Geçmişi Bilmek
TÜRK SOLU İSMET
PAŞA İÇİN NE SÖYLEDİ?
"İsmet Paşa CHP'de kadiri
mutlaktır. CHP'de parti içi demokrasi olmadığını, tek adamın sözünün geçerli
olduğunu göstermiştir. İtiraz edenleri Haysiyet Divanları beklemektedir. Ülke,
Ülkenin başı, iktidar partisi, iktidar partisinin başı, zinde güçler, bir İsmet
Paşa despotizmi ile karşı karşıyadır.
-Demokrasiye
kimse el dokunduramayacaktır.. demektedir. Bu sözleri ile tehdit ettiği,
vaktiyle dayandığı zinde güçledir. Hangi demokrasi? Kendi sözünün geçerli
olduğu demokrasi. Yani af istedi mi, af çıkacak, kanun istedi mi kanun
çıkacak" yafasında bir entrika kurduysa o yürüyecek, yürütülecek. On
anladığı demokrasi bu. Ulusal bağımsızlık yitirilmiş. Adana Havaalanına Türk
uçağı inemiyormuş, madenler, yeraltı ve yerüstü servetleri emperyalizmin
elindeymiş, toprak ilişkilerinde feodal düzen süregitmiş, çağdaş kültürden
yoksunmuşuz, memleketin bürokrat ve aydınlarının ağzını bıçak açmıyormuş,
bunların hiçbiri umrunda değildir. Bir Osmanlı Paşası azametiyle bütün ipleri
elinde tutarak "dediğim dediktir" düdüğünü çalma tadır. Sultan
Abdülhamid bile bu kadarını, bu kadar uzun sür sürdürmemiştir".[ Kemal, Mehmet;
Türkiye'nin Kalbi Ankara, İstanbul 1983, s.193-194.]
"Ağır
kaçmasın ama, şunu söyleyeyim, İsmet Paşa ile hiç kimse hesaplaşamamıştır.
İsmet Paşa, çıkışından batışına değ hesap vermeden sahnede görünmüştür".[ Kemal, Mehmet;
a.g.e., s.190.]
İnönü'nün Türkiye'ye egemen olduktan sonraki tabloyu
hatırlayınız: Ufak ufak koyarak sonunda Batılı emperyalizmle cephesiyle
kaynaşma, ufak ufak istiklali tam ilkesinden fedakâ lık ederek işi ülkemizde
Amerikan posta idaresinin kurulmasına kadar kaydırma, ulusal bileşim yerine
öykünmeci bir Batı kültürü propagandası, köklü kalkınma tedbirleri yerine daha
çok ulusal eğitime ve kültüre dayanan bir üst yapısal kalkınma programı, tek
parti tek şef tek millet sloganı, Cumhuriyet tarihinde ilk kez "aşırı sol ve aşırı sağ" öğretici
ve Atatürkçülüğe Kuvayı Milliye dinamiği olarak değil de, soyut bir egemen sınıflar
milliyetçiliğinin ideolojisi olarak işlemesi ve basbayağı faşizanlaştırılması,
aralıksız atılım ve devrim yerine, çeşitli ödünler klasik bir burjuva
demokrasisi düzenine geçişin planlanması. Bunların uluslararası politikada
görünüşü ise malum: Atlantik Paktına giriş, NATO, CENTO ve Ortadoğu'da Amerikan
çıkarlarının bekçiliği.
İsmet Paşa, geniş ölçüde bürokrasiye ve eşrafa dayanan
merkeziyetçi bir diktanın tartışmasız lideri oldu.
Ama ben, İnönü Atatürkçülüğünün en büyük zararını ilericilik
diye bürokrasiden çeşitli aydın katlanna sindirmiş kültürel Batıcılık
tutkusunda görüyorum".[ İlhan, Attila; Hangi Sol, 3. Basım, İstanbul 1980, s.175-176.]
"İsmet Paşa,
Partinin üstünde "tanrının bir parçası" idi.
Çankaya'daki Cumhurbaşkanlığı
konutundan zaman zaman şehre inerdi İsmet Paşa. Ya bir konser ya da yaverlerinden
birinin üzerine kayıtlı atının yansını izlemek üzere hipodroma giderdi.
Halk, İnönü'nün yüzünü görmezdi.
İnönü yerine, egemen CHP'nin elleri dilediği zaman halkı okşar, yerine göre
sıkardı. İnönü'yü halk, bu yöntemle görmüş sayılırdı sanki. İsmet Paşa eline,
vücuduna dokunulmazlığıyla bizden ayrı yaratılmış bir başka dünya idi. Belki
evrenin bir parçasıydı ama, insanların yaşam için kaynaştığı dünyanın gerçek
bir parçası değildi, gerçeküstü bir varlıktı. Her sözü buyruktu. Aydınların bir kesimi, ozanlar, öykü yazarları, düşün insanları İsmet
Paşa'nın yarattığı bu dünyanın, Türkiye'nin, Türk halkının gerçek dünyası olmadığını
söyler, aralarında tartışırlardı.
O yıllar, İsmet
Paşa'yı kimse sevmezdi. Bizim gezindiğimiz ortamda İnönü'nün adı, korku
verirdi. İnönü'den, olağan insanlarla
yönetimden, eşitlikten, vb. söz edilirken, her ses tonunu alçaltırdı. Egemen
insanların dışında, başkentin fes alıp veren çoğu kesiminde olumsuz tepkiyle
anılan İnönü beyaz "özel trenine" biner, yurt içinde geziye çıkar, hat aralıklarla dizilmiş askerlerce
güvenliği sağlanırdı.
"Milli Şefe dayalı haberlerde gereken özeni göster yen
gazetelerin Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nün buyruğu ile kapatıldığı günlerin
anısı henüz tazeydi". [Arcayürek, Cüneyt;
Açıklıyor-1, İstanbul 1983, s.28-29-30.]
"Atatürk sevgisine alışmıştık. Tek tarih kitabı okuyor, tek siyasi bilimler öğreniyorduk. Tarih bizim için, orta Asya'da gelen Türklerin
dünyaya yayılma serüveni idi. Bütün padişahlar hain, tarihte büyük işler yapmış uluslar da,
adı ne olursa ol sun, kökleri Türk olan kavimlerdi. Şimdi Tarih Kurumunun patenti
altında bulunan bu tarih kitapları ortadan kalkmıştır. Ardından ortaokullarda,
liselerde bir de "İnkılap
Tarihi" okurduk. Bu da,
bütün emperyalist ve kapitalistleri yenen öfkeli generallerin öyküsüydü. Bunun
dışında ne bir bilgi vardı, ne de bir görüş. Pullardan, paralardan Atatürk'ün adı ve resmi kalkmağa, yerine
İsmet Paşa'nınki konmaya başladı. İsme Paşa'nın bilgili ve Avrupai bir insan
olduğu düşüncesi yayılmaya başlandı. İsmet Paşa fizik dersi alıyordu, kimya öğreniyordu. (Demek İsmet
Paşa'nin bilimle ilgisi vardı.) İsmet Paşa keman dersi alıyordu. (Demek İsmet
Paşanın sanatla ilgisi vardı.) İsmet Paşa İngilizce çalışıyordu. (Demek İsmet
Paşa Batılı idi) kulaklarımız bu sözlerle doluyordu". [Kemal, Mehmet;
Türkiye'nin Kalbi Ankara, İstanbul 1983, s. 199-200]
"İsmet Paşayı net çizgilerle
Üniversite kampında gördüm. Ata binmiş, çoluk çocuğunu da atlara bindirerek,
gezmeye çıkmıştı. Ardında at üstünde Mevhibe İnönü, Ömer İnönü, Erdal İnönü ve
Özden İnönü, yaverleri ve seyisleri. Biz kampın yemeğini sevmiyorduk.
Karavanlar, toprak üstüne yere serilmişti. Boykot etmiştik. İşte o sırada İsmet
Paşa geldi. Öyle sevinmiştik ki, bize arka çıkacak, bizden yana olacak, bize
bu pis karavanaları yedirenlere çıkışacak sanıyor, seviniyorduk. Sordu, soruşturdu.
Boykotumuzu öğrendi. Attan indi. Hışımla bizden yana döndü. Çizmesinin ucuyla
yerdeki karavanaya dokundu.
-Ya bunu
yerler, ya da aç kalırlar... dedi.
Böyle, dedi mi, demedi mi, ama
öğrenciler arasında İsmet Paşa bir kurtarıcı değil, bir diktatördü. Artık
ondan korkmaya başlamıştık. Atatürk düşüncesinde de, sevgiyle karışık bir korku
duygusu vardı. Fakat bunda iyice korku hakim olmuştu".[ Kemal, a.g.e.,
s.200-201.]
İnönü, hem CHP Genel Başkanı, hem de
Cumhurbaşkanı... Ankara savcısı da, Hikmet Bayur her "Bay İnönü" dediğinde
Cumhurbaşkanına sövgü maddesinden ceza yasasına göre bir kovuşturmaya geçerdi.
Bayur mebus olduğu için ona dokunan olmazdı. Ama ben haftada birkaç gün
Anafartalar'daki Adliyeye tırmanırdım. 1950'de DP'den Ankara Milletvekili
olacak olan savcı da durmadan ifademizi alırdı. Kolay mıydı İsmet Paşaya o
dönemde Bay demek, ama Hikmet Bayur diyordu ve ceremesini biz çekiyorduk.
Başsavcı Kemal Bora vardı; bir gün o
çağırdı:
"Yahu, çıkarsana adamın
makalesinden şu bayları... zin yüzünüzden Çankaya'dan boyuna zılgıt
geliyor..." di".[ Kemal, Mehmet;
Türkiye'nin Kalbi Ankara, istanbul 1983, s.228.]
Atatürk, İsmet Paşa için;
"Onun karnında elli tilki birbirini kovalar, ama hiç ötekinin
kuyruğunu yakalayamaz. " [ Kinross, Lord;
Atatürk, 3. Baskı, İstanbul 1981, s.19.]
Kaynak: Mehmet KAFKAS, Geçmişi Bilmek 1,İzmir-1994
TÜRK-ARAP MÜNASEBETLERİNİN BOZULMASI
Bildiğimiz gibi I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti, Almanya-Avusturya ve
Bulgaristan ile müttefikti.
Mehmet Akif, Arap şeyhlerini İngilizlere dönmekten vazgeçirip Osmanlı'ya
kazandırmak için Arabistan'a yollanmış. Dönüşünden sonra, bir ara Almanya'ya
giderken yolda Viyana'ya uğramış. Şehre varmış ki ne görsün; olanca kilise
canlan veryansın çalıyor; şehir velvele içinde. Akif içinden, "E,
hadi bakalım, her halde ya biz ya da müttefiklerimiz bir zafer kazandı da onu
kutluyorlar." demiş. Ama soracağı da tutmuş. Aldığı cevap şu: İngiliz General Allenby Kudüs'e girdi.
Onu kutluyoruz [Berkes,
Niyazi; İslâmlık, Ulusçuluk, Sosyalizm, 2.baskı, Ank. 1979, s. 18.].
Bu hâdise Osmanlı'nın Hristiyanlar tarafından aldatıldığının bir
delilidir. Bir tane daha:
Arap bağımsızlık hareketi yavaş gelişmekteydi. Doğmakta olan politik
nitelikteki bu Arap hareketinin liderlerinin çoğu Hristiyandı[Mansfield, Peter; Osmanlı
Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, Çeviren: Nuran Ülken, İstanbul 1975. s: 30.].
Buyrun bir tane daha:
Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi Arap milliyetçiliğinin ilk ocaklarından
biri oldu. Bu misyonerlerin bugün en son temsilcileri bile, Araplan Türk
boyunduruğundan kurtarmada kendilerinin ne kadar büyük rolü olduğunu kıvançla
hatırlarlar [Berkes,
a.g.e., s. 22] .
Kitapta geniş olarak okuyacağınız bizim ve Arapların cehaletine bir kaç
misâl vermek' istiyoruz. Böylece siz muhterem okuyucular, henüz kitabın başında
Türk-Arap ilişkilerinde Hristiyanlık kadar cehaletin de önemli yer tuttuğunu
göreceksiniz:
Şevket Süreyya
Aydemir, İngilizlerin şöyle bir düzmece oyun ile Arapları kandırdığını anlatır. Bu uydurma propagandanın az da olsa etkisinin görülmesi, o günkü
cehaleti ortaya koyması bakımından çok ilginçtir.
İngilizler, "Araplara yalnız silâh, para ve diğer yardımlarda
bulunmazlar. Aynı zamanda propaganda malzemesi de kullanılır. Ve isyancılar bu
propaganda malzemesini, omuzlarında bayrak gibi çöllere taşırlar. Meselâ
şunları verelim:
Muhyiddin-i Arabî, bir Arap bilgini ve mutasavvıfıdır. 1165te doğmuş
1240'ta vefat etmiştir. Kabri Şam'dadır. Yani altı yüzyıl evvel yaşamıştır. Ama
tam Arap isyanı sırasında ortaya onun bir kehâneti yayılır. Buna göre; “birgün bir
"Ennebi" gelecektir.”
"Ennebi-El
Nebi" Peygamber demektir. Demek ki bir Peygamber beklenmektedir. Bu müjde şöyle tamamlanır: Bu peygamber
Mısır'dan çıkacaktır. Nil suyunu Sînâ çölüne akıtacaktır. Ve Araplık, o zaman
kurtulacaktır. Hem de Ennebî, artık zuhur etmiştir. Yani çıkmış, görünmüştür.
Bu "Ennebî", Mısır'daki İngiliz kuvvetleri Başkumandanı ve İngiliz
Mareşali Allenby'dir.
Bu isim, Arapça alfabe ile ve eski Osmanlıca'da da olduğu gibi
"Alnebi" olarak yazılır. Arapça'da "Ennebî"
"El-Nebî" olarak yazılır. Nil suyu da Sînâ çölüne ulaşmıştır. O halde
Arapların kurtuluş saati de çalmıştır. [Aydemir, Ş. Süreyya; Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver
Paşa, istanbul 1978, c. III, s. 290-21.]
-Elbetteki Muhyiddin-i Arabî bu şekilde birşey yazmamıştır. Ancak o günün
(1915) şartlarında buna inananların varolabileceği İngilizleri bu oyuna
sevketmiştir.
Cemal Paşanın yaveri, sonraları Atatürkçü Falih Rıfkı Atay 1916da Enver
ve Cemal Paşa'larla Peygamber Efendimiz'in ravzasını ziyaret ederler. Namaza
dururlar. Bazı fakir Araplar namaz esnasında su satarlar, almalan için zorlarlar.
Namaz esnasında suyu içip para verirler[Atay, Falih Rıfkı; Zeytindağı, İstanbul 1981, s. 55-56.]. Hem bizden hem Araplar'dan cehalet. Bu insanlar
elbette aldatılabilir.
İttihad ve Terakki Partisi'nin 1909'dan sonra Araplara yönelik
politikaları hatalıdır. Meselâ Arapların din eğitimi dışındaki eğitiminde,
Türkçe mecburiyeti getirilmiştir [Mansfield, a.g.e., s. 46.]. Anlamsız ve de kritik günlerde Arapların tepkisine yol açmıştır. Bu da
İngilizlerin maksadına yönelik sonuç veriyor.
Herşeye rağmen birçok Arap, I.Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın yanında yer
alıyor. Meselâ Mart 1917 Gazze savunmalarında Türk ve Arap askerleri beraberce
kahramanca savaşıyor. [Cemal Paşa; Hatıralar. 4. Baskı, İstanbul 1977, s. 230.]. Böyle olsa da oyun tutmuştur. Osmanlı yıkılmış
Araplar İngilizlerin yanında yer almıştır.
İNGİLİZ'İN TÜRK
DÜŞMANLIĞI
İngiltere Başbakanı Lloyd George, Türkler hakkında şunları söyler: "Bir insanlık kanseri, kötü
yönettikleri toprakların etine işlenmiş bir yara..." [Avcıoğlu, Türkiyenin Düzeni., 1.Kitap, s. 35.]. Başbakanları böyle konuşunca İngiliz askerlerine
gayr-i insanî davranmak gayet normal geliyordu, İngilizler Sina-Tilistin
Cephesi'nde esir aldıkları Türk askerlerini Kahire sokaklarında çıplak
dolaştırdılar, Halife ve İmparatorluğu tezyif için[Atay, a.g.e.. S: 105..] Lloyd George, Kudüs'ü bizden alan Allenby için; "General Allenby'in adı, Haçlı
seferlerinin sonuncusu ve en şereflisinin faili olarak her zaman
hatırlanacaktır"[Avcıoğlu,
Türkiyenin Düzeni., 1.Kitap, s. 35.]. Sh:38
1. Dünya Savaşı'nın
hemen sonrasında bir İngiliz diplomatları söylüyor:
"Batı'daki
milliyetçilik akımını ezemediğimiz gibi, Pan-İslamizmi de ezemeyiz. Amacımız,
parçalamak, uzlaştırmak ve yönetmek olmalıdır. Parçalamak ve uzlaştırmak
gereklidir; çünkü müslümanların, bir temel ilke olan ama şimdilik hemen hemen
unutulmuş bulunan, "müslümanlar müslüman olmayanlar-yönetilmez"
ilkesi etrafında toplanmalarını istemiyoruz" Sonyel, Salahi,Türk Kurtuluş Savaşı ve DışPolitika,
Ankara1973,c.I,s.187
Meşhur casus Lawrence ise şunları söylüyor:
"Araplar
hiçbir zaman bir bayrak altında toplanamayaklar ve tek bir devlet
olamayacaklardır. Onlar için en mükemmel idare, Türk idaresidir. Biz kendi
menfaatlerimizin icabı ola ihtiyarlamış ve değişen şartlara göre yaşama gücünü
tazelememiş bu idareyi yıkacağız ve istediklerimizi elde edeceğiz, kat hiç bir
zaman Türkler'in yerini alamayacağız. Bu yer, ebediyyen boş kalacaktır" [Kutay,
Cemal, Tarihte Türkler-Araplar, İstanbul 1970, s. 247.]
Bu alıntımız tamamen doğrudur. İngiltere'nin maksadını ortaya koymakla
beraber İslâm'ın güzel bir prensibinide belirtmektedir. Sh:74
YAHUDİLERİN TUTUMU
Ayrı bir konu olduğu için burada arz edemeyeceğiz, ancak biliyoruz ki II.
Abdülhamid döneminde Yahudilerin arzularına gem vurulmuş, kendilerine itibar
edilmemişti. Yahudiler II. Abdulhamid'i tahtan uzaklaştırmakla Filistin
topraklarında yerleşme, sonrasında da devlet olma merhalelerine ereceklerini
biliyorlardı. Bu sebeple de Jön Türk denilen grubun içerisine sızmışlar,
İttihat ve Terakki ile bu maksatlarına ulaşmışlardır. Nitekim; "Arapların Jön Türklere gösterdikleri tepki, başlangıçta olumlu
oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde önemli bir yerleri yoktur, "çoğu subay" birkaç
Arap cemiyete girmiş ve liderli ile yanyana çalışmışlarsa da bunu Arap milliyetçileri olarak değil, Osmanlı
vatandaşı olarak yapmışlardı. Aslında bu hareket içinde Osmanlı Yahudileri,
Araplardan çok daha önemli rol oynamışlardı" [Mansfield;a.g.e,s.92.]
I. Dünya savaşında Nablus ve Gazze savaşlarını Yahudilerin ihanetleriyle
kaybettik. [Ünal,Tahsin,TürkSiyasiTarihi1700-1958,5.Baskı,Ankara1978,s.447].
Genelkurmay Başkanlığı bir yayınında Filistin'deki Yahudi ihanetleri
hakkında şunları söylemektedir:
"Filistin'de Siyonizm cereyanına taraftar bazı Musevilerin Osmanlı
egemenliğini bozacak gizli örgütleri olduğu biliniyordu. Yapılan araştırma
sonunda, birçok belgeler hükümetin Bu kuşkusunu doğrulamıştır. Bu gizli örgütün
özel postası, mahkemesi, bayrağı ve doğrudan doğruya devletin egemenliğiyle
ilgili diğer faaliyetlere rastlanmıştır. Bunun üzerine kesin tedbirler alınmış
ve belirli bir süre içinde Osmanlı uyruğuna geçmek isteyen Fransız, İngiliz ve
Rus musevileri yurt dışına çıkarılmıştır"[ GenelkurmayBaşkanlığı, ...Filistin-SinaCephesi,
c.IV,Kısım,s.6-7].
HATALAR
Araplar'ın Hataları
Araplar İslâmiyet'le birlikte devamlı yükselmişler, inanılma sı zor bir
zamanda büyük medeniyet sahibi olmuşlardır. Sebep İslâmiyet'e uymalarıdır. Yani
Allah'ın dediklerini yapmalarıdır.
Araplar 1916'da
Osmanlı'ya isyan etmişlerdir. Osmanlı kadar hatalı politika izlerse izlesin
Hristiyan dünyasıyla birli halifenin ülkesine karşı gelinmemeliydi. İsyanın
sonunda Araplar Batı'nın, özellikle İngiltere'nin kontrolüne girmişler 1945'e
kadar durum bu şekilde kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyet
Rusya'nın etkisi görülmeye başlamış birçok Arap ülkesinde başta Irak, Suriye ve
Mısır'da komünizm hızla yayılmıştır. 1970'lerden itibaren çeşitli sebeplerle bu
sefer de yine Batı taraftarlığı başlamış ve günümüze gelindiğinde koca Ortadoğu
Amerika'nın kontrolüne girmiştir.
Araplar birleşmiyor. Başlarındaki diktatörler sırtlarını Batı ya da
Sovyet'e dayamışlar, Batı'nın ahlâksızlıklarını yaşıyorlar. Araplar bunlardan
kurtulduğu zaman birleşebilecektir.
Araplar kendi tarihlerini, Osmanlı ile olan münasebetlerini Batı tarihi
ile okumaya son vermelidirler.
Türkler'in Hataları
Türkler'in yani en büyük hatamız; Batı'ya, Batı kültürüne yönelik,
Batı'nın öğrettiği haliyle 1916 için Araplar'a kırılmak, onları ağır biçimde
suçlamak ve yöneticilerimizin çoğunun İslâmlamiyein dostluk ve kardeşliğinden
uzak olmalarıdır. Dış politikamızda izzet-i nefsimizi bir kenara bırakarak,
Amerika'nın yörüngesine girmek ayrı bir hatadır. Aslında bütün mesele; hem
Türkler'in hem de Araplar'ın İslâm olmayışıdır. Ne kadar
yazılırsa yazılsın, meselenin bilinen bütün boyutları ne olursa olsun
İslâmiyet bu hususda mihenk taşıdır. Türkiye 1949'da olduğu
gibi birçok kereler Amerikan doları için Arapları yalnız bırakmıştır.
ORTADOĞU'NUN HUZURSUZLUĞU
Osmanlı sonrasında Ortadoğu'da büyük bir huzursuzluğun Vıişandığı
açıktır. Önce İngiliz ajanı Ağa Han'ın sözlerini aktaralım:
"Türkiye, zamanında tek bağımsız Müslüman ülke olarak dünyada yalnız başına ayakta durabilmiştir. Bütün eksiklerine
rağmen İstanbul'daki rejim, İslâmlığın dünyevî yüceliğinin
gözle görülür kalıntısını temsil etmekteydi. Halifelik de bütün Sünnîler için büyük önem taşıyan bir bağ niteliğindeydi.
İslâm topluluğunun Türk İmparatorluğunun parçalanmasına karşı oluşu bir
temele dayanıyordu. Bu temel, Osmanlı’ların Ortadoğu'nun çetrefilli siyasal
gerçeklerini anlamış ve kavramış gerçek devlet adamları oluşuydu" .[ Mansfield;a.g.e,s.92.]
Osmanlı'nın lslâmî politikası vücudu saran bir ruh gibi Ortadoğu'yu içine
almıştı. Ortadoğu'da Osmanlı yani lslâmî politika çekilince, milliyetçilik,
sosyalizm gibi kavramlar ortaya çıkmaya başladı. Kargaşa doğdu. Batı sömürü
yansına ve kavgasına girişti. Osmanlı bu bölgeye herhangi bir karşılık
beklemeden herşeyini verdi. Onun yerini arz ettiğimiz gibi hayasızca yapılan
sömürü kavgası aldı. Sh: 138
Kaynak: Mehmet KAFKAS, Geçmişi Bilmek 1,İzmir-1994
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar