GÜNÂHKÂRIM, AMA BENİM ALLAH’IM VAR
Yüce Âşkım
Ne Büyüksün
Ne Büyüksün
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu
aleyhi ve sellem buyurdu ki;
Rivayete göre Allah Teâlâ Hz
İbrahim aleyhisselâmı yer ve gökyüzündeki ruhlar âlemine muttali [bilgi
edindiğinde] ettiğinde görür ki bir kimse ağır bir günah işler. Ona beddua
eder ve
"Ya Rab! Onu helak et" der ve helak olur. Başka biri
daha başka bir günah işler ve yine
"Ya Rabbi! Onu helak et, senin rızkını yer,
senin yerinin üzerinde gezer ve sana isyan eder" ve oda helak olur. Üçüncüsünü
görünce yine beddua etmeye çalışırken Allah Teâlâ;
İbrahim aleyhisselâm ruhlar
âleminden dönerken, Allah Teâlâ’nın emri olan İsmail aleyhisselâmın kurban
kesilmesi o gece ona bildirilir. [Bir rivayette İshâk aleyhisselâm] İsmail
aleyhisselâmı kurban etmek için bıçağı boynuna koyduğunda içinden Allah
Teâlâ'ya münacatta bulunarak
"Rabbim bu evladım, gözbebeğim ve
herkesten ziyade sevdiğimdir " der. Ona gayp tan bir ses gelir;
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE
(Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail
Hakkı
Kul Nesimi-
Ben Melamet Hırkasını
Kendim Giydim Eynime
Ar u Namus Şişesini
Taşa Çaldım Kime Ne
Haydar Haydar Taşa Çaldım Kime Ne
Gah Çıkarım Gökyüzüne
Seyrederim Âlemi
Gah İnerim Yeryüzüne
Seyreder Âlem Beni
Haydar Haydar Seyreder Alem Beni
Sofular Haram Demişler
Bu Âşkın Bâdesine
Ben Doldurur Ben İçerim
Günah Benim Kime Ne
Haydar Haydar Günah Benim Kime Ne
Nesimi'ye Sormuşlar
Yârin İlen Hoş Musun
Hoş Oluyum Olmuyâyım
O Yâr Benim Kime Ne
Haydar Haydar O Yâr Benim Kime Ne
Allah Teâlâ bir işi, vakti gelmeden, rehni
kalkmadan, yapmak için acele etmez. İşlerine muayyen bir zaman koymuştur.
Onları koyduğu kanunlara/sünnetine göre, zamanı gelince irade ve icra eder.
Muradını, zamanında, geciktirmediği gibi, vakti gelmeden yapmağa da kalkmaz. Ne
takdir buyurmuş ise, o zaman yapar. Hakikatte “zaman” Allah Teâlâ’nın kendisidir. Onun için zaman
da “an” dır. O, “An”da, “zaman”ı tecelli ettirir. Geçmişi de, geleceği de
yoktur.
Ehl-i Hakikat, Allah Teâlâ´nın Sabur isminin
tecellisi olan kişilerdir. Onlar olmuş veya olacak olayı hakikatiyle bilirler.
Allah Teâlâ´nın kullarına sabrı tavsiye etmesi ise, kulların cehaletinden ve
hataya düşmemeleri içindir. İşin sonunu görmeyene sabır en güzel şeydir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “ilmin başı sabırdır” buyurması, iyi şekilde
neticeye ulaşmanın tek formülü olduğundandır.
Bu konuda dikkatli olunması gereken en
önemeli husus, ayık ve uyanık olmaktır. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Sabır (hadisenin) sarsıntı tesiri
yaptığı ilk anda, gösterilen tahammüldür. “
(Buhârî. Cenaiz. 32. 43. Ahkâm.
11; Müslim. Cenaiz. 14-15; Tirmizi, Cenaiz, 13; Nesai. Cenaiz. 22; İbn. Mâce.
Cenaiz. 55 Ebu Davud. Cenaiz. 27)
Unutmayalım ki; acele ettiğimiz bazı hususlar kendi
içinde binlerce sırrrı barındırır.
“Bir gün Davut
aleyhisselâm kendisine zulmeden birine beddua etmiş icabet geç olmuştu. Davut
aleyhisselâm bu duruma çok üzüldü. Allah Teâlâ, peygamberinin gönlünü hoş etmek
için buyurdu ki:
Bu nedenle kul
Allah Teâlâ´dan bir şeyi ister. Allah Teâlâ;
“Evet,
fakat ben bunu sana, gerektiği bir vakitte vereceğim” buyurur. Bu verme
ya dünyada veya ahirette olur.
Kulunu yalnız bırakmadığını bildiğimiz
Rabbimizden, bir şeyi istemekten haya ederiz. Ancak O’nun bize “Benden
isteyin” emri olduğu için dua ederiz.
Hz. Enes (radıyallâhu anh)
anlatıyor:
"Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu
aleyhi ve sellem buyurdular ki:
"Sizden herkes,
ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına
varıncaya kadar istesin." [Tirmizî, Daavât 149,
(3607, 3608).]
Rabbimizin bize vaadi vardır.
****************
“Ey Allah Teâlâ’m!
Senin sebep olduğun kutsal rızana bende bir neden olabilir mi?
Sen zâtınla zenginken, sana ulaşacak ve senin menfaatine benden
bir zenginlik ve menfaat olabilir mi?
Nefsanî özlem ve şehvet, elimi kolumu bağladı.
Bana Sen yardımcı ol.
Eğer bana yardımcım olursan düşmanları yenip zafer kazanabilirim.
Beni fazl ve kereminle zenginleştir ki, Senin sayende artık ihtiyaç
talebinde bulunmaya ihtiyaç duymayayım.
Sen ki, veli kullarının kalplerinde marifetullah nurlarını yaktın da, Seni
tanıyıp birlediler.
Sen ki, dostlarının kalplerinden Kendinden başkasını çıkardın da Senden
başkasını sevmez ve senden başkasına sığınmaz oldular.
Bütün varlıklar onları ürküttüğünde dostları ancak Sen oldun.
Sen ki, onları doğru yoluna erdirdin de yol işaretleri kendilerine belli
oldu.
Seni bırakıp
Senden başkasına razı olan kimse, mahrum kalmıştır. Senden yüz çevirerek
başkasına yönelen hüsrana uğramıştır.”
“Ey Allah
Teâlâ’m!
Sen lütuf ve
iyiliklerini sürdürüp dururken, Senden başkasına nasıl ümit bağlanır?
Sen ihsanda
bulunma âdetini hiçbir zaman değiştirmemişken Senden başkasından nasıl
istenir?”
**
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE
(Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail
Hakkı
Fakih anlatıyor:
-Rahmetlik babam (senedi saydıktan
sonra) Hz. Ali b. Ebî Talib kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh şöyle
dediğini anlattı:
-Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem müslümanlar arasında kardeşlik bağı kurdu. Bu çeşitten olmak üzere,
Said b. Abdullah ile Sa'lebe Ensarî arasında bir kardeşlik bağı kurdu.
Bu sırada , Rasûlu'llâh salla’llâhu
aleyhi ve sellem , Tebük gazasına çıkmıştı.
Said b. Abdullah gaza niyeti ile
yola çıktı. Yerine kardeşi Sa'lebe'yi çoluk çocuğunun işi için vekîl bıraktı.
Sa'lebe odun taşıyor; su getiriyor. Bütün bunları yaparken, sevabını Allah
Teâlâ dan diliyordu. Bir gün dönüşünde eve girdi. İçeri girince ona iblis
geldi:
- Şu perdenin arkasına bak, deyince
, Sa'lebe, perdeyi kaldırdı ve kardeşinin güzel hanımını gördü. Dayanamadı;
yanına girdi onu okşadı.
Kadın şöyle dedi:
- Ey Sa'lebe! Allah yolundaki
kardeşinin bizim için sana bıraktığı hakkı koruyamadın.
Bunun üzerine Sa'lebe :
- Eyvah, mahvoldum! Diye bağırıp
yola düştü. Bir dağa çıktı.
Yüksek sesle şöyle yalvarıyordu:
- İlahi Sen Sen'sin: ben de benim.
Sen mağfiretle karşılayansın. Ben ise, günahlarla, hatalarla huzuruna geldim...
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem gazadan döndükleri zaman, herkes kardeşini karşılamaya geldi. Ama,
Said'in kardeşliği gelmedi.
Said evine gitti; hanımına sordu:
- Allah yolunda kardeş olduğumuz
Sa'lebe nerede?
Kadın şöyle anlattı:
-O kendini hatalar denizine attı;
dağa doğru çıkıp gitti. Said kardeşini aramak üzere yola çıktı; gidip buldu.
Sa'lebe yüzüstü düşmüştü. Başını
iki eli arasına almıştı. Yüksek sesle şöyle diyordu:
- Zillet makamım ne kadar düşük!
Rabbine âsi olan kimsenin makamı nasılsa öyle...
Said ona şöyle dedi:
- Kalk ey kardeşim, bu gördüğüm hâl
nedir?
Sa'lebe şöyle dedi:
- Seninle gelemem. Ancak, şu
şekilde gelebilirim: Elimi boynuma bağlamalısın. Zelil bir kul, efendisinin
kapısına nasıl götürülürse öyle götürmelisin.
Said onun dediğini yaptı.
Sa'lebe'nin Hamsane adında bir kızı vardı. Gelip babasını aldı; Hz. Ömer
(radıya'llâhu anh)'in kapısına götürdü. Evden içeri girdiler. Sa'lebe , Hz.
Ömer(radıya'llâhu anh)'e şöyle dedi:
- Allah yolunda gazaya çıkan
kardeşimin hanımına dokundum. Benim için tevbe yolu var mı?
Hz. Ömer (radıya'llâhu anh) şöyle
dedi:
- Git yanımdan, saçlarından tutup
seni ezmek istiyorum. Buradan çık, git; benim yanımda sana yer yok.
Buradan çıkınca , Hz. Ebû Bekir
(radıya’llâhu anh)'in yanına gitti; şöyle dedi:
- Allah yolunda gazaya çıkan
kardeşimin hanımına dokundum. Benim için tevbe yolu varmı?
Hz. Ebû Bekir (radıya’llâhu anh)
şöyle dedi:
-Git buradan ; benide kendi ateşini
yakma; Bana göre , senin için hiçbir tevbe yoktur.
Oradan çıktı; Hz. Ali
(kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh)'nin kapısına gitti.
Şöyle dedi:
- Allah yolunda gazaya çıkan
kardeşimin hanımına dokundum. Benim için tevbe yolu var mı?
Hz. Ali (kerrema’llâhu vechehû ve
radıya'llâhu anh) şöyle dedi:
- Çık git buradan. Bence, senin
için bir tevbe yoktur.
Buradan çıkınca, şöyle dedi:
- Ey kardeşim! Ey kızım! bu üç kişi
beni ümitsiz bıraktı. Ümidim o ki, Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem
beni ümitsiz bırakmaz.
Bunun üzerine kızı, onu Rasûlu'llâh
salla’llâhu aleyhi ve sellemin yanına götürdü.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem onu görür görmez şöyle dedi:
- " Cehennemin zicirlerini ve
bukağılarını, bana hatırlattın."
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve selleme şöyle dedi:
- Yâ Nebiyyallah! Allah yolunda
gazi kardeşimin karısına dokundum. Benim için tevbe yolu var mı?
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
- "Çık buradan ; bana göre
hiçbir şekilde senin tevben yoktur."
Oradan böyle çıktıktan sonra kızı
ona şöyle dedi:
- Ey baba, Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) ve ashabı senden razı oluncaya kadar; sen benim babam
değilsin; ben de senin kızın değilim.
Bunun üzerine Sa'lebe yüksek sesle:
- Yâ Rabbi! Ömer'in kapısına gittim; beni dövmek istedi. Hz. Ebû
Bekir'e gittim; beni azarladı, tahkir etti. Hz. Ali'nin yanına gittim; beni
kovdu. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem gittim; beni ümitsiz bıraktı.
Ey Mevlam! Benim için sen ne yapmayı istiyorsun. Bu duâma
"evet" diyecekmisin? yoksa cevabın "hayır" şeklinde mi
olacaktır?
Bunun üzerine semadan bir melek
geldi; Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve selleme şöyle dedi:
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem, Allah Teâlâ’yı murad edip, şu cevabı verdi:
Bunun üzerine melek şöyle dedi:
Bunun üzerine Rasûlu'llâh
salla’llâhu aleyhi ve sellem ashabına sordu:
- "Sa'lebe'yi kim bana
getirecek?"
Hz. Ebû Bekir (radıya’llâhu anh) ve
Ömer (radıya’llâhu anh) kalktılar:
- Biz getiririz, Yâ Rasûlu’llâh!
Dediler.
Hz. Ali (radıya’llâhu anh) ve
Selman (radıya’llâhu anh) da kalktılar:
- Ya Rasûlu’llâh! Biz getiririz,
dediler.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem Hz. Ali (radıya’llâhu anh) ve Selman (radıya’llâhu anh)'a izin verdi.
Sa'lebe'nin yolunu tutup gittiler.
Yolda Medine çobanlarından birine rastladılar.
Hz. Ali (kerrema’llâhu vechehû ve
radıya'llâhu anh) ona sordu:
- Resûlullah'ın ashabından birini
gördün mü?
Çoban şöyle dedi:
- Evet, onu arıyoruz. Bizi onun
yanına götür, deyince çoban şöyle dedi:
- Gece basınca, şu dereye gelir
gider, şu ağacın altına oturur. Sonra Yüksek sesle şöyle der:
- Rabbine âsi olanın makamı ne
kadar düşüktür!
Orada beklediler. Gece olunca
Sa'lebe geldi; o ağacın altına gidip oturdu. Sonra ağlayarak secdeye kapandı.
Selman onun ağlamasını duyunca, ona
doğru yürüdü ve şöyle dedi:
Bu sesi duyunca sordu:
Allah'ı ve seni seviyor, dediler.
Bilâl namaza kalktığı zaman, Sa'lebe'yi mescide getirdiler. Safın son kısmında
durdular.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem namazda :
- "Çoklukla övünmek sizi
oyaladı" (Tekâsür sûresi, âyet:1) âyetini okuduğu zaman, bir bağırırş
bağırdı.
- "O kadar ki; kabirleri
ziyaret ettiniz"
(Tekâsür sûresi, âyet:2) âyetini okuyunca bir daha bağırdı; dünyadan ayrıldı.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem namazı bitirince Sa'lebe'nin yanına geldi.
-" Ey Selman, onun üzerine su
serp."
Selman:
- Yâ Resûllallah, o dünyadan
ayrıldı.
Sonra kızı geldi; Resûlüllah'a
şöyle dedi:
- Yâ Rasûlu’llâh, babam nerede? Ona
hasret kaldım.
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem ona:
- " Mescide gir " dedi.
Mescide girince, babasını ölmüş buldu. Elini başına götürdü.
- Ah perişan halim, ah babacığım,
senden sonra bana kim bakacak?
Demeye başladı.
Onun bu haini gören Rasûlu'llâh
salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-" Ey Hamsane! İster misin:
Ben, senin baban olayım; Fatıma da kardeşin?"
Buna karşılık şöyle dedi:
- Olur Yâ Rasûlu’llâh!
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem Sa'lebe'nin cenazesine gitti. Kabrin kenarına geldiği zaman, parmak
uçlarına basarak yürüdüğü görüldü.
Döndükleri zaman, Hz. Ömer
(radıya’llâhu anh) şöyle sordu:
- Yâ Rasûlu’llâh! Kabrin başında
parmak uçlarına basarak yürüyordun; nedendir?
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
- "Yâ Ömer! Meleklerin
çokluğundan, ayağımın tabanını basacak yer bulamadım ."
FAKİH der ki:
- Yukarıdaki hikâye çeşitli
lafızlarla anlatılmıştır.
Söylendiğine göre şu âyet-i kerime
o sahabe hakkında nâzil olmuştur.
http://kitap.mollacami.com/kissalar/konu-3392.htm
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve
sellem buyurdu ki;
(Tirmizi Hadisin
garib olduğunu söyler. Tirmizi. Tefsir, 57; İbn. Hanbel. 2/370; bkz. Sehavi.
543: Aclûnî. 11/153)
Hz. Şeyh
Muhyiddin İbn-ül Arâbî kuddise sırruhu'l-âlînin Fütuhat el-Mekkiye adlı eserine
atfen Nihat Keklik Arabî’nin
“...varlıkta ancak Allah Teâlâ
vardır...” dediğini belirtmektedir.
“...Muhakkak
vücutta Allah Teâlâ vardır. Ondan başkası ise hayalî, vücuttur. Hak bu hayalî
vücutta zahir olduğu zaman orada ancak kendi hakikati hasebiyle zahir olur,
hakiki Vücûdu olan zatıyla değil...”
(KEKLİK,
1980) , s.405.
Zatın biri rüyasında
kendisini Hazreti İbrahim ile Hazreti Âdem aleyhisselâmın kabirleri arasında
görür. Bir nidâ gelir:
“Allah Teâlâ’nın güzel isimlerini oku.” Bu zat da başlar Allah Teâlâ’nın bilinen
doksandokuz güzel ismini okumaya ve tamamlayınca, yine aynı ses:
“Allah Teâlâ’nın güzel isimlerini oku.” Zat düşünmeğe başlar ve
“İşte okudum” der. Bu defa
aynı ses:
“Hayır, tamamını okumadın, hani Hüve’t-tâcirü, ve’z-zâiru, ve’l-hârisu” (o tüccar, çiftçi, sanatkâr’ dır).
Bunları
duyan zât korkmaya ve vücûdu titremeye başlar,
derhal kalkıp camiye gelir.
Mısır’da Abdülganî Nablusî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz hazretlerini
bulur ve ona rüyasını anlatır. Rüyâyı
dinleyen Abdülganî Hazretleri:
“Senin tevhid görme zamanın gelmiş
olduğu anlaşılıyor.” Diyerek ona tevhid telkin eder.
İşte
hazreti Âdem aleyhisselâm gerek “Esmâ-i
Hakkîyye” olan alîm, semiî, basîr,
kâdir, kayyûm gibi isimler
olsun, gerekse “Esmâ-i halkîyye” yi meselâ,
tâcir (ticaret eden), zâri
(ziraat ve çiftçilikle meşgul), hâris
(sanat işiyle meşgul) gibi isimleri câmidir.
Amma Hakk ticaret yapar mı? Allah Teâlâ çiftçilik yapar mı? Diye sorular
akla gelebilir. Ya Hakk’ın kudreti
olmasa bir şey olur mu, olmaz. Bütün her şey ancak Hakk’ın vücûdu ve Hakk’ın
kudretiyle olur.” Ne sırdır
âlem’el-esmâ” beytinde “Sırr-ı allem’el esmâ” ya işaret olunmaktadır. Hazreti Âdem aleyhisselâma bütün isimler
öğretildi, isimler onda zâhir oldu. Yani ruh nefh olunca bütün isimler andan
zâhir olur, demektir.
**
Abdulganî Nablusî
kuddise sırruhu'l-âlînin inzivasının ilk yılında yazmış olduğu birinci
münâcâtı Vahdet-i Vücûd ile ilgili olarak kulun Allah Teâlâ’ya münacatını
anlatıyor.
Rabbim bana dedi:
“Sen, sen bana uygunsun” Dedim ki;
“Fâni olan ben, nasıl Sana uygun olurum?” O bana dedi ki;
“Fâniden başka hiçbir şey Bana
uygun değildir?” Dedim ki;
“Ahlâkım kötüdür, ben Sana nasıl layık
olurum?” O dedi ki;
“Onu, Benim iyi ahlâkımla tamamlayacağım.” Daha sonra bana
şöyle dedi:
“Ey kulum, Ben senim, fakat sen
Ben değilsin. Ey kulum, Mevcûd (Var olan) benim, sen değilsin. Ey kulum, bütün
beşer Benim keremimin kullarıdır; sen, Benim Zâtımın kulusun.” Dedim ki;
“Ey Rabbim, ben nasıl Senin Zâtının kulu olurum?” O dedi ki;
“Sen ‘Abdül’-Vücûd’sun (Varlığın
kulusun); Abdü’l-Mevcûd (Var olanın
kulu) değilsin. Vücûd Ben’im, mevcûd
diğeridir, zira o Benim ile varlık bulur. Hâlbuki Ben, Kendi kendimle varım.” Bu
sebeple ben şöyle dedim:
“Ben Varlık’ım.” Ve yine O bana dedi:
“Ey kulum, başkalarından korkma;
zira başkaları Ben’im. Ben, senin sendeki Varlığımdan dolayı sende tecelli eden
Rabbinim. Ben’den başka ilâh yoktur ve ancak bana tapılabilir.
Her halükârda
seni Ben (Kendim) ile zenginleştirirsem,
seni zengin kılacağım ve eğer seni başkalarıyla zenginleştirirsem, seni fakir
kılacağım. Benden başka ilâh yoktur.” Ben O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, ben Senin nezdinde nasılım?” O bana dedi ki;
“Sen
Benim indimde, en yakınlar arasında ve aynı zamanda bütün seni sevenler ile
birliktesin. Ben, seni ve seni sevenleri severim.” Ben O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, bana olan aşkının
alameti nedir?” O bana dedi ki;
“Benim sevdiğim ve Benim
hoşlandığım şeyleri yapabilmen için sana yardım ve lütfumu ihsan etmemdir.” Ben
O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, insanlar bana haksızlık ediyorlar.” O bana dedi ki;
“Bütün bunlar senin hayrınadır. Onların sana
ettikleri haksızlıkların sonucuna bakman yeter: Bu, senin Benim ile
yakınlaşmandır. Muhakkak ki, sen onlardan önde geleceksin.”
Kaynak: Bekri
Alâeddin, Abdulgânî Nablusî Hayatı ve Fikirleri, trc. Dr. Veysel UYSAL, İst,
1995, s.112–114
İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli
Nasihatler)الحكم العطائية ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail
Hakkı
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem buyurdu ki;
Bu hadis arifleri içindir ve
durumlarına işaret eder. Yine arifler diyorlar ki;
Onlarda kendini beğenme ve
böbürlenme asla olmaz.
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE
(Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail
Hakkı
“İlm-i Ledünden”
Kürt
meselesinin sonu başından belliydi. Terörle başladılar, terörle devam ettiler
yine terörle bitecekler.
-Olmasaydı?
-Yollarını yolsuzlara uğrattılar,
çukurlara mahkum oldular.
Yolsuz olmanın bedelini acı
çekerek, çektirerek bitirmek olmamalıydı.
Her konuda suçlu vardır. Hakk
yanında suçlu olmanın bedelini kimse telâfî edemez. Anadolu’yu Türklere
vatan yapan alperenler, ahiler, Ahmed Yesevi kuddise sırruhu'l-âlî Efendimizin
talebeleri idi. Yıllar geçti. Komplolar, hainler elimizden almak istediler
alamadılar. Burası dervişlerin memleketidir. Dervişlerin erenlerin sahip olduğu
yerlere hainler eşkıyalar sahip olmazalar. Hala sahip olan yine onlardır.
Allah Teâlâ’nın rahmetiyle nazar
ettiği bu âlemde, haksız davanın savunucusuna adalet ile muamele eder. Zahiri
batına değişmez. Bu nedenle şeytanın yolundan gidenler mağlup olacağından tevbe
istiğfarla Allah Teâlâ’ya sığınma zamanları gelmiştir.
İhramcızâde
İsmail Hakkı
Hz. Ali
kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh Efendimiz buyurdu ki;
Şah Nakşibend kuddise sırruhu’l-aziz Efendimiz de buyurdu ki;
Yolunu ateşte çizen zahirin helak
olmadan batınını düzeltte mahcup kalmayasın
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE
(Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية ابن عطاء الله السكندري, İhramcızâde İsmail
Hakkı
‘Daha çok ibadet
edeyim’, ‘Sabahlara kadar namaz kılayım’, ‘Tesbih ve zikir çekeyim’, ‘Dua
okuyayım’
gibi nafile ibadetlerle geceleri ihya edeyim düşüncesidir. Bu hususta şu
bilinmeli ki; şeytan insanı fazla nafile ibadetlerle meşgul ederek farz
ibadetlerinden alıkoyar ya da farz ibadetlerini vaktinin sonuna bıraktırır veya
unutturarak farz ibadetlerinin vaktini geçirttirir. Meselâ, gecelerini fazla
nafile ibadetlerle ihya eden kişi,
“Biraz istirahat
edeyim.”
derken uykuya dalar ve birçok kere farz olan sabah namazını kaçırır. Ya da
nafile olan “Evrad ve ezkârımı
okuyayım.” “Virdimi bitireyim.” derken farz olan ibadetleri vaktin sonuna
kadar tehir eder. Ya da evrâd ve ezkârını okuyamadığı zaman öyle telaşlanır ki,
farzlarındaki ihmalinden o kadar endişe duymaz.
Hz.
Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem
buyurmuştur ki;
Allah
Teâlâ Kur’an-ı Kerim de buyurdu ki:
Hz.
Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem yine ikaz etti ki:
(İbn
Mâce, Menâsik, 63; Ayrıca bkz. Nesâî, Menâsik, 217; Ahmed b. Hanbel, I, 215,
347.)
Sonuç
dini hayatta itidâlin [orta hal] zirve nokta olduğunu göstermektedir.
Kaynak: İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE
(Hikmetli Nasihatler)الحكم العطائية ابن عطاء الله السكندري,
İhramcızâde İsmail Hakkı
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar