HAYVANLAR, İNSANLAR ve TANRILAR
Asıl adı Ferdinand
Antoni Ossendowski olan Polonya asıllı yazar 1876 yılında Rusya'da doğdu,
1945’te Polonya'da (Varşova) öldü. Önce Petersburg, ardından da Paris'te üniversiteye
gitti; 1899 yılına kadar Sorbon'da fizik ve kimya laboratuarlarına devam etti.
Daha sonra Sibirya'ya gitti; Tomsk'da fizik ve kimya hocalığı yaptı. Bahrenk
Boğazı'ndan Kore'ye kadar Pasifik kıyılarında bulunan kömür madenleri konusunda
ihtisas sahibi olan Ossendowski, Sibirya'da kaldığı süre içinde de buradaki
altın madenlerinin çoğunu öğrendi. Rus-Japon Savaşı sırasında (1904-1905) Rus
kurmayının kimya danışmanı oldu ve yakıt yüksek komiseri sıfatıyla hizmet
etti. 1905 devriminde, kısa bir süre için "Rus Uzakdoğusu'nun Devrimci
Hükûmeti"nin başına geçti ve faaliyetlerinden ötürü tutuklandı. Daha
sonra, Birinci Dünya Savaşı sırasında maden araştırmaları yapması için özel bir
görevle Moğolistan'a gönderilmiş ve Moğol dilini öğrenmiştir. Ossendowski,
Petrograd Politeknik Enstitüsü Sanayi Kimya Profesörü olmuş ve ayrıca, Ekonomik
Coğrafya kürsüsü de kendisine verilmiştir. Bundan başka, bir gazetenin de müdürlüğüne
getirilmiş, Rusça ve Leh dilinde teknik incelemeler ve kitaplar yazarak
yayınlamıştır. Bolşevik Devrimi'nden (1917) sonra Amiral Aleksandr Kolçak’ın
tarafını tuttu. Kolçak, onu Sibirya Hükümeti Maliye ve Ziraat Bakanlığı'na getirdi.
Kolçak Hükûmeti'nin devrilmesi ve Kolçak'ın da teslim olması üzerine güneye,
Moğolistan'a kaçmak zorunda kaldı; kaçış esnasında her an ölümle burun buruna
ve vahşî doğanın bağrında yiyeceğini içeceğini tabiatın içinden sağlayarak
geçirdiği günleri anlattığı "Hayvanlar, İnsanlar ve
Tanrılar" isimli eseri bu nefes kesen inisiyatik serüvenin ardından doğmuştur.
İnisiyatik diyoruz, Çünkü kendisi her gününü ölümle burun buruna geçirdiği ve
büyük gayretlerle hayatta kalabilmeyi başarabilmiş olduğu bu sürecin sonunda
hiç ummadığı olaylarla karşılaşmış ve bazı özel bilgilere inisiye edilmiştir.
Dolayısıyla kendisini bu noktaya kadar sevk eden hadiseler hiç de boşuna
değildir, bir tür sınav kimliğindedir. Zaten evrende sebepsiz olan ve kendisi
de bir sonucun sebebini oluşturmayan tek bir zerre, tek bir olay yoktur.
Hayatta hiçbir şey "tesadüfen" niteliğine sahip olamaz, Çünkü tesadüf
diye bir şey yoktur; yalnızca bizlerin bilgisizliğimizden dolayı icat ettiğimiz
böyle bir kelime vardır, o kadar...'
Şimdi
Ossendowski'nin "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar” isimli eserinin
Agarta'ya ilişkin son bölümünü olduğu gibi aktarıyoruz. Kitabın Nasühi
BAYDAR tarafından yapılan çevirisi Akba Kitabevi tarafından 1943 senesinde
Türkiye'de yayınlanmıştır.
-
Durunuz!
Bir gün, Çağan Luk
yakınlarındaki ovadan geçerken Moğol kılavuzum mırıldandı:
-
Durunuz!
Devesinin üstünden
kendini bırakıp yavaşça aşağı kaydı, deve de kendiliğinden yere çöktü.
Moğol, dua
vaziyetinde ellerini yüzüne koyduktan sonra kutlu cümleyi tekrarlamaya
başladı:
-
Om mani padme
hung!
İnşanı hayallere
gömen akşam güneşinin son ışınlan ile aydınlanan bulutsuz göğe kadar ufukta
uzanıp giden taze yeşilliğe bakarak, kendi kendime: "Ne oldu?" dedim.
Moğollar bir süre
dua ettiler, aralarında fısıldaştılar ve develerin kolanlarını (Kolan: Hayvanın semerini veya eyerini
bağlamak için göğsünden aşmlarak sıkılan yassı kemer.) sıktıktan sonra
tekrar yola koyuldular. Kılavuz sordu :
-Gördünüz mu,
korkudan develer kulaklarını nasıl oynatıyor, ovadaki at sürüsü nasıl
hareketsiz ve tetikte duruyor, koyunlar ve sığırlar nasıl toprağa
yatıyorlardı? Kuşların uçmaz, tarla farelerinin koşmaz ve köpeklerin havlamaz
olduklarına dikkat ettiniz mi? Hava hafif hafif titriyor ve insanların,
hayvahların, kuşların yüreğine işleyen bir şarkının nağmelerini uzaklardan
getiriyordu. Yeryüzü ile gökyüzü nefes alrriryorlardr. Rüzgâr esmiyor, güneş
ilerleyişini durduruyordu. Böyle bir anda, gizlice koyunlara yaklaşan kurt o
sinsi yürüyüşünden vazgeçer; ürkek antilop sürüsü o çılgınca koşusunu
ağrrlaştırır; koyunun boğazını uçurmaya hazır olan bıçak çobanın elinden düşer;
yırtıcı insan, kuşkusuz olan isalga kekliğinin ardındaki sürünerek
ilerleyişini bırakır. Bütün canlı yaratıklar korkuya kapılırlar, dua için ister
istemez diz çöküp başlarına geleceği beklerler. Demin olan da işte buydu. Demin
olan da, Dünya Kralı'nın yeraltındaki sarayında dünya milletlerinin alın
yazısını öğrenmek için her dua edişinde meydana gelen olaydır.)] . Kültürsüz, basit
bir çoban olan ihtiyar Moğol işte bunları söyledi.
Moğolistan, çıplak
ve korkunç dağlan, üzerlerine ata kemikleri serpilmiş uçsuz bucaksız ovalarıyla
sırrı doğurmuştur. Doğanın kasırgalı ihtiraslarından ürken veya onun ölüm
sessizliği içinde uyuyupkalan buraların halkı bu sırrın derinliğini sezmekte,
sarı ve kızıl lamalar onu muhafaza edip şiirleştirmekte, Lhassa ile Urga'daki
ruhanî reisler ise ilmini ve sahipliğini gizlemektedirler
Orta Asya'ya
yolculuğumda ilk kez olarak başka bir isim vermem mümkün olmayan "sırların
sırrı"nı öğrendim. Başlangıçta ona fazla önem vermiyordum, ancak sınırlı bir bölge içinde
kalmış ve üzerinde tartışılması mümkün olan bazı kanıtları inceledikten ve
birbirleriyle kıyasladıktan sonra öneminin farkına vardım. ,
Amil Irmağı
kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir efsane naklettiler: "Bir Moğol
kabilesi Cengiz Han'ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir yeraltı
ülkesinde gizlendi. (Daha sonraları Nogan Kul gölü dolaylarındaki soyotlardan
biri bana, Agarti Devleti'ne kapı hizmeti gören ve içinden duman bulutları
yükselen bir delik gösterdi.) Bir zamanlar bir avcı bu kapıdan, devlet
sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı.
Sırların sırrından bahsetmesine engel olmak için lamalar onun dilini kestiler.
Avcı, ihtiyarlığında mağaraya döndü ve anısı onun göçebe kalbine haz ve neşe
vermiş olan yeraltı devleti içinde kayboldu."
Narabanşi Kür Hutuktusu (Hutuktu: Lamaist
rahiplerinde en yüksek rütbe. Bedenlenmiş Tanrı; Azîz, veli) Celil Camsrap'ın
ağzından daha fazla bilgi aldım. O bana, yeraltı devletinden çıkıp dünyaya
gelen kudretli Dünya Kralı’nın ortaya çıkışım, mucizelerini ve kehanetlerini
anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu efsanede, bu ipnozda, bu ortak
hayalde ya da her ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, yalnızca bir sır değil,
Asya'nın siyasî hayatının gidişine etki edebilecek gerçek ve egemen bir güç
gizliydi. O andan itibaren araştırmalarıma devam ettim.
Prens Şultun
Beyli'nin gözdesi Lama Gelong ile prensin kendisi bana yeraltı devletini tarif
ettiler. Lama Gelong dedi ki:,
-
Dünyada her şey, milletler, yasalar ve
âdetler, devamlı bir başkalaşım ve dönüşüm halindedir. Ne kadar büyük imparatorluklar
ve ne kadar parlak kültürler yok olmuştur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey
varsa, o da habis ruhların aracı olan kötülüktür. Altı bin yıldan fazla bir
zaman önce saygıdeğer bir kişi bütün bir kabile ile beraber toprağın içinde
kayboldu ve yeryüzüne bir daha çıkmadı. Bununla beraber, o zamandan sonra
birçok kimse, Çakya Muni, Under, Gegen, Paspa, Babür
ve diğerleri yeraltı devletini ziyaret etti. Bu yerin nerede
bulunduğunu bilen de yok. Kimi Afganistan, kimi Hindistan der. Bu bölgelerin
bütün insanları kötülüğe karşı korunmuşlardır. Ve sınırlan içinde cinayet yoktur.
Bilgi sessizce gelişmiş, hiçbir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir.
Yeraltı ahalisi bilimin en yüksek katına erişmiştir. Şimdi o milyonlarca uyruğu
olan büyük bir devlettir ki üzerinde Dünya Kralı saltanat sürer. Dünya Kralı
ise, doğanın bütün kuvvetlerini bilir, bütün insânların kalplerini ve kaderin
büyük kitabını okur. Göze görünmediği hâlde her emrini yerine getirmeye hazır
yüz milyon kişiye hükmeder..
Prens Şultun Beyli
ekledi:
-
Bu
devlet Agarti’dir. Bütün dünyanın yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider.
Bilgin bir Çin Laması'nın Bogdo Han' a, Amerika'da ne kadar yeraltı mağarası
varsa hepsinin toprak içinde gözden kaybolup gitmiş eski bir millet tarafından
iskân edilmiş olduğundan söz ettiğini duydum. Bu milletleri ve bu yeraltı
mesafelerini Dünya Kralı'nın hâkimiyetini tanıtan şefler yönetirler. Bunda
olağanüstü bir şey yoktur. Batıdaki ve doğudaki en büyük okyanuslarda bir
zamanlar iki kıta bulunduğunu bilirsiniz. Bunlar sular altında kayboldularsa da
üzerlerinde yaşayanlar yeraltı devletine geçmişlerdir. Derin mağaralar,
bitkilerin büyümesini sağlayıp, halka hastalıksız ve uzun bir hayat veren bir
ışıkla aydmlanmaktadır. Burada sayısız millet ve kavim yaşar. Nepalli
ihtiyar bir Brahman, Cengiz'in eski krallığı Siyam’a Tanrıların iradesiyle
seyahat ederken bir balıkçıya rastladı. Bu balıkçı ona, kayığına binip
kendisi ile birlikte denize açılmasını emretti. Bunlar üçüncü gün, iki ayrı
lisanı ayrı ayrı konuşabilen iki dilli bir insan cinsinin yaşadığı bir adaya
vardılar. Buradaki adamlar onlara garip hayvanlar, ön altı ayağı ve tek gözü
olan kaplumbağalar, eti çok lezzetli kocaman yılanlar, sahipleri için denizde
balık tutan dişlikuşlar gösterdiler. Yeraltı devletinden geldiklerini söyleyip
bu devletin bazı bölgelerini betimlediler..
Benimle beraber
Pekin-Urga yolculuğunu yapmış olan Lama Turgut daha başka açıklamalarda
bulundu:
-
Agarti'nin başkentinin çevresinde büyük
rahiplerle bilginlerin oturdukları şehirler vardır. Başkent, tapınaklar ve
manastırlarla örtülü-dağın tepesinde Dalay Lama'nın sarayı Potala’nın
bulunduğu Lhassayı anımsatır. Dünya Kralı'nın tahtı etrafında bedene bürünmüş
iki milyon Tanrı adamı durur. Bunlar aziz panditalardır. Sarayın kendisi de
yeryüzünün, cehennemin ve gökyüzünün, görünür ve görünmez kuvvetlerine sahip
olup, insanların ölüm ve dirimleri bakrmından her şey iktidarlarında bulunan
Gorolar'ın sarayları tarafından kuşatılmıştır. Şayet bizim çılgın beşeriyetimiz
onlara karşı savaşa kalkışacak olursa, bunlar gezegenimizin yüzünü hallaç
pamuğu gibi atıp önu çöle çevirebilirlerdi Onlar denizleri kurutabilir,
kıtalarr okyanus hâline getirebilir ve çölün kumları arasına dağları
serpiştirebilirler. Onlar emir verince ağaçlar, otlar ve çalılar biter,
yaşlılar ve zayıf kimseler gençleşip kuvvetlenir ve ölüler dirilirler. Onlar bizim
bilmediğimiz garip arabalara binip gezegenimizin dar geçitlerinden hızla
geçerler. Hindistan'rn bazı Brahmanlan ile Tibet'in bazı Dalay Lamaları, henüz
hiçbir insan ayağının basmamış olduğu yüce dağlara tırmanmayı başardıkları zaman
buralarda kayalara oyulmuş yazılar, ayaklar ve araba tekerlekleri tarafından
bırakılmış izler buldular. Aziz Çakya Muni bir dağ başında, öyle taş tabletler
buldu ki, ancak olgun bir yaşa gelince bunların mânâlarını anlayabildi. Ve
sonra Agarti Krallığı'na girerek, oradan hafızasında saklamış olduğu kutlu
bilim kırpıntılarını getirdi. İşte orada, harikalı billur köşklerde,
inananların göze görünmez şefleri otururlar: Dünya Kralı Brahitma, ki benim
sizinle görüştüğüm gibi Tanrı ile görüşür; Mahitma, ki geleceğe ait olayları
bilir; Mahinga, ki bu olayların nedenlerini sevk ve idare eder.
Kutsal panditalar, dünyayı ve onun kuvvetlerini incelerler. Bazen,
aralarından en bilgin olanlar biraraya gelip insan bakışının hiç ulaşmamış
olduğu yerlere elçiler gönderirler. Bunu, sekiz yüz elli yıl önce yaşamış olan
Taşi-Lama betimlemiştir. En yüksek panditalar, bir ellerini daha genç rahiplerin
gözlerine ve öteki ellerini de enselerine temas ettirip onlan derin bir uykuya
daldınr, vücutlarını bir bitki suyu ile yıkar, acıya karşı duygusuzlaştınr,
bedenlerini sihirli bezlerle sarar ve sonra kudretli Tanrı'ya dua etmeye
başlarlar. Taş kesilip yatan, gözleri açık ve kulakları hisli delikanlılar her
şeyi görür, işitir ve hatırlarlar. Sonra onların yanına gelip gözlerini
üstlerine dikerler ve onların da bedenleri yavaşça yerden yükselir ve daha
sonra kaybolurlar
(Astral teleportasyon.)
-
Goro oturduğu yerde
kalıp, onları nereye göndermişse bakışlarını da o taraftan ayırmaz. Göze
görünmez iplikler (Gümüşî kordon,) onları Goro’nun iradesine bağlı
tutarlar. Bazıları gezegenler arasında
yolculuk ederek bunlardaki olayları, tanınmayan milletleri, hayatı ve yasaları
incelerler. Görüşmeleri dinler, kitapları okur, talihleri ve talihsizlikleri,
sevapları ve günahları, zühdü ve fıskı öğrenirler... Bazılan da aleve
katılırlar ve durup dinlenmeksizin mücadele eden, gezegenlerin derinj
liklerinde madenleri eritip çekiçleyen, gayzerleri ve sıcak su kaynaklarını
kaynatan, ergime hâline getirdiği kayalan dağ başlarındaki deliklerden
yeryüzüne atan, hiddetli ve merhametsiz ateş yaratıcısını görürler. Bir kısmı
ise, son derece küçük, doğar doğmaz ölen ve şeffaf olan yaratıklar arasına
karışıp bunların varlıklarının sırrına ve hedefine erer, bir kısmı da denizin
derinliklerine dalan ve rüzgârları, dalgaları, fırtınaları idare ederek toprağa
iyi sıcağı getirip yayan şualar ülkesinin akıllı ve uslu mahlûklarını
incelerler. Erdeni-Cu Manastırında bir zamanlar, Agarti’den gelmiş olan panditâ
Hutuktu yaşardı. Ölürken, Goro’nun buyruğu doğrultusun: da, doğuda
kırmızı bir gezegende yaşamış, buzlarla örtülü okyanus üzerinde uçmuş ve yerin
dibinde yanan kasırgalı ateşler arasından gelip geçmiş olduğunu açıkladı.
Prens yurtaları ile Lamaist manastırlarında dinlediğim hikâyeler işte
bunlardır. Bunlar bana anlatılırken takınılan tavır. -
Sır bu... .
Urga'da kaldığım
süre içinde bu Dünya Kralı efsanesine bir açıklama bulmaya çalıştım. Bana en
iyi bilgi verebilecek olan kişi, tabiî ki yaşayan Buda idi. Kendisini bu konuda
konuşturmaya çalıştım. Bir görüşmemiz sırasında Dünya Kralı
adını ortaya attım. Ruhanî reis, başını birdenbire benim tarafıma çevirdi. Hareketsiz ve cansız
gözlerini üzerime dikti. İster istemez sustum. Sessizlik uzadı ve reis
konuşmamıza yeniden öyle bir tarzda başladı ki, bu konuya yanaşmak
istemediğini anladım. Sözlerimin yanımızda bulunanlar ve özellikle de Bogdo
Han'ın kütüphanecisi üzerinde yapmış olduğu etkiyi, yüzlerindeki şaşkınlık ve
korku belirtilerinden fark ettim. Bu durumun beni daha çok şeyler öğrenmek konusunda
iyice sabırsızlandırmış olduğu kolayca tahmin edilebilir.
Bogdo Hutuktu’nun
çalışma odasından çıkarken benden önce ayrılmış olan kütüphaneciye
rastlayarak, yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme razı olup olmayacağını
sordum. Bunu sorarken de basit bir hileye başvurdum:
-
Bilir misiniz ki aziz lamam, bir gün Dünya
Kralı’nın Tanrı ile görüştüğü saatte ovada bulunuyordum; o anın heyecan
verici görkemini hissettim, dedim.
İhtiyar lama beni
hayrete düşüren bir sükûnetle yanıtladı:
-
Budizm'in ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi
doğru değildir. İnsanlardan en saygıdeğerinin ve en iyisinin, mutlu ülkenin,
kutsal ilim tapınağının bilinip tanınmalan biz günahkârların kalplerimiz ve
bozuşmaya uğramış hayatlanmız için öyle bir tesellidir ki, bunu insanlıktan
saklamak bir günah olurdu, İlâve etti:
-
İşte, dinleyiniz: Dünya Kralı, bütün yıl,
Agarti panditaları ve Goroları'nın vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız,
bazı zamanlar, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki
tapınağa gider. Bu mağara daima karanlıksa da, Dünya Kralı içeri girer girmez
duvarlarda ateşten çizgiler belirip, sandukanın kapağından da alevler çıkmaya
başlar. Gorolar’ın en eskisi, başı ve yüzü örtülü, elleri de göğsünde
kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro, örtüyü yüzünden hiç kaldırmaz:
Çünkü başı, hareketli gözler ve konuşan bir dil ile çıplak bir kafatasından
ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olanların ruhları ile temas kurar.
Dünya Kralı uzun bir
süre söyler ve sonra, ellerini ileri doğru uzatarak sandukaya yaklaşır. Alevler
daha da parlar, duvarlardaki ateş çizgileri yanıp söner ve birbirine geçerek Vatannan
alfabesinin esrarlı işaretlerini meydana getirirler. Sandukadan, göze ancak
görünen saydam ışık şeritleri çıkmaya başlar. Bunlar, onun selefinin
düşünceleridir. Bir süre sonra, Dünya Kralı bu ışığın hâlesi içindedir ve
ateşten harfler, duvarlara, Tanrı’nın arzu ve emirlerini durmadan yazar, yazar,
yazarlar. O esnada Dünya Kralı, insanlığın kaderine bütün hükmedenlerin
düşünceleri ile temas hâlindedir: Kralların, çarların, hanların, şavaşçı
şeflerin, büyük rahiplerin, bilginlerin, kudretli kimselerin düşünceleri ile...
O, bunların niyet ve fikirlerini öğrenir. Bu niyet ve fikirler Tanrı’nın hoşuna
gidiyorsa, Dünya Kralı bunları görünmez yardımı ile gerçekleştirecektir;
Tanrı'nın hoşuna gitmiyorsa, başarısızlığa uğramalarını sağlayacaktır. Bu kudreti
Agarti'ye esrarlı Om bilimi vermektedir; Om ki, bütün dualarımıza bu sözle
başlarız, eski bir azizin adıdır. Om, üç yüz bin yıl önce yaşamış olan ilk
Goro'dur. O, Tanrı'yı tanıyan, beşeriyete inanmayı, umutlanmayı ve kötülükle
savaşmayı öğreten ilk insan olmuştur. Tanrı ona, göze görünür dünyayı idare
eden kuvvetlere hükmetmek kudretini o zaman verdi.
Dünya Kralı, selefi
ile görüştükten sonra, büyük Tanrı kurultayını toplar, büyük adamların fiil ve
fikirlerini muhakeme eder, onlara yardım eder veya karşı gelir. Mahitma ile
Mahinga, dünyayı yöneten nedenler arasında bu fiil ve fikirleri bulurlar. Daha
sonra, Dünya Kralı büyük tapmağa girip yalnız başına dua eder ve alevler
arasında da ağır ağir Tanrı'nın yüzü meydana çıkar. Dünya Kralı, Tanrı'ya,
saygı içinde kurultayın kararlarını bildirir ve en kudretliden karşılık olarak
İlâhî emirlerini alır. Tapınaktan çıktığı zaman Dünya Kralı’nın yüzünde Tanrı
ışığı pınl pırıl parlar.
- Sordum:
-
Dünya Kralı’nı kimse gördü mü?
Lama yanıtladı:
-
Evet. Siyam ile Hint'te yapılan eski
Budizm törenlerinde Dünya Kralı tam beş kez göründü. Beyaz fillerin çektiği altın,
kıymetli taş ve ince kumaşlarla süslü çok güzel bir araba dâydı. Beyaz bir
cüppeye sannmışü ve başındaki taçtan sarkan elmas dizileri yüzünü örtüyordu.
Üstünde bir kuzu duran altın bir küre ile halkı takdis etti: Dünya Kralı'nın
gözleri ne tarafa çevrildi ise, o taraftaki körler gördü, sağırlar işitti,
kötürümler yürüdü ve ölüler mezarlarından ayağa kalktılar. Yüz elli yıl önce O,
Erden-Cu'da göründü ve eski Sakkay Manastırı ile Narabanşi Kür'ü de ziyaret
etti.
Bizim yaşayan
Budalar'dan biri ile Taşi-Lamalar'dan biri ondan altın levhacıklar üzerine
bilinmeyen harflerle yazılmış mektuplar aldılar. Bu işaretleri kimse
okuyamazdı. Taşi-Lama, tapınağa girip başına altın levhacığı koyarak duaya
başladı. Dünya Kralı'nın düşünceleri bu dua sayesinde beynine işledi ve
anlaşılmaz işaretleri okumaksızm Kral’ın mektubunu anlayıp dediklerini yaptı.
-
Kaç kişi Agarti'ye gitti?
-
Pek çok kişi. Fakat bütün bu adamlar,
gördükleri sırlan gizlediler. Oletler Lhassa'yı yıktıkları zaman, güneybatıdaki
dağlarda bulunan müfrezelerinden biri Agarti sınırlarına kadar gitti. Burada
esrarlı bilimleri öğrenip yeryüzüne getirdi. İşte bu yüzden Oletler ile
Kalmuklar, usta büyücü ve kâhindirler. Doğunun birkaç esmer kabilesi de
Agarti'ye girip birkaç asır yaşadı. Bunlar daha sonralan bu devletten kovulup
yeryüzüne dönerek iskambil (Tarot) ile, otlarla ve el çizgileri ile falcılığın
sırlarını naklettiler. Bunlar, çingenelerdir. Asya'nın kuzeyinde bir yerde,
ortadan kalkmak üzere olan bir kabile vardır ki, Agarti mağarasında bir süre
yaşamıştır. Bu kabileden olanlar, ölülerin ruhlan havada uçtukları zaman
onları çağırmayı bilirler.
Lama bir süre sustu.
Ardından, düşüncelerime cevap veriyormuşcasına devam etti:
-
Agarti'de bilginler, gezegenlerimizle
diğer bütün dünyalardaki ilmi, taş levhacıklara yazarlar. Çin Budist bilginleri
bundan çok iyi anlarlar. Bilgide en yüksek ve en saf olanıdır. Her asırda, yüz
Çin bilgini deniz kıyısında gizli bir yerde toplanır. Derinlerden yüz ölümsüz
kaplumbağa çıkar. Çinliler bunların kabuğu üstüne, asrın İlâhî ilminin
hükümlerini kaydederler.
Bu bana, Pekin'deki
Gök mabedinin ihtiyar bir rahibi tarafından anlatılan hikâyeyi hatırlattı.
Rahip, kaplumbağaların havasız ve gıdasız üç bin sene yaşadıklarını ve Mavi
Gök tapınağı direklerinin -tahtayı, çürümeden korumak maksadıylacanlı
kaplumbağalar üstüne yerleştirilmiş olduğunu söylüyordu.
Kütüphaneci Lama:
-
Urga ve Lhassa'daki ruhanî reisler Dünya
Kralı’na elçiler gönderdilerse de kendisini bulmak mümkün olamadı. Yalnız
Tibetli bir şef Oletler ile yapılan bir savaştan sonra "Bu kapı
Agarti'ye açılır." yazısını taşıyan mağarayı buldu. Mağaradan
yakışıklı bir adam çıkıp ona, esrarengiz işaretleri olan bir altın levhacık
verdi ve: "Bütün iyileri kötülere karşı
savaştırmak zamanı gelince, Dünya Kralı insanlara görünecektir. Fakat, henüz o
zaman gelmedi. İnsanların en kötüleri henüz doğmadı.” dedi. Şiyang-Şun
Baron Ungern, genç Prens Punzig'i elçi olarak Dünya Kralı’nin yanma gönderdi:
ancak o, Dalay Lama'nın bir mektubu ile geri geldi. Baron onu bir daha
gönderdi. Bir daha dönmedi..
Narabanşi Hutuktusu,
1921 yılında kendisini manastırında ziyaretim sırasında bana şunu anlattı:
Dünya Kralı, otuz
yıl önce manastırımızda Tanrı’nın yaiunlığma erişmiş lamalara göründüğünde,
gelecek elli yıl hakkında kehanette bulundu. İşte bu kehanet: "İnsanlar
ruhlarını gittikçe unutup bedenleri ile meşgul olacaklar. Yeryüzünde büyük bir
ahlâk bozukluğu hüküm sürecek. İnsanlar, kardeş kanına susamış yırtıcı
hayvanlara benzeyecek, büyük ve küçük kralların taçlan düşecek: Bir, iki, üç,
dört, beş, altı, yedi, sekiz... Bütün milletler arasında korkunç bir savaş
olacak; okyanuslar kızaracak... Toprağın üstü ile denizlerin dibi kemikle
dolacak... Devletler parçalanacak... Milletler toptan ölecek... Dünyanın
şimdiye kadar hiç görmediği açlık, hastalık ve yasaların bilmediği
cinayetler...
O zaman, insanlar arasında Tanrı’nın
ve ilâhî ruhun düşmanlan ortaya çıkacaklar... Unutulmuş, zulüm görmüş olanlar
ayaklanacak ve bütün dünyanın dikkatini üzerlerine çekecekler, sisler ve
fırtınalar olacak. Çıplak dağlar ormanla örtünecekler. Yer sarsılacak...
Milyonlarca insan, esaret zincirleri ile hakaretleri açlık, hastalık ve ölümle
değiş tokuş edecek. Eski yollar, bir yerden başka bir yere göçen kalabalıklarla
dolacak. En büyük, en güzel şehirler ateşle yok olacak... Bir, iki, üç... baba
oğulu, kardeş kardeşi, ana kızı aleyhine yürüyecek. Sefihlik (Zevk ve
eğlenceye düşkünlük.), canilik, bedenin ve ruhun yıkılışı arkadan
gelecek... On bin kişiden yalnız biri sağ kalacak... Ö da çıplak, deli,
dermansız olacak ve kendine ne ev kurabilecek, ne de yiyecek bulabilecek...
Kuduz bir kurt gibi uluyacak, leşleri kemirecek, kendi etini dişleyecek ve
Tanrı'ya meydan okuyacak... Bütün toprak boşalacak, Tanrı ondan yüz çevirecek,
dünyayı yalnız karanlık ve ölüm kaplayacak. O; zaman,..göndereceğimı
-şimdi tanınmayanbir kavim, cinnet ve alçaklığın zararlı otlarını koparıp
atacak ve insanlık zihniyetine sadık kalmış olanları kötülüğe karşı savaşa
götürecek. Bunlar, milletlerin ölümü ile temizlenmiş olan dünyada yeni bir
hayat kuracaklar. Ellinci yılda yalnız üç büyük devlet ortaya çıkarak, yetmiş bir
sene mutlu yaşayacaklar. Ondan sonra on sekiz yıl boyunca savaş ve tahrip devam
edecek. O zaman, Agarti halkı yeraltı mağaralarından, çıkıp dünyada görünecek.
Daha sonraları, doğu Moğolistan'dan
Pekin'e doğru seyahat ederken kendi kendime sordum:
-
Ne olurdu? Ayn renk, din ve ırklardan
milletler Batı'ya göç etmeye başlasalardı ne olurdu?
Şimdi bu son
satırları yazarken, gözlerim ister istemez, gelişigüzel yolculuklarımın
izlerini taşıyan Asya'nın bu sonsuz orta kısmına doğru dönüyor. Kar tipileri
ya da Gobi'nin kum fırtınaları arasından ince parmaklı eli ile ufku göstererek,
sakin bir sesle bana samimî fikirlerinin sırrını veren Narabanşi Hutuktusu'nun
yüzünü görüyorum.
Karakurum
yakınlarında, Ubsa-Nor kıyılarında, türlü renkli geniş karargâhları, at ve
davar sürülerini, şeflerin mavi yurtalarını görüyorum. Üst tarafta Cengiz
Han'ın, Tibet, Siyam, Afganistan kralları ile Hint racalarının sancaklarını;
hanların ve Oletler'in armalarım; kuzeydeki Moğol kabilelerinin sade
işaretlerini görüyorum. Telâşlı kalabalığın gürültüsünü işitmiyorum. Türkü
çağıranlar, dağların, ovaların ve çöllerin gamlı havalarını söylemiyorlar. Genç
süvariler hızlı hareketlerle atlarına binip dörtnala kalkmaktan hoşlanmıyorlar...
Sayısız ihtiyar, kadın ve çocuk kalabalıkları var ve daha ötede, kuzeyde ve
batıda, gözün görebileceği uzaklıklara kadar gökyüzü alev gibi kırmızı:
Yangının gürültü ve çatırtısı, döğüşün vahşî gürültüsü işitiliyor. Kıpkızıl
gök altında kendi kanlarını ve başkalarının kanım döken bu savaşçıları kim güdüyor?
Kim güdüyor bu silâhsız ihtiyarlar kalabalığını? Sert bir düzen; hedefin,
sabrın, ısrarın derin ve dinî bir anlayışım, milletlerin yeni bir göçüşünü,
Moğollar'ın son yürüyüşünü görüyorum.Karma, mümkündür ki tarihin yeni bir
sayfasını açmıştır..
Ya Dünya Kralı da
onlarla beraberse ne olacaktır? Ancak, bu ulu sırların sırrı derin suskunluğunu
koruyor.
1929 senesinde
Paris'te doğan Serge Hutin, değerli bir
araştırmacı ve bir yazardır. Kendisinin başlıca uğraşım teşkil eden
"olağandışı", "tuhaf' ve "esrarengiz" fenomenlerle ilgili
pek çok araştırmaları, makaleleri ve kitapları yayınlanmıştır. Aşağıda Agarta
ile ilgili bölümünü aktardığımız "Yeraltı Âlemlerinden Dünyanın
Kralı'na" adlı eserinde, René Guénon'un, beşeriyetin okült
yönetiminin varlığına ilişkin olarak tradisyonlarm derinliklerinde
gerçekleştirdiği ayrıntılı araştırmasını bir kez daha, ancak kanıtları bu kez
daha çok fizik boyuttakilerden seçerek âdeta yinelemiştir. Dolayısıyla
inisiyatik amaçla kullanılan mağaraların, Büyük Piramit'in, katedrallerin
labirentlerinin yalnızca firavunun, Katarlar’ın ve Tampliye tarikatının
hâzinelerini gizlemediği, aynı zamanda Büyük İnisiyeler'in sırlarını da
içerdiği ortaya çıkmakta, yeıyüzünün topografyası bambaşka bir sembol olarak
belirivermektedir. Bunların ardından, Serge Hutin bu defa, Yüce İnisiyeler'in
"efsanevî" Atlantis, Mu, Hipegborea, Lemuıya kıtalarının mirasının
koruyucuları olduklaıim ve insanlığı hayat çarkının dönüşünde şaşmaz bir Büyük
Hedefe doğru sevk etmekte ve yönetmekte olduklarım çeşitli kanıtlarla ortaya
koymaktadır. Bunu da, tarihte olayların akışını değiştirmiş olan güçlü okült
grupların ve esrarengiz, kişiliklerin sıradışı faaliyetlerini açıklayarak
yapmaktadır. ) Bununla bağlantılı olarak, Agarta ve Dünya Kralı konusuna
ayrıntılı olarak değinmiş ve kitabın sonunda bir hayli aydınlatıcı açıklamalara
yer vermiştir. Kitabın bu son bölümünü olduğu gibi aktarıyoruz.
Raymond Bemard (Üstat Raymond Bemard, Fransız
Roskruvaları'nın o dönemdeki (1966) başkanıdır.) 'Tuhaf Olanla
Karşılaşmalar" adlı kitabında (17-18) bizlere şu açıklamalarda
bulunmaktadır:
"Tradisyon,
dünyanın okült bir yönetimi olduğundan söz etmekten asla vazgeçmemiştir ve bu
yönetime çağlar boyunca pek çok isimler verilmiş ve ikamet yeri olarak da değişik
yerler gösterilmiştir."
Aynı yazar, ardından
şunları belirtiyor:
"Şunu kesin bir şekilde belirtebilirim ki, dünyanın okült yönetimi otuz
seneden beri hiçbir bakımdan artık eskisi gibi değildir. .
Üstelik artık Gobi çölünde de yer almamaktadır. Modem
dünyanın şartlan her bakımdan göz önünde bulundurulmuştur ve zaten de, ağır
bir gelişim içerisinde, yeni şartlara göre sürekli olarak bir ayarlama
yapılmıştır.”
Raymond Bemard’a göre, Saint Yves d'Alveydre'in "Hint
Misyonu" adlı eserinde, Dünya Kralı’nın krallığı olan yeraltı krallığı
Agarta’nın varlığım açıkladığı dönemden bu yana her şeyde büyük bir gelişme
yaşanmıştır:
"... Saint
Yves d'Alveydre, Agarta’nın üzerindeki örtünün bir köşesini tutup
kaldırdığında bunu, eserini yazdığı dönemdeki Agarta’nın kendini dışarıya
takdim edişine, yapısına ve etkinliklerini yürütüşüne göre yapmıştı. Aynı
şekilde diğer güvenilir kaynaklardan da elde edilen bilgilere göre, dünyanın bu
okült yönetiminin 'merkezi' o dönemde Gobi çölünde
sabitleşmiş durumdaydı."
Geçen yüzyılda
yaşamış olan Alman mistiği Anne-Catherine Emmerich, vizyonlarından birinde, Orta Asya’daki Peygamberler
Dağı adı verilen, Dünyanın Kralı’nın erişilmez mekânını görmüştü. (Ayrıca, bir Orta Asya efsanesi olan ve
bizim alışılmış zamanımızın dışında bir yerde bulunan gizli bir lama manastırı
olan Şangrila efsanesi de anımsanabilir. İngiliz romancısı olan James Hfàton
bu konuya "Kayıp Ufuklar" adlı kitabında değinmektedir.)
Saint Yves d'Alveydre'e göre
esrarengiz Agarta Krallığı'nın, Sanskritçe'de, 'Tanrı Ruhu'nda canın
desteği" anlamına gelen Brahatma ya da Brahmatma adı
verilen bir hükümdarı vardır. Marki d'Alveydre, kendisinden şahsen bir mektup
aldığını bile iddia etmektedir.
Saint Yves'e göre Dünyanın Kralı’nın iki
yardımcısı vardı; bunlardan biri "Evrensel Ruh'u temsil ediyordu",
diğeri de "Kozmos'un tüm maddî organizasyonunun sembolü" idi.
Saint Yves d'Alveydre'in
tanıklığına, Ferdinand
Ossendowski'nin Moğolistan'da karşılaşmış olduğu lamalara ve diğer birçok tanıklıklara da
dayanarak, bu esrarengiz Dünyanın Kralı tamamen gerçektir.
Ossendowski'ye göre
ve tuhaf serüvenci Trebitsch Lincoln'a göre bu Dünyanın liralı yalnızca bir
ilâh olmakla kalmayıp, aynı zamanda, insanlığın kaderinin eksiksiz olarak
gerçekleşmesini de görüp gözetmektedir.
Maceraperest
Trebitsch Lincoln 1937 senesinde yayınlanan bir broşürde şu açıklamayı
yapmaktan çekinmiyordu:
"Tibet'te yaşayan Dünyanın Kralı,
siz kokuşmuş Batılılar'a* karşı pek yakında, varlığım henüz bilmediğiniz ve
karşısında tamamen çaresiz kalacağınız güçlerini harekete geçirecektir.".
René Guénon’un, "Dünyanın
Kralı" isimli kitabında aktardıklarına bakılırsa, birtakım şeyleri daha
ayrıntılı biçimde gördüğü bir gerçektir. Dünyanın Kralı'na ilişkin olarak
şunları yazmaktadır (bu ifadesi onu yine de, gözle görülür ve elle tutulur bir
hükümdarın varlığına inanmaktan alıkoymamaktadır: Bu, Agarta'nın Manusu'dur):
"... bu
prensip, kendisi vasıtasıyla ilksel bilgeliğin çağlar boyunca onu alabilecek
kapasitede olanlara ulaştığı, kökeni 'beşerî olmayan' ve kutsal tradisyonun
deposunu bütünüyle muhafaza etmekle görevli bir organizasyonun yeıyüzü âleminde
kurmuş bulunduğu bir ruhsal merkez tarafından tezahür ettirilmekte
olabilir.".
Bu Dünyanın
Kralı, Ferdinand Ossendowski'nin de "Hayvanlar, İnsanlar ve
Tanrılar” isimli kitabında yazdığı gibi, insanlığın okült yönetimi ile
temasta olmalıdır. Bir lama, Ossendowski’ye şöyle der.
'Dünyanın Kralı,
insanlığın kaderini yönetenlerin tümünün de düşünceleri ile bağlantıdadır.
Onların niyetlerini ve fikirlerini bilir. Şayet bu niyet ve düşünceler
Tanrı'nın hoşuna giderse, Dünyanın Kralı görünmez yardımı vasıtasıyla bunları
başarıya ulaştırır; şayet Tanrı'nın hoşuna gitmezlerse, Kral bunların başarısız
olmasını sağlar.
İnsanlar arasındaki
kavgalar, kanlı ve cinayetle sonuçlanan karşıtlıklar sahnesinin önüne dikilen
zıt düşünce ve değerlendirmelere rağmen tarihin yönlenişi ve oluşumu, gerçekte
metotlu üstün bir plânın yansıması mıdır? Agarta’nın hükümdarı olan ünlü Dünya
Kralı'na gelince, burada söz konusu olan bir mitos ya da doğaüstü bir
varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve
kemikten bir şahıstır.
Ayrıca, Dünyanın
Kralı’nın pek çok kereler Orta Asya dâ, Hindistan'da ve Tayland'da, beyaz bir
fil ya da lekesiz bir ata binmiş ve elindeki üzerinde bir kuzu bulunan altın
bir elmadan topuzu olan bir asa ile halkı kutsadığım anlatan bir dizi kesin
tanıklık da mevcuttur. Bu ortaya çıkışlarından biri 1938 senesinde, İngiltere
Kralı VI. George'un Hindistan İmparatoru olarak taç giymesi şerefine yapılan
kutlama törenleri sırasında gerçekleşmiştir: Dünyanın Kralı, Britanyalı
efendilerine bağklık yemini etmek için gelmiş olan Hint hükümdarları (rajalar
ve maharajalar) kortejine şahsen katılmış, ancak o bu boyun eğme
seremonilerinden hiç birine iştirak etmemiştir (Orada hazır
bulunmakla, VI. George'un Hindistan'ın taçını taşıyacak olan son Britanyalı
kral olacağını göstermek istemiş olmalıydı.)..
Ünlü Fransız bayan
seyyah Simone de ViUermont orada hazır bulunuyordu: Tanığı olduğu bu olayı,
Paris'te "Natya inisiyatik merkezi" adına verdiği bir konferans
esnasında, 1957 yılında anlatmıştı.
Kendisini Saint Germain Kontu olarak tanıtan
ve 1972 yılında O. R T. F. (Fransız Radyo Televizyon Kurumu) kameraları önünde
titiz bir denetim altında kurşun bir teli altına dönüştürerek Paris'in
gündemine konu olan Richard Chanfrey de -tıpkı Saint Yves d'Alveydre'in daha
önceden yapmış olduğu gibi Agarta'yı yerin derinliklerine yerleştirmektedir.
İşte, kendisinin Pascal Seuran'a yaptığı açıklamalar (Günümüzde Saint Germain
Kontu (Pierre Belfond, 1973, 167-168). .)
"Agarta, der
Saint Germain, yeraltı dünyasıdır. Çünkü dünyanın içi oyuktur. Büyük Üstatlara
göre Agarta, Hermes’in yirmi iki arkanı (Tarot) ve kutsal alfabenin yirmi iki
harfi içinde Mistik Sıfırı temsil eder. Mistik Sıfır bulunamaz'dır, o her sey
ya da hiçbir şeydir: Uyumsal birlik için her şeydir, onsuz hiçbir şey olmaz.
Agartâ'nın birinci
sahanlığı yerin2400 metre altında bulunun Girişi, insanların, hayvanların ve
yeryüzünün çeşitli bolgelerine serpiştirilmiş olan üslerden gelen aygıtların
geçebilecekleri, yeterli bir büyüklüktedir. Volkanik kökenli doğal kanallar
dünyanın kalbine inerler.
Agarta'nın ilk
salonunun uzunluğu 800 metre, genişliği 420 metre, yüksekliği de 110 metredir.
Bu, içi oyuk bir piramittir.
Bu salondan yeraltı
dünyasına doğru kanallar çıkarsa da Agarta sakinlerinin pek çoğu oralarda
yaşayamazlar, Çünkü oranın atmosferi onlara uygun değildir. Orada korkunç bir
sıcaklık hüküm sürer. Dünyanın merkezinde yaşayanlara gelince, onlar, tıpkı
Saint Germain gibi, doğrudan Atlantisliler'in torunları olan inisiyelerdir.
Bunların pek çoğu
oradan hiç çıkmazlar. Bu kudrete sahip olan azınlık ise özel şartlara göre
ayarlanmış ve onlara yolculukları sırasında yeryüzü atmosferine direnebilme
imkanını sağlayan ’uçandaireler’ vasıtasıyla gerçekleştirilier. Bır kere üsse ulaştılar mı, bundan sonra
dünyaya uyum sağIayabilirler; görünüşte diğer tüm insanlar gibi bir hayat
sürdürebilirler.'''
Çagdâş "Saint
Germain", çeşitli katedrallerin (ve özelliklere Chartres'daki) labirent
yollarında saklı bulunan olağanüstü büyülü sırrı şöyle açıklıyor (Günümüzde
Saint-Gerrnain Kontu (P. Seuran).s. 165-166.):
"Bütün mesaj
iletici yapıya sahip katedrallerde labirent mevcuttur. Labirent, ruhun ve
hayatın dolambaçlarını (kıvrımlarını} temsil eder. Daire olarak değil, düz bir
hat olarak yorumlanmalıdır."
Şayet bunu bir kâğıt
üzerinde açabilecek olsaydık ve resmini yapsaydık, tam olarak titreşim
dalgasının grafiğini oluştururdu. Bu hat, antigravitasyonu ve antimaddeyi açıklayabilirdi.
Tabiî ki bunun katedrallerde daireden başka bir şekil hâlinde olması mümkün
değildir.
Labirent,
anti-ağırlığın anahtarını vermektedir. Ancak, onu yalnizca açildığı zaman venr.
Hiç kimse onu nasıl açıp yayacağını bilmez ve bilemeyecektir de, sadece
inisiyeler hariç ki ben böyleyim. Şayet labirent doğru bir hat hâline
getirilebilseydi, bu altın çağ olurdu..."
Bu olağanüstü
iddianın tüm sorumluluğunu kendisine bırakıyoruz. G.H. Williamson'a göre (Aslanın
Gizli İnleri, 9) Dünyanın Kralı, tufan öncesi insanları arasında hayatta
kalmış olanların sonuncusudur:
"And
Dağları'ndaki bu sitede Büyük Efendi yaşar... O, gezegenimizde devlerin
dolaştıkları devirlerde yeryüzünde yaşamış olan büyük insanların, o Eskilerin
içinden, hayatta kalmış olandır. Onun yönetimi altında 144 kişi çalışmaktadır
ve bunların arasında bazıları, bir zamanlar bu dünyanın 'büyükleri'
olmuşlardır.”
Bu esrarengiz Agarta,
yerin derinliklerinde oldukça uzaklara kadar yayılmrş olmalıydı. İyi ama bu Agarta
adı da nereden geliyordu? Sanskritçe'de agarta sıfatı "ele
geçirilemez" ya da "ulaşılamaz" anlamına gelir. Ancak agarta
sözcüğü aynı zamanda, "uzun gemi" anlamına gelen arga'dan türemiştir
ve "yeraltı bölmesi" anlamına gelmektedir. Ezoteristlerin bir kısmı
böylesine yürekli etimolojiler de vermektedirler.
Agarta’ya götüren başlıca beş
giriş bulunduğu ifade edilir (Daha başka girişleri olması da mümkündür.): Himalayalar'da;
Gobi çölünde, gizli krallığın başkenti Şambala'ya çıkan giriş: Saint
Michel Tepesi'nde; Britanya'daki Broseliyand (Brocéliande) ormanında yer alan
eski kent Néant Petruis'de;
Gize'deki Sfenks'in ayakları arasında. .
Geçen yüzyılın
sonunda, içinde Agarta'nın varlığını açıkladığı "Hint Misyonu"
adlı eserini kaleme aldığı sırada, Saint Yves d’Alveydre, aynı zamanda Fransa Cumhurbaşkanına, İngiltere Kraliçesi’ne ve
Rus Çan'na dünya işlerinin okült denetiminden söz eden mektuplar göndermişti.
Şunu belirtmek gerekir ki, Saint Yves, Asya’nın gelecekteki
uyanışına ilişkin olarak, çarpıcı biçimde gerçekleşmiş olan bir kehanette de
bulunmuştur (Hint Misyonu, s. 167-169.):
"Eğer
İngiltere bu yüzyılın sonunda görüleceği kesin olan bağımsızlık patlamasını
önceden sezip bunu doyuma ulaştırmak yolunda gerekli önlemleri akıllılıkla,
bilgelikle ve insanlıkla almayı başaramazsa, Ruslar’ın, Asya'nın özgürleşmesinin
en müthiş yardımcıları olma durumuna ister istemez sürüklenecekleri gözardı
edilemez." Ve ardından şu uyarda bulunuyordu: "Önümüzdeki 50 yılın sonunda Asya'
nın kendi eski Kelt sentezi ruhunda yeniden doğduğunu göreceksiniz. Onun sizin
tüm çılgınlıklarınızdan kendini bilgece sakındığını, kendini sizden yine sizi
kullanmak suretiyle dikkatlice kurtaracağını göreceksiniz. Ve şayet genel yönetim
sisteminde hâlâ Nemrut düzenine göre devam etmekte ısrar edecek olursanız,
karşılıklı olarak uzuvlarınızı koparmayı sürdüreceksiniz demektir. Siz,
kulaklarını Hristiyanlık vaadinin yumuşak başlı ve ahenkli çağnrılarına tıkamış
olan sizler, Son Hüküm'ün gökgürültüsünü andıran borularını duymaya mecbur
kalacaksınız. Sizin kendi askerî eğitmenlerinizin rehberliğiyle, başta Çin ve
İslâm dünyası olmak üzere Asya, elde silâh, Tanrı’nın egemenliği yasasına olan
bağlılıkları ve uyumlan ölçüsünde kendisini rahatsız edip karıştırmanıza engel
olacak ve İbrahim'in, Musa'nın ve İsa Mesih'in, reddetmiş olacağınız sosyal
ahitlerinin altını imzalamaya sizi mecbur edecektir:.
Agarta'nın yaklaşık
yanm milyarlık bir nüfusa sahip olduğunu açıklamakta tereddüt"eÎmeyen Saint Yves d’Alveydre, aynı
eserinde şunlan da söylüyordu:
"Agarta
nerededir?
Tam olarak hangi
bölgede yer almaktadır?
Oraya girebilmek
için hangi yollardan, hangi milletlerin topraklarından geçmek gerekir?
Bana bu soruyu
sormaktan geri kalmayacak olan diplomatlara ve askerî yetkililere, sinarşik
antlaşma yapılmadıkça ya da en azından imzalanmadıkça yanıt vermemem daha
uygundur. Ancak, tüm Asya boyunca, karşılıklı rekabet hâlinde bulunan bazı güçlerin
bu kutsal ülkenin çok yakınından geçtiklerini ve bundan hiçbir şüphe dahi
duymadıklarını biliyorum. Ayrıca, gerçekleşmesi mümkün bir savaş sırasında
bunların ordularının ya onun içinden ya da çok yakınından geçmek zorunda
kalacaklarını da biliyorum. İşte bu yüzden, tıpkı Agarta'ya olduğu gibi, bu
Avrupalı milletlere de duyduğum dostluk yüzünden, başlamış olduğum ifşaatı
sürdürmekten çekinmiyorum.
Dünyanın Kralı, Orta
Çağ Batı dünyasının ilişki kurabilmek için pek çok girişimde bulunmuş olduğu
ve Frida Wion tarafından (Meçhul Krallık, Rahip Jean ve Agarta İmparatorluğu'mm Tarihî
İncelenirni, s. 7.) aşağıdaki satırlarla yeniden bir portresi çizilen esrarlı Rahip Jean'dan
başkası olamazdı.
'Yüzünden asalet
akan, ağırbaşlı tavırlı, beyaz bir ata binmiş, başında en kıymetli taşlarla
donatılmış ve pırıl pırıl parlayan bir altın taç olan, erguvan kırmızısından
ipek ve nadide kürkler giyinmiş ve sağ elinde zümrütten bir asa tutan, haçın
ve ruhban sınıfının azalarının arkasında giden, maj krallar soyundan gelen bir
kral; Haçlılar'ın Kutsal Toprakları fethedebilmelerine yardım etmek amacıyla
dünyanın dibinden, esrarengiz bir girişten çıkıp gelmiş olan bir kral."
"Bu kral,
rahiptir. O, Süleyman'dan daha güçlüdür, ordulan sayısızdır ve yenilmezdir,
krallığı muazzamdır ve zenginliği efsanevîdir."
"12. yy.’ın
ikinci yansındaki Avrupa'da, halk bu kralı peri masallarındakini andıran bu
görünüm altında tasvir ediyordu; henüz kısa bir zaman öncesine kadar
varlığından bile haberleri yoktu ve gelmekte olduğu onlara bildirilmişti."
Saint Yves
d'Alveydre bizlere Agarta'da kullanılan kutsal yazının varlığını da
açıklamaktadır: Bu yazı vattain ya da vatannan adı verilen alfabe
ile yazılmaktadır. Ayrıca, bizlere Agarta'da bulunan ve tufan öncesi
uygarlıklara ait bütün eski gizli kitatapları biraraya toplayan
fantastik kütüphanelerin varlığını da açıklar:
"Geçmiş
devrelerin (siklusların) kütüphaneleri kadim güney kıtasını diplere gömen
denizlerin altına ve tufan öncesi eski Amerika'nın yeraltı yapılarına kadar
uzanmaktadır."
Asla zarar verilemez
nitelikli saklama yerlerinde, geçmişin olduğu kadar gelecekte de ortaya
çıkacak olan tüm keşifleri, tüm teknik buluşları kaydetmektedir.
Çağ'da Papa III.
Aleksandr’ın, günün birinde Tataristan'dan (Orta Asya) gönderilmiş ve esrarengiz
Rahip Jean imzasını taşıyan bir
mektup almış olduğu tamamen doğrudur. Rahip Jean kendini o mektupta şöyle tanımlıyordu: Dünyanın
tüm krallarının üstünde olan, sınırsız kudrete sahip Kral”
Diğer taraftan,
Agarta'ya ilişkin tradisyonlarda belli sayıda efsanelere ve büyüleyici
mitoslara rastlanması da hayli anlamlıdır: Tüm doğal âfetlerden uzakta olan ve
hatta zaman akışının yıpratıcı etkisine dahi maruz bulunmayan dünyasal bir
merkezî bölgeye, beşeriyetin algı alanının dışında kalan yüce bir inisiyatik
dünya merkezine ilişkin olanlar, yeraltı dünyasına ve oradan yayılan telürik
güçlere ilişkin büyüleyici öyküler gibi... Burada söz konusu olan, sadece
sembolik tradisyonlardan ve basit efsanevî mitoslardan mı ibarettir? Bu konuda
en ayrıntılı yaklaşım René Guénon'a aittir, "Dünyanın
Kralı" isimli kitabında şöyle yazmaktadır.
Tıpkı Amerika'da
olduğu gibi Orta Asya'da da ve hatta belki daha başka yerlerde, içlerinde
kendilerini asırlardan beri ayakta tutmayı başarabilmiş olan inisiyatik
merkezlerin bulunduğu mağaralar ve yeraltı galerileri mevcuttur. Ancak bu
olgunun dışında, bu konuyla alâkalı her şeyde, saptanması hiç de zor olmayan
bir sembolizm kısmı da vardır.
Ve bu inisiyatik
merkezlerin kurulması için yeraltındaki bölgelerin tercih edilmesinin basit
birer önlem neticesi olmayıp, kesin olarak sembolik düzenden kaynaklanan
nedenlere dayandığım düşünmekteyiz.
Raymond Bernard ise, "Tuhaf
Olanla Karşılaşmalar" adlı kitabında (s. 21-23) kendisine, ince tülden
bir sarık taşıyan, kendini Maha (Sanskritçe'de "Büyük"
anlamındadır.) adıyla tanıtan ve tüm dünya işlerini denetleyen Yüce Konsey'in
şefi olarak takdim eden, basbayağı etten ve kemikten, Doğulu bir zat
tarafından yapılan garip ifşaatları anlatmaktadır. Bu esrarengiz Maha,
Agarta'ya ilişkin olarak şu açıklamaları yapmıştır: .
"Agarta’dan
yalnızca söz edildiğini duymuş olabilirsiniz, ancak malesef bu isim bile artık
ona uygun değildir. Gerçek ve kesin isim 'çok az sayıda' insan tarafından
bilinmektedir ve bunun başkalarına söylenmemesi gerekmektedir. Bu isim
A....dır (Gerçek isim bize açıklanmadı. gösterme konusunda zorlanmasından
dolayı meydana gelen önlenemez ve beklenmedik olguları, Yüce Konsey ötelerden
görür.)) Dünyanın okült yönetimi. Bu ifade ne kadar da hatalıdır! Ancak,
bununla beraber Yüce Konsey'i ve onu oluşturan on ikileri ne kadar da
iyi tanımlamaktadır! Tüm çağlarda içine düşülmüş olan bir yanlışlık da. Yüce
Konsey'in üyelerinin ebedî olduklarına inanmak olmuştur. Yüce Konsey
ebedîdir, ama üyeleri tıpkı sizin ve benim gibi ölümlüdür. Onları farklı kılan
bir şey varsa, o da 'bilgileridir'; bilgileri ve bu dünyanın geleceği
hakkındaki olağanüstü vizyonları (rüyetleri) ve kavrayışları! Bir üye öldüğü
zaman, onun yerine geçmek üzere seçilmiş olan üye derhal yerini alır ve üç ay boyunca
selefinin bırakmış olduğu 'bilgi' ve 'deneyim'e alışır. Ayrıca, ilk kez
olarak Yüce Konsey'in biraraya gelmiş olan üyeleri ile temasa geçmiş
olur. Böylelikle, intikal kesilmemiş olur..
Bu Yüce Konsey nedir
ve kudretleri tam olarak nelerdir?
Y. Yüce Konsey, bu
dünyanın evriminde ulaşacağı en son noktayı bilmektedir. Bunun aşamalarını da
bilir. İnisiye çevreleri içindeki bazı inisiyeler bunların bazılarını
tanırlar; örneğin Balık Burcu Çağı ya da Kova Burcu Çağı gibi... Ancak, daha
başkaları da vardır ki, bunları Yüce Konsey'in dışındaki hiç kimse bilemez.
Yüce Konsey'in başlıca rolü ne midir? Herbir aşamanın öngörülen zaman içinde
tamamlanmasını ayarlamak ya da duruma göre işi çabuklaştırmak ya da geciktirmektir.
Yüce Konsey’in, pek tabiî olarak olaylara etkide bulunabilme imkânları
mevcuttur ve beşeriyetin hatasından ve yeni şartlara, orasını burasını
zedelemeden uyum gösterme konusunda zorlanmasından dolayı meydana gelen
önlenemez ve beklenmedik olguları, Yüce Konsey ötelerden görür.
Yüce Konsey,
kendinden daha yukarıda olanın, Görünmez Sürekliliğin ya da diğer bir
ifadesiyle, yüksek bir hiyerarşinin Varlıklarının koludur. Evren öyle
bir birliktir ki her varlık ve her şey onun zincir baklalarından biridir. Bir
husus daha: Yüce Konsey'in üyeleri yılda dört kere, belirli dönemlerde kurul
hâlinde toplanırlar. Ayrıca yıl boyunca, onlardan her biri, şayet arzu ederse
tüm diğerleri ile temas durumuna geçebilir. "
Dernek ki, etten ve
kemikten insanlardan oluşan bu Yüce Konsey, spiralin birbiri ardısıra gelen
devreleri (siklusları) boyunca beşeriyetin bütününün evriminin gerçekleşmesi
için -tesadüfi engeller, karışıklıklar ve çatışmalar da hesaba katılarakbütün
bir plânın engellenemez olan gerçekleşişini görüp gözetmektedir..
Maha’nın ifşaatlarını izlemeye
devam edelim: "Politika, 'insanların’ bir işidir. Tasarılarımızın gerçekleşmesine
kimi zaman hizmet ederse de, kimi zaman bunun tam tersi olur. Tüm dünya
genelinde onu yakından izliyoruz ve ondan kendi sonuçlanmızı çekip çıkanyoruz;
hepsi bu. Doğal olarak, şayet dünya evrimini engelleyecek olursa, o zaman
müdahale ederiz, ama tabiî ki politika ile hiçbir alâkası olmayan yöntemler
vasıtasıyla... Her ne olursa olsun, bunlar daha etkilidirler..
Yüce Konsey'in
üzerinde (Maha'nın ifadesine göre) dünya üstü bir kozmik hiyeraşi mevcuttur:
'Yüce Konsey, A...,
kozmik hiyerarşik bütünlüğün göze görünür birinci zincir baklasıdır; böylece o,
ezelden beri öngörülmüş olan devreler boyunca insanlığın düzenli bir toplum
olarak ahenkli gelişimini görüp gözetmek misyonuna sahip olan, zincirin temel
baklasıdır. Bu devrelerin sayısı 12'dir. Bunlar Zodyak burçlan ile temsil
edilmişlerdir ve yaklaşık olarak 24 000 senelik bir zamana yayılırlar. Bunun
ardından da kolektif ve kişisel yargı ve on iki devrelik yeni bir döneme
başlamak üzere hareket ediş gelir. (Tuhaf Olanla Karşılaşmalar, s. 39.)
Raslantısal
gecikmeler ya da erken bitişler olsa da, dünya yine de bu önüne geçilmez
devreleri izlemektedir, izleyecektir, izlemek zorundadır.
Onlar (Yüce
Konsey'in on iki bilgesi) milletlerin alma ve hazmetme kapasitesine orantılı
olarak uygarlığın dinsel, bilimsel, sanatsal ya da felsefî tüketimine hizmet
etmek zorunda olan şeyleri analiz ederler, ölçüp biçerler, dozunu ayarlarlar
ve süzerler." (F. Wion, Meçhul Krallık, s. 168.)
Yeniden Dünyanın
Kralı'na dönelim.
Saint Yves
d'Alveydre, cumhurbaşkanına, kendisini Agarta’nın yöneticileri ile temasa
geçirmeyi teklif etmekte tereddüt etmemişti (Hint Misyonu, s. 149.) (Başkanın
ona cevap verme lütfunda bulunup bulunmadığı konusunda herhangi bir bilgi
yok.): "Şayet beni çağırtmak konusunda bir karar verirse, ülkemin lideri
için, gizliliğin zorunlu kurallarına rağmen bunu bir istisna olarak kabul etmek
zorunda olduğumu ve buna dayanarak kendisine bazı açıklamalar yapmaktan şeref
duyacağımı şimdiden bildiriyorum. Kendisiyle başbaşa yapacağım görüşmede,
yüksek okullarımızın ödül almış kişileri ya da profesörlerinin arasında Koç
Burcu Sinarşik Üniversitesinde öğretilen bilimleri ve sanatları inceleyip
gerçekliklerini saptamak isteyecek olanların inişiyasyona kabul edilmelerini
Agarta'dan resmen talep etmek amacıyla izlenmesi gereken yolu sözlü olarak
aktaracağım..
Bolşevik devriminden
sonra, maden araştırmaları yapmakta olduğu Sibiıya'dan kaçan Polonyalı Jeolog
Ferdinand Ossendowski'ye, çok yüksek mevkideki bir Moğol lama, Saint Yves
d'Alveydre'ninkileri bütünüyle doğrulayan açıklamalarda bulunur.
Narabanşi Kür
Hutuktusu Çelil Camsrap'ın ağzından daha fazla bilgi aldım. O bana yeraltı
devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli Dünya Kralı’nın ortaya çıkışını,
mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu
efsanede, bu ipnozda, bu ortak hayalde ya da her ne şekilde yorumlanırsa
yorumlansın, yalnızca bir sır değil, Asya'nın siyasî hayatının gidişine etki
edebilecek gerçek ve egemen bir güç gizli idi. " (Hayvanlar, İnsanlar
ve Tanrılar) Gobi çölünün sırlarına gelince, bu konu hiç de öyle uydurma
değildir. Profesör Rameau de Saint
Sauveur, Club Marylen kayıtlarında şu
açıklama da bulunuyordu:
"Bir zamanlar
çevresi kapalı bir deniz olan Gobi çölü, onlar (Baavi'deri gelmiş olan uzaylılar) , tarafından Beyaz Âdâya
da daha doğrusu Yabancı Denizin Beyaz Adası adı
verilmiş olan muhteşem bir adaya sahipti/fîurası-uzaylılarifı önemli bir iniş
noktası oldu. Günümüzde bu adadan geriye, Atis tepesi kalmıştır: Daima aynı
yerde, Moğolistan'da, Güney Altay dağ kollarında, Lob Nor'un (45. paralelin 130
km üstünde) 600 km kuzey doğusunda yer almaktadır. Orada önemli bir yeraltı
galeriler şebekesi vardır: Çin ve SSCB bunu bilmektedirler. Bazılan orada
Agarta’nın gizli bir girişi olduğunu düşünmüşlerdir. Hiç kuşkusuz, tufan
öncesine ait, çok uzaklarda kalmış uygarlıkların tüm mirasını bizlere
birdenbire açıklayıverecek olan şaşırtıcı arkeolojik keşiflerin eşiğinde
bulunuyoruz.
Buna ilişkin olarak,
Amerikalı ünlü medyom Edgar Cayce şu haberi
vermişti ((*) Joseph Müliard, Sırrın Adamı: Edgar Cayce):
1978 senesinde,
Sfenks'in ayaklarından birinin çok uzağında olmayan bir yerde, küçük bir
piramitin içinde yer adan ve eski Mısır ve batık kıta Atlantis hakkında çok
değerli anılan içeren arşivlerle dolu bir mezar keşfedilecektir.
Frida Wion, Meçhul
Krallık adlı kitabında şunlan açıklamaktan çekinmiyor: .
"Öyle görünüyor
ki, yardımcılan ile çevrili ve kendisine beşeriyetin seçkin tabakasının hizmet
ettiği, bir insan bedeni içerisinde öğreneceği hiçbir şey bulunmayan ve dünya
ile sakinlerinin evrimini yönetmek misyonuna sahip esrarengiz bir varlığı
keşfetmiş bulunuyoruz. Ancak onların ve bizlerin arasından gerçeğin bazı
parçalanmn muhafızlan, kutsala yabancı olanları gelecekteki 'Tapmağa'
girişlerine hazırlamak için göreve atandılar. Başlarında ezoterik ve
inisiyatik merkezler bulunan popüler egzoterik (dışrak) dinler, binlerce yıl
boyunca işte böyle yaratıldılar."
René Guénon ise şöyle diyordu:
"Bu Dünyanın Kralı
ismi tarihî ya da efsanevî bir kişiliği tanımlamamaktadır. Onun temsil ettiği,
gerçekte bir prensiptir: Saf ruhsal ışığı ve dünyamızın ya da bizim varoluş
devremizin şartlarına özgü Kanun'u (Dharma) yansıtan Kozmik Zekâ'dır... Diğer
taraftan şunu da öncelikle belirtmek gerekir ki bu prensip, kendisi vasıtasıyla
ilksel Bilgeliğin çağlar boyunca onu alabilecek kapasitede olanlara ulaştığı,
kökeni ’beşerî olmayan’ ve kutsal tradisyonun deposunu bütünüyle
muhafaza etmekle görevli bir organizasyonun yeryüzü âleminde kurmuş bulunduğu
bir ruhsal merkez tarafından tezahür ettirilmekte olabilir."
Gerçek tradisyonel
bakış açılarına göre Agarta, çevresinde fenomenlerin, âlemlerin dönüşünün
gerçekleştiği sabit ve değişmez noktayı somut biçimde temsil etmenin
yöntemlerinden biridir. Demek ki bu, esrarengiz merkezi, çevresinde her şeyin
hareket ettiği hareketsiz ekseni sembolize etmektedir.
Ayrıca, René Guénon tarafından
Kabalacıların Metatron'u ve
başmelek Mikail ile paralellik kurulan Bu Âlemin Prensi kavramı üzerinde düşünmek faydalı olur:
Eğer Mikail,
Metatron ile bir ise, yine de
onun görünümlerinden ancak bir tanesini temsil etmektedir. Işıklı yüzünün
yanısıra, onun bir de karanlık yüzü vardır...
Kendisinden Tekvin'de (XIV, 19-20) ve aynı şekilde Aziz
Pavlus’un İbraniler'e Mektubu'nda. (VII,
1-3) söz edilen, Salem Kralı esrarengiz Melkisedek de kim olabilir? René Guénon, bu insanüstü
kişiliğe de değinmektedir:
"...
Anasızdır, babasızdır, soy ağacı yoktur, hayatının başı ve sonu yoktur, ancak
böylece o, Tanrı Oğlu'na benzer kılınmıştır: Bu Melkisedek daima rahip
kalır."
Bununla birlikte,
Dünyanın Kralı’nın, dünya düzenine göre hem ruhsal otoriteyi hem de maddî
kudreti kendinde birleştiren gerçek bir kişilik olarak kabul edilmesi de gayet
normal değil midir?
Saint Yves d'Alveydre'nin
açıklamalarının aynısını yeniden yapmış olan Ossendowski'ye göre Dünyanın Kraiı'na Brahatma adı da verilir.
. Dünyamızın yüksek
hâller (Yüce Prensip'ten çıkan) ile temas ettiği merkezî noktada yer alan bu
şahıs, Agarta'nın yönetiminde iki yardımcıya sahiptir: Mahatma (gelecekteki
olayları bilir) ve Mahanga (bu
olayların nedenlerim yönetir, yönlendirir*
*Ossendoıvski bu
üç ismi Brahitma, Mahitma ve Mahinga olarak yazmıştır. Çünki elde ettiği
bilgiler Saint Yves d'Alveydre'inkiler gibi Hint değil, Moğol kaynaklıdır.
Ancak, hepsi de aslında aynıdır. (ç.n.)
Yüce bir inisiyatik
merkezin var olduğu kabul etmek gayet normal değil midir? Frida Wion şöyle
yazıyor:
"Bir inisiyatik
merkezin konumu asla değişmez değildir; politik ya da dinsel icaplara göre yer
değiştirir, hatta bölünebilir de... Dünyanın Kralı, lider, çağın
gereklerine en iyi cevap verebilecek ve kendisinin de bulunduğu bir yere krallığını
yerleştirir. Şayet efsanelerde bir kutsal coğrafya mevcut ise, bu, Merkezin
konumundan dolayı böyledir, Çünkü onun varlığından dolayı her bölge
kutsallaşır. Mısır'dan, Çin’den İrlanda’ya, ardından da Delfe geçmiştir.
Günümüzde nerededir? Yoksa çoktan başka bir gezegene mi geçmiştir?" (Meçhul
Krallık, s. 172-173)
Tabiî ki bu, maddî
olgular ile görünmez küreler arasınapaçık temas imkânlarını ortadan kaldırmaz.
Bazı şartlar altında -insanlara ait bilinen yazılardan hiç birine ait olmayan
esrarengiz harflerle yazılmış olanbirtakım kayıtların anîden ortaya çıkışlarından
söz eden tradisyonların doğrulanması kolay olmayacaktır.
Ve yeni bir devrenin
başlangıcının gelecekteki çekirdeğini oluşturan sırların, gizemlerin
varlıklarını sürdürdükleri -hatta çağın en derinliklerinde bile (aşağı inici
spiralin son noktası)bölgeyi dünyanın tüm kalbine yerleştirmek gerekmez mi?
Bu hususta, René Guénon'un şu açıklaması
üzerinde düşünelim:
”... Gemi (Nuh'un
Gemisi), dünyanın yeniden ıslah edilmesi gerekli olan ve onun gelecekteki
hâlinin tohumlarını teşkil eden tüm unsurları içinde bulundurmaktadır.
Fransız okültist Dr. Gérard Encausse'un (Papus)
normalüstü faal yaşamında kendisini etkileyen üstatlardan biri de Alveydre
Markisi Saint Yves'dir. Papus'ün Saint Yves'i tanıması 1887 yılında gerçekleşmiştir
ve onu "entelektüel mürşidi" olarak kabul etmiştir. Kendisine yepyeni
ufuklar açan ve ilk üstadı olan Eliphas Levi'den sonra (Papus, Eliphas Levi ile
as'a karşılaşamadı; Çünkü Levi 1875 senesinde, Papus 10 yaşındayken bu dünyadan
ayrılmıştı) geniş kitlelerin anlayışlarına uygun bir hâle getirdiği okültizmin
sadık bir hizmetkârı olmasında büyük bir etkisi olan kişi Saint Yves'dir.
Bröton asıllı olan Saint Yves 1842'de doğdu.
Doktor olan babası onü çok genç yaşta geçimsiz çocukların ıslah edildiği bir
çalışma kampına yolladı. Ancak özel bir kişiliğe sahip olan bu çocuğa, kurumun
müdürü son derece anlayışlı uavrandı ve bu, Saint Yves'in yaşamını değiştirdi. Genç yaşta Joseph de Maistre ve Fabre d'Olivet'in
eserleriyle tanıştı ve kendini yetiştirdi. Aristokrat sınıfından kontes Keller
ile evliliği ona birçok kapıları ardına kadar açtı. Derinlemesine yaptığı
çalışmalar, yazarlık kariyeri ve idari mevkilerdeki faaliyetleri ve sosyal
konumu kendisine 1880 senesinde Vatikan tarafından verilen Alveydre Markisi
unvanını kazandırdı. Saint Yves'in 1882-1887
yıllan arasında yayınlanmış olan, Misyonlar dizisini oluşturan beş
kitabı çok önemli kabul edilir. Bunlar sırasıyla: Hükümdarların Misyonu;
İşçilerin Misyonu; Fransızların Misyonu; Yahudilerin Misyonu ve son olarak
da Hint Misyonu’dur' 1909 yılında bu yaşamı son bulan Saint Yves d'Alveydre'in tum bu
kitapları âdeta, Sinarşi adını verdiği ve "ilkelerle yönetim" diye de
tanımlanabilecek sosyal ve politik bir organi.
syon tasasının birer: uydusu kimliğindedir. Bü öğretisinin pratik uygulamasını
göstermek ve bunu sanat ve bilim dallarının da tümüne yayabilmek amacıyla
mukavva diskler kullanarak evrensel kozmik gücü" ölçen ve arkeometré adını vérdigi bir âlet geliştirmiş ve bunu
öğrencilerinin önünde çalıştırarak herkeste hayranlık uyâlîdlnmş'ür. Sinarşik
yönetinı Saint Yves'in icadı
değildir; bu 'Ram (yâ da Rama:) taraîmdan M.Ö. 6700 yıllarında kurulmuş olan
evrensel yönetim sisteminin ta kendisidinjYaradılışın özünde mevcut ilkele
yönetimdir. Dünya maddeye gömüldükçe ışığın parlaklığı zayıflamış, Sinarşi' den
uzaklaşılmış, anarşinin derinliklerine dalmmışür. Fabre d'Olivet'in eserlerini
derinlemesine inceleyen Saint Yves d'Alveydre'in,
çağımızdan çok uzak bir dönemde yeryüzünde bir Evrensel İmparatorluğun yaşamış
olduğundan hiçbir şüphesi kalmamıştır. Bu evrensel imparatorluğun yapısının ve
bu yapının işleyişinin nasıl olabileceği konusunda çalışmalarını yoğunlaştıran
Saint Yves üçlü sosyal yapının
varlığını keşfetmiştir. Hint Misyonu adlı eserini, Yahudiler Misyonu
adlı kitabın yazarını görebilmek için Hindistan'dan özellikle kalkıp gelmiş
olan Guru Pandit isimli bir bilge ile tanışmasından sonra yazmıştır ."aBu
zat, Saint Yves’in yanında aylarca
kalmış ve ona pek çok'tıilgileri aktarmıştır. Barlet, Saint Yves d'Alveydre
hakkında yazmış olduğu kitabında onun, zaten bir hayli geniş olan bilgisini
Hindistan'ın inisiyatik bilgilerinin kendisine açıklanmasıyla daha da artırmış
olduğunu, Hint Misyonu'nun yayınlanmasının
uygun olmayacağını düşünerek kitap henüz baskıdan çıkar çıkmaz tümünü imha
ettiğini ve buna gerekçe olarak da kendisini yetiştirmiş olan o bilge zatın
hayatını sergilemeye asla razı olamayacağını söylediğini yazar. Ancak bu
imhadan kurtulan bir kitap vardır ve bu da Papus'un eline geçer ve kitap bu sayede
daha sonra yayınlanır. İlk orijinal baskı olan bu kitabı babasının kütüphanesinde bulan oğul Philippe Encausse, kitabın ilk sayfasının arasında
Papus’ün şu notunu bulur:"Baskınm tümünün, Hindistan'dan gelen tehditler
sonucu yazar tarafından karar verilen imhasından kurtulmuş olajı yegâne kitap.
Bu nüsha, merhum Marki Saint Yves'e aittir ve
doktor Encausse'a Kont Keller tarafından verilmiştir. Eser, işte bu örnek
sayesinde Dorbon yayınevi tarafından basılabilmiştir. (Ekim 1910-Papus)".
Jacques Weiss, Stnarşi isimli eserinde, Saint Yves d'Alveydre'in beş
adet Misyonlar kitaplarının bir özetini de ana hatlanyla sunmaktadır.
Kitaplarda yazılanların büyük bir sadakatle özetlenmiş ve ana fikrin
vurgulanmış olduğu bu eserden, Hint Misyonu’na ilişkin olan bölümü
aktarıyoruz.
Bu kitabın ismi tam
olarak şöyledir: "Hindistan'ın Avrupa'daki Misyonu Avrupa’nın
Hindistan'daki Misyonu. Mahatma Sorunu ve Bunun Çözümü."
Okuyucu, Avrupa'nın
gerçek misyonunun Asya'ya, buna bağlı olarak halk şuurunun da yükselişi ile
birlikte İsa Mesih'in sevgi dinini getirmek olduğunu çoktan anlamıştır. Buna
karşılık Hindistan'ın misyonu ise Avrupa'ya Budizmin ve Brahmanizmin
tapıncalarının (kültlerinin) bilgeliğini ve ilimini getirmektir. Budizm
kültünün karakteristik özelliği bilgeliktir; Brahmanizminki ise evrensel
bilimdir. Demek ki, beyaz ırkın misyonunun Asya'ya bilim öğretmekle asla bir ilgisi
yoktur. Doğru olanı bunun tam tersidir; bizim maddeci bilimimizin gürültücü ve
rahatsız edici uygulamalarının Doğu'nun inisiyatik merkezlerinin bilimi ile
kıyaslanabilecek bir hâli yoktur. Orada, Batı’nın araştırdığı tüm sonuçlar çok
uzun zamanlardan beri, üstelik görünen ve görünmeyen âlemi yöneten yasalarla
da tam bir uyum içindeki çok daha bilgece ve çok daha sade yöntemler
vasıtasıyla zaten elde edilmiş bulunmaktadır.
Peki ama, Asyalı
bilgeler sahip oldukları bilgileri bizlere şimdiye kadar niçin açık bir biçimde
göstermemişlerdir? Bunu yapmamışlardır, Çünkü öyle bir durumda yapacağımız ilk
iş bunları siyasî tutkularımızın esareti altında, uyumsuz amaçlar doğrultusunda
kullanmak olurdu.
Bununla birlikte
Hakikatin, içinde bulunduğu o derin kuyudan gün ışığına çıkacağı ve Kutsal
Kitap'daki şu sözün gerçekleşeceği zaman da giderek yaklaşmaktadır: "Belli
olmayacak gizli bir şey yoktur, bilinmeyecek ve aydınlığa çıkmayacak saklı
bir şey yoktur." (Matta, X, 26; Markos, IV, 22; Luka,
VIII, 17 ve X, 2).
Bu nedenden ötürü
1875 yılından, yani Balık Burcu çağının astronomik olarak sona ermesinden
yaklaşık 25 yıl kadar öncesinden itibaren Asyalı inisiyeler kendi varlıklarını
bilgece bir yavaşlık içerisinde beyaz ırka duyurmaya başlamışlardır. Madam
Blavatsky çağdaş Bilgelik Üstatlarının varlığım ima eden kitapları ilk
yazanlardan biri olmuştur. Teofızik hareketin bütünü ve bunun yayınlan, onların
etkilerini doğrulamıştır. Saint Yves d'Alveydre ise Agarta, Asya'nın Büyük
înisiyatik Üniversitesi ve onun lideri Mahatma'ya ilişkin ilk aydınlatıcı
bilgileri getirmiştir (Papus’un belirttiğine göre Polony alı Wronski, henüz 1820‘li yıllardan
itibaren Asyalı İnisiye Rahiplerin varlığından söz ediyordu, (ç.n.)). Mahatma, Evrensel
Papa ya da diğer bir ifadeyle çağdaş dünyanın Büyük Eğitmeni rolünü
oynamaktadır (Bu konuda daha derin bilgi edinmek isteyenler Baird T. Spalding'in
"Life and Teachings of the Masters of the Far East" adh eserini
okuyabilirler. Fransızcası, "La Vie des Maitres" ismini taşır.).
Bu rol, esas olarak
ilk Sosyal Kudretten, yani Öğreti'den doğmaktadır. Demek ki Agarta'nın hiyerarşik
üniversitesi tamamen silâhsızdır ve asla şiddete başvurmamayı seçmiştir; hatta
kendisine saldırılsa bile. Peki ama bu onun kendini koruyacak hiçbir yönteme
sahip olmadığını mı gösterir? Asla; Çünkü onun sahibi olduğu fizik bilimi
gezegenimizi havaya uçurmaya yeter ve pisişik bilimi de buna uygun bir
seviyededir.
Ancak uygarlaştıncı
rolünü oynayabilmesi ve en az yüz bin yıllık gelenekleri aktarabilmesi için
Agarta'nın 19. yy.'a gelinceye kadar Avrupa'yı kendi varlığından haberdar etmemesi
daha uygun düşüyordu.
Kitabın bir özetini
çıkarmak durumunda olduğumuzdan, Saint Yves'in Hint Misyonu'nda ele
aldığı konuların tümüne değinmemiz mümkün değildir. Bu kitap 1949 senesinde
Dorbon yayınevi tarafından yeniden basılmıştır ve piyasada da satılmaktadır.
Şimdi, bunun kısa bir özetini sunuyoruz.
Evrensel Tarih ancak
tüm insanlığın fikirlerini ve yaşadığı olayları gerçek biçimde yansıttığı
takdirde doğru kabul edilebilir. O hiç kimsenin tekeli altında değildir. Çağdaş
yazarlar arasında Saint Yves, sadece tek bir şeyin yaratıcısı alduğunu iddia
etmektedir: Bu, Sinarşi fikridir.
Antik çağdan
itibaren bu fikir yalnızca Dorlar'a ait kutsal metinlerde değil, ayrıca Ram
Devresi’nin tüm organizasyonunda da kendini gösteriyordu. Hükümdarların
Misyonu ve Yahudilerin Misyonu adlı eserlerde modem
bir Sinarşi’nin kuruluşundan itibaren Avrupa Öğretim Odası’nın doğal ve kutsal
bilimlerin yeniden oluşturulması için gerekli tüm bilgileri alacak olduğu
belirtilmiştir. Saint Yves bu verilmiş sözü şunîan ekleyerek doğrulamaktadır: "Ram
Paradeşa'sı, onun Üniversite tapmağı, tradisyonları dörtlü öğretim hiyerarşisi
günümüzde de olduğu gibi ve değişmez biçimde varlığını sürdürmektedir. Bu
kitabı saygılarımla onun Ruhanî Lideri'ne ithaf ediyorum."
Saint Yves
tarafından yeniden keşfedilmiş olan, dünya üzerindeki en eski tradisyon ile en
eski zihinsel ve sosyal yapıyı güvencesi altında bulunduran otorite,
yeryüzünün en eski üniversitesi olan Paradeşa'da bulunmaktadır. Bunları kaıleme
aldığı dönemde (1886) dünyanın öğretim birliğinin yaşları şöyleydi:
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin 1264 yıl.
İsa Mesih'in 1886 yıl.
Musa'nın .... 5647
Manu'nun .. 55647 yıl.
Paradeşa'nın yüksek
rahiplerinin üniversitelerini halk kitlelerinden gizlemelerinin sebebi nedir?
Gizlemişlerdir, Çünkü onların harika bilimleri, tıpkı bizim bilimimiz gibi kötülüğü,
Tanrı karşıtım, Mesih karşıtım, anarşinin genel yönetimini tüm insanlığa karşı
silâhlandırmakta kullanılırdı.
Sırlar ancak ve
ancak Musa ve İsa Mesih'in verdikleri sözlerin Hristiyanlar tarafından
tutulmasından, yani yeryüzündeki anarşinin yerini Sinarşi'ye bırakmasından
sonra yürürlükten kaldırılacaktır.
Bununla birlikte,
kendiliğinden inisiye olan Saint Yves, öğretebilecek olduklarını söylemeyeceğine
ilişkin hiç kimseye herhangi bir söz vermemiştir, bunlar insanlığın
çıkarlarına ters düşse bile. Demek ki, Ram Devresinin başkent tapınağında,
ismi "şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği" anlamına
gelen Agarta'da kendisini izlememize izin verilmiştir. Bu mistik ad ona M.Ö.
3000 yıllarında, İrşu' nun bölücü hareketinden sonra verilmiştir.
Agarta nerededir?
Bu hususta şu
aydınlatıcı bilgiler şimdilik yeterlidir: Ram'dan (Rama) (Bkz: Büyük
İnisiyeler, E. Schure. (Ruh ve Madde Yayınlan)) önce merkezi güneş kenti
Ayodhya'da idi. Ram'dan 3000 yıl sonra (M.Ö. 3700) ilk yer değişimini yaşadı.
İrşu'dan 1400 yıl sonra (M.Ö. 1800) ikinci bir değişim yaşadı; bunu milyonlarca
Asyalı bilirdi. Ancak, bunlar arasında Himalayalar bölgesindeki yeni konumu
hakkında bilgi vererek sadakate ihanet edecek tek birini bile bulmak mümkün
değildir.
Agarta’nın kutsal
ülkesi bağımsızdır, sinarşik olarak organize edilmiştir ve halkının nüfusu 20
milyon kadardır. Orada bizim acı verici mahkemelerimize ve cezaevlerimize
rastlanmaz. Ölüm cezası asla uygulanmaz. Güvenlik kadrosu aile babalarından
oluşur. Suçlular inisiyelerin ve hizmet punditlerinin ellerine terk edilir;
ancak iki taraf da daima barış istediğinden her verilmiş olan zararın ardından
bunun giderilmesi için isteyerek, gönüllü şekilde onanma ve tazmin etmeye
girişilir.’
Orada bizlerin
sinarşik olmayan uygarlıklarımızın büyüle acılarının, yani geniş yığınların
sefaleti, fahişelik, ayyaşlık, yöneticilerin acımasız bireyciliği,
yönetilenlerin bozguncu zihniyeti, her türden ihmal ve yetersizlik gibi
niteliklerin hiç birine rastlanamayacağını söylemeye gerek yok.
Bu ülkenin
bölgelerinin başına yerleştirilmiş olan Rajalar (ya da Raca) yüksek seviyeden
inisiyelerdir. Onların hâkimliklerinde etkili ve buyurgan bir karakter vardır
ve bu husus Yahudiler Misyonu’nda incelenmiştir.
Agarta'da kast
yoktur. Hindu paryalarının en sonuncusunun bile çocuğu kutsal üniversiteye
kabul edilebilir ve oradan çıkmasına ya da orada liyakatlerine göre tüm hiyerarşi
derecelerine ulaşarak kalmasına da izin verilir. Takdim, çoçuğunu adayan anne
tarafından doğumdan hemen sonra yapılır. Bu, Kuzu Devresinin tüm tapınaklarının
Nazareatı'dır.
Şimdi de en aşağıdan
başlayarak zirveye doğru Agarta’nın merkezî organizasyonuna bakalım. Milyonlarca
Dvija ("iki kere doğmuş" demektir) ve Yogi ("Tanrı ile birleşmiş
anlamına gelir) Agarta'nın simetrik biçimde bölünmüş olan dış mahallelerinde
yaşarlar ve başlıca yeraltı yapılarına dağılmış durumdadırlar
Onların üstünde beş
bin Pundit ("Bilgin" anlamındadır) öğretimi sağlar ve iç güvenlik
göreviıiTyerine getirirler. Onların sayısı Veda dininin hermetik (gizli,
örtülü) köklerinin sayısına karşılık gelir. .
“Bunların ardından, giderek nüfusu daha azalan
yanm daireler şeklinde, 365 Bagvanda'dan ("kardinal" demektir) oluşan
güneşsel bölgeler gelıis
Bundan sonra gelen
çember, Agarta'nın merkezine en yakın olandır. Yüksek İnisiyasyon'u temsil eden
12 üyeden oluşur. Bunların sayısı, diğerlerinin yamsıra Zodyak'ın 12 burcuna da
karşılık gelir.
55 700 senedir tüm
sanatların ve bilimlerin gerçek sentezini içeren kütüphaneler, ilâhîliğe
saygısı olmayanlara kapahdır. Bunlar yerin derinliklerinde bulunurlar. Ram Devresi'
ne alt olanbölümleri, Koç İmparatorluğunun ve kolonilerinin bulunduğu
bölgelerin yeraltılarında yerleştirilmiştir. Daha önceki devrelerin
kütüphaneleri ise denizlerin ve tufan önçesiAmerika'nın yeraltı yapılarına dek
uzanmaktadır.
Paradeşa'nın gerçek
üniversite arşivleri binlgrce kilomefac uzunluğundadır? Avrupa genel anarşik
yönetlmînr bırakip üçlü Sinarşik yönetime geçtiği gün, Biribir Gece
Masalları'ndakileri andıran bu hârikalar ve daha birçokları onun Anfiksiyonvari
Öğretim Birliği'ne kapılarını açacaklardır.
Bu arada, toprağı eşelemeye koyulacak olan düşüncesizlerin vay hâline! Onlar
bu işten yalnızca kesin bir yıkım ve kaçınılmaz bir düş kırıklığı elde
edeceklerdir. Bu gezegen kütüphanesine ait kataloğun tüm bilgisine ancak
Agarta' ııin Ruhanî Lideri ve onun yardımcıları sahiptirler.
Ah! Şu anarşi,
uluslararası ilişkilere hükmetmeseydi, tüm kültlerimiz (tapmcalanmız) ve
üniversitelerimizde ne harikulade bir rönesans yaşanırdı! Dünya,
rahiplerimize ve şu hayran olunası bilim adamlarımıza tüm sırlarım vermekle
kalmaz, onlar bunun tüm zekâsına, altın anahtarına da sahip olabilirlerdi. Bu durumda
geçmişin ilâhiliğine karşı saygısızca davranılmayacak ve müzelerimizi doldurmak
amacıyla antik mezarlardan kolu bacağı kopmuş kalıntılar sökülüp alınmayacaktı.
Antik Çağ büyük bir saygı ve sevgiyle yeniden bizzat kendi yerinde
oluşturulacaktı: Mısır'da, Etyopya'da, İran’da (Pers ülkesi), Kafkasya'da,
vs... Şayet bilim, kâhinlerin önceden bildirdiklerini sonunda gerçekleştirmiş
olsaydı, İnsanlığın kanlı üyelerini ilâhî konçerto biraraya getirmiş olacaktı.
Antik Mısır'ın arıtılmış sırlarıyla, Yunanistan’ın Örfe dönemindeki olağanüstü
güzellikteki ihtişamıyla, Yahudiye’nin de Süleyman devrindekinden de daha
güzel biçimde yeniden doğdukları görülecekti. Her şey Göklerin
yüksekliklerinden Yerin merkezî fırınına varıncaya kadar yenilenmiş, aydınlatılmış
ve bilinmiş olacaktı. Öğretim fakültelerinin birbirine yakınlaşması tüm
sıkıntılara kesin bir çözüm getirecekti..
Can çekişmekte olan
anarşinin, son kanlı çırpınışları arasından geçerek bu Sinarşi egemenliğine
doğru yol almaktayız. Büyük Babil'in çöküşü artık görünmeye başlamıştır ve bu
kitap da bunun ön belirtilerini haber vermek için yazılmıştır.
Agarta’nın merkezî
hiyerarşisi Kozmik Sırlar ayinini yapmak üzere. Büyük dua saatlerinde bıraraya
geldiğinde, dünyânın yüzeyinde garip bir akustik fenomen meydana gelir.
Yolcular ve kervanlar dururlar, insanlar ve hayvanlar dinlerler. Onlara dünya
sanki şarkı söylemek için dudaklarını açmış gibi gelir. Görünür hiçbir nedeni
olmayan bir ahenk âdeta "Sözle Anlatılmayan"ı aramaya
çalışıyormuşcasma uzay boşluğunda dalgalanır. Araplar ya da Parsisler
(Farslar), Yahudiler ya da Afganlar, Budistler ya da Brahmanlar, Tatarlar ya da
Çinliler, tüm yolcular derin bir tefekküre dalarlar ve Büyük Evrensel Ruh'ta
birleşmiş olarak dualarını mırıldanırlar..
Sırlarla çevrili
gerçek ışık piramit olan Paradeşa'nın hiyerarşik görünümü şöyledir: Otorite,
orada İlâhî Zihin'dedir; kudret, Evrensel Ruh'un yargılayıcı Aklindadır;
ekonomi ise Kozmos'un fiziksel Organizasyonundadır!.
Müritlerin
eğitimleri günümüzde de Ram Devri'ndekinin aynısıdır; Çünkü bireşimsel Hakikat
bir kere öğrenildi mi, kişisel gelişme, zihinlerde ve ruhlarda onu muhafaza
etmek ve hiç durmaksızın yaymak üzere ona kadar yükselmekten ibarettir.
Tüm öğrenciler
sonuncuya kadar yükselmek üzere ilk basamaktan başlamak zorundadırlar.
Musa'nın, Orfe'nin, Fisagor’un, Solon'un, Zerdüşt'ün, Krişna’nın, Daniel'in vs.
yapmış oldukları budur. Newton da Paradeşa'ya
gelseydi aynı şeyleri yapmak zorunda kalacaktı, yani ya ABC'den başlayacak ya
da uzaklaşmak zorunda kalacaktı..
Okuyucunun Yahudilerin
Misyonu'nda da ele alınmış olduğunu göreceği gibi, Vattan adı verilen
evrensel bir dil vardır. Bu, Yuhanna'nın da sözünü ettiği dildir (Başlangıçta
Kelâm Vardı" vs.). Bu dil sadedir, ilkelerinde bilgecedir, sonsuz
uygulamalarında ise kesindir. Dvijalar ulusunu oluşturan sayısız insan
onu öğrenmekle meşgul olmakta ve ondan harika keşiflerde bulunmak için
yararlanmaktadır. Kutsal dillerin incelenmesi İlâhî Zihin'in aslî yapısını
açığa çıkardığı zaman denetlemeler dönemi de başlamış olur. Sınavlardan
yüzünün akı ile geçen Dvija, kendisini Yogi olmaya götürecek incelemelerine başlar.
Bizim Baü'da tüm bildiklerimiz ve tüm bilmediklerimiz, orada yeryüzünde bir eşi
benzeri daha bulunmayan öğretim misyonerleri olan üstatlar tarafından
öğretilmektedir. Yerkürenin ateşten derinliklerinden, yeraltının gaz ve tatlı
ya da tuzlu su akıntılarına, denizlerin dipsiz derinliklerine, küremizin
enlemesine ve boylamasına manyetik akımlarına, havanın görünmez cevherlerine,
elektriğe, mevsimleri meydana getiren evrensel ahenklere varıncaya kadar tüm
bilgiler derinleştirilmiştir. Fizik ve kimya öyle bir seviyeye ulaştırılmıştır
ki, şayet bunları gösterme imkânımız olsaydı herhalde kabullenilmeleri
imkânsız olurdu. Orada sayımı ve dökümünün yapılmadığı ve sayısız derecede
gözlemlerin ve deneylerin konusu olmamış tek bir böcek ya da bitki bile yoktur.
Orada, ölümün sırlarına da nüfuz edilmiştir.
Agarta'nın kapsadığı
şaşırtıcı deneyler birikimi arasında beşeri ayıklanmaya ilişkin olanları
görülmemiş bir seviyeye ulaşır. Ram Devresi'nin bilginleri türlerin sırrına ve
insan fizyolojisinin en alt ve en üst sınırlarına ilişkin sırların
derinliklerine nüfuz edebilmek için olabilecek her şeyi denediler.
Görünmez krallıklar
ile ilişkiler, uykunun yasaları, ruhsal yükseliş için uygun olan gıda
rejimleri, psişik güç, rüyalar, bedeni uyur vaziyette bırakarak uyanmanın
yöntemi... Tüm bunlar incelendi, uygulandı ve bilindi.
Ancak zekânın,
duygunun ve içgüdünün mutlak arılığına ulaşmadan ve kutsal bilimin kontrolüne
sahip bulunmadan ebediyetin kapılarını zorlayacak olanların vay hâline! İşte
bu nedenden dolayı İrşu'nun bölücü hareketi gibi kutsal olana saygısızlığın
korkunç boyutlardaki örnekleri, her geçip gittikleri yerlerde en korkunç
cezaları kendilerine cezbetmişlerdir. Bu cezalar daha hâlâ son bulmuş değildir.
Himalayalar’ın arı
dorukları, ayak basılmamış karlan ve berrak selleri, İndus ya da Ganj’ın çirkef
ve ceset dolu bulanık suları yüzünden reddedilebilir mi?
Ve bünyesinden tüm
zihinsel ya da manevî kokuşmuşluğu, tüm bağnazlığı, tüm kurnazlığı, tüm düşünce
ya da irade keyfîliğini, tüm batıl inancı, tüm putperestliği, tüm kara büyüyü
daima dışan atmış olan Agarta hiç kınanabilir mi?
Bu yüzden,
Agarta'nın hizmet servisleri öğrenciler tarafından güven altına alınmıştır.
Ancak, eskiden bu böyle değildi. Dvijalar'ın odalarını, Punditler’in
konutlarını, üniversite'nin lâboratuarlarını ve gözlemevlerini toplama ve temizleme
işlerini aşağı konumda bulunan ilkel kavimler görüyorlardı.
Budist bölünmeden
(ayrılıktan, aykırılıktan) sonra, bu ücretli hizmetkârlar bir tür isyan
başlattılar. Kendilerinin sayıca üstün olduğunu görerek, kendi ölçülerinde bir
anarşi kurmak amacıyla hiyerarşiyi devirmeye yeltendiler. Felsefe salonlarının
temizliğini yapanlar inisiyasyon şartlarının tersine olan öğüt ve telkinlerde
bulunmaya koyuldular. Atölyelerin ve lâboratuarların işlerini görenler ise
kendilerine yüksek bilgin süsü vererek alelacele şekilde maji uygulaması
yapmaya giriştiler. Tabiî ki, kaçınılmaz biçimde kara büyünün kucağına
düştüler ve sonuç olarak kitleler hâlinde topluca kovuldular; bu da
yeryüzündeki kimi yerleşik, kimi de göçebe olan değişik kabilelerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Yerleşik kabileler
arasında bir tanesi, Sivaiştler adı verilen kabile, Druidler döneminin en
iğrenç dümenlerini yineleyerek Hindistan'ı sayısız insan kurban etmelerle kan
denizine dönüştüreni olmuştur. Agarta tarafından derece derece frenlenmiş olsa
bile, etkisi hâlâ devam etmektedir.
Agarta'dan
kovulanlardan oluşmuş göçebe kabileler arasında çingeneler de (Bohemyalılar )
("Bohami" kökünden türemiştir. Bohami, "kendini benden geri
çek" anlamına gelir. (J. Weiss)) yer alır. İnisiyeler ile eski
temaslarının yüzeysel bilgileri ve sisli anılarıyla dolu bir hâlde, bir yığın
batıl itikat içinde boğulup gitmiş yöntemleri ve şaşırtıcı uygulamalarıyla
Avrupa'da dolanıp durmaktadırlar. Bu zavallı insanlar, dünyada Sinarşi
yönetimi kurulduğu zaman aslî vatanlarına geri döneceklerdir.".
Agarta'dan
kovulanlara ilişkin söylenecekler arasında "fakirlere"de değinmek
gerekir (Hint Fakirleri). Bunlar çoğunlukla, Agarta'da öğrenci iken
öğrenimlerine yüksek seviyelere ulaşmadan önce son vermiş ve kendilerini Orta
Çağ’ daki dilenci keşişlerindeki benzer bir dinî hayata adamış olan kişilerdir.
Onlar, Hindistan’ın en ücra köşelerindeki köylere kadar ezoterik öğretimin
kutsal masasındaki birkaç kırıntıyı götürmüş ve böylece tüm Hindistan'a
Agarta'nın daima mevcut olduğunu sürekli olarak kanıtlayıp durmuş insanlardır,
İnceleme
kitaplarının orijinal metinlerini hiç kimse Agarta'dan dışan çıkaramaz. Bunun
izleri ancak hafızada muhafaza edilmelidir. M.Ö. 6. yy.’da, bir gezintiden
sonra odasına dönen Sakya Muni, sessizlik içinde hazırlamış olduğu devrimci
hareketi gerçekleştirmek için üzerinde tüm hesaplarım kurmuş olduğu tetkik
defterlerini yerlerinde bulamayınca korkunç bir çığlık attı ve Brahatma’nın
ikamet ettiği merkezî tapmağa boşuna koştu. Kapılar kendisine acımasızca
kapalı tutuldu. Tüm gece boyunca maji bilgilerinin hepsini boş yere uygulayıp
durdu. Yüce Hiyeşrarşi her şeyi önceden görmüştü ve her şeyi biliyordu. Böylece
Budizm'in kurucusu, bir an önce oradan uzaklaşmak ve hafızasında
tutabildiklerini hiç vakit kaybetmeden ilk müritlerine yazdırmak zorunda
kaldı.
Burada açıklanan
kutsal Agarta, özellikle bağnazlığın karşısmdadır. Uygulamakta olduğu tüm
sanatları ve tüm bilimleri, sırların gizleri ile birlikte beyaz ırka azar azar
verebilmek için, ondan yâlnızca sinarşik bir hareket beklemektedir.
1886 senesinde görev
başında bulunan Brahatma, ruhanî liderlik koltuğuna 1848'de oturmuştu.
Hindistan'ın İngilizler tarafından geçici olarak işgal edilişini Yukarı'dan
emredilmiş bir sınav olarak kabul ediyordu. Bunun, meyvelerini verdiği andan
itibaren sona ereceğini biliyordu. Birleşmenin ya da kurtuluşun kesin tarihini
bilmekteydi.
Saint Yves'in
yaşamında çok önemli bir anısı olan 1877 senesinde, Brahatma, sırlar yasasının
yürürlükten kaldırılması ve Hristiyanlık tarafından yeterince hazırlanmış
insanlık için organizasyonunun Üçlü Yasası'na dönüşün başlatılmasını haber
veren bir işaret aldı.
Kaynak: René GUÉNON, METATRON
DÜNYA KRALLIĞI, Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA’nın Öyküsü, Kitabın Orijinal Adı;
LE ROI DU MONDE, Halûk ÖZDEN, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1992
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar