Print Friendly and PDF

Geçmişi Bilmek


TÜRK SOLU İSMET PAŞA İÇİN NE SÖYLEDİ?

"İsmet Paşa CHP'de kadiri mutlaktır. CHP'de parti içi de­mokrasi olmadığını, tek adamın sözünün geçerli olduğunu gös­termiştir. İtiraz edenleri Haysiyet Divanları beklemektedir. Ül­ke, Ülkenin başı, iktidar partisi, iktidar partisinin başı, zinde güçler, bir İsmet Paşa despotizmi ile karşı karşıyadır.
-Demokrasiye kimse el dokunduramayacaktır.. demekte­dir. Bu sözleri ile tehdit ettiği, vaktiyle dayandığı zinde güçledir. Hangi demokrasi? Kendi sözünün geçerli olduğu demokrasi. Yani af istedi mi, af çıkacak, kanun istedi mi kanun çıkacak" yafasında bir entrika kurduysa o yürüyecek, yürütülecek. On anladığı demokrasi bu. Ulusal bağımsızlık yitirilmiş. Adana Havaalanına Türk uçağı inemiyormuş, madenler, yeraltı ve yerüstü servetleri emperyalizmin elindeymiş, toprak ilişkilerinde feo­dal düzen süregitmiş, çağdaş kültürden yoksunmuşuz, memle­ketin bürokrat ve aydınlarının ağzını bıçak açmıyormuş, bunların hiçbiri umrunda değildir. Bir Osmanlı Paşası azametiyle bütün ipleri elinde tutarak "dediğim dediktir" düdüğünü çalma tadır. Sultan Abdülhamid bile bu kadarını, bu kadar uzun sür sürdürmemiştir".[ Kemal, Mehmet; Türkiye'nin Kalbi Ankara, İstanbul 1983, s.193-194.]
"Ağır kaçmasın ama, şunu söyleyeyim, İsmet Paşa ile hiç kimse hesaplaşamamıştır. İsmet Paşa, çıkışından batışına değ hesap vermeden sahnede görünmüştür".[ Kemal, Mehmet; a.g.e., s.190.]
İnönü'nün Türkiye'ye egemen olduktan sonraki tabloyu hatırlayınız: Ufak ufak koyarak sonunda Batılı emperyalizmle cephesiyle kaynaşma, ufak ufak istiklali tam ilkesinden fedakâ lık ederek işi ülkemizde Amerikan posta idaresinin kurulmasına kadar kaydırma, ulusal bileşim yerine öykünmeci bir Batı kültürü propagandası, köklü kalkınma tedbirleri yerine daha çok ulusal eğitime ve kültüre dayanan bir üst yapısal kalkınma programı, tek parti tek şef tek millet sloganı, Cumhuriyet tari­hinde ilk kez "aşı sol ve aşırı sağ" öğretici ve Atatürkçülüğe Kuvayı Milliye dinamiği olarak değil de, soyut bir egemen sı­nıflar milliyetçiliğinin ideolojisi olarak işlemesi ve basbayağı fa­şizanlaştırılması, aralıksız atılım ve devrim yerine, çeşitli ödün­ler klasik bir burjuva demokrasisi düzenine geçişin planlanması. Bunların uluslararası politikada görünüşü ise malum: Atlantik Paktına giriş, NATO, CENTO ve Ortadoğu'da Amerikan çıkarlarının bekçiliği.
İsmet Paşa, geniş ölçüde bürokrasiye ve eşrafa dayanan merkeziyetçi bir diktanın tartışmasız lideri oldu.
Ama ben, İnönü Atatürkçülüğünün en büyük zararını ileri­cilik diye bürokrasiden çeşitli aydın katlanna sindirmiş kültürel Batıcılık tutkusunda görüyorum".[ İlhan, Attila; Hangi Sol, 3. Basım, İstanbul 1980, s.175-176.]

"İsmet Paşa, Partinin üstünde "tanrının bir parçası" idi.

Çankaya'daki Cumhurbaşkanlığı konutundan zaman za­man şehre inerdi İsmet Paşa. Ya bir konser ya da yaverlerin­den birinin üzerine kayıtlı atının yansını izlemek üzere hipodro­ma giderdi.

Halk, İnönü'nün yüzünü görmezdi. İnönü yerine, egemen CHP'nin elleri dilediği zaman halkı okşar, yerine göre sıkardı. İnönü'yü halk, bu yöntemle görmüş sayılırdı sanki. İsmet Paşa eline, vücuduna dokunulmazlığıyla bizden ayrı yaratılmış bir başka dünya idi. Belki evrenin bir parçasıydı ama, insanların yaşam için kaynaştığı dünyanın gerçek bir parçası değildi, ger­çeküstü bir varlıktı. Her sözü buyruktu. Aydınların bir kesimi, ozanlar, öykü yazarları, düşün insanları İsmet Paşa'nın yarattığı bu dünyanın, Türkiye'nin, Türk halkının gerçek dünyası olma­dığını söyler, aralarında tartışırlardı.

O yıllar, İsmet Paşa'yı kimse sevmezdi. Bizim gezindiği­miz ortamda İnönü'nün adı, korku verirdi. İnönü'den, olağan insanlarla yönetimden, eşitlikten, vb. söz edilirken, her ses tonunu alçaltırdı. Egemen insanların dışında, başkentin fes alıp veren çoğu kesiminde olumsuz tepkiyle anılan İnönü beyaz "özel trenine" biner, yurt içinde geziye çıkar, hat aralıklarla dizilmiş askerlerce güvenliği sağlanırdı.

"Milli Şefe dayalı haberlerde gereken özeni göster yen gazetelerin Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nün buyruğu ile kapatıldığı günlerin anısı henüz tazeydi". [Arcayürek, Cüneyt; Açıklıyor-1, İstanbul 1983, s.28-29-30.]

"Atatürk sevgisine alışmıştık. Tek tarih kitabı okuyor, tek siyasi bilimler öğreniyorduk. Tarih bizim için, orta Asya'da gelen Türklerin dünyaya yayılma serüveni idi. Bütün padişahlar hain, tarihte büyük işler yapmış uluslar da, adı ne olursa ol sun, kökleri Türk olan kavimlerdi. Şimdi Tarih Kurumunun pa­tenti altında bulunan bu tarih kitapları ortadan kalkmıştır. Ardından ortaokullarda, liselerde bir de "İnkılap Tarihi" okurduk. Bu da, bütün emperyalist ve kapitalistleri yenen öfkeli generallerin öyküsüydü. Bunun dışında ne bir bilgi vardı, ne de bir görüş. Pullardan, paralardan Atatürk'ün adı ve resmi kalkmağa, yerine İsmet Paşa'nınki konmaya başladı. İsme Paşa'nın bilgili ve Avrupai bir insan olduğu düşüncesi yayıl­maya başlandı. İsmet Paşa fizik dersi alıyordu, kimya öğreni­yordu. (Demek İsmet Paşa'nin bilimle ilgisi vardı.) İsmet Paşa keman dersi alıyordu. (Demek İsmet Paşanın sanatla ilgisi var­dı.) İsmet Paşa İngilizce çalışıyordu. (Demek İsmet Paşa Batılı idi) kulaklarımız bu sözlerle doluyordu". [Kemal, Mehmet; Türkiye'nin Kalbi Ankara, İstanbul 1983, s. 199-200]
"İsmet Paşayı net çizgilerle Üniversite kampında gördüm. Ata binmiş, çoluk çocuğunu da atlara bindirerek, gezmeye çık­mıştı. Ardında at üstünde Mevhibe İnönü, Ömer İnönü, Erdal İnönü ve Özden İnönü, yaverleri ve seyisleri. Biz kampın ye­meğini sevmiyorduk. Karavanlar, toprak üstüne yere serilmişti. Boykot etmiştik. İşte o sırada İsmet Paşa geldi. Öyle sevinmiş­tik ki, bize arka çıkacak, bizden yana olacak, bize bu pis karavanaları yedirenlere çıkışacak sanıyor, seviniyorduk. Sordu, so­ruşturdu. Boykotumuzu öğrendi. Attan indi. Hışımla bizden ya­na döndü. Çizmesinin ucuyla yerdeki karavanaya dokundu.
-Ya bunu yerler, ya da aç kalırlar... dedi.
Böyle, dedi mi, demedi mi, ama öğrenciler arasında İs­met Paşa bir kurtarıcı değil, bir diktatördü. Artık ondan korkmaya başlamıştık. Atatürk düşüncesinde de, sevgiyle karışık bir korku duygusu vardı. Fakat bunda iyice korku hakim olmuştu".[ Kemal, a.g.e., s.200-201.]
İnönü, hem CHP Genel Başkanı, hem de Cumhurbaşka­nı... Ankara savcısı da, Hikmet Bayur her "Bay İnönü" dedi­ğinde Cumhurbaşkanına sövgü maddesinden ceza yasasına gö­re bir kovuşturmaya geçerdi. Bayur mebus olduğu için ona do­kunan olmazdı. Ama ben haftada birkaç gün Anafartalar'daki Adliyeye tırmanırdım. 1950'de DP'den Ankara Milletvekili olacak olan savcı da durmadan ifademizi alırdı. Kolay mıydı İs­met Paşaya o dönemde Bay demek, ama Hikmet Bayur diyor­du ve ceremesini biz çekiyorduk.
Başsavcı Kemal Bora vardı; bir gün o çağırdı:
"Yahu, çıkarsana adamın makalesinden şu bayları... zin yüzünüzden Çankaya'dan boyuna zılgıt geliyor..." di".[ Kemal, Mehmet; Türkiye'nin Kalbi Ankara, istanbul 1983, s.228.]
Atatürk, İsmet Paşa için;
"Onun karnında elli tilki birbirini kovalar, ama hiç ötekinin kuyruğunu yakalayamaz. " [ Kinross, Lord; Atatürk, 3. Baskı, İstanbul 1981, s.19.]

Kaynak: Mehmet KAFKAS, Geçmişi Bilmek 1,İzmir-1994


TÜRK-ARAP MÜNASEBETLERİNİN BOZULMASI

Bildiğimiz gibi I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti, Almanya-Avusturya ve Bulgaristan ile müttefikti.
Mehmet Akif, Arap şeyhlerini İngilizlere dönmekten vazgeçirip Osmanlı'ya kazandırmak için Arabistan'a yollanmış. Dö­nüşünden sonra, bir ara Almanya'ya giderken yolda Viyana'ya uğramış. Şehre varmış ki ne görsün; olanca kilise canlan ver­yansın çalıyor; şehir velvele içinde. Akif içinden, "E, hadi baka­lım, her halde ya biz ya da müttefiklerimiz bir zafer kazandı da onu kutluyorlar." demiş. Ama soracağı da tutmuş. Aldığı cevap şu: İngiliz General Allenby Kudüs'e girdi. Onu kutluyoruz [Berkes, Niyazi; İslâmlık, Ulusçuluk, Sosyalizm, 2.baskı, Ank. 1979, s. 18.].

Bu hâdise Osmanlı'nın Hristiyanlar tarafından aldatıldığı­nın bir delilidir. Bir tane daha:

Arap bağımsızlık hareketi yavaş gelişmekteydi. Doğmakta olan politik nitelikteki bu Arap hareketinin liderlerinin çoğu Hristiyandı[Mansfield, Peter; Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, Çeviren: Nuran Ülken, İstanbul 1975. s: 30.].

Buyrun bir tane daha:
Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi Arap milliyetçiliğinin ilk ocaklarından biri oldu. Bu misyonerlerin bugün en son temsil­cileri bile, Araplan Türk boyunduruğundan kurtarmada kendilerinin ne kadar büyük rolü olduğunu kıvançla hatırlarlar [Berkes, a.g.e., s. 22] .
Kitapta geniş olarak okuyacağınız bizim ve Arapların ceha­letine bir kaç misâl vermek' istiyoruz. Böylece siz muhterem okuyucular, henüz kitabın başında Türk-Arap ilişkilerinde Hristiyanlık kadar cehaletin de önemli yer tuttuğunu göreceksiniz:
Şevket Süreyya Aydemir, İngilizlerin şöyle bir düzmece oyun ile Arapları kandırdığını anlatır. Bu uydurma propagan­danın az da olsa etkisinin görülmesi, o günkü cehaleti ortaya koyması bakımından çok ilginçtir.
İngilizler, "Araplara yalnız silâh, para ve diğer yardımlarda bulunmazlar. Aynı zamanda propaganda malzemesi de kullanı­lır. Ve isyancılar bu propaganda malzemesini, omuzlarında bayrak gibi çöllere taşırlar. Meselâ şunları verelim:
Muhyiddin-i Arabî, bir Arap bilgini ve mutasavvıfıdır. 1165te doğmuş 1240'ta vefat etmiştir. Kabri Şam'dadır. Yani altı yüzyıl evvel yaşamıştır. Ama tam Arap isyanı sırasında ortaya onun bir kehâneti yayılır. Buna göre; “birgün bir "Ennebi" gele­cektir.”
"Ennebi-El Nebi" Peygamber demektir. Demek ki bir Peygamber beklenmektedir. Bu müjde şöyle tamamlanır: Bu peygamber Mısır'dan çıka­caktır. Nil suyunu Sînâ çölüne akıtacaktır. Ve Araplık, o zaman kurtulacaktır. Hem de Ennebî, artık zuhur etmiştir. Yani çık­mış, görünmüştür. Bu "Ennebî", Mısır'daki İngiliz kuvvetleri Başkumandanı ve İngiliz Mareşali Allenby'dir.
Bu isim, Arapça alfabe ile ve eski Osmanlıca'da da olduğu gibi "Alnebi" olarak yazılır. Arapça'da "Ennebî" "El-Nebî" olarak yazılır. Nil suyu da Sînâ çölüne ulaşmıştır. O halde Arapların kurtuluş saati de çalmıştır. [Aydemir, Ş. Süreyya; Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa, istanbul 1978, c. III, s. 290-21.]
-Elbetteki Muhyiddin-i Arabî bu şekilde birşey yazmamıştır. Ancak o günün (1915) şartlarında buna inananların varolabile­ceği İngilizleri bu oyuna sevketmiştir.
Cemal Paşanın yaveri, sonraları Atatürkçü Falih Rıfkı Atay 1916da Enver ve Cemal Paşa'larla Peygamber Efendimiz'in ravzasını ziyaret ederler. Namaza dururlar. Bazı fakir Araplar namaz esnasında su satarlar, almalan için zorlarlar. Namaz esnasında suyu içip para verirler[Atay, Falih Rıfkı; Zeytindağı, İstanbul 1981, s. 55-56.]. Hem bizden hem Araplar'dan cehalet. Bu insanlar elbette aldatılabilir.
İttihad ve Terakki Partisi'nin 1909'dan sonra Araplara yö­nelik politikaları hatalıdır. Meselâ Arapların din eğitimi dışında­ki eğitiminde, Türkçe mecburiyeti getirilmiştir [Mansfield, a.g.e., s. 46.]. Anlamsız ve de kritik günlerde Arapların tepkisine yol açmıştır. Bu da İngilizle­rin maksadına yönelik sonuç veriyor.
Herşeye rağmen birçok Arap, I.Dünya Savaşı'nda Osman­lı'nın yanında yer alıyor. Meselâ Mart 1917 Gazze savunmala­rında Türk ve Arap askerleri beraberce kahramanca savaşıyor. [Cemal Paşa; Hatıralar. 4. Baskı, İstanbul 1977, s. 230.]. Böyle olsa da oyun tutmuştur. Osmanlı yıkılmış Araplar İngilizlerin yanında yer almıştır.

İNGİLİZ'İN TÜRK DÜŞMANLIĞI

İngiltere Başbakanı Lloyd George, Türkler hakkında şunla­rı söyler: "Bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların eti­ne işlenmiş bir yara..." [Avcıoğlu, Türkiyenin Düzeni., 1.Kitap, s. 35.]. Başbakanları böyle konuşunca İngiliz askerlerine gayr-i insanî davranmak gayet normal geliyordu, İngilizler Sina-Tilistin Cephesi'nde esir aldıkları Türk askerlerini Kahire sokaklarında çıplak dolaştırdılar, Halife ve İmparatorluğu tezyif için[Atay, a.g.e.. S: 105..] Lloyd George, Kudüs'ü bizden alan Allenby için; "General Allenby'in adı, Haçlı seferlerinin sonuncusu ve en şereflisinin faili olarak her zaman hatırlanacaktır"[Avcıoğlu, Türkiyenin Düzeni., 1.Kitap, s. 35.]. Sh:38
1. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında bir İngiliz diplomatları söylüyor:
Meşhur casus Lawrence ise şunları söylüyor:
Bu alıntımız tamamen doğrudur. İngiltere'nin maksadını ortaya koymakla beraber İslâm'ın güzel bir prensibinide belirtmektedir. Sh:74

YAHUDİLERİN TUTUMU

Ayrı bir konu olduğu için burada arz edemeyeceğiz, ancak biliyoruz ki II. Abdülhamid döneminde Yahudilerin arzularına gem vurulmuş, kendilerine itibar edilmemişti. Yahudiler II. Abdulhamid'i tahtan uzaklaştırmakla Filistin topraklarında yerleş­me, sonrasında da devlet olma merhalelerine ereceklerini biliyorlardı. Bu sebeple de Jön Türk denilen grubun içerisine sızmışlar, İttihat ve Terakki ile bu maksatlarına ulaşmışlardır. Nitekim; "Arapların Jön Türklere gösterdikleri tepki, başlangıçta olumlu oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde önemli bir yerleri yoktur, "çoğu subay" birkaç Arap cemiyete girmiş ve lider­li ile yanyana çalışmışlarsa da bunu Arap milliyetçileri olarak değil, Osmanlı vatandaşı olarak yapmışlardı. Aslında bu hare­ket içinde Osmanlı Yahudileri, Araplardan çok daha önemli rol oynamışlardı" [Mansfield;a.g.e,s.92.]
I. Dünya savaşında Nablus ve Gazze savaşlarını Yahudilerin ihanetleriyle kaybettik. [Ünal,Tahsin,TürkSiyasiTarihi1700-1958,5.Baskı,Ankara1978,s.447].
Genelkurmay Başkanlığı bir yayınında Filistin'deki Yahudi ihanetleri hakkında şunları söylemektedir:
"Filistin'de Siyonizm cereyanına taraftar bazı Musevilerin Osmanlı egemenliğini bozacak gizli örgütleri olduğu bilini­yordu. Yapılan araştırma sonunda, birçok belgeler hükümetin Bu kuşkusunu doğrulamıştır. Bu gizli örgütün özel postası, mahkemesi, bayrağı ve doğrudan doğruya devletin egemenliğiyle ilgili diğer faaliyetlere rastlanmıştır. Bunun üzerine kesin tedbirler alınmış ve belirli bir süre içinde Osmanlı uyruğuna geçmek isteyen Fransız, İngiliz ve Rus musevileri yurt dışına çı­karılmıştır"[ GenelkurmayBaşkanlığı, ...Filistin-SinaCephesi, c.IV,Kısım,s.6-7].

HATALAR

Araplar'ın Hataları

Araplar İslâmiyet'le birlikte devamlı yükselmişler, inanılma sı zor bir zamanda büyük medeniyet sahibi olmuşlardır. Sebep İslâmiyet'e uymalarıdır. Yani Allah'ın dediklerini yapmalarıdır.
Araplar 1916'da Osmanlı'ya isyan etmişlerdir. Osmanlı kadar hatalı politika izlerse izlesin Hristiyan dünyasıyla birli halifenin ülkesine karşı gelinmemeliydi. İsyanın sonunda Araplar Batı'nın, özellikle İngiltere'nin kontrolüne girmişler 1945'e kadar durum bu şekilde kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyet Rusya'nın etkisi görülmeye başlamış birçok Arap ülkesinde başta Irak, Suriye ve Mısır'da komünizm hızla yayılmıştır. 1970'lerden itibaren çeşitli sebeplerle bu sefer de yine Batı taraftarlığı başlamış ve günümüze gelindiğinde koca Ortadoğu Amerika'nın kontrolüne girmiştir.
Araplar birleşmiyor. Başlarındaki diktatörler sırtlarını Batı ya da Sovyet'e dayamışlar, Batı'nın ahlâksızlıklarını yaşıyorlar. Araplar bunlardan kurtulduğu zaman birleşebilecektir.
Araplar kendi tarihlerini, Osmanlı ile olan münasebetlerini Batı tarihi ile okumaya son vermelidirler.

Türkler'in Hataları

Türkler'in yani en büyük hatamız; Batı'ya, Batı kültürüne yönel­ik, Batı'nın öğrettiği haliyle 1916 için Araplar'a kırılmak, onları ağır biçimde suçlamak ve yöneticilerimizin çoğunun İslâmlamiyein dostluk ve kardeşliğinden uzak olmalarıdır. Dış politikamızda izzet-i nefsimizi bir kenara bırakarak, Amerika'nın yörüngesine girmek ayrı bir hatadır. Aslında bütün mesele; hem Türkler'in hem de Araplar'ın İslâm olmayışıdır. Ne kadar yazılırsa ya­zılsın, meselenin bilinen bütün boyutları ne olursa olsun İslâmiyet bu hususda mihenk taşıdır. Türkiye 1949'da olduğu gibi birçok kereler Amerikan doları için Arapları yalnız bırakmıştır.

ORTADOĞU'NUN HUZURSUZLUĞU

Osmanlı sonrasında Ortadoğu'da büyük bir huzursuzluğun Vıişandığı açıktır. Önce İngiliz ajanı Ağa Han'ın sözlerini aktaralım:
"Türkiye, zamanında tek bağımsız Müslüman ülke olarak dünyada yalnız başına ayakta durabilmiştir. Bütün eksiklerine rağmen İstanbul'daki rejim, İslâmlığın dünyevî yüceliğinin gözle görülür kalıntısını temsil etmekteydi. Halifelik de bütün Sünnîler için büyük önem taşıyan bir bağ niteliğindeydi.
İslâm topluluğunun Türk İmparatorluğunun parçalanmasına karşı oluşu bir temele dayanıyordu. Bu temel, Osmanlı’ların Ortadoğu'nun çetrefilli siyasal gerçeklerini anlamış ve kavramış gerçek devlet adamları oluşuydu" .[ Mansfield;a.g.e,s.92.]
Osmanlı'nın lslâmî politikası vücudu saran bir ruh gibi Ortadoğu'yu içine almıştı. Ortadoğu'da Osmanlı yani lslâmî politika çekilince, milliyetçilik, sosyalizm gibi kavramlar ortaya çıkmaya başladı. Kargaşa doğdu. Batı sömürü yansına ve kavgasına girişti. Osmanlı bu bölgeye herhangi bir karşılık beklemeden herşeyini verdi. Onun yerini arz ettiğimiz gibi hayasızca yapılan sömürü kavgası aldı. Sh: 138

Kaynak: Mehmet KAFKAS, Geçmişi Bilmek 1,İzmir-1994


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar