FIKRALAR
YA KADER DEĞİŞİR SE
1750 - 1813 senelerinde yaşayan
şair Sürurî'nin asıl adı Osman'dır. Şaka manzumeleri ve hiciv de yazardı; asıl
şöhreti hâdiselere tarih düşürmekti.
Bir defa kaptan pasa düşman
üzerine, gidiyordu; tarih, söyledi:
«Sürdü yelkenkürek âdayı kapudan
pâşâ»
Eski yazının her harfinin delâlet
ettiği sayıları topladılar; tam o yılı gösteren sayı çıktı. Fakat dediler ki:
— İyi ama, Allah göstermesin,
ya kaptan paşa yenilirse!..
Sürurî, bir hecenin yerini
değiştirerek, mısraı şu şekle, koydu:
«Sürdü yelken kürek âda kapudan
pâşâyı».
DEVLETİN CENAZESİ...
Şair ve büyük vatansever Namık
Kemal, Osmanlı devletinin o zamanki halini görerek üzülüyor; tenkitler
yağdırıyor, bu gidişle devletin batacağını, hattâ batmakta olduğunu haykırıyordu.
Bir gün tanıdıklarından birisi
ona sordu:
—Hani ya, yirmi senedir bu devlet
battı, bitti, öldü, diyordunuz ama görüyorsunuz ki hâlâ sağdır.
Namık Kemal acı acı gülümseyerek
cevap verdi:
—Canım, bu oduncu Mehmet ağanın
cenazesi değil ki hemen kaldırıp gömsünler. Altı yüz yıllık bir devletin
cenazesi yetmiş seksen senede ancak kalkar!..
Bu sözün söylenmesiyle Osmanlı
imparatorluğunun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu arasında elli
altmış sene geçmiştir ki, daha evvelki yirmi sene de ilâve? edilince, Namık
Kemal'in tahmini doğru çıkar.
İKİ KÖPEK BİR ARAYA GELİRSEK...
Sultan İkinci Abdüîhamit devrinin
“Mızııka-i Hümayun” unda uzun yıllar çalışan eski tarz şairlerden Hacı Râtip
Bey mevlevî idi. Bir gün şu beyti yazıp Neyzen Cemal Dedeye okudu:
«Râtip etse nola kıtmîr ile bahsi
ruçhan,
Kemterin kelbi deri Hazret-i
Mevlâna’nın!»
Cemal Dede “etse” yerine “etsek”
deseydin beytine biz de girerdik, deyince Râtip:
—Olmaz, dedi. İki köpek bir araya
gelirsek hırlaşırız!
KIRK YILDA BİR MEMLEKET İŞİ ARMUT
YİYECEKTİM!
Eski valilerden divan sahibi
meşhur Türk Galip Paşa, bir ' gün uşağını yanma çağırarak köşe başındaki
manavdan bir okka armut alıp kimseye haber vermeden kendisine getirmesini
söyler. Fakat uşağın elinde bir kaç armutla Paşanın yanına girdiğini gören
aşçı, her ne kadar herifin yolunu kesip:
—Aman, ne yapıyorsun? Hiç Paşa
Efendimiz, öyle ısıra ısıra armut yer mi?.. Bir tabağın içine koyalım, çatal
bıçak getirelim! derse
de, uşak dinlemez. Armutları efendisine verir.
Fakat Paşa tam armutlardan birini
alıp, sularını akıta akıta yemeğe hazırlandığı sırada, bir başka uşak, elinde
çatal bıçakla içeri girince Galip Paşanın kaşları çatılır:
—Ulan., der, kırk yılda bir,
memleket işi armut yiyelim., dedik rahat vermediniz.. Def olun, hepiniz
karşımdan.
EY İNSANLAR... İNSANLAR...
Bir tarihte Selânikten Tercümanı
Hakikat gazetesine Deli Şair imzasıyla ve
“Bir meleğin insanlara hitabı” başlığı altın-da uzun bir
manzume gönderilmişti. Deli Şair, bu manzumesine şöye başlıyor:
Semadan bir Melek, hayretle der:
İnsanlar, insanlar!
Nedir bu ruyi arzı kaplıyor
alkanlar, insanlar!..
Muallim Naci bu şiiri başından
sonunda kadar okur. Biraz kırık dökük bulmakla beraber atmağa da kıyamaz.
Şeyh Vasfi:
—Neresini beğendin? diye sorar. Muallim Naci:
—Sen der, söyleyene bakma, söyletene bak. Elbette
dünyanın kana boyanacağı bir gün gelecektir.
O zaman bu manzumenin, senin
benim şimdi okuduğumuz gibi baştan savma değil, canla başla okunacağına hiç
şüphe etme!
YALANIN KARŞILIĞI YALANDIR!
Eski heyet âlimlerinden Hoca
Tahsin Efendiyi dinsizlikle itham ederlerdi. Tahsin Efendi, bunların topuna birden
şu cevabı verdi:
Sana bî din dedi erbabı garaz,
İrtikâp eylediler kizbi heman..
Ben dahi onlara dindar dedim.
Yalanın karşılığı oldu yalan...
“Bir takım garezkârlar, bana
dinsiz demekle yalan söylemiş oldular. Ben de onlara dindar dedim. Yalanın
karşılığı yalan oldu.”
ÇOBANI GÖRECEĞİM!
Bir ihtiyar derviş, padişah
İkinci Selimin sarayı kapısına gelerek yüksek sesle:
—Çobanı göreceğim, diye bağırmağa başlar.
Saray adamları: “Haydi, işine git. Senin çoban dediğin
dağlarda olur.. Burası Padişah sarayı..” derlerse de derviş, bildiğinden
şaşmaz:
—İlle çobanı göreceğim!
diye İsrar eder. Nihayet padişah, içeriden gürültüyü duyarak, dervişi yanına
çağırır:
—Ben neden çoban oluyormuşum,
anlat bakalım., der. Derviş başını çevirir:
—Demin yanlışlıkla öyle bir
söz sarf etmişim. Ben seni, gerçekten millet sürüsünün çobanı sanmıştım. Fakat
gördüm ki, kapındaki çomarlara bile söz geçiremeyen bir zavallı imişsin. Senin
ile görülecek işim yok.. Allâha ısmarladık..
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar