GEN-X -KAYIP İNSANLARIN İNANÇLARI
Cinsellik,
toplumu öncelikle ilgilendiren olgulardan biridir. İçtimai durumda kimliğimizle
ilgili sorunun cevabı genellikle cinsel kimlik ekseninde karşılığını
bulmaktayız. Öyle ki cinsiyet sınıflandırmasına henüz sokulamayacak konumda yer
alan bir bebeğin bile (erkek olsun gibi) toplumda bir huzursuzluğa neden oluşu
çok güzel örnektir.
Cinsellik
hormonların etkisi altındadır. "Androjen" de belirli bir
hormon grubuna verilen isimdir. Ancak günümüzde, içtimai cinsiyet rollerini ve
göstergelerini taşımayan ve hatta karşı cinsin özelliklerini de barındıran
kişiler için kullanılmaktadır.
Türkçede
"erkeksi kadın" ya da "kadınsı erkek" için
kullanılan yunanca kökenli "Androgynous" ise 'Aner' (erkek) ve
'Gyne' (kadın) kelimelerinden türemiştir ve "hem eril hem dişil
özellikler gösteren" anlamına gelmektedir.
Günümüzde
medya, sinema gibi, içtimai norm ve değerleri yeniden üreten kurumlar, androjen
karakterlerle giderek daha fazla ilgilenir görünmektedir. 1980 öncesinde, Batı
toplumlarında dahi "öteki" olarak değerlendirilen “androjen
erkekler” in dahi yurdumuzda dahi sayıları artmıştır.
Teoride,
aile yapısı ve cinsiyet gelişimi psikanaliz kuramları çerçevesinde ele
alındığında cinsiyetin oluşmasında en önemli aracın önce aile sonra çevre
olduğu söylemektedir. Konu hakkında Rene Girard; "Öznenin Öteki'nde
suçlu bulduğu her zaman kendi arzusudur, ama bunun farkında değildir" düşüncesi
de cinsiyet gelişiminde etki ettiğini varsayabiliriz. Kişinin gördüğü
eksiklik, bir yerde kendi noksanlığıdır. Bu sebeplerle Androjen tipleri "öteki"
olarak kabul edip, ilgili teoriler eşliğinde söz konusu toplumun arzuları
belirlerken, daha çok erkekliğin andorojenleşmesi ile kadınında ister istemez
değişime uğraması toplumun "Görsel
Haz ve Anlatı anlayışında" bilinçdışını karşı cins olarak yalnızca kadınlığı
öne alarak eril vasıfları yok etme yoluna yönelmesinde, "Erkekleşme bir
doğrultuda değişen kadın temsilinin nedeni, erkeğin androjenleşmesi olabilir
mi?" sorusu akıllara getirmektedir.
C.G.
Jung:
"Her
erkek, içinde, o ya da bu kadına ait olmayan sonsuz bir kadın imajı taşır. Bu
imaj özünde bilinçdışıdır ve erkeğin organik sistemindeki asıl kadın biçiminin,
yani bir arketipin, ırsî bir unsurudur. Aslında bu imaj, kadınlığın tüm geçmiş
deneyimlerinin ve o güne dek kadınlığın bıraktığı izlerin bir birikiminden
oluşur. İmaj bilinçdışı olduğu için sevilene bilinçsizce yansıtılır.”
Bu
varsayım Havva Validemizin yaratılışında Adem
aleyhisselâmın bir sebep yerinde olmasından dolayı mı, kadın erkekleşmek
istemektedir, diye düşünebiliriz.
Bahsedilen
sebeplerle androjen özelliği gelişmiş nesil, hayatın belirsizlikleri ve
çelişkilerine karşı kendilerini serbest bırakmaları, aidiyetin başka bir yerde
olduğu inancıyla bedeviliğe yönelmeleri ve içsel sorgulamalarını içeren
karakterlerle toplum düzeninde erkek erkekliğinden kadın kadın kadınlığından kaçmaya başlayınca Gen-X:
Kayıp Nesil (kimliksiz) diyeceğimiz kişileri
oluşturmuştur. Bu nesiller şartlar gereği daha sonra bir üst
kategori olan sorumluluk düzeyine geçince de, bir alt nesil karşısında da
kendileri rahatsızlık duyup şikâyetçi olmaktadırlar. Düzenli hayat insanın
fıtrat gereği olan bir isteğidir. Gen-x neslinin, yerleşke bir hayat
sürememesi, bir eve ve düzenli bir işe sahip olamaması ve bir sorumluluktan
kaçar hale gelmesi de ayrı bir sorundur.
Toplumda
hayatın yerleşik düzeni bulması karakter sahibi olmakla eşdeğerdedir. Bunun
için yerleşme karakterini kaybeden nesil göçebe bir hayat düşüncesine dalıp
bedevileşme ve yanında cehalet etkisinde kalışı sıkıntıya düşüşün habercisi
olmuştur.
Bedevilik
cahilliğin artışı ile doğru orantılıdır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin hicret ettiği Yesrib’ e Medine (şehir) demesi şehirleşme ve medeniyet
çığırını açmak içindir. Gen-x neslinde
ise bir yerlere ait olmadan yaşamını sürdürme isteği bedeviliğin (cahilliğin)
bir göstergesidir. Gen-x neslinin göçebeliği tercih etmesi, herhangi bir yere
ait olmadığından emin olsada, nereye ait olduğunu da bilmemektedir.
Zamanımızda
Gen-x neslinin medya, televizyon gibi iletişim araçlarının yönlendirmesine
maruz kalarak büyümesi, hayali kurgulara, reklâmlara ve gereksiz bilgi
bombardımanına, dolayısıyla da ben merkezli hayat tarzını kutsayan temsillere
hedef olmasına yol açıp toplum düzeni içinde yer almaktan kaçması yıkımın
başlangıcını oluşturmaktadır.
Yine bahsettiğimiz durumla
ilgili olarak düşünce dünyasında yeni nesil bir fikir adamı çıkaramayışı
altında belki en önemli sebep kimliklerin androjenleşmesi ve dolayısıyla
düşüncede oluşmuş Gen-X neslinin üretici olmaktan çok tüketici konuma
gelmesidir. Bu o kadar ileriye gitmiştir ki, geleneğin geleceğe hükmetmek
arzusu ile yeni hayat şekillerine uyumlu ve doğru kararlar üretilemeyip tabular
içerisinde boğulup kalınmaktadır. Örnek verecek olursak dinimiz açısından
düşündüğümüzde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi bulunduğu asırda bırakıp
günümüze getirmemekte de andorjenleşme ile oluşan kayıp nesil Müslümanları
oluşturmaktadır. Hayatî yerleşimde merkeziyet ve lider kaçınılmazlardandır.
Günümüzde ise Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem lider konumunda olmayıp,
hocalar, mezhepler, şeyhler, vb. lider konumunda olunca her şey bir çıkmazın
içerisinde yığılıp kalmıştır. Çünkü zihinlerde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem yıllar önce görevini yapıp gitmiştir, etkeni gizlice faaliyettedir. Bu
şekilde insanlar dar kalıplar içerisinde kalması ile çemberini kıramayan
Müslümanlar kayıp nesil kategorisini oluşturduklarından ezilen, sömürülen,
mazlum milletler derecesine düşmüştür. Çözüm üretemeyen veya üretmek için
gerekli olan düşünce kimliği (erkeklik-kadınlık) kaybolmuştur. Bir konu
üzerinde yeterli olabilmenin en önemli şartı sebep-sonuç, ilk-son,
geçmiş-gelecek, iyi-kötü…. gibi zıt karakter ve unsurları bağdaştırıp
harmanlamayı başarabilmektir. Eğer bugün Müslümanlar dünyada mazlum ve yetersiz
durumda oluyorsa bu ayrışmayı başaramayıp andorojenleşmesinden başka bir şey
değildir. Her kimlik yerinde ve sebebinde olmalıdır. Eğer bir konu hakkında
bir çözüm üretilmek istendiğinde tumturaklı ifade ve görüşlerle oyalanıp
duruyorsak, bu bizim diğerleri tarafından değil kendimizle
aldatıldığımızdır. Esaslı görüşlerden olan “her şeyi kendisiyle
yıkabilirsin” den maksat nesillerin köleleşmesi ve dumura uğratmak için dış
etkiye müracaat etmeye gerek yoktur, demektir. Eğer bir düşünce şahsi kimliğini
kaybedip andorojenleşmişse tahkikten çok, taklid konumunda kalmıştır. Bu ise
kaosun başlıca sebeplerinden biridir. Hz. Ali kerreme’llâhü veche buyurdu ki;
“Sakın Hakk´ı bazı
kişilerle bilip tanımaya çalışma;
Önce Hakkı´ı bil, sonra Hakk ehlini tanımaya çalış.”
Bu söz, insanların
bağıntısına ancak birileri ile bakmaktan vazgeçemediğinin delilidir. Allah
Teâlâ’nın “düşünün, akledin” demesi “şüphe edin, bu gerçekten doğru
mudur?” deyin demektir. Herkesin düşüncesini “mal bulmuş mağribi”
gibi kabul etmenin neticesinde hadımlaşmak zaruridir. Bu zarurette
köleleşmektir. Köle olmak ayağa zincir vurmak değil, düşünmeye ihtiyaç
duymayacak hale gelmektir. Düşünme ihtiyacını yitirmenin hayvanlaşma olduğunu
hatırlatmak isteriz. Benim hocam söylediyse doğru söyler gibi düşünceler
yanlıştır. Bugün herkesin bir üstadı hocası olduğunu düşünürsek, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem etrafındakilere sahabe (arkadaş) olarak muamele
etmesi ne güzel bir durumdur. Uhud Harbinde arkadaşlarına danışarak onlar için
vahim olacak bir durum olacak olsa da tabi olmuştur. Çünkü O, onları düşünen
kişiler olmasını istiyordu. Ancak her geçen gün Müslümanlar için bu usul
devam edememiştir.
Düşünenler (Ebu Hanife
rahmetüllah aleyh hakkında) “İslam’a zarar veren sapık mezheplerden birinin
mensubu” olarak nitelendirilmiştir. Buna benzer durumlarla Müslümanlar
kimliklerini kaybetmiştir. Çünkü düşüncelerini ya üstadlarının yazdığı kitap,
ya arkasına tabi olduğu hocası, ya peşinden gittiği şeyhi olunca Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemi unutulup gitmiştir. Çünkü müslümanın androjenleşmiş
iç dünyasında hiçbir şekilde İslam’ın emrettiği özgürlük kalmamıştır. İslam’ın
özgürlüğü Kur'ân-ı Kerim'de de açıklandığı üzere “onlar Allah Teâlâ ve
rasülüne tabi” olanlardır. Allah Teâlâ ya tabi olmak fıtrata ulaşmak,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme tabi olmakta fıtratın hikmetine sahip
olmaktır.
“Kurtuluşa erenlerdir” diye bahsedilenden
kimliğini bulan Müslümanlar olduğunu belirtmek isteriz. Öyle liderler vardır
ki, bir zaman sonra cemaat ona tabi olacağına o cemaatine tabi olmuştur.
Çünkü menfaatler ilişkisi onları düşünmeden ilkelerden alıkoyup,
donuklaştırmıştır.
Sonuç olarak; Kur'ân-ı Kerim
ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dışında bütün insanlar, düşünceler eleştiriye
açıktır. Eleştirmek için düşünmek, düşünmek içinde bilmek gerekir. Cahil
kalanlar için sömürülmenin huzur verdiğini unutmayınız.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar