HERMETİZM NEDİR?
Hermetizm ilk düşünce, inanç ve sırların
keşfi, her türlü gizemin içinde yer aldığı gnostik öğretidir.
Gnostik
terimi "sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi"
anlamındaki gnosis kaynak göster sözcüğünden türetilmiştir; isim olarak
kullanıldığında gnostisizm mensuplarına verilen ad olup, "gnostisizmi benimsemiş
kimse" anlamına gelir; sıfat olarak kullanıldığında ise, gnostisizm
sözcüğünün sıfatı olup "gnostisizm ile ilgili" anlamına gelir.
Hermetizm
ile Ezoterizm çoğu zaman birbiri yerine ve iç içe kullanılmıştır.
Hermetizm dha geniş alan bulduğu için burada kullanmak daha uygun olmuştur.
BUGÜNKÜ HERMETİK OLUŞUMLAR: ORDU VE ÜNİVERSİTE
ÜNİVERSİTE
Çağımızda toplumların en uygar ve örgütlü
yapılarını oluşturmakta olan silahlı kuvvetlerde ve akademik kurumlarda
hermetik özellikler bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Akâdemik kurumların giderek
meslek okulları haline dönüştükleri durumlarda bu özellikler silinmekte, fakat
akademik yapı, yani özgür bilim ve araştırma ortamı canlanır canlanmaz,
yeniden canlanmaktadır. Üniversiteler kuruluşlarında son derecede kapalı
zanaat loncaları gibi kurulmuşlardır. Burjuvazinin kilise egemenliğinden silkinerek
kendi yöntemlerini kendi doğasına göre düzenlemeye başladığı dönemin, XII. ve
XIII. yüzyılın eseri olan üniversite kuruluşu, çağında öbür meslek loncalarının
modellerini yakından izlemek zorunda kalmıştır. Bilginin isteği ve yeteneği
olana verilmesi, fakat ehil olmayandan da saklanması zorunluluğu daha o zaman
da fark edilen bir durumdu. Bunun için en ehil olanların en güçlü olanlarla bir
araya getirilerek bilginin iletilmesi ve geliştirilmesi çabasının biçimlenmiş
kurumu olarak üniversite bütün hermetik yöntemleri benimsemiş ve kullanmıştır.
XIV. yüzyıl başlarında, en eski tıp
okullarından olan Montpelier Tıp Okulu'nun eğitim süreci, bu konuda bir fikir
verebilir. Montpelier'de tıp eğitimi 3 yıldı. Bunun sonunda Bakalorya sınavı
vardı. Dört saat süren bu sınav sonunda adayın Apollo'nun defne çelenginden bir
üzüm koparmış olduğu ilân edilirdi. Bakalorya sözcüğü, "Bacca laurea - Defne üzümü" sözünden gelir. Bunun ardından aday kamuya
açık üç konferansta, üç tıbbi metni okuyup yorumlar. Bundan sonra "Per intentionem adapiscendi
licentiam" adlı sınav gelir.
Bu adayın ikişer gün arayla dört kez en az
birer saat bir tezi savunmasıdır. Bunun ardından "Rigorosum" gelir. Saat 12'den 16'yâ kadar süren bu
sınavda aday kurayla çektiği iki konuyu anlatmak zorundadır. Bunun ardından "ticentium" töreni gelir. Kamuya açık olan bu törende
üniversite rektörü, iki profesörün huzurunda adaya rütbesini tevcih eder. Artık
Licentiat adını alan aday bundan sonra iki yıl daha eğitim görür ve ardından "Triduanes" adlı büyük sınav gelir. Üç gün süren bu
sınavda aday her gün öğleden önce ve sonra birer saat sınanır. Bu
başarıldığında "Actus triumphalis" adı verilen büyük törene sıra gelir. Tören
bir önceki gün çanlar çalınarak ilân edilir. Tören adayın evinin önünde
başlar. Büyük bir alayla üniversitenin bütün öğrencilerinin refakatında
üniversiteye gelinir. Latince konuşmaların ardından adaya Doktor başlığı, altın
bir yüzük, altın bir kemer ve Hipokratın bir kitabı verilir. Aday jüri önünde
yemin eder. Sonra ayağa kaldırılarak jüri üyelerinin arasına oturtulur. Bu onun
doktorlar arasına katıldığının göstergesidir.
Bugün benzeri törenler ana
hatlarıyla aynı şemada, Batının bütün büyük üniversitelerinde sürdürülmektedir.
Daha 50-60 yıl öncesine kadar üniversite öğrencileri kılıç bile taşır ve kamuya
kapalı gizli toplantılarda belirli gizemleri de paylaşırlardı.
Bugün bu geleneksel yaklaşım, üniversitelerin
yeryüzünün her yerinde kalite erozyonuna uğrayışı ve basit meslek yüksek
okulları düzeyine indirgenmiş olması sonucunda önemini yitirmiş görülüyor.
Ancak bununla birlikte üniversiteler arasında önem farklılaşması da gözleniyor.
Kimi üniversitelerin gerek yönetim gerekse bilim
alanlarında değer taşıdıkları, kimilerininse daha ayak işlerine göre insan
yetiştirdikleri görülüyor. Yeryüzünün önemli karar yönetim organlarını
ellerinde tutan kesimlerin ve akademik ağır topların ise gene de ancak belli
üniversitelerin diplomasını taşımaları, en azından o üniversitelerin açtığı
çeşitli yan eğitim imkanlarından faydalanmış olmaları gerekiyor. Yale,
Harward, Oxford ve Cambridge
Üniversiteleri, Johns
Hopkins, Massachusets Institute of Technology gibi kurumlar alanlarında tekel gücünü
ellerinde bulunduruyorlar. Dikkat edildiğinde bunların yüzyıllar
ötesinden kalmış geleneklerini ya da daha yakın zamanlarda oluşturulmuş da
olsa sağlamca kurumlaşmış töreleri büyük bir kıskançlıkla korudukları dikkati
çekiyor.
Örnekse ne denli modernleşmiş bir görüntü
kazanırlarsa kazansınlar hemen hiçbir üniversite akademik kisveden
vazgeçemiyor. Batının bütün üniversiteleri "Godeamus
igütur"[1] sözleriyle başlayan ve aslında çapkınca bir
bohem yaşama övgü niteliğinde olan ilâhi benzeri şarkıyı bir ulusal marş gibi
ayakta söylüyor.
Gene örnek olarak Stockholm Üniversitesinde "Doktor" rütbesi alınışının törensel seyri
verilebilir. Aday bir dizi ön sınavlarda başarısını ispat etikten sonra son
sınava sıra gelir. Bu sınava aday, biri henüz doktora öğrencisi, öbürü halen
doktor olan iki "adjutant" -refakatçi- ile birlikte gelir. Sınav üniversitenin büyük
auditorium (konferans salonu) unda
yapılır. Üniversitenin bütün öğretim kadrosu ve ayrıca olabildiğince doktorlar,
üniversite kisveleriyle hazır bulunurlar. Soru bir tektir. Ve aday bu soruyu
adjutantlarına (yaver) danışarak hazırladıktan sonra yanıtlar. Yanıt yeterli
olduğunda üniversite rektörü, salon kapısındaki teşrifatçıya işaret eder.
Bunun üzerine teşrifatçı elindeki tokmağı yere vurarak "hora
est" -vakit geldi-
diye
bağırır. Bunun üzerine bütün salon ayağa kalkar. Aday, rektörün önüne giderek
diz çöker ve elini ona uzatır. Rektör, onun elini ellerinin arasına alarak
Latince yemin metnini okuyama başlar. Aday bunu tekrarlar. Bu sırada,
üniversite Stockholm Belediyesinin bir organı olduğu ve İsveç kralı da
Stockholm Belediyesinin konuğu olarak o kentte oturduğu için, kraliyet
sarayından top atışı başlar ve kentin kiliseleri canlarıyla bunu kutlarlar.
Böylesine hermetik
yapılanmış olan üniversitelerde- oluşan bilim de ezoterik (gizemli) özellikler
kazanmıştır. Ve pozitif bilimlerin olsun, hukuk ve sosyal bilimlerin olsun. Batı
ülkelerinde oluşturulmuş temellerine ulaşabilmek için bu ezoterik sistemin de
edinilmiş olması şarttır, yoksa öğrenilebilenler ancak onların son
ürünlerinden ibaret kalır.
ORDU
Silahlı kuvvetler de bir meslek olarak
oluşmaya başladıktan sonra, yani XVIII. yüzyıldan bu yana hermetik özellikleri
edinegelmişlerdir. Bugün hemen bütün orduların sıkısıkıya muhafaza ettikleri
üniforma özellikleri, ayrıntılı ve baletize törensellikler, belirli konuşma ve
davranış kalıpları, dışarıya anlamsız ve gülünç bile görünse, vatan için
çarpışmaya ve kanını akıtmaya hazır olması gereken bu insanların
motivasyonları için son derecede önemlidir. Bu törensellikler bazen çok
anlamsız, hatta barbar özellikler gösterebilirler.
Örneğin Alman ordusundaki "zapfenstreifen" töreni kökeninde meyhanelerde içmekte olan
askerlerin kışlaya dönme saatini belli eden boru ötüşünden ibaretti. Bugünse
bu tören emekli olan subayların onuruna, zaman zaman meçhul asker için de
yapılan bir tören halini almıştır. Gece karanlığında ellerinde meşalelerle
esas duruşa geçen büyük üniformalı kıta, komutla miğferlerini çıkarır ve diz
çöker. Ondan sonra da uzun bir trompet slosu başlar. Bütün askerler diz çökmüş
olarak, ellerinde meşaleler ve başları açık olarak soloyu dinlerler.
Amerika'nın West Point Askeri Akademisi'nin
törenleri, İngiliz donanmasının günbatımı törenleri, bizim ordumuzun sancak
devir teslim törenleri ve Harp Okulunun, Mustafa Kemal'in numarası okuduğunda "İçimizde" diye cevapladıkları tören, bu tür törenlerin
bir sanat gösterisi düzeyine ulaştığı en güzel örnekler olarak sayılabilir. Tabiidir ki gösterinin
baletize güzelliği dışında gerçek anlamını kavrayabilmek ve yaşayabilmek için
o ordunun ezoterik denilebilecek yaşamına katılmış olmak gerekmektedir. Bunlar hermetizmin insan ruhunun en
derinlerine işlemiş köklerinin ne denli güçlü olduğunu bize göstermektedir.
Tıpkı akademik kuruluşlar gibi silahlı
kuvvetler de hermetik çizgileri izlemekte ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak
kendi içinde ezoterik bir tutum da geliştirmektedir. O kadar ki birbirleriyle
düşman olan orduların askerleri birbirlerini kendi ülkelerinin devlet adamları
ya da politikacılarından daha iyi anlayabilir hale gelirler. Orduların bu hermetik modellere yatkınlığı,
akademik kurumların nedenlerinden farklı olarak daha biyolojik nedenlere
bağlıdır. Çünkü bir ordu, her şeyden önce kendi bireyleri arasında en iyi
iletişim sistemini bulmak ve bu yolla hareket etmek zorundadır. En iyi
iletişimi sağlayabilmek de insanın doğası gereği oluşturabileceği bir iletişim
sistemiyle mümkündür. Aynı kuralların öbür sonucu da işte hermetik kuruluşlardır.
Bunu açıklamaya çalıştığımızda hermetizmin neden özellikle de belli bir
uygarlık türünde ve bir aşamadan sonra böylesine çekici bir nitelik kazandığını
da açıklamaya yaklaşmış oluruz.
HERMETİZMİN NEDENLERİ VE BUNDAN SONRASI
Çeşitli canlı türlerinin doğada kendi yapısal
özellik ve yeteneklerine bağlı olarak aralarında belli bir iletişim ve
etkileşim düzeni kurmaya çabaladıkları kolaylıkla gözlenebilmektedir.
Koyunların bir araya gelişlerinde belli bir geometrik düzen, sığır ve
mandalarınsa bir başka geometrik düzen izledikleri kolaylıkla görülebilir.
Telgrafın tellerine konan kuşların konuş biçimleri, tel üzerinde dizilişleri
de türlerine özgü olarak farklı farklıdır. Sığırcıkların duruşu başka,
kırlangıçlarına başkadır. İşte bu, her türden olan canlının birinci kaygısı
olan türü ve tür yoldaşlarını korumak ve onların arasında da korunmak
kaygısının sonucudur. Her birey kendi fizik yetilerine uygun olarak öbür
bireyleri en iyi görebileceği konumda durmak ister ve onların belli
davranışlarını kendi davranışlarını belirleyici sinyaller olarak alır. Ancak
öbür bütün canlılarda kolaylıkla izlenebilen ve birkaç yüzyıldan beri de
bilimsel olarak araştırılabilen bu özellikler, sözkonusu insan olunca
zorlaşmaktadır. Çünkü insan konusunda dinlerin, inançların, felsefelerin ve
ideolojilerin öngörüş ve yargıları bulunmaktadır ve bilim adamları da bu
yargılan atlayarak incelemelere kolay kolay başlayamazlar. Bu yüzden insanı tür
olarak incelemeyi görev edinmiş olan bilim, antropoloji (insan bilimi) en genç bilimlerden biridir. Ve insan
toplumlarının incelenmesine yönelik sosyoloji, pedagoji sosyal psikoloji gibi
bilimler ise daha disiplinlerini son zamanlarda, kurmaya başlamışlardır.
Antropolojinin daha en başlarda sağladığı
gözlem malzemesi insanların da tıpkı tellerdeki kırlangıçlar gibi, ya da
çayıra yayılmış mandalar gibi kendi türlerini en iyi koruyabilecekleri bir
toplumsal örgütlenme modelini izlediklerini ortaya çıkarmıştır. Büyük kentler, metropol
yerleşim birimleri, büyük ülkeler ve devletler ve hatta küreselleşme üzerinde
yapılan bütün spekülasyonlara karşın insanın en iyi iletişim kurabildiği ve
kendisini güvende ve sağlıklı hissettiği topluluğun 200-800 arası bireyden
oluşan bir grup olduğu anlaşılmaktadır. Bu sayıdan az olan grup yeterli
güveni sağlamamakta, daha büyük olan bir grupta da iletişim kopmakta ve
bireysel farklılaşmalar artarak iç güveni ortadan kaldırmaktadır.
İşte uygarlığın belli bir aşamasında, belli
bölgelerdeki hızlı değişim, kentsel yerleşme birimlerinin doğuşu, kentsel
yerleşimler arasında ve kentsel yerleşim bölgeleri arasında ticaret ve
zanaatların sürekli insan gidip gelmelerine yol açması, kitlesel göçlerin ve
istilaların oluşu, özellikle de en hareketli yerleşim ve bölgelerden
başlayarak toplumun bütünü içinde çok etkin ve aktif kalmakla birlikte ondan
gene de daha özel ve özgün olmak, gene de yapayalnız kalmadığının güvencesini
elde tutabilmenin hemen tek çözümü olarak alt-grup oluşumunu ortaya
çıkarmıştır. Özellikle altı çizilerek belirtilmesi gereken, bu alt gruplarda
çok güçlü toplumsal duyguların da mutlaka bulunması ve özenle saklanması
gerektiği gerçeğidir. Bu alt gruplarda çok sıkı iç disiplinde en hafif gevşeme
derhal "Anti-sosyal" dediğimiz toplumsallaşmaya karşı bireylerin
buralara dolmasına ve bu bireylerin özelliklerinden ötürü de grup bağlarının
hızla zayıflamasına ve çözülmelere yol açar. İşte bu yüzden, ilk çıkış günlerinde daha
başka toplumsal ve ekonomik zorlamalar da bulunmakla birlikte hermetik
kuruluşların bu modeli bu ekonomik alt nedenler ortadan kalktıktan sonra da
sürdürmeleri ve bütün hermetik kuruluşların temel ortak özelliği olan kapalı
ezoterik sistemlere sıkı sıkıya bağlanmalarının altında yatan gerçek neden
bizce budur.
Bu yüzden ticaret ve şehirleşmenin ilk
oluştuğu bölgeler önce ekonomik ve sosyal bazı zorlamalara da bağlı olarak bu
modeli geliştirmişler ve giderek büyük anakaralar arası imparatorluklar
geliştikçe altyapı nedenlerinin ortadan kalkmasına karşı bu modele daha da sıkı
sarılmışlar ve ondan sonra toplumların bütün kargaşa ve karmaşa dönemlerinde ve
onu izleyen konsolidasyon (uzun vadeli anlaşma) dönemlerinde hemen aynı yapılar
bir gereksinim ve toplumsal yapılaşma modeli olarak ortaya çıkmışlardır. Tarihin bize gösterdiği bu
resme bakıldığında globalleşme ya da küreselleşme denilen gelişmenin bütün
insanlar arasında sınırsız bir birlik ve kardeşlik doğuracağı, iletişim
devrimi sonucunda bütün insanlığın büyük bir köye dönüşeceği gibi beklentiler
bize hiç de gerçekçi görünmüyor. Bize kalırsa insanlık yakın ve uzak
gelecekte çok daha büyük bir hızla alt gruplara bölünecek ve kendi biyolojik yapısı gereği doğrudan doğruya hissedebileceği güvenliği
onlarda arayacaktır.
Önemli olan bu gruplaşmaların olabildiğince
akıl yolunda örgütlenen birlikler olabilmesidir. Aklın, düşüncenin ve bilginin
üstünlük ve egemenliğini amaç edinecek alt gruplar kuşkusuz ki geleceğin
uygarlığını daha umutlu ve aydınlık uruklara doğru götürebilirler. Böyle temel
ideallerden yoksun gruplaşmalar ise şovenizme, fanatizme ve tümüyle akıldışı
bağnazlığa da açılabilirler. Çevremize biraz daha eleştirel bir bakışla
ülkemizdeki akıldışı tarikatlardan, Amerika'da toplu intiharlara kalkışan
akıldışı tarikatlara kadar çeşitli belirtileri bulmakta zorluk çekmeyiz.
Bunların arasında akıl yolu gruplarının ilerideki aydınlanmanın tohumlarını
taşıyacakları da kolaylıkla anlaşılabilir.[2]
Alıntı yaptığımız yazı günümüzdeki olayların
yorumunun hermetik özellik gösteren kuruluşları kontrol edilebilme aşamasında
ele alınması için yapıldığını göstermektedir. Görülen o ki, kendi bünyesinde
ezoterik sitemleri oluşmuş kuruluşlar kolay kolay bertaraf olmadıkları gibi,
yenilenme içerisinde daha kuvvetlenerek çıktıkları tarih içerisinde
görülmektedir.
Görülmeyene baskı yapmak gizlenmeyi artır.
Sonuçta ezoterik grup ezilme ve etkilenme
durumunda uzun vadede sessizliğini korurken daha sonra tehlikeli biçimde veya
bünyesindeki gizini artırarak hayatına devam eder. Giz hiçbir şekilde
kaybolmaz. Çünkü gizem insan ırkının zevk aldığı tadına doyamadığı bir
duygudur.
Gaudeamus igitur
Juvenes dum sumus Juvenes dum
sumus
Post jucundum
juventutem Post jucundum juventutem
Post molestam
senectutem Post molestam senectutem
Nos habebit humus. Nos humus
habebit.
[2] BABAOĞLU Ali
Hermetizm [Kitap]. - İstanbul : BDS, 1997,s. 135-140
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar