Print Friendly and PDF

GÜNÂHKÂRIM, AMA BENİM ALLAH’IM VAR



Yüce Âşkım
Ne Büyüksün
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

 Rivayete göre Allah Teâlâ Hz İbrahim aleyhisselâmı yer ve gökyüzündeki ruhlar âlemine muttali [bilgi edindiğinde] etti­ğinde görür ki bir kimse ağır bir günah işler. Ona bed­dua eder ve
"Ya Rab! Onu helak et" der ve helak olur. Başka biri daha başka bir günah işler ve yine
"Ya Rabbi! Onu helak et, senin rızkını yer, senin yerinin üzerinde gezer ve sana isyan eder" ve oda helak olur. Üçüncüsü­nü görünce yine beddua etmeye çalışırken Allah Teâlâ;
İbrahim aleyhisselâm ruhlar âleminden dönerken, Allah Teâlâ’nın emri olan İsmail aleyhisselâmın kurban kesilmesi o gece ona bildirilir. [Bir rivayette İshâk aleyhisselâm] İsmail aleyhisselâmı kurban etmek için bıçağı boynuna koyduğunda içinden Allah Teâlâ'ya münacatta bulunarak
"Rabbim bu evladım, gözbebeğim ve herkesten ziyade sevdiğimdir " der. Ona gayp tan bir ses gelir;
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail Hakkı


           


Kul Nesimi-
Ben Melamet Hırkasını
Kendim Giydim Eynime
Ar u Namus Şişesini
Taşa Çaldım Kime Ne
Haydar Haydar Taşa Çaldım Kime Ne

Gah Çıkarım Gökyüzüne
Seyrederim Âlemi
Gah İnerim Yeryüzüne
Seyreder Âlem Beni
Haydar Haydar Seyreder Alem Beni

Sofular Haram Demişler
Bu Âşkın Bâdesine
Ben Doldurur Ben İçerim
Günah Benim Kime Ne
Haydar Haydar Günah Benim Kime Ne

Nesimi'ye Sormuşlar
Yârin İlen Hoş Musun
Hoş Oluyum Olmuyâyım
O Yâr Benim Kime Ne
Haydar Haydar O Yâr Benim Kime Ne



Allah Teâlâ bir işi, vakti gelmeden, rehni kalkmadan, yapmak için acele etmez. İşlerine muayyen bir zaman koymuştur. Onları koyduğu kanunlara/sünnetine göre, zamanı gelince irade ve icra eder. Muradını, zamanında, geciktirmediği gibi, vakti gelmeden yapmağa da kalkmaz. Ne takdir buyurmuş ise, o zaman yapar. Hakikatte “zaman”  Allah Teâlâ’nın kendisidir. Onun için zaman da “an” dır. O, “An”da, “zaman”ı tecelli ettirir. Geçmişi de, geleceği de yoktur.
Ehl-i Hakikat, Allah Teâlâ´nın Sabur isminin tecellisi olan kişilerdir. Onlar olmuş veya olacak olayı hakikatiyle bilirler. Allah Teâlâ´nın kullarına sabrı tavsiye etmesi ise, kulların cehaletinden ve hataya düşmemeleri içindir. İşin sonunu görmeyene sabır en güzel şeydir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “ilmin başı sabırdır” buyurması, iyi şekilde neticeye ulaşmanın tek formülü olduğundandır.
“Sabır (hadisenin) sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda, gösterilen tahammüldür. “
(Buhârî. Cenaiz. 32. 43. Ahkâm. 11; Müslim. Cenaiz. 14-15; Tirmizi, Cenaiz, 13; Nesai. Cenaiz. 22; İbn. Mâce. Cenaiz. 55 Ebu Davud. Cenaiz. 27)
Unutmayalım ki; acele ettiğimiz bazı hususlar kendi içinde binlerce sırrrı barındırır.

“Bir gün Davut aleyhisselâm kendisine zulmeden birine beddua etmiş icabet geç olmuştu. Davut aleyhisselâm bu duruma çok üzüldü. Allah Teâlâ, peygamberinin gönlünü hoş etmek için buyurdu ki:
Bu nedenle kul Allah Teâlâ´dan bir şeyi ister. Allah Teâlâ;
“Evet, fakat ben bunu sana, gerektiği bir vakitte vereceğim” buyurur. Bu verme ya dünyada veya ahirette olur.


Kulunu yalnız bırakmadığını bildiğimiz Rabbimizden, bir şeyi istemekten haya ederiz. Ancak O’nun bize “Benden isteyin” emri olduğu için dua ederiz.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki:

Rabbimizin bize vaadi vardır.
****************

“Ey Allah Teâlâ’m!
Senin sebep olduğun kutsal rızana bende bir neden olabilir mi?
Sen zâtınla zenginken, sana ulaşacak ve senin menfaatine benden bir zenginlik ve menfaat olabilir mi?
 “Ey Allah Teâlâ’m! Kaza ve kaderin bana galip geldi.
Nefsanî özlem ve şehvet, elimi kolumu bağladı.
Bana Sen yardımcı ol.
Eğer bana yardımcım olursan düşmanları yenip zafer kazanabilirim.
Beni fazl ve kereminle zenginleştir ki, Senin sayende artık ih­tiyaç talebinde bulunmaya ihtiyaç duymayayım.
Sen ki, veli kulla­rının kalplerinde marifetullah nurlarını yaktın da, Seni tanıyıp bir­lediler.
Sen ki, dostlarının kalplerinden Kendinden başkasını çı­kardın da Senden başkasını sevmez ve senden başkasına sığınmaz oldular.
Bütün varlıklar onları ürküttüğünde dostları ancak Sen oldun.
Sen ki, onları doğru yoluna erdirdin de yol işaretleri kendi­lerine belli oldu.

Seni bırakıp Senden başkasına razı olan kimse, mahrum kalmıştır. Senden yüz çevirerek başkasına yönelen hüsrana uğramıştır.”
“Ey Allah Teâlâ’m!
Sen lütuf ve iyiliklerini sürdürüp dururken, Senden başkasına nasıl ümit bağlanır?
Sen ihsanda bulunma âdetini hiçbir zaman değiştirmemişken Senden başkasından nasıl istenir?”
**
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail Hakkı


Fakih anlatıyor:
-Rahmetlik babam (senedi saydıktan sonra) Hz. Ali b. Ebî Talib kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh şöyle dediğini anlattı:
-Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem müslümanlar arasında kardeşlik bağı kurdu. Bu çeşitten olmak üzere, Said b. Abdullah ile Sa'lebe Ensarî arasında bir kardeşlik bağı kurdu.
Bu sırada , Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem , Tebük gazasına çıkmıştı.
Said b. Abdullah gaza niyeti ile yola çıktı. Yerine kardeşi Sa'lebe'yi çoluk çocuğunun işi için vekîl bıraktı. Sa'lebe odun taşıyor; su getiriyor. Bütün bunları yaparken, sevabını Allah Teâlâ dan diliyordu. Bir gün dönüşünde eve girdi. İçeri girince ona iblis geldi:
- Şu perdenin arkasına bak, deyince , Sa'lebe, perdeyi kaldırdı ve kardeşinin güzel hanımını gördü. Dayanamadı; yanına girdi onu okşadı.
Kadın şöyle dedi:
- Ey Sa'lebe! Allah yolundaki kardeşinin bizim için sana bıraktığı hakkı koruyamadın.
Bunun üzerine Sa'lebe :
- Eyvah, mahvoldum! Diye bağırıp yola düştü. Bir dağa çıktı.
Yüksek sesle şöyle yalvarıyordu:
- İlahi Sen Sen'sin: ben de benim. Sen mağfiretle karşılayansın. Ben ise, günahlarla, hatalarla huzuruna geldim...
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem gazadan döndükleri zaman, herkes kardeşini karşılamaya geldi. Ama, Said'in kardeşliği gelmedi.
Said evine gitti; hanımına sordu:
- Allah yolunda kardeş olduğumuz Sa'lebe nerede?
Kadın şöyle anlattı:
-O kendini hatalar denizine attı; dağa doğru çıkıp gitti. Said kardeşini aramak üzere yola çıktı; gidip buldu.
Sa'lebe yüzüstü düşmüştü. Başını iki eli arasına almıştı. Yüksek sesle şöyle diyordu:
- Zillet makamım ne kadar düşük! Rabbine âsi olan kimsenin makamı nasılsa öyle...
Said ona şöyle dedi:
- Kalk ey kardeşim, bu gördüğüm hâl nedir?
Sa'lebe şöyle dedi:
- Seninle gelemem. Ancak, şu şekilde gelebilirim: Elimi boynuma bağlamalısın. Zelil bir kul, efendisinin kapısına nasıl götürülürse öyle götürmelisin.
Said onun dediğini yaptı. Sa'lebe'nin Hamsane adında bir kızı vardı. Gelip babasını aldı; Hz. Ömer (radıya'llâhu anh)'in kapısına götürdü. Evden içeri girdiler. Sa'lebe , Hz. Ömer(radıya'llâhu anh)'e şöyle dedi:
- Allah yolunda gazaya çıkan kardeşimin hanımına dokundum. Benim için tevbe yolu var mı?
Hz. Ömer (radıya'llâhu anh) şöyle dedi:
- Git yanımdan, saçlarından tutup seni ezmek istiyorum. Buradan çık, git; benim yanımda sana yer yok.
Buradan çıkınca , Hz. Ebû Bekir (radıya’llâhu anh)'in yanına gitti; şöyle dedi:
- Allah yolunda gazaya çıkan kardeşimin hanımına dokundum. Benim için tevbe yolu varmı?
Hz. Ebû Bekir (radıya’llâhu anh) şöyle dedi:
-Git buradan ; benide kendi ateşini yakma; Bana göre , senin için hiçbir tevbe yoktur.
Oradan çıktı; Hz. Ali (kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh)'nin kapısına gitti.
Şöyle dedi:
- Allah yolunda gazaya çıkan kardeşimin hanımına dokundum. Benim için tevbe yolu var mı?
Hz. Ali (kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh) şöyle dedi:
- Çık git buradan. Bence, senin için bir tevbe yoktur.
Buradan çıkınca, şöyle dedi:
- Ey kardeşim! Ey kızım! bu üç kişi beni ümitsiz bıraktı. Ümidim o ki, Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem beni ümitsiz bırakmaz.
Bunun üzerine kızı, onu Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin yanına götürdü.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem onu görür görmez şöyle dedi:
- " Cehennemin zicirlerini ve bukağılarını, bana hatırlattın."
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve selleme şöyle dedi:
- Yâ Nebiyyallah! Allah yolunda gazi kardeşimin karısına dokundum. Benim için tevbe yolu var mı?
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Çık buradan ; bana göre hiçbir şekilde senin tevben yoktur."
Oradan böyle çıktıktan sonra kızı ona şöyle dedi:
- Ey baba, Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve ashabı senden razı oluncaya kadar; sen benim babam değilsin; ben de senin kızın değilim.
Bunun üzerine Sa'lebe yüksek sesle:
- Yâ Rabbi! Ömer'in kapısına gittim; beni dövmek istedi. Hz. Ebû Bekir'e gittim; beni azarladı, tahkir etti. Hz. Ali'nin yanına gittim; beni kovdu. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem gittim; beni ümitsiz bıraktı.
Ey Mevlam! Benim için sen ne yapmayı istiyorsun. Bu duâma "evet" diyecekmisin? yoksa cevabın "hayır" şeklinde mi olacaktır?
Bunun üzerine semadan bir melek geldi; Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve selleme şöyle dedi:
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’yı murad edip, şu cevabı verdi:
Bunun üzerine melek şöyle dedi:
Bunun üzerine Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem ashabına sordu:
- "Sa'lebe'yi kim bana getirecek?"
Hz. Ebû Bekir (radıya’llâhu anh) ve Ömer (radıya’llâhu anh) kalktılar:
- Biz getiririz, Yâ Rasûlu’llâh! Dediler.
Hz. Ali (radıya’llâhu anh) ve Selman (radıya’llâhu anh) da kalktılar:
- Ya Rasûlu’llâh! Biz getiririz, dediler.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Hz. Ali (radıya’llâhu anh) ve Selman (radıya’llâhu anh)'a izin verdi.
Sa'lebe'nin yolunu tutup gittiler. Yolda Medine çobanlarından birine rastladılar.
Hz. Ali (kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh) ona sordu:
- Resûlullah'ın ashabından birini gördün mü?
Çoban şöyle dedi:
- Evet, onu arıyoruz. Bizi onun yanına götür, deyince çoban şöyle dedi:
- Gece basınca, şu dereye gelir gider, şu ağacın altına oturur. Sonra Yüksek sesle şöyle der:
- Rabbine âsi olanın makamı ne kadar düşüktür!
Orada beklediler. Gece olunca Sa'lebe geldi; o ağacın altına gidip oturdu. Sonra ağlayarak secdeye kapandı.
Selman onun ağlamasını duyunca, ona doğru yürüdü ve şöyle dedi:
Bu sesi duyunca sordu:
Allah'ı ve seni seviyor, dediler. Bilâl namaza kalktığı zaman, Sa'lebe'yi mescide getirdiler. Safın son kısmında durdular.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem namazda :
- "Çoklukla övünmek sizi oyaladı" (Tekâsür sûresi, âyet:1) âyetini okuduğu zaman, bir bağırırş bağırdı.
- "O kadar ki; kabirleri ziyaret ettiniz" (Tekâsür sûresi, âyet:2) âyetini okuyunca bir daha bağırdı; dünyadan ayrıldı.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem namazı bitirince Sa'lebe'nin yanına geldi.
-" Ey Selman, onun üzerine su serp."
Selman:
- Yâ Resûllallah, o dünyadan ayrıldı.
Sonra kızı geldi; Resûlüllah'a şöyle dedi:
- Yâ Rasûlu’llâh, babam nerede? Ona hasret kaldım.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem ona:
- " Mescide gir " dedi. Mescide girince, babasını ölmüş buldu. Elini başına götürdü.
- Ah perişan halim, ah babacığım, senden sonra bana kim bakacak?
Demeye başladı.
Onun bu haini gören Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-" Ey Hamsane! İster misin: Ben, senin baban olayım; Fatıma da kardeşin?"
Buna karşılık şöyle dedi:
- Olur Yâ Rasûlu’llâh!
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Sa'lebe'nin cenazesine gitti. Kabrin kenarına geldiği zaman, parmak uçlarına basarak yürüdüğü görüldü.
Döndükleri zaman, Hz. Ömer (radıya’llâhu anh) şöyle sordu:
- Yâ Rasûlu’llâh! Kabrin başında parmak uçlarına basarak yürüyordun; nedendir?
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Yâ Ömer! Meleklerin çokluğundan, ayağımın tabanını basacak yer bulamadım ."
FAKİH der ki:
- Yukarıdaki hikâye çeşitli lafızlarla anlatılmıştır.
Söylendiğine göre şu âyet-i kerime o sahabe hakkında nâzil olmuştur.
http://kitap.mollacami.com/kissalar/konu-3392.htm
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem  buyurdu ki;


(Tirmizi Hadisin garib olduğunu söyler. Tirmizi. Tefsir, 57; İbn. Hanbel. 2/370; bkz. Sehavi. 543: Aclûnî. 11/153)









Hz. Şeyh Muhyiddin İbn-ül Arâbî kuddise sırruhu'l-âlînin Fütuhat el-Mekkiye adlı eserine atfen Nihat Keklik Arabî’nin
“...varlıkta ancak Allah Teâlâ vardır...”  dediğini belirtmektedir.
“...Muhakkak vücutta Allah Teâlâ vardır. Ondan başkası ise hayalî, vücuttur. Hak bu hayalî vücutta zahir olduğu zaman orada ancak kendi hakikati hasebiyle zahir olur, hakiki Vücûdu olan zatıyla değil...”  (KEKLİK, 1980), s.405.

Zatın biri rüyasında kendisini Hazreti İbrahim ile Hazreti Âdem aleyhisselâmın kabirleri arasında görür.  Bir nidâ gelir:
“Allah Teâlâ’nın güzel isimlerini oku.”      Bu zat da başlar Allah Teâlâ’nın bilinen doksandokuz güzel ismini okumaya ve tamamlayınca,  yine aynı ses:
“Allah Teâlâ’nın güzel isimlerini oku.”     Zat düşünmeğe başlar ve
“İşte okudum” der.  Bu defa aynı ses:
“Hayır, tamamını okumadın,  hani Hüve’t-tâcirü, ve’z-zâiru,  ve’l-hârisu(o tüccar,  çiftçi,  sanatkâr’ dır).  
Bunları duyan zât korkmaya ve vücûdu titremeye başlar,  derhal kalkıp camiye gelir.  Mısır’da Abdülganî Nablusî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz hazretlerini bulur ve ona rüyasını anlatır.  Rüyâyı dinleyen Abdülganî Hazretleri:
“Senin tevhid görme zamanın gelmiş olduğu anlaşılıyor.”   Diyerek ona tevhid telkin eder.
İşte hazreti Âdem aleyhisselâm gerek “Esmâ-i Hakkîyye” olan alîm,  semiî,  basîr,  kâdir,  kayyûm gibi isimler olsun,  gerekse “Esmâ-i halkîyye” yi meselâ,  tâcir (ticaret eden),  zâri (ziraat ve çiftçilikle meşgul),  hâris (sanat işiyle meşgul) gibi isimleri câmidir.  Amma Hakk ticaret yapar mı? Allah Teâlâ çiftçilik yapar mı? Diye sorular akla gelebilir.  Ya Hakk’ın kudreti olmasa bir şey olur mu,  olmaz.  Bütün her şey ancak Hakk’ın vücûdu ve Hakk’ın kudretiyle olur.”  Ne sırdır âlem’el-esmâ” beytinde “Sırr-ı allem’el esmâ” ya işaret olunmaktadır.  Hazreti Âdem aleyhisselâma bütün isimler öğretildi,  isimler onda zâhir oldu.  Yani ruh nefh olunca bütün isimler andan zâhir olur, demektir.
**
Abdulganî Nablusî kuddise sırruhu'l-âlînin inzi­vasının ilk yılında yazmış olduğu birinci münâcâtı Vahdet-i Vücûd ile ilgili olarak kulun Allah Teâlâ’ya münacatını anlatıyor.
Rabbim bana dedi:
“Sen, sen bana uygunsun” Dedim ki;
“Fâni olan ben, nasıl Sana uygun olurum?” O bana dedi ki;
Fâniden başka hiçbir şey Bana uygun de­ğildir?” Dedim ki;
“Ahlâkım kötüdür, ben Sana nasıl layık olu­rum?” O dedi ki;
“Onu, Benim iyi ahlâkımla tamamlayacağım.” Daha sonra bana şöyle dedi:
Ey kulum, Ben senim, fakat sen Ben değilsin. Ey kulum, Mevcûd (Var olan) benim, sen değilsin. Ey kulum, bütün beşer Benim keremimin kulları­dır; sen, Benim Zâtımın kulusun.” Dedim ki;
“Ey Rabbim, ben nasıl Senin Zâtının kulu olu­rum?”  O dedi ki;
Sen ‘Abdül’-Vücûd’sun (Varlığın kulusun); Abdü’l-Mevcûd (Var olanın kulu) değilsin. Vücûd Ben’im, mevcûd diğeridir, zira o Benim ile varlık bulur. Hâlbuki Ben, Kendi kendimle varım.” Bu sebeple ben şöyle dedim:
“Ben Varlık’ım.” Ve yine O bana dedi:
Ey kulum, başkalarından korkma; zira başkaları Ben’im. Ben, senin sendeki Varlığımdan dolayı sende tecelli eden Rabbinim. Ben’den başka ilâh yoktur ve ancak bana tapılabilir.
Her halükârda seni Ben (Kendim) ile zenginleştirirsem, seni zengin kılacağım ve eğer seni başkalarıyla zenginleşti­rirsem, seni fakir kılacağım. Benden başka ilâh yoktur.” Ben O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, ben Senin nezdinde nası­lım?” O bana dedi ki;
Sen Benim indimde, en yakınlar arasında ve aynı zamanda bütün seni sevenler ile birliktesin. Ben, se­ni ve seni sevenleri severim.” Ben O’na dedim ki;
Ey Rabbim, bana olan aşkının alameti nedir?” O bana dedi ki;
Benim sevdiğim ve Benim hoşlandığım şeyleri yapabilmen için sana yardım ve lütfumu ihsan etmemdir.” Ben O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, insanlar bana haksızlık ediyorlar.” O bana dedi ki;
Bütün bunlar senin hayrınadır. Onların sana ettikleri haksızlıkların sonucuna bakman yeter: Bu, se­nin Benim ile yakınlaşmandır. Muhakkak ki, sen onlardan önde geleceksin.”

Kaynak: Bekri Alâeddin, Abdulgânî Nablusî Hayatı ve Fikirleri, trc. Dr. Veysel UYSAL, İst, 1995, s.112–114

İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail Hakkı


Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
Bu hadis arifleri içindir ve durumlarına işaret eder. Yine arifler diyorlar ki;
Onlarda kendini beğenme ve böbürlenme asla olmaz.
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail Hakkı


“İlm-i Ledünden”
Kürt meselesinin sonu başından belliydi. Terörle başladılar, terörle devam ettiler yine terörle bitecekler.
-Olmasaydı?
-Yollarını yolsuzlara uğrattılar, çukurlara mahkum oldular.
Yolsuz olmanın bedelini acı çekerek, çektirerek bitirmek olmamalıydı.
Her konuda suçlu vardır. Hakk yanında suçlu olmanın bedelini kimse telâfî edemez. Anadolu’yu Türklere vatan yapan alperenler, ahiler, Ahmed Yesevi kuddise sırruhu'l-âlî Efendimizin talebeleri idi. Yıllar geçti. Komplolar, hainler elimizden almak istediler alamadılar. Burası dervişlerin memleketidir. Dervişlerin erenlerin sahip olduğu yerlere hainler eşkıyalar sahip olmazalar. Hala sahip olan yine onlardır.
Allah Teâlâ’nın rahmetiyle nazar ettiği bu âlemde, haksız davanın savunucusuna adalet ile muamele eder. Zahiri batına değişmez. Bu nedenle şeytanın yolundan gidenler mağlup olacağından tevbe istiğfarla Allah Teâlâ’ya sığınma zamanları gelmiştir.
İhramcızâde İsmail Hakkı

Hz. Ali kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh Efendimiz buyurdu ki;
Şah Nakşibend kuddise sırruhu’l-aziz Efendimiz de buyurdu ki;
Yolunu ateşte çizen zahirin helak olmadan batınını düzeltte mahcup kalmayasın
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail Hakkı


‘Daha çok ibadet edeyim’, ‘Sabahlara kadar namaz kılayım’, ‘Tesbih ve zikir çekeyim’, ‘Dua okuyayım’ gibi nafile ibadetlerle geceleri ihya edeyim düşüncesidir. Bu hususta şu bilinmeli ki; şeytan insanı fazla nafile ibadetlerle meşgul ederek farz ibadetlerinden alıkoyar ya da farz ibadetlerini vaktinin sonuna bıraktırır veya unutturarak farz ibadetlerinin vaktini geçirttirir. Meselâ, gecelerini fazla nafile ibadetlerle ihya eden kişi,
“Biraz istirahat edeyim.” derken uykuya dalar ve birçok kere farz olan sabah namazını kaçırır. Ya da nafile olan “Evrad ve ezkârımı okuyayım.” “Virdimi bitireyim.” derken farz olan ibadetleri vaktin sonuna kadar tehir eder. Ya da evrâd ve ezkârını okuyamadığı zaman öyle telaşlanır ki, farzlarındaki ihmalinden o kadar endişe duymaz.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem  buyurmuştur ki;
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim de buyurdu ki:

Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem yine ikaz etti ki:
(İbn Mâce, Menâsik, 63; Ayrıca bkz. Nesâî, Menâsik, 217; Ahmed b. Hanbel, I, 215, 347.)

Sonuç dini hayatta itidâlin [orta hal] zirve nokta olduğunu göstermektedir.

Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail Hakkı





Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar