Print Friendly and PDF

EVLİYANIN DAHİ MEKRİ VARDIR, ALDANMAYINIZ



Anlamayan herzevekiller için misaldir, ancak hep aldanırlar
Sefîne-i Evliyâ’da Osmânzâde Hüseyin VASSÂF (Kaddesa’llâhu sırrahû)  Efendimiz buyurdular ki

Hâce-i irfânım Mesnevî-hân Muhammed Es’ad el-Mevlevî, bir gün derste zevk-ı inzivâdan bahsettiği sırada Şeyh Gâlib’den bir misâl getirdiler:
Hz. Şeyh’in şöhreti fevka’l-âde şâyi’ olunca, “Hazret! Mevlevîhâne’ye şitâbân olanların adedi çoğaldı, dergâhdaki dedelerin hizmetten şikâyetleri çoğaldı. Biz bu gürültüye tâkat getiremiyoruz, hizmetten dolayı sohbetinizden kaldık. Amân efendim, siz bilirsiniz, bir çâre bulunuz, istirhâm ederiz.” diye arz-ı hâl ettiler.
Bunun üzerine Şeyh Gâlib, “Siz bana, ‘Yâ Hz. Muâviye’ diye bir levha yazdırıp, çerçeveletip getiriniz.” emrini verdi. Onlar bu emri infâza müsâraat kıldılar, levhayı getirdiler, Hz. Şeyh’e gösterdiler. Kapının yanını göstererek, “Şimdilik şuraya koyunuz.” buyurdular.
Dervîşler, maksatlarıyla bundaki hikmeti te’lîf edemediler. Fakat zuhûr edecek netîceye müterakkıb oldular. Âyîn günü ber-mu’tâd şeyh odası ulemâ, urefâ, meşâyıh, ağniyâ, ahibbâ ile doldu. Ulemâ sınıfı o levhanın kapu yanında perde olmasını hoş görmediler, "Hz. Rasûlu’llâh (salla'llâhu aleyhi ve sellem ) efendimize vahiy kâtibliği etmiş bir zât-ı âlî-kadrin ve şeref-i sıhriyyete mazhar olmuş bir sahâbî-i celîlin, ism-i şerîfini münâfî-i hürmet bir yere atmış, bu adam râfizîdir." zannına düşüp dergâha gelmez oldular.
Şuyûu üzerine /155/ ricâl-i ilmiyye dahi tekkeye gitmek, Şeyh Gâlib ile görüşmek istemediler.
Şimdi iş meşâyıhın kesr-i rağbetine teveccüh edince, o levhayı odada postunun olduğu yerin üstüne, bir mevki’-i hürmete ta’lîk eyledi. Gelen meşâyıh, “Allah Allah, hânedân-ı Hz. Fahr-i âleme hayâneti sâbit olmuş, Haseneyn-i ahseneyne ve Cenâb-ı Ali’ye tertîbât-ı mahsûsada bulunarak ümmet-i Muhammed’in yüreğinde iltiyâm bulmaz bir yara açmış olan bir zâlimin ismini böyle i’tinâ-yı mahsûs ile yazdırıp baş ucuna ta’lîk etmesi, hânedân-ı Ehl-i Beyt’e karşı demek ki, izhâr-ı âsâr-ı buğz etmekte olmasına delîl-i bâhirdir.” mütâlaasını yürüterek onlar da gelmez oldular.
Agniyâya [zenginler] gelince, onlara, “Efendim, tekkenin şuna ihtiyâcı var, agniyânın sarf-ı nakdîne-i himmet etmesi lâzım geliyor. Lutf ediniz, bir çâresine bakınız.” teklîfine, “Para isteme benden, buz gibi soğurum senden.” nazariyyesiyle mukâbele ederek onlar da ayaklarını kestiler. Ekâbir geldikce intifâ’ ümmîdine düşerek dergâha şitâbân olan fukarâ-yı züvvâr, gelenlerin azalmasıyla emellerini suya düşmüş görünce, artık rağbet etmez oldular. Dergâhın izdihâmı bu sûretle zâil oldu. O zamân Hz. Şeyh, dervîşleriyle kendi âleminde zevk-ı ma’nevî sürmeğe ber-sâbık devâm eylediler.
Şeyh Gâlib, 42 sene muammer olmuştur. Pek genç iken âlem-i fenâya vedâ’ eylemiştir. İrtihâli âlem-i edeb ü irfânı sarsmıştır. Herkes ağlamıştır. İrtihâlleri 1213 sene-i hicriyyesi şehr-i Recebinin yirmiyedisine (4 Ocak 1799) leyle-i Mi’râca müsâdifdir.
Menkûldür ki, vefâtında pederi Mustafa Reşîd Efendi ber-hayât idi. Oğlu gasl olunurken, “Evlâdımı bir daha /156/ göreyim.” diye mugassile gidip gördüğünde, ak sakalından yaşlar akıtarak, “Âh oğul! Bu tahtaya o kara sakal yaraşmıyor.” diye ric’at [bakamayıp dönmüştür] etmiştir.
Dergâh-ı şerîfin havlısında İsmâîl-i Ankaravî hazretlerinin türbesinde ayakucunda defn olunmuştur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
c.5. sh: /154-156/
Sen şâh-ı rusül fahr-i mümeccedsin efendim
            Dîvân-ı ilâhîde ser-âmedsin efendim
            Menşûr-ı “le-amrük”le müeyyedsin efendim [1]
            Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim

            Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

            Hutben okunur minber-i iklîm-i bakâda
            Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda
            Gül-bâng-i kudûmün çekilür arş-ı Hudâ’da
            Esmâ-yı şerîfen anılur arz u semâda

            Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

            Tâbiş-dih-i ervâh-ı mücerred güherindir'
Mâliş-geh-i rahsâr-ı melek hâk-ı elemidir
            Âyîne-i dîdâr-ı tecellî nazarındır.
            Bû Bekr Ömer Osmân u Alî yâr-gerindir

            Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

            Bir gün ki dalup bahr-i gama fikrete gitdim
            İlden yetürüp kendimi bî-hûdluğa yetdim
            İsyânım anup âkıbetimden hazer itdim
            Bu matlaı yâd eyledi bir seyyid işitdim

            Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

            Ol dem ki nebîlerle velîler kala hayrân
            Nefsî” diyu dehşetle kopa cümleden efgân
            Ye’s ile usâtın olıcak hâli perîşân
            Destûr-ı şefâatle senindir yine meydân

/158/    Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

            Ümmîddeyiz ye’sle âh eylemeyiz biz
            Ser-mâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz
            Bâbın koyup ağyârı penâh eylemiyiz biz
            Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz

            Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

            Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma
            Dest-i red urup hasretile dûzaha kakma
            Rahm eyle amân âteş-i hicrânına yakma
            Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma

            Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
            Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
[1] (لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ) "Ey Nebî! Senin hayâtına kasem olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı." 15. Hicr sûresi, 72. (H)
Kaynak: SEFÎNE-İ EVLİYÂ- Osmânzâde Hüseyin VASSÂF, hzl: Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ, Prof. Dr. Ali YILMAZ,  2005, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar