Print Friendly and PDF

“GÜNEŞ YAPRAK” TAN



Hzl: Ali Nihad TARLAN
Kışın-tam ortasında bir bahar günü idi...
Güneş! ışıl ışıldı... Hafif rüzgâr altında çırpınan sarı, yeşil yapraklar pırıl pırıl...
Altı» renginde iri bir yaprak gözlerimi öyle kamaştırdı ki,
Kocaman bir çınarın bu tek yaprağı...
Bir mevsimlik hayatın son yadigârıydı bu...
Güneşin içmiş içmiş altın ışıklarını; benliğini kaybetmiş, şeffaf bir hale gelmiş... Bir avuç ışık olmuş, bir avuç güneş olmuş... Bu altın renkli yaprak!
İnsan ömrü ne olacak... O da uzun bir mevsim!...
Ne olur, ben de olgun, böyle şeffaf ve altın, böyle serapa güneş bir yaprak olabilsem!
Sh: 20
Topkapı’da Maltepe Askerî  Lisesinin otobüsünü bekliyordum. Kahvenin önünde bir kalabalık vardı. Merak ettim, sokuldum.
Güzel bir koç satılıyordu. Koçu satan adam, onu kendi elile beslediğini anlatıyor, malını medhediyordu.
İri koç, bir çocuğun saf gururile gâh etrafına bakıyor, gâh sahibinin arkasına kavuşturduğu avuçlarına anasının meşesine sokulan bir yavrunun itimat ve teslimiyeti ile sokuluyor; o avuçlar, onun ağzını, burnunu okşuyor...
Bir taraftan pazarlık hararetle devam ediyor...
Koçu satın almak isteyen oranın kasabı idi...
Sh:33
Ek: Bizi de besleyip cehenneme atmazsın, değil mi?
 Ya Rabbi
 İhramcızâde İsmail Hakkı
Kediyi hiç sevmem. O; yumuşak tüyleri, munis gözleri altında yırtıcılığın en keskin seciyelerini gizleyen bir riyakârdır. O, avını bin bir kere öldüren ve bundan zevk alan bir zalimdir. O, çok menfur ve zebunküştür.
Fakat gazetelerin birinde okuduğum bir fıkra, bana bu cinsin bütün kusurlarını affettirdi:
Bir kedi, yavrularını emzirirken memesine yapışıp sütünü emen yavru bir fareye hiç ilişmemiş, onu saatlerce emzirmiş...
Kedi, gözlerimin önüne geldi. Beyaz, pamuk gibi göğsünü açmış, gurur, feragat ve asaletle yavrularını emzirirken mini mini bir fare, belki daha gözleri açılmamış kedi yavrularının birbirinin üzerine tırmanırken boş bıraktıkları bir memeye yapışıyor... Bu aç bir yavrudur. O fare yavrusunu derhal parçalayıp yutmak, uzviyetine geçirip taze süt halinde yavrularına ikram gitmek ne zevkli bir şey!...
Fakat hayır, o şimdi kedi değil anadır.
O pamuk gibi göğsünde gözleri yumulu yavrularına hayat sunarken hilkatin mini mini pembe memelerine verdiği nimeti mukaddes bir alicenablıkla can düşmanından esirgemiyen belki de onu şefkatle yalayan aziz ana!
Cinsinin! bütün vahşetini affettim.
Anladım ki analık, can verici bir rahmet halinde serpilmeğe başladı mı, uzviyetin bütün kasırgaları ve tufanları siner, susar.
Sh: 36
Ek: Şefkâti ve merhameti daha fazla olan
bir Allah Teâlâ’mız olduğuna göre,
gam yakışır mı?
 İhramcızâde İsmail Hakkı
Bir tarafta adalar... Pırıl pırıl parlıyor... Bir tarafta yükselen ay gittikçe tozlardan silkiniyor ve ıssız bir dağı için için aydınlatıyor. Ara sıra esen hafif bir rüzgâr bu ağır yaz gecesinin içinden serin bir kevser ırmağı gibi süzülüyor.
Biraz uzaktan bir kuzu meledi... Bu ince yavru seste öyle titrek bir hasret dalgalanıyordu ki...
Kimsesizliğin bütün hicranını o ıssız dağlara sanki damla damla içiriyordu. Issız dağlar, alaca ay ışığında yollar bekleyen dertli, kara, sürmeli gözlerle bir anda doldu sanki..
Bu ses bir hailenin perdesini kaldırdı:
Gidip te gelmiyenler - gelip te bulmayanlar...
Ufka dikilen gözler... Akşamların uzanan sarı ışıklarile parlayan göz yaşları...
Sıcak ana göğsünden ayrılıp giden yavru... memesi sızlayarak onu bekleyen ana...
Gidip te gelmiyenler... Gelip te bulmıyanlar...
Duygularım sonu hiç gözükmeyen simsiyah bir uçurum içine yuvarlanıp gidiyor......
Aym boynu büküktü... Yüzü sap sarı oldu...
Issız dağların göğsü hicran ile kabardı, derin bir nefes aldı.... Sanki bir cehennemden esen bu rüzgâr beni adeta boğdu, boğdu...
Gidip te gelmiyenler... Gelip te bulmıyanlar...
Sh:41
Ek: Ölünce Seni bulamayacak mıyız?
Ne kötü bir şey olurdu.
Cehennem dahi razıyız.
Cehennemin bize kul demenin işaretidir.
Ey sevgili yeter ki ayrı kalmayalım.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Fırıl pırıl bir cila görürüm, altı tahta... Yemyeşil bir çemenzar... Altında kara toprak... İpekler gibi bir ten, melekler gibi bir yüz... Altı... ne ben söyleyeyim, ne de sen işit dostum! Yakut damlası güneş... İçi alev, cehennem... Her neye baksam böyle...
Düşündüm! bu tahtanın, toprağın, iskeletin, alevin, cehennemin daha içi olacak... Her görünen şey yanar, erir, buhar olur ya! Ben hayal ateşinde göze, hisse takılan her şeyi yavaş yavaş eritmeğe başladım. İçe doğru yürüdüm... Bir uykudan uyanır gibi oluyor insan!
Sadi şöyle demişti:
Güzel bir insan? Elbet onu babam da sever. Marifet eğri büğrü bir deveyi sevmektir.
Şimdi  anlıyorum ki o deveyi sevmekte büyük marifet değil! Asıl sevilecek şey... Evet ne bileyim ben? Asıl sevilecek şey!... Gözleri kör olmadan onu görebilenler, uçuruma düşmeden ona erebilenler, alev alev yanmadan onu sevebilenler, ne kadar bahtiyardır.
Sh:59
Ek: Yanmadan, yakılmadan
Seni sevebilmek,
 gerçekten çok büyük bir şey Allah’ım
İhramcızâde İsmail Hakkı
Mestiz yatarız gûşe-i meyhane bizimdir
Rindiz içeriz sâki vü peymâne bizimdir
*
Gördükçe bizi yâr ile hetmrâz-ı mahabbet
Ta’n etme sakın hâne vü cânâne bizimdir
*
Duydunsa eğer vâdi-i Eymende Enallâh
Vâdî bizim ol na’re-i mestâne bizimdir
*
Şeydâ gönül âsûde olur şûris-i gamla
Afveyleı o bîçâre o dîvâne bizimdir
*
Gencîne-i fakr ü elem ü tac-ı kanâat
Bak işte bu dârât-ı mülûkâne bizimdir
*
Râz-ı sadef-i sineyi bilmezse Nihad’ın
Ma’zûr tut ey dil ki o bigâne bizimdir.
Sh:81
“Elestü” bezmine postu serenler,
Lâfza bakmamışlar mâna demişler.
Uykudan uyanıp sırra erenler,
Bu fanî âleme rüya demişler.
*
Ateşler sarınca damı, saçağı;
Mecnundur neylesin evi, ocağı.
Çöllerin bulunmaz ucu, bucağı.
O sonsuz illere sevda demişler.
*
«Hakikat nurudur gönülde yandı,
Erenler bezminde çırağ uyandı.
Yana yana içen bu nuru kandı.
Arifler bu aşka sahba demişler.
*
Derbeder âşıkız, biz kalenderiz.
Felek madeninde lâkin cevheriz.
Severiz; gönülde, candan severiz.
Aşıka kurban-ı- kaza demişler.
*
Hilkat mâbedımiz, aşk âyinimiz.
Eflâki inletir her eninimiz.
Nihad, ancak budur bizim dinimiz.
dizlere âşık-ı- şeyda demişler.
Sh:85
Yolu sapma, ize gel.
İnsan, bulup dize gel.
Can bir ince ipliktir;
İncilerle beze gel.
*
İnsan yolu incedir;
Kılıçtan keskincedir.
Canım güzel kulak ver;
Sözümüz derincedir.
*
Rastlar isen erine
Emri getir yerine
Suyun yüzünde kalma
Derine in derine
*
Aşk ile bul hakka yol
Boş bulunma hakla dol
Kimsenin kulu olma
Olursan aşka kul ol.
Sh: 86
(Sevgili kızım Fethiye) ye
Harabat ehliyiz mestaneyiz biz.
Âleme, ademe bigâneyiz biz.
Vahdet şarabını içmek istersen;
Bizden iç şarabı meyhaneyiz biz.
*
Bizi harab eden aşkın selidir,
Başımızda esen sevda yelidir.
Muhabbet kevserdir; saki Alidir.
O saki elinde peymaneyiz biz.
*
Gönül vermeyiz biz fani dünyaya,
Bu fani dünyaya bu masivaya
Ezelden aşıkız saçı Leylâya.
Dillerde dolaşan efsaneyiz biz.
*
Vahdet ellerinde hava başkadır.
Zemin başka orda sema başkadır.
Orda kul başkadır Hûda başkadır,
O illerde gezen divaneyiz biz.
*
Nihad, güller açmış dostun bağında
Güneşler uyanmış her çırağında.
Muhabbet bezminde yar kucağında
Nazımız çekilir cananayız biz.
Sh: 87
Kaynak: Ali Nihad TARLAN , Güneş Yaprak, Anıl, Matbaası, 1953, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar