GERÇEK-GERÇEKLİK
Gerçek ve gerçekliğin ne olduğu sorusu, tarih
boyunca insanın kafasını en çok kurcalayan konulardan biri olmuştur. Gerçeklik
üzerinde ilkçağlardan beri çok tartışılmış ve felsefenin ana sorunlarından
olmuş ve çok sayıda ve farklı yorum yapılmıştır.
En genel tarifiyle gerçek, somut bir
şekilde var olandır. Bu somut olarak var oluş; insanın bilincinden,
olayları ve nesneleri algılayışından bağımsızdır. Bununla birlikte insan,
yaşadığı ve algıladığı kadarıyla yetinmez ve “gerçek” olanı
bulmaya çalışır.
Gerçeklik ise, gerçek olarak var olan
şeylerin aslını ifade etmektedir.
İnsanın ulaşmaya çalıştığı şey, esasen tek bir “gerçek” olgu ya
da nesneden öte, bunların aslı yani “gerçeklik”tir. Gerçeğin “ne
olduğu” nu açıklamaya çalışan düşünürler, öncelikle gerçeğe “nasıl
ulaşılacağı” sorusunu cevaplamaya çalışmışlardır. İnsanlar, yaşadıkları
olayları, dünya ve diğer insanlar hakkındaki bilgi ve görüşlerini başkalarına
aktarmak ister. Gerçek/gerçekliğin bulunmasında sorunlar giderilmesinde “inanç”
mefhumu devreye girerek “olan/olmayan” nın sınırını kendi tayin
ederek birinin gerçeğini batıl, kendi batılını gerçek görür. Bu böylece devam
eder gider. Bu gerçek bilgisi de geleceği etkileyen faktör olur. Bazılarının
gerçek kabul ettiği bir zaman sonra gerçekliğini kaybedince geçmiş çöküşe
uğrar. Geçmişi çöken gelecekte artık ayakta duramaz.
[İslâm idealizmi, Hazreti Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin
Mekke'de yaşadığı, hicretten evvelki yıllar esnasında inen ayetlerin meali
içinde gelişti. İslâm ruhu bu devrede doğmuştur.
Hayatın pratik icapları ile mükemmel dünya adamı olmak arzusu içinde
doğan muvaffak olmuş bir gerçekçiliğin (realizm), sonraki yüzyıllarda İslâm
ruhunu hareketten durdurup menfaat ve muvaffakiyetlere tâbi kıldığını
görüyoruz, İslâm âleminin içten yıkılışı, böyle bir realizmin eseri olmuştur.][1]
Bir dönem yükselmenin sebebi olan gerçeklik başka bir dönem yıkılmada
etken olması kırılmanın olmasıdır. Mesela haricilerin Allah rızası anlayışı ile
Hz. Ali kerreme’llâhü vechenin Allah rıza anlayışındaki gerçeklik karşı karşıya
gelmiştir. Gerçek ile gerçeklik bir uyuşum içinde olmayınca kopmalar ve sonuçta
yıkılmalar olur.
Sonuçta bilginin gerçek açısından önemsiz
olmasıdır. Önemli olan ruhun geçmişten alarak geleceğe olan yaptırım gücüdür.
Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme Kafirûn süresinde “Sizin
dininiz size, benim dinim banadır.” [2]
emredilmesi bu sebepledir.
Gerçekliğin geçmişteki gerçeğin temeline
bağımlı oluşu ile gelecek kendini gösterir. Bu ise geleceğe yönelik tahminin
isabetli kararına eş değerdir. Bu ise iyi ve kötü olmaktan kurtulamaz. Bu
nedenle katığına haram ve kötülük karıştıranın bilgisi gelecekte de gerçeği
bulma ve isabet etme durumu olumsuzdur.
Düşüncesizce yapılan her hareketin bedeli
ödenmesi mecbur olan borç olur. Bu borç Allah Teâlâ ve kul katında muhakkak
tahsil edilecektir.
Geçmişini (şu an geçti) güzelleştiren için
geleceğin gülistan olacağını kim inkâr edebilir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar