Hilmi Ziya ÜLKEN
Hzl: Demet
KESERCİ
Kitabın
Tarihi ve Yazılış Maksadı: İlk planı 1933 yılında düşünülmüş, temel fikir
değişikliklerinden dolayı 1934-1935 yılında Tarih felsefesi dersleri bu kitap
için ilk adım olmuştur.1968 yılında tamamlanmıştır.
Yazılış amacı: Başlangıç noktası klasik
fiziği temelden sarsan tamamlayacak fikridir. İlim ve felsefe arasında başarılı
karşılaştırmalar yapılmıştır.
Felsefe iki türlü anlaşılabilir: 1)
Felsefeyi ilimlerin sınırını aşan problemleri özgür bir düşünce ile çözmeye
çalışan bir araştırma yolu ile görmek. 2) Disiplinli bir düşünce tarzı olarak
görmek.
Felsefi düşüncenin en belirli vasfı
bildiklerimizi temellendirecek ilk ilkeler olduğuna göre felsefeye bu anlamda
ilk olgu denilebilir. Yani felsefenin bitmez tükenmez hareketliliği bir
temellendirme ve tekrar bu temellendirmeyi temellendirecek yeni bir ilke
araması onun belirli karakteridir.
İnsan zihninin birinci adımda ortak
duyu yardımıyla bulduğu ilk olgu, algıların kavradığı ve her şeyin kendisinden
çıktığı sanılan ateş, hava, su vb. unsurlardı. Daha sonra bu kaba unsurların
parçalanması, bu parçaların yeniden birleştirilmesiyle ikinci bir adım
doğdu.’’Her şey parçaların bileşik dağılmasından doğar.’’fikri ortaya çıktı.
Üçüncü adımda en küçük unsurlara (ortamlara) ayırış ortaya çıktı. Bu da yetmedi
birleşmeler ve çözülmeler birbirini kovalıyorsa varlıkta ne bir ne öteki temel
olabilir, öylesi ilk olgu değişmedir denildi. Daha sonra da ilk olgu insandır
dendi.
Varlığın Çift Manzarası
Bir öncekinin yetmezliğinden atılan
yeni bir adım öncekileri de içine alarak devam eder. Bugün bir temel felsefe
değil, felsefeler var ve bu çoğalarak herkesin kendi felsefesi adını alıyor.
Hayatımızda durdurma, itilme, mahrum
olma gibi çok fiille karşılaşıyoruz. Bu fiiller bizim hangi çağda ve kültürde
olursa olsun insanların ‘’emir ve yasaklar’’ içinde yaşamamızdan ileri gelir.
Bu fiiller daima çift kutupluluk içinde yaşamamızın neticesidir. Bu yüzden eski
ahlaklar akılla tutkular arasında zıtlık görmüşler, hep tutkuya karşı almışlar.
Kararlar ve tutkular ruhi hayatımızın üstün derecede karakterini belirliyorlar.
Derinliğine felsefe
Neden insanlar çocuktan ergine,
vahşiden medeniye, anormalden normale, bu karma varlığı gittikçe ayırmaya doğru
gidiyor? Bu varlıkların hiç biri kendi başına hem zıt hem tamamlayıcı mahiyeti
ile devam edemez. Bütün varlıklar birbirine dayanarak devam edebilirler.
Âlemde insanda gördüğümüz çift
vasıfların belirginleşmesi evrimin karakteridir. Buna çatallaşma da
diyebiliriz. Varlığın gerginliği ile varlığın gevşemesi irade ve telkinle karşı
karşıya gelir. Batı medeniyeti iradenin kötü kullanılması, Doğu medeniyeti
telkini1 kötüye kullanmalarından dengeyi kaybetmişlerdir. İki
medeniyet karşılıklı eksiklerini görür birbirini anlarsa dünya dengesini
bulabilir. Oluş varlığın bir tavrıdır,varlığın yerini alamaz.Varlık olmadan
oluştan bahsedilemez.
Felsefeden doktrin ve problemler
Felsefe bir problemin filan veya
açıdan görülmesinden doğan bir doktrin2 değil. Felsefe problemlerin
asıl kendisinden doğduğu kesin ilk ilimdir.[1]
Modern ilim felsefesine göre felsefe
bir ilimdir. Filozof, gören, tahlil eden, yaşayan değil, görülen, tahlil
edilen, yaşanan, üzerinde, düşünen, derinleşen kimsedir. İlim adamı gibi
filozof da sorularla işe başlar. Problemlerin çözüm şekilleri sistemleştiği
zaman doktrin adını alır.Her doktrin kendisinin karşıtı olan bir doktrin
gerektirir.
Yaşama Ve Bilme
Bir şey algı ile tasavvur ile akıl
yürütme ile hatırlama ile bilinir. Fakat bu şey algı, tasavvur ve akıl
yürütmeden farklı olarak kalır.
Kısacası: Yaşanmış
olan bir hal bilinmiş değildir. Objenin işe karışan biyo-psikolojik şartlardan
sıyrılmış olması gerekir. Yani sırf öz haline konmalıdır. Aynı tarihi vakalar
gibi zaman dışı bakacağız.
Felsefi Düşünce Nasıl Başlamalı Ve
Yürümelidir?
İlmin ve felsefenin gelişmesi birbirine
paralel görünmektedir. Birinin buhranları ve kazançları ötekinde de vardır.
Bundan dolayı felsefede ilim gibi insanlar arasında ortak ve objektiftir.
Filozofların gayreti eskiyi tamamlamak, düzeltmek onu ilerletmek içindir.
Felsefenin metodu akıldır. Akıl
felsefenin temeli değil aletidir. Düşüncemizin aleti mantıktır. Dolayısıyla
felsefenin mantık dışında bir aletle kurulması imkânsızdır.
Felsefe akılla kurulur, ancak aklı
aşan problemleri de içine alır. Felsefenin temeli akıl değil varlıktır. Felsefe
sembolik mantık ile kurulur, ancak kurulan şey varlıklardır. Aklın veya
tenkitçi mantığın tespit ettiği şey varlık alanları olacaktır.O zaman
felsefenin asıl kendi konusu ontolojidir.Bilgi tahlili felsefenin gayesi
sayılırsa böyle bir tahlille varlıklara ait asıl konuya giremeden kapı kapanmış
olur.Felsefe bilgi tahlili ile gelişir.Fakat bilgi tahlili gaye değil,vasıta
olmalıdır.
Soyut Varlık Ve Konkre Varlık
Soyut varlık kavramı asıl var olanlarla
varoluşla ilişiği keser. Bu varlığın çeşitli anlamlar içinde bulanık kalmasına
neden olur. Felsefe konkre3varlıklar arasında mertebelendirme yapar.
Hilmi Ziya Ülken’e göre varlıklar arasında tabakalandırma yapmalı, fakat bunu
üstün bir faktörün baskısı altında yapmamalıdır. Evrim fikrini temel alır ve bu
ilk çağdan beri böyledir.
Belirsizlikten Belirliliğe ve Sınırlılığa
Geçiş
Felsefe tarihinin gösterdiği sınırsızın
sınırlanması dyade4[2] in belirli
hale gelmesi şeklindeki bilgi süreci günümüzün desteklediği temel fikir
olmuştur. Belirsizlik bilgi verilerimizin yetmezliğinden veya gözlem
aletlerimizin eksikliğinden ileri gelmiyor, fenomenlerin mahiyetinden, özünden
geliyor.
Değişme
İlmin ve felsefenin değişmesi, sabit
temel aşaması, varlıkları öz farkları ile birbirinden ayırması, sonradan doğmuş
ve bu insan zihninin gelişmesinin işaretidir. Değişmezi arayan ilk felsefe
Pythagore’ya aittir.
Şuur fiilleri iki türlü varlık alanını
kavrar. Bazıları dolu ontolojileri, bazıları boş ontolojilerdir. Dolu
ontolojilerde özleri kavrar bunlar değişmezler. Böylelikle öz fikri artık
felsefenin gizli bir âlem gibi görülen öz fikrinden kurtulur.
Son dönemde belirsizi belirleyen ‘’bir’’
tek başına ele alınmıyor, o dyade’nin ölçüsüdür. Dyade âlemin esasıdır.’’Bir ve
‘’sınır’’lal birleştiği zaman anlam kazanır.
Kısacası düşünce tarihinin değişmez ile
ilgili fikirleri ya gerçekten uzak ya parçalanmış ya da yakalanamaz, bilinemez
bir alana gizlenmiştir.
Felsefenin temel konusu varlıktır.
Hakikat, gerçek ve düşünce ve varlık probleminden çıkar. Bir şeyin varlığını
onunla ilgili her hükümden önce doğrudan kavrarız.
‘’Âlemde var olmak’’ âlemi aştığımızı
göstermez. Sonlu varlık sonsuzu yaşayamaz ama düşünür. Bu insani düşünce insan
varlığının kendini aşmak için yaptığı en büyük çabadır. Varlığa ait hakikat ile
sırf semboller ve kelimeler arasındaki tutarlığa dayanan formel hakikat
karıştırılmamalıdır.
Büyük Yunan filozoflarının esaslı bir
kusuru da varlıkta sınırlılık görmeleriydi. Modern ilim Plotinus’dan
faydalanmıştır.(sonsuz bir)
Varlık Kelimesinin Anlamları
Yeni felsefe fikirleri arasında özel
bir yer alan Existentialisme varoluş kavramı üzerinde durmakta ve onu varlık
kavramından ayırmaktadır. Varoluş varlığı kendi başına değil de varlığını
kazanmakta, bu varlık zaman meydana çıkmaktadır. Varoluşunun farkındadır.
Var olanları kendiliğinden var olanlar
ve meydana getirilenler olarak ikiye ayırırız. Kendiliğinden var olanların içinde
bulunduğu varlıklar bütünü evreni oluşturur.
Bütün varlık derecelerine ait gerçek
kavramlar olmasa fikir değeri alamaz. İnsani varlık ve kişiler arası aşkın
münasebetler olmasa ahlaki değer alamaz. Değerler âlemi, varlık âlemine, değer
problemi, varlık problemine bağlıdır. Öyleyse bir değerler ontolojisi
olmalıdır.
Varlık kavramı bir özü, yüklemleri,
sıfatları ve bazı tavırları gerektirir. Varlığın özü sıfatlar(yüklemler)
halinde görünür. Örneğin, üçgenin üç kenarı, üç köşesi olması onun sıfatı, dik
açılı üçgen olması onun tavırlarıdır. Varlığı sabit, tavırları değişir.
Felsefe ve ilim insan eseridir. Her
çağda ilmin ilerleyişi felsefeye yeni problemler kazandırmış bazen de ortadan
kaldırmıştır. Dolayısıyla felsefeyi ilimden ilmi felsefeden ayırmak kabil
değildir.
Olasılık nispeti yüksek olan tarihi
vakaların yorumlanmasında ideolojilerin inançların, tesirinden kurtulmak
güçleşir. Bu yüzden en değerli kitaplar bir yarış içinde olmuştur. Felsefe aynı
buhranın sistem hastalığının zararlı tesirlerinden kurtulmalıdır. Bunun için
filozof problemleri ayrı ayrı ele alınmalı, çözüm yolu bulduktan sonra öteki
problemlere geçmelidir.
Filozofların büyük sistem kurmak
istemeleri sistem hastalıklarını doğurmuştur. Asıl felsefenin sübjektif
unsurlardan ayrılması, açıklamalarda ağırlık merkezi halini alması felsefe
tarihinde fikrin bocalamasına sebep olmuştur.
Çağımızda pragmatist, gerçek bilgi
yerine başarı inananı ve hakikat yerine tatmini koyuyor. Biz bununla
avunuyoruz, avunmak ise daima kendini aldatmaktır.Bu daha çok 19.yy da
görülmüştür.Bugün yeni ontoloji devri objektif ve transandantel felsefe,
diyalektif materyalizm akımlarının gelişmesiyle romantizm karmaşıklığı
önlenebildi,tekrar felsefenin eski geleneğine dönüldü.
İlk konulan dikotomi5[3] varlık-yokluk
problemidir. Bugünkü felsefede gittikçe bariz bir yer almaktadır. Hegel’e göre
oluş yokluktan varlığa ve varlıktan yokluğa devamlı bir geçiştir. Daha sonra
solcu Hegelcilere göre oluş, varlığın bir tavrı olarak ortaya koyuyor. Yaparak
yeşeriyor kağıt sararıyor.Değişen bir şey var olmalı ki değişme olabilsin. Aynı
şey varlık olması bakımından değişmez öz oluş görünüş, imkân olması bakımından
değişen varoluştur. Bundan dolayı her varlık, gerçekleştirmesinde oluştur. Bu
oluş insan içinde geçerlidir. Oluş varlığın sıfatı,oluşun tarzları onun
tavırlarıdır.
Gözden Fiile Geçiş
İnsan gelişmesinde yalnız
tohumda olan gelişmiyor. Çevre, eğitim ve kültürün büyük tesiri vardır. Manevi
hayat tohumda olanın meydana çıkması değil, kazanılmış olan hayattır. İnsan
yaşadıkça daha üstün manevi kuvvetlerini kazanıyor. Maddede değişme ve
yenileşme maddenin bünyesindeki sarsıntılardan doğar.
Varlık-İdeal
Fransız ihtilalinde ideologlar
toplumun ne olduğu değil ne olması gerektiği peşindeydiler. Pozitif bilimciler
ideologları hayalci olarak itham ettiler. İdeal, değerlerde insan eylemini
harekete getiren kuvvettir. Gerçek ve ideal birbirleriyle karşıt fakat
birbirini tamamlayan iki terimdir. Hakikat bunların tamamlanmış halidir.Varlığı
varoluşun bütünlüğü içinde kavrarız. Kendi başına mekanizm hiçbir şey değildir.
Bunlar birbirleriyle kaimdirler. Beden ruh olmayan şeydir,ruh da beden olmayan
şeydir.biri olmadan öteki olmaz.Varoluş hem bedendir, hem ruhtur, hem ayrı ayrı
hem bitişiktir.
Uçsuz bucaksızlık içinde başlamanın
bitirmenin, tamamlamanın, toplanmanın, dağılmanın hiçbir anlamı yoktur.
Radio-actif cisimlerin enerji kaybetmek üzere başka cisim halini alması ve
sonunda kurşuna inmesi maddenin mahvolmakta olduğunu gösterir. Quanta teorisi
cisimcik ve dalga mefhumlarını birleştiren bir teoridir. Bu birleşmenin
zaruretini önce Niels Bohr gördü bunu ‘’tamamlayıcılık’’ ile ifade etti.
Cybernetique
Robot veya makine adam neler yapabilir?
Hesap makinelerinin çok mükemmel şekilleri elde edilmişse bile neticeler asla
madde ve canlı unsurunun dolduracak kuvvetle değildir.
Bitki hücresinin çift zarlı oluşu onda
duyarlılık derecesini azaltır. Bitkide duyarlık azdır ama kendi tipinde özel
bir duyarlığı vardır. Çevreden aldığı maddeyi kendi bünyesinde eritir. Bitkide
olmayan şey farklılaşmış duyarlık ve sinir sistemidir. Sinir hücreleri hayvana
vergidir. Canlı varlık hayvan derecesinde birdenbire değişiklik gösterir.
Hücrenin tek zarlı oluşu depreşme ve duyarlığı artırır. Haber verme ve intibak
cihazı olarak sinir sistemi hayvanı çevre içinde hareketleri ve şartları
seçecek bir duruma koyar.
Araştırmalar
soya çekmenin payı ve çevre ile değişmenin payını meydana çıkardıkça ikisinin
de vazgeçilmez gerçekler olduğu görülmektedir. Demek ki fert gerçek olduğu
kadar nevi6 de gerçektir. Canlılar varlık olarak nevilerden, oluş
olarak fertlerden meydana gelirler.
Geleceğe doğru açılmış bir zamani mekân inşası
olduğu gibi, öte yandan geçmişe doğru katlanmış bir mekani zaman inşası vardır.
Her iki süreç karşılıklı kurulur. Kısacası insani varlığın ritimli hareketi bir
zaman-mekân sürekliliğidir.
Demet KESERCİ
Sh: 37-43
Kaynak: “Hilmi
Ziya Ülken” Çağdaş Türk Düşünürleri – II,
T.C Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Ankara 2013
T.C Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Ankara 2013
Hzl: Selgin ADANIR
Aşk ahlakı
Hilmi Ziya Ülken’in sadece ahlak üzerine değinip insanlara yapıp yapmaması
gerektiği şeyleri anlattığı bir kitap değil ahlakın, iyi yaşamanın birey ile
değil aynı zamanda tüm insanlık için bir borç olduğunu, insanın
bireyselliğinden sıyrılıp topluma hatta tüm insanlığa yönelmesi gerektiğine
vurgu yapan bir kitaptır.
Kitabın
içeri genel olarak üç başlıkta topladığı İnsan( Ruh ve Beden) Meselesi, Ahlak
Meselesi ve Siyaset Meselesi etrafında gelişir. Kitabın önemle üzerinde durduğu
kavramlar ise özgürlük, aşk, tutku, sevgi, bilinçli ruh, ahlak, birlik,
bütünlük ve beklide kitabı bize en kısa açıklayabilen insanlık kavramıdır.
Kitap ilk olarak 1931 yılında yayımlanmış ve daha sonra da dönemin kültür ve
sosyal şartlarına göre eklemeler yapılarak tekrar çıkmıştır.
Aşk
Ahlakı’nda ilk olarak özgürlük kavramı ön plana atılmış ve bununla giriş
yapılmıştır. Özgürlük kazanılan bir niteliktir. İnsan özgürlüğünü kendisi
kazanır. Bunu açıklayan en uygun cümle ise ‘ İnsan zincirleri içinde uyanır.
Fakat kendi çabaları ile birer birer bu zincirleri kırarak özgürlüğüne ulaşır’.
Özgürlük ona göre insanın kendisini bulması, kişi olması ve bu hakkını sonsuz
kullanabilmesidir. Burada Rousseaue’nun insanın doğuştan iyi olduğu daha sonra
da toplum şartları içinde bozulduğu fikrinin de doğru bulunmadığını gösterir.
Çünkü bu fikrin tam tersi olan insanın baştaki güçsüzlüğünü sonradan arzuları
ile kazandığı fikri savunulmaktadır. Aşk ahlakını ortaya koyan en iyi kavramlar
tutku ve sevgidir. Burada istekler sonsuzdur ancak insan bunu kendi olgunluğu
ile dizginleyebilecek ve üstesinden gelecek bir güçtedir. Bu yüzden kitapta
arzular ve tutku kavramına olumsuz bir anlam yüklenmez aksine insanlık sevgisi
için gerekli olabilecek en önemli güçler olarak gösterilir. Tutku esir olmak
değil egemen olmaktır.
Hilmi Ziya
Ülken düşüncelerinde Spinoza’yı kendine yakın görmüştür; çünkü tutkuların akla
eşlik edebileceğini, onunla aşılabileceğini ve olumsuz anlamlar yüklenmesi
gerekmediğini ilk o söylemiştir. Yine de akılcı olan Spinoza yerine
duygucu Scheler ona ve fikirlerine daha yakın gelmiştir. Çünkü eserin ağırlıklı
yönü duygucu, natüralist ve bütüncül bir felsefe ile kurulmuş yapı içinde
olmasıdır. Aşk ahlakı eserde olumlu, ideal ve iyimser bir düşüncenin sonucu
olarak çıkmıştır. Sadece duyguların ağırlıkta olduğu bir eser değildir aksine
gerçekçi bir düşünceler hâkimdir. Aşk ahlakı kalp ve sağduyunun birleştirilmiş
bir sonucudur. Daha öncede bahsettiğim kitabın üç başlık içinde ele alıp
incelendiği insan, ahlak ve siyaset meselelerine daha ayrıntılı ve aynı
başlıklar içinde ayrı ayrı değinmek gerekir. Konuya giriş olarak ilk doğanın en
önemli parçası olan insandan giriş yapılmıştır.
İnsan her
dönemde ve düşünürde olduğu gibi burada da varlıkları en değerlisi ve şanslısı
olarak görülmüştür. İnsan ahlaki bir varlıktır ve bu düşünce onu birey olmaktan
çıkarır. İnsanı özgürlüğü ile başta bulunduğu güçsüz durumdan kurtulur. Doğa
durumunda insan bilgisizdir ve eylemleri de o yönde ilerler. Daha sonra insanın
bilme eylemi gerçekleşir. Burada Sokrates’in de en önemle üzerinde durmuş olduğu
‘Kendini Tanı!’ cümlesi örnek verilir. İnsanı bu bilmede ve öğrenmede
onu teşvik edecek şey ise onun arzularıdır. Arzular insanın hâkimiyetinde
olduğu sürece olumludur. Ne zaman arzular insani ele geçirir ve onu
yönlendirmeye başlarsa o zaman insan ahlaklı olmaktan çıkacaktır. Tutku
ilerlemek için en vazgeçilmez olandır. Çünkü tutkularından arınmış insan ne
yapabileceğini bilir ancak onu yapabilecek gücü kendinde bulamaz. Bu yüzden
eserde insanı tutkularından arındırmaya çalışan geçmiş düşünürlere büyük tepkiler
vardır. Günümüze kadar gelen zaman içinde İsa, Muhammed Peygamberimiz, Sokrates
ve Gandhi gibi her biri kendi zamanında çığır aşmış insanlar başardıkları
şeyler içlerindeki azimdir ve insanlık sevgisi, aşkla adımlarını atmışlardır.
Eserde sık sık bunlara örnek verilmiştir.
İnsanda
ruh ve beden bütünlüğü vardır. Ruh insanda bilinçli bir tutkudur. Halk veya
kendini bilmeyen ilk insan bedenini yetiştirirse tamamlanacağını sanır. Ancak
ruh olmadan bu gerçekleşmez. Ruh mutlak özgürlüğü arar ve bu ikisi sürekli
ilerleyerek en son aşaması olan insanlık evresine ulaşır. Ruhların birbirine
yaklaştığı yer asıl insani vatandır. İnsanın amacı savaş içinde olmak değildir
amaç daima ilerlemek ve aydınlanmaktır. Toplumda incelenmesi gereken ilk şey
insan varlığı daha sonra ise ahlakı, iktisadı ve siyasetidir. İnsan kişilik
sahibi bir varlıktır. Kişilik kavramı insan için önemlidir. İnsan âlemin
vazgeçilmez bir parçası olarak görülmüş, küçük âlem olarak adlandırılmıştır.
Ruhu yüceltmek için insanı her şeyi istemesi ancak gündelik arzuların içine
düşmemesi gerekir. Sevgi ve sevinç ve ruhun yükselmesi için büyük kaynaklardır.
Ruhu ve ruhu yücelten tutkunun amacı daima doyumsuz olmaktır. Bu doyumsuzluk
sayesinde ruh gerçek aşka varacak birey olan kişi insanlık için adım atacaktır.
Aşka yükselen insan insani vatanseverlik olan mertebede mertebelerin en üstüne
varmış olur.
Tutku insanı doyumsuzluğa, daima bitmemesi
gereken amaca varmak için yardım eder ancak onu yeri geldiğinde dizginleyen ise
aşk, sevgidir. İsa’nın, Sokrates’in yaptıklarını kendinden vazgeçen insanlık
için şehit olanlar olarak gözükür. Onlar sonunu kendi amaçları düşünmeden
ilerlemişlerdir. Aşk ahlakına göre iyiliğin karşısında kötülüğün, aşkın
karşısında da kinin bulunması gerekir. Çünkü zıtlıklar insan gücünü yükseltir
ve insanın seçimleri onu doğruya götürmek için lazımdır. İnsanlar kötü
arzularını yenebilmeli ki iyinin peşinden gidebilsin. Bu yüzden tutkunun insanı
engelleyici bir yönünün bulunmadığı söylenir ve tutkuya büyük değer verilir.
İnsanın dış yönüne karşılık önemli olanın iç eğitimi olduğu söylenir. Aşk
maddeye esir olmadan mutlağa Allah’a ulaşmaktır. Buna göre önce bütün olan
mutlak varlığa ulaşmak değil onun en değerli parçası olan insana en son da
insanlığa ulaşmak gerekir. İnsanlık tutku ve sevginin doruk noktasıdır. Bu
yüzden bütünün içindeki birlik önemlidir. Amaç tüm âlemi insanlık birliği
içinde kurmaktır. Hakka ulaşmak için halkı sevmek gerekir.
Eski
Yunan’da uygulanan bilgelik kullanılır ancak onu bir yana bırakarak insani
yurtseverliğe ulaşmak asıl amaçtır. Bunun için insandan beklenen sürekli
olumsuz bir bakış açısı ile dünyaya bakmak değil ve yine halinden memnun olmak
ama olanla yetinmek değil daha fazlası için uğraşmaktır. Sonunda ise bir sonuç
beklemek değildir sonsuzluğa âşık olmaktır. İnsanın varlığı bu yüzden
önemlidir. Eserdeki insandan beklenenler Nietzche’nin insanı gibi
bilinmeyene yönelmek değil olumsuz bir sürü ahlakına karşı duyulan nefretten
ibaret olmamalıdır. Nietzsche insanı değerli bir varlık üst insan konumuna
getirmesi ile örnek olabilecek kişi olmuştur. Ancak burada insanı
duygularının esiri olmaması için er türlü tutkudan arındırması ve geleceğe tün
insanlığa olumsuz bakması yanlıştır. Tüm insanlığa ulaşmak için üst insandan
kişiden öteye geçmek gerekir. Ya da Rousseaue’nin insan gibi başta iyi olup
sonradan toplum şartları ile bozulan bir insan olmamalıdır. O da bu görüşü ile
inanın doğa durumunda mükemmel bir varlık olduğunu daha sonra bozulmalar
yaşadığını söylemesi insani aşamaların tam tersi bir düşüncedir. Çünkü insani
vatanseverlik ileriye doğru gidilmesi gereken bir aşamadır. İnsanlar tutkuları
ile olan durumunu kabul etmek değil en iyisine yönelmesi gerekmektedir. İnsan
eksikliklerini, hatalarını görmeden ileriye adım atamayacağı için
eksikliklerini kabullenmesi gerekir. İnsan hayatı hem iyi geçen insan değil
olumsuzluklar içinde de sabredebilen insan olmalıdır. İnsan ruhu ebediliğe
ulaşan ona âşık olan insandır. Tüm
bunlar insana büyük görevler yüklenmesi gerektiğini gösterir. İnsan en sonsuz
aşk ve tutku içinde ebedi bir birlik içinde ilerleyen insan olmasıdır.
Aşk
ahlakının ikinci olarak ayırdığı ahlak meselesinde ise insanın ilk önce ahlaklı
bir varlık olmasından gelen bir durumdur. İnsan birey olmaktan çıkıp diğer
insanları da kendisi kadar, kendi değerleri kadar düşünürse ahlaklı bir insan
olmaya başlamıştır. Ahlak insanoğlu için yaratılışından beri vicdan duygusunun
yanında gelişen bir durumdur. İnsanlık âlemdeki sürekli ilerleyen değişme
halinin son aşamasıdır. İnsan her şeyden önce ahlaklı biri olabilmek için önce
bireysellikten kurtulması gerekir daha sonra da kişilik sahibi bir insan olarak
diğer insanlar içinde gelişimin içinde bulunmalıdır. Bunu yaparken de sadece
amaç gütmeden yapmak için yapanlardan olmalıdır. İyilik için iyilik yapılmadır.
İnsan ahlaklı bir birey olarak ilerlerken içindeki arzuları yok etmek değil,
onlarla baş edebilecek güçte bir olmalıdır. Amaç basit arzulardan arınmak ve
daha ilerisi için hakiki tutkularla güçlenmektir.
Ahlaklı
olmak için önce vazgeçilmesi gerekilen şeyler eylemlerinden korkuyu, umudu
silmek olacaktır. Korkuyla yapılan iyilik olmayacak, umut içinde olan insan
umut ettiği şey gerçekleşmeyince hayal kırıklığı yaşayacaktır. Benlik sevgisi
ile kurulan ahlak da geçici hatta ahlaklı olmayacaktır. Ahlaklı olmak için tek
gerekli olan şey tutku ve sevgidir. Bunlar üzerine kurulu olan ahlak gerçek
değerine kavuşacaktır. Bu sevgi ahlakı menfaat gerektirmeyen içten gelen
dostluk gerektiren ahlak olacaktır. Sevgiyi güçlendiren tutku ise ahlak içinde
olumsuz bir anlamda değil aksine tüm insanlık sevgisine ilerlemek için gerekli
olan tek itici güçtür. Toplum içinde yalan ahlaklı bir bireyin önünde büyük bir
engeldir. İnsanlık ahlak içinde, duygu devresi(heyecan), hayal gücü, irade ve
en son tutku(özgür insanlar) evresinde gelişirler. Tutku evresinde sanat,
teknik, bilim gibi gelişmeler yer alır.
Bugünün
toplumu içinde bulunduğu ahlak ise ‘desinler ahlakıdır’. İnsanlar yaptıkları
iyilikleri karşısındaki insan için sırf diğer insanlara iyi görünmek ve yer
edinmek için yaparlar. Bu yüzden bu ahlakın geçerli hiçbir yanı yoktur. Ahlaki
alana akıl unsurları ile bakmak hatalıdır. Onlara ancak duygu ve içten gelen
sevgi ile bakılabilir. Özgürlüğü çoğu zaman insanın doğal halinden doğduğu
şeklinde nitelenir. Ancak özgürlük doğal ahlak içinde değil sonradan insan gücü
ile kazanılır. Asıl olan doğal ahlak ise örf ve adetlerdir. Bunlar insan
doğmadan bulunduğu kültür içinde çizilmiş olanlardır. Asıl olan hakikat tutkusu
insanlığa giden ahlaki yoldur. Ahlak konusu içine belli kavramlar önemlidir.
Bunlardan biri ‘etki aşkıdır’. Etki aşkı demek, giriştiği bir eylemde nefsi
feda ederek davranmak demektir. Bu kavram insan eylemlerinde benliğini
düşünmekten vazgeçecek duruma geldiğinde meydana çıkar. Bir diğer kavram ise
‘açıklık tutkusudur’. Açıklık tutkusu, sahte hayattan yanlıştan kurtulmuş olan
inandır. Bu insan vicdan mahkemesine göre sadece doğruya yönelerek her şeyde
net davranır. Bu açıklık aşk ile açık olmaktır. Ahlaki yapı içinde belki de
insan hayatının önemli bölümünü kapsayacak olan bir ahlaki yaşam vardır ki bu
da ‘iş ahlakıdır’. İş ahlakı insanın sahip olduğu ve yapmakta olduğu işi sadece
para kazanmak için yaparsa ortada ahlaki bir durum kalmamıştır. İş ahlakı
insanların sosyal şartlar içinde yapabileceği kendine en uygun işi başarması ve
bunu yaparken amaç sadece maddi kazanç olmamasıdır. Hatta maddi kazancı sadece
geçinme unsuru olarak, yetinebilecek kadar önemsemek gerekir. Bu yüzden iş
ahlakına sahip birey diğer insanlarla birlikte insanlık geleceği için çalışmalıdır.
Ahlak âlemine bir yer edindirmek gerekirse onun için ideal olan insanlık âlemi
ile gerçek olan aşk âleminin birleştiği yerdir. Birlik demek bütün insanlığı
bir görmektir. Ancak bu birlik amaçsız birleşen insan yığını değil insanlık
için uğraşan insani yurtseverlik birliğidir. İnsan önce kendi yurdu için
topladığı bu birliği daha sonra tüm insanlığa karşı geliştirmelidir. Eğer o
kendi yurdu içinde birleşen ırkçı bir insanlık oluşturursa bu insani
vatanseverlik için en büyük engeldir.
Eğer âlemde bir kötülük varsa buna kızmak yerine onu silmek ondan
kurtulmayı gerektirecek şeyler yapmak gerekir. Birliğe ulaşmak için insanın
aşması gereken mertebeler vardır. Bu mertebeler aşaması sırasıyla şudur:
1)Halk
aşaması
2) Vatandaş Aşaması,
3) Yurtsever Aşaması,
4) İnsani yurtsever Aşaması
Bu
aşamaların en sonu insanı sonsuz mutluluğa götürecektir. Bu yüzden insanın
amacı hayat içinde bir son beklemeden bu sonsuzluğa ilerlemektir. Bu aşamalar
içinde ise ahlak dereceleri de vardır. Halk aşaması eğitilmesi gereken bilinçsiz
insanlar topluluğudur. Bu yüzden burada korku ahlakı hâkimdir. Bilemediği ve
sonucunu düşünemediği her eyleminden korku duyar. Vatandaş aşaması ise umut
ahlakı içinde yaşar. Birlik olmaya çalışan halkın vatandaş olduğunda istediği
bir sürü amacı vardır ve bunlar için sürekli çalışır. Bunlar gerçekleşmediği
anda ise umutsuzluğa düşer, ahlakı zedelenir. Yurtsever aşaması, şuur ahlakı
içindedir. Bu ahlak kendi özgürlüğünü düşünen bencil insanlardan oluşur. İnsani
yurtsever aşaması olan son aşamada ise ahlak asıl ulaşmak istediği noktaya
varmıştır. Bu aşamadan sonra insan tutku ve sevgi ahlakını bulur. Aşk ahlakına
kavuşmuş olan insanlar bütün insanlık için olan amacına kavuşmuştur.
İnsan ve
ahlak meselelerinden ayrılmayan ancak ona ulaşacağı yolda yardımcı olan siyaset
meselesinde eserin belki de sonuç kısmını oluşturacak olan ‘Mertebeler Devleti’
konusu hâkimdir. Mertebeler devleti siyaset içinde Aşk Ahlakının ulaştığı son
noktayı gösterir.
Burada
kullanılan ilk kavram ahlakla da ilişkisi olan adalet kavramıdır. Adalet insanı
ruhun özgürlüğüne götürür. Adalet sahibi insan birey kavramından çok ötekini de
düşünen insan olmuştur. Kitleleri bilinç, özgürlük, ilerleyiş olarak ayırırken,
insanları da halk, vatandaş, yurtsever ve insani yurtsever olarak ayırır. Halk;
diğerlerine göre daha dikkat edilmesi gereken bir sınıftır. Çünkü halk
bilinçsiz insanlardan oluşur. Yani daha gerçek özgürlüğüne kavuşamamış insanlar
mertebesidir. Bu insanlar korku içinde eylemlerine yönelirler. Bu yüzden kitabın
da esas temeli olan ‘Halka rağmen yalnız halk içindir.’cümlesi önemlidir. Bunu
anlamı ise halkın tepkilerini düşünmeden onların geleceği için onlara karşı
gelmektir. Ahlakın amacı insanları toplum içinde gerçek özgürlüğüne kavuşturmak
ve eşitlik içinde yaşamalarını sağlamaktır. İnsanlara düşmanlıktan önce
kardeşliği öğretmektir. Vatandaş mertebesindeki insanlar umut içine gelecek
kaygısı içinde olan insanlardır. Bu yüzden de geleceği için her şeyi göz ardı
edebilecek bir durumdadırlar. Vatandaşa gerekli olacak belli haklar verilir ve
o bu oy kullanma gibi temel haklarını kullanırken sorgulamaz. Geleceği için
gözünü yumduğu zamanlar çoktur. Vatansever ise; vatandaşın içinde yükselirler
ve onlarda artık gurur, benlik ve özgüven halindir. Bu insanlarda tek bulanan
şey takdir edilme duygusudur. İnsan kendini kişi olarak önemli görür ve artık
bir şeyleri düşünürken daha akla yatkın kararlar verir. Son aşama olan insanlık
aşaması ise; yani insani vatanseverlik ise ulaşılmış biri hedeftir. Ancak bunda
yine hedefe varınca vazgeçme yoktur ve daima bir ilerleme ruhu vardır. Tüm bu
mertebeler kendi içinde önemlidir. Çünkü insanlar halk aşamasından direk olarak
insani vatanseverliğe ulaşamazlar. Bunların her biri aşılması gereken önemli
engellerdir. Bu mertebeler sınıf toplumu değildir. Burada halk aşamasının
içinde bir yurtsever insan topluluğu yoktur. Her mertebe tarihi süreç içinde
ilerleme ile gerçek değerini bulur.
Bugünün
toplumu ise ahlakı kurmaya elverişli değildir. Gerçek adalet uygulanamaz. Çünkü
sınıf baskısı, eşitliksizlik, sosyal şartların vermiş olduğu bunalım insanları
iyilik, insanlık mertebesine çıkaramaz. Demokrasi gerçek bir demokrasi olarak
oluşamaz. Aldanan ve aldatan bir insanlar topluluğu oluşmuştur. Günümüzün
siyasi sisteminde toplum şartlarına göre ve insanların sağlamış oldukları
gelişmelere göre siyasi ideolojiler de gelişme göstermiştir. İki tane siyaset
şekli vardır ki bunlar döneminde çok gelişmiş ve kendilerine destek veren
birçok düşünür bulmuşlardır.
Bunlardan
biri sosyolojidir. Sosyalizm eşitlik ilkesine göre oluşmuş bir sosyal
ideolojidir. Sosyolojinin eşitlik ilkesi aşırı bir değere ulaşınca insanlar
arasındaki özgürlük kaybolacaktır. Amaç değerler(sanat, kültür, din ahlak) ve
araç değer (teknik araçlar) arasındaki uçurum daha da açılacak ve ortada bir
karmaşık durum oluşacaktır. Sosyalizm amaç değerleri aşırı eşitlik ilkesi ile
kurutacaktır ve ortadan kalkmasına yol açacaktır. Diğer bir sosyal ideoloji ise
liberalizmdir. Bu da sanayi sisteminin vermiş olduğu özgürlükçü yapının aşırıya
ulaşması ve birey tabanlı bir sistem oluşturmaktır. Liberalizm ile sanayinin
vermiş olduğu araç değerleri kullanım artacak ancak aşırı özgürlükçü sistem
insanlar arasında eşitliksiz bir yapı oluşturacaktır. Eserde ikisinin de
eksikleri olduğu ve eğer uygulanırsa bir şeyler kaybedilebileceğinden
bahsedilir. Bu yüzden ikisinin yerine yeni bir özgür sistem kurulur bu da
mertebeler devletidir.
Mertebeler devletinde halk, vatandaş,
yurtsever ve insani yurtsever aşamaları ile kendini gerçekleştirmeye çalışan
insanın siyasi ideolojisidir. Burada ne sosyalizm gibi değerlerin bozulmasına
izin verilecek ne de liberalizm gibi araç değerlere sınırsız özgürlük
verilecektir. Asıl yapılması gereken özgür sistem içinde insanların bir yandan
amaç değerlerini en iyi gerçekleştirebildiği bir oram olacak, bir yandan da bir
disiplin içinde araç değerler en iyi şekilde işleyecektir. Bunu en iyi yapacak
olan ise yeni bir uzmanlar sınıfı insan topluluğudur. Uzmanlar sınıfı
günümüzdeki gibi bir sınıf ayrımı değil insanlık için çalışan toplumun en
başarılı insanlarının yer aldığı sınıftır. Buradaki mertebeler devleti henüz
gerçekleşmemiş ideal bir düzen olarak yer almaktadır.
Geçmişten
günümüze sanayinin vermiş olduğu ve gelişmeler ile kendini oluşturan maddi
toplumda köle ve efendi karşıtlı bir burjuva yönetimin de yer aldığı bir durum
vardır. Ancak burada birbirinin aynısı yansıtan insan vardır. Hâlbuki insanlar
sonsuzdur ve bu sonsuz insanların birer sonsuz fikirleri vardır. Her biri kendi
alanında iyi, sonsuz insan tipleri vardır. Yani bunlar tek bir tip insan
yapılamaz. Tüm bunlar ışığında uygarlığın daima ilerlediği söylenebilir mi
sorusuna evrimci görüş evet ilerleyebilir cevabını vermiştir. Ancak insanlık
daima olumlu bir ilerleme sağlamaz bu düz bir çizgi değildir. İyiler kadar
kötüler, doğrular kadar da yanlışlar vardır. Bu yüzden de ilerleme kadar
gerilemeye yol açacak durumlar da vardır ve bu zıtlıklar insanın gelişmesinde
büyük etken rol oynamıştır. Bir diğer siyasi olarak önem arz eden konu ise
ihtilalcı yapıdır. Bu yapı tamamen yıkmak ve yenisini ortaya koymak ister.
Bunun yapmak istediği şu cümle ile daha iyi açıklanabilir.’Ağacın köklerini
kesmek ama çiçek vermesini beklemektir.’ Bu durumda insan geçmişini, bir
geçmişi silmek kolay değildir. Geçmiş insanın ne kadar geliştiğini ve daha ne
kadar gelişme göstermesi gerektiğini gösteren en büyük durumdur.
Tüm bunlar yine özgürlük meselesine getirir
insanı. Çünkü insan özgür doğmaz, bu özgürlüğünü kendisi kazanmak zorundadır.
Bunu da tutkuları ve itici güçleri ile sağlamalıdır. Aşk ahlakı için aralarında
sadece kan bağı bulunan insanların birlikteliği gibi bir durum yoktur. Tüm
bunlar kadar insanlı içinde birleşmiş birbirlerine tutku ile bağlı olan
insanlar da vardır ve asıl onlar önemlidir. Bunlar arasında dostluk bir kez kurulunca
aralarında gurur, korku ve umut güçsüzlükleri de kaybolur. Yarın için insanlık
için cesareti olmayan inandan dost olmaz. Bu özgür insanların toplumu için en
gerekli olan şey adalet ve inançtır. Ruhi kuvvetler içinde iki çeşit ruh
vardır. Birincisi kendi içine kapalı, tembellik, korkaklık bulunduran toplumlar
diğeri de insani ruh içindeki toplumlardır. İkincisinde insan yolun kahrını
çekmiş sadece çıkar peşinde koşmayan insandır. İnsanların eylemler karşısındaki
tavrı onların gücünü de ortaya koyar. Kibir sahibi insan tutku ve aşktan mahrum
olan insandır. Zalim insan hak diyerek halkı ayaklar altına alır ve nedensiz
kötülükler yapar. Zulmü zulüm için yapan insan zulmü insanlık için, adalet için
yaptığını söyleyen insandan daha iyidir. Ancak tüm bunlar tarihte gösteriyor ki
zulüm ile yola çıkan milletler, devletler daima yok olmuş ve günümüze
ulaşamamıştır. Çünkü zulmün peşinden onu takip ettiren insanlar devamlı olarak
doğmadır.
İnsanlık
içinde gelişme gösterirken sosyal durumda ise ruhun noksanlığından doğan sosyal
belalar meydana gelmiştir. Ancak yine de insanlar günah işlemeden veya
belaların üzüntüsünü duymadan ideal topluma doğru adım atılmaz. Noksanlıklar
gerçekte eksiklik değil, doğruluk için bir adımdır. Hatta ahlaksızlık da bunlar
için bir adımdır. Bu soysal belalar başlıklar altında ele alınırsa, bunlardan
biri ‘tembelliktir’. Tembellik insanın daima insanlık için tutkuları ile
ilerlemesine en büyük engellerden biridir. Toplum içinde tembellikten doğan
sosyal eksiklikler, dilenmek, fuhuş, kumar, piyango, faizciliktir. Dilenmek
insanın kendisine olan saygısını tüketmesinden oluşur. Fuhuş insanlığın özgür
yaşandığı yerde insanlık lekesi olarak adlandırılır. Tembellikten doğan sosyal
belalar insanı asalak ve başkasına bağlı bir insan haline getirir. Yani insan
özgür bir birey gibi değil bilinçsiz, bağımlı bir birey gibi davranır.
Bir diğer soysa bela ise ‘yalandır’. Yalan
haksızlığı hak diye göstermektir. Yalanın doğurduğu sosyal bozukluklar ise
rüşvet, memurluk ruhu yerine sosyal görev vardır. Yalan toplumda yanlış olan
durumu topluma doğru olarak göstermeyi empoze ettirmeye çalışan en önemli
sonuçtur. İnsan yalana yöneldiği anda ahlaki yönden de eksilmeye başlamış
durumdadır. Sosyal belalardan bir diğeri de zulümdür. Zulmün doğurduğu bozukluk
ise iltimastır. Zulüm eskiden beri köle efendi ilişkisi içinde insanlık için
yüz kızartıcı bir unsurdur. Adalet için zulüm yaptığını söyleyen insan ise daha
ahlaksız bir hal almaktadır. Zulümlerin en kötüsü hoşgörü eksikliğinden doğan
zulümdür. Öncesinde daima güvensizlik yatar. Çünkü kendin cesareti olmayan
insanın içinde daima korku vardır ve korkuda kaçamayınca saldırganlık ortaya
çıkar. Bunlar toplum içinde ahlaklı bir birey olarak gelişimi engellemekle
birlikte toplumu insanlık ideale yönelişi engelleyici unsurdur.
Yeniçağ
döneminde akıl ışığı eşiğinde insanlığa ilerleme vardır. Aslında başlangıçtan
bu yana ilk çağdan beri zorbacı ve baskı unsurlu bir yönetim hâkimdir. Daha
sonra insanlık adına büyük gelişme oldu ve özgür insan aklını kullanmaya
başladı. Bu akılcı durum daha sonra kendini aşarak pozitivist bir hal aldı ve
yine olumsuza sürüklenmeye başladı. Pozitivist insanlık içinde zayıfın öç
alması haline geldi ve yine kaos oluştu. Bu ideolojilerin en kötü olanı ise
fikri yönde insanı etkileyen durumdur. Nietzsche’nin ahlaki yönden döneminin
sürü insanını eleştirirken bütün erdemler ve ahlaki değer yargıları silmesi
yanlıştır. Üst insan onda birey olarak yer alır ancak bir insanın yanında
insanlık ideali bulunmazsa burada büyük eksiklik vardır. Aynı şekilde doğuştan
iyi olup daha sonradan toplumla birlikte bozulmaya uğramış Rousseaue ‘yı da
eleştirir.
Aşk
ahlakında insana verilen değer ve insanın ahlaklı bir birey olmasının teorikten
çıkıp siyasetle pratiğe ulaşması ve siyasi bir ideoloji olacaksa eğer ideal
düzendeki mertebeler devletinden çıkması için yapılan çalışmalar vardır. Her ne
kadar idealin üstüne çıkamasa da dönem dönem bunu gerçekleştirmek isteyen ve bu
uğurda kendi benliğini bırakan Sokrates, Gandhi vb. gibi ünlü düşünürler siyasi
bir kimlikte nasıl ahlaklı olunabileceğini göstermişlerdir.
Kitabın üç
ana başlığının da bu şekilde incelendiği eserde son kısım olarak geniş yer
verilmiş olan açıklamalar kısmında kitap için belki de ayrı incelenmesi gereken
kavramları tekrar ayrıntılar içinde ele almışlardır. Bu kavramlar veya cümleler
Aşk Ahlakının aslında bir ahlaki sistem olmaktan çıkıp insanlık ideali olduğunu
göstermektedir. Ruh kavramı bunlardan biridir. Ruh bütün insanlar ve eylemler
içindir. Ahlaki iktidarda gerçek siyaseti gösterir. Gandhi kılıçsız siyaset,
İsa ise bir devlet adamının nasıl olması gerektiğini ahlaki anlamda bize
göstermiştir. Ruhun iktidarı olgunlaşıp taştığı anda ahlak oluşur. Ahlakın da
tohumunu ruh tüm olarak hâkimiyetine alınca asıl siyaset gerçekleşir. Ruh ahlak
ile eyleme geçer. Ruhun karakterini belirleyecek olan insan eylemleridir.
Toplum içinde mertebeler ile birlikte insan guruplarının da kişilikleri ortaya
çıkmış olur. Toplumda büyücüler korku ahlakını, akıl dinleri umut ahlakını,
saltanat yönetimi ise gurur ahlakını hayatının merkezi konumuna getirmiştir. En
sonuncusu milletler arası toplum ise Aşk Ahlakını ortaya çıkarırlar. Bu
mertebeler dış yönde bir eğitim değil, içten gelen bir eğitimle aşılabilir.
Mertebeler içinde her insanın işini sosyal görev aşkı ile yapar ve büyük çaba
harcar. En ağır görev ise herkesten önce iş ahlakı gereği aşk ahlakı
mertebesindeki insana verilir. Böylece herkes vatana olan borcunu ödemiş olur.
Amaç özgürlük ve yarışma aşkıdır. Bu yarışma günümüz insanın kazanç hırsı değil
aksine görevindeki tutkudan ileri gelmektedir.
Bu kısımda
ele alınan ve alınması gereken en önemli cümlelerden biri ‘ İnsan zincirler
içinde uyanır fakat kendi çabası ile bunları kırıp özgürlüğüne ulaşır.’cümlesi
olmalıdır. Çünkü eserin içinde sıklıkla geçen özgür, bilinç sahibi ruh, insan
varlığını n iyi anlatabilecek olan cümledir. İnsan kedi çabası ile daima ileri
gitmek için ulaştığının bir kanıtıdır. Bunun doğru olduğu görüşü çok önceden
beri diğer düşünürler içinde de dile getirmişlerdir. Kaderci görüşe sahip eski
İslam düşünceleri, hatta vahdet-i vücuda düşüncesi bile insanın fikirlerinin
kapanmasına rahat ortaya çıkamamasına engel olarak gözükür. İnsan kendini özgür
görür ve yapay toplumu sonradan kendisi oluşturur. Görüşler içerisinde
sosyoloji ve psikolojinin iki zıt düşünce olduğu ortaya çıkar. Sosyoloji her
şeyi toplumla açıklamaya çalışırken, psikoloji de insanı tam tersi olarak
bireyden yola çıkarak açıklar ve toplumu meydana getiren esas olan bireydir. Bu
iki zıtlığın ortak noktası Aşk Ahlakında bulunmaktadır. Bir acıdan da ele
alınacak olursa psikolojinin kendi içinde tutkuyu ayrı bir arzu sistemi içinde
ele alması yeri geldiğinde hatta onun kişilik rahatsızlığı gibi hat safhaya
ulaşabileceğinin söylenmesi psikolojinin düşüncelerinin de tartışılma konusu olmasına
yol açmıştır. Aksine tutku bir kişilik rahatsızlığının ötesinde kişiliği
olgunlaştıran etkili bir unsurdur.
Toplumsal
yapıyı incelerken üç döneme ayrılır. Bunlar organik bilinç, sosyal bilinç ve
kişilik bilinçtir. Organik bilinç içindeki insanlar sadece fizyolojik
ihtiyaçlarını gidermek isteyen ve giderildiğinde de isteklerinin sonlandığını
düşünen toplumdur. Sosyal bilinç evresi ise insanların artık bir değer sahibi
birey olduklarının farkına vardıkların ancak özgürlüklerinin daha da
kısıtlanmış olduğu bir toplumdur. Burada insanlar değerler eşliğince incelenir
ve yer edinir. Kişilik evresi ise insanlığın son evresi olan bir toplum
yapısıdır. Burada tutkuları en üst noktaya ulaşmış bilinçli bir ruh taşıyan
insan topluluğu hâkimdir. İnsan olgunluğunun zirvesine ulaşmış bir insanlık
olmuştur.
Kitabın
bir diğer önemli kavramı ise hiç kuşkusuz ki tutkudur. Tutku özgürlükle eş
değer olarak ele alınmış ve açıklanmış bir konudur. Tutku eski dönemden beri
insan için ürkütücü hatta insana zararlı bir duygu şeklini almıştır. Ancak bu
fikir daha sonra ilk olarak Spinoza’da akılla birlikte olumlu ele alınan ancak
aklın daha ağırlıkta olduğu bir düşünce hâkimdir. Daha sonra Kant da
düşünceleri içinde tutkuyu insanı geriye götüren bir duygu değil aksine insanın
fikirlerinin ortaya atılması için tetikleyici bir olumlu bir kuvvettir. Tutku
kişiyi kötülüğe yönlendiren kuvvet değil aksine kişinin tutkuyu farklı renkte
kullanması onu bu duruma sürüklemiştir. İnsan küçük arzuları peşinde koşan
basit düşünceler üreten insan olursa eğer o tutkusunu bu amaçla kullanacak ve
ileriki zamanlarda bu tutku şiddet halini alabilecektir. Ancak tutkuyu
itekleyici bir kuvvet olarak ele alırsa o zaman tutku insanlık aşkı için güzel
bir etkidir. Tutkuların kurulmasında en büyük etken alışkanlıktır. Tutku
kullanılması olumlu olursa eğer düşkünlükten çıkar ve onun böyle gitmesi içinde
insan eğitilmesi gerekir. Tutkunun amacı sadece kendinde olan arzudur ve bunun
fayda amaçlı yapılmış bir duygu olması amacından çıkmasına yol açar. Tutkular hedeflerine
göre sınıflamalara ayrılır. İlahi, dini, siyasi, keşfi, cinsel ilgi, mitolojik
hedefler şeklinde ayrılır ve her tutku olduğu alanda amacı sadece düşüncelerini
güçlendirmesidir.
Tutku
toplum içinde organik bilinçte kısa dönemli bir his iken, sosyal bilinçte
sadece amaca uygun bir yetidir. Sosyal bilinç içinde tutku değerler ile örtülür
ve olumsuzluk altından çıkar. Daha sonraki kişilik bilincinde ise tutku asıl
amacına kavuşur ve aşk ahlakına ulaşmaya büyük bir etkendir. Kişilik bilincinde
ise tutku, zekâ ve iradenin ortak faaliyeti olarak ortaya çıkmıştır. Kişilik
bilincindeki tutku amaçsız hale gelmiştir. Çünkü amacı sadece kendi içindedir
ve iyilik gibi sırf yapılmak için ortaya atılır. Ancak tutku amacı yok diye boş
değil aksine amacı kendi içindedir.
Sağduyu
çoğu düşünüre göre tutkuyu durduran hatta insanı ona karşı koruyan olarak
görülmüştür. Ancak tutku sağduyu gibi insani amaçlar taşımaz ve bir düşünce
ışığında düz bir mantıkta ilerlemez. Bu yüzden tutku hedefine göre
incelendiğinde asla insanı olumsuza sürükleyen bir etken olamaz. Tutkunun
hedefi ahlaki hedef olarak da yer alabilir iyilik içinde de olabilir. Tutku
sevgiyi yükseltmesi açısından sevginin en önemli kaynağı olmuştur. Sevgi yüksek
bir mertebedir ve bu mertebe içinde tutku sevginin himayesi içinde yaşar ve bir
açıdan da onu da yükseltir. Sevgi de türleri içinde ayrılırken, eros sevgisi,
dike sevgisi(adalet), Agope sevgisi(tasavvuf aşkı), ve kozmik sevgi gibi
düşünce farlılıkları vardır.
Âlemin mihrakının insan olması ve insanı bu kefeye
koyması önemlidir. Ruh âlemin ve bedenin merkezi durumdadır. Ruh daima oluş ve
akış halinde yaşar. Ruh organik aşamadan sosyal aşamaya oradan da kişilik
aşamaya yükselmesi onun ahlaki anlamda ve insani anlamda en üst aşamada bir
insanlık idealine ulaşmış kişiliğe sahiptir. Günümüze kadar yaşanan ve ortaya
çıkan felsefi kuramlar içinde ruhu maddeye indirgeyen materyalizme, aksine olan
ideal bir değere yükselten idealizme karşı ikisinin de uç noktalarda oluğu
düşüncesi vardır. Materyalizmin ruhu maddeye indirgemesi onun bilinçli ruhunu
aşağıya indirgerken aksine durum olan idealizmin ruhu en yüksek derecede
göstermesi de bunun dengesizliğini göstermiştir. Ruh bilinçli bir insan olarak
olunca insanla somut değerde yer aldıkça ve tutkuyla ilerledikçe asıl amacına
ulaşmıştır. Ruhu nefis olarak incelenirse de tasavvuf döneminde nefsi ruh
değerine tutup onu küçük âlem olarak niteleyebilmektedir.
Aşk Ahlakı
vazgeçmek değil, sonsuzca isteme, aşağı arzuları aşmadır. Burada amaç asla
ulaşamayacağı bir arayışı sevmektir. Amaç hedef değil eylemin kendisidir.
Eserde çoğulcu felsefeden ve natüralist felsefeden yararlanılması onun bütüncül
bir birlik içinde yaşanılması gereken felsefedir. Tutkunun doğuşunda arzu
değil, ihtiyaçtır. Arzu insanın hareketlerinde onu kötü anlamda yönlendirirken,
ihtiyaç daha olumlu ve insanı bir amaca göre değil bilinmeyene doğru
yönlendirir. Toplumda organizma arasındaki çatışmadan sırasıyla, heyecan ve
duyguculuk, hayal gücü, akıl ve irade, tutku ve sevgi oluşur. Heyecan evresi
yine insanın bilinçsiz dönemine denk gelerek ortaya çıkar. Hayal gücü insanda
artık özgür bir ruhun oluştuğu başlangıcı verir. Akıl ve irade insanın bilinç
sahibi varlık olduğunu aklı eşliğinde keşfettiklerini kavramaktadır. Tutku ve
sevgi aşaması ise son olan insanın son aşamasını gösterir. Tutku sahibi
varlığın birey olmaktan çıkıp insani bir boyuta ulaştığını gösterir. Aşk ahlakı
başta değersiz beşeri idare ile görülürken daha sonra tutku ve sevgiye dayalı
değerli olur. Aşk ahlakı heyecanla başlar ve sonradan irade ve sevgiye dayalı
bir boyut kazanır.
Organizma
ahlak,
Desinler
ahlakı,
Doğruluk
ahlakı sevgi+tutku
Kişilik
bilincinin gelişmesi duygusal insani ruhla tutku, sevgi ve kişilikle
aşılabilir. Her dönemde ahlak içinde birbirini tamamlayan yeni fikirler
çıkmıştır. Hedonizm, Mutluluk ahlakı, Çıkar ahlakı, Direnme ahlakı gibi ahlak
çeşitleri döneminin düşünürleri tarafından gelişmiştir. Bunun gibi his üzerine
kurulu ahlak, akıl üzerine yönelen ahlak, Kant’ın ödev ahlakı gibi türler de
vardır. Sevgi ahlakında sadece tutku ve sevgi bütünlüğünden doğan bir sevgiye
yükselme ve huzurun yanında aynı zamanda bir de huzursuzluk dönemleri de
vardır. Bunlar zıtlıklardan doğan birlik ilkesine uygun bir durumdur. Ama bu
durum antik döneme tekrar dönüş niteliğindeki bir durum değildir.
Adalet
kavramı da üzerinde durulan bir önemli fikirdir. Adalet Antik Yunan
felsefesinden beri ortaya atılan bir durumdur. Her filozofun kendine göre
düşüncelerine göre bir ahlaki yargısı hâkimdir. Bu ahlaki durum antik dönemde
sitenin üzerine yüklü bir durumken daha sonra Stoacılık felsefesinde bireye
yüklenmiş, kişisel anlam yüklenmiştir. Hıristiyanlık ve İslam dilerinde de
zamanla bir adalet fikri dinin temeline oturmuştur. Esere göre ise gerçek
adalet mertebeler devletinde gerçekleşir. Burada eşitlik ve özgürlük iki eşit
durum şeklinde biri birini aşmayacak ele alınır. Özgürlük ve eşitlik gerçek
değil aslında ideal bir durumdur. Bunlar mertebelere yükselmekle gerçekliğe
kavuşur. Ancak en son aşama olan bütün erdemler adalette toplanır. Adaleti,
adil olanı sağlayacak olan ise siyasettir. Adil olan insanda gerçekleşir.
Eserde
yine benzer sorulardan bir soru gelir. O da şudur: Bugünün toplumu ahlakı
kurup adaleti uygulayabilir mi?
Bu
sorunun cevabı ise bu günün toplumu reform ile düzeltilemez. Eğitim düzene
girmedikçe insani ahlak kurulabilir. Bu yüzden düzenin değişmesi gerektiğine
inanılan bir durum yatar.
Hakikat ne
madde ne de ruhtadır. Birlik, gerçeklik ikisindedir. Ruhu yüceltecek olan da
yine insanın kendi çabası özgürlüğü ile ulaştığı insani vatanseverlik sonucu
olacaktır. Buraya kadar tüm bahsettiklerimiz içinde bir sonuç çıkarmak şu
sonuçlar çıkmaktadır:
İnsan
baştaki bilinçsiz halinden özgür bir varlık olarak kendi çabası ile kazandığı
özgürlüğü ile kurtulmuştur. Daha sonra ise yine kendi gelişimini ile kazanmış
olduğu bir tutku sahibi bir varlık konumunu almıştır. Bu varlık onun en son
hali mertebesinin son şekli olan insani vatanseverliktir. İnsanlar bu hale hep
olumlu bir düzlükte daima iyilikle kazanmazlar, aksine insanlar yaşadıkları
zorlukları yenerek kötülüklerini aşarak insani vatanseverliğe ulaşır. Halkın
bireylikten çıkıp kendi vatanını sadece savunarak burada kısıtlı kalması onun
sadece ırkçı bir kimlik kazanmasına yol açacaktır. Ancak tüm insanlığı içine
alan bir insanlık ideali içinde kazanmış olduğu mertebe ile insan ruhi
ilerlemesini en iyi kazandığını da göstermiş olur. Aşk ahlakı da bu son
aşamanın oluşmasını sağlayan tutku ve sevginin ürünüdür. Ahlaklı bir birey
kendilikten çıkarak tüm insanlığa bir sonsuzluk, sonsuz sevgi verebilecek
duruma gelir. Bunu oluşturan her şey yani insani asıl insan yapan insanlık
yapan her şey aşk ahlakında mevcut olan bir durum olmuştur. Aşk ahlakında
sosyoloji ve psikoloji, sosyalizm ve liberalizm, aydın ve halk, iyilik ve
kötülük gibi düşünce zıtlıklarından pek çok şekilde bahsedilmesi bile
zıtlıklardan nasıl birliğe varılabileceğini asıl olanın ulaşılmak istenen
sonsuz idealler insani ölçütler olduğu gözükmüştür. İnsani vatanseverlik
insanlık idealinin bitmeyen ancak ideal şekilde varılmak istenen hedefi
olmuştur.
Selgin ADANIR
Sh:
141-154 Kaynak: “Hilmi Ziya Ülken” Çağdaş Türk Düşünürleri – II,
T.C Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Ankara 2013
T.C Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Ankara 2013
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar