HAŞHAŞ VE EMPERYALİZM - AYTUNÇ ALTINDAL
Her ülkenin gençliği, onun
geleceğinin teminatıdır. Gençliğine sahip çıkamayan, onu, çağının tutarlı dünya
görüşü ve bilimiyle donatamayan ülkeler, her türlü sömürü ve baskıdan
kendilerini kurtaramazlar. Pısırıklaştırılmış, sünepeleştirilmiş ve şaşırtılmış
bir gençlik, açıktır ki, bir ülkenin geleceğinin teminatı değil zaafı olur.
Fakat, Batı'da olduğu gibi, Türkiye'de de tam tabiriyle pasifize edilmiş bir
gençlik oluşmasını arzulayan egemen bir sınıf vardır. İşte, çağımızda kısaca
Burjuvazi diye tanımlanan bu sınıf için, her türlü 'Uyuşturucu' bir
manipulation (aldatmaca, şaşırtmaca, yönünden saptırma) aracıdır. Sadece
gençleri değil, tüm halkı uyuşukluğa, adamsendeciliğe sevk edebilecek
araçlardır 'Uyuşturucular'. Çağımızda 'Uyuşturucular'ı en çekici
şekillerde piyasaya süren de, bunların sonuçlarından yakınan da Burjuvazi'dir.
'Uyuşturucular'ın sağladığı tatlı kârlardan vazgeçmeyen de
Burjuvazi'dir, bunların tahribatlarından üzüntü duyduğunu(î) söyleyen de
Burjuvazi'dir. Bu durumda gençlerin ve özellikle de çeşitli siyasal eylemlerde
onlara yol gösterenlerin son derece uyanık olmaları gerekmektedir. Türkiye'de
dışa-bağımlı tekelleşmenin hız kazandığı şu son yıllarda Burjuvazi tarafından
halka sunulan Batı kültürünün bağrında neler taşıdığına ve söz konusu kültüre
gözü kapalı öykünmenin nelere mal olacağına azami dikkat gösterilmelidir.
Türkiye için henüz sorun
olmayan 'Uyuşturucu' nitelikteki nesneler, yurdumuzdaki kapitalist-emperyalist
sömürü ağırlaştıkça bir sorun haline gelebileceklerdir. Türkiye'de iktidarı
yönlendirmekte olan işbirlikçi sermayenin bunu önleyeceğini ümit etmek hayalcilik
değilse, gaflettir. Bu nedenledir ki, gençliğe sahip çıkmak görevi öncelikle
vatanseverlere düşmektedir. Bu yakın tehlikenin önlenebilmesi, tabiidir ki,
Türkiye'deki milli mücadeleyle sımsıkı ilişkilidir. (giriş)
Haşhaş ve Emperyalizm adlı kitabımın ilginç, bir özelliği vardır. Kitapta
esas itibariyle, 1969-74 yılları arasında yazdığım ve o yıllarda saygın
gazetelerde yayınlanmış inceleme ve araştırmalarım yer almaktadır. İlginç olan
nedir? Bu kitapta öngörülmüş olan tüm varsayımların daha sonraki yıllarda bu
öngörüleri doğrulayacak şekilde gerçekleşmiş olmasıdır. Hepsine tek tek
değinmeyeceğim. Birkaç örnek yeterli olur sanıyorum.
Örneğin günümüzden yaklaşık 30
yıl önce Tolkien'in ünlü romanı Yüzüklerin Efendisi'ni Türkiye'ye
tanıtmıştım. Ve eklemiştim: Bu yazar ve kitabı önümüzdeki onyıllarda dünyada
çok 'ünlendirilecektir' Benzer şekilde yine otuz-otuz iki yıl önce
Zen-Budizm'in Türkiye'de 'Yaygınlaştırılacağını' çünkü böyle bir 'Üst
Tasarım' bulunduğunu yazmıştım, aynen öyle oldu. Şaşırtıcıdır ama özellikle
İstanbul'da hangi semtlerde, hangi toplumsal katmanlarda 'Uyuşturucu
Bağımlılığının' artacağını ve suç oranlarının yükseleceğini de gerçeğe en
yakın sayılarla tahmin edebilmiştim.
Bir başka ilginç husus da,
uyuşturucu maddeler kullanılarak yapılan 'Gizli Zihin Kontrol'
mekanizmalarının ilk kez bu kitapta belgeleriyle açıklanmış olmasıydı
(1979). Diğer bir deyişle günümüzden yirmi üç yıl önce ABD'nin gizli güvenlik
ve savunma servislerinin (CIA ve FBI) bizzat Amerikalı erlerin ve yabancı
savaş tutsaklarının üzerlerinde LSD ve benzeri 'Droglarla' yaptıkları 'Zihin
Kontrol ve Yönlendirme' faaliyetlerinin açıklanmasıdır. Türkiye'de o
günlerde hiç kimse bu tür bir 'Kirli Savaş'm bizzat ABD'nin 'Derin
Servisleri' aracılığıyla yürütülmekte olduğunu bilmiyordu.
(NOT: Adını anmadan
geçemeyeceğim: Değerli PROF. OSMAN NURİ KOÇTÜRK [1]ise
SSCB'nin ve ABD'nin gizli silahlar kullanarak yoksul ülkelerde 'Tarımı
ve İklimi' değiştirdiklerini öne sürmüştü 1973'te. O dönemde 'Cahil
Okumuşlar' Koçtürk Hoca'yı 'Komplo Teorileri' üretmekle suçlamışlar
ve adının ve eserlerinin duyulmasını engellemişlerdi. Koçtürk Hoca 'Mason'
olmayı reddettiği için bugün adı sanı anımsanmıyor. Yoksa onun adına
ödüller konur, mason medyasında her gün bir yazı yayınlanırdı.)
ABD'nin yürüttüğü bu kirli
savaşın kod adı 'Phoenix'di.[2]
Merkezi Arizona'daydı ve ABD ordusundan Lloyd Frenz adlı bir Tuğgeneral
tarafından yönlendiriliyordu. 1969-71 yılları arasında Phoenix Projesi'nin
ABD'li ajanları Türkiye'de, İran'da ve ilginçtir ki Afganistan'da cirit
atıyorlardı! Özellikle de güzel yurdumuzun Güneydoğulunda bu ajanlar -ki
aralarında kadınlar da vardı- her türden 'Beşinci Kol' faaliyetlerini de örgütlüyorlar ve 'Bölücülüğün'
temellerini atıyorlardı... Kimbilir kaç masum yurttaşımız bu kadın
ajanların ojeli elleriyle 'Meyve Sularına' ya da 'Kebaplarına' karıştırılmış
iki-üç damla LSD'yi alarak, kendinden geçirtilmiş ve 'yönlendirilmiştir'
1970'li yıllarda SSCB'de 'Alkol
Bağımlılığı' çok yüksekti. 2000'li yıllara gelindiğinde durum tersine
döndü. ABD'li ilaç firmalarının ürettikleri 'Sentetik/Psikotrop' Droglar,
'Glasnost ve Prestoroyka' sarhoşu Rusları da avlayıverdi. 1970'lerin
Phoenbc ajanları, yeni adlar ve kimlikler altında bugünkü Rusya'da da 'Kirli
Savaşlarını' sürdürüyorlardı hiç kuşkusuz! Günümüzde eski sosyalist
ülkelerde 'Uyuşturucu Maddelere' olan bağımlılığın %2000-3000 oranında
artmış olduğu çeşitli uluslararası kurumlar tarafından (ör. BM) belirtiliyor.
Bu gelişme de önceden planlanmış bir 'Üst
Tasarım' idi. Kapitalist -kibarcası, liberal-özgürlükçü
düzen- sömürü yoğunlaştıkça çeşitli bağımlılıklar ve ahlaki yozlaşma da
orantısal olarak artar. Kural budur. YÜZBİNLERCE RUS AÇLIK VE SEFALETE
SÜRÜKLENİRKEN KIZLARI, KADINLARI DA HEM UYUŞTURUCULARA ALIŞTIRILDILAR HEM DE 'FAHİŞELEŞTİRİLDİLER'!
OTUZ YIL ÖNCESİNİN DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ÜLKESİNİN GENÇLERİ BUGÜN, HAZİNDİR
Kİ, İÇİNE ÇEKİLDİKLERİ 'UYUŞTURUCU' BATAĞINDA İNTİHARI VE/VEYA ERKEN
ÖLÜMLERİ SEÇİYORLAR. BU ÇOK ACI BİR 'DERS OLMALIDIR'...
Haşhaş ve Emperyalizm'de Uyuşturucu Maddeler Sorunu'yla ilgili o günlere
ait birçok istatistik vardır. Bu yeni baskıya önsöz yazmak için bilgilerine
başvurduğum yetkililerin belirttiklerine göre bugün itibariyle Türkiye'de ceza
ve tevkif evlerinde toplam 1036 yabancı uyruklu tutuklu vardır ve bunların
518'i uyuşturucudan tutukludur. Bu sayının yarısına yakını (258 kişi) eski
sosyalist ülkelerin ve 6'sı da Çin'in vatandaşlarıdır. 1970'li yıllarda bu sayı
'0' (sıfır)dı!
Haşhaş ve Emperyalizm kendi alanında bir 'ilk' kitaptır. O
yıllarda çok okunmuş ve tartışılmıştı. Özü itibariyle o gün vermek istediği
mesaj bugün, belki de, o günlerdekinden daha da önemlidir. Kitap başta Emniyet
Genel Müdürlüğü olmak üzere, Tarım, İçişleri ve Sağlık bakanlıklarıyla,
TBMM'nin ve Genelkurmay Başkanlığının arşivlerindedir. Bazı
üniversitelerimizde 'yardımcı ders kitabı' olarak okutulmaktadır.
Kitabın bu yeni baskısını
canları kadar çok sevdikleri evlatlarını Emperyalizm'in -kibarcası
Küreselleşme- bu en kirli 'tuzağına' kaptırmak istemeyen genç anne ve
babalara okumaları için salık veriyorum. Güzel yurdumuzun 'Ulusal Sağlığı’nı
(Ruhsal ve Bedensel/Maddi ve Manevi Sağlık) dimdik ve tertemiz tutabilmek
için bu kitap kendi alanında bir 'rehber' olabilir. Unutmayalım ki 'Ulusal Sağlık Ulusal Güvenliğin
Teminatıdır'.
Kitabın bu yeni baskısında
hiçbir değişiklik yapılmamasını özellikle istedim. Umarım okuyanlara bir yararı
olur.
Biliyorsunuz önemli olan
geçmişten 'Ders' almaktır. Benim içinden 'tanık ve taraf olduğum
bu deneylerin günümüzün gençleri için bir 'ibret' vesilesi ve 'bilgi'
birikimi olmasını yürekten dilerim.
Aytunç Altindal
İspilandit / 24 Temmuz 2002
İspilandit / 24 Temmuz 2002
Marx'a göre 'Emperyalizm'
var olan kapitalist üretim tarzının siyasal-iktisadi yapısıyla sımsıkı
bağları olan ve bundan kaynaklanan tarihsel ve sınıfsal bir olguyken, Hobson'a
göre, hükümet ve iktidarla sımsıkı bağları olan ve genellikle bunların
davranış (diplomatik, politik) biçimlerinden kaynaklanan bir anlamda
sınıflarüstü bir olguydu, diyebiliriz. İşte, Marx'ın üzerine özel bir kitap
yazmadığı ve/fakat defalarca kullandığı bu kavrama, Lenin, Hobson'dan ve
Kautsky'den farklı olarak, Proletarya Diktatörlüğü anlayışına uygun bir
anlam yüklemiştir.
'Emperyalizm' derken Lenin neyi kastetmektedir?
Bilebildiğimiz kadarıyla bu
şöylece özetlenebilir: Önce Lenin'in 'Emperyalizm' kavramının tarihsel
anlamı üzerine ne düşündüğünü görelim. Lenin'e göre, Sömürgecilik Siyaseti ve
Emperyalizm, Kapitalizm'in son durağından (stage) ve hatta Kapitalizm'den çok
önce de vardılar. Kölecilik ilkesi üzerine kurulmuş olan Roma İmparatorluğu,
sömürgecilik siyasetini ve Emperyalizm'i uygulamıştı." (NOT: Tarihsel
anlamında biz buna sadece Roma'yı değil, İÖ 1500 yıllarının Ortadoğu imparatorluklarını
da, Persleri de, Osmanlıları da vd. ekleyebiliriz.)
Fakat Lenin'e göre, 'Emperyalizm'
tarihin bu genel akışı içinde, özellikle de 20. yüzyılda yeni bir nitelik
kazanmıştı. İşte Lenin, modern Kapitalizm'in eşitsiz gelişim yasalarından
doğan bu 'Özel' dönemi ve bu dönemin siyasal ve iktisadi ilişkilerini
kastederek 'Emperyalizm: Kapitalizm'in En Üst Durağı' demektedir.
Lenin'e göre modern Kapitalizm'in
bu durağındaki 'Emperyalizm' açık ve kesin olarak şu cümlede ifadesini
bulur: 'Emperyalizm, iktisadi özü
itibariyle, tekelci Kapitalizm'dir.'
Ve tekelci-Kapitalizm'in dört karakteristiği de
Lenin'e göre şunlardır:
İlk öğe, sanayice ilerlemiş ülkelerde tekellerin kesin ve mutlak
üstünlüklerini kabul ettirmiş olmaları;
ikincisi, tekellerin hayati önemdeki tüm hammaddeleri, başta kömür ve demir
olmak üzere, kendi denetimleri altına almış olmaları;
üçüncüsü, bankaların tekellerle birlikte finans-oligarşisini oluşturarak
hemen hemen tüm ülkelerde sermaye ve iratları denetimleri altına almaları;
dördüncüsü, sömürgecilik siyaseti.35
Özetle, Lenin'in 'Emperyalizm' derken kastettiği bunlardır. Kanımızca, Lenin'in
işaret ettiği bu dört ana özellik, günümüzde AYNI ANDA ve BİR BÜTÜN olarak,
kesin ve mutlak egemenliğini bir blokta somutlamaktadır, bu da başını ABD'nin
çektiği 'Kapitalist Blok'tur. Bizce,
bunların dışında kalan ülkelerden ve bloklardan hiçbiri Lenin'in yüklediği
anlamda 'Emperyalist' sayılamazlar.
Son tahlilde, Hobsonvari tanıma
yatkın olanlar için belirli bir ülke de 'Emperyalist' sayılabilir ve zaten sayılmaktadır da.
(s.26-27)
En çok okunan yazarlar
kimlerdir?
Sırasıyla bunları inceleyelim.
J.R.R. Tolkien:
"Hardawithlilerin harbi ilan etmeleri üzerine,
Mordorluların mutlu günleri sona erdi. Gerçi sihirli yüzük ellerindeydi ama
gene de ülkenin erkeklerini belirsiz bir korku sarmıştı. Kadınlar ve çocuklar
daha sakindiler. Göçebe hayatı yaşayan Mordorluların mutluluk üzerine
kurdukları devletçilikleri sihirli yüzüğün ellerine geçmesiyle daha da
gelişmiş, ülkenin topraklarında iyiden ve güzelden başka bir şey konuşulmaz olmuştu.
Oysa kuzey komşuları Hardavvithliler hiç de öyle değildiler. Kuvvetle her şeye
sahip olabileceklerini sanan, katı yürekli savaşçılardı..."
İngiliz Profesör J.R.R.
Tolkien'in 'Lord of the Rings' (Yüzüklerin Efendisi) adlı
romanından bir bölüm okudunuz. 59 yaşındaki Profesör Tolkien'in iki cilt
halinde yazdığı bu kitap iki bin sayfayı buluyor. Linguistik [3]
profesörü olan Tolkien'in kitabında bu hayali ülkenin bir de haritası var.
Profesör ayrıca bir de özel Mordor alfabesi yaratmış. Sanskritçe'yi andıran bir
alfabe bu. J.R.R. Tolkien, en çok okunan yazarlardan biri. Kitaplarının konusu,
bizim ünlü 'Binbir Gece Masalları'nı ya da 'Dede Korkut Hikâyeleri'ni
hatırlatıyor. Öte yandan, başarılı bir gözlemci Tolkien. Topluma
dıştan bakarak yarattığı efsanelerde toplumu eleştiriyor.
Jack Kerouac:
1969 Ekimi'nde ölen Jack
Kerouac, Batılı gençliğin adeta ilahlaştırdığı bir yazardır. 'On the
Road' (Yolda) isimli romanı hippilerin yanlarından ayırmadıkları bir
elkitabı olmuştur. Kerouac'ın savaş sonrası bunalımlı gençliğine, Uzakdoğu'nun
mistisizminden esinlenerek getirdiği yeni düşünce formu olağanüstü taraftar
bulmuştur.
Bu düşünce formunu
benimseyen gençler, bunaldıkları açmazlardan çıkış noktaları bulmuşlardır.
Hippi felsefesinin temelini işte bu eski Hint dini ZEN ile günümüzün
gençliğini sembolize eden BEAT'in birleşimi olan BEAT-ZEN teşkil etmektedir.
Şimdi Kerouac'ın ünlü 'On the Road' adlı romanından bir
bölüm okuyalım:
"Leylak rengi bir
akşamüstü, Denver'de 27. Cadde'nin renkli ışıkları altında vücudumun her kası
ağrıyarak dolaştım. İçimde ötesiz bir zenci olabilme arzusu vardı. Beyaz dünyam
bana yeterli heyecanı, yaşantıyı, eğlenceyi, karanlığı, hatta bir işten
kovulmanın üzüntüsünü, hatta gerçek bir geceyi bile verememişti. Denver'a
yerleşmiş bir Meksikalı, yorgunluktan harap olmuş bir Japon olabilmeyi
istiyordum. Yaşantım boyunca beyaz ihtiraslarım olmuştu...
Zenci ve Meksikalıların
karanlık mahallelerinden geçiyorum. Yumuşacık bir ses ya da esrarlı güzelliği
içinde karanlık bir dilberin diz çöküşü, erkeklerin pencereleri gözleyen
simsiyah yüzleri. Sonra çocuklar... Hani tarih öncesinin saltanatlı
sandalyelerinde birer bilgin ağırbaşlılığı ile oturan..."
Genç kuşakları en çok
etkileyen, daha doğrusu gençleri yeni yöntemlere iten, şartlayan, adeta
büyüleyen ilk üç yazardan biridir Kerouac.
Norman Mailer:
Amerikalı modern kalemlerin
en iyisi denilen, 47 yaşındaki hippi lideri Mailer, İkinci Dünya Savaşı'na katılmış
bir yazar. Uzakdoğu'da Japonlara karşı savaşmış. İlk romanı 'Çıplak ve
Ölü' iki milyon satarak rekor kırmış. Harvard Üniversitesi
mezunu olan Norman Mailer, günümüz gençliğini en çok etkileyen yazarların
arasındadır. Konularını gerçek hayattan alan, devrimci bir açıdan inceleyen
Mailer, Amerikalıya 'SOL' münakaşasını yaptırmış, savaş aleyhtarı bir yazardır.
Örneğin, ikinci romanı 'Barbary Shore'da 1936'larda Balkan ülkelerinden
birinde yeraltı faaliyetleri düzenleyen bir solcunun, günümüz Amerika'sındaki
dengesiz kişiler arasında yaptığı fikir mücadelesini anlatıyor.
Eldridge Cleaver:
Cleaver da Mailer gibi
toplumcu bir kavga içinde. Bu zenci yazar, siyah adamın hakkını, özgürlüğünü
arıyor. Gerekirse karışıklıklar çıkarttırıyor, robotlaşmış, endüstri-leşmiş
toplumda düzen değişikliği istiyor. Barış ve Özgürlük Partisi'nden.
Başkanlık seçimlerinde aday gösterilen Cleaver hakkında Amerika'da tutuklama
kararı çıkartılmış. Bu nedenle memleketinden ayrılan Cleaver, bir süre
Cezayir'de, daha sonra da Küba'da saklanmış.
Halen Moskova'da yaşayan
Eldridge Cleaver'ın Kaliforniya Fulsom Devlet Hapishanesi'ndeyken yazdığı ve 'Soul
On Ice' (Donuk Can) adını verdiği mektupların birini okuyalım:
"Irza geçmek suçundan
dolayı tutuklandığımı, yüksek tahsil yapamadığımı biliyorum. Bildiğim başka
bir şey de zenci olduğum. Ne var ki, gene de topluma çok şey borçlusun
diyenlerin karşısındayım. Çünkü Vietnamlı köylülerin dökülen kanları benim
borçlarımı çoktan ödedi."[4]
Wilhehn Reich:
Cinsel devrimci Reich,
toplumun geçerli cinsel değerlerini cinsel teknoloji içinde inceliyor. The
Sexual Revolution, Charactcr Analysis, Function of the Orgasm ve A
Personal Biograplıy yayınlanmış kitaplarından bazıları. Cinselin gizlerini
araştıran VVilhelm Reich, gerek basın, gerekse hükümet yetkililerince yalnız
Amerika'da değil, Norveç, Danimarka, İsveç, Avusturya ve Almanya'da yerleşik
ahlakı bozuyor gerekçesiyle suçlandırmalara hedef olmuştur. VVilhelm Reich'ın
ileri sürdüğü tezlerden biri, 'Politik Devrimleri, Cinsel Devrimlerin
hazırladığıdır.'
Herbert Marcuse:
Günümüzün en çok okunan
düşünürlerinden biridir Marcuse. 'Tek Boyutlu İnsan' ile 'Aşk ve
Uygarlık' adlı kitapları dilimize çevrilmiştir. Bir yönde eylemci olarak
gelişen Marcuse, diğer yönde gençleri masa başı metafiziğine sürüklemekle
suçlandırılmışlar.
Norman O'Braun:
Batılı genç kuşakların
tuttuğu düşünürlerden biri Norman O'Braun. Çokluk hayat ve ölüm üzerine düşüncelerini
yazıyor. Bilimsel maddeciliğin getirdiği ve getireceği sorunları tartışıyor. 'Life
Against Death' (Ölümün Karşısındaki Hayat) önemli kitaplarından biri.
David Solomon:
'Marihuana Mektupları' adlı romanı ile hippilerin arasında büyük
taraftar kitlesi bulan David Solomon ve kitabı için hippiler şöyle diyorlar:
"Pek şaşırtıcı değil.
Ama hepimizin bildiği ve sevdiği bir konuda yazılmış olumlu bir kitap.
Aradığınız bazı sonuçları bulabilirsiniz Solomon'da..."
Samuel Beckett:
Bu yıl Nobel armağanını
kazanan Beckett, bireyin derinliğine inmiş bir düşünürdür. Yarattığı
kahramanlar bir zamanlar kendilerine göre başarılar kazanmış fakat sonunda
yenik düşmüş kişilerdir. Beckett, bireyi nihilist açıdan görüp yorumlar. Waiting
For Godot (Godot'yu Beklerken) en tanınmış eseridir.
D.F. Jones:
İnsanlığın gelecek günlerini
anlatan bir yazar. İnsanları makinelerin yönetmeye başlayacağı tezini savunan
D.F. Jones, örneğin 'Collossus' adlı romanında, 'insanlığın
özgürlüğünü garanti altında tutan' bir makineden söz ediyor.
'Sibernetik ile şüpheciliği
birleştiren teknolojik korku yazarı.' İngiliz-Amerikalı eleştirmenlerin
Jones'a yakıştırdıkları tanıtma yazısı bu.
Alan W. Watts:
En az Kerouac kadar ünlü bir
yazar da Watts'dır. O da aynı Orient mistisizmini konu edinmiş, gençlere çıkış
yolları hazırlamıştır.
Suzuki:
Çıkışı Batı Hindistan'da
olan fakat çokluk Japonya'da taraftar bulan Zen Dini'nin yeniden popüler
olmasına çalışan Japon yazar Suzuki de gençlere bunalımdan kurtuluşun Zen'de
olduğunu anlatıyor: 'întroduction to Zen-Budhism' (Zen'e Giriş) ve 'Zen
Doctrine of No Mind' Suzuki'nin başvurulan kitapları.
E. Herrigel:
Bu Alman yazarı da kendine
konu olarak Zen'i seçmiş. Zen'in sanattaki yerini araştıran Herrigel'in en
tanınmış eseri 'Zen in The Art of Archery'. Yazar, bu kitabında sembolik
olarak Zen'in tanımını yapıyor. Zen'in asırlar önce oluştuğu topluma getirdiği
yeniliklerle, günümüzdekiler arasında sanat yönünden büyük benzerlik
bulunduğunu anlatıyor.
"Niçin savaş
meydanlarında ölenleri yüceltmeye alışmışadır, oysa kendi ahlaki ve zihni
derinliklerine inebilenler de en az harplerde ölenler kadar aynı korkusuz
cesareti gösterebilmiş kişilerdir..."
William Butler Yeats.
Evet, 1939'da ölen YV.B.
Yeats, ikinci Dünya Savaşı sonrası genç kuşakları en çok etkileyen şairlerden
biri. 20. yüzyılın başında ünlü Ezra Pound'un 'Önce Şark felsefesini
öğrenmelisin' tavsiyesini tutan Yeats, şiirlerinde hem Doğu mistisizmini
yaşamış, hem de birçok politik gösterilerin düzenleyicisi olmuştur.
Whitman'ın 'Çimen
Yaprakları' adlı kitabını hazırlayan Memet Fuat, şairin kişiliği hakkında
bazı bilgiler veriyor.
Whitman şiirlerinde sık sık
işçileri anardı.
Devrimleri alkışladığı için onu SOSYALİST sananlar
vardır. Sosyalist değildi. Su katılmamış bir demokrat olarak yaşadı.
Whitman, savaşı da sevmezdi,
barışa candan bağlıydı. Yeryüzünde akan her damla kanın acısını duyan, bütün
yüreklere dostluk tohumları ekmek isteyen bir insandı.
Bir insan yaratabilmek, bir
çocuğun doğmasına yol açacak işleri yapmak, Whitman'a göre yeryüzünde bundan
daha kutsal bir şey olamazdı, sevişmenin ayıp olduğunu söylemek düpedüz
saçmalıktı.
Kadın vücudunu da, erkek
vücudunu da SEX kaygısından uzak bir hayranlıkla anlatır.
Bir bakarsınız Materyalizm'i
övüyor; 'Yaşasın Bilim' diye haykırıyor, bir bakıyorsunuz bütün dinleri
arkasına takmış geliyor.
'Geçmişin, şimdiki zamanın,
geleceğin şairidir Whitman.'
Walt Whitman'dan sonra sözü
edilen ozan Wcodrow W. Guthrie. İkinci Dünya Savaşı sırasında askerliğin
ve savaşın aleyhinde gösteriler düzenleyen, silah altına girmeyi reddeden
Guthrie, C. C. Camps'e (temerküz kampına) atılmış. Günümüz yazarlarına ve
şarkıcılarına en çok etki etmiş bir halk şairidir. Jack Kerouac gibi Batılı
gençlerin ilahlaştırdığı bir yazarı ve Bob Dylan gibi ünlü bir ozanı
yetiştirmiş, tanınmalarına büyük ölçüde yardımı olmuştur.
Verilen diğer bazı isimler
arasında, Stephen Spender, Muri-yel Rukeyser, Delmore Schwartz ve Karl
Shapiro var. Bunlar toplumun yerleşmiş, bürokratik inançlarına karşı
çıkanlar olarak tanınıyorlar. Aynı paraleli Marksist açıdan alanlar da belirtilen
isimler arasında. Luis Aragon, Jacques Prevert, VVystan Hugh Auden, Kenneth
Fearing.
Üzerinde önemle durulan bir
şair de Marianne Moore. 'Yaşlı Teyze' dedikleri Moore
aşırı savaş aleyhtarı. Marianne Moore'un 'Erdem'in Güvensizliği İçinde' adlı
şiirinden bir bölüm veriyoruz.
"Savaşıyorlar
Henüz hastalığın geçmişken
(II. Dünya Savaşı)
Bunca ölenler bizlere nasıl
yaşanacağını
öğretebiliyorlarsa
Boşuna ölmemişler demektir.
Oysa bir savaş olmalı
Ama içimiz sıra
içimizde savaşı yaratanı bulmak için."
Savaşı, askerliği, çevreyi, politika ve politikacıyı
yeren yakın yeni (1945-55) şairleri de oldukça tutuyorlar. Verilen isimler:
Randall Jarell, Roy Fuller, Robert Lovvell, Louise Adeane, Ruth
Herschberger, Adam Drinan, Richard Eberhart.
Şimdi bu 'yakın
yeni' şairlerinden bazılarının şiirlerinden bölümler verelim.
"Kimdir, zulümler ve acılar içinde, ya da,
Askerleri saran şu hastalık
Ölümle yan yana,
Ahmakça yaşamayı öğreten!"
Randall Jarell
"Tarihte hiçbir geniş
oda yoktur ki insanoğlunun büyüklüğünü barındırabilsin."
Robert Lovvell
Ve isimleri verilen diğer şairler:
William Everson, Edvin Muir, Robert Horan. Keith Douglas, Adrian Mitchell,
E.E. Cummings, William Blake, Byron Vaza-kes, Kenneth Rexroth, Richard Wilbur,
David Gascoyne, Dylan Thomas, Peter Viereck, Ferlinghetti, Buffy St. Mary,
Peter Brovvn, Laurence Durrell, Bob Dylan, Leonard Cohen.
Bu gruptakiler de, aynı çevre bunalımını işleyip
uygarlığın ve getireceği birtakım Pragmatist sonuçların, kişiyi
kişiliksizleştireceğini savunuyorlar.
CUMHURİYET, 11 Ağustos 1970. Sayfa 4 (s.53-59)
ALTINDAL Aytunç [Kitap]. - Haşhaş ve Emperyalizm Alfa Yayınları İstanbul
Ağustos 2007.
OSMAN NURİ KOÇTÜRK:
1918’de İzmir’in, Karşıyaka ilçesinde annesi Naime Hanım ve babası Sadi
Bey’in ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Sadi Bey’in Karşıyaka’da bostan
ve zeytinlikleri vardı. Gelirleri üretim koşullarına göre dalgalanan orta halli
bir aile idiler.. Osman Nuri Koçtürk, ilk öğrenimini Karşıyaka İlkokulu’nda ve
orta öğrenimini İzmir Erkek Lisesin’de tamamladı. Yüksek öğrenimi için
Ankara’yı seçen Osman Nuri Koçtürk 1943 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner
Hekimliği Fakültesinden askeri veteriner olarak mezun oldu. Aynı yıl İzmir’den
nişanlı olduğu Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu mezunu, Ev İdaresi ve Yemek
ögretmeni Sabire Yaylalı ile evlendi. Bu evlilikten, Tahire (1945) ve Cafer
(1954) iki çocuğu oldu. Nüket Akça ile yaptığı ikinci evliliğinden de Ata
(1959) adında ikinci bir kız çocuğu dünyaya geldi. Mezuniyetinin ardından, ilk
görev yeri, Mardin-Midyat hudut alayı veterinerliği oldu. 1943-46 yılları
arasında Güney Doğu’da hizmet verdi. Bu görevinin ardından, Ankara’da biokimya
dalında doktora tezini sundu ve doktor unvanını aldı. 1949-1953 yılları
arasında incelemelerde bulunmak üzere ABD’ne gönderildi ve Missouri
Üniversitesi Beslenme Kürsüsünde çalışmalarda bulundu. Ankara’ya döndükten bir
süre sonra askerlik görevinden ayrıldı. Milli Eğitim Bakanlığı, Tarım Bakanlığı
gibi kuruluşlarda çalışmalarda bulunan Osman Nuri Koçtürk, Et ve Balık Kurumu
Genel Müdürlüğü’nde görev yaptı. Bu arada beslenme konusunda bilimsel
içerikli, yayınlar yapmaya ve konferanslar vermeye başladı. Hayatı boyunca
doğru bildiği yoldan şaşmayan ve o nedenle başı dertten bir türlü kurtulamayan
Osman Nuri Koçtürk’ün bilinen ilk isyanı, ABD’nin ”güya!” ilkokul çocuklarının
beslenmesi amacıyla ”yardım” adı altında Türkiye’ye gönderdiği ”üretim
artığı” süt tozlarının kullanımına ve dağıtımına karşı çıkması olmuştur.
Osman Nuri Koçtürk’e göre bize ”yardım” olarak yutturulan bu süt tozlarının
parasını aslında biz zaten ödüyorduk. Üretim artığı bu süttozlarına ”yardım”
denilmesinin nedeni, parayı Amerikan doları olarak doğrudan Amerikan
bankalarına değil de ABD’nin Türkiye’deki banka hesaplarına yatırılmasından
başka birşey değildi. Para yurtdışına çıkmıyor diye Amerika’lılar
”sözümona!” iyilik etmiş oluyorlardı.
Amerikalı çiftçilerin üretim fazlası sütlerine hem para veriyor, hem de
onlardan müteşekkir olmamız bekleniyordu. Üstelik süttozlarına kalite kontrolu
falan da yapılmıyordu. Bu ürünler sıklıkla piyasaya sürülüyor, yoğurt yapımında
kullanılıyor ve tüketici bir kez daha aldatılıyordu. Kaldı ki bizim
süttozuna ihtiyacımız da yoktu, üretim fazlası bu tozlar bizim sütçülüğümüzü de
baltalıyordu.
Osman Nuri Koçtürk bunları her yerde yazdı-çizdi-anlattı ve süttozlarının
itibarı iki paralık oldu.
Osman Nuri Koçtürk’ün ikinci büyük tepkisi, soya ürünleriyle birlikte geldi. 1960 başlarında ABD soya fasulyesi üretiminde dünya birincisi olmuştu ve ABD soya ürünlerine dünya çapında bir pazar açma çabası içindeydi.
Osman Nuri Koçtürk’ün ikinci büyük tepkisi, soya ürünleriyle birlikte geldi. 1960 başlarında ABD soya fasulyesi üretiminde dünya birincisi olmuştu ve ABD soya ürünlerine dünya çapında bir pazar açma çabası içindeydi.
Soya fasulyesi, iyi, kaliteli bir nebati protein, yağ ve posa içeren, çok
yönlü, besleyici, ayrıca toprağı besleyen bir üründü. Amerikalılar soyanın bu
özelliklerini öne çıkararak ”yardım” adı altında Türkiye’ye çok çok ucuza soya
yağı satmaya başladılar. Bu bol kazançlı satış, soya yağının ucuz olması
nedeniyle kamuoyuna yine Amerikan yardımı diye pompalanıyordu...
Piyasalara sunulan ucuz soya yağları ile üretilen ”yerli!” margarin pazarı,
o yıllarda tereyağı gibi katı yağların damar sertliği yaptığı araştırmalarını
ve tezlerini de arkalarına alarak kârlı ve mükemmel bir pazara ilk adımlarını
attılar.
Osman Nuri Koçtürk’e göre, bu gelişmelerle birlikte, damar sertliğine yol
açmayan, her biri ayrı tad, güzellik ve özellikte mis gibi zeytinyağlarının
üretildiği bu canım memlekette, kendi ürettiğimiz değerlerin kıymetini
bileceğimiz yerde, artık soya orjinli margarinlerle beslenmeye başlamıştık.
Üstelik beklenilenin tersine, kalp hastalıkları riski beklenildiği gibi
azalmamış, ciddi bir biçimde artmaya da başlamıştı.
Koçtürk, bu dönemde, soya yağına karşı radyo ve basında mücadelesini
sürdürürken, Türk halkına verdiği mesajlar arasında tarhana çorbasını tavsiye
etmeye başladı. Tarhana çorbasının besleyici değerini halkımıza anlatmaktan
usanmayan KOÇTÜRK, 1960’LI YILLARDA TRT RADYOLARINDA (HENÜZ TELEVİZYON YOKTU)
YAPTIĞI KONUŞMALARDA SIK SIK TARHANAYI GÜNDEME GETİRMESİ NEDENİYLE TÜRKİYE’NİN
ÜÇ OSMAN’INDAN ( POLTİKACI OSMAN BÖLÜKBAŞI:TRT OSMAN, İZMİR BELEDİYE BAŞKANI OSMAN KİBAR: ASFALT OSMAN, BESLENME UZMANI: TARHANA OSMAN) BİRİ OLARAK ANILMAYA
BAŞLANDI.
Yazık ki yerli pazarımızın en değerli ürünlerinden biri olan
zeytinciliğimiz de emperyalizmden beslenen margarincilerinlerin rekabeti
karşısında geriliyor, kan kaybediyordu... Halkımız “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan
giyemem aman..” şarkılarıyla yönlendiriliyor, zeytinliklerimiz sökülmek
isteniyordu...
Margarinlere karşı zeytinyağını savunan Osman Nuri Koçtürk, bu mücadelesine kızan çevreler tarafından Konya’da bir köşeye sıkıştırılarak öldürülmek isteniyor, ancak bu saldırıdan büyük bir şans eseri kurtuluyordu.
Margarinlere karşı zeytinyağını savunan Osman Nuri Koçtürk, bu mücadelesine kızan çevreler tarafından Konya’da bir köşeye sıkıştırılarak öldürülmek isteniyor, ancak bu saldırıdan büyük bir şans eseri kurtuluyordu.
Osman Nuri Koçtürk’ün yönetenlerin hoşuna gitmeyen üçüncü savaşı,
ışınlanmış “SONORA BUĞDAYI” na karşı oluşu idi.
1960’ların ortalarına doğru ABD yeni bir “Yeşil Devrim” projesinin başını
çekiyordu. Bu projeye göre çeşitli hastalıklara karşı direnç kazandırılan
dayanıklı tohumlar, bu tohumlara en uygun gübreler ve ilaçlarla birlikte bir
“paket” seklinde gelişmekte olan ülke üreticilerine gönderilecek, böylece de
bütün dünya yeni bir “yeşil üretim”
tarzına geçecekti.
Elbette, bütün bu örnek tohumlar ve ideal gübreler sadece Amerika’dan satın
alınacaktı. Örnek tohum, Amerika’lı araştırmacılar tarafından Meksika’nın
Sonora bölgesinde geliştirilen “Sonora Buğdayı” idi. Bu tohum yüksek
verim veriyordu ve hastalıklara karşı ışınlanmıştı. Sonora, karşıt
eylemler, direnmeler olmasa idi pilot bölge olarak seçilen Güneydoğu Anadolu’da
bir yerlere ekilecekti.
Hayatı boyunca aldığı tehditlere aldırmadan doğru bildiklerini yüksek sesle
söyleyen Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk, günümüz dünyasında ışınlandırılmış üretim
ürünlerinin artık çoktan yasakladığı bu felaket projesinin sonuçlarını daha o
günlerde görmüş ve engellenmesini sağlamıştır...
Osman Nuri Koçtürk, Türkiye insanının yeterli beslenememesinin
temellerindeki sosyo-ekonomik nedenler üzerine geniş eğitim ve inceleme
faaliyetlerinde bulunmuş, çesitli devlet kademelerinde, üniversitelerde
sürdürdüğü bu faaliyetleriyle de yetinmeyerek, özellikle TÖS (Türkiye
Öğretmenler Sendikası) ve DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları) kanalıyla geniş
kitlelere erişmeyi, ulaşabilmeyi başarmıştı...
Osman Nuri Koçtürk’ün çok sayıda gazete ve dergide yayınlanmış
makalelerinin yanı sıra yirmi civarında kitabı yayınlanmıştır. Bunlar arasında
en çok ilgi uyandıran üç kitabının isimleri:
GIDA EMPERYALİZMİ, SESSİZ SAVAŞ VE AÇLIK KORKUSU’dur.
Osman Nuri Koçtürk’ün özellikle soya yağına gösterdigi tepkiler, 1962
senelerinde Amerikan Soya Birligi davetlisi olarak yaptigi bir ABD gezisinde
kendisine yapilan cazip ”teklif”leri geri çevirmesi ile birlikte ölüm
tehditlerine varan acımasız karşıt tepkileri doğurdu.1966 yılında Tabiî Senatör
Haydar Tunçkanat tarafindan açıklanan ve basında “Türkiye’de Nötralize Listesi”
olarak adlandıran bir CIA raporunda, Türkiye’de pasifize edilmesi gereken
isimlerden biri olarak gösterilen Doç. Dr.Osman Nuri Koçtürk’e profesörluk
unvanın neden verilmediği ise hâlâ sorgulanmaya değer olgular arasında yer
almaktadır.
12 Eylül darbesinden sonra bir süre gözaltında tutulan, horlanan ve
dövülen Osman Nuri Koçtürk, serbest bırakılmasının ardından küskün, içe dönük
bir hayatı yaşamayı tercih etti.
4 Nisan 1994 tarihinde Ankara Ar Sokak (Şimdilerde “ilk hedefiniz
Akdeniz’dir ileri.” denilen sokak zincirinin ilk’inde) vefat etti.
Şimdilerde Ankara’nın Karşıyaka kabristanında ebedi istirahatgâhında
dinleniyor. Ölümünden sonra “Cumhuriyete Kanat Gerenler” arasında anılan Osman
Nuri Koçtürk, Turkiye’nin beslenme sorunlarını ilk olarak ele alan ve insanın
insan tarafından sömürülmesinin biyolojik yönlerini açımlamaya ve anlatmaya
çalışan, memleketimizin yetiştirdiği “ilk” beslenme uzmanımızdır.
Kendisini rahmetle ve şükranla anıyoruz.... Allah
Teâlâ rahmet eylesin. (Amin)
http://osmannurikocturk.com/images/stories/osmannurikocturk.jpg
[2] Bu adı
andıran markalar günümüzde yurdumuzda bulunmaktadır.
[3] Linguistik:
Dil bilimi: Dilbilim veya Belâğat, dilleri inceleyen bilim dalıdır. Bu
incelemeyle ilgilenen kişiye dilbilimci denir. Dilbilim, teorik de uygulamalı
da olabilir.
Genel (veya kuramsal) dilbilim
dillerin yapılarını (dil bilgisi), ve anlamlarını (anlambilim) inceler. Dil
bilgisinin incelenmesi, biçimbilim (sözcüklerin oluşumu ve değişimi) ve söz
dizimini (sözcüklerin ifade veya cümle oluşturmak için bir araya getirilmesi
ile ilgili kurallar) kapsar. Dili sesler aracılığıyla ifade etmek için
kullanılan sistem olan ses bilimi de bu alanın bir parçasıdır.
[4]E. Cleaver, çeşitli ülkelerde kaldıktan sonra 1978'de ABD'ye
döndü. Düşüncelerinde değişiklikler olduğunu söyleyerek bir Boutique açarak
dükkâncı-lığa başladı.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar