış ve tüketiciyi aldatmamış olurlardı.
Biz
bu çalışmayı yeni başlatmadık.
2008
yılında, Çin’ de melaminli süt tozundan çocuk ölümleri meydana geldi. Melamin
herkesin bildiği geçmişte veya halen yemek tabağında (melamin tabak) hammadde
olarak kullanılan bir madde. Bu melamin süt tozuna katılmasının sebebi, süt
tozunun mevcut toz yapısını, viskositesini koruması içindir.
Tarım
Bakanlığı, "melaminli süt tozunu ülkemize sokmuyoruz" diyor bize
cevabında!
NE
KATILIYOR
Peki,
melaminin yerine süt tozunda, süt tozunun yapısını, viskositesini ,
dayanıklılığını korumak için ne karıştırılmaktadır?
Buğdaydan
yapılan un, üç beş ay içerisinde kullanılmadığı takdirde bayatlıyor, ekşiyor da
şu süt tozu nasıl melaminsiz topaklaşmadan vizkositesini koruyor, ekşimiyor,
bayatlamıyor?
Yüzlerce
tüketici konuyu soruşturan dilekçeyi Tarım Bakanlığı alo174@tarim.gov.tr
adresine gönderince bir müddet sonra bu dilekçelere Tarım Bakanlığı cevap
verdi.
Bu
cevaplarında:
"Ayrıca;
9/10/2008 tarihi itibariyle, Çin Halk Cumhuriyeti menşeli süt ve süt ürünleri,
süt ve süt ürünleri içeren bebek mamaları ile süt ve süt ürünleri içeren
çikolata ve benzeri gıda maddeleri ithalatı durdurulmuş, 20/10/2008 tarihi
itibariyle ise yasak kapsamı genişletilerek, Tayland, Sri Lanka, Hongkong,
Tayvan menşeli süt ve süt ürünleri, süt ve süt ürünleri içeren bebek mamaları
ile süt ve süt ürünleri içeren çikolata ve benzeri gıda maddeleri de dâhil
edilmiştir. Laboratuvar analizlerinin başlaması ile birlikte, 06/11/2008 tarihi
itibariyle, Çin, Tayland, Sri Lanka, Hongkong ve Tayvan menşeli yüzde yüz süt
bazlı süt ve süt ürünleri ile süt ve süt ürünleri içeren bebek mamalarında
yasak kararı devam etmekte olup, süt ve süt ürünleri içeren çikolata ve benzeri
gıda maddeleri ve içerisinde protein bulunan diğer gıda maddelerinin fiili
ithalatlarında ise “melamin” analizi yaptırılarak analiz sonucunda melamin
bulunmayanların ithalatına izin verilmekte, melamin bulunması durumunda ise
ithalatına izin verilmemektedir."
Bakanlığın
bilinçli tüketicilere verdiği bu cevap bizi tatmin etmemişti. Çünkü Çin’ de süt
tozundan ölen çocuklar çin menşeeli değil, AB’ nin kendi menşeeini koymadığı,
fakat AB şirketlerinin Çinli firmalara sattığı süt tozundan melamin çıkmıştı.
Sadece melamin mi? Fransa’ nın sattığı süt tozundan da zararlı bakteri
çıktığını haber ajansları tüm Dünya’ya spot kaydı ile geçmişti.
ARDINDA
AB VAR
Olayın
Hikayesi Şu İdi:
2008
yıl başlangıcında Çin Devlet Başkanı televizyonlara çıkıp "süt için
çocuklar" reklamını yapınca Çin'de süt satışları patladı. Çinli firmalar
iç talebi yetiştiremez olunca Almanya’dan kutu süt ithalatı başladı. Almanya’
Çin’ e kutu süt ihraç etmeye başlayınca Almanya’nın süt iç piyasası yükselmeye
başladı. Bir Alman Firması Türkiye’den kutu sütü alarak Çin’e reeksport (tekrar
ihraç) etmeye başladı. 2008’ in başlarında gerçekleşen bu olay ile ülkemizde de
çiğ süt fiyatları Haziran 2008’ de 50 kuruştan 60 kuruşa fırladı (Çukurova
fiyatları). 2008’in başında AB’li firmalar Çin’de patlayan süt satışları
pazarında pay kapabilmek için sütün çok ucuz olduğu Güney Amerika ülkelerine
süt tozu siparişi verdiler. Güney Amerika ülkelerinde yapılan süt tozunu
Tayland, Sri Lanka, Hongkong, Tayvan serbest bölgelerinde Çin’e satmak için
stokladılar.
Şimdi
Tarım Bakanlığı’na soruyoruz. Hongkong’un kaç ineği var da süt tozu üretsin?
Bakanlığın, Hongkong … bilmem ne ülkesi dediği menşeeli süt tozuların hepsi AB
şirketlerinin Güney Amerika ülkelerine ürettirdiği süt tozları idi.
Diyeceksiniz ki AB’nin kendi çiftçisinin ürettiği süt tozları yok mudur ki
Güney Amerika'ya ürettirsin. Sütte dev üretime sahip olan Kanada’da Çin’e
girince teşvik destekli AB’nin süt tozları onunla rekabet edemedi! Cüzi bir
miktar AB süt tozları Çin pazarına girebildi. Ama AB’nin G.Amerika ülkelerine
ürettirdikleri gırla girdi.
Çin’e
süt tozu furyası devam ederken Çin’de ani çocuk ölümleri meydana geldi.
Çocukların otopsi raporlarında sindirim sistemlerinde melamin tesbit edilmişti.
Çocukların yediği son gıda araştırılıp da süt olduğu öğrenilince, o süt de
tahlil edilince çocuklarda bulunan melamin sütte de ortaya çıktı. O sütler de
melaminli süt tozundan yapılmıştı.
KURŞUNA
DİZİLDİ
O
melaminli süt tozundan sütü satan firma sahipleri Çin’de kurşuna dizildi. Çin’e
melaminli süt tozu satan AB’li firma sahipleri elini kolunu sallayarak geziyor.
Bu
durum üzerine Çin devleti süt tozu ithalatını durdurunca elinde süt tozu stoku
bulunan AB’li firmalar Türkiye’ye yönelerek süt ve süt ürünleri üretici firmaların
kapısını çalarak “Fabrikanızın kapısında teslim bir litre sütün size 39-40
kuruşa mal olacak şekilde süt tozu satalım’’ teklifine bizim anlı şanlı böyyük
markalarımız bile "hayır” demediler. Hemen litresi 39 kuruşa mal olacak
sütü ithal süt tozundan üretmeye başlayınca Çiğ Süt Üreticileri’nden çiğ sütü
almaya nazlandılar. 60 kuruş olan çiğ süt fiyatını 39 kuruşa düşürdüler.
Ülkede
1 milyon sayısını geçen çiğ süt üreticimizin çiğ sütüne süt ve süt ürünleri
sanayicileri arkasını dönmüş ha babam, de babam dampingli süt tozundan
üretilmiş süt ve süt ürünlerini piyasaya sürerken ucuza temin ettikleri ikâme
hammaddeye rağmen ambalajlanmış ürünlerde satış fiyatını indirmede bir merhamet
ve insaf da göstermediler. 39 kuruştan çiğ sütünü satabilen çiğ süt üreticisi
sesini nasıl duyurabilirdi?
2008
yılında ülkemizin üç yıl doğacak buzağılarının ihtiyacına yetecek kadar buzağı
maması adı altında süt tozu ithal edildi. Hiç bir damızlık sığır yetiştiricisi
damızlık dişi buzağısına buzağı maması içirmez, çünkü buzağı maması dişi
buzağıların körpecik memelerini de yağlandırıp onun sütçü özelliğini
yitirmesine sebeb olur!
Sokaklarda
TÜSEDAD (Tüm Süt Üreticileri Derneği) çiğ süt üreticisinin feryadını “Sarıkız
Sütünü Helal Etmiyor’’ mitingi ile duyurdu. Basın konuya mecburen ilgi
gösterince ambalajlı süt sanayicilerinin sözcüleri basına açıklama yaptı:
"Çiğ Sütte arz fazlası vaaar!"
Birkaç
gün sonra da Tarım Bakanı Sayın Mehdi Eker "Çiğ Sütte arz fazlası
var" demez mi?
Bu
arada sarıkızlar kasapların yolunu tutmuştu. Çiğ süt üretiminden zarar eden süt
inek sahipleri zarardan kurtulmak için çareyi ineklerini kestirip satmakta
bulmuştu. Resmi rakamlara göre 300 bin bana göre 1 milyondu kesilen inek
sayısı. O anda et fiyatları kasapta 10 TL’lerdeydi.
Tarım
Bakanlığı aylarca "Çiğ sütte arz fazlası" nı düşündü. 30 Nisan 2009
Tarım Bakanlığı tebliği ile "çiğ sütün piyasadan süt tozu yapılıp
çekilerek çiğ süt fiyatının artırılması’’ politikasını başlattı.
Tarım
Bakanlığı göle yoğurt mayası çalmıştı ama göl maya tutmuştu. Nasıl mı? Gölde
bir kova süt kalınca tabii ki yoğurt tutar!
NEDEN
ASLINDA O DEĞİL
Tarım
Bakanlığı "süt tozu politikalarımla çiğ süt fiyatını ben yükselttim"
diyor. Buna Tarımsal Üretim Genel Müdürlüğü personeli inanıyor ama benim
elimdeki veriler ile çiğ süt fiyatını artıran daha doğrusu olması gereken
seviyeye getiren etken süt tozu teşvikli üretim politikaları değil, ülkede
ineklerin kasaba gitmesinden dolayı azalan çiğ süt üretimidir. Nitekim doğurgan
hayvan sayısında azalmanın ve komşu ülkelerde yükselen fiyatlar sebebi ile
kaçak hayvan girişinin durması da eklenince et fiyatları bu yılın başlarında
yükselmeye başladı.
Çiğ
süt fiyatlarının olması gereken seviyelere gelmesinin temel nedenin süt tozu
teşvikinden dolayı olmayışının sebebi: Piyasa kontrol bilgisi ve matematiksel
çiğ süt üretim ve teşvikli süt üretim oranıdır.
5
milyon 75 bin tonluk bir çiğ süt üretiminin fiyatını 4500 tonluk teşvikli süt
tozu üretim miktarı yani bu miktar çiğ sütün süt tozu üretilerek piyasadan
çekilmesi çiğ süt fiyatını yükseltemezliğidir.
Ülkemizde
çiğ süt fiyatını yükseltmek veya dengelemek için olması gereken politika süt
tozunu teşvikli üretmek değildir. Bu tamamen yanlış bir politikadır. Bununla
ilgili geniş değerlendirmelerimizi 2010 süt tozu döneminin bitimine doğru
yazacağız.
Yazımızın
başlığındaki sorulara şimdi gelelim. Set-Bir diyor ki: Üyelerimiz kıvam
artırmak için yoğurtta % 2-3 oranında süt tozu kullanmaktalar. Süt sanayicileri
de diyor ki: Asla süt tozu kullanmıyoruz. Biz yoğurda kıvamı sütün içindeki
sıvıyı (suyu) buharlaştırarak kıvam vermekteyiz.
Set-Bir
diyor ki: Süt tozu sütün süt tozuna çevrilmesi ile zaten pahalılaşıyor,
sanayicilerimiz niçin tamamen pahalı süt tozunu kullansınlar, kıvam artırmak
için (yoğurtta) % 2-3 oranında kullanmaktalar.
(Siz
tüketici olarak süt ve süt ürünleri ambalajlarında süt tozundan yapılmıştır
veya % 2-3 oranında süt tozu kullanılmıştır yazısını görebildiniz mi? Biz
göremedik! Gören var ise bize bildirsin.)
Biz
de diyoruz ki; 2008 yılında tonlarca ülkeye süt tozu girdi. Halen de iç piyasada
süt tozu teşvikli olarak var, yani ülkemizin Tarım Bakanlığı'nın verdiği üretim
teşviki ile süt tozu ucuz üretilmekte, AB’ den ithal edilen süt tozu ise süte
çevrildiğinde 40 litre/kuruş. Yani Set-Bir’ in süt tozu pahalı demesi gerçek
değil.
Hangi
firmaların sütlerinde süt tozu bulunmaktadır? Tüm firmalar süt tozu kullanıyor
mu?
Bir
grup tüketiciler ülkemizde bir çok süt ürünleri üreten firmalara sordu:
Ürünlerinizde süt tozu kullanıyormusunuz? Hepsi "hayır" cevabını
verdi!
Tüm
Firmalar Tüm Ürünlerinde Süt Tozu Kullanmaktalar. Sadece Pastörize Süt’ de süt
tozu kullanmamaktadırlar. Yoğurtta, Uht sütte süt tozu vardır. Dondurma da süt
tozu vardır. Hiç birinin etiketinde bunu yazmıyorlar.
Diyeceksiniz
ki ispat edin! Onlar ürettikleri ürünlerde "% 100 çiğ sütten
yapılmıştır" yazısını yazsınlar bakalım biz o zaman foyalarını ortaya
çıkaracağız.
Yukarıdaki
linkte Tarım Bakanlığı diyor ki: Süt tozu kullanılıyor ise bunu zaten
ambalajlarında yazmak zorundalar.
Tarım
Bakanlığı’nı, tüketiciyi takan kim? Ama Tarım Bakanlığı’nın önce tüketicilerin
isteklerini kaale alması gerek!
Çözüm:
Süt ve süt ürünlerinin ambalajlarında "%… çiğ sütten yapılmıştır, veya % …
süt tozu kullanılmıştır" yazılarının yazılması için Tarım Bakanlığı’ na
bağlı Ulusal Gıda Kodeks Komisyonu’nun etiketler ile ilgili hususu bizim
öngördüğümüz şekilde değiştirmeleridir.
Bu
yüzden her süt içenin, içirenin, yoğurt yiyen tüketicilerin Tarım Bakanlığı'na
aşağıdaki dilekçeden göndermesini beklemekteyiz.
Siz
tüketiciler isterseniz değiştirirsiniz!
Süt
tozu mu süt mü içeceğinize süt sanayicileri değil kendiniz karar vermelisiniz.
Dilekçelerimizi
gönderelim, sonucunun hep birlikte takipçisi olalım!
Dilekçe
örneği:
TARIM VE KÖY İŞLERİ
BAKANLIĞI’NA
Sayın Bakan Mehdi Eker
Önüne
Süt ve süt ürünlerinde
süt tozu kullanımının tüketicilerin tercihinde olması için süt ve süt ürünleri
ambalajlarında "süt tozundan imal edilmiştir" veya "çiğ sütten
imal edilmiştir" yazılarının okunaklı bir şekilde yazılması için;
Gerekçelerimiz :
1-Süt tozundan Çin’de
çocuk ölümleri meydana gelmiştir.
2-Avrupa Birliği
ülkelerinden Fransa’nın bir başka ülkeye ihraç ettiği süt tozunda insan
sağlığına aykırı bakteri tesbit edilmiştir.
3-Çiğ sütten yapılan süt
ve süt ürünlerindeki besin değerleri ile süt tozundan yapılan süt ve süt ürünlerindeki
besin değerleri aynı özelliklerde değildir.
4-Süt tozunun yapımı
esnasında, uzun süre dayanıklığı için katkı maddeleri katılmaktadır.
5-Bu talebimiz asıl
amacı tüketicilere ve gelecek nesillere sağlıklı ve besin değerinin en yüksek
düzeyde Bakanlığınızca ulaştırılmasıdır.
Bu sebeplerle süt
tozundan süt ve süt ürünleri tüketmenin, tüketicinin tercihinde olmasını
gerekmektedir.
Süt ve süt ürünlerinin
başlıca iki temel hammaddesi vardır. Birincisi çiğ süttür ikincisi süt tozudur.
Çiğ süt esas bir hammaddedir. Süt tozu ise ikâme bir hammaddedir.
Süt ve süt ürünleri bir
gıdadır. Gıdaların hangi hammaddeden imal edildiğinin gıda ambalajları üzerine
yazılması yasal bir mecburiyettir.
İSTEK: Mevcut kanunlar
ve yönetmelikler hükmünce süt ve süt ürünlerinde süt tozu kullanımının
tüketicilerin tercihinde olması için süt ve süt ürünleri ambalajlarında
<< süt tozundan imal edilmiştir>> ve/veya << çiğ sütten imal
edilmiştir>> yazılarının okunaklı bir şekilde yazılması için gereğini, bu
yasal başvru dilekçemin kayda alınmasını, evrak giriş numarasının elektronik
posta adresime göndrilmesini, yine yasal süre içinde elektronik posta adresime
cevaplanmasını arz ederim.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar