EZÂN-I ASLINDAN OKUMANIN SERBEST KALMASINDA GİZLENEN GERÇEKLER
“Gerçekleri sakladığımız müddetçe ahvalimiz düzelmez.
Tarih tekerrürden ibarettir.”
Tarih tekerrürden ibarettir.”
Seçim
kanunundaki anti demokratik hükümler kaldırılmadığı için DP [Demokrat Parti] ve MP [Millet Partisi] 1948 ve 1949 tarihli ara
seçimlerine katılmamıştır. 1948 ara seçimlerinden sonra iktidara gelen Günaltay
Hükümeti, yeni bir seçim kanunu hazırlamak için ilim heyeti teşekkül
ettirmiştir. Günaltay hükümeti tarafından kurulan ilim heyeti, üniversite
profesörleriyle, Yargıtay, Danıştay ve en kalabalık üç baro olan İstanbul,
İzmir ve Ankara barolarının mensupları arasından seçilmiş 11 hukukçudan
oluşmuştur.[1] Bu arada seçim kanunu ile ilgili partilerin görüşleri de
sorulmuştur. MP, görüşünü 22 Mayıs 1949’da Başbakan’a bildirmiştir. MP, önceki
seçimlerde suç işlemiş kişiler ve seçime hile karıştıran şirretler -sıfat ve
mevkilerine bakılmaksızın- cezalandırılmadıkça, yeni bir seçim kanunu hazırlığı
mesuliyetine iştirak edemeyeceğini bildirmiştir.[2] Yeni seçim kanununun Meclis görüşmeleri sırasında en
uzlaşmaz tavır takınan parti MP olmuştur. MP
seçim sistemi üzerindeki fikirlerinden ziyade fikirsizliğini ortaya koymuştur. MP mebusları kendi
görüşlerini açıklayacakları yerde, hazırlanan tasarıya hücum etmişlerdir.[3]
Neticede
seçimlerin tek dereceli, genel, eşit, gizli oy açık sayım ve çoğunluk
ilkelerine dayalı bir şekilde yapılmasına ilişkin yeni seçim kanunu kabul
edilmiştir. Ayrıca DP’nin başından beri bastırdığı, seçimlerde adli teminat
ilkesi de yürürlüğe girmiştir.[4] Seçim kanunun kabul edilmesinden sonra Meclis, 24 Mart
1950’de dağılmıştır. Hükümet seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağını açıklamıştır.
Bundan sonra siyasal partiler seçim platformlarını ilan ederek, kampanyaya
başlamışlardır.
MP’den
Nurettin Ardıçoğlu, seçim kanununun kabulünden sonra DP ile CHP arasında
başlayan yakınlaşmanın bir koalisyonla sonuçlanacağından bahsedildiğini
belirterek, bunun gerçek muhalefeti ortaya çıkaracağını ve böylelikle
maskelerin düşeceğini ileri sürmüştür. Ona göre, gerçek muhalefet, ancak CHP’yi
yok sayarak yapılabilecektir. CHP ile anlaşma ve müzakere yolunun açılması ise,
baskı ve şiddeti meşrulaştıracaktır. DP muhalefet yapmamakta, kendini CHP’ye
teslim etmektedir.[5] Gerçekten de 1950 seçimleri öncesinde CHP ile DP ileri
gelenleri arasında gizli görüşmeler yapıldığı, DP’nin 1955 yılında toplanan
kurultayında açıklanmıştır. İki parti arasında ilişkilerin iyi olduğunu halka
ispat amacıyla demokratlar seçimler sırasında kabinede kendilerine bir yer
verilmesini istemişlerse de, CHP’liler seçim kanununda bu koalisyonun
oluştuğunu ileri sürerek, DP’nin bu isteğini geri çevirmiştir. Ayrıca, iki
parti liderinin seçilmesini garanti altına almak amacı ile aday listelerinde
açık yerler bırakmak için özel tedbirler alınması da görüşmelerde
konuşulmuştur. CHP’liler yeni dönemde DP’lilere 50 milletvekili sözü
vermişlerse de, bu görüşmelerin kesin bir sonuca bağlanamadığı söylenmiştir. [6]
1950
seçimleri öncesinde, MP’nin seçimlerde başarısını etkileyecek önemli olaylar
meydana gelmiştir. Meclisin dağıldığı tarihte, daha önce yaptığı konuşmalardan
dolayı (Temmuz 1949 İstanbul, İzmir ve 5 Mart 1950 Kumkapı konuşmaları)
Aldoğan’ın dokunulmazlığı, 24 Martta kaldırılmıştır.[7] MP, Mareşal imzasıyla bir bildiri yayınlayarak, Anayasa
ve insan haklarının çiğnendiğini ifade etmiştir.[8] 5 Mayıs 1950’de tutuklanan Aldoğan, polis nezaretinde
Ankara’dan İstanbul’a götürülmüştür. 5 Mayıs akşamı Aldoğan’ın MP adına yapması
gereken radyo konuşmasını, kızı Gönül Aldoğan (Özansu) yapmıştır. Gönül’ün
yaptığı konuşmayı, Aldoğan evinde polis nezaretinde dinlemiştir. İfadesi
alındıktan sonra, Aldoğan, serbest bırakılsa da, İstanbul radyosunda, MP adına
seçim konuşması yapıp, sokağa çıkınca, polis onu tekrar tevkif etmiştir. Kızı
Gönül, “Namık Kemal, Magosa zindanına atılmakla, Mithat Paşa Taif
Zindanı ’nda boğdurulmakla Abdülhamit’in tahtan indirilmesine mani olunamadı” diyerek,
babasının tevkif edilmesine tepki göstermiştir.[9] Daha sonra kefaletle, 1950 seçimlerine günler kala tahliye
edilen Aldoğan, tahliye edilirken, “Küçük
hapishaneden büyük hapishaneye geçiyorum. İçinde yaşayan vatandaşların hür
olmadığı bir vatan, hapishaneden başka bir şey değildir” biçiminde konuşmuştur. Bu arada bu olaylara sinirlenerek
sert bir yazı yazan Arna da, 16 Nisan’da hükümetin manevi şahsiyetine hakaret
ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştır.[10]
Bunların
yanında, seçimlerden önce MP’nin kamuoyu nezdindeki itibarını ve seçimlerdeki
başarısını ciddi bir biçimde etkileyen bir gelişme olmuştur. Mareşal
Çakmak’ın 10 Nisan 1950 tarihinde ölümü,[11] hem MP’yi
etkilemiş hem de partiler arasında seçimler öncesi başlayan mücadelenin daha
bir kızışmasına neden olmuştur. Özellikle, Mareşal gibi tarihi bir şahsiyetin ölüm haberinden
sonra, bayrağın yarıya indirilmemesine ve radyonun normal yayın akışı içinde
müzik yayına devam etmesine isyan edenler, Mareşal’in İstanbul’da resmi törenle
yapılan cenaze merasimini, İslamcı bir gösteriye dönüştürmüşlerdir.[12]
Cenaze
törenindeki nümayişe, Sebilürreşad, Büyük Doğu ve Millet gibi İslamcı ve
muhafazakar basın katılmış ve CHP hükümeti ve bilhassa laiklik politikasına
hücum etmişlerdir. Ezan kanuna aykırı olarak Arapça okunmuş ve tekbirler
getirilmiştir. Sebilürreşad dergisinde bu merasimle ilgili yazılar
yayınlanarak, “İlahi müesseselerin insan eliyle yıkılmasına imkan olmadığına” vurgu
yapılmıştır.[13] Eşref Edip, cenaze merasimi ile 31 Mart olayı arasında bağ
kurma girişimlerine, “.Bu hadiseyi MP’nin dini taassubu körükleyen bir
nümayişi gibi göstermek istediler...Neredeyse üniversite gençliğini 31 Mart
mürettipleri mevkiine koyacaklardı. Her ne ise, beklenmeyen bu muazzam hadise,
Halk ve Demokrat Partililerce ümit edilen neticenin aksini tevlid etti. Millet
Partisi halk nazarında büyük bir mevki ve otorite kazandı” biçiminde cevap vermiştir.
Bu
başkaldırma hareketinden MP sorumlu tutulmuştur. Din konusunda, MP
sunucularının ve bu arada Fahri Başkan Mareşal’in gerek şahsı gerekse de
görüşleri ile dini siyasete alet ettiği suçlamasında bulunulmuştur.[14] Tarihe mal olmuş Mareşal’in şahsiyetinin rejim
düşmanlığının bir aleti olarak kullanıldığı iddia edilmiştir. [15] Cumhuriyet kurulalı beri ilk defa, dinin siyasete alet
edildiği öne sürülmüştür.[16] Mareşal’in cenaze töreninde cereyan eden olaylardan yola
çıkılarak, MP, Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne, Hitler’in siyaset tarzına,
İngiliz Mosley Partisi’ne, dini taassuba dayanan Kızıl Moskofluğa ve Amerika’da
mevcut nizama karşı kin bayrağını açan Henry Wallace partisine benzetilmiş ve
MP’nin dini siyasete alet ederek mevcut nizama karşı ihtilalci yol ve
yöntemlerle hareket ettiği iddia olunmuştur.[17] MP’nin seçimler yaklaşırken bu olayı siyasal propaganda
malzemesi olarak kullanması düşünülebilirse de, cenazedeki İslamcı gösteriye
dönüşen karışıklıkları tertiplemesi uzak bir ihtimaldi. DP’nin ise, el altından
bu olayı kullanmaya kalktığı da ileri sürülmüştür. [18]
MP’ye göre,
cenazedeki olayları, “irtica hortluyor” diye yorumlamak, bir kaşık suda
fırtına koparmaktı. Bu olaylar büyütülecek şeyler değildi. Kabahatın tekbir
getirenlerde değil, vicdanlar üzerinde zalimane baskı yapılmasında aranması
gerektiği belirtilmiştir.[19]
MP Genel
Başkanı Hikmet Bayur da, “Memlekette dini irticaa yoktur, siyasi irtica vardır.
Ölüleri için mevlit okutmak her Müslümanın tabii hakkıdır ve tekbir getirmek de
suç değildir” biçiminde konuşmuş ve tüm bunların MP’nin önlenemez yükselişini
durdurmak ve DP ile CHP arasında varolan muvazaanın örtbas edilmesi için
yapıldığını ileri sürmüştür.[20]
MP yanlısı
Kudret gazetesine bakılırsa, CHP ile DP, MP’nin yükselişini ezmek için
Mareşal’in cenazesindeki dini tören ve tekbir getirmeye bakarak, MP’yi bir
irtica partisi olarak damgalamak istemişlerdir. Bayar da cenaze merasimini
irtica diye nitelendirmiştir. Bayar’ın bu tutumunu Günaltay ile yaptığı görüşme
sonrası gösterdiği iddia edilmiştir. Ayrıca Bayar-Günaltay görüşmesinden önce,
Köprülü-Emin Erişirgil görüşmüşlerdir. Köprülü, Erişirgil’e irticayı yok etmek
ve MP’yi ezmek için DP’nin CHP’nin yanında yer alacağını söylemiştir. Bütün
bunları MP mahfillerinde, DP ile CHP arasındaki danışıklı dövüşün tezahürleri
olarak yorumlanmıştır.[21]
Bölükbaşı da
CHP’yi, “Zümre saltanatını devam ettirmek ve siyasi irticayı yaşatmakla” itham etmiş
ve buna örnek olarak da, CHP’nin Alevi oylarını çekmek için Hacı Bektaş
Çelebisi’nin oğlu Rıza Ulusoy’un hiç alakası olmadığı halde Çorum’dan aday
yapılmasını göstermiştir.[22]
MP nisan
ayından itibaren yoğun propaganda faaliyeti içine girmiştir. 1950 seçimleri
MP’nin katıldığı ilk seçim olması bakımından önemli olsa da, MP’nin zor bir
dönemden geçtiği kabul edilmelidir. Partinin en önemli iki ismi, Mareşal ve
Öner ölmüşler, Aldoğan ile Arna tutuklanmışlardı. Partinin bütün yükü, Bayur,
Tahtakılıç, Vasfi Raşit Seviğ, Kentli ve özellikle Bölükbaşı’nın üzerine
kalmıştı. Diğerlerinin miting meydanlarına hakim olamayan üslupları karşısında,
Bölükbaşı müthiş hitabet yeteneği ve kuvvetli hafızası ile dikkatleri üzerine
çekmiştir. 1950 seçimlerinde partinin kullandığı malzemeler, partinin
kurulduğundan beri öne sürdüğü hususları içermiştir. Parti üzerine vurulmak
istenen gericilik damgası reddedilmiş,[23] Mareşal’in ölümü esnasında, hükümetin gösterdiği
duyarsızlık halka şikayet edilmiş,[24] ve basına ağır eleştiriler yöneltilerek, MP’ye karşı
yaklaşımların önyargılı olduğu vurgulanmıştır.[25] Ayrıca DP hala muvazaa ile suçlanmıştır.[26]
MUVAZAA Bir
mes'elede bahse girişmek. * Mc: Danışıklı döğüş. * Hakikatte olmayan bir durumu
varmış gibi göstermek için yapılan bir anlaşma
1950 seçim
meydanlarının yıldızı Bölükbaşı’dır. Bölükbaşı partisinin Kızılcahamam
mitinginde iktidara ve DP’ye şiddetle çatarak, “ ...Demokrasi her şeyden
önce bir zihniyet meselesidir. İnönü, demokrasinin bu memlekette yerleşmesini
samimi olarak istiyorsa, çekilmelidir. Her nizam ancak mümessilleriyle birlikte
sahneden çekilebilir. Millet bu hakikati San Francisco denilen ananın doğurduğu
65’lik muhaliflerden [Bayar’ı kastediyor] daha iyi anlamıştır”
şeklinde konuşmuştur.[27] MP, 1950 seçimleri öncesi Kırşehir’de Bölükbaşı sayesinde
büyük bir gelişme göstermiştir. Kırşehir DP örgütü, MP’nin Kırşehir’deki
inkişafını durdurmak için Bayar’ı Kırşehir’e davet etmişlerdir. Ancak Bayar
beklenen ilgiyi görmediği gibi, halkın Bayar ile Bölükbaşı’yı suikast ihbarında
kim haklı kim haksız biçiminde karşı karşıya getirme girişimlerine Bayar
katılmamış ve partisinin kongresini bile beklemeden Kırşehir’den ayrılmıştır.
Bu olay, Bölükbaşı’nın Kırşehir’de daha iyi bir yer edinmesini sağlamıştır.[28] Bölükbaşı, Yalova ilçe teşkilatının açılışında kurdeleyi
keserken, “Kesilen her kurdelenin koparılan bir zincir manasına gelmesini
Allah’tan dilerim” biçiminde konuşarak, iktidara ve DP’ye göndermeler
yapmıştır. [29]
Bölükbaşı,
kendisi ile yapılan bir mülakatta, Cumhuriyet adı altında zümre saltanatını
devam ettirenlerin siyasi irticayı yaşattıklarını, MP’nin CHP ile DP’nin
müşterek bir iftira suikastine maruz olduğunu, MP’yi vurmak için bir dini
irtica efsanesinin icat edildiğini öne sürmüştür. Vaktiyle, Bayar’ın dini
irtica var diye hükümete giderek kanun çıkarınız dediğini, şimdi de milleti
hükümete jurnal etmek ve Ulus gazetesinin takdirlerine mazhar olmak için dini
irtica var dediğini anlatan Bölükbaşı, vicdan ve din hürriyetini savunan MP’nin
program ve faaliyetinin irtica ile hiçbir alakasının olmadığını, asıl CHP’nin
kendi saltanatını devam ettirebilmek için, Hacı Bektaş Çelebisi’nin oğlu Rıza
Ulusoy’u hiç alakası olmadığı halde Çorum’dan aday göstererek, dini siyasete
alet ettiğini ileri sürmüştür.
Partisinin
Cebeci mitinginde on binden fazla kalabalığa konuşan Bölükbaşı’nın söyledikleri
sözler hayli önemli ve ilginç olduğu için, buraya aynen alınmıştır:[30]
Dört sene
evvel bu meydanda, hakları tecavüze uğramış bir milletin vicdanından kopan
infial sesini CHP’nin sağır kulağına [İnönü’yü kastediyor] duyurmak için, o gün
hapishaneden çıkmış bir vatandaş olarak sizlere hitap etmiştim. Bugün
hapishaneye girmeye namzet bir vatandaş olarak sizlere hitap ediyorum. Esasen
bugünün şartları içinde BMM’ye girmekle hapishaneye girmek arasında şeref
bakımından bir fark görmüyoruz...Namuslu bir seçim yapılacağını vadedenler,
birkaç kişinin gizli bir nikah kıyar gibi kimsenin görmediği bir köşede
tertiplediği zabıtlara dayanarak, Meclis’in dağılacağı gün Aldoğan’ın
dokunulmazlığını kaldırdılar. Elli yıllık bir hizmetten sonra aramızdan
ayrılan. Mareşal’in ölüsü ortada iken kindar zihniyetin köçek havaları
çaldırdığına tanık olduk. Kin ve ihtirasın dalalete sevkettiği dostlarımıza
Namık Kemal’in ağzıyla cevap verelim.
“Ne
mümkün zulm ile bidat ile imhayı hürriyet,
Çalış
idraki kaldır muktedir isen ademiyetten”.
İdam sehpaları
karşısında bile din hürriyetini müdafaa edeceğimizden hiç kimsenin şüphesi
olmasın. Bu memlekette sağır bir zihniyet hakimdir. Bu tek parti zihniyetidir.
Kulaklarını alkışa açar, milletin şikâyetine kapar. Bu zihniyetin sırtı yere
gelmedikçe, milletin yüzü gülmeyecektir. Bu zihniyeti atacağınız güllerle
değil, vereceğiniz reylerle yıkacaksınız. Bu tahakkuk edince; “Sesimiz gür
olacak, vicdanlar hür olacak, efendi bir olacak, o da millet olacak”
MP’nin
etkili isimleri tarafından meydanlar dolup taşsa, MP yurt genelinde örgütünü
tam olarak kuramadan, ancak 22 ilde örgütlenerek seçimlere girmiştir.[31] Seçim sonuçlarını göre, MP 240.209 oy almıştır. Oy oranı
% 3. 03’tür. Bir tek Kırşehir’den Bölükbaşı milletvekili seçilmiştir.[32] Bölükbaşı, Kırşehir’de neredeyse seçmenlerin yarıya
yakınının oyunu alarak milletvekili seçilmiştir. İlginçtir
ki, DP lideri Bayar, saatte bir Kırşehir’i arayarak Bölükbaşı’nın kazanıp
kazanamadığını sormuştur.[33] Kırşehir’den diğer milletvekillerini DP kazanmış, ancak en
çok oyu Bölükbaşı almıştır.[34]
1949
seçimlerinde karma listeli
çoğunluk sistemi uygulanmıştır. Bu seçim sisteminde, seçmen değişik partilerin
adaylarından karma bir liste oluşturabilmekte, liste içinde en fazla kişisel oy
almış adaylardan, söz konusu ilin temsilci sayısı kadar milletvekili
seçilmektedir.[35] Bölükbaşı’nın Kırşehir’den MP milletvekili olarak Meclis’e
girmesi bu şekilde mümkün olmuştur.
MP, 1950
seçimlerini şu şekilde yorumlamıştır: “Davulu Millet Partisi
çaldı, parsayı Demokrat Parti topladı”.[36] Ayrıca MP, seçim sonuçlarını milletin zaferi olarak
değerlendirmiş[37] ve partinin başarılı olamaması ise şöyle açıklanmıştır: [38]
“Halkın,
Halk Partisi’ni kovayım diyerek hareket etmiş ve bunu için de MP’yi en yakından
sevenler bile, DP’ye oyunu vermiştir. 22
vilayetten aday gösterebilen MP’nin hepsi kazansa bile CHP tahakkümünün
yıkılamayacağını düşünen halk, 63 vilayetten seçime giren DP eliyle tahakkümün
yıkılacağına kanaat getirmiştir. .Demokratik muhalefetin oyları ve CHP’den
duyulan hoşnutsuzluğun getirdiği tepki oyları kestirmeden DP’ye kaymıştır. Yani
oyları parçalamayalım mantığı ile hareket edilmiş ve oylar DP’ye kaymıştır.
Başka bir deyişle, davulu MP çalmış, parsayı Bayar toplamıştır.
Seçim sonuçları ile ilgili olarak MP bir bildiri yayınlayarak,
14 Mayıs seçimleri ile Türkiye’de şeflik idaresinin yıkıldığını ve bunun MP
sayesinde sağlandığı iddia edilmiştir. Ayrıca tarihte ilk defa fiili bir
diktatörlüğün halkın oyu ile sona ermiş olduğu, CHP’nin geçmişi dolayısıyla
muhalefet ve murakabe vazifesini yapamayacağı, bundan böyle Meclis’te muhalefet
görevini tek milletvekili (Bölükbaşı) ile MP’nin yapacağı dile getirilmiştir.[39]
Görüldüğü
gibi, 1950 seçimlerinden sonra MP kendisinin bir numaralı muhalefet partisi
olacağını iddia etmiştir. Onlara göre, CHP kötü bir geçmişe sahipti. DP’yi
tenkite kalktığı zaman, “Seni tecrübe ettik, bugünkü fenalıklar senin
ektiğin tohumların filizidir” diyebilirlerdi. Oysa, MP için böyle bir
ithamda bulunmak mümkün değildi. Böylece MP’nin tek kişi ile muhalefeti
üstleneceği söylenmiştir.[40] İlerde görüleceği gibi, CHP seçim yenilgisini henüz
üzerinden atamadığı DP iktidarının ilk yıllarında Bölükbaşı, neredeyse
Meclis’in tamamına yakın mebusa sahip olan DP’nin anti-demokratik
uygulamalarına, tek başına cesurca mücadele verecektir. Bu durumun, en azından
CHP kendini toparlayıncaya kadar DP’nin demokratik sistemle bağdaşmayan
uygulamaları karşısında bir denge oluşturduğu ve bazı meselelerin Meclis
gündemine taşınmasını sağladığı belirtilebilir. 1950-54 arası Meclis muhalefet
saflarında kendilerini dinletebilen Faik Ahmet Barutçu, Avni Doğan’la birlikte
üç mebustan birinin Bölükbaşı olduğunu belirten Ağaoğlu Bölükbaşı ile ilgili
şunları zikretmiştir: “ ...Hücumlarını Demokrat Partiye değil, Menderes’e ve birkaç
arkadaşına yapıyor, kırbacını arada sırada da Halk Partisi saflarında
gezdiriyordu. Fakat itiraf etmeli, muhalefet işini, Halk Partisinin kaybettiği
otuz dört mebusla, bir türlü büyümeyen kendi partisinin kazanmamış adaylarının
yerini tek başına doldurarak yapmaya başladı” 48
Öte yandan
DP’nin iktidara geldikten sonra “devri sabık yaratmama”, yani eski
dönemin sorumlularından hesap sormama vaadini yerine getirmesi, MP’liler
tarafından şiddetle eleştirilmiş ve muvazaa iddialarının yeniden ortaya
atılmasına yol açmıştır. MP’lilere göre, 14 Mayıs’ta iktidar değişikliğinin
pazarlığı, DP liderleriyle CHP arasında seçimden önce yapılmıştı. Eski dönemin
sorumlularından hesap sormamak bunun en kesin deliliydi. CHP, iktidarı
devralacak kimselerden, hesap sorulmayacağına dair teminat almış ve bu suretle
dürüst ve hilesiz bir seçim yapmaya razı olmuştu. DP kurucuları, CHP içinden
çıkmış ve onun sorumluluklarına katılmış kimselerdi, eski arkadaşlarını hiçbir
zaman mahkeme önüne çıkartamazlardı.[41] MP’ye göre, DP’nin iktidara geçmesiyle birlikte
kurucuların Meclis’e hakim olmaları tehlikesi doğmuştu. Bunun sonu bir tür
diktatörlüğe kadar gidebilirdi. Kurucuların parti örgütü üzerindeki
tahakkümleri malumdu. Bir parti başında böyle yapanlar, iktidara geçince neler
yapmazlardı ki. [42]
DP
iktidara geldikten sonra CHP’ye olduğu kadar MP’ye de sert bir tavır takınmıştır. DP’liler
Meclis’te “MP’yi halk bertaraf etti, bizden aldıkları yirmi milletvekilinden
birini bile seçtiremediler” diye konuşmuşlardır. Ayrıca, seçimlerden hemen
sonra, genel merkezde kendisini ziyaret eden bir grup üniversite öğrencisinin, “Hocamız
Vasfı Raşit, Hikmet Bayur, Tahtakılıç ve Aldoğan neden seçilemediler”
biçimindeki bir sorusuna, Bayar, “Memleket küfürbazlara itibar etmemiştir ”
diye karşılıkta bulunmuştur.[43] Bilindiği üzere, özellikle Bölükbaşı’nın birinci Menderes
hükümeti programını sert bir şekilde tenkit etmesi Menderes’i çileden
çıkarmıştır. Başbakan, bu tenkitlere cevap verecek yerde MP’ye hücum ederek,
MP’nin kindar olduğunu, halkın onu tasfiye ettiğini, komünizm ile mücadelede
kendileri ile birleşmediğini, dış politika görüşünün ise bulanık olduğunu
söylemiştir. [44] Bunun üzerine Bölükbaşı söz almak istemişse de söz
verilmemiş, bunun üzerine Bölükbaşı, yeni Meclis ve iktidar için, “1950
modeli demokrasi” diyerek yerinden bağırmış ve ardından dışarı çıkmıştır.[45]
Meclis, 22
Mayıs’ta milletvekillerinin yemin etmeleri ile ilk faaliyetine başlamıştır.
Gazeteci Yalçın Uraz’ın anlattığına göre, Uraz’ın yanında oturan Bayan
Rezzan Yalman, eşi Ahmet Emin Yalman’a dönerek, “Nazar boncuğu nerede?” diye
sormuştur. Emin Yalman, “Kim nazar boncuğu?” deyince, “MP’nin tek mebusu”
yanıtını almıştır Rezzan Hanım’dan. Yalman, “Yemin ederken görürsün” yanıtını
vermiştir. Sıra Kırşehir’e gelmiş ve Bölükbaşı’nın ismi okununca, gazeteciler
ve mebuslar arasında bir kaynaşma başlamıştır. Bayar’ın kızı bile,
yanındakilere Bölükbaşı’nı işaret etmiştir.
Bir gazeteci, “MP, Meclis’te en aşağı 100 milletvekili ile
temsil ediliyor” deyince, “Ne gibi” diye sorulmuş, gazeteci, “1 Bölükbaşı,
100 mebusa bedeldir. Nedir ondaki ikna kabiliyeti. Konuştuğu insanı müdafaa
ettiği tez üzerinde ikna edemediğini şimdiye kadar görmedim” biçiminde
yanıt vermiştir. Ayrıca Bölükbaşı, milletvekili yeminini ezbere okumuştur. [46]
Bu arada
MP’yi Meclis’te tek başına temsil eden Bölükbaşı sevinçle üzüntüyü bir arada
yaşamıştır. Bölükbaşı, yemin etmesinden saatler sonra, her şeyini borçlu olduğu
babası Hacı Ahmet Ağa’nın vefat haberi ile adeta yıkılmıştır. Babası, 23 Mayıs
1950 tarihinde, müptela olduğu kalp rahatsızlığından kurtulamayarak Ankara’da
vefat etmiştir.[47]
[sh: 134-144]
****
Çok partili döneme
geçildikten sonra din ve irtica konusunda en yoğun tartışmanın yaşandığı yıl,
1953 yılıdır. Özellikle 1946’da başlayan çok partili rejimle birlikte, tek
parti döneminde siyasal ve toplumsal hayat içinde bastırılmış, ancak gizil de
olsa yaşamaya devam eden ve kendilerini II. Meşrutiyet’in İslamcı akımlarına
bağlayan aşırı sağ ve İslamcı akımlar canlanmış, bu akımların bir kısmı Türk
devrim hareketlerinin karşısında yer almış ve kendilerine yakın buldukları
muhalif partilerin destekleyicisi olmuştur. [48] Bu canlanmada,
toplumsal, siyasal, kültürel ve iktisadi alanda artan modernleşmenin etkisi
büyüktür. 1950’de iktidara gelen Menderes hükümeti de pek çok zaman, dini ve
dindarları, siyasi maksatları doğrultusunda kendisine çekecek bir takım politik
manevraların içinde olmuştur. Bunu yaparken politik mülahazalarla hareket
etmiş ve tek parti döneminin alışkanlıklarından kendisini kurtaramamıştır. Menderes, siyasi rakibi MP ve Bölükbaşı’nı siyaset
sahnesinden tasfiye etmek için, elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu konuda irtica
tehlikesi vardır söylemini bile kullanmaktan kaçınmamıştır. Menderes’in 1953
yılı başı ile birlikte din ve irtica konusunda bu kadar hassaslaşmasına neden
olan bir takım gelişmeler de yaşanmıştır. MP içinde tam anlamıyla bir bölünme
yaratan IV. kongrede yaşananlara geçmeden önce, kongre öncesi siyasal hayatta
oluşan havanın ve gelişmelerin verilmesi uygun olacaktır.
Demokrasiye hiçbir şekilde uymayan bir ülkede yaşadıklarını iddia eden
Bölükbaşı, hükümetin şehirlerarasında bile ayırım yaparak, sırf kendisini
tekrar Kırşehir’den seçtirmemek için, Menderes’in Kırşehir’e aynı derecede olan
şehirlerden çok daha büyük oranlarda para aktardığını da eklemiştir. Niğde
mitinginde de partisine yönelen irtica suçlamasına değinen Bölükbaşı, şu
şekilde konuşmuştur: [49]
.Biz gerilik
getirecekmişiz; dörder avrat vaat ediyor muşuz; peçeyi, fesi, sultanı, halifeyi
getiricekmişiz. Size bir şey söyleyeyim mi, bir yiğide bir tatlı bela kâfi
geldiği fikrindeyiz. Bizi dini siyasete alet etmekle itham edenler dün rey
avcılığı için birçok şeyhleri Şark vilayetlerinden aday göstermişlerdir. DP
halkın gönlünü kolayca avlamak ve yaptığı vaatleri unutturmak için ‘size Ezan-ı Muhammedi’yi okuttuk’ diye dini hisleri
istismardan çekinmemiştir. O ezan kanunu ki, Menderes Hükümeti’nden
on beş gün önce Meclis’e getirilmiş ve fakat Menderes’in istismar zihniyetinin
tezahürü olarak uyutulmuştur. Menderes, dönüp dolaşıyor. MP’ye çatıyor. Niyeti parti başı yemek. Tutup
bir de cephe kuruyorlar. Ama Malatya hadisesinden önce aynı Menderes,
beyanatlarında (Zafer, 24. 1. 1952 ve 22. 2. 1952) 'irtica vardır diye
memleket isnat altında bırakılamaz’ diyordu. Bu siyasi oyunda Menderes’in
sahne arkadaşları daha düne kadar onu irticayı okşamakla itham eden CHP ile
Ahmet Emin Yalmandır. CHP ile DP’nin hali oğlanla kıza benziyor: Hikâyeyi bilirsiniz; meydanlarda sen neyimsin, tenhalarda sen
benimsin. Ey Menderes, dünün zalimi nasıl muhalefet lideri olamazsa, o zalime
dalkavukluk ve meddahlık eden adam da Demokrat Başvekil olamaz. Fenalık
tesbihinin imamesi Adnan Menderes’tir. İmamesi kopmadıktan sonra bu fenalık
tesbihi dağılamaz. [sh: 182-183]
*****
Bölükbaşı,
bir başka yazısında da, şahısları ve olayları somut olarak zikretmese de, adeta
DP liderlerini ima ederek, DP kurucularının demokrasi davasını sulandırmamasını
salık vermiştir. Makalede öncelikle, Tanzimat’tan beri sürdürülen hürriyet
mücadelesi anlatılmıştır. Bu mücadelenin özünün, devleti kanuna ve kanunu
milletin vicdanına bağlamak olduğunu, ancak bu boyutun Türk Devriminde eksik
kaldığını ve DP’nin bu eksiği tamamlamak üzere sahnede yerini aldığını zikreden
Bölükbaşı, ne yazık ki, hürriyet için mücadele etmiş olanların bir tahakküm
sarhoşluğuna tutularak davayı unuttuklarını ve boğduklarını ileri sürmüştür.
Daha sonra, millete hizmet etmiş olanlara tanınan “fetih hakkı ”nın,
ülkemizin en büyük zaafı olduğunu, şahısların gayenin üzerinde adeta
Tanrılaştırılarak bir tür “vasilik zihniyeti" doğduğunu ve en
önemlisi de bu süreçte, tufeyli ve riyakar bir zümrenin
entrika ve
dalavereleri sonucu, davanın gerçek, idealist ve prensip sahibi olanlarının dışlandığını
iddia eden Bölükbaşı, sözlerini şöyle sürdürmüştür:
253
.Bu suretle,
“abdestsiz camiye girenler" hakiki mü’minleri kapı dışarı
ettirmenin yolunu bulmuş oluyorlar. Bu tasfiyeden kurtulmağa muvaffak olan
temiz ve bahtiyar insanlar da ekalliyette ve ekseriya tesirsiz bir durumda
kalmak zorunda kalıyorlar. Hem davayı hem de onun kahraman mümessillerini boğan
bu zehirli hava içtimai bünyeyi ifsada devam ediyor. Boğulacak bir hale gelen
cemiyet yeni bir hamle yapmak istediği zaman, en büyük mukavemet bu kölelerden
geliyor.
Filhakika, Fransız ahlakçısı La Rochefoucault’un dediği gibi, ‘kölelik,
insanları köleliği müdafaa edecek kadar alçaltıyor’... Omuzlarında
taş taşıyarak bir Cami’nin temelini atmış olanlar için ortaya bir Kilise’nin
çıkmasına mani olmak hak ve vazifelerin başında gelir. “prensiplerin
bekareti”ni korumak hususunda vazife almış bir nöbetçi hassasiyetiyle
hareket etmeyenler, kendi davalarına ihanet etmiş ve neticesi bir “efendi"
değiştirmekten ibaret olan, bedbaht bir mücadelenin zavallı kahramanları
durumuna düşmüş olurlar.
Gıdası
şahsiyat imha etmekten ibaret buluna totaliter bir nizamın, insanları, yemini
bekleyen bir tavuk haline getirmeğe çalışan havası içinde bir çok manevi
kıymetleri zaafa uğramış bir memlekette, senelerden beri hürriyete vurulmuş
bulunan, “mazeretler zinciri”ni koparma mücadelesinde vazife alanlar
azami bir hassasiyetle prensipleri her şeyden üstün tutmağa ve aksi halde “yeni
ev” içinde “eski adet”in kolaylıkla hortlayacağını ve vasıtaların yani
şahısların gayeye hakim bir duruma geçeceğini unutmamak durumundadırlar.
Tüm bu
süreçlere bağlı olarak Bölükbaşı, Kudret gazetesinde bir dizi makale yazmıştır.
Makalenin ilkinde, bir buçuk yıldır süren hürriyet ve demokrasi mücadelesinde
Türk hakimlerinin çok önemli bir işlevi olduğunu ve olmaya devam edeceğini
zikretmiştir.[50] İkinci makalesinde, İnönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi ile
kendisini geri dönüşü imkansız bir biçimde millete ve tarihe karşı bağlamasına
rağmen, hala CHP içinde Beyanname hükümlerine aykırı hareket eden ve tek parti
zihniyeti ile olaylara yaklaşan kişilerden (Cevdet Kerim İncedayı gibi)
örnekler veren Bölükbaşı, hürriyeti bir şahsın veya bir zümrenin bir lütfu ya
da “ihsan-ı şahanesi" olarak kabul etmelerinin, davalarını inkar
mahiyetinde telakki edeceklerini ve bunun da asla söz konusu olamayacağını
belirtmiştir. Ayrıca Bölükbaşı, DP içinde kendisi gibi “müfrit” olarak
suçlananları savunarak, makalesini şöyle bitirmiştir: “...Prensipleri medeni
cesaretle müdafaa eden Demokrat Parti ’nin mefkureci unsurları mı müfrittir,
yoksa kitaplarıyla amel etmek istemeyenler, prensipsizliğ müdafaa edenler mi
müfrittir... " [51] Diğer makalesinde ise, CHP’nin “müfrit’ kesimini
eleştirmiş ve 12 Temmuz Beyannamesi ile esen bahar havasının bozulmaya yüz
tuttuğunu dile getirmiştir. [52]
-
“Hayattan istifa edebilirim ve
fakat ‘Hürriyet Davası ’ndan asla”.
-“Siyasetin
koparmayacağı bağ, söndürmeyeceği ümit ve kirletmeyeceği hava meğer yokmuş”.
-“Yüzünde
göz izi yok sanarak siyaset denilen Leyla’ya gönül verdim. Sonradan anladım ki;
benden önce kırk bin kişinin nikâhından geçmiş”.
-“DP’den
ayrılmakla demokrasi davasından ayrılmadım. Ölünceye kadar demokrasi davası
için mücadele edeceğim. Hareketim bir din değiştirmek değil, sadece arkasında
namaz kılınamayacak bir imamın bulunduğu camiyi terk ederek, başka bir camiye
geçmektir”.
-“İhtilaller,
sosyal kudretsizliğin siyasi kudretle mütenasip olmayışından doğar”.
-“Biz demokrasi sultanlarından
kurtulmak istiyoruz”.
-“Siyasette en hakiki mürşit,
hafızadır”.
-İnönü: “Bölükbaşı!
Bir zamanlar benim için mi söylediklerin daha sertti, yoksa şimdikiler için mi
söylediklerin daha sert”. Bölükbaşı: “Paşam, sizin devriniz de ballı
güllü yutulur gibi değildi ama devrin icaplarına göre, iktidar kılıcınızın
hakkı idi. Bugünkü iktidar ise, hürriyet diye işbaşına geldiği için onlar
hakkında daha sert konuştum”.
-“İhtilal, tazyik ile tahammül
arasındaki muvazenenin bozulmasından çıkar”.
-“Bu memleketi ayakta tutan kuvvet,
fabrikalar, yollar, binalar değil, manevi kuvvetlerdir ”.
-“Siyasete silah sokmakla huduttan
Moskof askeri sokmak arasında hiçbir fark yoktur”.
-“Siyasetçinin karısı dul, parası pul, kendisi de genel
başkana kul olur”.
-“Zengini hayırsız evlat, memuru
süslü avrat, siyasetçiyi de kuru inat bitirir”.
- “Bu memlekette fazilet mücadelesi
yapanlar, daha sonra sefalet mücadelesi verirler”.
- “Demokrat Parti ’de siyasete
başladım. Sonra ayrılıp CKMP ’yi kurduk.
Sonra, ‘Neden ayrıldın?’ diye
sordular. Ben de, ‘Abdest aldık, camiye gittik. İmamın koltuğunun altında haçı
görünce dinimiz yerine camiyi değiştirdik ’ yanıtını verdim ”.
-“Ankara öyle bir şehirdir
ki...Burada adamı önce kafir diye asarlar, sonra şehit diye namazını
kılarlar!”.
-“Kural dinlemeyenlerin karşısına, kural dinlemeyenler
çıkar”.
-“İmamın güldüğü yerde cemaat kahkaha atar”.
- “Katıra sormuşlar, ‘Baban kim? ’ diye, ‘At dayımdır ’ cevabını
vermiş ”.
- -1977 Aralık ayında, AP’li 11 milletvekili, bakanlık uğruna CHP’ye
geçmiş ve Demirel Hükümeti düşürülmüştür. Demirel’in üzüntüsünü paylaşan
Bölükbaşı, “Süleyman
Bey, üzülme. Benim bağrım Karacaahmet Mezarlığı ’na döndü. Senin bağrındaki
ise, daha köy mezarlığı” diye konuşmuştur.
-“Menfaat uğruna bir partiyi terk
edip diğerine kaçanlar, cüzdanı kabarık hovardanın kucağına atılan fahişeden
daha aşağılıktır ”.
-“Köhne vücudumun, haysiyetime yük
olduğunu gördüğüm anda, bombayı göbeğimde kendi elimle patlatırım” .
-Bölükbaşı’na bir Avrupa seyahatinde sorarlar: “Atalarınızın, Viyana kapılarında ne işi vardı?”. Bölükbaşı şu cevabı verir: “Haçlı Seferleri ’ni iade-i ziyaret”.
-“Köpekten dost olmaz, dostunu ve düşmanını aslandan
seçmelisin”.
-“Meşruiyetin karşısına çıkmak, iktidarların imtiyazı
değildir”.
-DP
milletvekillerinden Murat Ali Ülgen, bir tartışma sırasında Bölükbaşı’ya, “Erkeksen
gel” diye laf atmıştır. Bölükbaşı, Ülgen’e şu karşılıkta bulunmuştur: “Erkekliğimin
zekatını versem, sen bile erkek olursun”.
-“Bunların bakiresi bile genelevden emeklidir”.
“Halk
perdenin önünde hep evliya gördü. Ben ise perdenin arkasında ne eşkiyalar
gördüm”.
-Siyasi
hayatta onur, şeref ve vefayı unutanlara ve arkadan vuranlara şunu demiştir: “Şerefül
mekan bil mekin”. Yani, bir yerin şerefi oturandan gelir, insan oturduğu
yerden şeref almaz.
-Partisi
içinde söz geçiremediği insanlar ve partisinden ayrılanlar için şöyle demiştir:
“Akşam sıkıştırdığım vidalar, sabaha gevşiyor”.
-Eğer yanında (masasında) genç, fakat saçlarında
az da olsa ak bulunan biri varsa “Hey delikanlı...Faziletsizliğin
şeref sayıldığı bu ülkede sen namuslu muhalefet lideri misin ki saçların bu
kadar erken ağarmış” diye takılırdı.
-Bir işadamına takılırken söyledikleri: “Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli özel
sektörüm...Konuşmaya gelince laf çok...Ama sıkışınca çark ediverirsiniz”.
-Bir gün kendisine, “Behiye Aksoy’a aşık mıydınız, bir şey oldu mu” şeklinde ısrarlı sorular sorulması üzerine, “Eli elime değmedi, ama lafı anamı belledi ” şeklinde cevap vermiştir.
-“Siyasi hayatta vefa ve sadakat
karaborsada bile bulunmayan bir meta oldu. Nehri geçmek için yalvarıp sırtına
bindiği kurbağayı yarı yolda sokan akrep tiynetinde nice fazilet erbabı (!)
gördük ve görmeye devam ediyoruz”.
-Türk
siyasetinin renkli siması olan Bölükbaşı, 22 Şubat 1962’deki Talat Aydemir
İsyanı’nda zamanın Başbakanı İnönü’ye: “Birlikte Meclis ’e gidelim,
gelsinler orada bizi öldürsünler veya teslim alsınlar”, demiştir.
-“Benim telakkime göre memleket için
en büyük tehlike, açıkça ifade ediyorum; politika adamlarının fiil ve
kavillerindeki tenakuzlar ve bunların delalet ettiği samimiyetsizliklerdedir”.
- “Hayatım boyunca bütün sektörleri
tetkik ettim. En karlısının din ticareti olduğunu gördüm”.
-“İnanmış insanlara Allah bir başka
kuvvet veriyor. Ben hayatımda, inanmadığım hiçbir sözü söylemedim. İnanmadığım
bir şeyin peşinde girmedim. Ne aldattım ne de ihanet ettim. Çok ihanet gördüm.
Gördüğüm ihanetin acısı hala bağrımda yaradır. Ayrıca ben, hiç kimsenin önünde
eğilmedim. Sadece hakikatin önünde eğilirim. Sizler, perdenin önünde hep evliya
gördünüz. Ben arkasında ne eşkiyalar gördüm”.
-Çok büyük kalabalıkların toplandığı mitinglerde
saatlerce konuşur, tek kişi bile sıkılıp ayrılmazdı. Ve Bölükbaşı derdi ki: “Harmanınız büyük, ama taneniz az. Burada beni dinlerken
aşka gelip Rahman ’ı alkışlarsınız, sandık başına gidince şeytana
sarılırsınız”.
-“Ben kimsenin yanında yer almadım,
daima imanımın ve inanışlarımın yanında kaldım”.
-“İsmet Paşa ile sarmaş dolaş
olduğumu söylüyorlar. Ben İsmet Paşa ile sarmaş dolaş olmadım. Adamın kulağı
duymuyor. Mecburen öyle yapıp konuştum ”.
-İnönü ile bir koalisyonda buluşmasının imkan
dışı olduğunu belirten şu sözü söylemiştir: “Bölükbaşı,
görev için hayatını bile verir. Amma, İnönü’nün koltuğu altında haysiyetini
asla”.
- “Tabiri caizse siyaset ordusunun
ihtiyat kuvveti de muhalefet partileridir. Demokratik rejimlerde şerefli bir
muhalefet bir iktidar kadar zaruridir...”.
-“Her hastalık tedavi edilir, fakat
CHP’nin diktatörlük hastalığı tedavi edilemez...”.
-“Bize göre açık bir diktatörlük,
güdümlü bir demokrasiden daha az zararlıdır”.
-“Siyasi hayatım bir derviş gibi
geçen, imanım padişah, ben de onun veziriyim”.
-“AP genel başkanı olmak için Morrison şirketinden geçmek lazım ”
-“Memleket ve demokratik rejim için
en büyük tehlike kopmuş mayınlar gibi siyaset sahnesinde dolaşan, ikbal ve
menfaat arayan inançsızlardır”.
-3 Aralık
2001’de kendisini ziyaret eden Büyük Birlik Partisi lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na
söyledikleri ise 91 yıllık ömrünün hikâyesiydi:
“Muhsin, unutmak ve
unutulmak istiyorum. Kaçıyorsun, kopuyorsun, çalışıyorsun, sonunda idrar
torbası ile baş başa kalıyorsun. Gençliğinizin ve sağlığınızın kıymetini
bilin.”
Kaynak:
Doç. Dr. Âdem ÇAYLAK, İktidar Muhalefet İlişkileri Bağlamında Türkiye’nin Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı Ve Siyasal Hareketi Ankara-2010
Doç. Dr. Âdem ÇAYLAK, İktidar Muhalefet İlişkileri Bağlamında Türkiye’nin Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı Ve Siyasal Hareketi Ankara-2010
[1] A.
Haluk Ülman, “21Şubat 1950 Tarih ve 5545 Sayılı Milletvekilleri Seçimi
Kanununun Geçirdiği Hazırlık Safhaları”, AÜSBFD, C. 12, S. 1 (1950), s. 64.
[3] A. Haluk Ülman, “Seçim Sistemimiz ve Başlıca
Siyasi Partilerimiz”, AÜSBFD, C. 12, S. 2 (1957), s. 55.
[4] Feroz Ahmad ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de
Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, s. 61-62.
[9] “Gönül Özansu ile Görüşme”, 11. 2. 2002.
Gönül Özansu, Sadık Aldoğan’ın kızıdır. 1965’te Bölükbaşı’nın partisi olan
MP’den Balıkesir milletvekili olarak giren Mesut Özansu’nun eşidir. Gönül
Özansu Aldoğan’la yaptığımız görüşmede, babasının çok özgür ruhlu bir insan
olduğunu, iktidarlar karşısında eğilip bükülmediğini anlatmıştır. Ayrıca MP
hareketinde, Aldoğan’nın Nurettin Ardıçoğlu ile birlikte partinin fikir
hamlesinde etkili olduğunu, Bölükbaşı’nın ise eylem hamlesinde kendini
gösterdiğini dile getirmiştir. Dönemin basına yansımayan yönleri konusunda
kendisinden ilginç bilgiler alınmıştır.
[10] Yeni Sabah, 11. 5. 1950. Arna, İzinsiz
Muhalefet dergisindeki “Kıyamet”
isimli makalesi yüzünden tutuklanmıştır.
[12] Cumhuriyet, 13 Nisan 1950. Kudret’in iddiasına
bakılırsa, Associated Pres, Mareşal’in hatırasına hürmeten öldüğü akşam için
başka haber vermeyeceğini bildirmiş olmasına rağmen, (Kudret, 11. 4. 1950)
Ankara ve İstanbul radyolannın müzik yayınlarına devam etmesi ve resmi olarak
bayrakların yarıya indirilmemesi hayli şaşırtıcı olduğu kadar, cenazedeki
olayları tahrik ettiği de söylenebilir.
[13] “Allahü Ekber-Allahü Ekber... Ve
Lillahilhamd”, Sebilürreşad, S. IV/76 (Nisan 1950), s. 11-12; Cevat Rıfat
Atilhan, “Azametli Bir Gün”, Sebilürreşad, S. IV/76 (Nisan 1950), s. 15.
[26] Cumhuriyet, 23. 4. 1950. MP’nin İzmir
mitinginde konuşan Mustafa Kentli, MP’nin iktidarda gözü olmadığını,
amaçlarının kuvvetli bir muhalefet grubu olarak Meclis’e girmek olduğunu dile
getirmiştir. Cumhuriyet, 7. 5. 1950.
[31] MP’nin seçime girdiği iller, Afyon, Ankara,
Aydın, Bolu, Burdur, Çankırı, Çorum, Edirne, Eskişehir, İçel, İstanbul, İzmir,
Kastamonu, Kayseri, Kırşehir, Kocaeli, Kütahya, Niğde, Samsun, Seyhan, Sinop,
Trabzon’dur. Amasya’da teşkilatı olduğu halde aday gösterilmemiştir. MP’nin
teşkilatlanmasındaki güçlükler ise şöyle sıralanmıştır: 1948’de siyasete
atılmak isteyenlerin çoğu DP’ye girmiştir. Bunların ve halkın çoğu 12 Temmuz Beyannamesi’nin
anlamını anlayamamış ya da bir kere DP’ye girdik onu iktidara getirip ne
yapacağını görmeden ondan ayrılamayız demişlerdir. Diktatörlüğü önce yıldırmak
sonra da yıkmak için sert ve pervasız mücadelenin lüzumunu çok az kimse takdir
etmiştir. Kurulduğu günden itibaren, siyaset içi ve siyaset dışı türlü
tertiplerle hem CHP hem de DP’nin ve de basının hücumuna uğramıştır. MP
liderleri hakkında boyuna davalar açılmış, liderleri hapse atılmıştır. Bu
yüzden pek kişi MP’ye girmekten çekinmiş ve DP’de rahat muhalefet yapmışlardır.
Ayrıca muhalefetin parçalanma düşüncesi ve CHP’nin kuvvetlenmesi korkusu ile
birleşince MP gelişememiştir. Bkz., Millet Partisi I Büyük Kongresi Genel
Müteşebbis Kurulu Mesai Raporu, Kudret, 18-20. 6. 1950.
[32] CHP Araştırma Bürosu, Seçim Neticeleri
Üzerinde Bir İnceleme, 1950, 1954, 1957 Milletvekili Seçimleri (Ankara: Güven
Matbaası, 1959). Bölükbaşı’nın Meclis arşivinde bulunan özlük dosyasındaki
mazbatasına göre, 1950 seçimlerinde Kırşehir’deki seçmen sayısı, 76. 500’dür. Seçime
iştirak edenlerin sayısı ise, 69. 759’dur., Osman Bölükbaşı’nın aldığı oy, 28.
034’tür. TBMM Olumluk Kağıdı, Dönem: IX, Milletvekili Seçilmiş Olanlara Ait
Tutanak.
[34] Kırşehir’de MP listesinden aday olanlar,
Osman Bölükbaşı, Bay Cemil, Ahmet Bilgin, Nafi Çopuroğlu idi. Kudret, 18. 4.
1950.
[35] Cemal Aygen, “Memleketimizde Seçimler ve
Neticeleri”, AÜSBFD, C. XVII, S. 1 (Mart 1962), s. 205.
[40] Nurettin Ardıçoğlu, “Ölmek Var, Dönmek Yok”,
Kudret, 19. 5. 1950; Nurettin Ardıçoğlu, “Tek Muhalif Parti: Millet Partisi”,
Kudret, 24. 5. 1950.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar