Print Friendly and PDF

EY SEVGİLİ MİRAÇ'TAN DÖNMESEYDİN NE OLUR DU HALİMİZ


Bugüne kadar Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin Miraç hadisesini algılarken hata yaptığımız düşünüyorum. Bu olay aslında rahmet peygamberinin dünyayı terki- bir nevi ruhunu Allah Teâlâ'ya teslim edişi idi. Yani İdris aleyhisselâm gibi dönüşü olmayabilirdi.
Büyük mutasavvıf İmâm-ı Rabbânî kuddise sırruhu'l-âlî miracı şöyle anlatıyor:
Hüzün senesi dediğimiz olaylar zincirinde [Hz. Ebu Talib'in ve annemiz Hz. Hatice aleyhisselâmın vefatları akabinde] Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem için Mekke'deki hayat çekilmez olmuştu. Hz. Ebû Talib’in sağlığında Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve selleme yaklaşamayanlar, bir canavara dönüşmüşlerdi. Yüzüne tükürüyorlar, öldüresiye dövüyorlar, Mescid-i Harâm’da boğmaya çalışıyorlar, secdede iken üzerine deve işkembesi koyuyorlar, yapılmadık işkence, edilmedik hakaret bırakmıyorlardı. Efendimizin bir nevi kolu kanadı kırılmış, Mekke'de yapayalnız kalmıştı.
"Ben mağlubum, ben mağlubum, Yüce arkadaşım yardımın nerde?" diyerek üzgün halini tarif edemiyordu.
Acıları tarif edilmeyecek bir vukuat yeri Taif'te bu ahvalin tuzu biberi oldu. Tâif halkı misafir gelen Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemi taşladı. Öyleki geçtiği yolun iki tarafına dizilip taşlar yağdırdılar. Efendimiz yaralanmış,  bastığı zaman toprağı incitmeyen mübarek ayakları kanamaya başlamış, düşe kalka kurtulmaya çalışıyordu. Hiçbir zaman olmamış gibi toprak o gün yarılıp O'na sarılmak için Rabbinden izin istemişti. Efendimiz, düştüğünde zalimler kollarından tutup kaldırıyor, yürümeye zorluyorlar ve O yürüyünce taş yağmuru yeniden başlatıyorlardı. Birde  kahkaha ile gülmeleri yok mu, acıların en acısı..
Yanında yol arkadaşı evlatlığı Zeyd b. Harise ile yaşadıkları bu acı hadise den sonra Efendimiz;
“Ya Rabbi! Kuvvet ve kudretimin en zayıf hâliyle, elimdeki çare ve vasıtaların en basitiyle, insanların gözünde ifade ettiğim değersizliğimle Sana yalvarıyor, Sana sığınıyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin.
Beni kimlerin eline bırakıyorsun?
Bana kaba ve sert davranan bir yabancıya mı, yoksa bana üstün kılacağın bir düşmana mı?

Eğer Sen bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım!
Sadece Sana sığınır ve Senin rızanı dilerim.
Senden başka kuvvet ve kudret yoktur!”
Dediğinde Cebrail aleyhisselâm geldi. Taif halkının helak olmaları için izin istedi. Efendimiz bu zor durum halinde dahi, bu cezaya razı olmadı.
Hadise uzundur. Efendimiz umutla geri Mekke'ye döndü. Mekkeliler onu içeri almadılar. Hiçbir dayanağı kalmayan Efendimiz son olarak ‘amca’ diye hitap ettiği hala müşriklerden olan Nevfeloğullarının lideri Mut’im b. Adiyy’e kendisini himaye etmesi için haber gönderdi. Mut’im b. Adiyy, oğullarıyla birlikte silahlanarak derhal harekete geçti ve Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellemi Mekke’ye getirdiler. Ne var ki, hayat tadını kaybetmiş, Efendimiz çok üzgün bir kapı açılmasını bekliyordu.
Bu zaman aralığında her şey bitsin dercesine Allah Teâlâ kulunu katına çağırdı. Aslında bu gidiş bir ayrılığın gidişi idi. İnsanlığın rahmeti gidiyordu. Melekler ve âlem ayrılığın korkusu hissettiler.
Ya geri dönmezse?
Evet Allah Teâlâ'nın sevgilisi geri dönmezse, ne olacaktı?
Allah Teâlâ kulunu koruyamayacak ve zalimlerin eline mi bırakacaktı? 
-Sevgilimi alın getirin, emr-i fermanı herşeyi alt üst etmişti.Cebrail aleyhisselâm o anda hayatının en dehşetli günlerini yaşıyordu. Efendimizi hazırladı, huzara kadar arkadaşlık etti ve götürdü. Efendimize Has odanın bilmediğimiz yerleri açıldı.
Konuşuldu, kalbin dahi duymadığı bir derinlikte.
Mâhasal ol anda doksan bin kelâm
Sebk idüp bulduktan encâm ü hitâm
Allah Teâlâ, Efendimizden izin istedi.
-Sevgilim seni daha göndermek istemiyorum. Efendimiz:
-Aman Ya Rabbi! Ümmetim ne olacak. Beni seven daha doğmamış kullar var, onlar ne olacak dedi?
-Seni üzdükleri zaman ben üzülüyorum, sana zarar verdikleri zaman ben zarar görüyorum.
-Ya Rabbî, takdir ettiğin ve ruhu var olup beni seven sonradan doğacak kulların ne olacak?  Bu geliş kapısı kapanmasın ben ve ümmetim sana kulluk ederiz. Niyaz ederiz. Namaz kılarız.
……
-Elli vakit olsun, sık sık görüşmemiz olur, bu niyazla.
Allah Teâlâ'yı razı eden Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem dönüşte Hz. Musa aleyhisselâm ile görüştü. Ümmetini düşünen nebiye hayranlıkla
-Nasıl olsa, geri dönüş için izin verildi, namaz konusunda bir müracaatta bulun, ümmetin buna takat getiremez, belki,  dedi.
Sonunda beş vakit hediyesi ile Allah Teâlâ'yı razı eden Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem dünyaya geri döndü. 
İnsanlar beş vakti Allah Teâlâ emretti zannediyorlar. Hayır, Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Allah Teâlâyı razı etmek ve dünyaya bizim için geri dönebilmek için bedel olarak istedi.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem dünyada üç şey sevdirildi dediklerinden biri olan namazı herkesten daha fazla kıldı.
Gözümün nuru diye övdüğü namazla hayatını yaşadı, son gidişinde de ise isteği "namaz kılın" oldu.
Ey Miraç,  bizi sevgilimizden ayırmadın. Bedel olsun diye hediyeni her gün bu anı anmak için beş defa namazı eda etmeye çalışıyoruz.
Ya Rasûlu'llâh! (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
Sana minnetimiz sonsuzdur.
Eğer göklerden dönmeseydin, varlık âleminde bugün bizler olmayacaktık.

Sana teşekkür ediyoruz.

Efendim ile sohbetimizde konu içinde konu oradan buradan konuşurken teklif edilmeyen nafile ibadetlerin yorgunluğundan bahsedildi. İbadet etmedeki hazzın hak ve batıl cihet ile alakalı olmayıp kişinin kendi gayretiyle/yaratılışıyla alakalı oluşu yanında, tesiri vücudunda olan hikmetler kişiyle ilişkili olduğuna dikkat çekildi. İnsanın her yaptığı fiilin bir getirisi var. Ancak onların iç dünyamızda bize bırakacağı tesirler çok farklı zeminde hareket etmektedir.
İşte bu ahval ile tefekküre dalmışken önümüze gelen Budistlerin inançlarında olan hac ziyaretine verdikleri değer müslümanlardan çok farklı olmadığını gördük. Aynı şeyler bizde de onlarda da var. Çocukken hacca yürüyerek giden insanlardan Saçlı Babayı tanıdım. Kırk küsür yaya olarak haccı vardı. Tarihten ise İbrahim Ethem hazretlerinin bu şekilde hac yaptığını işitince, manevi dünyada bedeni fedakârlıkların insanın iç dünyasında sevgiliye sunduğu hediyelerin çeşitliliğini ve farklılığını izah etmeye yetecektir.
Bu konuda efendim bana buyurdular ki;
"Aslolan yolculuğun kendisidir. Menzile yolu feda etmeyeceksin. Yol değerlidir. Yolu idrak ettiğinde, yol seni yol ediyorken henüz madden herhangi bir yere ulaşmadan bir başkalaşıma uğruyorsun.
Yol boyunca hala başlangıçta yola çıktığın adamsan, esasında hiç yola çıkmamışsın demektir. Bir de gizliden şu soru kükremeli içimizde, yol boyu ne kadar safra (sıkıntı, tedirginlik, kötü tarafları) attım? Benim hac yolu konusunda gözlemim o oldu ki, haccın neticesinde pek çok insan safra atmak bir yana ağırlaşarak dönüyorlar. Kendini taşlaması gerekirken, kendini taşa çalmalıyken suçu bir acayip duvara yükleyip onu fiskelemek ne acı, bir dönüş oluyor."
Efendimin bu izahı karşısında dilim tutuldu. İbadetlerin aslında bir görev mahiyetinden çok bizde olması gereken değişimleri zuhura getirmesi gerektiğini ve bu şekilde olgunlaşmanın daha çabuk olacağını anladım.

İbrahim Edhem rahmetullahi aleyh ondört yılda güçlükle Kabe-i şerife vardı. Yolda giderken her adımına iki rekat namaz kılardı.
 Çün Kabeye erdi, Kâbe anda yok. Birkez ah eyledi.
" Aceb bu ne haldir, gözümde halel vardır?"
dedi. Hafiften bir avaz işitti ki:
"Ya İbrahim ! Senin gözünde halel yok amma bizim bir firavuşumuz (kul, cariye) vardır, bize yüz tuttu. Biz de Kâbe'mizi ona karşı gönderdik" dedi. İbrahim Edhem gayretlendi. Ve:
"Bu ne türlü avret ola ki mertebesi ve nazı Çalab dergahında böyle ola"
dedi. Geri yürüdü. Gördü ki Rabia gelir, Kâbe yerine gelmiş. İbrahim Edhem Rabia'yı görünce:
"Ya Rabia! Bu ne haldir ki cihanı hayrete saldın. Ondört yılda nice türlü meşakkatlerle, her adımda iki rekât namaz kılarak, Kâbe'nin aşkına geldim, Kâbe sana karşı gelmiş" dedi. Rabia:
"Ya İbrahim ! Sen namaz eyledin, ben niyaz eyledim" dedi. Rabia haccı tamam eyledi, yine Basra şehrine gelip ibadetle meşgul oldu. Bir yıl sonra Kâbe'yi yine arzuladı. Ve evvelki yıl hac bana karşı geldi, bu yıl ben hacca karşı varayım dedi. Yola girdi.

Kaynak: http://www.tezkiretulevliya.net/65-rabiatuladviye.html
Hz. Pir Şeyh Abdülkadir Geylani kuddise sırruhu'l-âlî:
Ben, İbrahim Ethem Hz.'in zamanında olsaydım; ona tacını, tahtını terkettirmeden seyyahlıkta geçireceği halleri on sekiz sene sırtıyla odun çektiği, o ibtilâları manen geçirtir, kendini sarayında irşad ederdim, buyurdu.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar