HALÎFE-İ PÎR-İ MÜNÎR HACI ABDÜLKÂDİR BEY HAZRETLERİ'NİN-SORU VE CEVAPLAR MAHİYETİNDEKİ İKİ RİSÂLESİ
İlişikte Pîr-i Münîr Sultânu’l
Muhakikîn Hoca Efendimiz Hazretleri’nin halîfelerinden, Hacı Abdülkâdir Bey
Kaddesallahû Sırrahû’l Azîz
Hazretlerinin iki adet mektup cevabı risalesidir.
Bu risalelerden birincisi,
Azîzimiz, Efendimiz Destgîrimiz Mürşîd-i Kâmil Muhittin USER Kaddesallahû
Sırrahu’l Âlî Hazretleri’nin peder-i âlîsi, Manastırlı Niyâzî USER Kaddesallahû
Esrârehû Efendimiz Hazretleri’nin talebi üzerine Hacı Abdülkâdir Bey Hazretleri
tarafından ihvân-ı sâdıkîn’e hitâben yazılmış nâme-i reşâdetleridir.
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Hamd,
âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Muhammed (sallallâhü
aleyhi ve sellem) e, kutlu ailesi ve dostlarının üzerine olsun.
Rabbimden
bir ihsan ile mânâ âlemine varıp, karşılaşmış olduğum bir “Pir”(olgunluk yaşına
ermiş) e varıp, sordum ki:
1. Soru: Hakk’a varmak istiyorum
bana yol gösterir misin?
Cevap: Hakk’a
varma yolu senin nefsin yani, kendin üzerindedir. O halde kendine şöyle bir
bakıp görmez misin, suretin (şeklin) her bir tarafa dönme ve değişip
durmaktadır. Suretin değişmesi için bir vücut veren, meydana getiren gerektiği
hakkında akıl erdirme ile meydana getirilen herhangi bir eşya bir ilim üzere
dayanmakta olduğunu anlamış ol. Ve işbu var olanları meydana getirilmeleri ile
ilgili bilgiler üzere olduğunu yakınlık bilgisi ile anlamış ol. Ve bu anlayış
ile bütün oluşların “Kader” sırrına bağlı olduğunu kavramış olarak iman
et.
2. Soru: Ezel ile ilgili âlem
üzerine tecellilerin olduğu, değiştirme ve başkalaştırma olmadığı ve bu âlem,
İlâh ile ilgili ilim ile durucu olduğunu anladım. Ancak, beni yaratıp meydana
getiren nerededir?
Cevap: Mademki,
var olanların tamamı ilim ile durucudur, ilim ise sıfattır. Sıfat ise bir
sıfatlanan gerektirir ve her vakitte sıfat sıfatlanandan ayrılmış olmaz o
halde…
3. Soru: Ben sonradan olan bir şey’im, beni
meydana getiren bu “Kadim”(evveli bilinmeyen) yönünde uygunluk, yakınlık
olmayışı doğru mu?
Cevap: Sen
neden yaratıldın? Dedim ki: İşitmiş olduğum üzere yoktan var olmuşum. Buyurdu
ki: Yok, tüm vakitlerde yoktur. Mademki varsın, elbette var olan varlıktan var
edilmişsin. Sonradan meydana gelmiş olman, tecelli itibarıyladır. Tecelli dahi
mekân ile var olan olur, mekân dahi suret ile durucudur.
4. Soru: Suret için acaba bir
vücud var mı?
Cevap: Başkalık
yoktur. Ayakta durmuş olma ise ilmin ilgi duymuş olmasındandır. “Ol” emri,
ilmin ilgi duymuş olmasıdır. Cevabı ile tüm var olanlar ol emrinden yani, İlâh
ile ilgili ilmin ilgi duymasından meydana gelmiş olduğunu bildim ve anladım.
5. Soru: Benim hayatım, ilmim, iradem ve kudretim
nedir?
Cevap: İlah
ile ilgili sıfatın aynisidir.
6. Soru: Bende cahillik ve
zayıflık olduğu halde, İlâh ile ilgili sıfatın aynisi nasıl olabilir ki?
Cevap: Cahil
ve zayıf olanın kendi vücudu olmayıp, belki ilim ile kudretin ilgi duyma
yerinde görünürlüğü ile cahil ve zayıf olan meydana gelmiştir. Görmez misin ki,
sende olan ilim vücudunun tümüne bulaşmış olduğu halde, her bir organında bir
olgunluk ile görünür olmuştur. Elinden tutmak, burnundan koklamak, damağından
tatmak duyguları ile durucudur.
7. Soru: Buraları mademki
böyledir, teklif şeklinde olan emir kimedir? Teklif yapılmaması gerekmez mi?
Cevap: Şöyle
bilgin olsun ki, bundan önce tarif ettiğim gibi, ilmin ilgi duymuş olmasıyla
görülen ve görülmeyen suretler meydana gelmiş olur. İş bu suretlerin birbirine
zıt olmaları hakikatlerinin gerekliliğinden olmuş olduğundan suretlerin zıtlığı
ile başkalık meydana gelmiş olur. Ve tüm suretlerin ve ilâh ile ilgili
isimlerin meydana gelişinde birbirine bağlantıları vardır. Tecelli sürekli
olarak bağlantılar iledir. Meselâ: “Gaffâr” (günahları affeden) isminin
açığa çıkması günah iledir. “Rezzâk” (rızk verici) isminin de açığa
çıkması rızka ihtiyacı olan ile olabilir.
Sözün
kısası: İsimlerin tamamının açığa çıkması birbirine yardımları ile ve
hakikatlerine bağlanmışlık ile olabilir. Görmez misin ki, sendeki hayatın
kendisine özel bağımsız vücudu (varlığı) olmaz. Ancak İlim, İrade, Kudret ve
diğerleri sıfat olma ile vücud değildirler. Ve sadece ilim ve irade ile eşyada
dahi toprak olmayınca un olur mu? Kısacası: Tüm eşya ve isimler birbirilerine
yardımları ile durucu olurlar. Bundan dolayı, insanın olgunluğu; Resul daveti
ile açığa çıkma imkânı bulur. Ki Cenab-ı Hakk Bakara suresinde, 2/31. Ve
Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. Buyurdu. Yani, İlâh ile ilgili öğretim ile
insan sureti, insanlığının olgunluğuna yükselmiş olabilir. Eğer bu öğretim
olmaz ise olgunluk batında tükenmişlikte kalır. Dikkat edilmeli ki, hiçbir
şahıs batınında var olan kemalini davetsiz açığa çıkarmış olamaz. Görmez misin
ki, aile içinde hangi dil kullanılır ise çocuk o dilin dışında bir dil ile
konuşamaz, bu durum öğretim ile ilgili değil mi? Buna dayanarak şu yüce Resulün
“Kelime-i tevhid”e olan davetine uyma ile her şahıs hakikatte olan
kemalini açığa çıkarmış oldu. Davet edilmiş olanların bir kısmı münafık, bir
kısmı kâfir ve bir kısmı mümin oldular. Yapılmış olan davette herhangi bir
zıtlık yoktur, zıtlık davete verilen cevaptadır. Bundan böyle anlaşılsın ki,
davet her şeyi hakikatten saptıracak değildir.
8. Soru: Cennet ve Cehennem nedir?
Ve ne içindir? Azap neden gerekli olur?
Cevap: İman açısından bakılacak olunursa, Cehennem; ayrılık ve
uzaklıktan, Cennet; yakınlaşma ve kavuşmaktan meydana gelir. İlgi duymakta
olduğu ismin neticesidir. Hatta uzaklıkta bulunduğun vakitte kendiliğin
düşüncesiyle bir takım hayaller meydana getirip, bu hayaller sebebiyle azap
içinde olursun ve terk etmek istemezsin. Azap ile dahi bir çeşit lezzetlenme
olur. Hatta bir kısım kimseler vardır ki, eşkıyalık yapmak ile lezzetlenmiş
olup, türlü, türlü azap (işkence) ve keder üzere yaşama yolunu seçmiş ve bundan
bir türlü vazgeçmiyor. Azabı tatlılığa dönüştürmüştür. Ve kendi mesleğinden
razı olmuştur. Çünkü her şahıs bir kemali (olgunluğu) açığa çıkarma ile
emredilen olmuştur.
9. Soru. Böyle olunca azap ve
beğenilmemişlik denilen şeyin vücudu olmaması gerekir. Cahil ile âlimin eşit
olması gerekli olur buna ne diyelim? Ki, Cenab-ı Hak Kelâm-ı kadiminde âlim ile
cahil bir değildir buyuruyor. Ve cennet ehlini methetmekte ve ateş ehlini
kötülemiştir nedeni var mı?
Cevap: İlâh
ile ilgili kelâmın inişi Mümin ve Rahim huzurundandır. Konuyu anlamak için
gerçekten bir kavrayış gereklidir.
10. Soru: Hak ve halk ile ilgili
isimler hakkında açık anlatımlarınızı sunabilir misiniz?
Cevap: Vücud
yani, varlık var olan olmaz, ancak suretle olur. Suretten maksadım; yer, gök,
ay, güneş, yıldız, üç doğuş ve kâinatın tamamıdır. Suret, yaratılmış olduğu
yönüyle, yani meydana gelen olduğu yönüyle gerçek mânâda vücud, yaratıcı ve
meydana getirendir. Kudret ile var olduğundan vücud Kâdir ismini alır. Tasvir
(söz, yazı ve resim ile tarif) olunduğundan varlık olan vücud Müsavvir ismini
alır. Suretlerin ayakta duruculuğu ile Kayyum ismini alır. İlâh ile ilgili
isimler böyledir. Gelelim suretlerin vücudu olmaz, ancak bil hâl ile içinde
bulunduğu hâli ise, ya durucu, ya da harekettir. Böylece duruculuk ve
hareketlilik ile de isim alır. Taş, ağaç, hayvan gibi suretin diğer hâli vardır
ki, ihtiyaç ve rızık gibi şeylerdir. İşbu suretlerin ihtiyacından, vücud Gani
ismini alır. Ve rızka ihtiyacından Rezzak ismini alır. Suretlerin kayıtlı ve
belirli vakitte son bulan olmasından varlık olan vücud misli ve mekânı olmayan
ismini alır.
İmdi: Suretlerin meydana gelen olma yönüyle vücud Ol ismi
alır, yok olma özelliği ile ahir (son) ismini alır. Suretlere özel bir kısım
haller vardır ki, kendini öven, yiğitlik, utanma ve edep gibi şeylerdir. Bu
isimlerde suretlere nispet edilir. Onun içindir ki, suretlerin gerekliliğinden
bu isimler suretlerle durucudur. Diğer bir kısım isimler dahi vardır ki, onlar
dahi görünen suretlerin isimleridir. Toprak, hayvan, ağaç, taş gibi şeylerdir.
Bu suretler yönüyle isimlerin üç mertebesi vardır.
Biricisi: Hakk’a ait isimlerdir ki, yukarıda
açıklanmıştı. Misali ve mekânı olmayan gibi şeyler.
İkincisi: Halka
ait isimlerdir ki, insan, hayvan, taş, ağaç gibi şeylerdir.
Üçüncüsü: Hislere ait isimlerdir ki, kendini övme,
yiğitlik, utanma gibi şeylerdir. Âdem aleyhisselâma öğretilmiş olan bu üç kısım
isimlerdir. Çünkü isim bilinmeyince kelam var olmuş olmaz.
11. Soru: Âdem aleyhisselâma ruh
üflenmiş oldu. Ruh üfleme ne demektir?
Cevap: Bütünlük
ile ilgili ilmin keşfidir (ilmin hakikatinin açılmasıdır). Âdem aleyhisselâm,
kendine ve başkalığa olan nispet ve dünya ile ilgili bağları kaldırmış olunca
hakiki fakirlik ile doğruluğu meydana çıkan olup varlığında başkalık
kalmadığından “Safiyy-ullah” (Allah ile ilgili arınmışlık) oldu. Bundan dolayı,
melekler dahi ona secde ile emredilen olmuşlardır. Çünkü kişi kâmil mümin
olamaz, ancak nispet ve dünya ile ilgili bağları kaldırmış olmayınca. Yani,
tam, eksiksiz fakirliğe ermiş olmayınca. Onun içindir ki, Cenab-ı Hakk kendi
güzel isimlerinde kendini “Mümin” ismiyle övmüş ve tarif etmiştir.
12. Soru: Âdem aleyhisselâm
Hakk’ın halifesidir. Hakk’ın halifesi olması hangi yöndendir? Bize bildirir.
Cevap: Cem,
Hazretü’l-Cem’ ve Cem’u’l-Cem zevki kendisinde meydana gelmiş olup, isimler ve
sıfatıyla durucu olduğundan kullanıcılığın (tasarrufların) tümünü onun yüzünden
yani, onun hakikatinden olduğu sebebiyle Hakk’ın halifesi oldu. Ki, Cenab-ı
Hakk Bakara suresinde, 2/30. “Ben yeryüzünde bir halife atayacağım.”
Ayeti bu anlatılanları doğrulamaktadır.
13. Soru: Bu eşya ve suretler
Hakk’ın ayniliği midir? Yoksa dışında olanlar mıdır?
Cevap: Ne
aynisidir ve ne de dışında olandır. Hem aynisidir, hem de dışında olandır.
Sonradan meydana gelen ve yok olucu olmasından başkalık gerektirir. Vücutları
yani, varlıkları Hak olduğundan aynilik gerektirir.
14. Soru: Cenab-ı Hak buyurmuştur:
“Siz dua edin ben icabet (kabul) edeyim” Hâlbuki çoğunlukla duamıza icabet
olunmuyor ne dersiniz?
Cevap: Dua
(istek, dilek) dört kısımdır.
Birincisi: Bu dua, Zat ile ilgilidir ki, Allah ehli
diliyle zat ile ilgili kabiliyet olarak da tarif edilir. Kabiliyet öyle bir
şeydir ki, ezel ile ilgili ilimde var olan bilgilerin gerekliliği üzere olmuş
olan meydana getirilmedir. Bunda icabetin olmayışı ve geriye bırakılması mümkün
değildir. Ve bu mertebede olan bilgilerde değişiklik ve başkalaştırma yoktur.
Enam suresinde, 6/34. Allah’ın kelimelerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur.
Ayeti bunu doğrulamaktadır.
İkincisi:
Bu dua, Hâl ile ilgilidir ki, bazı icabet olur, bazı icabet olmaz veya geriye
bırakılır. Meselâ: Mesleği kâtip olan kişi, mesleğinde uzman olduğu halde olur
ki bir göreve getirilir veya olu ki hiçbir göreve getirilmez. İşe
yerleştirilmemiş olması, işlerin yolunda gitmeyişinden dolayıdır ki, zatı ile
ilgili ilminin gerekliliğidir.
Üçüncüsü:
Bu dua, iş ile ilgilidir ki, mesela: Bir asker uzun sure askerlik yaptığı halde
subay olamaz. Diğeri ise kısa zamanda subay olur. Bunların ikisi de iş ile ilgili
duada bulunmuşlar ise de, zatları ile ilgili kabiliyetlerinde zıtlık olduğundan
hükümleri dahi çeşitli olur.
Dördüncüsü:
Bu dua, dil iledir ki, işte ve hâlde bir payı olmayarak şuursuz olarak dua
etmesidir. Bu şekilde var olanların tümü kabiliyet dili ile yapmış olduğu dua
daima kabul edilir. Olunmaz denilmesi cahillik gerekliliğindendir. Yoksa daima
var olmaktadır.
15. Soru: Her şeye icabet (kabul
edilir) olunduğunu anladık. Ve kabul edilir değildir denilmesi cahillikten
doğduğunu da bildik. Ancak bu cahillik denilen şeyin hakikatini ve hangi
cahillik mertebesinden meydana gelmiş olduğunu ve bu cahilliğin meydana
getirilmesi hikmetinin ne olduğunu bize bildirir misiniz?
Cevap: İnsanların
cahilliği, hayal ile durucudur. Çünkü insanın bencillik ve başkalık ile
duruculuğu hayal âleminde olması gerekliliğindendir. Hayal dahi isimlerin
tümünün meydana gelmesini gerektirir. Hatta başkalık var olmaz ise isimler dahi
var olmaz. Çünkü Hak yaratılan halk ile olabilir. Ve Rezzak dahi rızkı verilen
ile olabilir. İsimlerin tümü böyledir ve hakikatte cahil başkalıktan doğmuş
olursa da, başkalık dahi hayal ilminden doğmuş olduğu yönüyle hakikat, başkalık
ile ilgili cahillikten olur. İsimlerin tümü dahi bu mertebede hükümlerini ve
olgunluğunu (kemalini) açığa çıkarmış olduğundan bu yüzde olan cahillik kemalin
aynisi olur. Ve bu mertebelerin meydana getirilmesi olgunluğun açığa çıkması
içindir. Yüce Allah Ali İmran suresinde, 3/91. “Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna
yaratmadın.” Buyurdu. Fenada cahilliğin vücudu yoktur. Bekada ise ilmin
ilgi göstermesiyle isimlerin nispetinden meydana gelmiş olur…
<<HACI ABDÜLKÂDİR BEY>>
Pir-i Münîr Seyyid Muhammed Nûru’l Arabî
Hazretlerinin Halîfesi.
Pir-i Münîr Seyyid Muhammed Nûru’l Arabî
Hazretlerinin Halîfesi.
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Hamd,
Allah’a mahsustur. O Allah ki, varlık göğünü en güzel isimlerinin kandilleri
ile nurlandırmıştır.
Tarafınızdan
gelen mektubunuzu aldım. Hoca efendi hazretlerinin Prizren’de âlimlere hitap
ederek sormuş olduğu soruları ve ne yönden açıklamasının yapıldığına dair
bizden açıklama istiyorsunuz. Bu fakirin bu sorulardan ve ne şekilde
açıklandığı hakkında bir bilgim yoktur. Ancak incelik gösterip, açıklama
yapmamı isteğiniz üzere gücüm derecesinde bir cevap yazıyorum.
1. Soru: Sıfat ile isimlerin farkı
nedir?
Cevap: Bunlar
zaten, gerek sıfat ve gerek isimler (esmâ) olsun tamamı zâtın açığa çıkardığı
özelliklerden başka bir şey değildir. Hepsi, İlâh ile ilgili zatın dışında olan
şeyler değildir. Fakat değerleri yönüyle bir birbirinden ayrılmış
olmaktadırlar. Değer verme dahi nispet çerçevesindedir, Yani, yerler ve
durulacak mekân ile ayakta durucudur. Değer verme ise; hayat, ilim, irade,
kudret Hakk’a nispet edilir ise yani, Hak ile durucu olduğu yönüyle “Ümmehât-ı esmâ” (isimlerin
asılları) olduğundan sıfat olarak tarif
edilmiştir.
Çünkü
isimler, bu sıfatın ilgi duymasıyla ayakta durucu olur. Özellikle bu sıfat dahi
ilgi duyma yönünden isim olur.
2. Soru: Yücelik ile ilgili
sıfatın tesir ediciliği ve tesir etmeyişi Hakk’a dayandırılır ise, küfür
mü? İsyan mı? Olur. Ve iradenin
bütünlüğü ve bir kısmı, eski ve sonradan olan olması ve tesir eden ve etmeyen
olması ne gibidir?
Cevap: İradenin
bütünlüğü ve bir kısmı, tesir ediciliği ve etmeyişi halk görüşü değeriyledir.
Tesir edemeyenin kendisine özel ve bağımsız vücudu olmadığı, bundan dolayı
vücudu olmayan şey vücutsuza nispet edilir. Yoksa hakikat hali üzere bir şey
batıl değildir. Her bir iş bir ismin hükmünü meydana getirir. Bu görüş üzere
aciz, bir şey yapamaz durumda olanın ve cahilliğin vücudu yoktur, ancak bir
mertebede İlâh ile ilgili kemal ile meydana gelir. Küfür ve isyan cahillik
mertebesiyle ayakta durucudur. Yüce Allah, bütün mertebeler ile tüm vakitlerde
hükmünü açığa çıkarmış olmaktadır.
3. Soru: İradenin yakınları olan
şeyleri nedir?
Cevap: İradenin
yakınları olan şeyler yedidir. 1-Vücud. 2-Adem (yokluk). 3-Sıfat. 4-Kâdir. 5-Ezmîne (vakitler).
6-Emkine (yerler). 7-Cihât’tır( ﺟﻬﺎﺕ) Cenab-ı Hak cümlemize hayır ve ilerlemeler buyurmasını
dua etme ile bütün salik ve âşık mümin kardeşlerime aşkta kemâl dilemekteyim.
Tamam oldu…
<<HACI
ABDÜLKADİR BEY>>
Pîr Muhammed Nuru’l Arabî
Hazretlerinin Halifesi
Pîr Muhammed Nuru’l Arabî
Hazretlerinin Halifesi
Not: Kâmil mürşit olan Hacı Abdülkâdir beyefendinin cevaplamış olduğu
üç sorunun sâhibi Pîr Seyyid Muhammed Nûru’l Arabî olup bu soruları, bir
mecliste bulunan Prizren şehri âlimlerine cevaplamaları için sunmuştur. Ne
şekilde cevap verildiği veya verilmediği konusunda bir bilgi yoktur. Manastır
vilâyetine gitmiş olan bazı Melâmi ihvanları, oradaki ihvanlardan bu soruları
aynen alıp oturmakta oldukları kasabaya döndüklerinde çevrelerinde bulunan bazı
bilgili kişilerden bu sorulara cevap ricâ etmişler fakat doyurucu bir cevap
almamışlardır. Çevrelerinde cevap verebilecek kimse olmadığını anlamaları
üzerine Pîr hazretlerinin seçkin hâlifelerinden olan Hacı Abdülkâdir beyden, bu
sorulara Pîr hazretlerinin nasıl bir cevap verdiğini, vermediyse kendisinin
cevap vermesi için, Manastırlı Niyâzî Efendinin bir mektup yazmasını
ricâ etmişlerdir. Ve Niyazi efendinin yazmış olduğu mektuba cevap olarak
Abdülkâdir Efendi yukarıdaki soru ve cevap şeklindeki mektubu yazıp
göndermiştir. Yüce Allah, kendisinde razı, sırlarını kutlu ve ruhunu şâd etsin.
Bu gibi kâmillere ihsan ettiği hikmetleri tüm âşık ve salik olan mümin
kardeşlerimize ihsan etsin. Âmin…
*************
(Bursalı
Mehmet Tâhir Bey Kaddesallahû Sırrahû’l Azîz Efendimiz Hazretleri, arkadaşı
olan Niyâzî Baba Hazretleri’ne gönderdiği kartpostal kendi fotoğrafı olup arka
yüzüne de hatt-ı desti ile hâtırasını dercetmiştir. Kartpostal’ın aslı
M.G.Tümay Efendi’dedir.)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar