Print Friendly and PDF

Hilmi Ziya ÜLKEN

Bunlarada Bakarsınız


Hzl: Demet KESERCİ
Kitabın Tarihi ve Yazılış Maksadı: İlk planı 1933 yılında düşünülmüş, temel fikir değişikliklerinden dolayı 1934-1935 yılında Tarih felsefesi dersleri bu kitap için ilk adım olmuştur.1968 yılında tamamlanmıştır.
        Yazılış amacı: Başlangıç noktası klasik fiziği temelden sarsan tamamlayacak fikridir. İlim ve felsefe arasında başarılı karşılaştırmalar yapılmıştır.
           Felsefe iki türlü anlaşılabilir: 1) Felsefeyi ilimlerin sınırını aşan problemleri özgür bir düşünce ile çözmeye çalışan bir araştırma yolu ile görmek. 2) Disiplinli bir düşünce tarzı olarak görmek.
           Felsefi düşüncenin en belirli vasfı bildiklerimizi temellendirecek ilk ilkeler olduğuna göre felsefeye bu anlamda ilk olgu denilebilir. Yani felsefenin bitmez tükenmez hareketliliği bir temellendirme ve tekrar bu temellendirmeyi temellendirecek yeni bir ilke araması onun belirli karakteridir.
         İnsan zihninin birinci adımda ortak duyu yardımıyla bulduğu ilk olgu, algıların kavradığı ve her şeyin kendisinden çıktığı sanılan ateş, hava, su vb. unsurlardı. Daha sonra bu kaba unsurların parçalanması, bu parçaların yeniden birleştirilmesiyle ikinci bir adım doğdu.’’Her şey parçaların bileşik dağılmasından doğar.’’fikri ortaya çıktı. Üçüncü adımda en küçük unsurlara (ortamlara) ayırış ortaya çıktı. Bu da yetmedi birleşmeler ve çözülmeler birbirini kovalıyorsa varlıkta ne bir ne öteki temel olabilir, öylesi ilk olgu değişmedir denildi. Daha sonra da ilk olgu insandır dendi.
           Varlığın Çift Manzarası
          Bir öncekinin yetmezliğinden atılan yeni bir adım öncekileri de içine alarak devam eder. Bugün bir temel felsefe değil, felsefeler var ve bu çoğalarak herkesin kendi felsefesi adını alıyor.
          Hayatımızda durdurma, itilme, mahrum olma gibi çok fiille karşılaşıyoruz. Bu fiiller bizim hangi çağda ve kültürde olursa olsun insanların ‘’emir ve yasaklar’’ içinde yaşamamızdan ileri gelir. Bu fiiller daima çift kutupluluk içinde yaşamamızın neticesidir. Bu yüzden eski ahlaklar akılla tutkular arasında zıtlık görmüşler, hep tutkuya karşı almışlar. Kararlar ve tutkular ruhi hayatımızın üstün derecede karakterini belirliyorlar.
        Derinliğine felsefe
        Neden insanlar çocuktan ergine, vahşiden medeniye, anormalden normale, bu karma varlığı gittikçe ayırmaya doğru gidiyor? Bu varlıkların hiç biri kendi başına hem zıt hem tamamlayıcı mahiyeti ile devam edemez. Bütün varlıklar birbirine dayanarak devam edebilirler.
        Âlemde insanda gördüğümüz çift vasıfların belirginleşmesi evrimin karakteridir. Buna çatallaşma da diyebiliriz. Varlığın gerginliği ile varlığın gevşemesi irade ve telkinle karşı karşıya gelir. Batı medeniyeti iradenin kötü kullanılması, Doğu medeniyeti telkini1 kötüye kullanmalarından dengeyi kaybetmişlerdir. İki medeniyet karşılıklı eksiklerini görür birbirini anlarsa dünya dengesini bulabilir. Oluş varlığın bir tavrıdır,varlığın yerini alamaz.Varlık olmadan oluştan bahsedilemez.
       Felsefeden doktrin ve problemler
          Felsefe bir problemin filan veya açıdan görülmesinden doğan bir doktrin2 değil. Felsefe problemlerin asıl kendisinden doğduğu kesin ilk ilimdir.[1]
           Modern ilim felsefesine göre felsefe bir ilimdir. Filozof, gören, tahlil eden, yaşayan değil, görülen, tahlil edilen, yaşanan, üzerinde, düşünen, derinleşen kimsedir. İlim adamı gibi filozof da sorularla işe başlar. Problemlerin çözüm şekilleri sistemleştiği zaman doktrin adını alır.Her doktrin kendisinin karşıtı olan bir doktrin gerektirir.
          Yaşama Ve Bilme
          Bir şey algı ile tasavvur ile akıl yürütme ile hatırlama ile bilinir. Fakat bu şey algı, tasavvur ve akıl yürütmeden farklı olarak kalır.
Kısacası: Yaşanmış olan bir hal bilinmiş değildir. Objenin işe karışan biyo-psikolojik şartlardan sıyrılmış olması gerekir. Yani sırf öz haline konmalıdır. Aynı tarihi vakalar gibi zaman dışı bakacağız.

 Felsefi Düşünce Nasıl Başlamalı Ve Yürümelidir?
           İlmin ve felsefenin gelişmesi birbirine paralel görünmektedir. Birinin buhranları ve kazançları ötekinde de vardır. Bundan dolayı felsefede ilim gibi insanlar arasında ortak ve objektiftir. Filozofların gayreti eskiyi tamamlamak, düzeltmek onu ilerletmek içindir.
           Felsefenin metodu akıldır. Akıl felsefenin temeli değil aletidir. Düşüncemizin aleti mantıktır. Dolayısıyla felsefenin mantık dışında bir aletle kurulması imkânsızdır.
           Felsefe akılla kurulur, ancak aklı aşan problemleri de içine alır. Felsefenin temeli akıl değil varlıktır. Felsefe sembolik mantık ile kurulur, ancak kurulan şey varlıklardır. Aklın veya tenkitçi mantığın tespit ettiği şey varlık alanları olacaktır.O zaman felsefenin asıl kendi konusu ontolojidir.Bilgi tahlili felsefenin gayesi sayılırsa böyle bir tahlille varlıklara ait asıl konuya giremeden kapı kapanmış olur.Felsefe bilgi tahlili ile gelişir.Fakat bilgi tahlili gaye değil,vasıta olmalıdır.
Soyut Varlık Ve Konkre Varlık
        Soyut varlık kavramı asıl var olanlarla varoluşla ilişiği keser. Bu varlığın çeşitli anlamlar içinde bulanık kalmasına neden olur. Felsefe konkre3varlıklar arasında mertebelendirme yapar. Hilmi Ziya Ülken’e göre varlıklar arasında tabakalandırma yapmalı, fakat bunu üstün bir faktörün baskısı altında yapmamalıdır. Evrim fikrini temel alır ve bu ilk çağdan beri böyledir.
 Belirsizlikten Belirliliğe ve Sınırlılığa Geçiş
       Felsefe tarihinin gösterdiği sınırsızın sınırlanması dyade4[2] in belirli hale gelmesi şeklindeki bilgi süreci günümüzün desteklediği temel fikir olmuştur. Belirsizlik bilgi verilerimizin yetmezliğinden veya gözlem aletlerimizin eksikliğinden ileri gelmiyor, fenomenlerin mahiyetinden, özünden geliyor.
 Değişme
      İlmin ve felsefenin değişmesi, sabit temel aşaması, varlıkları öz farkları ile birbirinden ayırması, sonradan doğmuş ve bu insan zihninin gelişmesinin işaretidir. Değişmezi arayan ilk felsefe Pythagore’ya aittir.
     Şuur fiilleri iki türlü varlık alanını kavrar. Bazıları dolu ontolojileri, bazıları boş ontolojilerdir. Dolu ontolojilerde özleri kavrar bunlar değişmezler. Böylelikle öz fikri artık felsefenin gizli bir âlem gibi görülen öz fikrinden kurtulur.
     Son dönemde belirsizi belirleyen ‘’bir’’ tek başına ele alınmıyor, o dyade’nin ölçüsüdür. Dyade âlemin esasıdır.’’Bir ve ‘’sınır’’lal birleştiği zaman anlam kazanır.
     Kısacası düşünce tarihinin değişmez ile ilgili fikirleri ya gerçekten uzak ya parçalanmış ya da yakalanamaz, bilinemez bir alana gizlenmiştir.
        Felsefenin temel konusu varlıktır. Hakikat, gerçek ve düşünce ve varlık probleminden çıkar. Bir şeyin varlığını onunla ilgili her hükümden önce doğrudan kavrarız.
        ‘’Âlemde var olmak’’ âlemi aştığımızı göstermez. Sonlu varlık sonsuzu yaşayamaz ama düşünür. Bu insani düşünce insan varlığının kendini aşmak için yaptığı en büyük çabadır. Varlığa ait hakikat ile sırf semboller ve kelimeler arasındaki tutarlığa dayanan formel hakikat karıştırılmamalıdır.
        Büyük Yunan filozoflarının esaslı bir kusuru da varlıkta sınırlılık görmeleriydi. Modern ilim Plotinus’dan faydalanmıştır.(sonsuz bir)
 Varlık Kelimesinin Anlamları
        Yeni felsefe fikirleri arasında özel bir yer alan Existentialisme varoluş kavramı üzerinde durmakta ve onu varlık kavramından ayırmaktadır. Varoluş varlığı kendi başına değil de varlığını kazanmakta, bu varlık zaman meydana çıkmaktadır. Varoluşunun farkındadır.
        Var olanları kendiliğinden var olanlar ve meydana getirilenler olarak ikiye ayırırız. Kendiliğinden var olanların içinde bulunduğu varlıklar bütünü evreni oluşturur.
       Bütün varlık derecelerine ait gerçek kavramlar olmasa fikir değeri alamaz. İnsani varlık ve kişiler arası aşkın münasebetler olmasa ahlaki değer alamaz. Değerler âlemi, varlık âlemine, değer problemi, varlık problemine bağlıdır. Öyleyse bir değerler ontolojisi olmalıdır.
      Varlık kavramı bir özü, yüklemleri, sıfatları ve bazı tavırları gerektirir. Varlığın özü sıfatlar(yüklemler) halinde görünür. Örneğin, üçgenin üç kenarı, üç köşesi olması onun sıfatı, dik açılı üçgen olması onun tavırlarıdır. Varlığı sabit, tavırları değişir.
           Felsefe ve ilim insan eseridir. Her çağda ilmin ilerleyişi felsefeye yeni problemler kazandırmış bazen de ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla felsefeyi ilimden ilmi felsefeden ayırmak kabil değildir.
          Olasılık nispeti yüksek olan tarihi vakaların yorumlanmasında ideolojilerin inançların, tesirinden kurtulmak güçleşir. Bu yüzden en değerli kitaplar bir yarış içinde olmuştur. Felsefe aynı buhranın sistem hastalığının zararlı tesirlerinden kurtulmalıdır. Bunun için filozof problemleri ayrı ayrı ele alınmalı, çözüm yolu bulduktan sonra öteki problemlere geçmelidir.
          Filozofların büyük sistem kurmak istemeleri sistem hastalıklarını doğurmuştur. Asıl felsefenin sübjektif unsurlardan ayrılması, açıklamalarda ağırlık merkezi halini alması felsefe tarihinde fikrin bocalamasına sebep olmuştur.
          Çağımızda pragmatist, gerçek bilgi yerine başarı inananı ve hakikat yerine tatmini koyuyor. Biz bununla avunuyoruz, avunmak ise daima kendini aldatmaktır.Bu daha çok 19.yy da görülmüştür.Bugün yeni ontoloji devri objektif ve transandantel felsefe, diyalektif materyalizm akımlarının gelişmesiyle romantizm karmaşıklığı önlenebildi,tekrar felsefenin eski geleneğine dönüldü.
       İlk konulan dikotomi5[3]  varlık-yokluk problemidir. Bugünkü felsefede gittikçe bariz bir yer almaktadır. Hegel’e göre oluş yokluktan varlığa ve varlıktan yokluğa devamlı bir geçiştir. Daha sonra solcu Hegelcilere göre oluş, varlığın bir tavrı olarak ortaya koyuyor. Yaparak yeşeriyor kağıt sararıyor.Değişen bir şey var olmalı ki değişme olabilsin. Aynı şey varlık olması bakımından değişmez öz oluş görünüş, imkân olması bakımından değişen varoluştur. Bundan dolayı her varlık, gerçekleştirmesinde oluştur. Bu oluş insan içinde geçerlidir. Oluş varlığın sıfatı,oluşun tarzları onun tavırlarıdır.
Gözden Fiile Geçiş
                 İnsan gelişmesinde yalnız tohumda olan gelişmiyor. Çevre, eğitim ve kültürün büyük tesiri vardır. Manevi hayat tohumda olanın meydana çıkması değil, kazanılmış olan hayattır. İnsan yaşadıkça daha üstün manevi kuvvetlerini kazanıyor. Maddede değişme ve yenileşme maddenin bünyesindeki sarsıntılardan doğar.
Varlık-İdeal
             Fransız ihtilalinde ideologlar toplumun ne olduğu değil ne olması gerektiği peşindeydiler. Pozitif bilimciler ideologları hayalci olarak itham ettiler. İdeal, değerlerde insan eylemini harekete getiren kuvvettir. Gerçek ve ideal birbirleriyle karşıt fakat birbirini tamamlayan iki terimdir. Hakikat bunların tamamlanmış halidir.Varlığı varoluşun bütünlüğü içinde kavrarız. Kendi başına mekanizm hiçbir şey değildir. Bunlar birbirleriyle kaimdirler. Beden ruh olmayan şeydir,ruh da beden olmayan şeydir.biri olmadan öteki olmaz.Varoluş hem bedendir, hem ruhtur, hem ayrı ayrı hem bitişiktir.
         Uçsuz bucaksızlık içinde başlamanın bitirmenin, tamamlamanın, toplanmanın, dağılmanın hiçbir anlamı yoktur. Radio-actif cisimlerin enerji kaybetmek üzere başka cisim halini alması ve sonunda kurşuna inmesi maddenin mahvolmakta olduğunu gösterir. Quanta teorisi cisimcik ve dalga mefhumlarını birleştiren bir teoridir. Bu birleşmenin zaruretini önce Niels Bohr gördü bunu ‘’tamamlayıcılık’’ ile ifade etti.
Cybernetique
       Robot veya makine adam neler yapabilir? Hesap makinelerinin çok mükemmel şekilleri elde edilmişse bile neticeler asla madde ve canlı unsurunun dolduracak kuvvetle değildir.
       Bitki hücresinin çift zarlı oluşu onda duyarlılık derecesini azaltır. Bitkide duyarlık azdır ama kendi tipinde özel bir duyarlığı vardır. Çevreden aldığı maddeyi kendi bünyesinde eritir. Bitkide olmayan şey farklılaşmış duyarlık ve sinir sistemidir. Sinir hücreleri hayvana vergidir. Canlı varlık hayvan derecesinde birdenbire değişiklik gösterir. Hücrenin tek zarlı oluşu depreşme ve duyarlığı artırır. Haber verme ve intibak cihazı olarak sinir sistemi hayvanı çevre içinde hareketleri ve şartları seçecek bir duruma koyar.
Araştırmalar soya çekmenin payı ve çevre ile değişmenin payını meydana çıkardıkça ikisinin de vazgeçilmez gerçekler olduğu görülmektedir. Demek ki fert gerçek olduğu kadar nevi6 de gerçektir. Canlılar varlık olarak nevilerden, oluş olarak fertlerden meydana gelirler.
   Geleceğe doğru açılmış bir zamani mekân inşası olduğu gibi, öte yandan geçmişe doğru katlanmış bir mekani zaman inşası vardır. Her iki süreç karşılıklı kurulur. Kısacası insani varlığın ritimli hareketi bir zaman-mekân sürekliliğidir.
Demet KESERCİ
Sh: 37-43
Kaynak: “Hilmi Ziya Ülken” Çağdaş Türk Düşünürleri – II,
T.C Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Ankara 2013


Hzl: Selgin ADANIR
Aşk ahlakı Hilmi Ziya Ülken’in sadece ahlak üzerine değinip insanlara yapıp yapmaması gerektiği şeyleri anlattığı bir kitap değil ahlakın, iyi yaşamanın birey ile değil aynı zamanda tüm insanlık için bir borç olduğunu, insanın bireyselliğinden sıyrılıp topluma hatta tüm insanlığa yönelmesi gerektiğine vurgu yapan bir kitaptır.
Kitabın içeri genel olarak üç başlıkta topladığı İnsan( Ruh ve Beden) Meselesi, Ahlak Meselesi ve Siyaset Meselesi etrafında gelişir. Kitabın önemle üzerinde durduğu kavramlar ise özgürlük, aşk, tutku, sevgi, bilinçli ruh, ahlak, birlik, bütünlük ve beklide kitabı bize en kısa açıklayabilen insanlık kavramıdır. Kitap ilk olarak 1931 yılında yayımlanmış ve daha sonra da dönemin kültür ve sosyal şartlarına göre eklemeler yapılarak tekrar çıkmıştır.
Aşk Ahlakı’nda ilk olarak özgürlük kavramı ön plana atılmış ve bununla giriş yapılmıştır. Özgürlük kazanılan bir niteliktir. İnsan özgürlüğünü kendisi kazanır. Bunu açıklayan en uygun cümle ise ‘ İnsan zincirleri içinde uyanır. Fakat kendi çabaları ile birer birer bu zincirleri kırarak özgürlüğüne ulaşır’. Özgürlük ona göre insanın kendisini bulması, kişi olması ve bu hakkını sonsuz kullanabilmesidir. Burada Rousseaue’nun insanın doğuştan iyi olduğu daha sonra da toplum şartları içinde bozulduğu fikrinin de doğru bulunmadığını gösterir. Çünkü bu fikrin tam tersi olan insanın baştaki güçsüzlüğünü sonradan arzuları ile kazandığı fikri savunulmaktadır. Aşk ahlakını ortaya koyan en iyi kavramlar tutku ve sevgidir. Burada istekler sonsuzdur ancak insan bunu kendi olgunluğu ile dizginleyebilecek ve üstesinden gelecek bir güçtedir. Bu yüzden kitapta arzular ve tutku kavramına olumsuz bir anlam yüklenmez aksine insanlık sevgisi için gerekli olabilecek en önemli güçler olarak gösterilir. Tutku esir olmak değil egemen olmaktır.
 Hilmi Ziya Ülken düşüncelerinde Spinoza’yı kendine yakın görmüştür; çünkü tutkuların akla eşlik edebileceğini, onunla aşılabileceğini ve olumsuz anlamlar yüklenmesi gerekmediğini ilk o söylemiştir. Yine de akılcı olan Spinoza yerine duygucu Scheler ona ve fikirlerine daha yakın gelmiştir. Çünkü eserin ağırlıklı yönü duygucu, natüralist ve bütüncül bir felsefe ile kurulmuş yapı içinde olmasıdır. Aşk ahlakı eserde olumlu, ideal ve iyimser bir düşüncenin sonucu olarak çıkmıştır. Sadece duyguların ağırlıkta olduğu bir eser değildir aksine gerçekçi bir düşünceler hâkimdir. Aşk ahlakı kalp ve sağduyunun birleştirilmiş bir sonucudur. Daha öncede bahsettiğim kitabın üç başlık içinde ele alıp incelendiği insan, ahlak ve siyaset meselelerine daha ayrıntılı ve aynı başlıklar içinde ayrı ayrı değinmek gerekir. Konuya giriş olarak ilk doğanın en önemli parçası olan insandan giriş yapılmıştır.
İnsan her dönemde ve düşünürde olduğu gibi burada da varlıkları en değerlisi ve şanslısı olarak görülmüştür. İnsan ahlaki bir varlıktır ve bu düşünce onu birey olmaktan çıkarır. İnsanı özgürlüğü ile başta bulunduğu güçsüz durumdan kurtulur. Doğa durumunda insan bilgisizdir ve eylemleri de o yönde ilerler. Daha sonra insanın bilme eylemi gerçekleşir. Burada Sokrates’in de en önemle üzerinde durmuş olduğu ‘Kendini Tanı!’ cümlesi örnek verilir. İnsanı bu bilmede ve öğrenmede onu teşvik edecek şey ise onun arzularıdır. Arzular insanın hâkimiyetinde olduğu sürece olumludur. Ne zaman arzular insani ele geçirir ve onu yönlendirmeye başlarsa o zaman insan ahlaklı olmaktan çıkacaktır. Tutku ilerlemek için en vazgeçilmez olandır. Çünkü tutkularından arınmış insan ne yapabileceğini bilir ancak onu yapabilecek gücü kendinde bulamaz. Bu yüzden eserde insanı tutkularından arındırmaya çalışan geçmiş düşünürlere büyük tepkiler vardır. Günümüze kadar gelen zaman içinde İsa, Muhammed Peygamberimiz, Sokrates ve Gandhi gibi her biri kendi zamanında çığır aşmış insanlar başardıkları şeyler içlerindeki azimdir ve insanlık sevgisi, aşkla adımlarını atmışlardır. Eserde sık sık bunlara örnek verilmiştir.
İnsanda ruh ve beden bütünlüğü vardır. Ruh insanda bilinçli bir tutkudur. Halk veya kendini bilmeyen ilk insan bedenini yetiştirirse tamamlanacağını sanır. Ancak ruh olmadan bu gerçekleşmez. Ruh mutlak özgürlüğü arar ve bu ikisi sürekli ilerleyerek en son aşaması olan insanlık evresine ulaşır. Ruhların birbirine yaklaştığı yer asıl insani vatandır. İnsanın amacı savaş içinde olmak değildir amaç daima ilerlemek ve aydınlanmaktır. Toplumda incelenmesi gereken ilk şey insan varlığı daha sonra ise ahlakı, iktisadı ve siyasetidir. İnsan kişilik sahibi bir varlıktır. Kişilik kavramı insan için önemlidir. İnsan âlemin vazgeçilmez bir parçası olarak görülmüş, küçük âlem olarak adlandırılmıştır. Ruhu yüceltmek için insanı her şeyi istemesi ancak gündelik arzuların içine düşmemesi gerekir. Sevgi ve sevinç ve ruhun yükselmesi için büyük kaynaklardır. Ruhu ve ruhu yücelten tutkunun amacı daima doyumsuz olmaktır. Bu doyumsuzluk sayesinde ruh gerçek aşka varacak birey olan kişi insanlık için adım atacaktır. Aşka yükselen insan insani vatanseverlik olan mertebede mertebelerin en üstüne varmış olur.
 Tutku insanı doyumsuzluğa, daima bitmemesi gereken amaca varmak için yardım eder ancak onu yeri geldiğinde dizginleyen ise aşk, sevgidir. İsa’nın, Sokrates’in yaptıklarını kendinden vazgeçen insanlık için şehit olanlar olarak gözükür. Onlar sonunu kendi amaçları düşünmeden ilerlemişlerdir. Aşk ahlakına göre iyiliğin karşısında kötülüğün, aşkın karşısında da kinin bulunması gerekir. Çünkü zıtlıklar insan gücünü yükseltir ve insanın seçimleri onu doğruya götürmek için lazımdır. İnsanlar kötü arzularını yenebilmeli ki iyinin peşinden gidebilsin. Bu yüzden tutkunun insanı engelleyici bir yönünün bulunmadığı söylenir ve tutkuya büyük değer verilir. İnsanın dış yönüne karşılık önemli olanın iç eğitimi olduğu söylenir. Aşk maddeye esir olmadan mutlağa Allah’a ulaşmaktır. Buna göre önce bütün olan mutlak varlığa ulaşmak değil onun en değerli parçası olan insana en son da insanlığa ulaşmak gerekir. İnsanlık tutku ve sevginin doruk noktasıdır. Bu yüzden bütünün içindeki birlik önemlidir. Amaç tüm âlemi insanlık birliği içinde kurmaktır. Hakka ulaşmak için halkı sevmek gerekir.
Eski Yunan’da uygulanan bilgelik kullanılır ancak onu bir yana bırakarak insani yurtseverliğe ulaşmak asıl amaçtır. Bunun için insandan beklenen sürekli olumsuz bir bakış açısı ile dünyaya bakmak değil ve yine halinden memnun olmak ama olanla yetinmek değil daha fazlası için uğraşmaktır. Sonunda ise bir sonuç beklemek değildir sonsuzluğa âşık olmaktır. İnsanın varlığı bu yüzden önemlidir. Eserdeki insandan beklenenler Nietzche’nin insanı gibi bilinmeyene yönelmek değil olumsuz bir sürü ahlakına karşı duyulan nefretten ibaret olmamalıdır. Nietzsche insanı değerli bir varlık üst insan konumuna getirmesi ile örnek olabilecek kişi olmuştur. Ancak burada insanı duygularının esiri olmaması için er türlü tutkudan arındırması ve geleceğe tün insanlığa olumsuz bakması yanlıştır. Tüm insanlığa ulaşmak için üst insandan kişiden öteye geçmek gerekir. Ya da Rousseaue’nin insan gibi başta iyi olup sonradan toplum şartları ile bozulan bir insan olmamalıdır. O da bu görüşü ile inanın doğa durumunda mükemmel bir varlık olduğunu daha sonra bozulmalar yaşadığını söylemesi insani aşamaların tam tersi bir düşüncedir. Çünkü insani vatanseverlik ileriye doğru gidilmesi gereken bir aşamadır. İnsanlar tutkuları ile olan durumunu kabul etmek değil en iyisine yönelmesi gerekmektedir. İnsan eksikliklerini, hatalarını görmeden ileriye adım atamayacağı için eksikliklerini kabullenmesi gerekir. İnsan hayatı hem iyi geçen insan değil olumsuzluklar içinde de sabredebilen insan olmalıdır. İnsan ruhu ebediliğe ulaşan ona âşık olan insandır.  Tüm bunlar insana büyük görevler yüklenmesi gerektiğini gösterir. İnsan en sonsuz aşk ve tutku içinde ebedi bir birlik içinde ilerleyen insan olmasıdır.
Aşk ahlakının ikinci olarak ayırdığı ahlak meselesinde ise insanın ilk önce ahlaklı bir varlık olmasından gelen bir durumdur. İnsan birey olmaktan çıkıp diğer insanları da kendisi kadar, kendi değerleri kadar düşünürse ahlaklı bir insan olmaya başlamıştır. Ahlak insanoğlu için yaratılışından beri vicdan duygusunun yanında gelişen bir durumdur. İnsanlık âlemdeki sürekli ilerleyen değişme halinin son aşamasıdır. İnsan her şeyden önce ahlaklı biri olabilmek için önce bireysellikten kurtulması gerekir daha sonra da kişilik sahibi bir insan olarak diğer insanlar içinde gelişimin içinde bulunmalıdır. Bunu yaparken de sadece amaç gütmeden yapmak için yapanlardan olmalıdır. İyilik için iyilik yapılmadır. İnsan ahlaklı bir birey olarak ilerlerken içindeki arzuları yok etmek değil, onlarla baş edebilecek güçte bir olmalıdır. Amaç basit arzulardan arınmak ve daha ilerisi için hakiki tutkularla güçlenmektir.
Ahlaklı olmak için önce vazgeçilmesi gerekilen şeyler eylemlerinden korkuyu, umudu silmek olacaktır. Korkuyla yapılan iyilik olmayacak, umut içinde olan insan umut ettiği şey gerçekleşmeyince hayal kırıklığı yaşayacaktır. Benlik sevgisi ile kurulan ahlak da geçici hatta ahlaklı olmayacaktır. Ahlaklı olmak için tek gerekli olan şey tutku ve sevgidir. Bunlar üzerine kurulu olan ahlak gerçek değerine kavuşacaktır. Bu sevgi ahlakı menfaat gerektirmeyen içten gelen dostluk gerektiren ahlak olacaktır. Sevgiyi güçlendiren tutku ise ahlak içinde olumsuz bir anlamda değil aksine tüm insanlık sevgisine ilerlemek için gerekli olan tek itici güçtür. Toplum içinde yalan ahlaklı bir bireyin önünde büyük bir engeldir. İnsanlık ahlak içinde, duygu devresi(heyecan), hayal gücü, irade ve en son tutku(özgür insanlar) evresinde gelişirler. Tutku evresinde sanat, teknik, bilim gibi gelişmeler yer alır.
Bugünün toplumu içinde bulunduğu ahlak ise ‘desinler ahlakıdır’. İnsanlar yaptıkları iyilikleri karşısındaki insan için sırf diğer insanlara iyi görünmek ve yer edinmek için yaparlar. Bu yüzden bu ahlakın geçerli hiçbir yanı yoktur. Ahlaki alana akıl unsurları ile bakmak hatalıdır. Onlara ancak duygu ve içten gelen sevgi ile bakılabilir. Özgürlüğü çoğu zaman insanın doğal halinden doğduğu şeklinde nitelenir. Ancak özgürlük doğal ahlak içinde değil sonradan insan gücü ile kazanılır. Asıl olan doğal ahlak ise örf ve adetlerdir. Bunlar insan doğmadan bulunduğu kültür içinde çizilmiş olanlardır. Asıl olan hakikat tutkusu insanlığa giden ahlaki yoldur. Ahlak konusu içine belli kavramlar önemlidir. Bunlardan biri ‘etki aşkıdır’. Etki aşkı demek, giriştiği bir eylemde nefsi feda ederek davranmak demektir. Bu kavram insan eylemlerinde benliğini düşünmekten vazgeçecek duruma geldiğinde meydana çıkar. Bir diğer kavram ise ‘açıklık tutkusudur’. Açıklık tutkusu, sahte hayattan yanlıştan kurtulmuş olan inandır. Bu insan vicdan mahkemesine göre sadece doğruya yönelerek her şeyde net davranır. Bu açıklık aşk ile açık olmaktır. Ahlaki yapı içinde belki de insan hayatının önemli bölümünü kapsayacak olan bir ahlaki yaşam vardır ki bu da ‘iş ahlakıdır’. İş ahlakı insanın sahip olduğu ve yapmakta olduğu işi sadece para kazanmak için yaparsa ortada ahlaki bir durum kalmamıştır. İş ahlakı insanların sosyal şartlar içinde yapabileceği kendine en uygun işi başarması ve bunu yaparken amaç sadece maddi kazanç olmamasıdır. Hatta maddi kazancı sadece geçinme unsuru olarak, yetinebilecek kadar önemsemek gerekir. Bu yüzden iş ahlakına sahip birey diğer insanlarla birlikte insanlık geleceği için çalışmalıdır. Ahlak âlemine bir yer edindirmek gerekirse onun için ideal olan insanlık âlemi ile gerçek olan aşk âleminin birleştiği yerdir. Birlik demek bütün insanlığı bir görmektir. Ancak bu birlik amaçsız birleşen insan yığını değil insanlık için uğraşan insani yurtseverlik birliğidir. İnsan önce kendi yurdu için topladığı bu birliği daha sonra tüm insanlığa karşı geliştirmelidir. Eğer o kendi yurdu içinde birleşen ırkçı bir insanlık oluşturursa bu insani vatanseverlik için en büyük engeldir.  Eğer âlemde bir kötülük varsa buna kızmak yerine onu silmek ondan kurtulmayı gerektirecek şeyler yapmak gerekir. Birliğe ulaşmak için insanın aşması gereken mertebeler vardır. Bu mertebeler aşaması sırasıyla şudur:
1)Halk aşaması
 2) Vatandaş Aşaması,
 3) Yurtsever Aşaması,
 4) İnsani yurtsever Aşaması
Bu aşamaların en sonu insanı sonsuz mutluluğa götürecektir. Bu yüzden insanın amacı hayat içinde bir son beklemeden bu sonsuzluğa ilerlemektir. Bu aşamalar içinde ise ahlak dereceleri de vardır. Halk aşaması eğitilmesi gereken bilinçsiz insanlar topluluğudur. Bu yüzden burada korku ahlakı hâkimdir. Bilemediği ve sonucunu düşünemediği her eyleminden korku duyar. Vatandaş aşaması ise umut ahlakı içinde yaşar. Birlik olmaya çalışan halkın vatandaş olduğunda istediği bir sürü amacı vardır ve bunlar için sürekli çalışır. Bunlar gerçekleşmediği anda ise umutsuzluğa düşer, ahlakı zedelenir. Yurtsever aşaması, şuur ahlakı içindedir. Bu ahlak kendi özgürlüğünü düşünen bencil insanlardan oluşur. İnsani yurtsever aşaması olan son aşamada ise ahlak asıl ulaşmak istediği noktaya varmıştır. Bu aşamadan sonra insan tutku ve sevgi ahlakını bulur. Aşk ahlakına kavuşmuş olan insanlar bütün insanlık için olan amacına kavuşmuştur.
İnsan ve ahlak meselelerinden ayrılmayan ancak ona ulaşacağı yolda yardımcı olan siyaset meselesinde eserin belki de sonuç kısmını oluşturacak olan ‘Mertebeler Devleti’ konusu hâkimdir. Mertebeler devleti siyaset içinde Aşk Ahlakının ulaştığı son noktayı gösterir.
Burada kullanılan ilk kavram ahlakla da ilişkisi olan adalet kavramıdır. Adalet insanı ruhun özgürlüğüne götürür. Adalet sahibi insan birey kavramından çok ötekini de düşünen insan olmuştur. Kitleleri bilinç, özgürlük, ilerleyiş olarak ayırırken, insanları da halk, vatandaş, yurtsever ve insani yurtsever olarak ayırır. Halk; diğerlerine göre daha dikkat edilmesi gereken bir sınıftır. Çünkü halk bilinçsiz insanlardan oluşur. Yani daha gerçek özgürlüğüne kavuşamamış insanlar mertebesidir. Bu insanlar korku içinde eylemlerine yönelirler. Bu yüzden kitabın da esas temeli olan ‘Halka rağmen yalnız halk içindir.’cümlesi önemlidir. Bunu anlamı ise halkın tepkilerini düşünmeden onların geleceği için onlara karşı gelmektir. Ahlakın amacı insanları toplum içinde gerçek özgürlüğüne kavuşturmak ve eşitlik içinde yaşamalarını sağlamaktır. İnsanlara düşmanlıktan önce kardeşliği öğretmektir. Vatandaş mertebesindeki insanlar umut içine gelecek kaygısı içinde olan insanlardır. Bu yüzden de geleceği için her şeyi göz ardı edebilecek bir durumdadırlar. Vatandaşa gerekli olacak belli haklar verilir ve o bu oy kullanma gibi temel haklarını kullanırken sorgulamaz. Geleceği için gözünü yumduğu zamanlar çoktur. Vatansever ise; vatandaşın içinde yükselirler ve onlarda artık gurur, benlik ve özgüven halindir. Bu insanlarda tek bulanan şey takdir edilme duygusudur. İnsan kendini kişi olarak önemli görür ve artık bir şeyleri düşünürken daha akla yatkın kararlar verir. Son aşama olan insanlık aşaması ise; yani insani vatanseverlik ise ulaşılmış biri hedeftir. Ancak bunda yine hedefe varınca vazgeçme yoktur ve daima bir ilerleme ruhu vardır. Tüm bu mertebeler kendi içinde önemlidir. Çünkü insanlar halk aşamasından direk olarak insani vatanseverliğe ulaşamazlar. Bunların her biri aşılması gereken önemli engellerdir. Bu mertebeler sınıf toplumu değildir. Burada halk aşamasının içinde bir yurtsever insan topluluğu yoktur. Her mertebe tarihi süreç içinde ilerleme ile gerçek değerini bulur.
Bugünün toplumu ise ahlakı kurmaya elverişli değildir. Gerçek adalet uygulanamaz. Çünkü sınıf baskısı, eşitliksizlik, sosyal şartların vermiş olduğu bunalım insanları iyilik, insanlık mertebesine çıkaramaz. Demokrasi gerçek bir demokrasi olarak oluşamaz. Aldanan ve aldatan bir insanlar topluluğu oluşmuştur. Günümüzün siyasi sisteminde toplum şartlarına göre ve insanların sağlamış oldukları gelişmelere göre siyasi ideolojiler de gelişme göstermiştir. İki tane siyaset şekli vardır ki bunlar döneminde çok gelişmiş ve kendilerine destek veren birçok düşünür bulmuşlardır.
Bunlardan biri sosyolojidir. Sosyalizm eşitlik ilkesine göre oluşmuş bir sosyal ideolojidir. Sosyolojinin eşitlik ilkesi aşırı bir değere ulaşınca insanlar arasındaki özgürlük kaybolacaktır. Amaç değerler(sanat, kültür, din ahlak) ve araç değer (teknik araçlar) arasındaki uçurum daha da açılacak ve ortada bir karmaşık durum oluşacaktır. Sosyalizm amaç değerleri aşırı eşitlik ilkesi ile kurutacaktır ve ortadan kalkmasına yol açacaktır. Diğer bir sosyal ideoloji ise liberalizmdir. Bu da sanayi sisteminin vermiş olduğu özgürlükçü yapının aşırıya ulaşması ve birey tabanlı bir sistem oluşturmaktır. Liberalizm ile sanayinin vermiş olduğu araç değerleri kullanım artacak ancak aşırı özgürlükçü sistem insanlar arasında eşitliksiz bir yapı oluşturacaktır. Eserde ikisinin de eksikleri olduğu ve eğer uygulanırsa bir şeyler kaybedilebileceğinden bahsedilir. Bu yüzden ikisinin yerine yeni bir özgür sistem kurulur bu da mertebeler devletidir.
 Mertebeler devletinde halk, vatandaş, yurtsever ve insani yurtsever aşamaları ile kendini gerçekleştirmeye çalışan insanın siyasi ideolojisidir. Burada ne sosyalizm gibi değerlerin bozulmasına izin verilecek ne de liberalizm gibi araç değerlere sınırsız özgürlük verilecektir. Asıl yapılması gereken özgür sistem içinde insanların bir yandan amaç değerlerini en iyi gerçekleştirebildiği bir oram olacak, bir yandan da bir disiplin içinde araç değerler en iyi şekilde işleyecektir. Bunu en iyi yapacak olan ise yeni bir uzmanlar sınıfı insan topluluğudur. Uzmanlar sınıfı günümüzdeki gibi bir sınıf ayrımı değil insanlık için çalışan toplumun en başarılı insanlarının yer aldığı sınıftır. Buradaki mertebeler devleti henüz gerçekleşmemiş ideal bir düzen olarak yer almaktadır.
Geçmişten günümüze sanayinin vermiş olduğu ve gelişmeler ile kendini oluşturan maddi toplumda köle ve efendi karşıtlı bir burjuva yönetimin de yer aldığı bir durum vardır. Ancak burada birbirinin aynısı yansıtan insan vardır. Hâlbuki insanlar sonsuzdur ve bu sonsuz insanların birer sonsuz fikirleri vardır. Her biri kendi alanında iyi, sonsuz insan tipleri vardır. Yani bunlar tek bir tip insan yapılamaz. Tüm bunlar ışığında uygarlığın daima ilerlediği söylenebilir mi sorusuna evrimci görüş evet ilerleyebilir cevabını vermiştir. Ancak insanlık daima olumlu bir ilerleme sağlamaz bu düz bir çizgi değildir. İyiler kadar kötüler, doğrular kadar da yanlışlar vardır. Bu yüzden de ilerleme kadar gerilemeye yol açacak durumlar da vardır ve bu zıtlıklar insanın gelişmesinde büyük etken rol oynamıştır. Bir diğer siyasi olarak önem arz eden konu ise ihtilalcı yapıdır. Bu yapı tamamen yıkmak ve yenisini ortaya koymak ister. Bunun yapmak istediği şu cümle ile daha iyi açıklanabilir.’Ağacın köklerini kesmek ama çiçek vermesini beklemektir.’ Bu durumda insan geçmişini, bir geçmişi silmek kolay değildir. Geçmiş insanın ne kadar geliştiğini ve daha ne kadar gelişme göstermesi gerektiğini gösteren en büyük durumdur.
 Tüm bunlar yine özgürlük meselesine getirir insanı. Çünkü insan özgür doğmaz, bu özgürlüğünü kendisi kazanmak zorundadır. Bunu da tutkuları ve itici güçleri ile sağlamalıdır. Aşk ahlakı için aralarında sadece kan bağı bulunan insanların birlikteliği gibi bir durum yoktur. Tüm bunlar kadar insanlı içinde birleşmiş birbirlerine tutku ile bağlı olan insanlar da vardır ve asıl onlar önemlidir. Bunlar arasında dostluk bir kez kurulunca aralarında gurur, korku ve umut güçsüzlükleri de kaybolur. Yarın için insanlık için cesareti olmayan inandan dost olmaz. Bu özgür insanların toplumu için en gerekli olan şey adalet ve inançtır. Ruhi kuvvetler içinde iki çeşit ruh vardır. Birincisi kendi içine kapalı, tembellik, korkaklık bulunduran toplumlar diğeri de insani ruh içindeki toplumlardır. İkincisinde insan yolun kahrını çekmiş sadece çıkar peşinde koşmayan insandır. İnsanların eylemler karşısındaki tavrı onların gücünü de ortaya koyar. Kibir sahibi insan tutku ve aşktan mahrum olan insandır. Zalim insan hak diyerek halkı ayaklar altına alır ve nedensiz kötülükler yapar. Zulmü zulüm için yapan insan zulmü insanlık için, adalet için yaptığını söyleyen insandan daha iyidir. Ancak tüm bunlar tarihte gösteriyor ki zulüm ile yola çıkan milletler, devletler daima yok olmuş ve günümüze ulaşamamıştır. Çünkü zulmün peşinden onu takip ettiren insanlar devamlı olarak doğmadır.
İnsanlık içinde gelişme gösterirken sosyal durumda ise ruhun noksanlığından doğan sosyal belalar meydana gelmiştir. Ancak yine de insanlar günah işlemeden veya belaların üzüntüsünü duymadan ideal topluma doğru adım atılmaz. Noksanlıklar gerçekte eksiklik değil, doğruluk için bir adımdır. Hatta ahlaksızlık da bunlar için bir adımdır. Bu soysal belalar başlıklar altında ele alınırsa, bunlardan biri ‘tembelliktir’. Tembellik insanın daima insanlık için tutkuları ile ilerlemesine en büyük engellerden biridir. Toplum içinde tembellikten doğan sosyal eksiklikler, dilenmek, fuhuş, kumar, piyango, faizciliktir. Dilenmek insanın kendisine olan saygısını tüketmesinden oluşur. Fuhuş insanlığın özgür yaşandığı yerde insanlık lekesi olarak adlandırılır. Tembellikten doğan sosyal belalar insanı asalak ve başkasına bağlı bir insan haline getirir. Yani insan özgür bir birey gibi değil bilinçsiz, bağımlı bir birey gibi davranır.
 Bir diğer soysa bela ise ‘yalandır’. Yalan haksızlığı hak diye göstermektir. Yalanın doğurduğu sosyal bozukluklar ise rüşvet, memurluk ruhu yerine sosyal görev vardır. Yalan toplumda yanlış olan durumu topluma doğru olarak göstermeyi empoze ettirmeye çalışan en önemli sonuçtur. İnsan yalana yöneldiği anda ahlaki yönden de eksilmeye başlamış durumdadır. Sosyal belalardan bir diğeri de zulümdür. Zulmün doğurduğu bozukluk ise iltimastır. Zulüm eskiden beri köle efendi ilişkisi içinde insanlık için yüz kızartıcı bir unsurdur. Adalet için zulüm yaptığını söyleyen insan ise daha ahlaksız bir hal almaktadır. Zulümlerin en kötüsü hoşgörü eksikliğinden doğan zulümdür. Öncesinde daima güvensizlik yatar. Çünkü kendin cesareti olmayan insanın içinde daima korku vardır ve korkuda kaçamayınca saldırganlık ortaya çıkar. Bunlar toplum içinde ahlaklı bir birey olarak gelişimi engellemekle birlikte toplumu insanlık ideale yönelişi engelleyici unsurdur.
Yeniçağ döneminde akıl ışığı eşiğinde insanlığa ilerleme vardır. Aslında başlangıçtan bu yana ilk çağdan beri zorbacı ve baskı unsurlu bir yönetim hâkimdir. Daha sonra insanlık adına büyük gelişme oldu ve özgür insan aklını kullanmaya başladı. Bu akılcı durum daha sonra kendini aşarak pozitivist bir hal aldı ve yine olumsuza sürüklenmeye başladı. Pozitivist insanlık içinde zayıfın öç alması haline geldi ve yine kaos oluştu. Bu ideolojilerin en kötü olanı ise fikri yönde insanı etkileyen durumdur. Nietzsche’nin ahlaki yönden döneminin sürü insanını eleştirirken bütün erdemler ve ahlaki değer yargıları silmesi yanlıştır. Üst insan onda birey olarak yer alır ancak bir insanın yanında insanlık ideali bulunmazsa burada büyük eksiklik vardır. Aynı şekilde doğuştan iyi olup daha sonradan toplumla birlikte bozulmaya uğramış Rousseaue ‘yı da eleştirir.
Aşk ahlakında insana verilen değer ve insanın ahlaklı bir birey olmasının teorikten çıkıp siyasetle pratiğe ulaşması ve siyasi bir ideoloji olacaksa eğer ideal düzendeki mertebeler devletinden çıkması için yapılan çalışmalar vardır. Her ne kadar idealin üstüne çıkamasa da dönem dönem bunu gerçekleştirmek isteyen ve bu uğurda kendi benliğini bırakan Sokrates, Gandhi vb. gibi ünlü düşünürler siyasi bir kimlikte nasıl ahlaklı olunabileceğini göstermişlerdir.
Kitabın üç ana başlığının da bu şekilde incelendiği eserde son kısım olarak geniş yer verilmiş olan açıklamalar kısmında kitap için belki de ayrı incelenmesi gereken kavramları tekrar ayrıntılar içinde ele almışlardır. Bu kavramlar veya cümleler Aşk Ahlakının aslında bir ahlaki sistem olmaktan çıkıp insanlık ideali olduğunu göstermektedir. Ruh kavramı bunlardan biridir. Ruh bütün insanlar ve eylemler içindir. Ahlaki iktidarda gerçek siyaseti gösterir. Gandhi kılıçsız siyaset, İsa ise bir devlet adamının nasıl olması gerektiğini ahlaki anlamda bize göstermiştir. Ruhun iktidarı olgunlaşıp taştığı anda ahlak oluşur. Ahlakın da tohumunu ruh tüm olarak hâkimiyetine alınca asıl siyaset gerçekleşir. Ruh ahlak ile eyleme geçer. Ruhun karakterini belirleyecek olan insan eylemleridir. Toplum içinde mertebeler ile birlikte insan guruplarının da kişilikleri ortaya çıkmış olur. Toplumda büyücüler korku ahlakını, akıl dinleri umut ahlakını, saltanat yönetimi ise gurur ahlakını hayatının merkezi konumuna getirmiştir. En sonuncusu milletler arası toplum ise Aşk Ahlakını ortaya çıkarırlar. Bu mertebeler dış yönde bir eğitim değil, içten gelen bir eğitimle aşılabilir. Mertebeler içinde her insanın işini sosyal görev aşkı ile yapar ve büyük çaba harcar. En ağır görev ise herkesten önce iş ahlakı gereği aşk ahlakı mertebesindeki insana verilir. Böylece herkes vatana olan borcunu ödemiş olur. Amaç özgürlük ve yarışma aşkıdır. Bu yarışma günümüz insanın kazanç hırsı değil aksine görevindeki tutkudan ileri gelmektedir.
Bu kısımda ele alınan ve alınması gereken en önemli cümlelerden biri ‘ İnsan zincirler içinde uyanır fakat kendi çabası ile bunları kırıp özgürlüğüne ulaşır.’cümlesi olmalıdır. Çünkü eserin içinde sıklıkla geçen özgür, bilinç sahibi ruh, insan varlığını n iyi anlatabilecek olan cümledir. İnsan kedi çabası ile daima ileri gitmek için ulaştığının bir kanıtıdır. Bunun doğru olduğu görüşü çok önceden beri diğer düşünürler içinde de dile getirmişlerdir. Kaderci görüşe sahip eski İslam düşünceleri, hatta vahdet-i vücuda düşüncesi bile insanın fikirlerinin kapanmasına rahat ortaya çıkamamasına engel olarak gözükür. İnsan kendini özgür görür ve yapay toplumu sonradan kendisi oluşturur. Görüşler içerisinde sosyoloji ve psikolojinin iki zıt düşünce olduğu ortaya çıkar. Sosyoloji her şeyi toplumla açıklamaya çalışırken, psikoloji de insanı tam tersi olarak bireyden yola çıkarak açıklar ve toplumu meydana getiren esas olan bireydir. Bu iki zıtlığın ortak noktası Aşk Ahlakında bulunmaktadır. Bir acıdan da ele alınacak olursa psikolojinin kendi içinde tutkuyu ayrı bir arzu sistemi içinde ele alması yeri geldiğinde hatta onun kişilik rahatsızlığı gibi hat safhaya ulaşabileceğinin söylenmesi psikolojinin düşüncelerinin de tartışılma konusu olmasına yol açmıştır. Aksine tutku bir kişilik rahatsızlığının ötesinde kişiliği olgunlaştıran etkili bir unsurdur.
Toplumsal yapıyı incelerken üç döneme ayrılır. Bunlar organik bilinç, sosyal bilinç ve kişilik bilinçtir. Organik bilinç içindeki insanlar sadece fizyolojik ihtiyaçlarını gidermek isteyen ve giderildiğinde de isteklerinin sonlandığını düşünen toplumdur. Sosyal bilinç evresi ise insanların artık bir değer sahibi birey olduklarının farkına vardıkların ancak özgürlüklerinin daha da kısıtlanmış olduğu bir toplumdur. Burada insanlar değerler eşliğince incelenir ve yer edinir. Kişilik evresi ise insanlığın son evresi olan bir toplum yapısıdır. Burada tutkuları en üst noktaya ulaşmış bilinçli bir ruh taşıyan insan topluluğu hâkimdir. İnsan olgunluğunun zirvesine ulaşmış bir insanlık olmuştur.
Kitabın bir diğer önemli kavramı ise hiç kuşkusuz ki tutkudur. Tutku özgürlükle eş değer olarak ele alınmış ve açıklanmış bir konudur. Tutku eski dönemden beri insan için ürkütücü hatta insana zararlı bir duygu şeklini almıştır. Ancak bu fikir daha sonra ilk olarak Spinoza’da akılla birlikte olumlu ele alınan ancak aklın daha ağırlıkta olduğu bir düşünce hâkimdir. Daha sonra Kant da düşünceleri içinde tutkuyu insanı geriye götüren bir duygu değil aksine insanın fikirlerinin ortaya atılması için tetikleyici bir olumlu bir kuvvettir. Tutku kişiyi kötülüğe yönlendiren kuvvet değil aksine kişinin tutkuyu farklı renkte kullanması onu bu duruma sürüklemiştir. İnsan küçük arzuları peşinde koşan basit düşünceler üreten insan olursa eğer o tutkusunu bu amaçla kullanacak ve ileriki zamanlarda bu tutku şiddet halini alabilecektir. Ancak tutkuyu itekleyici bir kuvvet olarak ele alırsa o zaman tutku insanlık aşkı için güzel bir etkidir. Tutkuların kurulmasında en büyük etken alışkanlıktır. Tutku kullanılması olumlu olursa eğer düşkünlükten çıkar ve onun böyle gitmesi içinde insan eğitilmesi gerekir. Tutkunun amacı sadece kendinde olan arzudur ve bunun fayda amaçlı yapılmış bir duygu olması amacından çıkmasına yol açar. Tutkular hedeflerine göre sınıflamalara ayrılır. İlahi, dini, siyasi, keşfi, cinsel ilgi, mitolojik hedefler şeklinde ayrılır ve her tutku olduğu alanda amacı sadece düşüncelerini güçlendirmesidir.
Tutku toplum içinde organik bilinçte kısa dönemli bir his iken, sosyal bilinçte sadece amaca uygun bir yetidir. Sosyal bilinç içinde tutku değerler ile örtülür ve olumsuzluk altından çıkar. Daha sonraki kişilik bilincinde ise tutku asıl amacına kavuşur ve aşk ahlakına ulaşmaya büyük bir etkendir. Kişilik bilincinde ise tutku, zekâ ve iradenin ortak faaliyeti olarak ortaya çıkmıştır. Kişilik bilincindeki tutku amaçsız hale gelmiştir. Çünkü amacı sadece kendi içindedir ve iyilik gibi sırf yapılmak için ortaya atılır. Ancak tutku amacı yok diye boş değil aksine amacı kendi içindedir.
Sağduyu çoğu düşünüre göre tutkuyu durduran hatta insanı ona karşı koruyan olarak görülmüştür. Ancak tutku sağduyu gibi insani amaçlar taşımaz ve bir düşünce ışığında düz bir mantıkta ilerlemez. Bu yüzden tutku hedefine göre incelendiğinde asla insanı olumsuza sürükleyen bir etken olamaz. Tutkunun hedefi ahlaki hedef olarak da yer alabilir iyilik içinde de olabilir. Tutku sevgiyi yükseltmesi açısından sevginin en önemli kaynağı olmuştur. Sevgi yüksek bir mertebedir ve bu mertebe içinde tutku sevginin himayesi içinde yaşar ve bir açıdan da onu da yükseltir. Sevgi de türleri içinde ayrılırken, eros sevgisi, dike sevgisi(adalet), Agope sevgisi(tasavvuf aşkı), ve kozmik sevgi gibi düşünce farlılıkları vardır.
 Âlemin mihrakının insan olması ve insanı bu kefeye koyması önemlidir. Ruh âlemin ve bedenin merkezi durumdadır. Ruh daima oluş ve akış halinde yaşar. Ruh organik aşamadan sosyal aşamaya oradan da kişilik aşamaya yükselmesi onun ahlaki anlamda ve insani anlamda en üst aşamada bir insanlık idealine ulaşmış kişiliğe sahiptir. Günümüze kadar yaşanan ve ortaya çıkan felsefi kuramlar içinde ruhu maddeye indirgeyen materyalizme, aksine olan ideal bir değere yükselten idealizme karşı ikisinin de uç noktalarda oluğu düşüncesi vardır. Materyalizmin ruhu maddeye indirgemesi onun bilinçli ruhunu aşağıya indirgerken aksine durum olan idealizmin ruhu en yüksek derecede göstermesi de bunun dengesizliğini göstermiştir. Ruh bilinçli bir insan olarak olunca insanla somut değerde yer aldıkça ve tutkuyla ilerledikçe asıl amacına ulaşmıştır. Ruhu nefis olarak incelenirse de tasavvuf döneminde nefsi ruh değerine tutup onu küçük âlem olarak niteleyebilmektedir.
Aşk Ahlakı vazgeçmek değil, sonsuzca isteme, aşağı arzuları aşmadır. Burada amaç asla ulaşamayacağı bir arayışı sevmektir. Amaç hedef değil eylemin kendisidir. Eserde çoğulcu felsefeden ve natüralist felsefeden yararlanılması onun bütüncül bir birlik içinde yaşanılması gereken felsefedir. Tutkunun doğuşunda arzu değil, ihtiyaçtır. Arzu insanın hareketlerinde onu kötü anlamda yönlendirirken, ihtiyaç daha olumlu ve insanı bir amaca göre değil bilinmeyene doğru yönlendirir. Toplumda organizma arasındaki çatışmadan sırasıyla, heyecan ve duyguculuk, hayal gücü, akıl ve irade, tutku ve sevgi oluşur. Heyecan evresi yine insanın bilinçsiz dönemine denk gelerek ortaya çıkar. Hayal gücü insanda artık özgür bir ruhun oluştuğu başlangıcı verir. Akıl ve irade insanın bilinç sahibi varlık olduğunu aklı eşliğinde keşfettiklerini kavramaktadır. Tutku ve sevgi aşaması ise son olan insanın son aşamasını gösterir. Tutku sahibi varlığın birey olmaktan çıkıp insani bir boyuta ulaştığını gösterir. Aşk ahlakı başta değersiz beşeri idare ile görülürken daha sonra tutku ve sevgiye dayalı değerli olur. Aşk ahlakı heyecanla başlar ve sonradan irade ve sevgiye dayalı bir boyut kazanır.
Organizma ahlak,
Desinler ahlakı,
Doğruluk ahlakı sevgi+tutku
Kişilik bilincinin gelişmesi duygusal insani ruhla tutku, sevgi ve kişilikle aşılabilir. Her dönemde ahlak içinde birbirini tamamlayan yeni fikirler çıkmıştır. Hedonizm, Mutluluk ahlakı, Çıkar ahlakı, Direnme ahlakı gibi ahlak çeşitleri döneminin düşünürleri tarafından gelişmiştir. Bunun gibi his üzerine kurulu ahlak, akıl üzerine yönelen ahlak, Kant’ın ödev ahlakı gibi türler de vardır. Sevgi ahlakında sadece tutku ve sevgi bütünlüğünden doğan bir sevgiye yükselme ve huzurun yanında aynı zamanda bir de huzursuzluk dönemleri de vardır. Bunlar zıtlıklardan doğan birlik ilkesine uygun bir durumdur. Ama bu durum antik döneme tekrar dönüş niteliğindeki bir durum değildir.
Adalet kavramı da üzerinde durulan bir önemli fikirdir. Adalet Antik Yunan felsefesinden beri ortaya atılan bir durumdur. Her filozofun kendine göre düşüncelerine göre bir ahlaki yargısı hâkimdir. Bu ahlaki durum antik dönemde sitenin üzerine yüklü bir durumken daha sonra Stoacılık felsefesinde bireye yüklenmiş, kişisel anlam yüklenmiştir. Hıristiyanlık ve İslam dilerinde de zamanla bir adalet fikri dinin temeline oturmuştur. Esere göre ise gerçek adalet mertebeler devletinde gerçekleşir. Burada eşitlik ve özgürlük iki eşit durum şeklinde biri birini aşmayacak ele alınır. Özgürlük ve eşitlik gerçek değil aslında ideal bir durumdur. Bunlar mertebelere yükselmekle gerçekliğe kavuşur. Ancak en son aşama olan bütün erdemler adalette toplanır. Adaleti, adil olanı sağlayacak olan ise siyasettir. Adil olan insanda gerçekleşir.
Eserde yine benzer sorulardan bir soru gelir. O da şudur: Bugünün toplumu ahlakı kurup adaleti uygulayabilir mi?
Bu sorunun cevabı ise bu günün toplumu reform ile düzeltilemez. Eğitim düzene girmedikçe insani ahlak kurulabilir. Bu yüzden düzenin değişmesi gerektiğine inanılan bir durum yatar.
Hakikat ne madde ne de ruhtadır. Birlik, gerçeklik ikisindedir. Ruhu yüceltecek olan da yine insanın kendi çabası özgürlüğü ile ulaştığı insani vatanseverlik sonucu olacaktır. Buraya kadar tüm bahsettiklerimiz içinde bir sonuç çıkarmak şu sonuçlar çıkmaktadır:
İnsan baştaki bilinçsiz halinden özgür bir varlık olarak kendi çabası ile kazandığı özgürlüğü ile kurtulmuştur. Daha sonra ise yine kendi gelişimini ile kazanmış olduğu bir tutku sahibi bir varlık konumunu almıştır. Bu varlık onun en son hali mertebesinin son şekli olan insani vatanseverliktir. İnsanlar bu hale hep olumlu bir düzlükte daima iyilikle kazanmazlar, aksine insanlar yaşadıkları zorlukları yenerek kötülüklerini aşarak insani vatanseverliğe ulaşır. Halkın bireylikten çıkıp kendi vatanını sadece savunarak burada kısıtlı kalması onun sadece ırkçı bir kimlik kazanmasına yol açacaktır. Ancak tüm insanlığı içine alan bir insanlık ideali içinde kazanmış olduğu mertebe ile insan ruhi ilerlemesini en iyi kazandığını da göstermiş olur. Aşk ahlakı da bu son aşamanın oluşmasını sağlayan tutku ve sevginin ürünüdür. Ahlaklı bir birey kendilikten çıkarak tüm insanlığa bir sonsuzluk, sonsuz sevgi verebilecek duruma gelir. Bunu oluşturan her şey yani insani asıl insan yapan insanlık yapan her şey aşk ahlakında mevcut olan bir durum olmuştur. Aşk ahlakında sosyoloji ve psikoloji, sosyalizm ve liberalizm, aydın ve halk, iyilik ve kötülük gibi düşünce zıtlıklarından pek çok şekilde bahsedilmesi bile zıtlıklardan nasıl birliğe varılabileceğini asıl olanın ulaşılmak istenen sonsuz idealler insani ölçütler olduğu gözükmüştür. İnsani vatanseverlik insanlık idealinin bitmeyen ancak ideal şekilde varılmak istenen hedefi olmuştur.
Selgin ADANIR
Sh: 141-154 Kaynak: “Hilmi Ziya Ülken” Çağdaş Türk Düşünürleri – II,
T.C Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Ankara 2013




[1] telkin
2doktrin
3konkre
4dyade
5dikotomi

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar