Print Friendly and PDF

HARB İÇİNDE ALMANYA (1939-1942)

Bunlarada Bakarsınız



Yazan: T.C. Berlin Büyükelçisi R. Hüsrev Gerede

Büyük devletimizi ve asil milletimizi savaş içinde Berlin'de temsil ettiğim yıllarda, çalışmalarımın ve siyasî tespitlerimin ne gibi şartlar altında ve nasıl bir çevre içinde yapıldığını anlayabilmek için, o zamanki Almanya'nın Hitler'in şahsında şekillenmiş bir "Nasyonal Sosyalist" devlet olduğuna özellikle dikkat etmek gerekir.
Savaş için Almanya'daki görevlerim sırasında, bir taraftan halkın musikiye bağlılığını ve konserleri kadın-erkek huşu içinde dinlemelerini hayranlıkla, diğer taraftan hava ordusunun göklerde, kara ordusunun da yerlerde kahramanca dövüşmesini takdirle tespit ederken, içte Nazileriıı kaba ve gaddarlıklarını hayretle karşılamış, bu yüksek kültürlü, musikî ve sanat aşıkı medenî milletin gerçek ruh haletini anlamaktan doğrusu âciz kalmıştım. Nazi idaresinin haşinliğine, Führer'in büyük kumandaları birer birer atarak bir takım ehliyetsiz dalkavukları kullanmasına ve ordu başkumandanlığını eline almasına, ordudan ve halktan bir tepki gelmemesini de açıklayamamıştım. İliklerine Prusya disiplini işlemiş bu asker milletin, "Postdamer Geist" dedikleri Büyük Frederik'in aşıladığı ruhu taşıyan Alman ordusunun itaat derecesinin en son sınırını bulduğunu da eskiden beri bilmeme rağmen, Alman sosyal ruhunu ve gelişmesini kavramak için bilgi edinmeme savaş içinde imkân da yoktu.
İnsanlığın selameti ve dünyanın huzuru adına bir daha tekrarlanmamasını Tanrı’dan dilediğimiz İkinci Dünya Savaşı denilen bu büyük faciayı asıl aydınlatacak sosyal konulara, yani Nazizmin doğmasını, Hitler'in şahsiyetini, ancak bu son yıllarda çıkan eserlerden yapabildiğim incelemelerin içinde önemli gördüğüm bölümleri elverdiği Ölçüde özetleyerek ayrı bir bölüm halinde okuyucularımın görüşlerine sunmayı gerekli görmekteyim:
a- 28 Mart 1939'da basılmış Edmond Vermeil'in "Doctrinaires de la revolution allemande" adlı kitabında (19181938 arası):
"Önce Panjermanizmin bütün Almanların millî, ırkî duygusu olduğunu, bunun filozofik ve dinî esaslara dayandığım ve Alman kültürünün yüksekliğine inanç ile özetlenebilecek bu duygunun sosyal gelişme ve şekillerde esas rolü olduğunu gözönüne almak gerekir "Deutschland über alles: Almanya herşeyin üstündedir." millî şarkısı, bu duygunun musikî ile tam ifadesidir. Alman siyasî tarihi 1803'den beri bu devletin dâima genişlemeye çalıştığını gösterir. Bismarck devri (İkinci Wilhelm 'Guillaume' saltanatı), Panjermanizmin ilk büyük merhalesi sayılabilir. Bismarck’ın ayrılmasından sonra, ırkçılık kendini göstermeye başlamış, 1914 savaşı da bu büyüme rüyasını gerçekleştirmek için çıkmıştır. Bu savaş sadece anlayış ve dinî inanç kavgası değil, daha çok çeşitli şekillerde hazırlanmış, kültürleri ayrı milletlerin rekabet çarpışması olmuştur."
Zaten, hukuk ve milletlararası ilişkiler üzerindeki ayrılığın, 1918 mütakeresinden sonra Cemiyeti Akvam'ın geleceğini tehlikeye soktuğunu, biz Türkler başta olmak üzere bütün dünya görmüştür.
2)        Almanya'da Weimar Cumhuriyeti'nin tutunamaması, eski monarşinin temelleri gibi tutunacak bir dayanağa sahip olmaması ve beynelmilel çeşitli elemanlara yani Katoliklere, liberallere, sosyalistlere, sosyal ve politik alanda birbirleriyle rekabet etmelerine izin vermek zorunda kalması yüzündendir. Almanya'da Katolik merkezi hiçbir vakit bu devirde olduğu kadar işlere karışmamış, sosyal demokrasi ve komünizm iktidara bu kadar yaklaşmamıştı. Demokratlar ve Halkçılar için de aynı durum mevcuttu. Bu devirde, ’Autarchique' sisteminin çıkmasına yol açan ekonomik ve politik facia, entelektüel. yani fikrî ve moral sahayı da sarsmıştı. Almanya'da bir 'Nihilizm' doğmasının milliyet üzerine dayanan otoriter bir sosyal 'Biolojizm'in canlanmasına yol açarken, bunun da toplumu hükümete bağlayan Hitlerizmin zaferini hazırladığını çok iyi izah eder. Zaten ırkçılığın da Panjermanizmin mirası olarak bu yeni rejimin umdelerinden biri olması bu sebeplerdendir. Nazizmin ünlü teorisyeııi ve ırkçılığın vaizi Rosen berg, yazılarında, Luther ve Herderlerin Alman 'mistiğin'deki reformlarına dokunmakta, Panjermanist geleneğini takip etmektedir. Tarihî gelişmeye bakılırsa ’Postdam Almanyası'nın Prusya faaliyetinin ruhundan çıktığı ve Weimar Almanyasının da beynelmilel büyük fikirlerden doğan toplu mahiyette birleşmiş bir arzunun, Avrupa üzerinde tezahürü olduğu görülür."
"Fransa ve özellikle İngiltere'de güçlü olan bir orta burjuvazi sınıfına Almanya sahip değildi. Rathenau. birliği sağlayamayan Weimar rejiminin Hitlerizmi getireceğini görmüş ve yazmıştır. Nazizm Almanya'ya kaba, fakat gerçek ve millî bir hayatiyet aşılamıştır. Key serling, 'Kitle büyüdükçe ve güçlendikçe, bunu koruyabilmek için güçlü merkeziyet ve teşkilatlı bir disiplin gerektiğini ve şeflerin yetkilerinin de idare ettikleri kitlelerin büyüklüğü ile uyumlu olacağını' yazmıştır. Birçok partilinin Weimar heyulasından tek parti çıktığını, gerçek ve ruhî Renaissance'a varıncaya kadar milletin bu safhadan geçmesi gerektiğini, bu ihtilalin kahramanlık 'Culte'ünü telkin ettiğini, vaâdlerle dolu ilkel bir heyecan içinde yaşayan bu rejimin cesaret ve inanç sahibi olduğunu ve Nazizmin gerçek bir millî sosyalizmi kurmakta, sosyal sorunları çözümde başarısı olması halinde çok genişleyeceğini bildirmiştir. Naziler 1930 başarısını, uzun zaman uyumuş olan bu ruhî kuvvetin uyanmasına borçludurlar. Alman milleti tarihin bir dönüm noktasına geldiğine inanarak, can çekişmekte olan 'İntellectualisme'den, tabiî hissin kucağına atılmıştır. Irkçı ve Musevî aleyhtarı olmayan filozof Spengler, eski Katalokliğin Cermen kültürünün gelişmesinde zarar verdiği fikrini açıklamıştır ki, Alfred Rosenberg'in teorisine bu adeta bir başlangıç sayılabilir."
"Möller, Alman sosyalizminin Birinci Savaşta, özellikle ateşkesten sonra millî bir şekil aldığını, özellikle Ruhr'un işgalinin gözlerini açtığını, bu millî sosyalizmin giderek komünizme doğru ilerlediğini ve bunun sosyal, demokratik, parlamenter sistemi mahvedeceğini yazmıştır ki, sonuç da kendisini haklı çıkarmıştır. Nüfusun artması da bu ihtilalin sebeplerinden biri sayılabilir. Bütün Avrupa'daki yüz milyon Alman'ın yarısından çoğu Alman devleti topraklarındadır. Zaten 'Versailles' anlaşmasını ortadan kaldıran da bu nüfus durumu olmuştur."
3)        Hoover'in 1931'de Almanya'ya tazminat ödenmesindeki yardımı, ’Moratorium: Genel mühlet' ilânı suretiyle dünya ekonomisini kurtarmak amacıyla yapılmıştır. Fakat beynelmilel ’Solidarite: Birleşme' fayda vermemiştir. O zaman milletlerarası diktatörlük cereyanı da, planlı ekonomi hedefine yöneltilmişti. Özellikle Almanya'da bir çeşit sosyalizmin (1932 ile 1933'e doğru) genişlemesi, bu cereyanın sonucudur. Bunun amacı geçici bir 'Moratoire' yerine tam anlamı ile ödememek kararı ile içtimâi sosyalizme ve işsizliğe engel olmak için de otoriter bir rejim kurmaktı. 1933'de Hitler'i iktidara çıkaran bu cereyandır."
Tanınmış yazarlardan Hans Zehrer, Üçüncü Reich'in politik kuruntunu en iyi târif edenlerdendir. Bu yazar, 1930'den itibaren eski değerlerin ve prensiplerin çökmüş olduğunu, politikaya giren halk kitlesinin inancını kaybettiğini, halkın güvenini kazanmak gerektiğini, Hitler'in 'Mein Kampf ı bile bu talebin halk arasında yayıldığını, Weimar'ın bir yenilik yapacak yerde mağlup devletin kötü mirasına sahip çıktığını, en sağlam demokrasileri sarsacak olan enflasyonun da buna katıldığını belirtmektedir. Brüning, Berlin'de orta sınıf ve köylü, kapitalizm ve marksizmle birleşmiş, sosyalizme karşı ayaklanmış, gençlik ve Nasyonal Sosyalizm bundan yararlanarak, yalnız ’Preussentum und Sozialismus' esasında bir devlet değil, İtalya ile paralel bir sistemi kamuoyuna telkin etmiştir. Halkın yüzde doksanı proleterleşmiş veya proleter olmuş, herkes bu ülkede bir keramet bekler duruma girmiştir. Ne bakanlık binasında duvarlar arasında kalan Mareşal Hindenburg'un ne de von Papen'in sınıfı, bu önemli sorunu çözecek durumda olmadığından, Hitler'in iktidarı ele aldığı dönemde (1933 Ocak ayı sonu), nasyonalizm ve sosyalizmin bir tarafa bırakıldığına işaret etmiş ve yeni iktidarın, halkın kontrol etmeye muktedir olamayacağı bir totaliter idareyi zorla kabul ettirmeye çalıştığını da açıklamıştır,"
4)        Hitler ve Rosenberg:
İdeoloji olarak aydın kafalarda doğan Nasyonal Sosyalizm ile Nazi doktrini arasındaki fark büyüktür. Birincisi. Nietzsche filozofisi yandaşı seçkin bir sınıfın oluşmasını arzu eder. Diğeri, halkın kulağına sahip, icraat heyecanı taşıyan orta sınıfın taraftar olduğu, silahlı askerî parti şefleri ve bunların benzeri şahısların idaresidir. Bu çevrede millî taassup ve sertlik hâkim olmaktadır. Tam bir fikir edinebilmek için, 1920'de önerilen ve 1928'de Führer'in düzeltmelerinden geçen 24 maddelik Nazi programının umdelerine kısaca bir göz atmak yeterlidir:
a- Reich'in gerçek halkı saf Alman olanlardır. Göçmenlerle Mûseviler, asıl her türlü fedakârlığa hazır bu halkın layıkıyla besle nememesi halinde, ülkeden atılacaktır.
b- Irkın sağlığını sağlamak, katışıksız bir gençlik yaratmak,
c- Güçlü merkezî idare, tek meclis, bunun kanunlarını eksiksiz uygulayan korporatif meclisler,
d- Roma hukukundan ayrılmak. Yeni kanunlar, yeni bir millî ordu, e Hak ve çalışmada eşitlik. El ve kafa ile herkes genel menfaat için çalışacak. Yani ’Gemeinnutz geht vor Eigennutz: Kamu menfaâti şahsî menfaâtten önce gelir.'
f- Çalışma ürünü olmayan her çeşit gelir lağvedilecek. Savaş kazancı yasak. Savaşta servet biriktirenden geri alınacak. Sanayi tröstlerinin devletleştirilmesi, sanayi kazancına katılma, g Şahsî mülkiyetin tanınması,
h- Tanın reformu. İpoteklerin kaldırılması, spekülasyonla mücadele,
i- Büyük mağazaların küçük tüccarlara kiralanması,
j- Aşırı kâr ve faiz sağlayanların, spekülatörlerin idama kadar ağır cezalara çarptırılmaları,
k- Öğrenimin toptan ve yeni bir şekle sokulması.
l- Dinler, Cermen ırkının moraline ve devletin varlığına zararı olmadıkça, eşit muameleye tabi olacak. Dinî hayatın devlet hayatına tâbi olduğu, Museviliğin maddiyatçılığı (Materyalistlisi) ile mücadele.
Dış politika olarak, 1 Büyük Almanya, 2 Halkın kendi kaderini kendi tayin etmesi. (Bu son umde, Saint Germain ve Versailles anlaşmalarının lağvedilmesine sebep olmuş, diğer milletlerle tam eşitliği sağlamıştır."
5)        Sömürgelerin iâdesi:
Bütün bu maddeler Nazi rejiminin iskeletini ve temellerini teşkil eder. Orta sınıfların çeşitli isteklerine cevap vermesi ve Weimar demokrasisinin temelleri olan merkez ve sosyal demokrat partilerin prestijini yıkması bakımından, bu programın ustaca hazırlandığı anlaşılır. Nazizmde, biyojik ve bedenî sembol, politika, ilke ve uygulamayla birleştirilmiştir. Hitler'le teorisyeni Rosenberg, bunu 'Weltanschauung' kelimesiyle ifade ederler. Hitler, her kötülüğün sembolü olan şeytan şahsiyetinin Alman halkı içinde Musevi vücudunda şekillendiğini söylerdi. Tabiî buna kimse de hayret etmemiştir.
Nazizm, Roma Katolikliğine, kapitalist liberalizmine, komünist marksizmine ve bunların kaynağı saydığı 'Judaism'e düşmandır. Nazizm, Almanların üçte birinin dini olan Katolikliği, halkı millî görevden uzaklaştırmakla itham eder. Führer de, bunun dinin ağırlık merkezi dışarda olduğu için, nasyonalizmin ve Büyük Almanya fikrinin savunulması ve yayılmasında zaâf göstermekte olmasından şikâyetçidir. Nazizm, bunların da parti politikasında Musevî aleyhtarlığında birlik olmasını istemektedir. 3. Reich'in bir çeşit 'Irkî aristokrasiden' doğduğu anlaşılmaktadır. Halkın yeni bir şekle sokulması, çeşitli toprak bölgelerinden oluşan devletin bir toplum içinde ve bir kitle halinde, Avrupa ortasında en geniş alanı kaplaması, amacı teşkil etmektedir. Führerliğin doğması da, gerçek bir demokrasi kurmaktan âciz halkın sosyal sefalet ve siyasî ıstırap içinde dış tehlike karşısında şefine sınırsız bir yetki vermesi sonucudur. Plebist sonucu ile Almanya bir Führer, parti ve halk devleti şekline girmiştir. Bu devlet, totaliter teorinin bir âleti idi. Buna asıl anlamı ile diktatörlük ve istibdat devleti denemez. Yönetimin bir kısmına katılmak iddiâsında olan siyasî partileri içinden çıkaran, tek bir partinin totaliter hükümeti idi. "Mein Kampf kitabında Führer, bu teşekkülü, ırkı son derece iyi korumak, şansına ve Tanrı'nın vaâdettiği sonuca ulaşmak gücüne mazhar bir toplum 'Communaute' olarak tarif etmektedir.
Bir devletin gücünün, hiçbir zaman ekonomik refahı ile eşanlamlı olmadığı malumdur. Aksine, refahın gerilemeye sebep olduğu, genel savaştan önce görülmüştür. Maddî sefalet ve ıstırap içinde doğan Führer devletinin, eski Yunanlıların Ispartalıları gibi yokluğa göğüs geren, çalışkan ve asker bir Alman halkından oluştuğu gözönüne alınırsa. Nazizmin önde gelen şahsiyetlerinin, toplumun isteklerine uygun anlayışta olmak şartı ile güven ve saygıya lâyık göründüğü düşünülürse, bu rejimi Alman halkının başlangıçta seve seve kabul etmesi kolayca anlaşılır. Hitler'in "Meitı Kampf" adlı kitabındaki "Der geistige Terror" yani "Ruhî tedhiş" deyiminin amacı, bütün kafaları "Synchronise" etmektedir. Führer'in ünlü nutuklarındaki "Vicdanımın, Tanrı’nın ve milletimin karşısında yalnız benim..." cümlesi, Führer devleti reisliğinin, mâhiyeti hakkında açık bir fikir vermek için yeter lidir. Üçüncü Reich. fikir, politika, adalet, sosyal teşkilat, çalışkanlık ve disiplini birleştirmiştir. Kapitalizm yıkılmamış, yalnız devlet hizmetine verilmiştir.
Dış politikanın ana hatlarına gelince:
a- Kuzeyde İngiltere'nin İskandinav ve Baltık ülkelerinin iyiliğine olan tarafsızlığı ile. arkasını getirmek başlıca ilke idi. Bunun için, Prusya militarizminin İngiliz diplomasisi kadar sağlam ve sürekli olduğunu, Fransa'nın ise genel savaştan sonra bunu engellediğini İngiltere'ye anlatmak gerekiyordu.
b- Güneyde ise, Cermen asıl anlamını bulduğu için. Nazizm, Faşizm yani İtalya ile emin bir müttefik bulmuştu.
c- Doğuda, merkezî Avrupa ülkeleri ile ve Balkanlarla tabiî ve faydalı ekonomik temaslar yapılacaktı.
d- Batıya ve doğuya doğru genişleyerek, Karadeniz ve Akdeniz'e kadarki alanda, Almanya'nın geleneksel kuvvet ideali, iâşe ve hammadde ihtiyacı tatmin edilecekti. (Sonraları bu ideale müstemleke istemek de girmiştir.)
e- Bu siyasî planın tatbiki için, katoliklik, liberalizm, sosyalizm ve judaizm tarafından millî varlığı kemirilmiş, eski askerlik özellikleri kalmamış, Afrika zencilerine Avrupa kapılarını açmış olan, tam "deje neresans" (soysuzluk) halindeki Fransa ezilecek, doğuda günden güne askerî gücünü artıran komünizmin kaynağı Sovyet Rusya da imha edilecekti.
Bu esasa göredir ki, Roosevelt (1934-1937), Fransa sanayiinin Rusya'ya karşı savaşmak için çalıştığını, Fransa-Rusya paktının arkasındaki maksada işaret ederek, Almanya'yı sarmak için Fransa'nın Avrupa'da kurduğu güvenlik ağını protesto etmişti.
Nazi şefleri, savaş için özellikle gençliğin ekonomik, ahlakî ve askerî bakımdan yetiştirilmesine çalışmışlar, rejimin güçlendirdiği Almanya'nın siyasî ihtiraslarına karşı güvensizlik besleyen Avrupa'yı ve endişe içinde bulunan Alman'ları yatıştırmak için de, barıştan yana olduklarını sürekli olarak iddia etmişlerdir. İtalya ile ittifak yapan, Avusturya'yı ilhak ve Çekoslovakya'yı işgal eden, endüstri ve askerlik bakımından sürekli gelişen Almanya'nın durumu, Avrupa'yı savaştan önce, Wilhelm Almanyası'nın durumundan çok daha fazla endişeye sevk etmiştir.
Şeflere gelince:
Benim de tanıdığım Ley, Führer'i Hazreti İsa mertebesine çıkaran, bir küçük subay zihniyet ve çapında adamdı. Özellikle çalışanlar ve çalışma konusunda Nazizmin adeta kutsal bir kudret yarattığı görüşünü taşıyordu. İtalyan halkının faşist rejim için henüz olgunluğa ulaşmamış bulunduğunu da iddia edenlerdendi.
Joseph Goebbels, iyi konuşan, zeki ve kültürlü bir insandı. 1933'de kurulan Propaganda Bakanlığının başına geçen bu (Philologie) Filoloji doktoru. Alman ruhunu çok iyi bildiği için, çalışanlar cephesinin işçilerinin eğlence ve gezmelerle süslenmiş günlük çalışmaların zevkinden adetâ sarhoş olduklarını romantik bir gerçek olarak açıklamakta ve rejimi mükemmelen anlatmakta idi. Zaten resmigeçitler, fener alayları gibi gösteriler Almanları çeken şeylerdi. Goebbels, sürekli olarak Mûsevî düşmanlığını körüklemiştir. Halka hitap etmesini iyi bilen bu politikacının konuşmalarının dikkate değer bazı bölümlerini aktarıyorum:
"Hükümetle halk arasına giren parlamentarizmin halkın genel isteklerini açıklamasına engel olduğunu" dâima ileri sürmüş, fakat bunun, halkın politik edükasyonunun, yâni yetişmesinin yokluğundan kaynaklandığını asla ağzına almamıştır.
"Mağlup Almanya'nın, anlaşmalar ve ekonomik planlarla, havlayan fakat ısıramayan bir duruma düşürüldüğünü, onunla dişi kalmayan bir köpek gibi alay edildiğini" söylemiştir.
"Biz Alman çalışma hayatının serbestisi ve hürriyeti için sosyalistiz. Halkın hürriyeti için nasyonalistiz. Yani, askeri güç için herkesin çalışmasını istiyoruz" demiştir.
Üçüncü Reich'in Prusya ruhunu. Berlin'in Naziler tarafından zaptı hakkındaki şu sözüyle çok güzel özetlemiştir:
"SS, SA'nın merkez hükümeti (Berlin) zaptı, bu teşkilatın proleter çevreden çıkmış olmasındandır."
Bir konuşmasında da. "Biz ne proleter, ne burjuva, ne Protestan ve ne Katolikiz, fakat Almanız. Reich ve Nazizm bir şeydir. Gerçek, bu rejimin tamamen Alman olmasındandır. Geçmişe, Alman psikolojisine ve tarihine bağlıdır. Başka millette bunun uygulanması mümkün değildir. Dışarının malı değildir. Hükümetler başarılarıyla hüküm olunur. Tarih, ikmal edilmiş icraatı kaydeder" demiştir.
Goebbels, bir konuşmasında da şunları söylemiştir:
"Tartışmada, tecrübeden çok başarıyla sonuçlanacak bir karar almak esastır. İhtilaller bir milletin gücünün arttığını gösterir. Nazizmde hükümet işçi mahallelerini bombardıman etmez. Devlet gücüne dayanarak, şiddet göstermeden, halk ile birlikte çalışır. Halkın insanlığı, yapılması mümkün olan herşeyi bilen ve yapan hükümetle müttefik olur. Alman halkım idare edenler, dağlarda Alpinistleri uçurumlar arasında, kar fırtınaları içinde sevk edenler gibidir. Nazi hükümetinin bugünkü mirasa karşı aldığı şiddetli tedbirler, uçurumun kenarından geçmekte olan ülkemizde düzenin devamı içindir. Yarım yüzyıl sonra gelenler bizi affedeceklerdir."
Goebbels, politika adamını bir maddeyi yoğuran sanatçıya benzetir. Yoğurduğu şey halk kitlesidir. Bunu, sanatçı, bir millet haline sokar. Mussolini'yi İtalya'daki bu büyük sanatçılardan biri olarak nitelendirir. Bu liderin marksizmi ezmek için, Avrupa'da sosyalizmle nasyonalizmi birlikte kullanan tek kişi olduğunu söyler.
Goebbels, sosyal ihtilallerde halkı sevmenin yeterli olmadığını, onlarla birlikte olmak gerektiğini, bu sebeple, onların anladığı şekilde konuşmanın şart olduğunu iddia eder ki, bu doğrudur. (Dünyanın dört kıtasında yüzyıllardan beri adını hutbelerde okutan büyük siyasî dâhi Hazreti Peygamber de, "Halka akıllarının ereceği şekilde hitap edin" dememiş midir?)
Goebbels, kadınların politikaya karışmamaları, genel hayat içinde görevlerini yapmaları gerektiğine inanır. Ona göre, politika ve askerlikle erkekler uğraşacağından, erkekleri kadınlaştırmanın, kadınları da erkekleştirmenin anlamı yoktur.
Nazizm ve idarecileri konusunda yaptığım açıklamalardan anlaşılacağı gibi, bu rejim, kendi kendini idare etmek kabiliyetine sahip olmayan bir halkı sevk ve idare etmek şeklidir. Gerçekten de, Weimar cumhuriyetinin acı tecrübeleri, zihinlerde uyanmaya başlamış olan gerçek millî hâkimiyet ve saltanat ülküsünü öldürmüş, ayrıca Versay anlaşmasının ağır şartlan, açlık, yoksulluk ve idaresizlik Almanya'da komünist propagandasına çok elverişli bir ortam hazırlamıştı. Böyle bir ortamda. Nazizmin seçkin mücadeleci şeflerden oluşan idarecileri, Hitler'in kumandası ile hareket ederek, halkı canla başla kendilerine çekmeye çalışmışlardır. Naziler. bu teşekkül ve çalışmayı "Führertum und Gefolgschaft: Rehber Kılavuz ve Maiyeti" şeklinde izâh etmekte idiler.
Türk dostu İtalya Dışişleri Bakam Kont Sforza, "Synthese de I'Europe" adlı ünlü eserinde, Nazi Almanyasının Bolşevik düşmanlığını, aryen ırkını göklere çıkaran övgüsünü, şiddetli Mûsevî aleyhtarlığının sebebini; tabiî sınırları olmayan bu milletin, kuşatılmaya karşı olan korkusuna atfetmekte ve aynı zamanda bunu bir "Complexe d'inferiorite" haleti ruhiyesi, yani "Aşağılık duygusu" olarak kabul etmektedir. Kitabında, Hitler, Goebbels ve Göring'in dillerinden düşürmedikleri halkı, gerçekte aşağıladıklarını ifade etmektedir.
Savaşın başlamasına kadar Berlin'de yıllarca Fransa'nın büyükelçiliğini yapmış, Almancayı çok iyi bilen, filoloji doktoru ve tanınmış diplomatlardan Andre François Poncet'nin zekâsı, sosyal yeri, girginliği ve ünlü davetlerini Berlin'de bulunduğum zaman duymuş, sefaretinin Estonyalı usta metrdotelini de bizim sefarete alarak, devrin önde gelen şahsiyetlerinin mizacını da öğrenmek fırsatını elde etmiştim.
Andre François Poncet'nin "Berlin'de bir büyükelçinin hatıraları  Eylül 1931 ile Ekim 1938" adıyla 1946'da yayınladığı değerli eserinde, Dışişleri Bakanı Ribbentrop'u anlatması ile, Nazizim ve Hitler'in kişiliği hakkındaki bölümlerden en önemlilerini aşağıya alıyorum:
a- Ribbentrop sonradan 'Von' yapılmış ’Henkel' köpüklü şarap tüccarının damadı olan, haris, kendini beğenmiş bir adam. Hitler'e vaktiyle sokulmuş, Dahlem'deki güzel villasında, Führer'i Alman ve yabancı yüksek zevâtla görüştürmüş. Führer'e tapınmakta, karşısında adetâ cezbeye gelmekte! Onun meddahı. Fikirlerini aynen kabul eden, zaman zaman bunları kendi görüşü gibi anlatan, Hitler'e asla itiraz etmeyen, aksine teşvik eden ve cesaretlendiren bir tip. İngilizceyi iyi konuşması, Fransızcayı bilmesi, Führer'in ilgisini çekmiş. Orta öğrenimli, işine hazırlanmamış, siyasî konularda câhil. O kadar habersiz ki, Versailles anlaşmasını bile okumamış, Almanya'nın 1919’dan beri yaptığı taâhhütlerden de haberi yok. Londra sefirliği tamamen başarısızlıkla geçmiş, İngilizlere güvenmesi, İngiltere'nin maddî ve manevî gücü konusunda yanlış düşüncelere saplanmasına sebep olmuş. Yabancı sefirlerle ilişkilerinde kaba, küstah. Sesini hemen yükselterek Almanya'nın askerî gücünü över. Bu tehditkâr adamla bir konuşma yapmak çok güç. Hitler'in taklitçisi olarak sürekli konuşur, muhatabının ortaya anığı sebep ve görüşleri kavrayamaz, yalnız kendi düşündüğünü söyler. Hitler. bu kafası kof adamı, Bismarck'tan daha üstün (!) saymakta olduğu için, şahsı üzerinde en zararlı etkiyi yapmakta. (Gariptir, Ribbentrop benimle bir görüşmesinde, kendisine "Hitler'in uğursuz müşaviri" dediklerini söylemişti."
b- 1934 yasası ile Bavyeralık, Prusyalılık kaldırılıyor, 'Reichs deutsche' oluyor. Yâni Bismarck Almanyası ortadan kalkıyor. Almanya 32 Gau'ya, bir çeşit vilayetlere, regionslara, bunlar da Kreis ve Ortlara ayrılıyor. Bunlar da Zellerler ve Blocklara bölünüyor.
"Gauleiter" ve "Müfettişlik"lerin üstünde genelkurmay bulunmakta, bu da Merkez Siyasî Komisyon Şefi, S.A. Şefi, S.S. Şefi, adliye, dış siyaset propaganda ve gençlik şeflerinden teşekkül etmekte. Bunlar Führer'in vekili Rudolf Hess'in idaresinde.
1933 Temmuz'unda "Sterilisation", yani ırkın tasfiyesi yasası çıkıyor. Sağlıklı olanların evlenmelerine yardımcı olunuyor, mal sahibi olmaları kolaylaştırılıyor ve borçları oldukça hafifletiliyor.
"Çalışma Kanunu" ile ünlü mühendis Todt, ilk olarak 200 bin işçi ile "Autobahn: Oto yollar"ı dört yıllık bir programda yapmaya başlıyor. 1933'de işçilerin "Kraft durch Freude" neşe, zevk ile kuvvet adlı teşkilatı, dörder yıllık programlar halinde işçilerin seyahat, spor ve eğlencelerini düzenlemekte.
c- Alınan ordusu (Reichswehr) Nazilere karşı, gençliğe askerlik sevgisi ve millî duygu aşıladığı için, herkesin iyiliğine davrandıkları için bunlara yardım etmiş, silah vermişti. Hitler, başlangıçta onun yarattığı bir insan sayılabilirse de, din aleyhtarlığı, Yahudi düşmanlığı, bağımsızlık hareketi iddiaları, çevresindekilerin aşağılık ve bayağılılığı Reichswehr'i gücendirmiş, endişeye düşürmüştü. Fakat ilişkileri kesmemiş, S.S. ve S.A.'ların askerlik taklitçiliklerinden nefret etmiş, özellikle ayrı bir ordu kurmak istemelerine tahammül edememekle birlikte, bunları bir güç olarak gördüğü için yardım etmiş ve kendi nüfuzu altına almaya çalışmış, işçi sınıfı ile ordu arasında düşmanlık olmamasına önem vermişti.
d- François Poııcet, Hitler'in şahsiyeti, siyaseti ve rejimi konusunda şöyle demektedir:
"Adi yüzlü, opak yanı nüfuz edilemeyen sönük gözlü, alnı gülünç bir kakülle kapalı bu adama. Hindenburg ile hafif kafalılar, farkında olmadan Almanya'nın kaderini teslim etmişlerdir. Bu adamın gerek duygu, gerekse hırs ve ahlakı hakkında çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar."
"Hitler'in kanaatine göre, 'Metis' yani kanları karışık melez ırkların bayağı oldukları şeklindeydi. Canlı yaratıklar, tabiat kanunlarına tâbi olduklarından, en iyi kan taşıyan ırklar galip çıkacaktı. İnsanların merhametlisi ve barışseveri. 'Dejenere' yani soysuz olanlarıydı. Hitler'e göre, savaş bir milletin mihenk taşıydı. Gelişmesi için savaş şarttı. Ancak savaşla yüksek ırklar diğerlerine hâkim olabilirlerdi. Bu sebeple ırk İslah edilmeli, Yahudi ve Zencilerle evlenmek men edilmeli. 'Tare' yani karışık ve bozuk olanlar hadım edilerek çocuk sahibi olmaları engellenmeliydi. Spor yaygınlaştırılmalı, 'Aryen' ırkı en yüksek ırk olarak tanınmalıydı. Bu ırkın özelliklerini en iyi koruyanlar Kuzey ve Germen ırkı, Hitler'e göre uzun boylu, "Dolichocephale" başlı, kumral ve mavi gözlüdür.
Yahudilik ve Farmasonluğun şiddetle karşısında olan Hitler, bunların, Demokrasi, Parlamentarizm, Marksizm, Pasifizın ve beynelmilelciliğin mûcidi olduklarını ifâde ediyor ve Yahudiliğin sadece Almanya'da değil dünyanın her tarafında yok edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ferdiyetçiliğin aleyhindeydi. Ona göre, fert, cemiyet için vardı. Totaliter rejimlerde önemli meseleler plebist ile halkoyuna sunulurdu. Hükümetin emirlerini alacak bir "Reichstag" meclisi olmalıydı. Anayasaya gerek yoktu. "La fin justifie les moyens" yani "Sonuç, her vasıtayı haklı kılar"dı. Hatta millî menfaatler gerektirirse hile, yalan, yolsuzluk, ifsat, tahrik bile vazife olurdu!
III. Reich. Führer'in prensipleriyle yönetilecekti. Führer, yalnız vicdanına karşı sorumluydu. Çocuk, ancak ilk yaşlara kadar ailesine tâbi olacak, ondan sonra toplumun ’Jungvolk' ve 'Hitlerjugend' teşkilatına girecek, iyi bir Nazi, iyi bir asker olarak yetişecekti. Devletin tek bir gençliği olacaktı. Sanata ve tarıma yer verilecek, okullarda dersler kısaltılacak, tarih, milliyeti tarif edecek şekle sokulacak, üniversite sayısı azaltılacak, herkes altı ay kazma ve kürekle çalışacak, büyük sanayi devletleştirilecek, eski muhariplere arazi dağıtılacaktı.
Din konusunda Hitler, halkın karşısında tedbirli davranmış, inanan ve ibadet edenlerden olmadığı halde, "Kadiri mutlak" sözünü dilinden düşürmemişti. Himaye gördükçe Tanrı'nın varlığını kabul etmekte, kilisenin gençliği terbiye etmesini istememekte, papazların siyasete karışmalarına karşı çıkmakta, Roma'nın (Vatikan) ve etkili olduğu Katolikliğe hiddetlenmekte. Dine karışmıyor, fakat Kara Gömleliklerle S.S.'lerde ’Neopaganizm'i açıkça uygulamakta. Konuşmalarında Hıristiyanlığın genellikle Yahudilikten alınmış halkı tembelliğe sevk eden, dejenere yani soysuzlaşmış bir din olduğunu iddia etmekte. Fiyat artışlarına şiddetle engel olmak. ’Speculation' ve aracıları ortadan kaldırmaktan yana. Başlıca amaçları arasında. Doğuda bir hayat sahası kazanmak suretiyle ihtiyacı sağlamak, Alman halkını yerleştirmek ve Ukrayna üzerinden Karadeniz'de bir mahreç sahibi olmak. Almanya büyüdükten sonra, sömürge Fransa'nın zayıflamasından kendisi gibi çıkarı olan İtalya ve İngiltere ile anlaşmak, Fransa'nın işini bitirdikten sonra Rusya'nın üzerine yürümek, Avrupa'da bir 'Saint Empire Romain Gerınanique' kurmak ve kıtayı tanzim ederek Alman barışına teslim etmek de var..."
Poncet, Hitler'i "Deli" olarak nitelemekte, inatçı, sınırsız cüretkâr, âni karar verme özelliğine sahip, uzak görüşlü, tehlikeleri sezen bur duyguya sahip olduğunu anlatmaktadır. Bunların birkaç suikastten kurtulmasını sağladığını belirtmekte ve Hitler'in, halkın duygu ve isteklerine adetâ bir antenle bağlı olduğunu iddiâ etmektedir. Falcılara inanan Hitler'in 20 Temmuz 1944 suikastini zâlimane ve vahşiyâne cezalandırması üzerine generallerin, savaşların son bölümünü sabote ettiklerini yazmaktadır.
e- Henri Valloton'un 1945'te Paris'te basılan "Bismarck ve Hitler" adlı kitabında, yazar Bismarck’» dâhi bir satranç oyuncusuna, Hitler'i ise blöfçü ve hayasız bir pokerciye benzetmektedir. Bismarck'ın imkân ve fırsatların pehlivanı olarak Birinci Reich'in kurucusu olduğunu, Hitler'in ise Üçüncü Reich'i mahvettiğini, fakat her iksinin de "Gücün hakka galebe çalacağı" uğursuz prensibiyle hareket ettiklerini yazmaktadır.
f- Konrad Heiden'in geniş inceleme ve derin bilgi sonucu yazmış olduğu ve 1936'da basılan "Adolf Hitler" adlı kitabının "Almanya'nın Şeytanıİki Hitler" başlıklı bölümünde özetle şöyle denilmektedir:
"Tarihin ender kaydettiği halkı sürükleyici ve olağanüstü bir telkin gücüne sahip olan bu adam, kendisi gibi aç, acı çeken ve küskün halkı sözleriyle, tamamen kırılmış gururunun, şeref, güç ve üstünlük hırsının bir modeli haline soktu. Hitler'i muayene etmiş olan Landsberg hapishane doktoru, ırsî bir hastalığı olmadığını. Büyük Almanya inancı ile heyecanlı ve 'Autosuggestif etkisi altında bulunduğu söylemişti. Tanınmış profesör Max von Gruber de, kendine tamamen hâkim olmadığını, daha çok akla ve hayale gelmeyecek şeyleri yapabilecek, heyecanlı ve cüretli bir adam olduğunu belirtmişti. Çeşitli tıbbî teşhisler, Hitler'i ’Hysterique" (İsterik) olarak tespit etmiştir. Taş gibi duygusuz bir durumdan birden bire hiddet ve feverana geçmek, istediği zaman ağlamak ve gülmek. İrade gücünün büyüklüğü onun iki ayrı insan olmasını mümkün kılmıştır. Aslında çekingen ve mütevazi bir insanın, birahanede tavana tabanca sıkarak 'Putsch' hareketi yapması, 'Dünya korkaklar için yaratılmıştır) demesi, kişiliğini belirten noktalardır."
Keııdisininin ve başkalarının acısına dayanıklı olan Hitler, bazen Büyük Frederik gibi (Cynique) hayasız, Napolyon gibi kaba, İmparator Joseph gibi babacan ve iyi adam da olabiliyordu. Konuşurken kılıksız, ufacık, bıyıklı ve çelimsiz bu adamın, birdenbire bir melek haline döndüğü, tezahürat ve alkışlar arasında ter içinde, gözleri parlayan mütevazi Hitler'in oturduğu görülürdü. V/agner'in politik fikirleri ve ilham kaynaklan (Cüce Alberich, Siegfried, Hagen ve Wotan) tamamen ruhuna nüfuz etmiş, kendi evrenini oluşturmuşlardı. 1933 politik zaferinden sonra kendisiyle görüşen Oswald Spengler, 'Hitler'in iktidara geçmesi, kuvvetle zaafın meydana getirdiği bir fırtına içinde gerçekleştirmiştir. Hedefini bilmeden sürüklenmekte, hayalinde yanlış bir şekil yarattığı için çoğunlukla yolunu şaşırmaktadır. Bu kadar velvele ile meşhur olmasından endişe ederim. Tarih hissiyatçı değildir. Hisle hareket edene ne yazık' diye yazmıştır.
Hitler, eski Avusturyalı bir Katolik olmasına rağmen, Rosenberg'in etkisiyle Neopaien ilkelerini kabul etmişti. Heiden, Hitler'in güzel kadınlardan hoşlandığını, onlara karşı sadık aşık rolü oynadığını, sadık metresi Eva efendisi fotoğrafçı Hofınann'ın güzel kızı Heııııi'ye tutulduğunu anlatmaktadır. Henni. Hitler'e yüz vermemiş ve Baldur von Schirach'le evlenmiştir. Savaş yıllarında Almanya'da Türkiye'yi temsil ettiğim dönemde, yakışıklı ve çizmeleriyle mağrur bu von Schirach, Avusturya Genel Valisi idi.
Hitler'in şahsiyeti hakkında verdiğim bu yeterli bilgilerden sonra, dünya tarihinin inceleyeceği bu maceraperestle ilgili olarak Münich'te çıkan "Die Welt illustrierte Revue" dergisinde "Hitler'in ilk Biograph ie"si başlığıyla yayınlanan ayrıntılı makaleden önemli bölümleri özetleyerek, bu konuyu bitirmek istiyorum:
"Hitler, Avusturya vatandaşı sıfatıyla 27 yaşına kadar askerliğini yapmamıştı. 1913'de Münich'e kaçarak yoksul bir hayat sürmüş, resim satarak geçinmeye çalışmıştı. Geceleri mimarî kitaplar okumuştu. Çalışkanlığı ve dürüstlüğü yüzünden bazı zenginler yemeğe davet etmişler, opera bileti vermişlerdi. Devlet Başkanlığı yaptığı sürede, sahip olduğu mimarî bilgileri resmî inşaatlarda tatbik ettirmiştir. 'Volkshalle'nin 350 metre yükseklikte ve 100 bin kişinin oturabileceği genişlikte olması bunun güzel bir örneğidir."
Savaş yıllarında Münich'in ziyaretlerimden birinde, Nazi ihtilalinde ölenlerin mezarlarına çelenk koymak üzere gittiğim bahçede, çeşitli kaya parçalarının dikili olması dikkatimi çekmişti. Mezarlık Müdürü, bu taşların Almanya'nın çeşitli bölgelerinden Führer'in emriyle getirildiğini, Hitler'in Münich'e gelişlerinde bunların dayanma derecelerini incelediğini söylemişti. Eğer savaş çıkmasaydı Führer'in Berlin'i büsbütün başka bir şekle sokmaya karar vermiş olduğunu, o tarihlerde değerli mimarlarımızdan Prof. Hamit Kemalî Söylemez oğlu'nun asistanlık ettiği Prof. Bonatz'ın bu işle uğraştığını öğrenmiş, bu planların kopyalarını Dışiişlerimize göndermiştim.
Fiihrer, Habsburg hanedanını, Avusturya Macaristan'da yaşayan Almanların aleyhine İslav himayeciliği yapmakla suçlamaktadır. Avusturya üniformasını giymemek için Bavyera'ya kaçmış olmasını Münich'liler mazur görmüşlerdi. Hitler, 1914 Ağustos'unda "List" adı verilen Bavyera ihtiyat alayına gönüllü olarak girmiştir. Ypres cephesine gönderilmiş, onbaşılıktan daha yukarı çıkamamıştır. Topçu ateşiyle bacağından yaralanmış, İngiliz topçusunun gaz mermisi etkisiyle bir süre gözleri görmemiştir. 1919'da Münich'e dönmüştür. Eisner katledilmiş, askerî diktatörlük cereyanı başlamıştı. Hitler, isyan tahkikat komisyonuna üye yapılmıştır.
Hitler, kıta içinde cesur bir askerdi. Kutsal asker ocağında benliğine ve ruhî sükûnete kavuşmuştu. Ünlü şair ve morfinman, sarhoş Dietrich Eckart, Hitler'e, "Politikacılık yapan ve yeni bir hareketin führeri olmak isteyen adam, iyi bir hatip olmalıdır. Ne kibar ve nazik bir adam, ne de eski bir subay bile olmamalıdır. Halktan gelmeli ve yoksul olmalı, fakat bunlardan daha önemlisi bekâr kalmalıdır" diye sürekli telkinde bulunmuştur.
Bu satırları yazarken, Büyük Atatürk'ün yakınları olan bizlere, "Millî Mücadele arkadaşlarım evlenmemelidir” dediği hatırıma geldi. Gerçekten de, tarihimizin bu ölüm kalım devrine bakarsak, ilk safta çoğunlukla bekârları görürüz. İstanbul'u işgal eden ve son Osmanlı Meclisi Mebusan'ı basan İngilizlerin, milliyetçileri tevkif ederek Malta'ya sürmeleri, itilaf partisinin düşmana dayanarak İttihad ve Terakki mensuplarını tevkif etmesi karşısında Anadolu’ya geçenler arasında evliler de vardı. Bu hamiyetli ve fedakâr insanlar. Milli Mücadele'ye canla başla katılmış. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde değerli kişilikleriyle davamıza çok faydaları olmuştur. Mesela, İstanbul Meclis'i basılmadan. Heyeti temsiliyede Atatürk'ün mâiyetinde benim yerime gitmiş olan Recep Peker, basıldıktan sonra Halide Edip Adıvar ve Dr. Adnan Adıvar, Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, İnönü, Kâzım Orbay, Saide Hanım, Saffet Arıkan gibi vatanseverler...
Hitler, siyasî bir toplantıdan çıkarken, eline "Benim Politika Uyanışım" (Mein Politisches Envachen) adlı bir broşür sıkıştırılmıştı.
Bunun, Anton Drexler'in kurduğu ilk Alman işçi partisinin tüzüğü olduğu anlaşılıyordu. Hitler, bu partinin toplantılarına gitmeye başlamıştı. Sonradan bu parti Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (N.S.D.A.P.) şekline sokulmuştu. Hitler, bu partide önce en faal bir eleman ve en çekici bir hatip olmuş, hâkimiyet ve güç konusunda propaganda yapmış. Şubat 1920'de 25 maddelik programı ilan etmişti. Dostu olan şâirin aracılığıyla zengin ailelerden yardım görüyordu. Partinin önce Bavyera'da, sonra da bütün Almanya'da ilgi görmesini, genel ekonomik duruma borçluydu.
Mussolini'nin "Roına'ya doğru hareket"i Hitler'i çok etkilemiştir. 1923 yılında Berlin üzerine bu şekilde bir harekete hazırlanmışsa da, General Lossow'un ikaz ve ihtarı ile bundan vazgeçmişti. Fakat Bav yera hükümetine karşı tecrübeye kalkıştığı "Puç hareketi" 16 ölü ve birçok yaralı ile kendisinin de beş yıl kalebentlik cezasıyla suya düşmüştü. Hitler'le birlikte Landsberg hapishanesine tıkılanlar arasında Dr. F. Weber, eski subaylardan Hermaıın Kriebel ve Rudolf Hess de vardı. Nazi partisinin silahlı S.A. teşkilatı, bu on yıl süren mücadelelerde 224 üyesini kaybetmişti. Bunların şefi Rohm, Führer'in iktidara çıkmasına adetâ merdivenlik etmiş, Hitler'in yakın arkadaşı olmanın verdiği cüret ve hırsla Millî Savunma Bakanı olmak ve S.A. şeflerini ordu generalleri yerine geçirmek istemişti. Fakat Hitler. Nazi teşkilatının kendi yerini tehlikeye sokacak derecede gelişmesini istemediğinden, buna razı olmamıştı. Röhın'ü, Emniyet Bakanı yapmış, o da S.A.'ları komünizme karşı muavin polis haline sokmuştur. Hitler, Röhm'ün kendi aleyhinde bir hükümet darbesi hazırladığını duyunca, sabahın saat 06.00'sında Weissee'de yattığı pansiyona girerek, Silizya S.A. şefi ile şoförünü öldürtmüş, Röhm'ü esir almış, Müııich'e trenle gelen S.A. şeflerini de birer birer yakalatmış ve hepsini, Bavyera eski Devlet Başkanı General Ritter von Kahr'ı da idam ettirmişti. Bu sırada arkadaşları Göring ve Himmler de Berlin'de aynı temizliği yapmışlar, cinayetler işlemişlerdi. General Kurt von Schleicher'in evini bastırarak general ve eşi ile diğer kabine arkadaşları olan Dr. Jung, Dr. Klausner ve von Bose'yi de katlettirmişlerdi. Von Papen'in bu katliamdan kurtulması, Göring'in evinde hapsedilmiş bulunması sayesinde olmuştu. Bu korkunç cinayetlerin mahiyetini kavrayamayacak derecede bunamış olan ihtiyar Mareşal Hindenburg önce telgrafla.
sonra da ölümünden üç gün önce kendisini hasta yatağında ziyaret eden Hitler'i bizzat, "Alman milletini kurtardınız" diye tebrik etmişti. Bu, tarihe fecaatle geçmiş bir olaydır.
Kişisel politik ihtirasların ne korkunç ve feci cinayetlere yol açtığını gösteren bu kanlı olayda General Schleicher ve Bredow gibi iki değerli üyesinin hesabının Reichswehr tarafından sorulmaması. Alman ordusunun Hitler'e karşı ilk meydan savaşını kaybetmiş olması demekti. Ordunun cesaretsizliği karşısında bu cinayetlerin seçimlerde Naziler aleyhine beklenen etkiyi yapmamasının ve partinin 107 milletvekilliği kazanmasının sebebi, bankaların arka arkaya kapanması, daha 1931'de dört milyona çıkan işsiz sayısının ve hoşnutsuzluğun gittikçe artması ve yoksulluğun bütün halkı sarmış olmasıdır.
Hitler, 1932 yılının Ocak ayında kalabalık maiyeti ile birlikte Berlin'e gelerek, eskiden kalmakta olduğu Postdamer Caddesi civarındaki Sanssouci Oteli yerine, hükümet merkezine 100 metre yakında, gösterilerin yasak olduğu lüks Kaiserhof Oteli'ne inerek karargâhını kurmakla siyasî bir gösteri yapmıştı. Eylül 1939 başında Berlin'e sefir olarak gelişimde bu oteli tercih edişim. 24 Ağustos 1922'de düğünümüzün bu otelde yapılmış olmasındandı. Bu hareketimiz Nazilerce şahsi sempati ve siyasî jest olarak kabul edilmesi, hizmet bakımından hayırlı bir etki yapmıştı.
Hindenburg, 1938'de Hitler'i Hükümet Başkanı yapmıştır. Von Pa pen hatıralarında "Schröder'iıı kendisine telefon ettiğini. Hitler'le görüşmek isteyip istemediğini sorduğunu ve kabul ederek gittiğini, kapıda muhtemelen polis olan bir kişinin fotoğrafını çekmesine hayret ettiğini, Führer'le görüşmesine hiçbir önem vermediğini" yazmaktadır. Goebbels de, "Kaiserhoftan Reichskanzlei'a" (Von Kaiserhof zur Re ichskanzlei) adlı kitabında, "Schleicher'in hükümetin başından uzaklaştırması konusunda Papen ile Führer görüşmesi gizliliğini koruyamadı. Önce hükümetin sona ermesi konuşuldu. Bu muvaffak olursa, biz artık iktidara yaklaşmış olacağız" demektedir.
Hitler, 30 Ocak 1933'te Başbakan (Reichskanzler) oldu. Halk tarafından alkışlanıyordu. Vaktiyle Führer'in mücadele arkadaşlığını yapmış olan değerli General Ludendorff, Mareşal Hindenburg'a yazdığı bir mektupta aynen şöyle diyordu:
"Siz açıkça söyleyeyim ki, bu uğursuz adam devletimizi uçuruma sürükleyecektir. Milletimize tasavvur edilemeyecek bir sefalet getirecektir. Gelecek nesil bunu yaptığınız için sizi mezarınızda lanetleyecektir."
Von Papen ise. Herren Kulübü'ndeki arkadaşlarının izahat istemeleri üzerine, zaferinden emin bir insan edasıyla gülerek, "Eğer Hitler'in iktidarı ele aldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz onu angaje ettik. Hindenburg. içte savaşa engel olmak için ve parlamenter durumda başka çare olmadığı için yaptı" demişti. Hitler de, ilk kabine toplantısında. Buna adetâ cevap verir şekilde, bakanlara, "Dünyada hiçbir güç beni, sağ oldukça buradan atamaz" demiş ve "Anti Krist değilim. Fakat herhalde anti Leninistim. Hindenburg’a sadakatle hizmet edeceğim. Almanya'nın tesellisiz durumunu bilmeyenler şimdi savaş olacağından söz ediyorlar. Biz şimdi maaşları nasıl verebileceğimizi düşünelim" diye sözlerini bitirmişti.
Hitler'in ilk işi 6 Şubat 1933'te muhalefeti ve basını susturacak bir kararname yayınlamak olmuştu. 21 gün sonra çıkan Reichstag yangınının Hitler'in ekmeğine yağ sürdüğü malûmdur. Hitler. yangın yerinde hiddetinden titreyerek. "Bu Tanrı'dan gelen bir işarettir. Kimse komünistleri ezmemize artık engel olamayacaktır. Yolumuzun üzerinde duranları öldüreceğiz" diye haykırmıştır. Politikadaki ustalığına bir örnek olarak. Büyük Frederik'in mezarını bulunduğu Potsdam garnizon kilisesinde 21 Mart'ta yeni Reichstag'ın açılış töreninin yaptırmış. Mareşal Hindenburg. Mackensen. veliaht ve davetlilerin huzurunda, mükemmel hazırlanmış nutku ile. devletin şeref ve adaletinden. Avrupa barışına taraftar oluşundan. Hindenburg'u millî kalkınmanın hâmisi ilan ettiğinden söz etmiştir. Bu konuşmanın etkisiyle diktatoryal kanunu meclisten çıkararak, anayasaya aykırı ve istediğini yapabilme yetkisini kazanmıştır. Reichstag da. zamansız tatile girerek kendi idam kararını imzalamıştır.
Amerikan ordusu savaştan sonra, Führer konusunda, bilhassa tıp ve ruhiyat alanında yaptırdığı incelemeye dair "Hitler as seen by his doctors" adını taşıyan gizli raporları yayınlattırmıştır. Bunların önemli bölümlerini, gerçek demokrasiye kavuşmak amacını güden her hür millet için ibret alınması gereken ders olduğundan, özetle aktarmayı tarihî bir konuyu tamamlamak için gerekli görmekteyim:
Bu belgeler, Hitler'i 1935-1945 yılları arasında tedâvi etmiş olan altı doktorun ihtisasa dayanan raporlarıdır. Uzun yıllar Hitler'in özel doktoru olan, ancak ölümünden biraz önce ifadesi alınabilin Dr. Theo Morell'in dedikleri de konuya esas teşkil etmektedir. Diğer mütehassıslar gerek görüldükçe konsültasyona çağrılmış, kısmen tedaviye katılmış olan Prof. Giesling, Löhleiıı, Weber, Nissl ve Brinkmann’dır. Bunlar röntgen sonuçlarım ve müşahadelerini birer rapor halinde vermişlerdir. Amerikalılar. "Ash can" yani "Kül Kovası" adını verdikleri cezaevinde. Nazilerin en önde gelenleri ile bu doktorları da tutuklu olarak sorguya çekmişlerdir. Bu incelemeye sebep olarak da;
a- Reichskanzlei'de bulunan çene kemiği ve protezinin Führer'in olup olmadığı,
b- Hitler'e ait efsanelerin ortadan kaldırılması,
c- Sahtekârların kendilerini ileride Führer diye ortaya atmalarının önüne geçilmesi.
d- Tarihçilere, doktorlara, ilim adamlarına güvenilecek materyal hazırlamak olduğunu ilan etmişlerdir. Özetle, tıbbî inceleme sonunda, Hitler'in akıl hastası olmadığı, sıradan orta yetenekte bir insan olduğu meydana çıkmıştır. Fakat şaşılacak taraf, bu adamın pek çok çalışmasına, düzensiz hayatına, çoğunlukla geceleri meşgul olmasına, çok az uyumasına, anlamsız şekilde gıda almasına, hareket ve açık hava eksikliğine rağmen, sağlığını yıllarca koruyabilmiş olmasıdır. Ancak ölümünden bir yıl önce sıhhatini kaybetmeye başlamış, gitgide bedence ve zihince bir harabe haline gelmiştir. Önceden hiçbir hastalığa yakalanmamış, yalnız iktidara gelişinin ilk yılında, muhtemelen çok bağırmaktan ve teknik konuşma usullerini bilmediğinden, boğazındaki ses telleri düğümlenmiş, çok telaşa düşen Hitler, Prof, von Eycken’in ameliyatı ile sağlığına kavuşmuştu. Profesöre 25 bin mark gibi muazzam bir ihsanda bulunmuştur.
76 yaşındaki değerli ve tanınmış tarih ve coğrafya âlimlerinden General Haushofer'in eşi ile birlikte intihar etmesinden birkaç gün önce görüşmeye imkân bulmuş olan Yves Delbars'ın Hitler'i kişiliğini aydınlatan uzun yazısından kısa bir özet yapmayı gerekli görmekteyim:
Haushofer  Delbars'a, "Bu kılıksız, câhil ve yoksul adama acımıştım. Olağanüstü bir dinamizm sahibi olduğunu, Almanya'nın ezelî ve ebedî temayüllerini taşıdığını hissettim. Bir şeyler öğretmeye çalıştım.
Cezaevinde benden aldığı kitaplarla bilgisini genişletmiştir. Hess'e ise 'Mein Kampfını dikte ettirmiştir" demiştir. Haushofer'in özellikle İtalyanlarla pakt yapılmasına karşı olması, fiilen ve teorik olarak muhalefette bulunması sebebiyle, 1944'te Hitler bu hocasını da tevkif ettirerek Dachau kampına göndermiştir. Büyük oğlu Albrecht'i de Berlin'de "Gestapo: Gizli Polis" eliyle öldürtmüştür. Müttefikler Almanya'yı işgal edince Haushofer'i serbest bırakmış ve tanıklık için Nürenberg'e dave edince, karıkoca intihar etmişlerdir.
Haushofer. 1969'da Japonya'ya geri çağrılan, Ruslarla Almanya'nın anlaşmasından dolayı hayal kırıklığına uğrayan General Oşima'ya, Hitler'in "Müsterih ol, müşterek düşmanımız Moskova'ya karşı birlikte çalışacağımız zaman uzak değildir" dediğini. Hitler'in görgüsüz, kendini beğenmiş Ribbentrop'la Himmler ve Göring tarafından çıkmaz bir yola sürüklendiğini. Rusya'ya saldırması. Amerika'nın sanayi gücü ve durumun tehlikesi konularında söylediklerini bir türlü anlatamadığını, artık kimseyi dinlemez bir insan haline geldiğini söylemişti.
Yukarıdaki bölümlerde sırası geldikçe, savaş hareketi konusunda Hitler'in dengesizliklerini anlatmıştım. Kendinde büyük kumandanlık kudreti olduğuna inanan Hitler'in. çok güvendiği Göring'i dinleyerek. Batı cephesinde tankları durdurması ve sadece hava filosuyla İngilizlerin kanalda esir edilebileceğini sanması büyük hata idi. Hitler, Birinci Dünya Savaşı'nda Richthofen filosunda gösterdiği cesaret ve atılganlığıyla ün yapmış bu parti arkadaşına güveni, İngiliz-Amerikan hava kuvvetlerinin Berlin başta olmak üzere bütün Alman şehirlerini bombardıman etmelerine engel olamadığını görünceye kadar sürmüştü. O tarihten sonra da karargâhına çağırmamış, Berchtesgaden'deki Obersalzberg'de oturmasına izin vermişti. Göring'in, 1945'te Batı devletleriyle ateşkes yapılması teklifi ve kendisinin devletin başına getirilmesine izin istemesi, Berlin'de kuşatma altındaki Hitler'i son derece kızdırmış ve Göring'i idama mahkûm etmişti. S.S.'lerin bu amaçla tevkif enikleri Mareşal, hava ordusundaki arkadaşları tarafından kurtarılmıştı. Almanya sonunda silahları bırakınca, Göring kendiliğinden teslim olmuş ve cezaevinde asılmaya götürülmeden ağzında sakladığı zehir kapsülünü kırarak, canlı bir asker olarak asılmak utancından kurtulmuştu. Çok güvendiği siyasî müşâviri Ribbentrop da, 1945'in Noeli'nde cezaevindeki hücresinde kendisini ziyarete gelen Rus generalinin, elinde Sovyetlerle yaptıkları paktın gizli kısmı gibi Ruslar aleyhinde önemli bir belge varken, "Bu gizli kısımları mahkemede açıklamazsa cezasını hafiflettirecekleri (!) vaadine inanmış ve Rusya'nın içyüzünü dünyaya açıklayabilecek böyle bir fırsattan yararlanamamış, saflığının bu son safhası da idamla sonuçlanmıştı. Bu idam kararı müttefik Rusların onayı ile verilmiş, Rus hakiminin de katıldığı infaz töreniyle. Ribbentrop asılmıştı.
Hitler'in deyim yerindeyse gitgide gemiyi azıya alarak, hiç bilmediği askerlik tekniğinde kendini büyük Moltke'den üstün bir strateji dehası sayması karşısında generallerin zaaf göstermeleri, onlara karşı beslediği çekememezlik ve nefreti açığa vurmuş, sonunda subayları, kendisine suikast yapmaya adetâ zorlamıştı. Çetecilikte payı bulunmayan bu askerlerin planladıkları bombalı suikastten Hitler kurtulmuş (20 Temmuz 1944). bu suikaste karışan Feldmareşal intihar etmiş, samimî dostlarımızdan Berlin Kumandanı General Haase dahil 63 general, Moskova sefiri. Tahran dan meslektaşım Graf von Schulenburg idam edilmişler, kahraman Rommel intihara mecbur edilmiş ve tantanalı cenaze töreniyle bu cinayet maskelenmişti.
Bu suikastten sonra Himmler'in durumu güçlenmiş. Hitler. askerlikten anlamayan bu câni adamı General Fromm'un yerine ihtiyat ordusu başkumandanlığına getirmişti. Üstelik, gittikçe tehlikeli olmaya başlayan Rus saldırısını durdurmak göreviyle bu serseriyi Vistül ordusunun başına geçirmişti. Fakat, beceriksizce idaresi yüzünden bu ordu Elbe nehrine çekilmeye mecbur olunca, Hitler, kızarak "Buna Elbe ordusu kumandanı adını vermek gerekirmiş" demişti. Gözünden düşen Himmler'in, İsveçli Comte Bemadotte'un aracılığıyla, müttefiklerle teslim şartlarını tespit etmek üzere bizzat temasa geçtiğini duyunca idamını emretmişti. Ancak, bu kararın infazından önce, genel çöküntü dalgaları Başbakanlıktaki Führer'in sığınağına çarpmaya başlamıştı. Zaten Himmler'in teşebbüsü de suya düşmüş, birliği başında ölmeyi tercih edebilecek karakterde olmayan bu adam, küçük subay kıyafetine girerek İngilizlere teslim olmuş, fakat İngilizlerin kim olduğunu anlamaları üzerine zehir yutarak intihar etmişti.
Hitler'in, 1941 Mayısı'ndan habersizce İngiltere'ye uçan Hess'in yerine görevlendirdiği Bormann da uğursuz, karanlık, merhametsiz bir cani idi. Şeytanî ve gizli faaliyetleri sonucu birçok kişiyi öldürttüğü. Polonya'daki kampların kurulmasını sağladığı gibi, "Gauleiter: Kaıız ler" sıfatıyla da valileri, partiyi, dolayısıyla devleti kontrolü altına almış. kendi adamlarıyla Fülırer'in çevresini sarmış ve kukla gibi oynatmıştı. Bu kurnaz adamın nerede ve nasıl öldüğü tespit edilememiştir.
Bütün bu açıklamalardan sonra. III. Reich'iıı bir Alman devleti olmaktan çok. milletin çoğunluğuna hakim olmuş, başta Hitler olmak üzere, kişiliklerini anlattığım insanlarla, câni Julius Streicher ve alkolik Robert Ley gibi bir sürü baldırı çıplağın hükmü altındaki bir Nazi grubunun esiri olduğu anlaşılacaktır. Alman halkı, bu adamların dillerinden düşürmedikleri ideal Alman tipinden çok uzak olduklarını, aşağıdaki hoş espri ile dile getirmişlerdi:
"Şişman, göbekli Göring için. 'Bir Alman onun gibi ince ve uzun olmalı; siyah saçlı Hess için 'Hess gibi sarışın; kara gözlü Borinan için de, 'Onun gibi mavi gözlü'; ufak tefek, çelimsiz Goebbels için de 'Geniş omuzlu, basit, mütevazi'. Ribbentrop için, 'Onun gibi âlim ve akıllı', Hitler için de özetle, (Avusturya asıllı oluşunu imâ ederek 'Führer gibi gerçek bir Alman!"
Milletleri felakete sürükleyen diktatörlerin feci akıbetlerini tarih sayfalarında okumaktayız. Hitler'in sonu, tüyler ürpertici ve ibret alınması gereken bir sahne olmuştur. Kendi siyasî ihtirası için dünyayı ateşe veren ve Almanya'nın yansının Sovyet boyunduruğuna girmesine yol açan bu uğursuz adam, nikâhına aldığı metresi Eva ile birlikte zehir içerek intihar etmiş, muhafızlarına, "Ruslar cesedimi bulurlarsa Moskova'da teşhir ederler, beni yakın, küllerimi savurun" diye vasiyet etmiştir. Propaganda Bakanı Goebbesls de aynı şekilde, günahsız eşi ve masum çocuklarıyla birlikte intihar etmiş, cesetleri yakılmıştır.
Hitler'i elimden geldiği kadar ve tarih gözüyle tanıtmaya gayret ettim. Bu bölümün sonu olarak Hitler'in en kudretli ve parlak dönemi olan 1941-1942 yılları içinde, karargâhına her akşam yemeğe davet ettiği konuklarına söylediklerini nakletmek istiyorum. Bunların Alınanlara has bir düzenle uzman bir stenografa not ettirilmiş ve düzenli bir dosya halinde tutulmuş olması sayesinde, Batı Almanya’da Bonn  şehrindeki "Nasyonal Sosyalist Devri Tarihi Enstitüsü" tarafından "Hitler'in sofra sohbetleri" adıyla 1951'de yayınlanan kitap ile, üç yıl sonra 1953'de "Hitler's Table Talk" adıyla Londra'da yayınlanan İngilizce kitaptan, İkinci Dünya Savaşı'nı ve Hitler'in kişiliğini aydınlatması bakımından, önemli gördüklerimi tercüme etmeyi yararlı bulmaktayım:
a-Kendi hakkında:
1)        Gençliğinde çok geniş alanlarda yaşamak hayalini taşıdığını anlatıyordu. Bombardıman sığınağından başka bir şey olmayan ve "Genel Karargâh" adını taşıyan bu dar yerlerde savaş zoruyla adetâ kendisini hapsedilmiş hissettiğini, çok sıkıldığını söylüyordu. Berlin'i özlemle düşündüğünü, bu sebeple arada bir Berlin'e gitmeye mecbur kaldığını belirtiyordu. (Berlin'e gelişlerinde yaşlı madam von Dirk seıı'a uğradığından haberimiz oluyordu. Birkaç kez gittiğim (Doğu Prusya'da Rastenburg'daki karargâhı, bir orman içinde gizli, çevresi tel örgülü. S.S.'lerle korunan, buııkerlerden yapılmış küçük barakalardan ibaretti. R.H.G.))
En beğendiği karargâhın, Bad Nauheim civarındaki Felsennest karargâhı olduğu söyleniyordu. Ateşten yanmayan ahşap kısmının neşrettiği gazlardan ve rutubetli oluşundan şikayet ettiği, daha mükemmel olmasına rağmen kale şeklinde inşa edilmiş olduğu için Wolfssch lucht'teki karargâhta da oturmadığı anlaşılmıştır.
2)        Hitler'in şu sözleri, onun siyasî ve askerî görüşlerini ortaya koyuyordu:
"Karar verme özelliği, ne pahasına olursa olsun uygulamaya geçmek demek değildir. İnsanın içgüdüsü harekete geçmeyi emrettiği zaman asla tereddüt etmemelidir. Savaşmak için şans sahibi olmak da gereklidir. Baskınımsı ve âni hareket, savaşın yarısını kazanmaktır. Önceden başarılı oldu diye aynı hareket tekrar edilmez. Bin kilometrelik geniş çevirme harekâtını 'Kessel'i birçokları tatbik edilemez görmüşlerdi. Bunun icrâsı için bütün yetkimi ortaya koydum. Şunu da söyleyeyim ki, başarılarımızın çoğu cesaret ettiğimiz hatalarımızın ürünüdür. Dünya ve hâkimiyet mücadelesi, Avrupa lehine Rus topraklarına sahip olmakla kazanılacaktır. Bu şekilde Avrupa, deniz kuşatmalarının (Blocade) tehdidinden kurtulacak, tasavvur edilemez bir kale haline gelecektir. Ekonomik yollan açan bu durum karşısında, en liberal Batı devletlerinin bile 'Yeni Nizam'a meyledecekleri düşünülebilir. Rusya sahası bizim Hindistanımızdır. 1918'de Baltık ülkelerini ve Ukrayna'yı meydana getirdik. Fakat artık, bağımsız bir Ukrayna meydana geldiğine göre, Baltık devletlerini muhafazada bir yararımız olamaz. Bütün Avrupa'nın muhtaç olduğu hububatı vermeliyiz. Kırım, bize limon, portakal, pamuk ve lastik verebilir. 160 bin dönüm plantation ekim, istihlakimizi temine yeterlidir. Askerî meseleler konusunda fikir vermem, o anda, zamanında kimsenin benim kadar başarılı olamayacağını anladığımdandır. Benim bu durumum, tıpkı toprağına saldırılan bir köylünün, toprağını savunmak için silaha sarılmasına benzer. Savaşı ben. ruh ve duygu ile yaparım. İstemediğim halde bir savaş lideriyim. Alman birliğini sağlamak, geçen yüzyılda Prusya'nın görevi idi. Bugün büyük Almanya'nın kurulması, bunun dünya ölçüsünde güce kavuşturulması görevi, yalnız bir güneyli Alınan'ın yönetimi altında başarıyla yerine getirilebilir. Berlin günün birinde dünyanın başkenti ve idare merkezi olacaktır."
3)        Kendi tarifini birçok kere yapmış olan Hitler. yazılanın dikte ettirdikten sonra 24 saat geçmeden tashih etmezdi. Aleyhinde kullanılacak bir şey bırakmaz, yazıdan çok görüşmeyi tercih ederdi. Günde on saati askerî meseleleri düşünerek geçirir, geceleri yatmadan önce bir süre mimarî ile meşgul olarak zihnini dinlendirir ve uyurdu. Bu savaşta kendisine olan ihtiyacın herhalde çok arttığını düşünüyordu. Ona göre muhakkak olan, kendisi olmasa, Almanların varlıklarını borçlu oldukları kararların alınmayacağıydı. Yapı olarak hunhar bir kişi olmadığını, partisi aleyhindeki mikroplan temizlemediği takdirde tehlikeli bir duruma girilmiş olacağını, soğuk gerçeğin icraatın sebebi olduğunu, bu durumda duygulara yer olmayacağını, istisna kabul etmeyen bir demir irâde uygulamak zorunda kaldığını, güç durumlarda sinirlerine hâkim olarak sadece kendisinin kaldığını, nişanlar içinde parlayan yakınlarında, bu nişanlan taşımamakla ayrıldığını söylüyordu.
1)        Hitler'e göre Stalin, dünya tarihinin en olağanüstü, harikulade bir siması, papaz okulunda yetişmiş bir anarşisttir. Hitabet yeteneği yoktu. Fakat her emre itaat eden bir bürokrasi sayesinde, kaplan karakterli kudretiyle ülkesini idare ediyordu. Hiç kimse Stalin’in Ural dağlarından Avrupa'yı istilâ edebileceğini düşünemezdi. Ancak Slovakya'ya yerleşebilirse, oradan Almanya'yı fethetmesi imkân dahiline girer, fakat bu felaket Sovyet İmparatorluğunun kaybolmasına sebep olurdu. Stalin’in siyasî ve sosyal dehasının başlıca örneğini, Rusya'dan daha olgun ve gelişmiş ülkeleri zapt edince, kendi ordusu ve idare kadrosu mensuplarının partiye inançlarının sarsılmaması için, işgal ettiği bu ülkeler halkını süratle komünist yapmasında görüyordu. Hitler, Stalin'i kurnaz bir Kafkaslı olarak gördüğünü açıklamaktadır ki, gerçekten da savaş sonrası tarihi, bu kurnaz Gürcü'nün kurnazlığını, eski enerjisi ve zekâsı kalmamış hasta Roosevelt'ten, bugün dünyayı tehdit eden tavizleri konferanslarda koparmaya muvaffak olmasıyla göstermektedir.
2)        Hitler. Churchill'i havlayan bir çakala benzetmektedir. Ona göre Churchill. İçki ve sigara müptelası yaşlı bir salon Bolşeviği. suistimalci bir gazeteci, kötü bir siyasî fahişedir. İngilizler bu adamda kendi karakterlerini görmekte ve onun müstesnâ bir siyasî adam olduğunu kabul etmektedirler. Hitler. İngiltere'nin hiçbir şey kazanamayacağını muhakkak görüyor, savaşı kazansalar bile bundan Amerika'nın faydalanacağını. savaşın sonunu beklemeden savaşmayı bırakacak bir ülke varsa onun da İngiltere olacağını sandığını, Singapur'un zaptının sadece sermaye sahiplerini, fakat Mısır'ın Almanlar tarafından alınmasının bütün İngiliz milletini hiddetlendireceğini Churchill'in aleyhine çevireceğini söylüyordu.
Hitler, 1942 yılı Ocak ayı başlarında, İngiltere ile gelecekte birleşmek ümidinde olduğunu gösteren şu sözleri söylüyor ve gerçeklerden çok kendi hayalî tasavvurlarına bağlılığını gösteriyordu.
"Geleceğin emniyeti. Japonların Pasifik'te kazandıkları üstünlüğü asla bırakmamalarına bağlıdır. Hindistan'ı elden çıkarmamak için İngiltere'nin münferit bir barış istemesi mümkündür. Bu durumda, Amerika için ne olacaktır? Ülkesi savaştan uzak kalabilir. Fakat İngiltere, bunun yerine Avrupa'ya yaklaşmak zorunda kalacak ve bir Alman İngiliz ordusunun Amerikalıları İzlanda adasından atması gerekecektir. Amerika için gelecek görmüyorum. Bu ülke dejenere olmuş, yani soysuzlaşmıştır. Irkî ve sosyal bir problem karşısındadır, yarı yarıya Yahudileşmiş ve zencileşmiştir."
Churchill'i tekrar ele alan Hitler, bu adamın tahakküm etmek isteyen, son derece ahlaksız ve moralsiz, iğrenilecek bir yaratık olduğunu, herşeyde bir tuzak gördüğünü, parlamentodan güven aldıkça güvensizliğinin arttığını söylemektedir. Hitler'e göre Churchill, düştükten sonra Robespierre gibi, Atlantik'in öbür yanında iltica edeceği bir yer hazırlamıştı. Churchill'in Kanada'da bir "Sanctuary: Mukaddes melce" aramayacağını, orda yüz bulamayacağı için, dostları "Yankee"lere yani Amerikalılara gideceğini söylüyordu. Hitler. Yahudilerin oyuncağı sarhoş Churchill'in İngiltere'nin savaşa girmesinin sebebi olduğunu, bu sahtekâr adamın Avrupa'nın dengesi konusunda devri geçmiş bir siyasî ideale sahip bulunduğunu, bu idealin gerçeğe uymadığını iddia ediyordu. Hitler Singapur'la Churchill'in beraber düşeceğine emin bulunduğunu. Almanya'nın mağlubiyetinin Avrupa'nın Bolşevizmin hegemonyasına girmesine yol açacağını, İngiltere'nin savaşa bunun için devam etmek istediğini öne sürüyor. İngiltere'nin Uzakdoğu'dan elini çekmesi konusunda ısrar ediyor ve tavrını asla değiştirmeyen Churchill'in satılmış adam olduğunu söylüyordu.
Hitler'e göre, Londra'da hükümetin değişmesi, ancak Avrupa'nın tasfiye kararı sonucunda mümkün olabilecek, bu savaşın her şart altında devamı kararı İngiltere halkını sarsmadıkça Churchill'in iktidarda kalacağı muhakkaktı.
3)        Hitler Cripps'in güçlü ve değerli bir bakan olduğunu, ülkenin sosyal teşkilatında giderek etkisinin görüleceğini, fakat Hindistan'ın ve bilhassa Singapur'un düşmesinden sonra başarılı olamayacağını öne sürüyordu.
4)        Hitler. Roosevelt'i, "Hıristiyanlıktan söz eden bir Francmaçon, Yahudi kanı taşıdığını ilanla iftihar eden iğrenilecek bir adam" olarak görüyordu. Çevresindeki siyasî heyet ise, saman kafalı heriflerden oluşuyordu. Hitler'e göre Roosevelt. "Mütefekkir bir kişiden çok. siyaseti 'İnfami', yani alçakça yürüten bir akıl hastasıydı. Churchill gibi sahtekâr ve yalancıydı." Roosevelt için "Gösterişi seven bu adamın basın konferanslarındaki sesi sedası tipik 'Hebraique', yani Mûsevidir. Dünyada Amerikalılar kadar budala insan yoktur. Bu ne utanılacak durumdur. Roosevelt gerek politika alanında, gerekse genel icraatında bir câni ve hilekâr, bir Yahudi gibi hereket eder" diyordu.
5)        Hitler Antonescu için şunları söylüyordu:
"Antonescu, Romanya'nın en mükemmel devlet adamıdır. Başında 18 yaşındaki Kral Michel bulunduğu için durumu ikinci derecededir. Krallar, prensler devri geçmiştir. Aslında bunlar ender yetenekte insanlar olsa, 30 yaşından önce devlet yönetimi ve kumandasını ele alamazlar. Odessa'mn düşmesi. Antonescu'nun durumunu kuvvetlendirmiştir. İliğine kadar rüşvet ve suistimale bulaşmış bu ülkede, dürüst kalmış bir devlet adamıdır."
6)        Hitler, Mussolini'yi büyük bir şahsiyet olarak görüyordu. Mussolini'nin eski Roma'nın Sezarlarına benzediğini ve onu eşsiz bir devlet adamı olarak takdir ettiğini, çöken İtalya'nın harabeleri üzerinde yeni bir devlet kurduğunu Bolşevik tehlikesinin farkında olanların başında geldiğini, Almanya'nın Doğu cephesine en değerli tümenlerini göndermiş olduğunu söylüyordu.
7)        Hitler'e göre Bulgar Kralı Boris, "Çok zeki, sarsılmaz karakter ve güç sahibi" idi. Vaktiyle "Almanya tahtında olsaydı Birinci Dünya Savaşı çıkmazdı" diye övdüğü babası Ferdinand'ın, oğlu Boris'e askeri ve siyasî çok iyi eğitim yaptırdığını, bu ihtiyar kurdun sopası altında Boris'in de genç bir kurt olduğunu, karışık Balkan işlerinin altından kalktığını. 1919'da bir tümenin başında Sofya'ya yürüyerek tacını almasını lehte bir puan olarak gördüğünü anlatıyordu. Hitler, bir başka akşam yemeğinde ise, Boris'in geniş siyasî ihtirası ile ihanet arasında kararsız bir kişi olduğunu, herhangi bir icraata geçebilmesi için Almanya'nın kuvvetle müdahalesi gerektiğini söylemişti.
8)        Hitler'in Atatürk hakkındaki görüşleri: Arkasında ordusu olmayan bir komutanın uzun süre yerini koruyamayacağını, Atatürk'ün Halk Partisi sayesinde ülkeyi yönettiğini, iktidara geçer geçmez yeni bir hükümet merkezi ilan ederek çok akıllıca davrandığını, bu şekilde ülkesini kuvvetle kontrol edebildiğini, din adamlarından süratle ilgiyi kesmesinin tarihte en dikkate değer bir konu olduğunu, bunların 39'uııu idam ettiğini, diğerlerini sürdüğünü belirtiyor, İstanbul'daki Ayasofya'nın bugün bir müze haline getirilmiş olduğunu vurguluyordu. Hitler'e göre, günün birinde Papa'nın Roma'yı terketmesi beklenebilirdi. Çünkü, iki şef bir arada olamazdı.
1)        Fransa Büyükelçisi François Poncet:
"Savaş yanlısı değildir. Berlin'deki son görev tarihini taşıyan raporu. bence değersiz ve anlamsızdır. Bunda şahsıma isnat ettiği biraz bayağılık vasfı olsa olsa vatandaşlarına karşı, kendisinin bize aşılanmadığını. bize benzemediğini ispat etmeye yöneliktir. Raporlarında gerçek düşüncesini yazsaydı. çoktan geri çağrılırdı. Bütün raporlarında Almanya'daki gelişmelerin yakından izlenmesi gerektiğinde ısrar etmektedir. Tanıdığım diplomatlar içinde bizimkiler de dahil Poncet en zekilerindendir. Herşeyli ilgili, herşeyden haberi olan bir kişidir. Veda ederken heyecanlı ve üzgündü. Bana, elinden ne geldiyse yaptığını. fakat Paris'in kendisini bizim menfaatimiz için kazanılmış bir aday saydığını ve ek olarak da Fransızların zeki bir millet olduğunu, hiçbir Fransızın benim yerinde olsa daha iyisini yapabileceğini düşünmediğini söyledi. Almancayı mükemmel konuşur. Bir keresinde Nürenberg'de verdiği nutukta sözlerine şöyle başlamıştı: 'Şimdi kendime Nasyonal Sosyalist Partisi'nin bir hatibi şerefini yakıştırıyorum.'
Bana karşı yaptığı bütün iftiraları affederim. Fakat kendisine rastlarsam şunu söylemekle yetinirim: 'İyice ve tamamen tanınmayan bir halk için, yazı ile fikir vermek tehlikelidir, bunu sözle yapmak daha iyidir.'
2)        Belçika Büyükelçisi Vicomte Davignon:
"Hoşlanmadığım bir kişi. Kurnaz, hilekâr bir tilki. Tam anlamıyla bir 'sclerat' yani hergele. Buna savaş esiri muamelesi yapmamakla hata ettik."
3)        İngiltere Büyükelçisi Sir Neville Henderson:
"Sanayi ile teması vardır. Kendi hesabına, savaşın çıkması ile ilgilidir. Kendinden önce gelmiş olanlardan, üzerimde en iyi intiba bırakandır."
4)        Faşist İtalya Büyükelçisi Kont Alfieri:
"Alman-İtalyan dostluğuna büyük hizmeti olmuştur. Daha 1934'de, Avusturya'daki Nasyonal Sosyalist darbe sırasında, Mussolini'yi Fransızların tuzağına düşmekten kurtaran ve Almanya yanlısı yapan başlıca diplomatlardandır."
5)        Hitler bu sofra sohbetlerinde, Stalin'in sağ kolu Molotof la Molotofun sağ kolu Dekanozofdan nedense söz etmemektedir. Gerek Molotof’un Berlin görüşmelerinden, gerekse Dekanozof la şahsen yaptığım birçok görüşme konusunda verdiğim bilgilerden, bu değerli Sovyet diplomatları hakkında okuyucularımın bilgi fikir sahibi olduklarını sanıyorum. Stalin'in öldüğü (5 Mart 1953) sıralarda, Dekanozof un Dahilî İşler Gürcistan Bakanı olduğunu, Rusları M.V.D. harfleriyle yazdıkları "Dahilî İşler Bakanlığı"nın başında bulunan ünlü Beria'nın ve altı taraftarının ortadan kaldırılması sırasında, bu değerli diplomatın da mahkûm edilerek, ortadan kaldırılanlarla birlikte kurşuna dizildiğini. Temmuz 1945'de Pravda gazetesinin, Ukrayna ve Gürcistan'da görevli güvenlik bakanlığı mensubu olan idam edilmiş bakanların adlarını yayınlamasından sonra öğrenmiştim.
Gariptir. 1939'da Berlin'e gelişimde, Tokyo'da çok iyi görüştüğüm, Bolşevik ihtilalinin başlarında Türkistan Genel Valiliği yapmış ve B.M.M. hükümetiyle Sovyet Rusya’nın dostluk bağları kurduğu devirlerin hatıralarını unutmamış. Tokyo kollegim olan Yurenef yoldaşı Almanya’da bulacağımı ummuştum. Çünkü Japonya hatıralarımda belirttiğim gibi. Moskova, Berlin'e nakledileceğini söyleyerek Yurenefu Tokyo'dan alınıştı. Berlin'de protokol gereği olarak sefaretlere yaptığım ilk ziyaretimde. Sovyet sefaretinde Yurenefun yerine Alexander Schvartzev adında başka bir komünisti karşımda görünce hayret etmiş, konuşma arasında. Tokyo kollegim ve dostum Yurenef un nerede olduğunu sormuştum. Bu isimde hiçbir Sovyet sefiri tanımadıkları cevabını alınca, endişe ve hayret etmiştim. Sonraları öğrendiğime göre, zavallı adam eşi ve çocuklarıyla birlikte öldürülmüştü. Bu tüyler ürpertici cinayetin sebebi de. Yurenef un eski dostlarından ve Tokyo'da kendisini ziyaret eden bir Sovyet Kızılhaç memurunun Troçki taraftarı olması imiş! Örnek olarak bu siyasî cinayeti yazmaktaki amacım, siyasî cinayetler konusunda Nazizm ile Komünizmin metodları arasında bir fark olmadığını belirtmektir.
6)        Hitler'in Japon Büyükelçisi General Oşima, Kudüs Büyük Müftüsü Hüseynî ve şahsım hakkında söyledikleri:
I-         Hitler, benim Ankara'ya Dışişleri Bakanlığıyla görüşmek üzere çağrıldığımı belirttikten sonra, Sivastopol'ün düşmesinin Ankara'da büyük sevinç gösterileriyle karşılandığını, Rus düşmanı olan biz
Türklerin hissiyatımızı açıkça gösterdiğimizi, dolayısıyla Gerede'nin Dışişleri Bakanı olması halinde, bundan şikayetçi olmaları için hiçbir sebepleri bulunmadığını söylemişti. Benim General Oşima gibi mücadeleci bir diplomat olmadığımı, fakat Almanya ile Türkiye'nin elele vererek ilerlemeleri gerektiği konusunda, kesin kanaat sahibi bulunduğumu anlatıyordu. Hitler'e göre. "Oşima ile Gerede, şüphesiz bu sıralarda Berlin'de bulunan en değerli iki yabancı diplomat" idi. Hitler Oşima'nn Japon silahlı kuvvetleri içinde bir teşkilata dayanmakta olduğu için, ülkesinin siyasî durumunu en iyi şekilde kontrol edecek, bilgi ve güce sahip ve daha emin bir durumda bulunduğunu, bana gelince, böyle güçlü dayanağım olmadığını, Türk Silahlı Kuvvetleri politikaya karışmadığı için, ülkemin menfaatlerini kuvvet ve kılıçla değil, "Flöre" inceliği ve hafifliğiyle korumak zorunda olduğumu belirtiyordu. Hitler, "Eğer Gerede Dışişleri Bakanı olursa, Yakındoğu meselesi Almanya'nın görüşüne göre başka manzara arz edecek" diyordu.
II-        Kudüs Büyük Müftüsü Hüseyni'nin dünyanın bu bölgesinde, politika alanında hayalperest olmaktan çok gerçekçi bir adam olarak belirdiğini söyleyen Hitler. Müftünün ince bedeni ve fare gibi haline rağmen, sarı saçlı ve mavi gözlü oluşunun, ecdadı arasında Aryen bulunduğunu gösterdiğini, bakışlarının kurnaz bir tilki etkisi yaptığını öne sürüyordu.
NOT: Hitler'in benimle ilgili sözlerini ancak on sekiz yıl sonra okuyunca, çok iyi görüştüğüm Genel Sekreter Weizsöcker'in (Nisan 1941) evinde geçen bir konuşma hatırıma geldi. Atina ataşemiliterliğim zamanında ve Balkan Savaşını müteakip Atina'da tanıştığını ve iyi görüştüğüm Alman sefareti kâtiplerinden, bu savaşın çıkışında Varşova Büyükelçisi olan von Moltke ile birlikte samimî bir konuşmamız sırasında, Weizsâcker bana, "Gerede biliyor musun, yıldızın ne vakit parladı?" diye sormuştu. "Ne vakit?" diye sormam üzerine, Genel Sekreter, "İlk odiyans gününde protokol gereği ben de Ribbentrop'la beraberdim. Siz veda edip dışarı çıkınca, Führer, 'Bu adam ciddî bir asker, ben bununla anlaşırım' dediği gün..." cevabını vermişti, ilk günümden itibaren bu tehlikeli adamın güvenini kazanmakla, ülkemizin menfaatleri ve bu korkunç savaşın dışında kalma mutluluğuna ulaşmamız uğrundaki çalışmalarımın başarıya ulaşmasının bu önemli sebebini öğrenmiş ve çok sevinmiştim.
c- Hitler'in Çeşitli Milletlere Karşı Duyguları
1)        Japonlar: Rus-Japon savaşı (1909) döneminde Port Arthur'un düştüğünü okulda iken duyduğunu, bütün arkadaşları ile birlikte sevindiklerini, o günden itibaren Japonlara eğilim ve sevgisinin arttığını söylüyordu. Hitler'e göre, Almanya'da olduğu gibi, Japonya'da da halk iki kısımdı. Kapitalist olanlar tabiatiyle İngiliz taraftarı idiler. Diğerleri ise, "Doğan Güneş", yani "Samuray" Japonları olup, denizci halktan oluşuyorlardı. Japon deniz kuvvetleri de bu ikinci kısımdandı. Bunları kendilerine yakın görüyorlardı. Hitler, 1600 yıl kendi topraklarında savaş görmemiş olan Japonlarla ittifakın önemini anlayan Ribben trop'un uzak görüşle ittifak yapmasını takdir ettiğini. Alman deniz kuvvetlerinin de aynı düşüncede olduğunu, fakat ordunun Çin ile ittifak yapmayı tercih edeceğini ileri sürüyordu,
2)        Çekler, Macarlar, Romenler ve İtalyanları
Hitler. Çekler, Macarlar ve Rumenlerin Polonyalılardan daha üstün olduklarını ve içlerinde çok çalışkan bir burjuvazi doğduğu, Macarlar ve İtalyanlar sosyal bakımdan, yeni Avrupa'nın hasta toplumları idi. Okulda, Port Arthur'un düşmesini Almanların sevinçle karşılamalarına karşılık. Çeklerin kendi felâketleri gibi gördüklerini, Bolşevizmin çöküşünden en çok üzüntü duyacak millet olduklarını, zaten gizli bir ümit ile her zaman gözlerini ana Rusya'ya diktiklerini söylüyordu.
d- Hitler'in Stratejik Görüşleri
1)        Japonya ve Türkiye hakkında:
Hitler, Japonya'nın savaşa girmesinin Almanya'nın stratejik durumunu değiştirmeye yardımcı olacak bir olay olduğu görüşündeydi. Bu suretle İspanya veya Türkiye üzerinden yakın-doğuya açılan kapı kazanılacağını düşünüyor. "Bunun için Türkiye'ye Montreux anlaşmasını tâdil edeceğimizi. Boğazları tahkim etmesine izin verdiğimizi bildirmemiz kâfidir" diyordu. Hitler'e göre, bu şekilde Karadeniz'de güçlü bir filo bulundurmalarına gerek kalmayacak, Çanakkale'de toplarını verecekleri sağlam ve güçlü bir muhafız bulunacaktı. Türklerin İngilizlere karşı durumlarında bir değişiklik olacağını sanmadığını, Türkiye'nin Finlandiya gibi bir cenahlarını kapatmakta olduğunu söylüyordu.
2)        Finlandiya hakkında (1942):
Hitler, Türkiye gibi bir cenahlarını kapayan Finlandiya'nın, altı yüz yıllık tarihinde yüzyılı savaşlarla geçirmiş olmasının saygıya değer olduğunu bildiriyordu. Ruslarla ilk anlaşmazlıklarında, Almanya'nın himayesini istemeleri yüzünden, bu halk ile müttefik olmayı daha lâyık ve uygun görüyordu. Esasen Rusların bile kolonize etmedikleri bu çorak ülkenin iklimi de Almanların yaşamasına uygun değildi. Gelecekte Neva nehrinin Finlandiya ile aralarında sınır teşkil etmesini gerektiğini, yılın yarısı buzlarla kapanan Leningrad limanı ve dokları harap oladursun, Finlilerin Baltık denizinin tek hakimi olmaları icap ettiğini, Baltık denizinin de Almanya'nın bir iç denizi halinde kalması gerektiğini öne sürüyordu.
3)        1941 Ağustos Rusya harekâtı hakkında, İngiltere ve Amerika'nın durumu. Türkiye ile ilişkiler:
Hitler. Rusların İran ve Türkiye'ye 1812’deki planlarını uygulamayacaklarını. yani geri çekilmeyeceklerini, çünkü Petesburg ve Harkov gibi sanayi merkezlerini terk etmenin onlar için mahvolmak demek olacağını, ne pahasına olursa olsun bu merkezleri elden çıkarmamak için inatla savunma yapacaklarını düşünüyordu. Bu görüş ve hesapla savaşa başladıklarını, olayların da kendilerinin haklı çıkardığını, Amerika bütün kaynakları ile dört yıl çalışsa Rusların şimdiye kadar kaybettiği malzemeyi ikmal edemeyeceğini söylüyordu. Hitler'e göre, Amerika İngiltere'ye, bu ülkenin mirasına konmak emelini gerçekleştirmek için yardım yapıyordu. İngiltere bunu görmek istemiyordu. Fakat bir gün Alman ve İngilizlerin birlikte Amerika'ya karşı yürüdüklerini göreceğinden emindi. Hitler, Almanya ve İngiltere'nin ortaklarından ne isteyeceklerini bildiklerini, bu sebeple Almanya'nın muhtaç olduğu müttefiki bulacağını, İngilizlerin eşi benzeri görülmeyen yüzü pek insanlar olduklarını, bu durumlarının kendilerini takdir etmeye engel teşkil etmediğini, bu alanda onlardan alınacak çok ders olduğunu belirtiyordu. Ona göre. Alman ordusunun gâlibiyetine duâcı varsa, o da İran Şâhı idi. Kendileri oraya gidince, İranlıların İngilizler den korkacak bir şeyleri kalmayacaktı.
4)        Hitler, yapılacak ilk işin. Türkiye ile bir dostluk anlaşması yapmak ve Çanakkale'yi Türkiye'nin muhafazasına terk etmek olduğunu, dünyanın bu bölgesinde hiçbir yabancı devletin işi bulunmadığını söylüyordu.
e- Hitler'in Dinler Hakkındaki Görüşleri
Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Şinto:
Hitler, dinlerle Nasyonal Sosyalizmin uzun süre birlikte yürüyemeyeceğine inanıyordu. Ona göre, en iyi çözüm yolu, hiçbir baskı yapmadan, dinin kendi kendini imha etmesini beklemekti. "Cermen halkının en belirgin özelliği sabırdır. İnsanlığa en büyük darbe, Hıristiyanlığın çıkması olmuştur" diyordu. Bolşevizm, Hitler'in nazarında Hıristiyanlığın gayri meşru çocuğuydu. Her iki Yahudi icadı idi. Bolşevizmin hürriyet getirdiğini iddia ettiğini, aksine insanları esir ettiğini, Hıristiyanlığın ise dünyada aşk adına hasımlarını mahveden ilk din olduğunu, parolaları arasında müsamahasızlığın da bulunduğunu, Hıristiyanlık olmasaydı İslâmiyetin çıkmayacağını söylüyordu. Şahsen itikat ve inanca karışmak istemediğini belirtiyor, yalnız kilisenin devlet ve hükümet işlerine karışmasına izin vermeyeceğini bildiriyordu. Hitler'e göre, organize yalancılık ezilmeliydi. Devlet, yegâne hakim ve âmir olacaktı. Altı S.S. tümeni dinle hiçbir ilgisi olmayanlardan teşekkül etmişti. Bu durum S.S.'lerin ölüme sakin bir ruh ve rahat bir vicdanla gitmelerine engel değildi. Hitler, İsa'nın bir Aryen olduğunu, St. Paul'un, yeraltı cânilerini seferber etmek için İsa'nın mezhep ve akidelerini kullandığını iddiâ ediyordu. Bu teşkilatın tam anlamıyla "Proto Bolşevizm" olduğu görüşündeydi. Hıristiyanlığın dünyaya musallat olmasının, uzun süre hüküm süren "Greko-Latin" dehâsının sönmesine sebep olduğunu söylüyor. "Hazreti Muhammed. Cennete girmek isteyen ümmetine tavassut edebilmişti. Fakat Hıristiyanlığın anlamsız, budalaca cennetine değil..." diyordu. Ve devam ediyordu: "Hayatınızda Richard Wagner'in müziğini dinliyorsunuz. Öldükten sonra Tanrıya övgüler, hurma ağaçlarının dalgalanması, emzikli çocuklar, kır saçlı ihtiyarlar..."
Hıristiyanlık konusunda, "Ada halkı tabiatın gücüne saygı duyar. Hıristiyanlık hasta dimağların icâdıdır. Tanrı kavramını, fikrini alaycı ve gülünç bir şekle sokmak gibi anlamsız, hayâsız bir şey tasavvur edilemez" diyen Hitler, totemlere tapan bir zencinin, herhalde, "Trans substantiation"a, yani kilisedeki ekmeğin ve şarabın Hazreti İsa'nın eti ve kanı olduğuna inanan insandan daha yüksek olduğunu, bazı bakan ve generallerin kiliseyi takdis etmeden zafere ulaşılamayacağına inandıklarını düşündükçe insanlığa karşı saygısını kaybettiğini söylüyordu.
Hitler'e göre, "Japonların oldukça basit olan ve kendilerini tabiatla temasa getiren Şinto dinlerine insanın gıpta edeceği geliyordu. "Almanya'da rahiplerin parti dışında tutulmalarının ne mesut bir ilham olduğunu. Mart 1933'te "Kilise ile mi, kilisesiz mi?" sorusu ortaya atıldığı zaman kiliseye gidenlerin lânet okumaları karşısında, hükümeti ele aldığını ve kralın mezarına gittiğini, eğer o gün kilise ile anlaşma yapmış olsaydı, bugün Mussolini'nin talihini paylaşmış olacağını anlatıyordu. Hitler'e göre, hür düşünceli Mussolini, taviz yolunu tercih etmişti. Onun yerinde olsa ihtilal yolunu seçer, Vatikan'a girerek hepsini dışarı atardı. Almanlar, Hıristiyanlığa muâf bir halk olarak kalmalıydı. Nasyonal Sosyalizm ile Hıristiyanlığı bağdaştırmak mümkün değildi. Buna bizzat Hıristiyanlık engeldi. "Katakombe. Hıristiyanlığın akidelerini uygulamaya sokan mezheptir. İnsanlığı ortadan kaldırmaya yönelik ’Metapsychie' anlayışı ile örtülü tam bir Bolşevizmdir. Bizim için felâket, akıl ve mantığın faydalandığı şeye isyan eden bir dine bağlanmış olmaktır. Bu bakımdan Protestanlık, Hypocrite' ikiyüzlü, riyakâr yani Katoliklikten daha berbattır. Bin yıllık tecrübe geçiren Katolik kilisesi, kendi Musevî aslındaki ilişkiyi kesmemiştir. Daha ustaca hareket etmektedir. Sonra da 'Ash wednes day'de (Kutsal çarşamba günü'nde), günahkârları, suçluları tekrar ele geçireceğinden, men edecek gücü olmadığından, 'Karnaval' ve 'Orgie' sefahatına izin vermektedir" diyen Hitler, bir yandan da, 'Jesuit'leri akıl ve mantıkla hareket ettiklerinden dolayı şükrana lâyık görüyor, Luther'in yüksek bir rahip sınıfı yaratarak ’Mysticisme' yolunu izlemesini tenkit ediyor, fakat Papaya karşı koymasını övüyor ve Incil'i Al mancaya tercüme etmiş olmasını şükranla kaydediyordu. Hitler, bir taraftan da, eski dünyanın kitaplarını yakmakla eski kültürü sistematik bir şekilde mahveden Hıristiyanlığın, zihniyetçe, ne kadar geri kaldığına bir kanıt olduğu görüşünü ileri sürüyordu.
Führer, papazlardan söz ederek, "Pfaffengeschmeis" deyimiyle onları rezil etmektedir. Bu kelimenin Fransızca karşılığı "Canaille", Türkçesi ise "Hergele gürühu"dur.
Hitler, hâriciyelerin Vatikan'ın notalarına cevap vermemesini istiyordu. Ruhbanî meseleler bile olsa, cevap vermenin Vatikan'ın içişleri müdahalesini kabul demek olacağını iddia ediyor, Papa'nın çok pişkin ve tecrübeli diplomatlara sahip olduğunu, çok tedbirli olmak gerektiğini söylüyordu. Papa'nın Berlin’deki vekilini asla kabul etmediğini ve bakan Lammers'e gönderdiğini, savaştan sonra Katolik papazların işlerine son vereceğini. Papa'nın vekilinin usulen Doyen olduğundan, yılbaşı töreninde yalnız elini sıkmak ve Papa'nın sağlığını sormakla yetindiğini, savaştan sonra "Concordat" ve bunun malî taahhütlerini reddetmek suretiyle. "Bishop"ların (Piskopos) ister istemez valilerden yardım dilemek zorunda kalacaklarını, Papa vekili de Roma’ya döneceğinden. Vatikan nezdindeki bir büyükelçinin masraflarından da kurtulacağını ifâde ediyordu.
Hitler. halkın İslam dinindeki hurili, şarap dereli, akan bahçeli bir cenneti kolayca anlayacağını, bu dinin şiddet yerine saadet vaâdetme sinin, dünya dinlerinden Buda. Konfüçius gibi geniş bir din zihniyeti taşımasının ve Tanrı'nın tarifine imkân olmadığını bildirmesinin mâkul olduğunu söylüyordu. Yıkanmak, müskiratın yasaklanması, belli zamanlarda perhiz, bir çeşit beden hareketi ve jimnastik olan namazı, güneşin doğmasıyla birlikte kalkmayı öven Führer'in, genellikle dinler konusundaki düşünceleri şöyleydi:
"Komünistlikteki dinsizlik doğru değildi. Fakat, bütün evreni kapsayan ve hâkim olan tabiat kanunları, İlâhî gücün asıl anlamıydı. İnsanlık, mutlak bir gücün varlığını hissetmekteydi. Hitler'e göre, papazlar bu duyguyu istismar ederek, inanç ve akidelerini kabul etmeyenleri mânevi ceza ile korkutuyorlardı. Bu etki altında büyüyen çocukların bütün hayatları boyunca bu korkunun etkisinden kurtulamayacaklarını, zekâ ve akıl ile yetişen insanın ise bu korkudan uzak kalacağını, tekniğin gelişmesiyle anlamsızlığın zirvesine çıkan Hıristiyanlığın zaten ölüme mahkûm olduğunu iddia eden Hitler, bununla birlikte, tabiat üstü gerçekleri duyma hassasını takviye bakımından, insanlarda İlâhi güce inanışın baki kalması gerektiği kanaâtinde olduğunu söylüyordu.
f- Hitler'in Yahudilik Hakkındaki Çeşitli Konuşmalarından
"On yıl öncesine kadar aydınlarımız. Yahudilik hakkında hiçbir fikre sahip değillerdi. İçlerinde Alman idealini savunanlar. Eisner'e karşı yazı yazanlar görülmüştür. Fakat bunların hedefi, misliyle karşılığa uğrayacakları endişesinden başka bir şey değildi. Yahudi (ethique) bir prensibi, şahsî çıkarı için ortaya atar. Yalnız Yahudilerin çoğu, yıkıcı bir kuvveti temsil ettiklerinin farkında değillerdir. Hayatı tahrip eden ölüm tehlikesine girerler. Yahudilerin başına gelenlerin gizli noktası budur. Bu durum, kedinin kendisine hiçbir zararı dokunmayan fareyi yemesine benzer. Dietrich Eckart. bir gün bana, bütüıı hayatı boyunca ancak iyi bir Yahudi tanımış olduğunu. Otto Weining er adındaki bu Mûsevinin soydaşlarının milletlerin 'decadence', çözülmesi ve çökmesi üzerinde yaşadıklarını anlayınca intihar ettiğini söylemişti. İkinci ve üçüncü nesilden gelen yarım kalan Mûsevilerin, tam kan Mûsevilere mütemayil olduğu şayanı dikkattir. Fakat yedinci nesilden yukarı olanlarda Aryan kanının yerleştiği görülmektedir. Hayvanlarda görülen güçlünün zayıfı yutması, yani tabiatın özümleme kanunu burada da hükmünü icra etmektedir.
Savaş hali. Yahudilerin Avrupa’dan yok olmaları konusunda önceden Reichstag kürsüsündeki kehaneti ispat etmiştir. Bu câni ırk. Birinci Dünya Savaşı'nın iki milyon ölüsünün, şimdi de yüzlerce yahut binlerce fazlasının günahını vicdanında taşımaktadır. Halkın, bizim Yahudileri yok etmek için bir planımız olduğunu sanması, fena bir fikir değil! Terör (tehdiş) hayatı korumak için iyi bir şeydir!
Yahudi, hemcinsini, ırkını korumak ve savunmak için, haya ve namus kavramını bir tarafa atar. Yahudi mikrobuna karşı giriştiğimiz mücadele, geçen yüzyılda da Pasteur ve Koch tarafından yapılmıştır. Kaynağı bu mikrop olan ne kadar hastalık var! İkinci Frederik. Batı Prusya'ya Yahudilerin girmesini yasaklamıştı. Japonlar Yahudileri ülkelerine soksaydılar, onlar da hastalığa yakalanırlardı. Hodbinliğin temsilcisi olan bunlar, hayati çıkarlarını bile savunmaktan âcizdirler. Edebiyat ve sanata ilgi göstermeleri, snobluk ve ticarî spekülatif amaçtan gelmektedir. Yoksa sanat duygusuna, hassasiyete sahip değillerdir. Yahudiler biraraya toplanırlarsa, üçyüz yıl sonra birbirlerini yemiş ve yok etmiş olacaklardır. Yegâne yetenekleri, düşüncelerini gizlemekteki ustalıklarıdır. Yalancılık en büyük kuvvetleridir. İçlerinde bir müzisyen, musikî ustası yetişmez, bir fikir adamı çıkmaz. Yalancı kalpazan, hilekâr ve dolandırıcılardır."
g- Mimâri, İnşaât ve Otoyollar Konusundaki Görüşleri:
1)        Hitler. mimarî ve inşaat konusunda 1941 yılı Ekim ayında yaptığı bir konuşmasında, özel inşaatı da standarize yeknesak malzeme ile ve aynı iç tertibatla, aynı stilde yaptırmaktan yana olduğunu, bu şekilde halkın daha kolay ve ucuz mesken edinebileceğini, hatta elektrik cereyan gücünün de bütün Almanya'da birleştirilmesi gerektiğine inandığını söylemişti.
2)        Hitler, 1942 Temmuzunda şöyle diyordu:
"Milletleri birbirine demiryollarından çok, otoyolları bağlar. Bu sistem yeni Avrupa'nın oluşması için ne büyük bir gelişme ve ilerleme olacaktır. Nasıl ki bu otoyollar, Almanya'nın iç sınırını ortadan kaldırdı ise, Avrupa kıtasındaki sınırları da öylece lağvedecektir. Bana, bu otoyolların Ural dağlarına kadar uzatılmasının yeterli olup olmadığını sordular. Şimdilik bu dağlara kadar yeterli olacağı cevabını verdim. Mesele Bolşevizmin yok edilmesidir. Gerek görürsek, yeni mukavemet merkezlerine doğru ilerleyeceğiz." (1942 Temmuzunda söylenmiştir.)
"Ekonomik bakımdan her yıl. 1000 kilometre otoyol inşâ edilmesi gerektiğine göre, merkezî hükümetin yılda bir milyar mark tahsis etmesi icap etmektedir. Günün birinde ben, Lloyd George'a bu parayı nasıl bulacağımı söylemiştim. Önce ne kadar işsiz varsa hepsini seferber etmek suretiyle, onlara verilecek tazminattan 600 milyon mark tasarruf edeceğimi, petrol vergilerini 400 milyon mark getirecek şekilde yükselteceğimi, bu şekilde bu yolların devlete bedava malolacağını anlatmıştım. Bu görüşmelerimizde, ihtiyar kurt, bunun 'concrete' (Beton) kısmının ne kadar kalınlıkta olacağını sormuştu. Amerika motör yollan 56 santimetre olduğundan, bizim yolların da 2530 santim olacağını söylememe pek de inanmamıştı. Bir gün otomobilini durdura kak, inşâ halindeki otoyolun bir kısmını ölçmüş olduğunu duymuştum.
Savaş ne kadar haklı olduğumu gösterdi. Hava bombardımanları bile, bu yolları çok az tahrip edebilmişti. Çok sevdiğim bu beyaz yollan. düşman uçaklarına karşı siyaha boyatmak mecburiyetine çok üzülmekteyim.”
Müttefiklerin Berlin ve Hamburg'u havadan şiddetle bombardıman ettikleri 10 Mayıs 1941'de. Birinci Dünya Savaşı'nda cesaretiyle tanınmış bir pilot olan ve Nazi devletinin Führer'den sonra gelen şahsiyeti olup onun vekili sıfatını taşıyan Rudolf Hess'in, Hitler'in yasağına rağmen. İngiltere'ye habersiz uçmasının esrarı, ancak beş yıl sonra yaverinin Sovyetler tarafından Lubjanka'da. kendisinin de Nürenberg hapishanesinde yapılan sorguları sonucunda anlaşılmıştır. Bununlar ilgili olarak 1961 yılı ortalarında yapılan yayınlardan kısa bir özet yapmak istiyorum:
"Hess, Augsburg'daki ünlü uçak mühendisi ve şahsî dostlarından Messerschmitt'e istediği şekilde bir uçak inşâ ettirmiş, bununla 30 kere eğitim ve tecrübe uçuşu yapmıştı. 10 Ocak 194l'de uçuşa çıkarken, arkadaşlarına uzun süre kalmak ihtimalinden söz etmiş, hizmetçisi ile yaveri Pintsch'e, dört saat sonra döneceğini bildiren bir pusula ile, beş saate kadar gelmediği taktirde, açılmak üzere kapalı bir zarf göndermişti. Yaveri, belli saatte dönmediğini görünce, tâlimata uyarak zarfı açıp, içinden Hitler'e verilmek üzere kapalı bir zarfla, kendisine de İngiltere'ye bir barış teklifi yapmaya gittiğini bildiren yazı çıkmıştı. Yaver, Messerchmitt'e derhal durumu anlatmış. Führer'e ait olan zarfı götüreceğini söylerken, alana Hess'in uçağının indiği ve içinden kendisinin çıktığı görülmüştü. İkisi de ona doğru koşmuşlar, Hess, uçak arıza yaptığından mecburen döndüğünü söylemişti. Yaveriyle birlikte Münich'e dönen Hess, amacı öğrenilmiş olduğu için, güvenini kazanmış olan yaverinin sorularına verdiği cevapta, Lizbon ve Portekiz üzerinden İngilizlerle temas tecrübeleri sonuçsuz kaldığından ve Führer'in de İngilizlerle anlaşmak istediğine emin olduğu için, bu uçuşu onun haberi ve izni olmadan yaptığım söylemişti. Hess, yaverine. 'Asıl tehlikenin Rusya'dan geldiğini, Amerika'nın İngiltere ile birleşmesinin. İngiltere'nin eski kuvvet ve kudretini kaybederek bir ada devleti haline dönüşmesine yol açtığını. İngiltere ile barış yaparsa Almanya'nın mahvolmaktan kurtulacağını, Führer'in de bu görüşte olduğuna emin bulunduğunu' anlatmıştı. Hess, Olimpiyatlarda tanıştığı ünlü İngiliz pilotu Dük Hamilton'la temasa geçmek istediğini, tereddütsüz kabul edilmek için de, Hamilton'un çok iyi tanıdığı Haushofer'in oğlu Albrecht'in kartını hizmetçisine vereceğini, kabul edileceğinden emin bulunduğunu, ziyaret amacını anlatarak sorumlu hükümetin veya kralın yetki vereceği birisiyle kendisini görüştürmesini rica edeceğini de sözlerine eklemişti.
Hess, bundan sonra bir uçuş tecrübesi daha yapmış, havanın elverişsizliği yüzünden Augsburg alanına dönmeye mecbur olmuştu. 1941 yılında havanın uygun olduğu 10 Mayıs günü son uçuşunu yapmıştı. Yalnız Hess'in, Dük Hamilton'un şatosunda bulunmadığı ve hava kuvvetlerinde çalıştığından haberi olmadığını kaydetmek gerekir. Zaten ertesi gün. İngiltere ile barış yapılacağını uman yaver Pintsch Almanya'da. bu amaç ve ümitle uçan Hess de İngiltere'de tevkif edileceklerdi."
Hess'in dramı ile ilgili son yayınlara göre, hedefine yaklaşmakta olan 48 yaşındaki Hess, son model uçağının benzinin bittiğini anlayınca, uçağın İngilizleriıı eline geçmesini önlemek için, yere inmeyerek hayatında ilk kez paraşütle atlamaya ve uçağını parçalanmak üzere düşürmeye karar vermişti. Şiddetli rüzgar sebebiyle bayıldığı için, paraşütü geç açılmış. İskoçya'daki Eagleshens adlı küçük bir çiftliğin yakınına inmişti. Uçak da bu civarda düşerek parçalanmış ve kısmen yanmıştı. Hess'in indiği yere koşan çiftlikteki traktörün şoförü David McLean, kalçası zedelenmiş olan Hess'i evine götünnüştü. Hess, adının yüzbaşı Alfred Horn olduğunu ve Hamilton'la acele görüşmesi gerektiğini söylemişti. Çiftlik sahipleri de, çevredeki polis ve askerlere haber vermişler, Hess tevkif edilerek, hastane haline getirilmiş Glasgow yakınlarındaki Buchanan şatosuna götürülmüştü. Olay Hamilton'a telefonla bildirilmiş, başbakanlığa da bilgi verilmişti. Hess, ertesi gün hastaneye gelen Hamilton'a kim olduğunu açıklayarak, iki ülke arasında barış sağlanması ümidinden söz etmiş, hükümetin sorumlu bir üyesi ile görüşmek istediğini söylemişti. Hamilton, durumdan başbakanı haberdar etmişti. Churchill. havaalanına otomobil gönderilerek Ditchley parkındaki karargâha getirilen Hamilton'u kabul ederek, olay hakkında bilgi alınıştı. Hess'in İngiltere'ye ulaştığına dair Alman radyosunun yayın yapıp yapmadığını, bu adamın gerçekten de Hess olup olmadığını öğrenmek istemişti.
Almanya'daki yaver Pintch de. uçuşun ertesi günü Führer'e Berg hofda mektubu bizzat takdim etmişti. Hess'in "Fülırer'im, siz mektubu okuduğunuz zaman, ben çoğunlukla konuştuğumuz konuyu sonuçlandırmak için İngiltere'de olacağım" diye yazdığını gören Hitler. "Bu bir cinnettir, bu atlı meydan savaşı kaybetmemden daha fenadır" demişti. Göriııg ve Ribbentrop'u acele çağırtmış. Nasyonal Sosyalist Parti tarafından yayınlanan bildiri hazırlanmıştı. Bildiride, Hess'iıı bıraktığı mektuptan, aklî dengesinin bozulmuş olduğunun anlaşıldığı, bu yüzden kazaya uğramış olacağı ilan edilmişti. Hitler’i İngilizlerin sessizliği çok üzmüştü.
Churchill, ertesi gün Hamilton'u da yanına alarak Londra'ya döndü ve Downing Stıeet'de Dışişleri Bakanı Anthony Eden'i çağırdı. Hamilton, Hess'in hastanede anlattıklarını naklediyordu. Eden, herşeyden önce bu adamın Hess olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini söylüyordu. Eden, 1933-1938 yılları arasında İnglitre'nin Berlin Büyükelçiliğinin müştesarlığını yapan Kirkpatrik'a. bu konuda en yetkili kişi olduğu için. Hamilton'la birlikte uçakla derhal İskoçya'ya gitmesi için emir vermişti. Ancak geceyarısı hastaneye varabilen bu iki kişiden Kirkpatrik'i tanıyan Hess, selam verdikten sonra, Churchill ile hükümetinin bu savaşı kazanmalarına imkân olmadığını anlatmak için geldiğini. barış görüşmelerine başlamanın en akılcı yol olduğunu söylemişti. Hess. Führer'in İngiltere İmparatorluğuna saygı duyduğunu, ancak barış görüşmeleri için Churchill'in yerine başka bir başbakan getirilmesini şart koştuğunu, Almanya'nın Avrupa kıtasında hâkimiyetini kabul ve sömürgelerini iâde şartı ile. İngiltere'nin denizaşırı imparatorluk hakimiyetinin olduğu gibi devamına Almanya tarafından garanti verileceğini iddia ediyordu.
Churchill, bu bilgilerden sonra Dışişleri Bakanlığı'na. "Hess'in herşeyden önce bir savaş esiri olarak muamele görmesinin en uygun şekil olacağım" bildirmişti. Hess de, İngiltere'ye inmesinin üstünden bir hafta geçmeden. Londra'ya getirilerek, ünlü cezaevi kulesi, Tower'e hapsedilmişti. Durum Roosevelt'e de bildirilmişti.
11-12 Mayıs gecesi yapılan sorgulamada Hess'in verdiği cevaplar, hastanede söylediklerinin aynısıydı. Savaşın uzamasının insan kaybına ve İngiltere'nin harap olmasına sebep olacağını söylüyordu. O sıralarda, Alman uçakları ve denizaltılarının, Amerika'dan gönderilen silah ve iaşeyi taşıyan gemileri batırması ile İngilizlerin içine düştükleri güç durum, insan kaybı, şehrin harap olması, yeraltı trenlerinin de sığınak arayan halkın maneviyâtını gittikçe sarsmakta olması, Churchill'i çok düşündürüyordu. Hess'in sırf kendi kararıyla gelmiş olduğu iddiasına da inanmamıştı. Durumun halk tarafından duyulmasının zararlarını gözönüne alarak, Hess'i. Tower (Kule) cezaevinden çıkartarak. Farn borough yakınlarındaki Mytchett Place'e naklettirmiş, gazetelerle de Hess'in akıl hastası olduğunu ilân ettirmişti. Hess'in parçalanan uçağının parçalarını Trafalgar meydanında teşhir ettiren Churchill, ayrıca Hess'in asabiye uzmanlarının gözetimine vermişti. Nazi partisinin bildirisi de bu teşebbüsü takviye etmişti. Hess bu durumda. İngiltere'ye gelişinin bir sonuç vermeyeceğini anladığından, iyi karşılanacağını umduğu Almanya'ya dönebilmek için uçak verilmesini rica etmiş, tabiî kendisine cevap verilmemişti. Bu uçuşu Hitler'in bilgisi içinde mi yaptığım soran Lord Simon'a, Hitler'in uçuşundan kesinlikle haber olmadığını söylemiş, eline "Anlaşmanın esas şartlan" başlıklı bir yazı tutuşturmuş, bu yazdıklarının Hitler'in çeşitli görüşmelerde bildirdikleri olduğunu eklemişti.
Hess, BBC'den Almanya'da adının değiştirilmiş olduğu haberini duyunca, Hitler'in gözünden düştüğünü anlamıştı. 13 ay kaldığı Mytchett Place'de, muhafız subayı ile birlikte yemek yemesine rağmen, gardiyanın yemeğine zehir koyduğu şüphesinden kurtulamamış, bir sinir buhranı geçirerek intihara teşebbüs edebileceği ihtimaline karşı sıkı gözetim altına alınmıştı. Hess, Hitler'e hitaben bir mektup yazarak, öleceğinden söz etmiş, bunun barışa, İngiltere ile barışmaya sebep olacağı ümidinde olduğunu belirtmişti. Bir gece doktorun mûtad ziyareti sırasında, nöbetçinin beklediği dış kapını açık olduğunu gören Hess, çılgınca kapıya doğru atılırken düşerek bacağını kırmıştı.
Tedavi edilip sükûnet bulduktan sonra, savaştan önce kendisini tanıyan Dr. Beaverbrook'le görüştürülmüş, doktor, Hess'in aklî dengesinin yerinde olduğunu görmüş, kanaatini Churchill'e de söylemişti.
Hess, 1942 Haziranı'ndan sonra, Wales'in güneyindeki Abergavenny'ye nakledilmiş ve savaşın sonuna kadar tam dört yıl, vakarını kaybetmeden çilesini burada doldurmuştu. Düzenli olarak eşi ile mektuplaşmıştı. Şubat 1945 başlarında "Toast" yapacağım öne sürerek muhafız subayının ekmek bıçağını istemiş ve yatak odasına girerek göğsüne saplamıştı. Yarası tehlikeli olmadığı için iyileşmişti.
Hess, İngiltere'den bırakılmayacağına, Almanya'nın artık savaşı kaybetmiş olması yüzenden komünistlerin ülkesini çiğneyecekleri ve nihayet Fransa ve İngiltere'nin de aynı akıbete uğrayacakları düşüncesiyle intihara teşübbüs ettiğini iddia etmişti.
Hess. 10 Ekim 1945'te, ruh hastalıkları doktoru Ellis Leon'un refakati ve bir subayın korumasında, uçakla Nürenberg'e götürüldü. Mahkemede beraat edeceği ümidine kapılmıştı. Amerikalı doktorlar, Hess'in akıl hastası olmadığını, yalnız "Histeri"den muzdarip bulunduğunu bildirmişler, Rus doktorları da bu teşhisi doğrulayarak, Hess'in muhakeme edilebileceğine dair rapor vermişlerdi. Böylelikle Hess. 20 Kasım 1945'te diğer 19 Nazi büyüğü ile birlikte mahkemeye çıkarıldı. Geçmiş faaliyetlerinin, imzalamış olduğu belgelerin sorumluluğunu tamamen kabul ettiğini söylüyordu. 7 Şubat'taki duruşmada, öteki Nazi arkadaşları gibi savaş çıkarmak, insanlığa ve barışa karşı cinayet işlemekle suçlanan Hess'e, ancak 31 Ağustos'ta savunmasını yapınası bildirildi. Hess, bir Alman, bir "Nationalsozialist" ve Führer'in yoldaşı sıfatıyla milletine hizmet etmiş olmaktan mutluluk duyduğunu, insanların kararlarına önem vermediğini, Tanrı'nın huzurunda beraat edeceğinden emin bulunduğunu söylüyordu. Mahkeme Hess'i, yalnız barışa karşı hareket ve silahlanmaya yardım, Hitler'in siyâsetine katılmaktan ömür boyu hapse mahkûm etti ve barış teklifi için İngiltere’ye uçuşundan on gün sonra, 22 Haziran'da Hitler'in Sovyet Rusya'ya karşı taarruza geçtiğine işaret etti. Rus hâkim ise idamını istiyordu.
Yargılamalar sırasında yaşanan iki olay çok dikkat çekiciydi. Birincisi, yargılama devam ederken. Almanca konuşan bir Amerikalı subay, Hess'in savunma avukatı Seidl'e, koridorda bir zarf vermişti.
Zarfın içinden, Ribbentrop'un Moskova'da Sovyetler'le yaptığı anlaşmanın fotokopisi çıkmıştı. Bu subayın, bir süre sonra, kendi otomobiline çarpan diğer bir otomobil yüzünden öldüğü söylentisi çıkmasına rağmen, çarpan otomobil bulunamamıştı. Diğeri ise. Seidl'e mahkemede bu gizli anlaşmaya işaret etmesi karşısında Rus Generali Rudenko'nun şaşalaması, maiyetindeki Rus hâkimi General Zorya'nın da bir süre sonra tabancasını temizlerken esrarengiz bir şekilde ölmesidir. Önceden de söz ettiğim gibi, Ribbentrop'un, bu gizli belgeyi göstermediği taktirde cezasının hafifleyeceği şeklindeki Rus vaâdine inanması, onu Rus hâkiminin emriyle sehpaya çekilmekten kurtaramamıştı.
Hess. 1947'den beri Spandau cezaevi tidedir. Dört devlet, affedilmesi konusunda birlikte karar vermedikçe de, eceli gelinceye kadar bu cezâevinde kalacaktır. Yirmişer yıl hüküm giyen Teçhizat Bakanı Albert Speer'le, Hitler Gençliği Şefi ve Viyana Valisi Baldur von Schirach da aynı cezaevinde yıllarını dordurmaktadırlar. Hess, eşi ve oğluna kendisini ziyaret etmelerini yasaklamıştır. Her hafta mektuplaşmakta ve aklî dengesinin yerinde olduğu anlaşılmaktadır.
Not: (Hess birkaç yıl önce Spandau Cezaevinde öldü.) (R.S.G.)
Sh: 293-336

Kaynak: R. Hüsrev Gerede, HARB İÇİNDE ALMANYA, (1939-1942) T.C. Berlin Büyükelçisi, Yayına Hazırlayanlar: Hulûsi Turgut- Sırrı Yüksel Cebeci ABC “Anılar Dizisi” No: 1 Birinci Baskı: Şubat 1994, İstanbul



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar