GÜNEYDOĞUNUN İFLAH OLMAZ KADERİ
Süryanî
Mar (Mor) – Yeşua/
Muallâ YANMAZ
Muallâ YANMAZ
Ey, bütün insanların en üstünü,
rahip ve aynı zamanda rahiplerin başı Sergius, mukaddes zâtınızın; tarih sırasıyla çekirgelerin
baskını, güneşin tutulması, zelzele, kıtlık, salgın ve Romalılar ile Persler
arasındaki savaşa dâir her şeyi yazmamı emreden mektubunuzu aldım. Fakat bunlardan
başka şahsım hakkında övmelerde bulunmuşsunuz -ki, bu husus beni hattâ kendi
nefsimle yalnız iken bile daha çok mahcup etti. Çünkü, hakikatte bu vasıflardan
birisi bile bana âit olamaz. Ben de şimdi sizin gönlünüzden geçen şeyleri
yazmaktan çok büyük sevinç duyacaktım. Fakat, benim kavrayış gözüm kuvvetli
azminizin sizin için dokuyup giydirdiği mucizeli elbiseyi görmek ve tetkik
etmekten âcizdir. Çünkü törelere göre hareket etmek ateşiyle yandığımız
aşikârdır. Yalnız şimdi buyruğunuz altındaki vatandaşlarınız için değil,
bundan sonra da kutlu manastırınıza girecek bilim ve öğrenme âşıkları için de
çalışıyorsunuz; ve bu gayretinizden dolayıdır ki, zamanımızda günahlarımız
yüzünden çektiğimiz cezaları yazılı olarak muhtıralar halinde gelecek
nesillere bırakmak istiyorsunuz. Öyle ki, bunları okuyup da bize yağan
belâları görerek günahlarımızla ikazlanıp cezalarımızdan uzak kalsınlar. Sizin,
bütün insanlara durmadan saçtığınız halde ne boşalan ne de kuruyan sevginizin
doluluğu karşısında insan, hayretlere düşmektedir. Şüphesiz bu. husustan da
aslında olduğu gibi bahsetmekten âcizim; çünkü, ne onun çalışmasına
yaklaşabildim ve ne de, sizden nasibim olan çok kısa .bir görüş ile bunu nasıl
izah edebileceğimi biliyorum.
II
Sadık dostum siz, Jonathan gibi kendinizi sevgi ile bana
bağlamışsınız. Fakat, Davud'un devesini elleriyle öldürüp sahra halkının
kurtarıldığım gördükten sonra Jonathan’ın ruhu onun ruhuna bağlanmıştı,
ki bu, hayreti mucip olmaz. Çünkü Jonathan yaptığı iyi işlerden dolayı Davud'u
sevmişti. Halbuki, içimde hiçbir meziyetim olmadığını bildiğiniz halde, siz
beni canınızdan çok seviyorsunuz. Hele Jonathan'm Davud'u Saul'un ellerinde
ölmekten kurtarışı sizinkiyle mukayese edilirse, hayreti mucip olur; çünkü Jonathan,
ondan kendisine geçmiş olan hakkın karşılığını ödüyordu. Çünkü, Filistinliler’in
ellerinde ölmesin diye onu kurtararak kendisine ve bütün baba ocağına
hayat verdi. Halbuki böyle bir şeyi benim tarafımdan zât-ı âlinize yapılmadığı
halde siz, her ân Tanrıya beni şeytandan kurtarması, günahlara saptırmaması
için dua ediyorsunuz. Şunu söylemeliyim ki siz beni Davud’un Saul'u sevdiği
gibi seviyorsunuz. Çünkü, sevgi ve şefkatinizin büyüklüğü ile o derece
mestsiniz ki, sevginizin harareti ile benim ölçümün ne olduğunu
bilemiyorsunuz; ve beni, benden çok uzak bulunan meziyetlerle hayal
ediyorsunuz. Bundan önceki mektuplarınızın muhtevası, ile eksiklerimi
tamamladınız; ve tıpkı çocuklarından hiçbir fayda görmedikleri halde yine
onların her ihtiyaçlarını temine çalışan ana-babalar gibi bana ihtimam
gösterdiniz. Ve bugün bile, benim için yazması çok güç olan vak’aları yazmamı
rica etme tevazuunda bulunuyor ve bilhassa bu yüzden daha, çok yükseliyorsunuz.
Benden çok daha iyi bildiğiniz bu nesneleri benden öğrenmek istiyorsunuz.
Böylece ben de, buyurduğunuz vazifeyi severek yapacağım.
III
İnanınız ki ben dahi
'beliren alâmetleri ve bunları takip eden cezalan görünce, bu olup bitenlerin
kaydolunarak muhafaza edilmesi gereğini düşünüyordum. Fakat buna rağmen
hâfızaların yetersizliğini ve ifrat derecesindeki cehaletimi düşünerek, bu işi
yapmaktan vazgeçmiştim. Bana şimdi yapmamı emrettiğiniz bu işte öyle bir korku
içindeyim ki, tıpkı iyi yüzme bilmediği halde suyun derinliklerine dalması
emredilen bir kimsenin duyduğu korku gibi. Fakat, benim için daima Tanrıya
ulaştırdığınız dualara güvenerek, Allah’ın inayeti ile boğulmaktan
kurtulacağıma, beni fırlattığınız denizden çıkacağıma eminim. Kıyıda mümkün
olduğu kadar iyi yüzebilirim. Fakat derinlikler keşfedilemez. Tanrının
günahlarımızı silmek, cürümlerimizi cezalandırmak için yaptığı bu işleri
uyarınca anlatabilecek kim vardır?
Çünkü, İncil’in
ilk dört kitabından biri olan] Gospel’deki «Delice Kıssası»ndan da
öğrenmiş olduğunuz gibi, Tanrının gerçek varlığı meleklerden bile saklıdır. O kıssada evin efendisine: «İster misin
gidip onları (deliceleri) toplıyalım?» diye soran hizmetçilere, bu gibi
şeyleri iyi bilen efendi: «Hayır, belki deliceleri toplarken, onlarla
birlikte buğdayı da kökünden çekersiniz», cevabını vermişti. Biz,
günahlarımızın çokluğundan cezalarımızın da çok olduğunu söylüyoruz. Eğer
Tanrının inayeti de zeval .bulmasın diye bütün dünyayı kucaklamamış olsaydı,
bütün beşer hayatı mahvolacaktı. Çünkü zamanımızdaki gibi şiddetli bir
felâket, başka ne zaman vuku bulmuştur?
Sebepleri henüz
ortadan kalkmadığı için, felâketlerin de arkası kesilmedi. Gözlerimizle
görüp, kulaklarımızla işittiğimiz ve içinde yaşadığımız bu felâketlere ekli
olarak uzaktan ve yakından gelen rivayetler, şayialar, muhtelif yerlere yağan
belâlar, dehşetli zelzeleler, altüst olmuş şehirler, kıtlık ve salgın, savaş
ve kargaşalıklar, her yerde esirlik ve sürgünler ile kiliselerin yakılıp
yıkılma haberleri de bizi korkutuyordu. Çoklukları sizi hayretlere düşürmüş olmasına rağmen bunları, keder ve elem
dolu bir ifade ile yazmamı istiyorsunuz; öyle ki, hem okuyanları, hem de dinleyenleri
şaşırtsın. Eminim ki bunu, iyi şeyler için olan gayret ve himmetinizden dolayı
istiyorsunuz. Bunları işitenler tevbe ve istiğfar ederek nedamete yaklaşsınlar
diye.
IV
Fakat inanınız ki bir insan için acıklı yazmak bir mesele, doğru yazmak ise
başka bir meseledir. Çünkü, Tanrı vergisi bir belâgatle söz söyleyebilen bir
kimse —eğer bulabilirse—, hüzünle elem dolu hikâyeler yazabilir. Fakat konuşma
hususunda ben basit bir adamım; ve bu kitaba, yurdumuzdaki her ferdin
doğruluğuna tanıklık edeceği şeyleri yazacağım. Okuyanlar ve dinleyenler
bunu tetkik ettikten sonra, isterlerse nedamete yaklaşsınlar. Fakat, belki
biri çıkıp da «nasihat
hikâye ile karışmadıktan sonra okuyanlar için ne fayda sağlar?» diye sorabilir. Ben kendi hesabıma bunu yapamıyacak
bir kimse olarak derim ki:
Bize gelen bu cezalar bizi ve kavmimizi cezalandırmaya, gerek hâfızamızla
ve gerekse okuyarak bunların günahlarımız yüzünden geldiğini öğrenmeye kâfi
idi. Bu felâketler bize bu dersi vermemiş olsalardı bizim için tamamıyla
faydasız olacaklardı. Fakat böyle olmadığı aşikârdır. Çünkü cezalar öğretme
zemini hazırlar. Aziz Pavlos’un sözlerine göre, bunların günahlarımız
yüzünden bize gönderildiğine, gök-kubbesi altında bulunan bütün müminler
şehadet ederler. Aziz Pavlos der ki: «Fakat hüküm gördüğümüz zaman, dünya ile birlikte mahkûm
olmayalım diye, Tanrı tarafından tedip olunuyoruz». Dünyada bütün insanların
cezalandırılması, günahlarından korunmaları ve gelecek yeni bir dünyanın
hükümlerinin kendilerine aydınlık olması içindir. Günahlılar yüzünden
cezalanan suçsuzlara gelince, onlar iki katlı mükâfatlandırılırlar. Fakat her
zaman için Tanrının merhameti, lütufkârlığı ve sabrı sayesinde lâyık
olmıyanlara dahi sıyanet vardır. O Tanrı ki, bilgi hâzinesinde hiçbir şeyi unutmaz
ye bu dünyanın ferman edildiği zamana kadar yaşamasını diler. Bunun böyle
olduğu hem Mukaddes Kitabın delilleriyle, hem de yazmağa niyetlendiğimiz kendi
içimizde vuku’bulan şeyler vâsıtasıyla gayet aşikârdır.
V
Açlık ve
salgın felâketleri üzerimize o kadar dehşetli yağdı ki, iyice mahvolmaya
yaklaşmıştık. Fakat, lâyık olmadığımız halde Allah bize felâketlerden yana bir
nefeslik dinlenme payı verdi. Bu, söyliyeceğim gibi, Onun iyiliğindendi. Bu mühletten sonra ceza tarzını
değiştirdi ve bize «gazab kamçısı» denen Asuryalılar’ın eliyle vurdu. Tanrı
bizi onların eliyle vurdu derken, ne Persler'in anlaşma teklifini inkâr edecek,
ne de Asuryalılar’ın kötülüklerinden dolayı onları kabahatli tutacağım. Aksine, günahlarımızdan dolayı Tanrının onları hiçbir suretle
cezalandırmadığını ve onların elleri ile bizi vurduğunu tekrarlayacağım. Bu
kötü insanların kendilerine teslim olanlara karşı zerre kadar merhamet
-göstermemeleri, bu işten aldıkları zevki çok güzel belirtir. Çünkü bunlar
insanoğullarına yaptıkları kötülüklerden neşelenmeğe, bundan zevk almaya
alışmışlardı. Peygamber de onlara kızar ve ıssız Babil şehrine işaretle şöyle
der : «Kavmıma
öfkelendim, mirasımı murdar ettim; ve onları senin eline verdim, sen onlara
merhamet etmedin; yaşlının üzerinde boyunduruğumu çok ağır eyledin.» Âdetleri üzerine bunlar, bize de zâlim
zevklerinin icap ettirdiği gibi zarar ve ziyan verdiler. Onların ceza
kırbaçlarının vücutlarımıza yetişememesine ve kendilerini şehrimize efendi
yapamamalarına rağmen (çünkü Hazreti İsa’nın mümin- kıral Abgar'a: «Senin -şehrin kutlulanacak ve hiçbir düşman
kendisini oraya asla sahip kılamayacaktır» yollu verdiği söze göre, şehrin boşalması ve ıssız kalması imkânsızdı),
hâlâ kötülük gören ve teslim olarak alman şehirlerde öldürülen ve sokaklardaki
çamurlardan farksız bırakılan müminlerin ıztırabı ile halk, çok fazla
alâkalandı ve üzüntü çekti. Bu manzaradan çok uzak bulunanlar da, imanlarının
noksanlığı yüzünden, canlarından korkarak kaygıya düştüler. Çünkü bunlar
düşmanın, öteki şehirler gibi, Urfa’ya da hâkim olacaklarını sanıyorlardı.
VI
Süleyman'ın söylediği gibi: «Akılsızın
dudakları savaş getirir.» Ve siz de bu esas meseleyi, yani hangi sebeple savaşın kışkırtıldığını anlamak
istiyorsunuz. Niyetim, tarihleri eski olan bu meselelerden bahsedişim
üzerinde düşünülebileceği tehlikesine rağmen, tüm sebeplerin nasıl zuhur
ettiğini size bildirmektir. Ve müteakiben, çok az bir müddet sonra bu sebeplerin
nasıl bir kuvvet kazandıklarını da izah edeceğim. Bu savaşın günahlarımız
yüzünden üzerimize açılmış olmasına rağmen, menşei bazı belli hâdiselerdi, ki
birtakım cahil kimselerin sözlerine kapılarak mühim imparator Anastasius'u suçlu
saymamamız ve mevzua iyice aşina olmamız için bu sebepleri size
anlatacağım. Çünkü savaşa sebep olan Anastasius değildi. Yazacağım
hususlardan da anlıyacağınız gibi, savaş çok daha önceleri kışkırtılmıştı.
Sh:1-5
Kaynak: Süryanî Mar (Mor) – Yeşua,
Vakaayi’nâme, 494 - 507 yıllarına âit URFA, AMİD ve GÜNEYDOĞU ANADOLU VAK’ALARI
BİZANS - SASANLI SAVAŞLARI,THE CHRONİCLE OF THE STYLİTE, (Composed in
Syriac), Cambridge Üniversitesi Arabiyyât Profesörü W. WRİGHT tarafından
Süryaniceden İngilizceye yapılan tercümeyi Türkçeye çeviren :Muallâ YANMAZ
1958, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar