GÖLGE OYUNUNDA TEVHİD DERSLERİ
Kukla ve gölge
oyununa İslâm’da özellikle
tasavvuf açısından yaklaşımlar da pek çoktur. Aslında bunların çoğu kukla için olmasına karşın
incelemeciler bunu daha çok gölge oyunu sanmışlardır. İslâm’a ayrılan alt
bölümde bu konuya yeniden döneceğiz, burada bir iki örnek vermekle yetinelim.
İlk Menzel’in
gösterdiği gibi, İran şairi Asadî’nin oğlu Asadî 1066’da tamamladığı Gerşasbname
adlı destanda Eflâtun gibi kukla ile evren arasında bir koşutluk kurmaktadır.
Burada dünya bir sihirbaz sanatçısının oyunlarına benzetilir. Bu sihirbaz
perdede görüntüleri göstermesini bilir. Gök kubbedeki gibi kimi siyah kimi sarı
iki perdede görüntüler durumunda
her türlü canlıyı gösterir."
İran’da kuklanın
varlığı üzerine en eski belge EI-Gazzalî’nin (ölümü 1111) İhyâ-ül-Ulûm'ud Din
dur. Burada Gazzalî nasıl gecenin karanlığında kuklacı iplerini
çektiği bezden yapılmış kuklaları oynatıyorsa insanoğlunun hareketleri de bir
üst evrenden öyle yönetilir, diyor. Gazzalî eserini Arapça yazmış olmakla
birlikte İranlıydı, ömrünün çoğunu İran’da geçirmişti. Gerçi bu benzetişi Yunan
yazarlarından almış olabilirse de aşağıda göreceğimiz gibi İranda gece
oynatılan hayme-i şebbazî adlı ipli kuklayı tanıtıyor.'
Feridüddin
Attar’ın (ölümü 1220 veya 1229) Üştürname adlı mesnevisinde de,
kukladan mı, gölge oyunundan mı söz ettiği açıkça belli olmayan,
tartışmalı, bir parça. vardır. İlkin Prof.
Jacob’un değindiği, sonra aslını
ve çevirisini yayınlayan Profesör
Siyavuşgil, burada sözü geçen
oyunun gölge oyunu olduğunu
ileri sürmüştür. [Sabri Esat Siyavuşgil, Karagöz.
Psiko-sosyolojik bir deneme, (İstanbul), 1941, ss. 27-28; Aslında Üştürname
üzerine ilk bilgiyi çeken Jacob olmuştur.]
İslâm
Ansiklopedisi'nin Türkçe baskısında da bu görüşü benimseyen Profesör Ritter daha
sonra aynı ansiklopedinin İngilizce baskısında bunun bir bir kukla oyunu
olduğunu ileri sürmüştür. Zaten bununla
ilgili bölüm okununca
bunun bir kukla
olduğu açık seçik
ortadadır. Bu parçaya göre
usta, bir bilge
bir kukla oyuncusu
Türk asıllıydı. Nakkaşlıkta üstüne
yoktu, nereye gitse
orada sanatını gösterirdi. Tuhaf
renklerde görüntüler yapar, bunları
kendi başına oynatırdı.
Her yaptığı kuklayı
zamanla bozar, yenisini yapardı. Her kuklayı alacalı renklerde ve her birini değişik yapardı.
Oyunu için yedi perde yapmış, her bir
perde renkler ve
resimlerle bezenmişti.
Ritter'e göre İran
tasavvufî şiirinde zalimlik ve kâfirlik Tanrı’nın niteliklerindendi.
Türkler de böyle görüldüğü için burada Türk bir Tanrı
simgesi olmuş oluyor. Yedi perde yedi iklim veya yedi göktür. Kukla
oyuncusunun yedi perdesi ve yedi yardımcısı vardır. Kuklacı kendi yarattığı
kuklaları kırar, perdeyi yırtar, yardımcılarını da gizini öğrenmemeleri için
dört bir yana gönderir. Bu tıpkı Tanrı’nın yaratıklarına son vermesi gibidir.
Tanrı’yı boşuna arayan mürid sıra ile yedi
perdenin önüne geçer. Eserin aslında kuklacı için perdedarî,
görüntüler için suret sözcükleri kullanılmıştır. Kukla yoluyla bu türlü
benzetişler yapmış başka Iran şairleri vardır, örneğin Nizamî (1141-1203) Mahzen-ül-esrâr adlı
eserinde insanoğlunu bir perde
gerisinde kuklacının (lu’betbâz)
yönettiği kuklalara benzetiyor.
Bu açıklamalardan
sonra özellikle nasıl Karagözcün tasavvufî bir yanı varsa, kuklanın da böyle
bir tasavvufî anlamı olduğunu göstermek için Hüseyin Vâiz
Kâşifi'nin (ölümü 1504) Fütüvveinâme-i Sultanî adlı
eserinden kukla ile ilgili bölümü alalım.
Buna göre kukla
oynatanlara lu’betbâzan denmektedir, dervişler bunlar üzerine çeşitli yorumlar
yapmışlar, birçok gerçekleri anlatmışlardır. Bunun tasavvufî anlamını
belirttikten sonra bir kimse “ bir gün kukla oynatanların meclisindeydim” diyor. Bir çadırın altında bir
adam oturmuştu, ellerinde iki insan yüzü vardı. Bir yüze erkek sesiyle soruyor,
ikinci yüze de kadın sesiyle cevap veriyordu. Her iki ses de birbirleriyle
tamamen ayırdedilecek biçimde konuşuyordu. Bu konuşma kimi kavgaya dönüyor,
sonra yeniden barışıyorlardı. Bunca konuşma çadırın için de saklı olan tek
adamın ağzından çıkmaktadır. Benim şaşkınlığımı gören bilge bir kişi bana
dedi ki :
“ Sen bunun ciddiyetten uzak
bir oyun
olduğunu sanma. Bütün bu oyunların arkasında bir gerçek
yatıyor.”
İşte buradan anlaşılıyor ki, kuklalar hareketlerimizin tıpkısıdır. Bu tevhid'in
birinci aşamasıdır ki
buna hareketlerin görünmesi, belirmesi derler. Dervişe
bir gerçek belli olur ki Tanrı’nın izni olmadan
hiçbir hareket taklit edilemez. Hareketlerin
bir anlamı vardır. Dış evren bir oyuncağa benzer, bu oyuncağın hareketi büyük
bir us tanın elindedir. Hayyam’m bir rübaisi
“ Biz Tanrı’nın elinde oyuncak
kuklalarız.
Bu bir gerçektir, mecaz değildir.
Bir gün birkaç kişi geldik,
rollerimizi oynadık,
gene birer birer yokluk dünyasına
döndük”
der. Bu da
gösteri yor ki sessiz, kımıltısız, ruhsız varlıklar ki dilleri yoktur,
yaptıkları hareketler karşısında insan konuşan ve hare ket eden yalnız
onlardır sanıyor. Oysa hareket ettiren ve konuşan başkasıdır. Mevlâna’nın bir
şiiri de bunu gösterir :
“ O ustalıkta
bir ateştir, bense bir putum, ben onun yaptığı şey olurum ancak.
Eğer beni
şarap testisi yaparsa testi olurum, eğer beni hançer yaparsa hançer olurum,
eğer beni
ırmak yaparsa su veririm, eğer beni ateş
yaparsa yakarım.”
Kukla oynatmak
için çadır ve pişbend [= önlük]
gereklidir. Çadırla gündüz, pişbend'le gece oynanır . Pişbend bir
sandığa derler ki onun önünde hayalî bir oyun oynanır. Gündüzleri el
hareketleriyle oynanır, geceleri de iple. Eğer çadır neye yarar diye
sorarlarsa, o zaman diyeceksiniz ki “ o her defasında başka bir kukla olan aynı insana benzer.”
Pişbend neye
işarettir diye sorarlarsa :
“ Bu da
insanın kalbine benzer ki bütün acaip ve tuhaf
şeylerin saklı olduğu bir sandıktır.
Her zaman değişen istekleri anlatır. Onun için
ona kalb derler ki bu da değişik hareketleri anlatıyorsa,
Tanrı da kalb
gibi yaşamın sandığını harekete geçiriyor.
Tanrı’nın gücü
olmazsa, kalb hareke te geçemez.”
Bu kukla oyununun
anlatılışında ipli kuklanın gece oynatıldığını, oynatmak için bir çadır
bulunduğunu, oyunun tasavvufî anlamını buluyoruz. Burada ilginç olan pişbend
deyimidir. Aslında önlük, perdelik
anlamına gelen bu deyim metinde
sandık anlamına gelmektedir. Attar’ın Üştümamesi’nde de kuklacının kuklaları
sandığa attığı söylenmektedir.
Nitekim İbn-ül
Arabi’de XIII. yüzyılda bu oyunlarda bir öğrenek yanı bulmuştur. Perde
arkasında oynayanlar yapıntı belirtilerdir, bu onların gerçek biçimleri
değildir. Seyirci gerçek olmayan bu görüntülerin ardında Tanrısal gerçeği seyre
dalar, aynı zamanda tıpkı bu görüntüleri oynatan
hayalci gibi Tanrı’nın da insanları böyle yönettiğini
kavramış olur.
Nitekim tasavvuf
da gölge oyununda kendi görüşlerini açıklamak için bir dayanak bulmuştur,
örneğin XII. yüzyıldan Ömer Ibn-ül Fârız Ta’iyet-el-Kübrâ adlı eserinde
insan ruhunu, görüntüleri perde arkasında oynatan hayalciye, perdedeki
görüntüleri ise bedene benzetmiştir. Perde kalkınca ger çek olarak yalnız oynatan kalacaktır,
böylece ruh ile Tanrının bir olduğu meydana çıkacaktır.
Ebussuud
fetvaları içinde ikisi gölge oyunun bu öğrenek yanı vurgulamaktadır. Bunlardan
birisi şöyledir :
“Mesele :
Hayal-i zili için ba’zı ehl-i basiret
“ Raeytu hayâl al-zıllı
ekbera ibratın
Limen huva fi ilmil-hakikatı râkî
Şuhûsun ve eşbâhun temerru ve tankadi
Vetefna serian vel-muharriku bakî”
demiştir. Hem “ mahall-i
ibrettir”
deyu buyurduğu vâkî midir?
El-cevab : Vâki’dir, erbâb-ı besâir-i selîmeye ibret-i acibedir.”
Bir başka
Ebussuud fetvası ise şöyledir :
“ Mesele : Bir
gece bir meclisde hayal-i zili oyunu getürilüp imam ve hatib kimesneler seyr
eyleseler azle müstehak olurlar mı?
El-cevab : Eğer ibret içün nazar idüb ehl-i
ibret fikri ile tefekkür itdilerse
olmazlar.”
İlerde göreceğiz
Karagöz’deki perde gazellerinin her birinde bu türlü simgesel yorumlar
yapıldığı gibi, ayrıca gölge oyununun bu öğrenek ve eğitimsel işlevi üzerinde
durulmaktadır. Asya gölge oyununda da gerek şairler, gerek gölge oynatıcıları
bu türlü simgesel anıştırmalar, orunlamalarda bulunmuşlardır. Söz gelimi
Cava’da şairler voayanğ*ı şiirsel
anıştırmalarda kullanmışlardır. Bunlardan birisi :
“ gerçi gölgeler gerçekmiş gibi
görünürse de, insanların duygusal itkilere susamışlığı gibisinden birer kuruntu,
birer sanrıdır.” diyor.
Thailand'ın Nang
Yai temsilinde bizim perde gazeli ne işlem bakımından benzeyen dizeler okunur.
Bunlar üç kümedir. Birincisi Krala, ve oyunun kahramanı Rama’ya saygıdır,
ayrıca inek derisinden nasıl bir nang tasviri yapıldığını anlatır. İkinci
kümede risfti’den (çilekeş) başarı istenir, Budha’nın erdemleri sayılır, bizim
Şeyh Küşteri gibi gölge oyununun
kurucusu olduğuna inanılan kral Anidrud’a,
ormanların, akar suların ve dağların
ruhlarına ve gölge oyunu ustasına saygıda bulunulur ve oynanacak Ramakien oyunu üzerine bilgi verilir. Üçüncü
kümenin bizim perde gazeline benzer yönleri vardır :
“ Seyirciler
izdüşümünü görsün diye
İnek derisi
tasvirler böyle sergilenir.
Eskilerin uğur
getirir dedikleri bu tasvirler
Bir yüzükteki
taşlar gibi seçkin ve güzeldir.
Ustanın söylediği
bir giziYaşlılar bize iletir,
Hükümdarın lütfü ile
Yenenleri utançtan
korur.
Yenilirsen,
yenilgiyi kabul et,
Yenersen, bize de öğret.
Ateşi hızlandır,
çabuk,
Meşale ustam.”
Çin gölge oyunu
temsilinde söylenen dizelerle bunların öğrenek gücünün çok yalın, azla çoğun
verilebildiği belirtilmektedir. Bu da stilize anlayışın gücünü göstermektedir.
Söz gelimi şu iki dizede olduğu gibi :
“ İki, üç kişi
bin kişilik bir ordu gücündedir
Bir kaç basamak
yüzlerce tepe ve ırmak aşmaya eşittir.”
Şu dizilerde de
sanatçının iki boyutlu bir düzlemde gücünü göstermektedir :
“ Bir parça sığır
derisi sevinir, öfkelenir, güler ya da sövüp sayabilir,
Bir çehre,
bağlılığı, hainliği, bilgeliği ya da çılgınlığı gösterebilir.”
Bir de gölge
oyununun başlangıcında anlatı ve öğ retide resim gösterme geleneği vardır.
Coomaraswamy, Cava’daki Wayang Beher'in Hindistan’daki gölge oyunu
chayanataka'dan çıktığını ileri sürmüştür.
Aslında Wayang Beher bir anlatıyı bir tomardaki resimleri göstererek
açımlama sanatıdır. Wayang Beher hiç bir zaman Cava’daki Wayang Purwa gibi
yaygın olmamıştır. Ancak ilerde Çin’e ayrılan bölümde göreceğiz, gölge oyunu
dramatik biçimine kavuşmadan önce gerek Budhacılar öğretilerinde, gerek hikâye
anlatanlar resim gösteriyorlardı. Bu aslında Uygur Türklerinde
de vardı :
Budha’nın
yaşamında oluntular, öğretici söylenceler, hikâyeler, kutsal kitaplardan
ezgiler, müzik eşliği ve bununla ilgili resim lerle gösteriliyordu. Bunlar hem
Sanskrit hem de Çin gösterilerine içerik bakımından benzemektedir. Nitekim
Maitreyasamit*yi yayınlayan Annemarie von Gabain, Ye ni
Ay şöleninde bu
metinlerin okunuşuna körünç
dendiğini, bunun ya
bir göstermelik ya
da pantomim temsili olabileceğini ileri sürmektedir.
Gene bu öğrenek
değeriyle ilintili olarak Asya gölge oyununda
ikicilik [dualisme] de
çok belirgindir. Söz gelişimi Güney Doğu Asya gölge oyununda
en önemli kay naklardan biri Mahdbharata*dır. Wayang'ta bu
simgesel ikincilik Pandawa’larla Kurawa’ların
çatışmasında görülür. Bu da
evrenin tüm eylemini verir, iyi ile kötü, aydın lıkla karanlık, gençlilikle
yaşlılık karşıt olmakla birlikte birbirleriyle tamamlanır, sonuçta
hepsi bütünü oluşturur.
Sh::26-33
Karagöz’ün de zelinde
oyunun bir öğrenek yeri olduğu felsefî ve tasavvuf anlamı, kurucusunun Şeyh
Küşteri olduğu belirtilmektedir. Ayrıca teknik bilgi de
buluruz : örneğin “ on iki bend ile bağlı” , “ on iki tîr
ile bağlı” deyimleri birer Bektaşî simgesi olabileceği bir yana ayrıca eski
Karagöz perdesinde ayna denilen beyaz kesimin çerçeveye dikilmeyip on iki ilik
düğme ile tutturulduğunu belirttiği gibi, “ çar gûşe hayme” ve “
çadır” deyiminin de kukla için olduğu
kadar Karagöz’ün perdesi için
de kullanıldığını göstermektedir.
Sh:120
Gene Gelibolulu
Âli, aşağıdaki satırlarda görüleceği gibi, hayal oyununu hayal-ı zili’dan
ayırdığı gibi, bunun tasavvufî anlamını da gene ayrıca belirtmekten geri
kalmıyor :
“Ve zıll-ı
hayâl oynadan, taklid-i takrirde arz-ı iktidâr iden yani ki verâ-el-hicâbda
yalnız söy leyen kendüsi iken eşhâs-ı mütenevviayı zuhûra getürüb söyleden
ustâd-ı mahirlerdir. Yani ki şeyh Şüşterî hazretleri vahdet-i vücud sırrını
hicâb-ı şuhûd verâsmdan gösterdiği gibi bu eş- hâsın nezâyiri suver-i muhtelifeden
izhâr eyleyüb mukallid-i bedâyi’ mezâhirleridir.”
Sh:262
VAHDET FELSEFESİ
Semai
"bitince Hacivat "Off,.. hay Hak!” diyerek perde gazeline
başlar, Mukaddime bölümünün önemli bir
Öğesi Hacivat'ın söylediği perde gazelidir.
Perde
gazellerinde Karagöz oyununun
bir Öğrenek yeri olduğu,
felsefî ve tasavvufı
anlamı, Kurucusunun Şeyh Küşterî olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, teknik
bilgi de buluruz. Padişaha övgü ve yakarıştan başka perde gazellerinde
genellikle şu düşüncelere yer verilir : Per dedeki güzellikler Tanrının
yarattığı biçimlerin simgesidir. Perde Tanrısal güzelliğin, Tanrı gücünün, Tanrısal gerçeğin görünmesini sağlar.
Dünyanın yaratılışının başlangıcını gösterir, evrenin varlığının ne olduğu
anlaşılır. Her kımıltı Tanrıdandır.
Gördüğümüz perdedir ama amaç onun arkasındaki
gerçeklerdir. Oynayanın kim, oynatanın kim olduğunu ayırt edemeyenler
için perde boş bir yerdir. Eskiden neler olmuş onu gösterir, öz ile
surete bakmalı, Tanrısal birliğin gizi o zaman açılır. Şeyh Küşteri bu perdeyi
dünyaya benzeterek kurmuştur. Perde dostlara karşıdır, gülenlere güller gibi
açılır. Mum yanınca gönüller aydınlanır, olgun kişi onun dış görünüşünden çok
iç görünüşünü sezinler. Görünen resme aldanmayıp onu çizen ressama bakmalı.
Seyirde eğlence arayanlara neşe, gerçeği görmek isteyenler için öğrenektir. Mum
sönünce kişiler yok olur, dünyanın sürekli olmadığı, geçiciliği ve ölümlülüğü
anlaşılır, çokluk perdesi ortadan kalkınca birlik, tek varlık Tanrı kalır. Bu
perde tarikata girmemişler için bir suretin resmidir, tarikattan olanlar, bilgi
sahipleri, gönül adamları için tanrısal gerçeğin kendisidir. Mum hakikat
güneşinin ışığıdır. Gök direksiz bir çadır oldu, perdede suret gösterdi. Bu mum
gölgesi Padişahın koruyuculuğunu göstermek içindir.
Bundan sonra
Hacivat secili (uyaklı nesir) bir anlatımla yakarır :
Huzur-i hazıran/cemiyet-i
irfan/vakt-i sefâ-yı yâranî/Lâindir, dinsizdir, münafıktır, biedeb- dir
şeytanî/Şeytana lânet/Rahmânın birliğine hamd-i bîgaayet!
Ol cenâb-ı rab-ül-enâm/şevketlû,
kudretlû, ke- mâl-i mahâbetlû Padişahımız Efendimiz Hazretleri ilâ
Yevmilkıyam/erîkepîra-yı ihtişam/ buyursun!
Ve bir beyit
okur. Bu beyitin çoklukla Hafız’dan, Ziya Paşa’ınn Terkibibendinden, Fuzulî,
Nedim, Nefi divanlarından alındığı görülür.
Bundan sonra, aşağıdaki satırlarda görüleceği gibi, kendine
kafa dengi bir arkadaş, arar, bu arkadaşta istediği özellikleri sayar :
Efendim! Demem o
demek değil!
Bu bendenize, bu
hakîr duacınıza eli yüzü yunmuş, elfâzı düzgün, sözü sohbeti tatlı bir
fasîh-ül-lisan yâr-i vefâ-şiâr olsa, geliverse şu mey- dân-ı pür-sefâya, Arabî
bilse, Fârisî bilse, bir az fenn-i şiir ü musikîye âşinâ olsa, o söylese
bendeniz dinlese, bendeniz söylesem o dinlese, oturan zevkperverân-ı kiram da
sefâyâb olsa! Diyelim : Bu gece işimizi Mevlâm rasgetire! Yâr, bana bir
eğlence, aman bana bir eğlence! Yâr, bana bir eğlence!
s:273-275
Karagözün
kendine bir dokunulmazlık sağlayan,
oyunun öğrenek değerini ve
tasavvuf anlamını belirleyen
perde gazeliyle, oyunun aslında çoğu kez tasavvufla hiç bir ilişkisi olmayan
oyunun tümünü koruyabilmiş, ona bir
dokunulmazlık
sağlayabilmişlerdir.
s.86
Şem-i bahtım yanmadan şulelenir perdemiz
Erbab-ı dikkat olana cilvelenir perdemiz
Perdeyi kaldır gözden hisse al sen bu sözden
Perdeyi sanma bizden kemâlattır perdemiz
Bu dünya zıll-i hayaldir bilmeyene bilmek muhal
Eyleme hiç kıl ü kaal göz önünde perdemiz
Çıkıp puş perdeden ben Hacı Evhad köleniz
Gelse ol çeşm-i siyahım handelenür perdemiz
Bezz’i yaranda bu bir zıll-ı hayale perdedir
Mucidinden bergüzardır ehl-i hale perdedir
Nice fehm eyler münevver perdeyi cahil olan
Dikkat eyle [ile] hal-i dünyayı misale perdedir
Sanat-ı Şeyh Küşteriyi kıl tefekkürle nazar
Lüb ı gah-ı alem-i ashabı kemale perdedir
Kâinatın rü ’y e ti âmalara kabil değil
Bu cihan ehl-i menazırı zılale perdedir
Sen de dikkatle bu şeb seyr eyle ey H ü s n i hayal
Kıssa-i ahvali maziyi misale perdedir.
Sanma ey dil (tehiy) ehli kemaldir perdemiz
Madengah-ı hakıkatta masaldır perdemiz
Sine-i mevzûn ile tasvirini seyrettirir
Meclisi safayab-ı ehl ile maaldir perdemiz
Kande varsa köşe-i uzlet nişin olmak diler
Hemdem-i erbab-ı irfana safadır perdemiz
Oniki bende bağlu perdenin çar köşesi
Alemi nakş eylemiş seyre sezadır perdemiz
Hemdem-i meclis Hacı Evhad ile Çeşmi siyah
Eyledi güftar ile zıll-ı hayaldir perdemiz.
***
Hayal-i zil yapılmıştır cihanda şekli hikmetle
Bu dünyanın misalidir bakılsa aynı ibretle
Safalı mürgdadır bir oyundu resmi suretle
Kavale temsili firkattir usuli nay u dümteke
Hele çeşmisiyah Hacı Evhadla mânada
Misali lü’be temsil eder bir tarzı hamiyetle
Demim haymede tuğyan eden bir arifi kâmildir
Hele bir seyr-i dikkat et çeşmi basiretle
Hayali bendeniz vasfeyledim dinle bu ahkârdan. ı
Huzur-ı haziran, cemiyet-i irfan yani şu bezm-i safay-ı ahzanda
işbu lubiyyata bil-ibtida :
Döndükçe çarhın parlak hilali,
Durdukça eflake layetenahi,
Sultan Reşadı ulvi hısali,
Tahtında daim eyle ilahi,
Kılsın münevver mihri kemali
Garbı, cenubu, şarkı, şimali.
manzume-i duasıyla tezyin-i zeban-ı müsabekat eylerim.
Gel meclis-i irfana âdab ile, erkân ile söyleş, şu beyti güzin
müeddasınca şu mepdan-ı müşa’şaaya her hali latif, etvarı zarif, musahabeti
tatlı bir yar-ı vefaşiar, bir refik-i gamküsar gelse, o söylese bendeniz
dinlesem, bendeniz söylesem teşrif edenler dahi safalansa, diyelim iş ne imiş,
mevlam ona agâh.
Hazreti Sultan Reşad adili danişverin
Pertevi ikbali itsün kâinatı müstenir
Mütezallil-i zıll-ı lütfi olsun alem-i afıtab
Perde ebr içre saçtıkça fürug dilpezir.
Kaynak: Metin
AND, Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu, İŞ BANKASI YAYINLARI- Ankara — 1977
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar