HARB İÇİNDE ALMANYA (1939-1942)
Yazan: T.C. Berlin Büyükelçisi R. Hüsrev
Gerede
Büyük
devletimizi ve asil milletimizi savaş içinde Berlin'de temsil ettiğim yıllarda,
çalışmalarımın ve siyasî tespitlerimin ne gibi şartlar altında ve nasıl bir
çevre içinde yapıldığını anlayabilmek için, o zamanki Almanya'nın Hitler'in
şahsında şekillenmiş bir "Nasyonal Sosyalist" devlet olduğuna
özellikle dikkat etmek gerekir.
Savaş
için Almanya'daki görevlerim sırasında, bir taraftan halkın musikiye
bağlılığını ve konserleri kadın-erkek huşu içinde dinlemelerini hayranlıkla,
diğer taraftan hava ordusunun göklerde, kara ordusunun da yerlerde kahramanca
dövüşmesini takdirle tespit ederken, içte Nazileriıı kaba ve gaddarlıklarını
hayretle karşılamış, bu yüksek kültürlü, musikî ve sanat aşıkı medenî milletin
gerçek ruh haletini anlamaktan doğrusu âciz kalmıştım. Nazi idaresinin
haşinliğine, Führer'in büyük kumandaları birer birer atarak bir takım
ehliyetsiz dalkavukları kullanmasına ve ordu başkumandanlığını eline almasına,
ordudan ve halktan bir tepki gelmemesini de açıklayamamıştım. İliklerine Prusya
disiplini işlemiş bu asker milletin, "Postdamer Geist" dedikleri
Büyük Frederik'in aşıladığı ruhu taşıyan Alman ordusunun itaat derecesinin en
son sınırını bulduğunu da eskiden beri bilmeme rağmen, Alman sosyal ruhunu ve
gelişmesini kavramak için bilgi edinmeme savaş içinde imkân da yoktu.
İnsanlığın
selameti ve dünyanın huzuru adına bir daha tekrarlanmamasını Tanrı’dan
dilediğimiz İkinci Dünya Savaşı denilen bu büyük faciayı asıl aydınlatacak
sosyal konulara, yani Nazizmin doğmasını, Hitler'in şahsiyetini, ancak bu son
yıllarda çıkan eserlerden yapabildiğim incelemelerin içinde önemli gördüğüm
bölümleri elverdiği Ölçüde özetleyerek ayrı bir bölüm halinde okuyucularımın
görüşlerine sunmayı gerekli görmekteyim:
a-
28 Mart 1939'da basılmış Edmond Vermeil'in "Doctrinaires de la revolution
allemande" adlı kitabında (19181938 arası):
"Önce
Panjermanizmin bütün Almanların millî, ırkî duygusu olduğunu, bunun filozofik
ve dinî esaslara dayandığım ve Alman kültürünün yüksekliğine inanç ile
özetlenebilecek bu duygunun sosyal gelişme ve şekillerde esas rolü olduğunu
gözönüne almak gerekir "Deutschland über alles: Almanya herşeyin
üstündedir." millî şarkısı, bu duygunun musikî ile tam ifadesidir.
Alman siyasî tarihi 1803'den beri bu devletin dâima genişlemeye çalıştığını
gösterir. Bismarck devri (İkinci Wilhelm 'Guillaume' saltanatı), Panjermanizmin
ilk büyük merhalesi sayılabilir. Bismarck’ın ayrılmasından sonra, ırkçılık
kendini göstermeye başlamış, 1914 savaşı da bu büyüme rüyasını gerçekleştirmek
için çıkmıştır. Bu savaş sadece anlayış ve dinî inanç kavgası değil, daha çok
çeşitli şekillerde hazırlanmış, kültürleri ayrı milletlerin rekabet çarpışması
olmuştur."
Zaten,
hukuk ve milletlararası ilişkiler üzerindeki ayrılığın, 1918 mütakeresinden
sonra Cemiyeti Akvam'ın geleceğini tehlikeye soktuğunu, biz Türkler başta olmak
üzere bütün dünya görmüştür.
2) Almanya'da Weimar Cumhuriyeti'nin
tutunamaması, eski monarşinin temelleri gibi tutunacak bir dayanağa sahip
olmaması ve beynelmilel çeşitli elemanlara yani Katoliklere, liberallere,
sosyalistlere, sosyal ve politik alanda birbirleriyle rekabet etmelerine izin
vermek zorunda kalması yüzündendir. Almanya'da Katolik merkezi hiçbir vakit bu
devirde olduğu kadar işlere karışmamış, sosyal demokrasi ve komünizm iktidara
bu kadar yaklaşmamıştı. Demokratlar ve Halkçılar için de aynı durum mevcuttu.
Bu devirde, ’Autarchique' sisteminin çıkmasına yol açan ekonomik ve politik
facia, entelektüel. yani fikrî ve moral sahayı da sarsmıştı. Almanya'da bir
'Nihilizm' doğmasının milliyet üzerine dayanan otoriter bir sosyal
'Biolojizm'in canlanmasına yol açarken, bunun da toplumu hükümete bağlayan
Hitlerizmin zaferini hazırladığını çok iyi izah eder. Zaten ırkçılığın da
Panjermanizmin mirası olarak bu yeni rejimin umdelerinden biri olması bu sebeplerdendir.
Nazizmin ünlü teorisyeııi ve ırkçılığın vaizi Rosen berg, yazılarında, Luther
ve Herderlerin Alman 'mistiğin'deki reformlarına dokunmakta, Panjermanist
geleneğini takip etmektedir. Tarihî gelişmeye bakılırsa ’Postdam Almanyası'nın
Prusya faaliyetinin ruhundan çıktığı ve Weimar Almanyasının da beynelmilel
büyük fikirlerden doğan toplu mahiyette birleşmiş bir arzunun, Avrupa üzerinde
tezahürü olduğu görülür."
"Fransa
ve özellikle İngiltere'de güçlü olan bir orta burjuvazi sınıfına Almanya sahip
değildi. Rathenau. birliği sağlayamayan Weimar rejiminin Hitlerizmi
getireceğini görmüş ve yazmıştır. Nazizm Almanya'ya kaba, fakat gerçek ve millî
bir hayatiyet aşılamıştır. Key serling, 'Kitle büyüdükçe ve güçlendikçe, bunu
koruyabilmek için güçlü merkeziyet ve teşkilatlı bir disiplin gerektiğini ve
şeflerin yetkilerinin de idare ettikleri kitlelerin büyüklüğü ile uyumlu
olacağını' yazmıştır. Birçok partilinin Weimar heyulasından tek parti
çıktığını, gerçek ve ruhî Renaissance'a varıncaya kadar milletin bu safhadan
geçmesi gerektiğini, bu ihtilalin kahramanlık 'Culte'ünü telkin ettiğini,
vaâdlerle dolu ilkel bir heyecan içinde yaşayan bu rejimin cesaret ve inanç
sahibi olduğunu ve Nazizmin gerçek bir millî sosyalizmi kurmakta, sosyal
sorunları çözümde başarısı olması halinde çok genişleyeceğini bildirmiştir.
Naziler 1930 başarısını, uzun zaman uyumuş olan bu ruhî kuvvetin uyanmasına
borçludurlar. Alman milleti tarihin bir dönüm noktasına geldiğine inanarak, can
çekişmekte olan 'İntellectualisme'den, tabiî hissin kucağına atılmıştır. Irkçı
ve Musevî aleyhtarı olmayan filozof Spengler, eski Katalokliğin Cermen
kültürünün gelişmesinde zarar verdiği fikrini açıklamıştır ki, Alfred
Rosenberg'in teorisine bu adeta bir başlangıç sayılabilir."
"Möller,
Alman sosyalizminin Birinci Savaşta, özellikle ateşkesten sonra millî bir şekil
aldığını, özellikle Ruhr'un işgalinin gözlerini açtığını, bu millî sosyalizmin
giderek komünizme doğru ilerlediğini ve bunun sosyal, demokratik, parlamenter
sistemi mahvedeceğini yazmıştır ki, sonuç da kendisini haklı çıkarmıştır.
Nüfusun artması da bu ihtilalin sebeplerinden biri sayılabilir. Bütün
Avrupa'daki yüz milyon Alman'ın yarısından çoğu Alman devleti topraklarındadır.
Zaten 'Versailles' anlaşmasını ortadan kaldıran da bu nüfus durumu olmuştur."
3) Hoover'in 1931'de Almanya'ya tazminat
ödenmesindeki yardımı, ’Moratorium: Genel mühlet' ilânı suretiyle dünya
ekonomisini kurtarmak amacıyla yapılmıştır. Fakat beynelmilel ’Solidarite:
Birleşme' fayda vermemiştir. O zaman milletlerarası diktatörlük cereyanı da,
planlı ekonomi hedefine yöneltilmişti. Özellikle Almanya'da bir çeşit
sosyalizmin (1932 ile 1933'e doğru) genişlemesi, bu cereyanın sonucudur. Bunun
amacı geçici bir 'Moratoire' yerine tam anlamı ile ödememek kararı ile içtimâi
sosyalizme ve işsizliğe engel olmak için de otoriter bir rejim kurmaktı.
1933'de Hitler'i iktidara çıkaran bu cereyandır."
Tanınmış
yazarlardan Hans Zehrer, Üçüncü Reich'in politik kuruntunu en iyi târif
edenlerdendir. Bu yazar, 1930'den itibaren eski değerlerin ve prensiplerin
çökmüş olduğunu, politikaya giren halk kitlesinin inancını kaybettiğini, halkın
güvenini kazanmak gerektiğini, Hitler'in 'Mein Kampf ı bile bu talebin halk
arasında yayıldığını, Weimar'ın bir yenilik yapacak yerde mağlup devletin kötü
mirasına sahip çıktığını, en sağlam demokrasileri sarsacak olan enflasyonun da
buna katıldığını belirtmektedir. Brüning, Berlin'de orta sınıf ve köylü,
kapitalizm ve marksizmle birleşmiş, sosyalizme karşı ayaklanmış, gençlik ve
Nasyonal Sosyalizm bundan yararlanarak, yalnız ’Preussentum und Sozialismus'
esasında bir devlet değil, İtalya ile paralel bir sistemi kamuoyuna telkin
etmiştir. Halkın yüzde doksanı proleterleşmiş veya proleter olmuş, herkes bu
ülkede bir keramet bekler duruma girmiştir. Ne bakanlık binasında duvarlar
arasında kalan Mareşal Hindenburg'un ne de von Papen'in sınıfı, bu önemli
sorunu çözecek durumda olmadığından, Hitler'in iktidarı ele aldığı dönemde
(1933 Ocak ayı sonu), nasyonalizm ve sosyalizmin bir tarafa bırakıldığına
işaret etmiş ve yeni iktidarın, halkın kontrol etmeye muktedir olamayacağı bir
totaliter idareyi zorla kabul ettirmeye çalıştığını da açıklamıştır,"
4) Hitler ve Rosenberg:
İdeoloji
olarak aydın kafalarda doğan Nasyonal Sosyalizm ile Nazi doktrini arasındaki
fark büyüktür. Birincisi. Nietzsche filozofisi yandaşı seçkin bir sınıfın
oluşmasını arzu eder. Diğeri, halkın kulağına sahip, icraat heyecanı taşıyan
orta sınıfın taraftar olduğu, silahlı askerî parti şefleri ve bunların benzeri
şahısların idaresidir. Bu çevrede millî taassup ve sertlik hâkim olmaktadır.
Tam bir fikir edinebilmek için, 1920'de önerilen ve 1928'de Führer'in
düzeltmelerinden geçen 24 maddelik Nazi programının umdelerine kısaca bir göz
atmak yeterlidir:
a-
Reich'in gerçek halkı saf Alman olanlardır. Göçmenlerle Mûseviler, asıl her
türlü fedakârlığa hazır bu halkın layıkıyla besle nememesi halinde, ülkeden
atılacaktır.
b-
Irkın sağlığını sağlamak, katışıksız bir gençlik yaratmak,
c-
Güçlü merkezî idare, tek meclis, bunun kanunlarını eksiksiz uygulayan korporatif
meclisler,
d-
Roma hukukundan ayrılmak. Yeni kanunlar, yeni bir millî ordu, e Hak ve
çalışmada eşitlik. El ve kafa ile herkes genel menfaat için çalışacak. Yani
’Gemeinnutz geht vor Eigennutz: Kamu menfaâti şahsî menfaâtten önce gelir.'
f-
Çalışma ürünü olmayan her çeşit gelir lağvedilecek. Savaş kazancı yasak.
Savaşta servet biriktirenden geri alınacak. Sanayi tröstlerinin
devletleştirilmesi, sanayi kazancına katılma, g Şahsî mülkiyetin tanınması,
h-
Tanın reformu. İpoteklerin kaldırılması, spekülasyonla mücadele,
i-
Büyük mağazaların küçük tüccarlara kiralanması,
j-
Aşırı kâr ve faiz sağlayanların, spekülatörlerin idama kadar ağır cezalara
çarptırılmaları,
k-
Öğrenimin toptan ve yeni bir şekle sokulması.
l-
Dinler, Cermen ırkının moraline ve devletin varlığına zararı olmadıkça, eşit
muameleye tabi olacak. Dinî hayatın devlet hayatına tâbi olduğu, Museviliğin
maddiyatçılığı (Materyalistlisi) ile mücadele.
Dış
politika olarak, 1 Büyük Almanya, 2 Halkın kendi kaderini kendi tayin etmesi.
(Bu son umde, Saint Germain ve Versailles anlaşmalarının lağvedilmesine sebep
olmuş, diğer milletlerle tam eşitliği sağlamıştır."
5) Sömürgelerin iâdesi:
Bütün
bu maddeler Nazi rejiminin iskeletini ve temellerini teşkil eder. Orta
sınıfların çeşitli isteklerine cevap vermesi ve Weimar demokrasisinin temelleri
olan merkez ve sosyal demokrat partilerin prestijini yıkması bakımından, bu
programın ustaca hazırlandığı anlaşılır. Nazizmde, biyojik ve bedenî sembol,
politika, ilke ve uygulamayla birleştirilmiştir. Hitler'le teorisyeni
Rosenberg, bunu 'Weltanschauung' kelimesiyle ifade ederler. Hitler, her
kötülüğün sembolü olan şeytan şahsiyetinin Alman halkı içinde Musevi vücudunda
şekillendiğini söylerdi. Tabiî buna kimse de hayret etmemiştir.
Nazizm,
Roma Katolikliğine, kapitalist liberalizmine, komünist marksizmine ve bunların
kaynağı saydığı 'Judaism'e düşmandır. Nazizm, Almanların üçte birinin dini olan
Katolikliği, halkı millî görevden uzaklaştırmakla itham eder. Führer de, bunun
dinin ağırlık merkezi dışarda olduğu için, nasyonalizmin ve Büyük Almanya
fikrinin savunulması ve yayılmasında zaâf göstermekte olmasından şikâyetçidir.
Nazizm, bunların da parti politikasında Musevî aleyhtarlığında birlik olmasını
istemektedir. 3. Reich'in bir çeşit 'Irkî aristokrasiden' doğduğu anlaşılmaktadır.
Halkın yeni bir şekle sokulması, çeşitli toprak bölgelerinden oluşan devletin
bir toplum içinde ve bir kitle halinde, Avrupa ortasında en geniş alanı
kaplaması, amacı teşkil etmektedir. Führerliğin doğması da, gerçek bir
demokrasi kurmaktan âciz halkın sosyal sefalet ve siyasî ıstırap içinde dış
tehlike karşısında şefine sınırsız bir yetki vermesi sonucudur. Plebist sonucu
ile Almanya bir Führer, parti ve halk devleti şekline girmiştir. Bu devlet,
totaliter teorinin bir âleti idi. Buna asıl anlamı ile diktatörlük ve istibdat
devleti denemez. Yönetimin bir kısmına katılmak iddiâsında olan siyasî
partileri içinden çıkaran, tek bir partinin totaliter hükümeti idi. "Mein
Kampf kitabında Führer, bu teşekkülü, ırkı son derece iyi korumak, şansına ve
Tanrı'nın vaâdettiği sonuca ulaşmak gücüne mazhar bir toplum 'Communaute'
olarak tarif etmektedir.
Bir
devletin gücünün, hiçbir zaman ekonomik refahı ile eşanlamlı olmadığı malumdur.
Aksine, refahın gerilemeye sebep olduğu, genel savaştan önce görülmüştür. Maddî
sefalet ve ıstırap içinde doğan Führer devletinin, eski Yunanlıların
Ispartalıları gibi yokluğa göğüs geren, çalışkan ve asker bir Alman halkından
oluştuğu gözönüne alınırsa. Nazizmin önde gelen şahsiyetlerinin, toplumun
isteklerine uygun anlayışta olmak şartı ile güven ve saygıya lâyık göründüğü
düşünülürse, bu rejimi Alman halkının başlangıçta seve seve kabul etmesi
kolayca anlaşılır. Hitler'in "Meitı Kampf" adlı kitabındaki "Der
geistige Terror" yani "Ruhî tedhiş" deyiminin amacı, bütün
kafaları "Synchronise" etmektedir. Führer'in ünlü nutuklarındaki
"Vicdanımın, Tanrı’nın ve milletimin karşısında yalnız benim..."
cümlesi, Führer devleti reisliğinin, mâhiyeti hakkında açık bir fikir vermek
için yeter lidir. Üçüncü Reich. fikir, politika, adalet, sosyal teşkilat,
çalışkanlık ve disiplini birleştirmiştir. Kapitalizm yıkılmamış, yalnız devlet
hizmetine verilmiştir.
Dış
politikanın ana hatlarına gelince:
a-
Kuzeyde İngiltere'nin İskandinav ve Baltık ülkelerinin iyiliğine olan
tarafsızlığı ile. arkasını getirmek başlıca ilke idi. Bunun için, Prusya
militarizminin İngiliz diplomasisi kadar sağlam ve sürekli olduğunu, Fransa'nın
ise genel savaştan sonra bunu engellediğini İngiltere'ye anlatmak gerekiyordu.
b-
Güneyde ise, Cermen asıl anlamını bulduğu için. Nazizm, Faşizm yani İtalya ile
emin bir müttefik bulmuştu.
c-
Doğuda, merkezî Avrupa ülkeleri ile ve Balkanlarla tabiî ve faydalı ekonomik
temaslar yapılacaktı.
d-
Batıya ve doğuya doğru genişleyerek, Karadeniz ve Akdeniz'e kadarki alanda,
Almanya'nın geleneksel kuvvet ideali, iâşe ve hammadde ihtiyacı tatmin
edilecekti. (Sonraları bu ideale müstemleke istemek de girmiştir.)
e-
Bu siyasî planın tatbiki için, katoliklik, liberalizm, sosyalizm ve judaizm
tarafından millî varlığı kemirilmiş, eski askerlik özellikleri kalmamış, Afrika
zencilerine Avrupa kapılarını açmış olan, tam "deje neresans"
(soysuzluk) halindeki Fransa ezilecek, doğuda günden güne askerî gücünü artıran
komünizmin kaynağı Sovyet Rusya da imha edilecekti.
Bu
esasa göredir ki, Roosevelt (1934-1937), Fransa sanayiinin Rusya'ya karşı
savaşmak için çalıştığını, Fransa-Rusya paktının arkasındaki maksada işaret
ederek, Almanya'yı sarmak için Fransa'nın Avrupa'da kurduğu güvenlik ağını
protesto etmişti.
Nazi
şefleri, savaş için özellikle gençliğin ekonomik, ahlakî ve askerî bakımdan
yetiştirilmesine çalışmışlar, rejimin güçlendirdiği Almanya'nın siyasî
ihtiraslarına karşı güvensizlik besleyen Avrupa'yı ve endişe içinde bulunan
Alman'ları yatıştırmak için de, barıştan yana olduklarını sürekli olarak iddia
etmişlerdir. İtalya ile ittifak yapan, Avusturya'yı ilhak ve Çekoslovakya'yı
işgal eden, endüstri ve askerlik bakımından sürekli gelişen Almanya'nın durumu,
Avrupa'yı savaştan önce, Wilhelm Almanyası'nın durumundan çok daha fazla
endişeye sevk etmiştir.
Şeflere
gelince:
Benim
de tanıdığım Ley, Führer'i Hazreti İsa mertebesine çıkaran, bir küçük subay
zihniyet ve çapında adamdı. Özellikle çalışanlar ve çalışma konusunda Nazizmin
adeta kutsal bir kudret yarattığı görüşünü taşıyordu. İtalyan halkının faşist rejim
için henüz olgunluğa ulaşmamış bulunduğunu da iddia edenlerdendi.
Joseph
Goebbels, iyi konuşan, zeki ve kültürlü bir insandı. 1933'de kurulan Propaganda
Bakanlığının başına geçen bu (Philologie) Filoloji doktoru.
Alman ruhunu çok iyi bildiği için, çalışanlar cephesinin işçilerinin eğlence ve
gezmelerle süslenmiş günlük çalışmaların zevkinden adetâ sarhoş olduklarını
romantik bir gerçek olarak açıklamakta ve rejimi mükemmelen anlatmakta idi.
Zaten resmigeçitler, fener alayları gibi gösteriler Almanları çeken şeylerdi. Goebbels,
sürekli olarak Mûsevî düşmanlığını körüklemiştir. Halka hitap etmesini iyi
bilen bu politikacının konuşmalarının dikkate değer bazı bölümlerini
aktarıyorum:
"Hükümetle
halk arasına giren parlamentarizmin halkın genel isteklerini açıklamasına engel
olduğunu"
dâima ileri sürmüş, fakat bunun, halkın politik edükasyonunun, yâni
yetişmesinin yokluğundan kaynaklandığını asla ağzına almamıştır.
"Mağlup
Almanya'nın, anlaşmalar ve ekonomik planlarla, havlayan fakat ısıramayan bir
duruma düşürüldüğünü, onunla dişi kalmayan bir köpek gibi alay edildiğini"
söylemiştir.
"Biz
Alman çalışma hayatının serbestisi ve hürriyeti için sosyalistiz. Halkın
hürriyeti için nasyonalistiz. Yani, askeri güç için herkesin çalışmasını
istiyoruz" demiştir.
Üçüncü
Reich'in Prusya ruhunu. Berlin'in Naziler tarafından zaptı hakkındaki şu
sözüyle çok güzel özetlemiştir:
"SS,
SA'nın merkez hükümeti (Berlin) zaptı, bu teşkilatın proleter çevreden çıkmış
olmasındandır."
Bir
konuşmasında da. "Biz ne proleter, ne burjuva, ne Protestan ve ne
Katolikiz, fakat Almanız. Reich ve Nazizm bir şeydir. Gerçek, bu rejimin
tamamen Alman olmasındandır. Geçmişe, Alman psikolojisine ve tarihine bağlıdır.
Başka millette bunun uygulanması mümkün değildir. Dışarının malı değildir.
Hükümetler başarılarıyla hüküm olunur. Tarih, ikmal edilmiş icraatı
kaydeder" demiştir.
Goebbels,
bir konuşmasında da şunları söylemiştir:
"Tartışmada,
tecrübeden çok başarıyla sonuçlanacak bir karar almak esastır. İhtilaller bir
milletin gücünün arttığını gösterir. Nazizmde hükümet işçi mahallelerini
bombardıman etmez. Devlet gücüne dayanarak, şiddet göstermeden, halk ile
birlikte çalışır. Halkın insanlığı, yapılması mümkün olan herşeyi bilen ve
yapan hükümetle müttefik olur. Alman halkım idare edenler, dağlarda Alpinistleri
uçurumlar arasında, kar fırtınaları içinde sevk edenler gibidir. Nazi
hükümetinin bugünkü mirasa karşı aldığı şiddetli tedbirler, uçurumun kenarından
geçmekte olan ülkemizde düzenin devamı içindir. Yarım yüzyıl sonra gelenler
bizi affedeceklerdir."
Goebbels,
politika adamını bir maddeyi yoğuran sanatçıya benzetir. Yoğurduğu şey halk
kitlesidir. Bunu, sanatçı, bir millet haline sokar. Mussolini'yi İtalya'daki bu
büyük sanatçılardan biri olarak nitelendirir. Bu liderin marksizmi ezmek için,
Avrupa'da sosyalizmle nasyonalizmi birlikte kullanan tek kişi olduğunu söyler.
Goebbels,
sosyal ihtilallerde halkı sevmenin yeterli olmadığını, onlarla birlikte olmak
gerektiğini, bu sebeple, onların anladığı şekilde konuşmanın şart olduğunu
iddia eder ki, bu doğrudur. (Dünyanın dört kıtasında yüzyıllardan beri adını
hutbelerde okutan büyük siyasî dâhi Hazreti Peygamber de, "Halka
akıllarının ereceği şekilde hitap edin" dememiş midir?)
Goebbels,
kadınların politikaya karışmamaları, genel hayat içinde görevlerini yapmaları
gerektiğine inanır. Ona göre, politika ve askerlikle erkekler uğraşacağından,
erkekleri kadınlaştırmanın, kadınları da erkekleştirmenin anlamı yoktur.
Nazizm
ve idarecileri konusunda yaptığım açıklamalardan anlaşılacağı gibi, bu rejim,
kendi kendini idare etmek kabiliyetine sahip olmayan bir halkı sevk ve idare
etmek şeklidir. Gerçekten de, Weimar cumhuriyetinin acı tecrübeleri, zihinlerde
uyanmaya başlamış olan gerçek millî hâkimiyet ve saltanat ülküsünü öldürmüş,
ayrıca Versay anlaşmasının ağır şartlan, açlık, yoksulluk ve idaresizlik
Almanya'da komünist propagandasına çok elverişli bir ortam hazırlamıştı. Böyle
bir ortamda. Nazizmin seçkin mücadeleci şeflerden oluşan idarecileri, Hitler'in
kumandası ile hareket ederek, halkı canla başla kendilerine çekmeye
çalışmışlardır. Naziler. bu teşekkül ve çalışmayı "Führertum und
Gefolgschaft: Rehber Kılavuz ve Maiyeti" şeklinde izâh etmekte idiler.
Türk
dostu İtalya Dışişleri Bakam Kont Sforza, "Synthese de I'Europe" adlı
ünlü eserinde, Nazi Almanyasının Bolşevik düşmanlığını, aryen ırkını göklere
çıkaran övgüsünü, şiddetli Mûsevî aleyhtarlığının sebebini; tabiî sınırları
olmayan bu milletin, kuşatılmaya karşı olan korkusuna atfetmekte ve aynı
zamanda bunu bir "Complexe d'inferiorite" haleti ruhiyesi, yani
"Aşağılık duygusu" olarak kabul etmektedir. Kitabında, Hitler,
Goebbels ve Göring'in dillerinden düşürmedikleri halkı, gerçekte
aşağıladıklarını ifade etmektedir.
Savaşın
başlamasına kadar Berlin'de yıllarca Fransa'nın büyükelçiliğini yapmış,
Almancayı çok iyi bilen, filoloji doktoru ve tanınmış diplomatlardan Andre
François Poncet'nin zekâsı, sosyal yeri, girginliği ve ünlü davetlerini
Berlin'de bulunduğum zaman duymuş, sefaretinin Estonyalı usta metrdotelini de
bizim sefarete alarak, devrin önde gelen şahsiyetlerinin mizacını da öğrenmek
fırsatını elde etmiştim.
Andre
François Poncet'nin "Berlin'de bir büyükelçinin hatıraları Eylül 1931 ile Ekim 1938" adıyla
1946'da yayınladığı değerli eserinde, Dışişleri Bakanı Ribbentrop'u anlatması
ile, Nazizim ve Hitler'in kişiliği hakkındaki bölümlerden en önemlilerini
aşağıya alıyorum:
a-
Ribbentrop sonradan 'Von' yapılmış ’Henkel' köpüklü şarap tüccarının damadı
olan, haris, kendini beğenmiş bir adam. Hitler'e vaktiyle sokulmuş, Dahlem'deki
güzel villasında, Führer'i Alman ve yabancı yüksek zevâtla görüştürmüş.
Führer'e tapınmakta, karşısında adetâ cezbeye gelmekte! Onun meddahı.
Fikirlerini aynen kabul eden, zaman zaman bunları kendi görüşü gibi anlatan,
Hitler'e asla itiraz etmeyen, aksine teşvik eden ve cesaretlendiren bir tip.
İngilizceyi iyi konuşması, Fransızcayı bilmesi, Führer'in ilgisini çekmiş. Orta
öğrenimli, işine hazırlanmamış, siyasî konularda câhil. O kadar habersiz ki,
Versailles anlaşmasını bile okumamış, Almanya'nın 1919’dan beri yaptığı
taâhhütlerden de haberi yok. Londra sefirliği tamamen başarısızlıkla geçmiş,
İngilizlere güvenmesi, İngiltere'nin maddî ve manevî gücü konusunda yanlış
düşüncelere saplanmasına sebep olmuş. Yabancı sefirlerle ilişkilerinde kaba,
küstah. Sesini hemen yükselterek Almanya'nın askerî gücünü över. Bu tehditkâr
adamla bir konuşma yapmak çok güç. Hitler'in taklitçisi olarak sürekli konuşur,
muhatabının ortaya anığı sebep ve görüşleri kavrayamaz, yalnız kendi
düşündüğünü söyler. Hitler. bu kafası kof adamı, Bismarck'tan daha üstün (!)
saymakta olduğu için, şahsı üzerinde en zararlı etkiyi yapmakta. (Gariptir,
Ribbentrop benimle bir görüşmesinde, kendisine "Hitler'in uğursuz
müşaviri" dediklerini söylemişti."
b-
1934 yasası ile Bavyeralık, Prusyalılık kaldırılıyor, 'Reichs deutsche' oluyor.
Yâni Bismarck Almanyası ortadan kalkıyor. Almanya 32 Gau'ya, bir çeşit
vilayetlere, regionslara, bunlar da Kreis ve Ortlara ayrılıyor. Bunlar da
Zellerler ve Blocklara bölünüyor.
"Gauleiter"
ve "Müfettişlik"lerin üstünde genelkurmay bulunmakta, bu da Merkez
Siyasî Komisyon Şefi, S.A. Şefi, S.S. Şefi, adliye, dış siyaset propaganda ve
gençlik şeflerinden teşekkül etmekte. Bunlar Führer'in vekili Rudolf Hess'in
idaresinde.
1933
Temmuz'unda "Sterilisation", yani ırkın tasfiyesi yasası çıkıyor. Sağlıklı
olanların evlenmelerine yardımcı olunuyor, mal sahibi olmaları
kolaylaştırılıyor ve borçları oldukça hafifletiliyor.
"Çalışma
Kanunu" ile ünlü mühendis Todt, ilk olarak 200 bin işçi ile
"Autobahn: Oto yollar"ı dört yıllık bir programda yapmaya başlıyor.
1933'de işçilerin "Kraft durch Freude" neşe, zevk ile kuvvet adlı
teşkilatı, dörder yıllık programlar halinde işçilerin seyahat, spor ve
eğlencelerini düzenlemekte.
c-
Alınan ordusu (Reichswehr) Nazilere karşı, gençliğe askerlik sevgisi ve millî
duygu aşıladığı için, herkesin iyiliğine davrandıkları için bunlara yardım
etmiş, silah vermişti. Hitler, başlangıçta onun yarattığı bir insan
sayılabilirse de, din aleyhtarlığı, Yahudi düşmanlığı, bağımsızlık hareketi
iddiaları, çevresindekilerin aşağılık ve bayağılılığı Reichswehr'i gücendirmiş,
endişeye düşürmüştü. Fakat ilişkileri kesmemiş, S.S. ve S.A.'ların askerlik
taklitçiliklerinden nefret etmiş, özellikle ayrı bir ordu kurmak istemelerine
tahammül edememekle birlikte, bunları bir güç olarak gördüğü için yardım etmiş
ve kendi nüfuzu altına almaya çalışmış, işçi sınıfı ile ordu arasında düşmanlık
olmamasına önem vermişti.
d-
François Poııcet, Hitler'in şahsiyeti, siyaseti ve rejimi konusunda şöyle
demektedir:
"Adi
yüzlü, opak yanı nüfuz edilemeyen sönük gözlü, alnı gülünç bir kakülle kapalı
bu adama. Hindenburg ile hafif kafalılar, farkında olmadan Almanya'nın kaderini
teslim etmişlerdir. Bu adamın gerek duygu, gerekse hırs ve ahlakı hakkında çok
geçmeden hayal kırıklığına uğradılar."
"Hitler'in
kanaatine göre, 'Metis' yani kanları karışık melez ırkların bayağı oldukları
şeklindeydi. Canlı yaratıklar, tabiat kanunlarına tâbi olduklarından, en iyi
kan taşıyan ırklar galip çıkacaktı. İnsanların merhametlisi ve barışseveri.
'Dejenere' yani soysuz olanlarıydı. Hitler'e göre, savaş bir milletin mihenk
taşıydı. Gelişmesi için savaş şarttı. Ancak savaşla yüksek ırklar diğerlerine
hâkim olabilirlerdi. Bu sebeple ırk İslah edilmeli, Yahudi ve Zencilerle
evlenmek men edilmeli. 'Tare' yani karışık ve bozuk olanlar hadım edilerek
çocuk sahibi olmaları engellenmeliydi. Spor yaygınlaştırılmalı, 'Aryen' ırkı en
yüksek ırk olarak tanınmalıydı. Bu ırkın özelliklerini en iyi koruyanlar Kuzey
ve Germen ırkı, Hitler'e göre uzun boylu, "Dolichocephale" başlı,
kumral ve mavi gözlüdür.
Yahudilik
ve Farmasonluğun şiddetle karşısında olan Hitler, bunların, Demokrasi,
Parlamentarizm, Marksizm, Pasifizın ve beynelmilelciliğin mûcidi olduklarını
ifâde ediyor ve Yahudiliğin sadece Almanya'da değil dünyanın her tarafında yok
edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ferdiyetçiliğin aleyhindeydi. Ona göre, fert,
cemiyet için vardı. Totaliter rejimlerde önemli meseleler plebist ile halkoyuna
sunulurdu. Hükümetin emirlerini alacak bir "Reichstag" meclisi
olmalıydı. Anayasaya gerek yoktu. "La fin justifie les moyens" yani
"Sonuç, her vasıtayı haklı kılar"dı. Hatta millî menfaatler
gerektirirse hile, yalan, yolsuzluk, ifsat, tahrik bile vazife olurdu!
III.
Reich. Führer'in prensipleriyle yönetilecekti. Führer, yalnız vicdanına karşı
sorumluydu. Çocuk, ancak ilk yaşlara kadar ailesine tâbi olacak, ondan sonra
toplumun ’Jungvolk' ve 'Hitlerjugend' teşkilatına girecek, iyi bir Nazi, iyi
bir asker olarak yetişecekti. Devletin tek bir gençliği olacaktı. Sanata ve
tarıma yer verilecek, okullarda dersler kısaltılacak, tarih, milliyeti tarif
edecek şekle sokulacak, üniversite sayısı azaltılacak, herkes altı ay kazma ve
kürekle çalışacak, büyük sanayi devletleştirilecek, eski muhariplere arazi
dağıtılacaktı.
Din
konusunda Hitler, halkın karşısında tedbirli davranmış, inanan ve ibadet
edenlerden olmadığı halde, "Kadiri mutlak" sözünü dilinden
düşürmemişti. Himaye gördükçe Tanrı'nın varlığını kabul etmekte, kilisenin
gençliği terbiye etmesini istememekte, papazların siyasete karışmalarına karşı
çıkmakta, Roma'nın (Vatikan) ve etkili olduğu Katolikliğe hiddetlenmekte. Dine
karışmıyor, fakat Kara Gömleliklerle S.S.'lerde ’Neopaganizm'i açıkça
uygulamakta. Konuşmalarında Hıristiyanlığın genellikle Yahudilikten alınmış
halkı tembelliğe sevk eden, dejenere yani soysuzlaşmış bir din olduğunu iddia
etmekte. Fiyat artışlarına şiddetle engel olmak. ’Speculation' ve aracıları
ortadan kaldırmaktan yana. Başlıca amaçları arasında. Doğuda bir hayat sahası
kazanmak suretiyle ihtiyacı sağlamak, Alman halkını yerleştirmek ve Ukrayna üzerinden
Karadeniz'de bir mahreç sahibi olmak. Almanya büyüdükten sonra, sömürge
Fransa'nın zayıflamasından kendisi gibi çıkarı olan İtalya ve İngiltere ile
anlaşmak, Fransa'nın işini bitirdikten sonra Rusya'nın üzerine yürümek,
Avrupa'da bir 'Saint Empire Romain Gerınanique' kurmak ve kıtayı tanzim ederek
Alman barışına teslim etmek de var..."
Poncet,
Hitler'i "Deli" olarak nitelemekte, inatçı, sınırsız cüretkâr, âni
karar verme özelliğine sahip, uzak görüşlü, tehlikeleri sezen bur duyguya sahip
olduğunu anlatmaktadır. Bunların birkaç suikastten kurtulmasını sağladığını
belirtmekte ve Hitler'in, halkın duygu ve isteklerine adetâ bir antenle bağlı
olduğunu iddiâ etmektedir. Falcılara inanan Hitler'in 20 Temmuz 1944 suikastini
zâlimane ve vahşiyâne cezalandırması üzerine generallerin, savaşların son
bölümünü sabote ettiklerini yazmaktadır.
e-
Henri Valloton'un 1945'te Paris'te basılan "Bismarck ve Hitler" adlı
kitabında, yazar Bismarck’» dâhi bir satranç oyuncusuna, Hitler'i ise blöfçü ve
hayasız bir pokerciye benzetmektedir. Bismarck'ın imkân ve fırsatların
pehlivanı olarak Birinci Reich'in kurucusu olduğunu, Hitler'in ise Üçüncü
Reich'i mahvettiğini, fakat her iksinin de "Gücün hakka galebe
çalacağı" uğursuz prensibiyle hareket ettiklerini yazmaktadır.
f-
Konrad Heiden'in geniş inceleme ve derin bilgi sonucu yazmış olduğu ve 1936'da
basılan "Adolf Hitler" adlı kitabının "Almanya'nın Şeytanıİki
Hitler" başlıklı bölümünde özetle şöyle denilmektedir:
"Tarihin
ender kaydettiği halkı sürükleyici ve olağanüstü bir telkin gücüne sahip olan
bu adam, kendisi gibi aç, acı çeken ve küskün halkı sözleriyle, tamamen
kırılmış gururunun, şeref, güç ve üstünlük hırsının bir modeli haline soktu.
Hitler'i muayene etmiş olan Landsberg hapishane doktoru, ırsî bir hastalığı
olmadığını. Büyük Almanya inancı ile heyecanlı ve 'Autosuggestif etkisi altında
bulunduğu söylemişti. Tanınmış profesör Max von Gruber de, kendine tamamen
hâkim olmadığını, daha çok akla ve hayale gelmeyecek şeyleri yapabilecek,
heyecanlı ve cüretli bir adam olduğunu belirtmişti. Çeşitli tıbbî teşhisler,
Hitler'i ’Hysterique" (İsterik) olarak tespit etmiştir. Taş gibi duygusuz
bir durumdan birden bire hiddet ve feverana geçmek, istediği zaman ağlamak ve
gülmek. İrade gücünün büyüklüğü onun iki ayrı insan olmasını mümkün kılmıştır.
Aslında çekingen ve mütevazi bir insanın, birahanede tavana tabanca sıkarak
'Putsch' hareketi yapması, 'Dünya korkaklar için yaratılmıştır) demesi,
kişiliğini belirten noktalardır."
Keııdisininin
ve başkalarının acısına dayanıklı olan Hitler, bazen Büyük Frederik gibi
(Cynique) hayasız, Napolyon gibi kaba, İmparator Joseph gibi babacan ve iyi
adam da olabiliyordu. Konuşurken kılıksız, ufacık, bıyıklı ve çelimsiz bu
adamın, birdenbire bir melek haline döndüğü, tezahürat ve alkışlar arasında ter
içinde, gözleri parlayan mütevazi Hitler'in oturduğu görülürdü. V/agner'in
politik fikirleri ve ilham kaynaklan (Cüce Alberich, Siegfried, Hagen ve Wotan)
tamamen ruhuna nüfuz etmiş, kendi evrenini oluşturmuşlardı. 1933 politik
zaferinden sonra kendisiyle görüşen Oswald Spengler, 'Hitler'in iktidara
geçmesi, kuvvetle zaafın meydana getirdiği bir fırtına içinde
gerçekleştirmiştir. Hedefini bilmeden sürüklenmekte, hayalinde yanlış bir şekil
yarattığı için çoğunlukla yolunu şaşırmaktadır. Bu kadar velvele ile meşhur
olmasından endişe ederim. Tarih hissiyatçı değildir. Hisle hareket edene ne
yazık' diye yazmıştır.
Hitler,
eski Avusturyalı bir Katolik olmasına rağmen, Rosenberg'in etkisiyle Neopaien
ilkelerini kabul etmişti. Heiden, Hitler'in güzel kadınlardan hoşlandığını,
onlara karşı sadık aşık rolü oynadığını, sadık metresi Eva efendisi fotoğrafçı
Hofınann'ın güzel kızı Heııııi'ye tutulduğunu anlatmaktadır. Henni. Hitler'e
yüz vermemiş ve Baldur von Schirach'le evlenmiştir. Savaş yıllarında Almanya'da
Türkiye'yi temsil ettiğim dönemde, yakışıklı ve çizmeleriyle mağrur bu von
Schirach, Avusturya Genel Valisi idi.
Hitler'in
şahsiyeti hakkında verdiğim bu yeterli bilgilerden sonra, dünya tarihinin
inceleyeceği bu maceraperestle ilgili olarak Münich'te çıkan "Die Welt
illustrierte Revue" dergisinde "Hitler'in ilk Biograph ie"si
başlığıyla yayınlanan ayrıntılı makaleden önemli bölümleri özetleyerek, bu
konuyu bitirmek istiyorum:
"Hitler,
Avusturya vatandaşı sıfatıyla 27 yaşına kadar askerliğini yapmamıştı. 1913'de
Münich'e kaçarak yoksul bir hayat sürmüş, resim satarak geçinmeye çalışmıştı.
Geceleri mimarî kitaplar okumuştu. Çalışkanlığı ve dürüstlüğü yüzünden bazı
zenginler yemeğe davet etmişler, opera bileti vermişlerdi. Devlet Başkanlığı
yaptığı sürede, sahip olduğu mimarî bilgileri resmî inşaatlarda tatbik
ettirmiştir. 'Volkshalle'nin 350 metre yükseklikte ve 100 bin kişinin
oturabileceği genişlikte olması bunun güzel bir örneğidir."
Savaş
yıllarında Münich'in ziyaretlerimden birinde, Nazi ihtilalinde ölenlerin mezarlarına
çelenk koymak üzere gittiğim bahçede, çeşitli kaya parçalarının dikili olması
dikkatimi çekmişti. Mezarlık Müdürü, bu taşların Almanya'nın çeşitli
bölgelerinden Führer'in emriyle getirildiğini, Hitler'in Münich'e gelişlerinde
bunların dayanma derecelerini incelediğini söylemişti. Eğer savaş çıkmasaydı
Führer'in Berlin'i büsbütün başka bir şekle sokmaya karar vermiş olduğunu, o
tarihlerde değerli mimarlarımızdan Prof. Hamit Kemalî Söylemez oğlu'nun
asistanlık ettiği Prof. Bonatz'ın bu işle uğraştığını öğrenmiş, bu planların
kopyalarını Dışiişlerimize göndermiştim.
Fiihrer,
Habsburg hanedanını, Avusturya Macaristan'da yaşayan Almanların aleyhine İslav
himayeciliği yapmakla suçlamaktadır. Avusturya üniformasını giymemek için
Bavyera'ya kaçmış olmasını Münich'liler mazur görmüşlerdi. Hitler, 1914
Ağustos'unda "List" adı verilen Bavyera ihtiyat alayına gönüllü
olarak girmiştir. Ypres cephesine gönderilmiş, onbaşılıktan daha yukarı
çıkamamıştır. Topçu ateşiyle bacağından yaralanmış, İngiliz topçusunun gaz
mermisi etkisiyle bir süre gözleri görmemiştir. 1919'da Münich'e dönmüştür.
Eisner katledilmiş, askerî diktatörlük cereyanı başlamıştı. Hitler, isyan
tahkikat komisyonuna üye yapılmıştır.
Hitler,
kıta içinde cesur bir askerdi. Kutsal asker ocağında benliğine ve ruhî sükûnete
kavuşmuştu. Ünlü şair ve morfinman, sarhoş Dietrich Eckart, Hitler'e, "Politikacılık
yapan ve yeni bir hareketin führeri olmak isteyen adam, iyi bir hatip
olmalıdır. Ne kibar ve nazik bir adam, ne de eski bir subay bile olmamalıdır. Halktan
gelmeli ve yoksul olmalı, fakat bunlardan daha önemlisi bekâr kalmalıdır" diye
sürekli telkinde bulunmuştur.
Bu satırları yazarken, Büyük Atatürk'ün
yakınları olan bizlere, "Millî
Mücadele arkadaşlarım evlenmemelidir” dediği hatırıma geldi. Gerçekten de,
tarihimizin bu ölüm kalım devrine bakarsak, ilk safta çoğunlukla bekârları
görürüz. İstanbul'u işgal eden ve son Osmanlı Meclisi Mebusan'ı basan
İngilizlerin, milliyetçileri tevkif ederek Malta'ya sürmeleri, itilaf
partisinin düşmana dayanarak İttihad ve Terakki mensuplarını tevkif etmesi
karşısında Anadolu’ya geçenler arasında evliler de vardı. Bu hamiyetli ve
fedakâr insanlar. Milli Mücadele'ye canla başla katılmış. Birinci Büyük Millet
Meclisi'nde değerli kişilikleriyle davamıza çok faydaları olmuştur. Mesela,
İstanbul Meclis'i basılmadan. Heyeti temsiliyede Atatürk'ün mâiyetinde benim
yerime gitmiş olan Recep Peker, basıldıktan sonra Halide Edip Adıvar ve Dr.
Adnan Adıvar, Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, İnönü, Kâzım Orbay, Saide Hanım,
Saffet Arıkan gibi vatanseverler...
Hitler,
siyasî bir toplantıdan çıkarken, eline "Benim Politika Uyanışım"
(Mein Politisches Envachen) adlı bir broşür sıkıştırılmıştı.
Bunun,
Anton Drexler'in kurduğu ilk Alman işçi partisinin tüzüğü olduğu anlaşılıyordu.
Hitler, bu partinin toplantılarına gitmeye başlamıştı. Sonradan bu parti
Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (N.S.D.A.P.) şekline sokulmuştu. Hitler, bu
partide önce en faal bir eleman ve en çekici bir hatip olmuş, hâkimiyet ve güç
konusunda propaganda yapmış. Şubat 1920'de 25 maddelik programı ilan etmişti.
Dostu olan şâirin aracılığıyla zengin ailelerden yardım görüyordu. Partinin
önce Bavyera'da, sonra da bütün Almanya'da ilgi görmesini, genel ekonomik
duruma borçluydu.
Mussolini'nin
"Roına'ya doğru hareket"i Hitler'i çok etkilemiştir. 1923 yılında
Berlin üzerine bu şekilde bir harekete hazırlanmışsa da, General Lossow'un ikaz
ve ihtarı ile bundan vazgeçmişti. Fakat Bav yera hükümetine karşı tecrübeye
kalkıştığı "Puç hareketi" 16 ölü ve birçok yaralı ile kendisinin de beş
yıl kalebentlik cezasıyla suya düşmüştü. Hitler'le birlikte Landsberg
hapishanesine tıkılanlar arasında Dr. F. Weber, eski subaylardan Hermaıın
Kriebel ve Rudolf Hess de vardı. Nazi partisinin silahlı S.A. teşkilatı, bu on
yıl süren mücadelelerde 224 üyesini kaybetmişti. Bunların şefi Rohm, Führer'in
iktidara çıkmasına adetâ merdivenlik etmiş, Hitler'in yakın arkadaşı olmanın
verdiği cüret ve hırsla Millî Savunma Bakanı olmak ve S.A. şeflerini ordu
generalleri yerine geçirmek istemişti. Fakat Hitler. Nazi teşkilatının kendi
yerini tehlikeye sokacak derecede gelişmesini istemediğinden, buna razı
olmamıştı. Röhın'ü, Emniyet Bakanı yapmış, o da S.A.'ları komünizme karşı
muavin polis haline sokmuştur. Hitler, Röhm'ün kendi aleyhinde bir hükümet
darbesi hazırladığını duyunca, sabahın saat 06.00'sında Weissee'de yattığı
pansiyona girerek, Silizya S.A. şefi ile şoförünü öldürtmüş, Röhm'ü esir almış,
Müııich'e trenle gelen S.A. şeflerini de birer birer yakalatmış ve hepsini,
Bavyera eski Devlet Başkanı General Ritter von Kahr'ı da idam ettirmişti. Bu
sırada arkadaşları Göring ve Himmler de Berlin'de aynı temizliği yapmışlar,
cinayetler işlemişlerdi. General Kurt von Schleicher'in evini bastırarak
general ve eşi ile diğer kabine arkadaşları olan Dr. Jung, Dr. Klausner ve von
Bose'yi de katlettirmişlerdi. Von Papen'in bu katliamdan kurtulması, Göring'in
evinde hapsedilmiş bulunması sayesinde olmuştu. Bu korkunç cinayetlerin
mahiyetini kavrayamayacak derecede bunamış olan ihtiyar Mareşal Hindenburg önce
telgrafla.
sonra
da ölümünden üç gün önce kendisini hasta yatağında ziyaret eden Hitler'i
bizzat, "Alman milletini kurtardınız" diye tebrik etmişti. Bu, tarihe
fecaatle geçmiş bir olaydır.
Kişisel
politik ihtirasların ne korkunç ve feci cinayetlere yol açtığını gösteren bu
kanlı olayda General Schleicher ve Bredow gibi iki değerli üyesinin hesabının
Reichswehr tarafından sorulmaması. Alman ordusunun Hitler'e karşı ilk meydan
savaşını kaybetmiş olması demekti. Ordunun cesaretsizliği karşısında bu
cinayetlerin seçimlerde Naziler aleyhine beklenen etkiyi yapmamasının ve
partinin 107 milletvekilliği kazanmasının sebebi, bankaların arka arkaya
kapanması, daha 1931'de dört milyona çıkan işsiz sayısının ve hoşnutsuzluğun
gittikçe artması ve yoksulluğun bütün halkı sarmış olmasıdır.
Hitler,
1932 yılının Ocak ayında kalabalık maiyeti ile birlikte Berlin'e gelerek,
eskiden kalmakta olduğu Postdamer Caddesi civarındaki Sanssouci Oteli yerine,
hükümet merkezine 100 metre yakında, gösterilerin yasak olduğu lüks Kaiserhof
Oteli'ne inerek karargâhını kurmakla siyasî bir gösteri yapmıştı. Eylül 1939
başında Berlin'e sefir olarak gelişimde bu oteli tercih edişim. 24 Ağustos
1922'de düğünümüzün bu otelde yapılmış olmasındandı. Bu hareketimiz Nazilerce
şahsi sempati ve siyasî jest olarak kabul edilmesi, hizmet bakımından hayırlı
bir etki yapmıştı.
Hindenburg,
1938'de Hitler'i Hükümet Başkanı yapmıştır. Von Pa pen hatıralarında
"Schröder'iıı kendisine telefon ettiğini. Hitler'le görüşmek isteyip
istemediğini sorduğunu ve kabul ederek gittiğini, kapıda muhtemelen polis olan
bir kişinin fotoğrafını çekmesine hayret ettiğini, Führer'le görüşmesine hiçbir
önem vermediğini" yazmaktadır. Goebbels de, "Kaiserhoftan
Reichskanzlei'a" (Von Kaiserhof zur Re ichskanzlei) adlı kitabında, "Schleicher'in
hükümetin başından uzaklaştırması konusunda Papen ile Führer görüşmesi
gizliliğini koruyamadı. Önce hükümetin sona ermesi konuşuldu. Bu muvaffak
olursa, biz artık iktidara yaklaşmış olacağız" demektedir.
Hitler, 30 Ocak 1933'te Başbakan
(Reichskanzler) oldu. Halk tarafından alkışlanıyordu. Vaktiyle Führer'in
mücadele arkadaşlığını yapmış olan değerli General Ludendorff, Mareşal
Hindenburg'a yazdığı bir mektupta aynen şöyle diyordu:
"Siz
açıkça söyleyeyim ki, bu uğursuz adam devletimizi uçuruma sürükleyecektir. Milletimize
tasavvur edilemeyecek bir sefalet getirecektir. Gelecek nesil bunu yaptığınız
için sizi mezarınızda lanetleyecektir."
Von
Papen ise. Herren Kulübü'ndeki arkadaşlarının izahat istemeleri üzerine,
zaferinden emin bir insan edasıyla gülerek, "Eğer Hitler'in iktidarı ele
aldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz onu angaje ettik. Hindenburg. içte
savaşa engel olmak için ve parlamenter durumda başka çare olmadığı için
yaptı" demişti. Hitler de, ilk kabine toplantısında. Buna adetâ cevap
verir şekilde, bakanlara, "Dünyada hiçbir güç beni, sağ oldukça buradan
atamaz" demiş ve "Anti Krist değilim. Fakat herhalde anti Leninistim.
Hindenburg’a sadakatle hizmet edeceğim. Almanya'nın tesellisiz durumunu
bilmeyenler şimdi savaş olacağından söz ediyorlar. Biz şimdi maaşları nasıl
verebileceğimizi düşünelim" diye sözlerini bitirmişti.
Hitler'in
ilk işi 6 Şubat 1933'te muhalefeti ve basını susturacak bir kararname
yayınlamak olmuştu. 21 gün sonra çıkan Reichstag yangınının Hitler'in ekmeğine
yağ sürdüğü malûmdur. Hitler. yangın yerinde hiddetinden titreyerek. "Bu
Tanrı'dan gelen bir işarettir. Kimse komünistleri ezmemize artık engel
olamayacaktır. Yolumuzun üzerinde duranları öldüreceğiz" diye
haykırmıştır. Politikadaki ustalığına bir örnek olarak. Büyük Frederik'in
mezarını bulunduğu Potsdam garnizon kilisesinde 21 Mart'ta yeni Reichstag'ın
açılış töreninin yaptırmış. Mareşal Hindenburg. Mackensen. veliaht ve
davetlilerin huzurunda, mükemmel hazırlanmış nutku ile. devletin şeref ve
adaletinden. Avrupa barışına taraftar oluşundan. Hindenburg'u millî kalkınmanın
hâmisi ilan ettiğinden söz etmiştir. Bu konuşmanın etkisiyle diktatoryal kanunu
meclisten çıkararak, anayasaya aykırı ve istediğini yapabilme yetkisini
kazanmıştır. Reichstag da. zamansız tatile girerek kendi idam kararını
imzalamıştır.
Amerikan
ordusu savaştan sonra, Führer konusunda, bilhassa tıp ve ruhiyat alanında
yaptırdığı incelemeye dair "Hitler as seen by his doctors" adını
taşıyan gizli raporları yayınlattırmıştır. Bunların önemli bölümlerini, gerçek
demokrasiye kavuşmak amacını güden her hür millet için ibret alınması gereken
ders olduğundan, özetle aktarmayı tarihî bir konuyu tamamlamak için gerekli
görmekteyim:
Bu
belgeler, Hitler'i 1935-1945 yılları arasında tedâvi etmiş olan altı doktorun
ihtisasa dayanan raporlarıdır. Uzun yıllar Hitler'in özel doktoru olan, ancak
ölümünden biraz önce ifadesi alınabilin Dr. Theo Morell'in dedikleri de konuya
esas teşkil etmektedir. Diğer mütehassıslar gerek görüldükçe konsültasyona
çağrılmış, kısmen tedaviye katılmış olan Prof. Giesling, Löhleiıı, Weber, Nissl
ve Brinkmann’dır. Bunlar röntgen sonuçlarım ve müşahadelerini birer rapor
halinde vermişlerdir. Amerikalılar. "Ash can" yani "Kül
Kovası" adını verdikleri cezaevinde. Nazilerin en önde gelenleri ile bu
doktorları da tutuklu olarak sorguya çekmişlerdir. Bu incelemeye sebep olarak
da;
a-
Reichskanzlei'de bulunan çene kemiği ve protezinin Führer'in olup olmadığı,
b-
Hitler'e ait efsanelerin ortadan kaldırılması,
c-
Sahtekârların kendilerini ileride Führer diye ortaya atmalarının önüne
geçilmesi.
d- Tarihçilere,
doktorlara, ilim adamlarına güvenilecek materyal hazırlamak olduğunu ilan
etmişlerdir. Özetle, tıbbî inceleme sonunda, Hitler'in akıl hastası olmadığı,
sıradan orta yetenekte bir insan olduğu meydana çıkmıştır. Fakat şaşılacak
taraf, bu adamın pek çok çalışmasına, düzensiz hayatına, çoğunlukla geceleri
meşgul olmasına, çok az uyumasına, anlamsız şekilde gıda almasına, hareket ve
açık hava eksikliğine rağmen, sağlığını yıllarca koruyabilmiş olmasıdır. Ancak ölümünden
bir yıl önce sıhhatini kaybetmeye başlamış, gitgide bedence ve zihince bir
harabe haline gelmiştir. Önceden hiçbir hastalığa yakalanmamış, yalnız iktidara
gelişinin ilk yılında, muhtemelen çok bağırmaktan ve teknik konuşma usullerini
bilmediğinden, boğazındaki ses telleri düğümlenmiş, çok telaşa düşen Hitler,
Prof, von Eycken’in ameliyatı ile sağlığına kavuşmuştu. Profesöre 25 bin mark
gibi muazzam bir ihsanda bulunmuştur.
76
yaşındaki değerli ve tanınmış tarih ve coğrafya âlimlerinden General Haushofer'in
eşi ile birlikte intihar etmesinden birkaç gün önce görüşmeye imkân bulmuş olan
Yves Delbars'ın Hitler'i kişiliğini aydınlatan uzun yazısından kısa bir özet
yapmayı gerekli görmekteyim:
Haushofer Delbars'a, "Bu kılıksız, câhil ve yoksul
adama acımıştım. Olağanüstü bir dinamizm sahibi olduğunu, Almanya'nın ezelî ve
ebedî temayüllerini taşıdığını hissettim. Bir şeyler öğretmeye çalıştım.
Cezaevinde
benden aldığı kitaplarla bilgisini genişletmiştir. Hess'e ise 'Mein Kampfını
dikte ettirmiştir" demiştir. Haushofer'in özellikle İtalyanlarla pakt
yapılmasına karşı olması, fiilen ve teorik olarak muhalefette bulunması
sebebiyle, 1944'te Hitler bu hocasını da tevkif ettirerek Dachau kampına
göndermiştir. Büyük oğlu Albrecht'i de Berlin'de "Gestapo: Gizli Polis"
eliyle öldürtmüştür. Müttefikler Almanya'yı işgal edince Haushofer'i serbest
bırakmış ve tanıklık için Nürenberg'e dave edince, karıkoca intihar
etmişlerdir.
Haushofer.
1969'da Japonya'ya geri çağrılan, Ruslarla Almanya'nın anlaşmasından dolayı
hayal kırıklığına uğrayan General Oşima'ya, Hitler'in "Müsterih ol,
müşterek düşmanımız Moskova'ya karşı birlikte çalışacağımız zaman uzak
değildir" dediğini. Hitler'in görgüsüz, kendini beğenmiş Ribbentrop'la
Himmler ve Göring tarafından çıkmaz bir yola sürüklendiğini. Rusya'ya
saldırması. Amerika'nın sanayi gücü ve durumun tehlikesi konularında
söylediklerini bir türlü anlatamadığını, artık kimseyi dinlemez bir insan
haline geldiğini söylemişti.
Yukarıdaki
bölümlerde sırası geldikçe, savaş hareketi konusunda Hitler'in
dengesizliklerini anlatmıştım. Kendinde büyük kumandanlık kudreti olduğuna
inanan Hitler'in. çok güvendiği Göring'i dinleyerek. Batı cephesinde tankları
durdurması ve sadece hava filosuyla İngilizlerin kanalda esir edilebileceğini
sanması büyük hata idi. Hitler, Birinci Dünya Savaşı'nda Richthofen filosunda
gösterdiği cesaret ve atılganlığıyla ün yapmış bu parti arkadaşına güveni,
İngiliz-Amerikan hava kuvvetlerinin Berlin başta olmak üzere bütün Alman
şehirlerini bombardıman etmelerine engel olamadığını görünceye kadar sürmüştü.
O tarihten sonra da karargâhına çağırmamış, Berchtesgaden'deki Obersalzberg'de
oturmasına izin vermişti. Göring'in, 1945'te Batı devletleriyle ateşkes
yapılması teklifi ve kendisinin devletin başına getirilmesine izin istemesi,
Berlin'de kuşatma altındaki Hitler'i son derece kızdırmış ve Göring'i idama
mahkûm etmişti. S.S.'lerin bu amaçla tevkif enikleri Mareşal, hava ordusundaki
arkadaşları tarafından kurtarılmıştı. Almanya sonunda silahları bırakınca,
Göring kendiliğinden teslim olmuş ve cezaevinde asılmaya götürülmeden ağzında
sakladığı zehir kapsülünü kırarak, canlı bir asker olarak asılmak utancından
kurtulmuştu. Çok güvendiği siyasî müşâviri Ribbentrop da, 1945'in Noeli'nde
cezaevindeki hücresinde kendisini ziyarete gelen Rus generalinin, elinde
Sovyetlerle yaptıkları paktın gizli kısmı gibi Ruslar aleyhinde önemli bir
belge varken, "Bu gizli kısımları mahkemede açıklamazsa cezasını
hafiflettirecekleri (!) vaadine inanmış ve Rusya'nın içyüzünü dünyaya
açıklayabilecek böyle bir fırsattan yararlanamamış, saflığının bu son safhası
da idamla sonuçlanmıştı. Bu idam kararı müttefik Rusların onayı ile verilmiş,
Rus hakiminin de katıldığı infaz töreniyle. Ribbentrop asılmıştı.
Hitler'in
deyim yerindeyse gitgide gemiyi azıya alarak, hiç bilmediği askerlik tekniğinde
kendini büyük Moltke'den üstün bir strateji dehası sayması karşısında
generallerin zaaf göstermeleri, onlara karşı beslediği çekememezlik ve nefreti
açığa vurmuş, sonunda subayları, kendisine suikast yapmaya adetâ zorlamıştı.
Çetecilikte payı bulunmayan bu askerlerin planladıkları bombalı suikastten
Hitler kurtulmuş (20 Temmuz 1944). bu suikaste karışan Feldmareşal intihar
etmiş, samimî dostlarımızdan Berlin Kumandanı General Haase dahil 63 general,
Moskova sefiri. Tahran dan meslektaşım Graf von Schulenburg idam edilmişler,
kahraman Rommel intihara mecbur edilmiş ve tantanalı cenaze töreniyle bu
cinayet maskelenmişti.
Bu
suikastten sonra Himmler'in durumu güçlenmiş. Hitler. askerlikten anlamayan bu
câni adamı General Fromm'un yerine ihtiyat ordusu başkumandanlığına getirmişti.
Üstelik, gittikçe tehlikeli olmaya başlayan Rus saldırısını durdurmak göreviyle
bu serseriyi Vistül ordusunun başına geçirmişti. Fakat, beceriksizce idaresi
yüzünden bu ordu Elbe nehrine çekilmeye mecbur olunca, Hitler, kızarak
"Buna Elbe ordusu kumandanı adını vermek gerekirmiş" demişti.
Gözünden düşen Himmler'in, İsveçli Comte Bemadotte'un aracılığıyla,
müttefiklerle teslim şartlarını tespit etmek üzere bizzat temasa geçtiğini
duyunca idamını emretmişti. Ancak, bu kararın infazından önce, genel çöküntü
dalgaları Başbakanlıktaki Führer'in sığınağına çarpmaya başlamıştı. Zaten
Himmler'in teşebbüsü de suya düşmüş, birliği başında ölmeyi tercih edebilecek
karakterde olmayan bu adam, küçük subay kıyafetine girerek İngilizlere teslim
olmuş, fakat İngilizlerin kim olduğunu anlamaları üzerine zehir yutarak intihar
etmişti.
Hitler'in,
1941 Mayısı'ndan habersizce İngiltere'ye uçan Hess'in yerine görevlendirdiği
Bormann da uğursuz, karanlık, merhametsiz bir cani idi. Şeytanî ve gizli
faaliyetleri sonucu birçok kişiyi öldürttüğü. Polonya'daki kampların
kurulmasını sağladığı gibi, "Gauleiter: Kaıız ler" sıfatıyla da
valileri, partiyi, dolayısıyla devleti kontrolü altına almış. kendi adamlarıyla
Fülırer'in çevresini sarmış ve kukla gibi oynatmıştı. Bu kurnaz adamın nerede
ve nasıl öldüğü tespit edilememiştir.
Bütün
bu açıklamalardan sonra. III. Reich'iıı bir Alman devleti olmaktan çok.
milletin çoğunluğuna hakim olmuş, başta Hitler olmak üzere, kişiliklerini
anlattığım insanlarla, câni Julius Streicher ve alkolik Robert Ley gibi bir
sürü baldırı çıplağın hükmü altındaki bir Nazi grubunun esiri olduğu
anlaşılacaktır. Alman halkı, bu adamların dillerinden düşürmedikleri ideal
Alman tipinden çok uzak olduklarını, aşağıdaki hoş espri ile dile
getirmişlerdi:
"Şişman,
göbekli Göring için. 'Bir Alman onun gibi ince ve uzun olmalı; siyah saçlı Hess
için 'Hess gibi sarışın; kara gözlü Borinan için de, 'Onun gibi mavi gözlü';
ufak tefek, çelimsiz Goebbels için de 'Geniş omuzlu, basit, mütevazi'.
Ribbentrop için, 'Onun gibi âlim ve akıllı', Hitler için de özetle, (Avusturya
asıllı oluşunu imâ ederek 'Führer gibi gerçek bir Alman!"
Milletleri
felakete sürükleyen diktatörlerin feci akıbetlerini tarih sayfalarında
okumaktayız. Hitler'in sonu, tüyler ürpertici ve ibret alınması gereken bir
sahne olmuştur. Kendi siyasî ihtirası için dünyayı ateşe veren ve Almanya'nın
yansının Sovyet boyunduruğuna girmesine yol açan bu uğursuz adam, nikâhına
aldığı metresi Eva ile birlikte zehir içerek intihar etmiş, muhafızlarına,
"Ruslar cesedimi bulurlarsa Moskova'da teşhir ederler, beni yakın,
küllerimi savurun" diye vasiyet etmiştir. Propaganda Bakanı Goebbesls de
aynı şekilde, günahsız eşi ve masum çocuklarıyla birlikte intihar etmiş, cesetleri
yakılmıştır.
Hitler'i
elimden geldiği kadar ve tarih gözüyle tanıtmaya gayret ettim. Bu bölümün sonu
olarak Hitler'in en kudretli ve parlak dönemi olan 1941-1942 yılları içinde,
karargâhına her akşam yemeğe davet ettiği konuklarına söylediklerini nakletmek
istiyorum. Bunların Alınanlara has bir düzenle uzman bir stenografa not
ettirilmiş ve düzenli bir dosya halinde tutulmuş olması sayesinde, Batı
Almanya’da Bonn şehrindeki
"Nasyonal Sosyalist Devri Tarihi Enstitüsü" tarafından "Hitler'in
sofra sohbetleri" adıyla 1951'de yayınlanan kitap ile, üç yıl sonra
1953'de "Hitler's Table Talk" adıyla Londra'da yayınlanan İngilizce
kitaptan, İkinci Dünya Savaşı'nı ve Hitler'in kişiliğini aydınlatması
bakımından, önemli gördüklerimi tercüme etmeyi yararlı bulmaktayım:
a-Kendi
hakkında:
1) Gençliğinde çok geniş alanlarda yaşamak
hayalini taşıdığını anlatıyordu. Bombardıman sığınağından başka bir şey olmayan
ve "Genel Karargâh" adını taşıyan bu dar yerlerde savaş zoruyla adetâ
kendisini hapsedilmiş hissettiğini, çok sıkıldığını söylüyordu. Berlin'i
özlemle düşündüğünü, bu sebeple arada bir Berlin'e gitmeye mecbur kaldığını
belirtiyordu. (Berlin'e gelişlerinde yaşlı madam von Dirk seıı'a uğradığından
haberimiz oluyordu. Birkaç kez gittiğim (Doğu Prusya'da Rastenburg'daki
karargâhı, bir orman içinde gizli, çevresi tel örgülü. S.S.'lerle korunan,
buııkerlerden yapılmış küçük barakalardan ibaretti. R.H.G.))
En
beğendiği karargâhın, Bad Nauheim civarındaki Felsennest karargâhı olduğu
söyleniyordu. Ateşten yanmayan ahşap kısmının neşrettiği gazlardan ve rutubetli
oluşundan şikayet ettiği, daha mükemmel olmasına rağmen kale şeklinde inşa
edilmiş olduğu için Wolfssch lucht'teki karargâhta da oturmadığı anlaşılmıştır.
2) Hitler'in şu sözleri, onun
siyasî ve askerî görüşlerini ortaya koyuyordu:
"Karar
verme özelliği, ne pahasına olursa olsun uygulamaya geçmek demek değildir.
İnsanın içgüdüsü harekete geçmeyi emrettiği zaman asla tereddüt etmemelidir.
Savaşmak için şans sahibi olmak da gereklidir. Baskınımsı ve âni hareket,
savaşın yarısını kazanmaktır. Önceden başarılı oldu diye aynı hareket tekrar
edilmez. Bin kilometrelik geniş çevirme harekâtını 'Kessel'i birçokları tatbik
edilemez görmüşlerdi. Bunun icrâsı için bütün yetkimi ortaya koydum. Şunu da
söyleyeyim ki, başarılarımızın çoğu cesaret ettiğimiz hatalarımızın ürünüdür.
Dünya ve hâkimiyet mücadelesi, Avrupa lehine Rus topraklarına sahip olmakla
kazanılacaktır. Bu şekilde Avrupa, deniz kuşatmalarının (Blocade) tehdidinden
kurtulacak, tasavvur edilemez bir kale haline gelecektir. Ekonomik yollan açan
bu durum karşısında, en liberal Batı devletlerinin bile 'Yeni Nizam'a
meyledecekleri düşünülebilir. Rusya sahası bizim Hindistanımızdır. 1918'de
Baltık ülkelerini ve Ukrayna'yı meydana getirdik. Fakat artık, bağımsız bir
Ukrayna meydana geldiğine göre, Baltık devletlerini muhafazada bir yararımız
olamaz. Bütün Avrupa'nın muhtaç olduğu hububatı vermeliyiz. Kırım, bize limon,
portakal, pamuk ve lastik verebilir. 160 bin dönüm plantation ekim,
istihlakimizi temine yeterlidir. Askerî meseleler konusunda fikir vermem, o
anda, zamanında kimsenin benim kadar başarılı olamayacağını anladığımdandır.
Benim bu durumum, tıpkı toprağına saldırılan bir köylünün, toprağını savunmak
için silaha sarılmasına benzer. Savaşı ben. ruh ve duygu ile yaparım.
İstemediğim halde bir savaş lideriyim. Alman birliğini sağlamak, geçen yüzyılda
Prusya'nın görevi idi. Bugün büyük Almanya'nın kurulması, bunun dünya ölçüsünde
güce kavuşturulması görevi, yalnız bir güneyli Alınan'ın yönetimi altında
başarıyla yerine getirilebilir. Berlin günün birinde dünyanın başkenti ve idare
merkezi olacaktır."
3) Kendi tarifini birçok kere
yapmış olan Hitler. yazılanın dikte ettirdikten sonra 24 saat geçmeden tashih
etmezdi.
Aleyhinde kullanılacak bir şey bırakmaz, yazıdan çok görüşmeyi tercih ederdi.
Günde on saati askerî meseleleri düşünerek geçirir, geceleri yatmadan önce bir
süre mimarî ile meşgul olarak zihnini dinlendirir ve uyurdu. Bu savaşta
kendisine olan ihtiyacın herhalde çok arttığını düşünüyordu. Ona göre muhakkak
olan, kendisi olmasa, Almanların varlıklarını borçlu oldukları kararların
alınmayacağıydı. Yapı olarak hunhar bir kişi olmadığını, partisi aleyhindeki
mikroplan temizlemediği takdirde tehlikeli bir duruma girilmiş olacağını, soğuk
gerçeğin icraatın sebebi olduğunu, bu durumda duygulara yer olmayacağını,
istisna kabul etmeyen bir demir irâde uygulamak zorunda kaldığını, güç
durumlarda sinirlerine hâkim olarak sadece kendisinin kaldığını, nişanlar
içinde parlayan yakınlarında, bu nişanlan taşımamakla ayrıldığını söylüyordu.
1) Hitler'e göre Stalin, dünya tarihinin en
olağanüstü, harikulade bir siması, papaz okulunda yetişmiş bir anarşisttir.
Hitabet yeteneği yoktu. Fakat her emre itaat eden bir bürokrasi sayesinde,
kaplan karakterli kudretiyle ülkesini idare ediyordu. Hiç kimse Stalin’in Ural
dağlarından Avrupa'yı istilâ edebileceğini düşünemezdi. Ancak Slovakya'ya
yerleşebilirse, oradan Almanya'yı fethetmesi imkân dahiline girer, fakat bu
felaket Sovyet İmparatorluğunun kaybolmasına sebep olurdu. Stalin’in siyasî ve
sosyal dehasının başlıca örneğini, Rusya'dan daha olgun ve gelişmiş ülkeleri
zapt edince, kendi ordusu ve idare kadrosu mensuplarının partiye inançlarının
sarsılmaması için, işgal ettiği bu ülkeler halkını süratle komünist yapmasında
görüyordu. Hitler, Stalin'i kurnaz bir Kafkaslı olarak gördüğünü açıklamaktadır
ki, gerçekten da savaş sonrası tarihi, bu kurnaz Gürcü'nün kurnazlığını, eski
enerjisi ve zekâsı kalmamış hasta Roosevelt'ten, bugün dünyayı tehdit eden
tavizleri konferanslarda koparmaya muvaffak olmasıyla göstermektedir.
2) Hitler. Churchill'i havlayan bir çakala
benzetmektedir. Ona göre Churchill. İçki ve sigara müptelası yaşlı bir salon
Bolşeviği. suistimalci bir gazeteci, kötü bir siyasî fahişedir. İngilizler bu
adamda kendi karakterlerini görmekte ve onun müstesnâ bir siyasî adam olduğunu
kabul etmektedirler. Hitler. İngiltere'nin hiçbir şey kazanamayacağını muhakkak
görüyor, savaşı kazansalar bile bundan Amerika'nın faydalanacağını. savaşın
sonunu beklemeden savaşmayı bırakacak bir ülke varsa onun da İngiltere
olacağını sandığını, Singapur'un zaptının sadece sermaye sahiplerini, fakat
Mısır'ın Almanlar tarafından alınmasının bütün İngiliz milletini hiddetlendireceğini
Churchill'in aleyhine çevireceğini söylüyordu.
Hitler,
1942 yılı Ocak ayı başlarında, İngiltere ile gelecekte birleşmek ümidinde
olduğunu gösteren şu sözleri söylüyor ve gerçeklerden çok kendi hayalî
tasavvurlarına bağlılığını gösteriyordu.
"Geleceğin
emniyeti. Japonların Pasifik'te kazandıkları üstünlüğü asla bırakmamalarına
bağlıdır. Hindistan'ı elden çıkarmamak için İngiltere'nin münferit bir barış
istemesi mümkündür. Bu durumda, Amerika için ne olacaktır? Ülkesi savaştan uzak
kalabilir. Fakat İngiltere, bunun yerine Avrupa'ya yaklaşmak zorunda kalacak ve
bir Alman İngiliz ordusunun Amerikalıları İzlanda adasından atması
gerekecektir. Amerika için gelecek görmüyorum. Bu ülke dejenere olmuş, yani
soysuzlaşmıştır. Irkî ve sosyal bir problem karşısındadır, yarı yarıya
Yahudileşmiş ve zencileşmiştir."
Churchill'i
tekrar ele alan Hitler, bu adamın tahakküm etmek isteyen, son derece ahlaksız
ve moralsiz, iğrenilecek bir yaratık olduğunu, herşeyde bir tuzak gördüğünü,
parlamentodan güven aldıkça güvensizliğinin arttığını söylemektedir. Hitler'e
göre Churchill, düştükten sonra Robespierre gibi, Atlantik'in öbür yanında
iltica edeceği bir yer hazırlamıştı. Churchill'in Kanada'da bir
"Sanctuary: Mukaddes melce" aramayacağını, orda yüz bulamayacağı için,
dostları "Yankee"lere yani Amerikalılara gideceğini söylüyordu. Hitler.
Yahudilerin oyuncağı sarhoş Churchill'in İngiltere'nin savaşa girmesinin sebebi
olduğunu, bu sahtekâr adamın Avrupa'nın dengesi konusunda devri geçmiş bir
siyasî ideale sahip bulunduğunu, bu idealin gerçeğe uymadığını iddia ediyordu. Hitler
Singapur'la Churchill'in beraber düşeceğine emin bulunduğunu. Almanya'nın
mağlubiyetinin Avrupa'nın Bolşevizmin hegemonyasına girmesine yol açacağını,
İngiltere'nin savaşa bunun için devam etmek istediğini öne sürüyor.
İngiltere'nin Uzakdoğu'dan elini çekmesi konusunda ısrar ediyor ve tavrını asla
değiştirmeyen Churchill'in satılmış adam olduğunu söylüyordu.
Hitler'e
göre, Londra'da hükümetin değişmesi, ancak Avrupa'nın tasfiye kararı sonucunda
mümkün olabilecek, bu savaşın her şart altında devamı kararı İngiltere halkını
sarsmadıkça Churchill'in iktidarda kalacağı muhakkaktı.
3) Hitler Cripps'in güçlü ve değerli bir
bakan olduğunu, ülkenin sosyal teşkilatında giderek etkisinin görüleceğini,
fakat Hindistan'ın ve bilhassa Singapur'un düşmesinden sonra başarılı
olamayacağını öne sürüyordu.
4) Hitler. Roosevelt'i,
"Hıristiyanlıktan söz eden bir Francmaçon, Yahudi kanı taşıdığını ilanla
iftihar eden iğrenilecek bir adam" olarak görüyordu. Çevresindeki siyasî
heyet ise, saman kafalı heriflerden oluşuyordu. Hitler'e göre Roosevelt.
"Mütefekkir bir kişiden çok. siyaseti 'İnfami', yani alçakça yürüten bir
akıl hastasıydı. Churchill gibi sahtekâr ve yalancıydı." Roosevelt için
"Gösterişi seven bu adamın basın konferanslarındaki sesi sedası tipik
'Hebraique', yani Mûsevidir. Dünyada Amerikalılar kadar budala insan yoktur. Bu
ne utanılacak durumdur. Roosevelt gerek politika alanında, gerekse genel
icraatında bir câni ve hilekâr, bir Yahudi gibi hereket eder" diyordu.
5) Hitler Antonescu için şunları
söylüyordu:
"Antonescu,
Romanya'nın en mükemmel devlet adamıdır. Başında 18 yaşındaki Kral Michel
bulunduğu için durumu ikinci derecededir. Krallar, prensler devri geçmiştir.
Aslında bunlar ender yetenekte insanlar olsa, 30 yaşından önce devlet yönetimi
ve kumandasını ele alamazlar. Odessa'mn düşmesi. Antonescu'nun durumunu
kuvvetlendirmiştir. İliğine kadar rüşvet ve suistimale bulaşmış bu ülkede,
dürüst kalmış bir devlet adamıdır."
6) Hitler, Mussolini'yi büyük bir şahsiyet
olarak görüyordu. Mussolini'nin eski Roma'nın Sezarlarına benzediğini ve onu
eşsiz bir devlet adamı olarak takdir ettiğini, çöken İtalya'nın harabeleri
üzerinde yeni bir devlet kurduğunu Bolşevik tehlikesinin farkında olanların
başında geldiğini, Almanya'nın Doğu cephesine en değerli tümenlerini göndermiş
olduğunu söylüyordu.
7) Hitler'e göre Bulgar Kralı Boris,
"Çok zeki, sarsılmaz karakter ve güç sahibi" idi. Vaktiyle
"Almanya tahtında olsaydı Birinci Dünya Savaşı çıkmazdı" diye övdüğü
babası Ferdinand'ın, oğlu Boris'e askeri ve siyasî çok iyi eğitim yaptırdığını,
bu ihtiyar kurdun sopası altında Boris'in de genç bir kurt olduğunu, karışık
Balkan işlerinin altından kalktığını. 1919'da bir tümenin başında Sofya'ya
yürüyerek tacını almasını lehte bir puan olarak gördüğünü anlatıyordu. Hitler,
bir başka akşam yemeğinde ise, Boris'in geniş siyasî ihtirası ile ihanet
arasında kararsız bir kişi olduğunu, herhangi bir icraata geçebilmesi için
Almanya'nın kuvvetle müdahalesi gerektiğini söylemişti.
8) Hitler'in Atatürk hakkındaki görüşleri:
Arkasında ordusu olmayan bir komutanın uzun süre yerini koruyamayacağını,
Atatürk'ün Halk Partisi sayesinde ülkeyi yönettiğini, iktidara geçer geçmez
yeni bir hükümet merkezi ilan ederek çok akıllıca davrandığını, bu şekilde
ülkesini kuvvetle kontrol edebildiğini, din adamlarından süratle ilgiyi
kesmesinin tarihte en dikkate değer bir konu olduğunu, bunların 39'uııu idam
ettiğini, diğerlerini sürdüğünü belirtiyor, İstanbul'daki Ayasofya'nın bugün
bir müze haline getirilmiş olduğunu vurguluyordu. Hitler'e göre, günün birinde
Papa'nın Roma'yı terketmesi beklenebilirdi. Çünkü, iki şef bir arada olamazdı.
1) Fransa Büyükelçisi François Poncet:
"Savaş
yanlısı değildir. Berlin'deki son görev tarihini taşıyan raporu. bence değersiz
ve anlamsızdır. Bunda şahsıma isnat ettiği biraz bayağılık vasfı olsa olsa
vatandaşlarına karşı, kendisinin bize aşılanmadığını. bize benzemediğini ispat
etmeye yöneliktir. Raporlarında gerçek düşüncesini yazsaydı. çoktan geri
çağrılırdı. Bütün raporlarında Almanya'daki gelişmelerin yakından izlenmesi
gerektiğinde ısrar etmektedir. Tanıdığım diplomatlar içinde bizimkiler de dahil
Poncet en zekilerindendir. Herşeyli ilgili, herşeyden haberi olan bir kişidir.
Veda ederken heyecanlı ve üzgündü. Bana, elinden ne geldiyse yaptığını. fakat
Paris'in kendisini bizim menfaatimiz için kazanılmış bir aday saydığını ve ek
olarak da Fransızların zeki bir millet olduğunu, hiçbir Fransızın benim yerinde
olsa daha iyisini yapabileceğini düşünmediğini söyledi. Almancayı mükemmel
konuşur. Bir keresinde Nürenberg'de verdiği nutukta sözlerine şöyle başlamıştı:
'Şimdi kendime Nasyonal Sosyalist Partisi'nin bir hatibi şerefini
yakıştırıyorum.'
Bana
karşı yaptığı bütün iftiraları affederim. Fakat kendisine rastlarsam şunu
söylemekle yetinirim: 'İyice ve tamamen tanınmayan bir halk için, yazı ile
fikir vermek tehlikelidir, bunu sözle yapmak daha iyidir.'
2) Belçika Büyükelçisi Vicomte Davignon:
"Hoşlanmadığım
bir kişi. Kurnaz, hilekâr bir tilki. Tam anlamıyla bir 'sclerat' yani hergele.
Buna savaş esiri muamelesi yapmamakla hata ettik."
3) İngiltere Büyükelçisi Sir Neville
Henderson:
"Sanayi
ile teması vardır. Kendi hesabına, savaşın çıkması ile ilgilidir. Kendinden
önce gelmiş olanlardan, üzerimde en iyi intiba bırakandır."
4) Faşist İtalya Büyükelçisi Kont Alfieri:
"Alman-İtalyan
dostluğuna büyük hizmeti olmuştur. Daha 1934'de, Avusturya'daki Nasyonal
Sosyalist darbe sırasında, Mussolini'yi Fransızların tuzağına düşmekten
kurtaran ve Almanya yanlısı yapan başlıca diplomatlardandır."
5) Hitler bu sofra sohbetlerinde, Stalin'in
sağ kolu Molotof la Molotofun sağ kolu Dekanozofdan nedense söz etmemektedir.
Gerek Molotof’un Berlin görüşmelerinden, gerekse Dekanozof la şahsen yaptığım
birçok görüşme konusunda verdiğim bilgilerden, bu değerli Sovyet diplomatları
hakkında okuyucularımın bilgi fikir sahibi olduklarını sanıyorum. Stalin'in
öldüğü (5 Mart 1953) sıralarda, Dekanozof un Dahilî İşler Gürcistan Bakanı
olduğunu, Rusları M.V.D. harfleriyle yazdıkları "Dahilî İşler
Bakanlığı"nın başında bulunan ünlü Beria'nın ve altı taraftarının ortadan
kaldırılması sırasında, bu değerli diplomatın da mahkûm edilerek, ortadan
kaldırılanlarla birlikte kurşuna dizildiğini. Temmuz 1945'de Pravda gazetesinin,
Ukrayna ve Gürcistan'da görevli güvenlik bakanlığı mensubu olan idam edilmiş
bakanların adlarını yayınlamasından sonra öğrenmiştim.
Gariptir.
1939'da Berlin'e gelişimde, Tokyo'da çok iyi görüştüğüm, Bolşevik ihtilalinin
başlarında Türkistan Genel Valiliği yapmış ve B.M.M. hükümetiyle Sovyet
Rusya’nın dostluk bağları kurduğu devirlerin hatıralarını unutmamış. Tokyo
kollegim olan Yurenef yoldaşı Almanya’da bulacağımı ummuştum. Çünkü Japonya
hatıralarımda belirttiğim gibi. Moskova, Berlin'e nakledileceğini söyleyerek
Yurenefu Tokyo'dan alınıştı. Berlin'de protokol gereği olarak sefaretlere
yaptığım ilk ziyaretimde. Sovyet sefaretinde Yurenefun yerine Alexander
Schvartzev adında başka bir komünisti karşımda görünce hayret etmiş, konuşma
arasında. Tokyo kollegim ve dostum Yurenef un nerede olduğunu sormuştum. Bu
isimde hiçbir Sovyet sefiri tanımadıkları cevabını alınca, endişe ve hayret
etmiştim. Sonraları öğrendiğime göre, zavallı adam eşi ve çocuklarıyla birlikte
öldürülmüştü. Bu tüyler ürpertici cinayetin sebebi de. Yurenef un eski
dostlarından ve Tokyo'da kendisini ziyaret eden bir Sovyet Kızılhaç memurunun
Troçki taraftarı olması imiş! Örnek olarak bu siyasî cinayeti yazmaktaki
amacım, siyasî cinayetler konusunda Nazizm ile Komünizmin metodları arasında
bir fark olmadığını belirtmektir.
6) Hitler'in Japon Büyükelçisi General
Oşima, Kudüs Büyük Müftüsü Hüseynî ve şahsım hakkında söyledikleri:
I- Hitler, benim Ankara'ya Dışişleri
Bakanlığıyla görüşmek üzere çağrıldığımı belirttikten sonra, Sivastopol'ün
düşmesinin Ankara'da büyük sevinç gösterileriyle karşılandığını, Rus düşmanı
olan biz
Türklerin
hissiyatımızı açıkça gösterdiğimizi, dolayısıyla Gerede'nin Dışişleri Bakanı
olması halinde, bundan şikayetçi olmaları için hiçbir sebepleri bulunmadığını
söylemişti. Benim General Oşima gibi mücadeleci bir diplomat olmadığımı, fakat
Almanya ile Türkiye'nin elele vererek ilerlemeleri gerektiği konusunda, kesin
kanaat sahibi bulunduğumu anlatıyordu. Hitler'e göre. "Oşima ile Gerede,
şüphesiz bu sıralarda Berlin'de bulunan en değerli iki yabancı diplomat"
idi. Hitler Oşima'nn Japon silahlı kuvvetleri içinde bir teşkilata dayanmakta
olduğu için, ülkesinin siyasî durumunu en iyi şekilde kontrol edecek, bilgi ve
güce sahip ve daha emin bir durumda bulunduğunu, bana gelince, böyle güçlü
dayanağım olmadığını, Türk Silahlı Kuvvetleri politikaya karışmadığı için,
ülkemin menfaatlerini kuvvet ve kılıçla değil, "Flöre" inceliği ve
hafifliğiyle korumak zorunda olduğumu belirtiyordu. Hitler, "Eğer Gerede
Dışişleri Bakanı olursa, Yakındoğu meselesi Almanya'nın görüşüne göre başka
manzara arz edecek" diyordu.
II- Kudüs Büyük Müftüsü Hüseyni'nin
dünyanın bu bölgesinde, politika alanında hayalperest olmaktan çok gerçekçi bir
adam olarak belirdiğini söyleyen Hitler. Müftünün ince bedeni ve fare gibi
haline rağmen, sarı saçlı ve mavi gözlü oluşunun, ecdadı arasında Aryen
bulunduğunu gösterdiğini, bakışlarının kurnaz bir tilki etkisi yaptığını öne
sürüyordu.
NOT:
Hitler'in benimle ilgili sözlerini ancak on sekiz yıl sonra okuyunca, çok iyi
görüştüğüm Genel Sekreter Weizsöcker'in (Nisan 1941) evinde geçen bir konuşma
hatırıma geldi. Atina ataşemiliterliğim zamanında ve Balkan Savaşını müteakip
Atina'da tanıştığını ve iyi görüştüğüm Alman sefareti kâtiplerinden, bu savaşın
çıkışında Varşova Büyükelçisi olan von Moltke ile birlikte samimî bir
konuşmamız sırasında, Weizsâcker bana, "Gerede biliyor musun, yıldızın
ne vakit parladı?" diye sormuştu. "Ne vakit?" diye sormam
üzerine, Genel Sekreter, "İlk odiyans gününde protokol gereği ben de
Ribbentrop'la beraberdim. Siz veda edip dışarı çıkınca, Führer, 'Bu adam
ciddî bir asker, ben bununla anlaşırım' dediği gün..." cevabını
vermişti, ilk günümden itibaren bu tehlikeli adamın güvenini kazanmakla,
ülkemizin menfaatleri ve bu korkunç savaşın dışında kalma mutluluğuna ulaşmamız
uğrundaki çalışmalarımın başarıya ulaşmasının bu önemli sebebini öğrenmiş ve
çok sevinmiştim.
c-
Hitler'in Çeşitli Milletlere Karşı Duyguları
1) Japonlar: Rus-Japon savaşı (1909)
döneminde Port Arthur'un düştüğünü okulda iken duyduğunu, bütün arkadaşları ile
birlikte sevindiklerini, o günden itibaren Japonlara eğilim ve sevgisinin
arttığını söylüyordu. Hitler'e göre, Almanya'da olduğu gibi, Japonya'da da halk
iki kısımdı. Kapitalist olanlar tabiatiyle İngiliz taraftarı idiler. Diğerleri
ise, "Doğan Güneş", yani "Samuray" Japonları olup, denizci
halktan oluşuyorlardı. Japon deniz kuvvetleri de bu ikinci kısımdandı. Bunları
kendilerine yakın görüyorlardı. Hitler, 1600 yıl kendi topraklarında savaş
görmemiş olan Japonlarla ittifakın önemini anlayan Ribben trop'un uzak görüşle
ittifak yapmasını takdir ettiğini. Alman deniz kuvvetlerinin de aynı düşüncede
olduğunu, fakat ordunun Çin ile ittifak yapmayı tercih edeceğini ileri
sürüyordu,
2) Çekler, Macarlar, Romenler ve
İtalyanları
Hitler.
Çekler, Macarlar ve Rumenlerin Polonyalılardan daha üstün olduklarını ve
içlerinde çok çalışkan bir burjuvazi doğduğu, Macarlar ve İtalyanlar sosyal
bakımdan, yeni Avrupa'nın hasta toplumları idi. Okulda, Port Arthur'un
düşmesini Almanların sevinçle karşılamalarına karşılık. Çeklerin kendi
felâketleri gibi gördüklerini, Bolşevizmin çöküşünden en çok üzüntü duyacak
millet olduklarını, zaten gizli bir ümit ile her zaman gözlerini ana Rusya'ya
diktiklerini söylüyordu.
d-
Hitler'in Stratejik Görüşleri
1) Japonya ve Türkiye hakkında:
Hitler,
Japonya'nın savaşa girmesinin Almanya'nın stratejik durumunu değiştirmeye
yardımcı olacak bir olay olduğu görüşündeydi. Bu suretle İspanya veya Türkiye
üzerinden yakın-doğuya açılan kapı kazanılacağını düşünüyor. "Bunun için
Türkiye'ye Montreux anlaşmasını tâdil edeceğimizi. Boğazları tahkim etmesine
izin verdiğimizi bildirmemiz kâfidir" diyordu. Hitler'e göre, bu şekilde
Karadeniz'de güçlü bir filo bulundurmalarına gerek kalmayacak, Çanakkale'de
toplarını verecekleri sağlam ve güçlü bir muhafız bulunacaktı. Türklerin
İngilizlere karşı durumlarında bir değişiklik olacağını sanmadığını,
Türkiye'nin Finlandiya gibi bir cenahlarını kapatmakta olduğunu söylüyordu.
2) Finlandiya hakkında (1942):
Hitler,
Türkiye gibi bir cenahlarını kapayan Finlandiya'nın, altı yüz yıllık tarihinde
yüzyılı savaşlarla geçirmiş olmasının saygıya değer olduğunu bildiriyordu.
Ruslarla ilk anlaşmazlıklarında, Almanya'nın himayesini istemeleri yüzünden, bu
halk ile müttefik olmayı daha lâyık ve uygun görüyordu. Esasen Rusların bile
kolonize etmedikleri bu çorak ülkenin iklimi de Almanların yaşamasına uygun
değildi. Gelecekte Neva nehrinin Finlandiya ile aralarında sınır teşkil
etmesini gerektiğini, yılın yarısı buzlarla kapanan Leningrad limanı ve dokları
harap oladursun, Finlilerin Baltık denizinin tek hakimi olmaları icap ettiğini,
Baltık denizinin de Almanya'nın bir iç denizi halinde kalması gerektiğini öne
sürüyordu.
3) 1941 Ağustos Rusya harekâtı hakkında,
İngiltere ve Amerika'nın durumu. Türkiye ile ilişkiler:
Hitler.
Rusların İran ve Türkiye'ye 1812’deki planlarını uygulamayacaklarını. yani geri
çekilmeyeceklerini, çünkü Petesburg ve Harkov gibi sanayi merkezlerini terk
etmenin onlar için mahvolmak demek olacağını, ne pahasına olursa olsun bu
merkezleri elden çıkarmamak için inatla savunma yapacaklarını düşünüyordu. Bu
görüş ve hesapla savaşa başladıklarını, olayların da kendilerinin haklı
çıkardığını, Amerika bütün kaynakları ile dört yıl çalışsa Rusların şimdiye
kadar kaybettiği malzemeyi ikmal edemeyeceğini söylüyordu. Hitler'e göre,
Amerika İngiltere'ye, bu ülkenin mirasına konmak emelini gerçekleştirmek için
yardım yapıyordu. İngiltere bunu görmek istemiyordu. Fakat bir gün Alman ve
İngilizlerin birlikte Amerika'ya karşı yürüdüklerini göreceğinden emindi. Hitler,
Almanya ve İngiltere'nin ortaklarından ne isteyeceklerini bildiklerini, bu
sebeple Almanya'nın muhtaç olduğu müttefiki bulacağını, İngilizlerin eşi
benzeri görülmeyen yüzü pek insanlar olduklarını, bu durumlarının kendilerini
takdir etmeye engel teşkil etmediğini, bu alanda onlardan alınacak çok ders
olduğunu belirtiyordu. Ona göre. Alman ordusunun gâlibiyetine duâcı varsa, o da
İran Şâhı idi. Kendileri oraya gidince, İranlıların İngilizler den korkacak bir
şeyleri kalmayacaktı.
4) Hitler, yapılacak ilk işin. Türkiye ile
bir dostluk anlaşması yapmak ve Çanakkale'yi Türkiye'nin muhafazasına terk
etmek olduğunu, dünyanın bu bölgesinde hiçbir yabancı devletin işi
bulunmadığını söylüyordu.
e- Hitler'in Dinler Hakkındaki Görüşleri
Hıristiyanlık,
Müslümanlık ve Şinto:
Hitler,
dinlerle Nasyonal Sosyalizmin uzun süre birlikte yürüyemeyeceğine inanıyordu.
Ona göre, en iyi çözüm yolu, hiçbir baskı yapmadan, dinin kendi kendini imha
etmesini beklemekti. "Cermen
halkının en belirgin özelliği sabırdır. İnsanlığa en büyük darbe,
Hıristiyanlığın çıkması olmuştur" diyordu. Bolşevizm, Hitler'in nazarında
Hıristiyanlığın gayri meşru çocuğuydu. Her iki Yahudi icadı idi. Bolşevizmin
hürriyet getirdiğini iddia ettiğini, aksine insanları esir ettiğini,
Hıristiyanlığın ise dünyada aşk adına hasımlarını mahveden ilk din olduğunu,
parolaları arasında müsamahasızlığın da bulunduğunu, Hıristiyanlık olmasaydı
İslâmiyetin çıkmayacağını söylüyordu. Şahsen itikat ve inanca karışmak
istemediğini belirtiyor, yalnız kilisenin devlet ve hükümet işlerine
karışmasına izin vermeyeceğini bildiriyordu. Hitler'e göre, organize yalancılık
ezilmeliydi. Devlet, yegâne hakim ve âmir olacaktı. Altı S.S. tümeni dinle
hiçbir ilgisi olmayanlardan teşekkül etmişti. Bu durum S.S.'lerin ölüme sakin
bir ruh ve rahat bir vicdanla gitmelerine engel değildi. Hitler, İsa'nın bir
Aryen olduğunu, St. Paul'un, yeraltı cânilerini seferber etmek için İsa'nın
mezhep ve akidelerini kullandığını iddiâ ediyordu. Bu teşkilatın tam anlamıyla
"Proto Bolşevizm" olduğu görüşündeydi. Hıristiyanlığın dünyaya
musallat olmasının, uzun süre hüküm süren "Greko-Latin" dehâsının
sönmesine sebep olduğunu söylüyor. "Hazreti Muhammed. Cennete girmek
isteyen ümmetine tavassut edebilmişti. Fakat Hıristiyanlığın anlamsız, budalaca
cennetine değil..." diyordu. Ve devam ediyordu: "Hayatınızda Richard
Wagner'in müziğini dinliyorsunuz. Öldükten sonra Tanrıya övgüler, hurma
ağaçlarının dalgalanması, emzikli çocuklar, kır saçlı ihtiyarlar..."
Hıristiyanlık
konusunda, "Ada halkı tabiatın gücüne saygı duyar. Hıristiyanlık hasta
dimağların icâdıdır. Tanrı kavramını, fikrini alaycı ve gülünç bir şekle sokmak
gibi anlamsız, hayâsız bir şey tasavvur edilemez" diyen Hitler, totemlere
tapan bir zencinin, herhalde, "Trans substantiation"a, yani
kilisedeki ekmeğin ve şarabın Hazreti İsa'nın eti ve kanı olduğuna inanan
insandan daha yüksek olduğunu, bazı bakan ve generallerin kiliseyi takdis
etmeden zafere ulaşılamayacağına inandıklarını düşündükçe insanlığa karşı
saygısını kaybettiğini söylüyordu.
Hitler'e
göre, "Japonların oldukça basit olan ve kendilerini tabiatla temasa
getiren Şinto dinlerine insanın gıpta edeceği geliyordu. "Almanya'da
rahiplerin parti dışında tutulmalarının ne mesut bir ilham olduğunu. Mart
1933'te "Kilise ile mi, kilisesiz mi?" sorusu ortaya atıldığı zaman
kiliseye gidenlerin lânet okumaları karşısında, hükümeti ele aldığını ve kralın
mezarına gittiğini, eğer o gün kilise ile anlaşma yapmış olsaydı, bugün
Mussolini'nin talihini paylaşmış olacağını anlatıyordu. Hitler'e göre, hür
düşünceli Mussolini, taviz yolunu tercih etmişti. Onun yerinde olsa ihtilal
yolunu seçer, Vatikan'a girerek hepsini dışarı atardı. Almanlar, Hıristiyanlığa
muâf bir halk olarak kalmalıydı. Nasyonal Sosyalizm ile Hıristiyanlığı
bağdaştırmak mümkün değildi. Buna bizzat Hıristiyanlık engeldi.
"Katakombe. Hıristiyanlığın akidelerini uygulamaya sokan mezheptir.
İnsanlığı ortadan kaldırmaya yönelik ’Metapsychie' anlayışı ile örtülü tam bir
Bolşevizmdir. Bizim için felâket, akıl ve mantığın faydalandığı şeye isyan eden
bir dine bağlanmış olmaktır. Bu bakımdan Protestanlık, Hypocrite' ikiyüzlü,
riyakâr yani Katoliklikten daha berbattır. Bin yıllık tecrübe geçiren Katolik
kilisesi, kendi Musevî aslındaki ilişkiyi kesmemiştir. Daha ustaca hareket
etmektedir. Sonra da 'Ash wednes day'de (Kutsal çarşamba günü'nde),
günahkârları, suçluları tekrar ele geçireceğinden, men edecek gücü
olmadığından, 'Karnaval' ve 'Orgie' sefahatına izin vermektedir" diyen
Hitler, bir yandan da, 'Jesuit'leri akıl ve mantıkla hareket ettiklerinden
dolayı şükrana lâyık görüyor, Luther'in yüksek bir rahip sınıfı yaratarak
’Mysticisme' yolunu izlemesini tenkit ediyor, fakat Papaya karşı koymasını
övüyor ve Incil'i Al mancaya tercüme etmiş olmasını şükranla kaydediyordu.
Hitler, bir taraftan da, eski dünyanın kitaplarını yakmakla eski kültürü
sistematik bir şekilde mahveden Hıristiyanlığın, zihniyetçe, ne kadar geri
kaldığına bir kanıt olduğu görüşünü ileri sürüyordu.
Führer,
papazlardan söz ederek, "Pfaffengeschmeis" deyimiyle onları rezil
etmektedir. Bu kelimenin Fransızca karşılığı "Canaille", Türkçesi ise
"Hergele gürühu"dur.
Hitler, hâriciyelerin Vatikan'ın notalarına
cevap vermemesini istiyordu. Ruhbanî meseleler bile olsa, cevap vermenin
Vatikan'ın içişleri müdahalesini kabul demek olacağını iddia ediyor, Papa'nın
çok pişkin ve tecrübeli diplomatlara sahip olduğunu, çok tedbirli olmak
gerektiğini söylüyordu. Papa'nın Berlin’deki vekilini asla kabul
etmediğini ve bakan Lammers'e gönderdiğini, savaştan sonra Katolik papazların
işlerine son vereceğini. Papa'nın vekilinin usulen Doyen olduğundan, yılbaşı
töreninde yalnız elini sıkmak ve Papa'nın sağlığını sormakla yetindiğini,
savaştan sonra "Concordat" ve bunun malî taahhütlerini reddetmek
suretiyle. "Bishop"ların (Piskopos) ister istemez valilerden yardım
dilemek zorunda kalacaklarını, Papa vekili de Roma’ya döneceğinden. Vatikan
nezdindeki bir büyükelçinin masraflarından da kurtulacağını ifâde ediyordu.
Hitler.
halkın İslam dinindeki hurili, şarap dereli, akan bahçeli bir cenneti kolayca
anlayacağını, bu dinin şiddet yerine saadet vaâdetme sinin, dünya dinlerinden
Buda. Konfüçius gibi geniş bir din zihniyeti taşımasının ve Tanrı'nın tarifine
imkân olmadığını bildirmesinin mâkul olduğunu söylüyordu. Yıkanmak, müskiratın
yasaklanması, belli zamanlarda perhiz, bir çeşit beden hareketi ve jimnastik
olan namazı, güneşin doğmasıyla birlikte kalkmayı öven Führer'in, genellikle
dinler konusundaki düşünceleri şöyleydi:
"Komünistlikteki
dinsizlik doğru değildi. Fakat, bütün evreni kapsayan ve hâkim olan tabiat
kanunları, İlâhî gücün asıl anlamıydı. İnsanlık, mutlak bir gücün varlığını
hissetmekteydi. Hitler'e göre, papazlar bu duyguyu istismar ederek, inanç ve
akidelerini kabul etmeyenleri mânevi ceza ile korkutuyorlardı. Bu etki altında
büyüyen çocukların bütün hayatları boyunca bu korkunun etkisinden
kurtulamayacaklarını, zekâ ve akıl ile yetişen insanın ise bu korkudan uzak
kalacağını, tekniğin gelişmesiyle anlamsızlığın zirvesine çıkan Hıristiyanlığın
zaten ölüme mahkûm olduğunu iddia eden Hitler, bununla birlikte, tabiat üstü
gerçekleri duyma hassasını takviye bakımından, insanlarda İlâhi güce inanışın
baki kalması gerektiği kanaâtinde olduğunu söylüyordu.
f-
Hitler'in Yahudilik Hakkındaki Çeşitli Konuşmalarından
"On
yıl öncesine kadar aydınlarımız. Yahudilik hakkında hiçbir fikre sahip
değillerdi. İçlerinde Alman idealini savunanlar. Eisner'e karşı yazı yazanlar
görülmüştür. Fakat bunların hedefi, misliyle karşılığa uğrayacakları
endişesinden başka bir şey değildi. Yahudi (ethique) bir prensibi, şahsî çıkarı
için ortaya atar. Yalnız Yahudilerin çoğu, yıkıcı bir kuvveti temsil
ettiklerinin farkında değillerdir. Hayatı tahrip eden ölüm tehlikesine
girerler. Yahudilerin başına gelenlerin gizli noktası budur. Bu durum, kedinin
kendisine hiçbir zararı dokunmayan fareyi yemesine benzer. Dietrich Eckart. bir
gün bana, bütüıı hayatı boyunca ancak iyi bir Yahudi tanımış olduğunu. Otto
Weining er adındaki bu Mûsevinin soydaşlarının milletlerin 'decadence',
çözülmesi ve çökmesi üzerinde yaşadıklarını anlayınca intihar ettiğini söylemişti.
İkinci ve üçüncü nesilden gelen yarım kalan Mûsevilerin, tam kan Mûsevilere
mütemayil olduğu şayanı dikkattir. Fakat yedinci nesilden yukarı olanlarda
Aryan kanının yerleştiği görülmektedir. Hayvanlarda görülen güçlünün zayıfı
yutması, yani tabiatın özümleme kanunu burada da hükmünü icra etmektedir.
Savaş
hali. Yahudilerin Avrupa’dan yok olmaları konusunda önceden Reichstag
kürsüsündeki kehaneti ispat etmiştir. Bu câni ırk. Birinci Dünya Savaşı'nın iki
milyon ölüsünün, şimdi de yüzlerce yahut binlerce fazlasının günahını
vicdanında taşımaktadır. Halkın, bizim Yahudileri yok etmek için bir planımız
olduğunu sanması, fena bir fikir değil! Terör (tehdiş) hayatı korumak için iyi
bir şeydir!
Yahudi,
hemcinsini, ırkını korumak ve savunmak için, haya ve namus kavramını bir tarafa
atar. Yahudi mikrobuna karşı giriştiğimiz mücadele, geçen yüzyılda da Pasteur
ve Koch tarafından yapılmıştır. Kaynağı bu mikrop olan ne kadar hastalık var!
İkinci Frederik. Batı Prusya'ya Yahudilerin girmesini yasaklamıştı. Japonlar
Yahudileri ülkelerine soksaydılar, onlar da hastalığa yakalanırlardı.
Hodbinliğin temsilcisi olan bunlar, hayati çıkarlarını bile savunmaktan
âcizdirler. Edebiyat ve sanata ilgi göstermeleri, snobluk ve ticarî spekülatif
amaçtan gelmektedir. Yoksa sanat duygusuna, hassasiyete sahip değillerdir.
Yahudiler biraraya toplanırlarsa, üçyüz yıl sonra birbirlerini yemiş ve yok
etmiş olacaklardır. Yegâne yetenekleri, düşüncelerini gizlemekteki
ustalıklarıdır. Yalancılık en büyük kuvvetleridir. İçlerinde bir müzisyen,
musikî ustası yetişmez, bir fikir adamı çıkmaz. Yalancı kalpazan, hilekâr ve
dolandırıcılardır."
g-
Mimâri, İnşaât ve Otoyollar Konusundaki Görüşleri:
1) Hitler. mimarî ve inşaat konusunda 1941
yılı Ekim ayında yaptığı bir konuşmasında, özel inşaatı da standarize yeknesak
malzeme ile ve aynı iç tertibatla, aynı stilde yaptırmaktan yana olduğunu, bu
şekilde halkın daha kolay ve ucuz mesken edinebileceğini, hatta elektrik
cereyan gücünün de bütün Almanya'da birleştirilmesi gerektiğine inandığını
söylemişti.
2) Hitler, 1942 Temmuzunda şöyle diyordu:
"Milletleri
birbirine demiryollarından çok, otoyolları bağlar. Bu sistem yeni Avrupa'nın
oluşması için ne büyük bir gelişme ve ilerleme olacaktır. Nasıl ki bu
otoyollar, Almanya'nın iç sınırını ortadan kaldırdı ise, Avrupa kıtasındaki
sınırları da öylece lağvedecektir. Bana, bu otoyolların Ural dağlarına kadar
uzatılmasının yeterli olup olmadığını sordular. Şimdilik bu dağlara kadar
yeterli olacağı cevabını verdim. Mesele Bolşevizmin yok edilmesidir. Gerek görürsek,
yeni mukavemet merkezlerine doğru ilerleyeceğiz." (1942 Temmuzunda
söylenmiştir.)
"Ekonomik
bakımdan her yıl. 1000 kilometre otoyol inşâ edilmesi gerektiğine göre, merkezî
hükümetin yılda bir milyar mark tahsis etmesi icap etmektedir. Günün birinde
ben, Lloyd George'a bu parayı nasıl bulacağımı söylemiştim. Önce ne kadar işsiz
varsa hepsini seferber etmek suretiyle, onlara verilecek tazminattan 600 milyon
mark tasarruf edeceğimi, petrol vergilerini 400 milyon mark getirecek şekilde
yükselteceğimi, bu şekilde bu yolların devlete bedava malolacağını anlatmıştım.
Bu görüşmelerimizde, ihtiyar kurt, bunun 'concrete' (Beton) kısmının ne kadar
kalınlıkta olacağını sormuştu. Amerika motör yollan 56 santimetre olduğundan,
bizim yolların da 2530 santim olacağını söylememe pek de inanmamıştı. Bir gün
otomobilini durdura kak, inşâ halindeki otoyolun bir kısmını ölçmüş olduğunu
duymuştum.
Savaş
ne kadar haklı olduğumu gösterdi. Hava bombardımanları bile, bu yolları çok az
tahrip edebilmişti. Çok sevdiğim bu beyaz yollan. düşman uçaklarına karşı
siyaha boyatmak mecburiyetine çok üzülmekteyim.”
Müttefiklerin
Berlin ve Hamburg'u havadan şiddetle bombardıman ettikleri 10 Mayıs 1941'de.
Birinci Dünya Savaşı'nda cesaretiyle tanınmış bir pilot olan ve Nazi devletinin
Führer'den sonra gelen şahsiyeti olup onun vekili sıfatını taşıyan Rudolf
Hess'in, Hitler'in yasağına rağmen. İngiltere'ye habersiz uçmasının esrarı,
ancak beş yıl sonra yaverinin Sovyetler tarafından Lubjanka'da. kendisinin de
Nürenberg hapishanesinde yapılan sorguları sonucunda anlaşılmıştır. Bununlar
ilgili olarak 1961 yılı ortalarında yapılan yayınlardan kısa bir özet yapmak
istiyorum:
"Hess,
Augsburg'daki ünlü uçak mühendisi ve şahsî dostlarından Messerschmitt'e
istediği şekilde bir uçak inşâ ettirmiş, bununla 30 kere eğitim ve tecrübe
uçuşu yapmıştı. 10 Ocak 194l'de uçuşa çıkarken, arkadaşlarına uzun süre kalmak
ihtimalinden söz etmiş, hizmetçisi ile yaveri Pintsch'e, dört saat sonra
döneceğini bildiren bir pusula ile, beş saate kadar gelmediği taktirde, açılmak
üzere kapalı bir zarf göndermişti. Yaveri, belli saatte dönmediğini görünce,
tâlimata uyarak zarfı açıp, içinden Hitler'e verilmek üzere kapalı bir zarfla,
kendisine de İngiltere'ye bir barış teklifi yapmaya gittiğini bildiren yazı
çıkmıştı. Yaver, Messerchmitt'e derhal durumu anlatmış. Führer'e ait olan zarfı
götüreceğini söylerken, alana Hess'in uçağının indiği ve içinden kendisinin
çıktığı görülmüştü. İkisi de ona doğru koşmuşlar, Hess, uçak arıza yaptığından
mecburen döndüğünü söylemişti. Yaveriyle birlikte Münich'e dönen Hess, amacı
öğrenilmiş olduğu için, güvenini kazanmış olan yaverinin sorularına verdiği
cevapta, Lizbon ve Portekiz üzerinden İngilizlerle temas tecrübeleri sonuçsuz
kaldığından ve Führer'in de İngilizlerle anlaşmak istediğine emin olduğu için,
bu uçuşu onun haberi ve izni olmadan yaptığım söylemişti. Hess, yaverine. 'Asıl
tehlikenin Rusya'dan geldiğini, Amerika'nın İngiltere ile birleşmesinin.
İngiltere'nin eski kuvvet ve kudretini kaybederek bir ada devleti haline
dönüşmesine yol açtığını. İngiltere ile barış yaparsa Almanya'nın mahvolmaktan
kurtulacağını, Führer'in de bu görüşte olduğuna emin bulunduğunu' anlatmıştı.
Hess, Olimpiyatlarda tanıştığı ünlü İngiliz pilotu Dük Hamilton'la temasa
geçmek istediğini, tereddütsüz kabul edilmek için de, Hamilton'un çok iyi
tanıdığı Haushofer'in oğlu Albrecht'in kartını hizmetçisine vereceğini, kabul
edileceğinden emin bulunduğunu, ziyaret amacını anlatarak sorumlu hükümetin
veya kralın yetki vereceği birisiyle kendisini görüştürmesini rica edeceğini de
sözlerine eklemişti.
Hess,
bundan sonra bir uçuş tecrübesi daha yapmış, havanın elverişsizliği yüzünden
Augsburg alanına dönmeye mecbur olmuştu. 1941 yılında havanın uygun olduğu 10
Mayıs günü son uçuşunu yapmıştı. Yalnız Hess'in, Dük Hamilton'un şatosunda
bulunmadığı ve hava kuvvetlerinde çalıştığından haberi olmadığını kaydetmek
gerekir. Zaten ertesi gün. İngiltere ile barış yapılacağını uman yaver Pintsch
Almanya'da. bu amaç ve ümitle uçan Hess de İngiltere'de tevkif
edileceklerdi."
Hess'in
dramı ile ilgili son yayınlara göre, hedefine yaklaşmakta olan 48 yaşındaki
Hess, son model uçağının benzinin bittiğini anlayınca, uçağın İngilizleriıı
eline geçmesini önlemek için, yere inmeyerek hayatında ilk kez paraşütle
atlamaya ve uçağını parçalanmak üzere düşürmeye karar vermişti. Şiddetli rüzgar
sebebiyle bayıldığı için, paraşütü geç açılmış. İskoçya'daki Eagleshens adlı
küçük bir çiftliğin yakınına inmişti. Uçak da bu civarda düşerek parçalanmış ve
kısmen yanmıştı. Hess'in indiği yere koşan çiftlikteki traktörün şoförü David
McLean, kalçası zedelenmiş olan Hess'i evine götünnüştü. Hess, adının yüzbaşı
Alfred Horn olduğunu ve Hamilton'la acele görüşmesi gerektiğini söylemişti.
Çiftlik sahipleri de, çevredeki polis ve askerlere haber vermişler, Hess tevkif
edilerek, hastane haline getirilmiş Glasgow yakınlarındaki Buchanan şatosuna
götürülmüştü. Olay Hamilton'a telefonla bildirilmiş, başbakanlığa da bilgi
verilmişti. Hess, ertesi gün hastaneye gelen Hamilton'a kim olduğunu
açıklayarak, iki ülke arasında barış sağlanması ümidinden söz etmiş, hükümetin
sorumlu bir üyesi ile görüşmek istediğini söylemişti. Hamilton, durumdan
başbakanı haberdar etmişti. Churchill. havaalanına otomobil gönderilerek
Ditchley parkındaki karargâha getirilen Hamilton'u kabul ederek, olay hakkında
bilgi alınıştı. Hess'in İngiltere'ye ulaştığına dair Alman radyosunun yayın
yapıp yapmadığını, bu adamın gerçekten de Hess olup olmadığını öğrenmek
istemişti.
Almanya'daki
yaver Pintch de. uçuşun ertesi günü Führer'e Berg hofda mektubu bizzat takdim
etmişti. Hess'in "Fülırer'im, siz mektubu okuduğunuz zaman, ben çoğunlukla
konuştuğumuz konuyu sonuçlandırmak için İngiltere'de olacağım" diye
yazdığını gören Hitler. "Bu bir cinnettir, bu atlı meydan savaşı
kaybetmemden daha fenadır" demişti. Göriııg ve Ribbentrop'u acele
çağırtmış. Nasyonal Sosyalist Parti tarafından yayınlanan bildiri
hazırlanmıştı. Bildiride, Hess'iıı bıraktığı mektuptan, aklî dengesinin
bozulmuş olduğunun anlaşıldığı, bu yüzden kazaya uğramış olacağı ilan
edilmişti. Hitler’i İngilizlerin sessizliği çok üzmüştü.
Churchill,
ertesi gün Hamilton'u da yanına alarak Londra'ya döndü ve Downing Stıeet'de
Dışişleri Bakanı Anthony Eden'i çağırdı. Hamilton, Hess'in hastanede anlattıklarını
naklediyordu. Eden, herşeyden önce bu adamın Hess olup olmadığının belirlenmesi
gerektiğini söylüyordu. Eden, 1933-1938 yılları arasında İnglitre'nin Berlin
Büyükelçiliğinin müştesarlığını yapan Kirkpatrik'a. bu konuda en yetkili kişi
olduğu için. Hamilton'la birlikte uçakla derhal İskoçya'ya gitmesi için emir
vermişti. Ancak geceyarısı hastaneye varabilen bu iki kişiden Kirkpatrik'i
tanıyan Hess, selam verdikten sonra, Churchill ile hükümetinin bu savaşı
kazanmalarına imkân olmadığını anlatmak için geldiğini. barış görüşmelerine
başlamanın en akılcı yol olduğunu söylemişti. Hess. Führer'in İngiltere
İmparatorluğuna saygı duyduğunu, ancak barış görüşmeleri için Churchill'in
yerine başka bir başbakan getirilmesini şart koştuğunu, Almanya'nın Avrupa kıtasında
hâkimiyetini kabul ve sömürgelerini iâde şartı ile. İngiltere'nin denizaşırı
imparatorluk hakimiyetinin olduğu gibi devamına Almanya tarafından garanti
verileceğini iddia ediyordu.
Churchill,
bu bilgilerden sonra Dışişleri Bakanlığı'na. "Hess'in herşeyden önce bir
savaş esiri olarak muamele görmesinin en uygun şekil olacağım"
bildirmişti. Hess de, İngiltere'ye inmesinin üstünden bir hafta geçmeden.
Londra'ya getirilerek, ünlü cezaevi kulesi, Tower'e hapsedilmişti. Durum
Roosevelt'e de bildirilmişti.
11-12
Mayıs gecesi yapılan sorgulamada Hess'in verdiği cevaplar, hastanede
söylediklerinin aynısıydı. Savaşın uzamasının insan kaybına ve İngiltere'nin
harap olmasına sebep olacağını söylüyordu. O sıralarda, Alman uçakları ve
denizaltılarının, Amerika'dan gönderilen silah ve iaşeyi taşıyan gemileri
batırması ile İngilizlerin içine düştükleri güç durum, insan kaybı, şehrin
harap olması, yeraltı trenlerinin de sığınak arayan halkın maneviyâtını
gittikçe sarsmakta olması, Churchill'i çok düşündürüyordu. Hess'in sırf kendi
kararıyla gelmiş olduğu iddiasına da inanmamıştı. Durumun halk tarafından
duyulmasının zararlarını gözönüne alarak, Hess'i. Tower (Kule) cezaevinden
çıkartarak. Farn borough yakınlarındaki Mytchett Place'e naklettirmiş,
gazetelerle de Hess'in akıl hastası olduğunu ilân ettirmişti. Hess'in
parçalanan uçağının parçalarını Trafalgar meydanında teşhir ettiren Churchill,
ayrıca Hess'in asabiye uzmanlarının gözetimine vermişti. Nazi partisinin
bildirisi de bu teşebbüsü takviye etmişti. Hess bu durumda. İngiltere'ye
gelişinin bir sonuç vermeyeceğini anladığından, iyi karşılanacağını umduğu
Almanya'ya dönebilmek için uçak verilmesini rica etmiş, tabiî kendisine cevap
verilmemişti. Bu uçuşu Hitler'in bilgisi içinde mi yaptığım soran Lord Simon'a,
Hitler'in uçuşundan kesinlikle haber olmadığını söylemiş, eline
"Anlaşmanın esas şartlan" başlıklı bir yazı tutuşturmuş, bu
yazdıklarının Hitler'in çeşitli görüşmelerde bildirdikleri olduğunu eklemişti.
Hess,
BBC'den Almanya'da adının değiştirilmiş olduğu haberini duyunca, Hitler'in
gözünden düştüğünü anlamıştı. 13 ay kaldığı Mytchett Place'de, muhafız subayı
ile birlikte yemek yemesine rağmen, gardiyanın yemeğine zehir koyduğu
şüphesinden kurtulamamış, bir sinir buhranı geçirerek intihara teşebbüs
edebileceği ihtimaline karşı sıkı gözetim altına alınmıştı. Hess, Hitler'e
hitaben bir mektup yazarak, öleceğinden söz etmiş, bunun barışa, İngiltere ile
barışmaya sebep olacağı ümidinde olduğunu belirtmişti. Bir gece doktorun mûtad
ziyareti sırasında, nöbetçinin beklediği dış kapını açık olduğunu gören Hess,
çılgınca kapıya doğru atılırken düşerek bacağını kırmıştı.
Tedavi
edilip sükûnet bulduktan sonra, savaştan önce kendisini tanıyan Dr.
Beaverbrook'le görüştürülmüş, doktor, Hess'in aklî dengesinin yerinde olduğunu
görmüş, kanaatini Churchill'e de söylemişti.
Hess,
1942 Haziranı'ndan sonra, Wales'in güneyindeki Abergavenny'ye nakledilmiş ve
savaşın sonuna kadar tam dört yıl, vakarını kaybetmeden çilesini burada
doldurmuştu. Düzenli olarak eşi ile mektuplaşmıştı. Şubat 1945 başlarında
"Toast" yapacağım öne sürerek muhafız subayının ekmek bıçağını
istemiş ve yatak odasına girerek göğsüne saplamıştı. Yarası tehlikeli olmadığı
için iyileşmişti.
Hess,
İngiltere'den bırakılmayacağına, Almanya'nın artık savaşı kaybetmiş olması yüzenden
komünistlerin ülkesini çiğneyecekleri ve nihayet Fransa ve İngiltere'nin de
aynı akıbete uğrayacakları düşüncesiyle intihara teşübbüs ettiğini iddia
etmişti.
Hess.
10 Ekim 1945'te, ruh hastalıkları doktoru Ellis Leon'un refakati ve bir subayın
korumasında, uçakla Nürenberg'e götürüldü. Mahkemede beraat edeceği ümidine
kapılmıştı. Amerikalı doktorlar, Hess'in akıl hastası olmadığını, yalnız
"Histeri"den muzdarip bulunduğunu bildirmişler, Rus doktorları da bu
teşhisi doğrulayarak, Hess'in muhakeme edilebileceğine dair rapor vermişlerdi.
Böylelikle Hess. 20 Kasım 1945'te diğer 19 Nazi büyüğü ile birlikte mahkemeye
çıkarıldı. Geçmiş faaliyetlerinin, imzalamış olduğu belgelerin sorumluluğunu
tamamen kabul ettiğini söylüyordu. 7 Şubat'taki duruşmada, öteki Nazi
arkadaşları gibi savaş çıkarmak, insanlığa ve barışa karşı cinayet işlemekle
suçlanan Hess'e, ancak 31 Ağustos'ta savunmasını yapınası bildirildi. Hess, bir
Alman, bir "Nationalsozialist" ve Führer'in yoldaşı sıfatıyla
milletine hizmet etmiş olmaktan mutluluk duyduğunu, insanların kararlarına önem
vermediğini, Tanrı'nın huzurunda beraat edeceğinden emin bulunduğunu
söylüyordu. Mahkeme Hess'i, yalnız barışa karşı hareket ve silahlanmaya yardım,
Hitler'in siyâsetine katılmaktan ömür boyu hapse mahkûm etti ve barış teklifi
için İngiltere’ye uçuşundan on gün sonra, 22 Haziran'da Hitler'in Sovyet
Rusya'ya karşı taarruza geçtiğine işaret etti. Rus hâkim ise idamını istiyordu.
Yargılamalar
sırasında yaşanan iki olay çok dikkat çekiciydi. Birincisi, yargılama devam
ederken. Almanca konuşan bir Amerikalı subay, Hess'in savunma avukatı Seidl'e,
koridorda bir zarf vermişti.
Zarfın
içinden, Ribbentrop'un Moskova'da Sovyetler'le yaptığı anlaşmanın fotokopisi
çıkmıştı. Bu subayın, bir süre sonra, kendi otomobiline çarpan diğer bir
otomobil yüzünden öldüğü söylentisi çıkmasına rağmen, çarpan otomobil
bulunamamıştı. Diğeri ise. Seidl'e mahkemede bu gizli anlaşmaya işaret etmesi
karşısında Rus Generali Rudenko'nun şaşalaması, maiyetindeki Rus hâkimi General
Zorya'nın da bir süre sonra tabancasını temizlerken esrarengiz bir şekilde
ölmesidir. Önceden de söz ettiğim gibi, Ribbentrop'un, bu gizli belgeyi
göstermediği taktirde cezasının hafifleyeceği şeklindeki Rus vaâdine inanması,
onu Rus hâkiminin emriyle sehpaya çekilmekten kurtaramamıştı.
Hess.
1947'den beri Spandau cezaevi tidedir. Dört devlet, affedilmesi konusunda
birlikte karar vermedikçe de, eceli gelinceye kadar bu cezâevinde kalacaktır.
Yirmişer yıl hüküm giyen Teçhizat Bakanı Albert Speer'le, Hitler Gençliği Şefi
ve Viyana Valisi Baldur von Schirach da aynı cezaevinde yıllarını
dordurmaktadırlar. Hess, eşi ve oğluna kendisini ziyaret etmelerini
yasaklamıştır. Her hafta mektuplaşmakta ve aklî dengesinin yerinde olduğu
anlaşılmaktadır.
Not:
(Hess birkaç yıl önce Spandau Cezaevinde öldü.) (R.S.G.)
Sh:
293-336
Kaynak: R. Hüsrev Gerede, HARB İÇİNDE
ALMANYA, (1939-1942) T.C. Berlin Büyükelçisi, Yayına Hazırlayanlar: Hulûsi
Turgut- Sırrı Yüksel Cebeci ABC “Anılar Dizisi” No: 1 Birinci Baskı: Şubat
1994, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar