Print Friendly and PDF

Hac

İhram (elbisesi, bâtını yorumuyla insanın kendine yasak koyması), bu ibadete başlarken giyilen ille şeydir.
Şibli’nin konuyla ilgili hikâyesi şöyledir: Şibli’nin bir arkadaşı -hikâye onunla Şibli arasında geçer- şöyle aktarır: Şibli bana şöyle sor­du:
-             Hacca niyetlendin demek!
Ben de:
-             ‘Evet’ dedim.
Bunun üzerine bana şöyle sordu:
-              Bu sözleşmenle yaratıldığın günden beri buna aykırı olarak yap­tığın bütün sözleri geçersiz yaptın mı?
Ben:
-             ‘Hayır’ dedim.                                                                        ,
Şibli:
-             ‘Öyleyse sen sözleşme yapmadın’ dedi.
Bana:
-              ‘Elbiseni çıkardın mı?’ dedi. Ben ise ‘evet dedim. Şibli ‘Demek her şeyden soyutlandın?’ dedi. Ben ‘hayır’ diye karşılık verince, Şibli ‘Elbiseni çıkarmamışsın’ dedi.
-              Şibli, ‘Temizlendin mi’ diye sordu. Ben ‘Evet’ dedim.
-              Şibli ‘Bu temizlikle her türlü hastalık gitmiş olmalıdır’ dedi. Ben ‘Hayır’ deyince, Şibli ‘Öyleyse temizlenmedin’ dedi.
-              Şibli ‘Lebbeyk’ (Allah Teâlâ’ım emrindeyim) dedin mi diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim.
-              Şibli, ‘senin söylediğin gibi Lebbeyk diyen bir cevap aldın mı?’ diye sordu. Ben ‘hayır’ dedim.
-              ‘O zaman Lebbeyk demedin’ diye cevap verdi.
-              Sonra ‘Harem’e girdin mi?’ dedi. Ben de ‘evet’ dedim.
-              Şibli ‘Oraya girerken yasaklanmış her şeyi bıraktın mı?’ dedi. Ben ‘hayır’ de­dim.
-              ‘Öyleyse girmedin’ dedi.
-              Sonra bana ‘Mekke’de bulundun mu?’ dedi. Ben de ‘evet’ dedim.
-              Şibli ‘Mekke’ye girerken Haktan sana bir şe­ref geldi mi?’ diye sordu. Ben de ‘hayır’ dedim.
-              ‘Öyleyse oraya girmedin’ diye cevap verdi.
-              Sonra ‘Mescide girdin mi?’ diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim.
-              Şibli ‘Mescide girerken bildiğin yönden Hakka yaklaştın mı?’ diye sordu. Ben de ‘hayır’ dedim.
-              ‘Öyleyse girmedin’ dedi.
-              ‘Ka­be’yi gördün mü?’ diye sordu. Ben de ‘hayır’ dedim.
-              Şibli ‘Öyleyse ne­ye yöneldiğini görmüş olmalısın’ dedi. Ben ‘hayır’ dedim. Şibli ‘O zaman Kâbe’ye girmedin’ diye karşılık verdi.
Sonra, ‘üç kez koştun mu ve dört adım yürüdün mü?’ dedi. ‘Evet’ dedim.
Şibli ‘Dünyadan sanki kendisinden ayrılır ve koparcasına kaç­mış; bu dört yürüyüş ile kaçtığın dünyadan güvene kavuşmuş ve bun­dan dolayı Allah Teâlâ’ya şükrün artmış olmalıdır’ dedi. Ben ‘hayır’ dedim.
Şibli ‘Öyleyse bunu yapmadın’ dedi. Sonra ‘Hacer’e (Hacer-i esved’e) el sürüp onu öptün mü?’ diye sordu. Ben de ‘evet dedim.
Bir feryat atıp şöyle dedi: ‘Yazık sana! Hacer’e el süren kimse, hiç kuşkusuz, Hak ile tokalaşmış demektir. Hak ile tokalaşan kimse ise, emniyete ve gü­vene kavuşmuştur. Allah Teâlâ senin üzerinde güven ve emniyet eserini orta­ya çıkarttı mı?’ ‘Hayır’ dedim.
-                  Şibli ‘Öyleyse Kâbe’ye el sürmedin’ diye karşılık verdi.
-                  Sonra, ‘Makam’ın önünde durup iki rekât namaz kıldın mı?’ diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Rabbinin mertebesindeki mekânda durduğuna göre sana niyetin gösterilmiş olmalıdır’ dedi. Ben ‘hayır’ dedim. Şibli ‘O zaman namaz kılmadın’ diye karşılık verdi.
Sonra, şöyle sordu: ‘Safa’ya çıkıp orada durdun mu?’ Ben de ‘evet’ dedim.
Şibli ‘Ne yaptın?’ diye sordu: Ben de ‘Yedi kez tekbir getirip orada durdum ve Allah Teâlâ’dan (ibadetimi) kabul etmesini niyaz ettim’ de­di.
-                  Bunun üzerine ‘Meleklerin tekbirini getirmiş ve o yerin hakikatini idrak etmiş olmalısın’ dedi. Ben de ‘hayır’ dedim.
-                  Şibli ‘Öyleyse tekbir getirmedin’ dedi. Sonra ‘Safa’dan indin mi?’ diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Bütün hastalıkların ortadan kalkıp safa (duruluk ve afiyet) buldun mu?’ diye sordu. Ben de ‘hayır’ dedim.
-                  Şibli ‘Ne Safa’ya çık­mışsın ne oradan inmişsin’ dedi.
-                  Sonra ‘Hervele (Safa Merve arasında koşmak) yaptın mı?’ diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim.
-                  Şibli ‘O'na kaçtın mı ve kaçmaktan kurtuldun mu? Varlığına ulaştın mı?’ diye sordu. Ben de ‘hayır’ dedim. ‘Öyleyse hervele yapmamışsın’ dedi.
-                  Sonra ‘Merve’ye ulaştın mı?’ diye sordu. ‘Evet5 dedim. Şibli, ‘(Merve kelimesiyle mü­rüvvet arasındaki ilişkiye dikkat çekerek) Mertlik üzere dinginliği bu­lup onu aldın mı?’ dedi. ‘Hayır’ dedim.
-                  Şibli, ‘Öyleyse Merve’ye ulaş­mamışsın’ dedi.
-                  Sonra ‘Mina’ya çıktın mı?’ diye sordu. Şibli ‘Allah Teâlâ’dan kendisine is­yankâr olduğundan başka bir hal temenni etmiş olmalısın?’ dedi. Ben ‘hayır’ deyince,
-                  Şibli ‘O zaman Mina’ya çıkmamışsın’ dedi.
Sonra, ‘Havf mescidine girdin mi?’ diye sorunca ‘evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Girerken ve çıkarken korkmuş ve sadece orada bulabildiğin bir korku duymuş olmalısın’ dedi. ‘Hayır’ diye karşılık verdim.
-                  Şibli ‘O zaman oraya girmemişsin’ dedi. Sonra ‘Arafat’a gittin mi?’ dedi. Ben ‘Evet1 diye cevap verdim.
-                  Şibli ‘Orada vakfe yaptın mı? (durdun mu)’ dedi. ‘Evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Uğruna yaratıldığın hali anlamış ve istediğin hali öğrenmişsindir. Bu halle sana tanıtan kimseyi de öğrendiğin gibi işa­retlerin kendisini gösterdiği mekânı da öğrenmiş olmasın. Çünkü O, her durumda nefesleri yenileyendir.’ Ben ‘hayır’ deyince
-                  Şibli, ‘O za­man Arafat’ta vakfe yapmamışsın’ diye karşılık verdi.
-                  Sonra ‘Müzdelife’ye kaçtın mı?’ diye sordu. ‘Evet’ diye karşılık verdim.
-                  Şibli ‘Meş’ar-i haram’ı gördün mü?’ diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Allah Teâlâ’yı başka her şeyi sana unutturup kendisiyle ilgilene­ceğin tarzda O’nu zikrettin mi?’ diye sordu. ‘Hayır’ diye cevap verdim.
-                  ‘Öyleyse sen Müzdelife’de vakfe yapmamışsın’ dedi.
-                  Sonra, ‘Mina’ya girdin mi?’ diye sordu. Ben ‘evef dedim. Şibli, ‘Kurban kestin mi?’ diye sordu. Ben ‘evet diye karşılık verdim.
-                  Şibli ‘Nefsini değil mi!’ dedi. ‘Hayır’ diye cevap verdim.
-                  Şibli ‘Öyleyse kur­ban kesmemişsin’ dedi. Sonra bana taş attın mı diye sordu. Ben evet dedim.
-                  Şibli ‘Senin üzerinde ortaya çıkan bilgini artışıyla bilgisizliğini kendinden uzaklaştırdın mı diye sordu. ‘Hayır’ dedim.
-                  Şibli ‘O zaman atmamışsın’ dedi. ‘Saçını kestin mi’ diye sordu. Ben ‘evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Arzuların azaldı mı?’ diye sordu. ‘Hayır’ dedim. O zaman ‘Saçını kes­memişsin’ dedi.
-                  Sonra ‘Ziyaret etini mi?’ diye sordu. ‘Evet’ dedim.
-                  Bu­nun üzerine şöyle sordu: ‘Sana hakikatlerden bir şey gösterildi mi? Ya da bu ziyaret nedeniyle Allah Teâlâ’nın sana olan ikramlarını gördün mü? Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurur: ‘Hac veya umre yapanlar, Allah Teâlâ’nın ziyaretçileridir. Ziyaret edilen, ziyaretçisine ikramda bulunur.’ ‘Hayır’ diye cevap verdim.
-                  Şibli ‘Öyleyse ziyaret etmemişsin’ diye kar­şılık verdi.
-                  Sonra ‘İhramdan çıktın mı?’ diye sordu. ‘Evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Helal yemeye niyetlendin mi?’ diye sordu. ‘Hayır’ dedim. Şibli ‘O zaman ihramdan çıkmamışsın’ dedi.
-                  Sonra ‘Veda (haccı) ettin mi?’ diye sordu. ‘Evet’ dedim.
-                  Şibli ‘Peki bütünüyle nefsinden ve ruhundan çıktın mı?’ diye sordu. ‘Hayır’ dedim.
-                  Şibli şöyle karşılık verdi: ‘Öyleyse veda et­miş değilsin, bu yükümlülük sende kalmıştır. Artık nasıl hac yapacağı­na bak! Kuşkusuz sana haccı anlattım. Hac yaparken, betimlediğim şe­kilde davranmaya çalış.’
Allah Teâlâ seni desteklesin bilmelisin ki, bu öyküyü anlatmamın nedeni, Allah Teâlâ ehlinin yönteminin bu şekilde olduğuna dikkatini çekip bunu ha­tırlatmak ve bildirmektir. Onlar, böyle hareket ederdi. Şibli de, haccı böyle algılamıştı, çünkü o, sadece kendi tecrübesinden (zevk) soru sormuştu. Başka bir insan onu yaşamış mıdır, yaşamamış mıdır? Ger­çekte, bir başkası onu idrak edebilir. Bazen, daha üstün veya daha dü­şük bir şeyi de idrak edebilir. Öyleyse, herkesin belli bir makamı var­dır.
Bu ibadetlerin bâtını yorumlarında bizden önce kimsenin bilme­diği bir yöntem takip etmiş değiliz. Şu var ki, Allah Teâlâ’nın bu konuda ku­luna olan inayet ve ihsanına göre zevkler değişir.
Şimdi konumuza dönebiliriz:
c. V, Sh:275-278
Kaynak: Muhyiddin İbnü’l Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye ,Futûhât-ı Mekkiyye Tercümesi, hzl: Ekrem Demirli, 2011,İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar