HİNDİSTAN’DAN İLGİNÇ HATIRALAR
Hindistan'da
yaşadıkça ülkenin şartlarını daha iyi öğrenmeye başladım. Bu yarım-kıta
gerçekten büyük bir ülkeydi: Aynı tip uçaklarla İstanbul-Paris uçuşu ile Yen
Delhi- Bombay uçuşu aynı süreyi, yani iki buçuk saati tutuyordu. Gene aynı tip
uçaklarla Yeni Delhi - Kalküta uçuşu üç buçuk saatti. Benzer durum İstanbul -
Londra uçuşu ile Yeni Delhi - Madras uçuşu için geçerliydi, çünkü Yeni Delhi -
Madras uçuşu ise dört saatten biraz fazlaydı. İnsan haritaya bakınca,
haritaların çizim tekniği nedeniyle Hindistan'ın gerçek boyutları hakkında
sağlıklı bir sonuca varamıyordu.
Hint
toplumu birçok ırkın ve kültürün karışmasından oluşmuştu. İndus Vadisi
Uygarlığı yarım-kıtanın bilinen en eski uygarlığıydı. Arkeolojik çalışmalardan
elde edilen bilgiler kentlerde yerleşik olan bu uygarlığın İ.Ö. 2.500'lerde
oldukça ileri bir düzeyde olduğunu göstermektedir. İÖ ikinci bin yılın
ortalarında kuzeyden gelen kavimlerin akınları sonucu tarihten silindiği de
bilinmektedir.
Bir yabancının ilk dikkatini çeken ise ülkedeki yaygın
fakirlikti. O tarihlerde ülkenin nüfusu 530 milyondu ve her yıl
ülkemizin o tarihlerdeki nüfusu kadar, yani 35 milyon artıyordu! Bu nüfusun
1/8'nin yani takriben 65 milyon kişinin "dokunulmaz" olduğu
söyleniyordu! Gerçekten sokaklardaki , pejmürde kılıklı, peştemallara sarılı,
tenleri siyahi Afrikalılarınkine yakın, fakat yüz hatları beyaz insanınkinin
aynı olan çok büyük kalabalığa alışmam zaman aldı.. En zor alıştığım gerçek ise üstü açık, bizim seyyar satıcılarınkini
andıran tekerlekli el arabalarının üstünde birbirinin üstüne konmuş şekilde
fakir naaşlarının taşınmasını görmekti.
Bu köklü ve yaygın sefaletin temelinde bence ülkede en
yaygın din olan Hinduizm yatmaktadır.
Hintlilerin % 84'üne yakınının saliki bulunduğu bu dine göre insan yaşamını
etkileyen iki büyük kuvvet vardır:
a) Kişinin doğmadan kaderinin belli olduğunu vurgulayan karma; ve
b) Kişiyi bu karma'sını tevekkül ile kabule mecbur
eden olgunluk olarak tercüme edilebilecek olan dharma.
Bu karma ve dharma kanımca
Hint toplumunun yüzyıllardır içinde bulunduğu sefalet, cehalet ve geriliğin
baş nedenleriydi. ÇÜNKÜ BU İNANÇLARI GEREĞİ İNSANIN DOĞDUĞU KASTTAN
BİR BAŞKA VE HELE ÜST BİR KASTA GEÇMEYE GAYRET ETMESİNİ HİNDUİZM YASAKLIYORDU.
Kuramsal
olarak dört kast vardı:
- Din ulemasının oluşturduğu Brahmin'ler;
- Kralların, askerlerin ve aristokratların oluşturduğu Kshatriya' lar;
- Tüccarların, işadamlarının ve diğer mesleklere mensup olanların
oluşturduğu Vaisya'
lar;
- Çiftçilerin, işçilerin ve hizmetkârların oluşturduğu Sudra' lar.
İlginç
olanı, İ.Ö. birinci binyılda (!) yazılan Mahabharata destanında bile, "Brahmin'lerin teni açıktır;
Kshatriya'ların teninin rengi kırmızıya çalar; Vaisya'ların teni sarımtıraktır;
Sudra'lar ise çok esmerdir" denilmektedir.
“Günümüzde de üst kasta mensup olanların teni açık,
alt kastlara mensup olanların teninin rengi koyudur.” “Dokunulmazlığın” nasıl ortaya çıktığı tam bilinmemektedir. Saptanabildiği kadarıyla, Ari
ırkından olan Kuzey Kavimlerinin İÖ ikinci bin yılın ortalarında yarım-kıtaya
gelmelerinden önce dahi özellikle Güney Hindistan'da "dokunulmazlık"
sistemi vardı. İlginç olanı dokunulmazlığın bugün bile en yaygın olduğu
bölgenin Güney Hindistan olmasıdır.
Her şeyin
dinle izah olunamayacağı muhakkak. Lâkin Hintliler 1947'te bağımsızlıklarını
ilan edene değin önce kuzeyden Afganistan üzerinden gelen Türk kavimlerinin[1]
ve sonra İngilizlerinkine kadar nice başka yabancı istilası gören ve yabancı
kavimlerin boyunduruğu altında yaşamıştı. Dolayısıyla
bu kavimlerle temasa geçmiş Hintlilerin bir türlü insanlığın yüz karası bu
Kast sisteminden kurtulamamalarına da başka geçerli bir izah şeklini ben
bulamadım. Bu vesile ile şunu da vurgulamak isterim: Hinduizm'e göre başka
dinlere mensup olanlar "Kast
sisteminin dışındadır". Anne tarafından uzaktan Cengiz Hanın soyundan,
baba tarafından doğrudan Timur'un soyundan gelen Babür'ün 1520'lerden itibaren
önce Hindistan'ın kuzeyini ele geçirmesi ve onun soyundan gelenlerin de
tedricen ülkenin büyük bölümüne egemen olmaları ile birlikte Müslümanlığın da
özellikle "dokunulmazlar"
arasında yayılmasının kanımca baş nedenlerinden biri de, bu "dokunulmazların"
müslüman olmak suretiyle Kast sisteminin dışına kaçışın bir yolunu bulmuş
olmalarıdır.
ÜLKEDE
KAST SİSTEMİ HAKİMDİ. 7 ANA DİL GRUBU VARDI VE 35 KADAR DA ALT-DİL OLDUĞU
SÖYLENİYORDU. En az dört alfabe(Latin, Arap, Sanskrit ve Tamil) geçerliydi.
Böyle bir ortamda İngilizce sadece ülkenin resmî dili olmakla kalmıyor,
özellikle orta ve üst sınıfların birbirleri ile anlaşmalarını sağlayan lingua franca olarak da önemli bir
hizmet sağlıyordu.
(Bugün
durum değişmiştir: İngilizce ile birlikte 13 değişik alt-dili olan Hintçe de
resmî dil sayılmaktadır. Ayrıca 22 dile de yarı-resmî bir statü verilmiştir,
yani merkezî hükümet kurumlarının sınavlarına adaylar bu dillerden birinde
girebilmektedir.)
Türkiye'mize çelişkiler diyarı derler. O tarihlerde dahi İstanbul'u, Ankara'yı, Bursa'yı bildiğim gibi,
Erzurum'u, Karaköse'yi, Doğubeyazıt'ı da görmüştüm. Bu bakımdan rahatlıkla
söyleyebilirim, Hindistan'dan daha âlâ bir çelişkiler ülkesi olamaz.
Örneğin,
her zengin evinin bahçesinin bir köşesine sıkıştırılmış hizmetçi kulübeleri
vardı. En fazla 15-20 metre karelik
bir alana sıkışmış bu kulübelerde 4-5 nüfuslu hizmetkâr aileleri yaşardı. Bu
yaygın sefalete karşın ülke o tarihlerde bile nükleer bomba yapımında çok
ileri bir aşamadaydı. (Nitekim, sonradan nükleer bombayı ve bunu taşıyabilecek
füzeyi yaptılar)
Özellikle okumuş Hintliler ülkedeki tüm aksaklıkları,
biz Türklerin ve özellikle İngiliz eski sömürgeci "efendilerinin"
yönetimlerinin kötü olması ile izah edip, her fırsattan yararlanarak bilhassa
İngiliz'leri eleştirmelerine rağmen, her şeyin en iyisinin de İngilizler
tarafından yapıldığına inanıyorlardı. Ülkeye müslümanlığı sokmuş olduğumuz
için de biz Türkleri ülkenin parçalanmasının tohumlarını atmakla suçluyorlar.
Fakat "hoşgörülü bir toplum olduklarını göstermek için" bir
müslümanı, ülkenin Cumhurbaşkanlığına seçebiliyorladı.
Toplumda
kadının yeri ikinci konumdaydı. Örneğin miras hukukunda öncelik erkekteydi;
poligami -yasal olarak yasak olsa da- genel olarak özellikle alt kastlar
arasında yaygındı. Tüm bunlara rağmen bir kadın Başbakan olabililiyordu.
Nitekim benim Yeni Delhi'de görevli olduğum iki yıl Başbakan, ülkenin kurucularından
Büyük Nehru'nun kızı bayan İndira Ghandi
idi,
Bu
çelişkilerin yanı sıra Hintlilerin çok san'atkâr oldukları muhakkaktı. Daha o
tarihlerde tabloları, heykelleri Batı kentlerinde de satılan ressam ve
heykeltraşları vardı. Hindistan'da gittiğim her kentte sert gül ağacından çok
mahirane yapılmış enfes orta boy heykeller gördüm. Görevle gittiğim Bombay'da,
Kalküta'da, Madras'da ve turist olarak gittiğim Kajuraho kalıntıları
bölgesinde inanılmaz güzellikte taşa yontulmuş erotik [2]
heykellerle süslenmiş tapınakları hayranlıkla izledim.
Hintlilerin
çok kişi tarafından bilinmeyen ve takdirle karşılanacak bir özellikleri daha
vardır: 'Matematik, fizik, ve benzeri
bilim dallarında aldıkları Nobel ödülleri! O tarihlerde hiç kimseden yardım
almadan nükleer bomba yapımına koyulmuş olmaları, günümüzde de bilgisayar
programı yapımında çok ileri bir aşamada bulunmalarını Hintlilerin kültürünün
matematik ve diğer bilim dallarına çok yatkın olmasına bağlayabiliriz'
diye düşünüyorum.
Özetle, Hindistan'da
kaldığım sürece ülkedeki çelişkilere hep şaşırdım. Bugün aradan 40 yıl geçmiş
olmasına rağmen de hâlâ şaşmaktayım. Örneğin
yaygın sefalet mertebesindeki fakirliğe karşın Bombay"daki Rolls-Royce
marka otomobil sayısı Londra'dakinden çoktu. Uzun etekli erkek giysilerinin
düğmeleri, zümrüt, yakut, safir, ametist vb değerli taşlardandı. Yakasına keza
değerli taşlardan yapılmış broş takan erkekleri görmek olasıydı.
Hindistan'da
geçirdiğim 24 ay zarfında gittiğim her yerde caddelerdeki kalabalık ve trafik
karmaşası beni hep şaşırttı. Hindistan'da, İngiliz sömürge döneminin etkisiyle,
trafik soldan işler. Kendim araba kullanmaya başladıktan sonra buna kısa
sürede alıştım. Buna karşın, Delhi'de, Bombay'da, Kalküta'da ve Madras'ta
caddelerin tıklım tıklım olmasına, taşıtların soldan gideceklerine neredeyse
yolun ortasından gitmelerine, otomobillerin yanısıra, otobüslerin,
kamyonların, atlı arabaların, İtalyan'ların Vespa tipi küçük tekerlekli
motorsik-letlerini andıran Hint yapımı küçük skuterlerin, bisikletlerin,
"rickshaw"[3]
dedikleri ve küçük skuterlerin arkasına dört kişinin dizdize ve karşıkarşıya
oturdukları üstü tenteli taşıtların, arkasında iki büyük tekerlekli gene üstü
tenteli bir arabanın bulunduğu ve daha çok öndeki bisikletlinin, nadiren de
yaya bir insanın çektiği Hindistan'a özgü mini taksilerin ve bittabi ülkenin
her tarafında kutsal sayılan ineklerin karmakarışık bir düzensizlik içinde ve
çift yönde getmelerini görmeye alışmam daha uzun sürdü.
******
Portekiz'in 1961 'e kadar sömürgesi olan Goa'daki Musevi
dinine mensup Hintlilerin, İsrail'e Hint yapımı küçük Fiat arabaları veya gene
Hint yapımı Vespa motorları ile karayolundan ve ülkemiz üzerinden göç
etmelerine tanık oldum. Sayıları binlerce olan bu Musevi Hintlilere Ankara'nın talimatı ile
gerekli transit vizelerini verdim.
Goa'lı
Musevi Hintlilerin İsrail'e göç etmelerine yardımcı olmamızı takiben İsrail
Büyükelçiliği tarafından yayınlanan aylık İngilizce "İsrail'den Haberler" dergisinin ilk sayısında yer alan
bir yazıda "KUDÜS'TEKİ 'AĞLAMA DUVARI'NIN ORTAYA ÇIKARILMASINI YAVUZ
SULTAN SELİM'İN SAĞLADIĞI” anlatılıyordu. Gerçekten bu yazıda,
"
XVI'INCI YÜZYILIN İLK ÇEYREĞİNDE MISIR'IN FETHİNE GİDEN YAVUZ SULTAN SELİM VE
ORDUSU KUDÜS'TE KONAKLADIĞINDA, 'KENTİN ORTASINDA MUSEVİ KULLARI İÇİN ÇOK
KUTSAL OLAN VE ROMALILARIN M.S. 70 YILINDA YIKTIKLARI HAZRETİ SÜLEYMAN TAPINAĞININ
BİR DUVARININ BULUNDUĞU, ANCAK BU DUVARIN ASIRLARIN ETKİSİYLE TOPRAK ALTINDA
KALDIĞININ KUDÜS HAHAMBAŞI TARAFINDAN PADİŞAHA BİLDİRİLDİĞİ VE HAHAMBAŞININ
AYRICA DUVARIN OLASI YERİNİ DE PADİŞAHIN ADAMLARINA GÖSTERDİĞİ; BUNUN ÜZERİNE
YAVUZ SULTAN SELİM'İN O GECE BU TOPRAK VE ÇÖPLÜK YIĞINI İÇİNE ALTIN SİKKELER
GÖMDÜRDÜĞÜ VE ERTESİ GÜNÜ DE DELTALARA TOPRAK ARASINDA ALTINLAR BULUNDUĞUNU,
ALTINLARIN BUNLARI BULACAKLARA AİT OLACAĞINI' İLAN ETTİRDİĞİ; BUNUN ÜZERİNE,
ALTIN BULMAK UĞRUNA, TOPRAK VE ÇÖP YIĞININA HÜCUM EDEN BİNLERCE KUDÜSLÜNÜN,
TOPRAKLARI BİR AYA YAKIN BİR SÜRE EŞELEYE EŞELEYE DUVARIN TEPESİNİ ORTAYA
ÇIKARDIĞINI, BUNDAN SONRA DA PADİŞAHIN EMRİ İLE ON BİN KİŞİNİN HAFTALARCA
ÇALIŞARAK DUVARIN TAMAMININ MEYDANA ÇIKARILDIĞI" belirtiliyor ve bundan
sonra Padişahın Hahambaşına "Tapınağın
tamamının inşası için gerekli parayı vermeyi" önerdiği, ancak
Hahambaşının "Tapınağın ancak
Tanrı'nın uygun göreceği zaman tekrar inşa edileceğini" belirterek,
(Arz-ı Mev’ud temelli fikir) bu cömert öneriyi kabul etmediği belirtiliyordu. (s.108-116)Sadece
Hindistan'a
özgü görüntüler
Yeni
Delhi'nin cadde ve sokaklarında dolaşan inekleri insan ilk gördüğünde
şaşırıyor, fakat zamanla alışıyor. İnançlarına
göre inek kutsal olduğu için dokunmak yasak. Gidip, bir manavın sergilediği
sebzeleri yese dahi, dokunmak günah. Trafikte kesin öncelik ineklerde. Et yiyen
müslümanlar ve yabancıların et bulmaları sorun oluyordu. Çaresi kentin etrafında
sadece müslümanların yaşadıkları köylere gidip, eti buradan almaktı.
Yabancıların
gene ancak zamanla alışabildikleri bir diğer görüntü kentin gerçekten çok güzel
parklarında ve kent içinde veya civarındaki tarihî kalıntılarda, bazen sürüler
halinde dolaşan ve insanların kendilerine yiyecek, örneğin muz, vermesini
bekleyen ve durup dururken insanlara saldırabilen maymunlardı. Bu nedenle
parklarda pek gezinemedim.
Ülkede
fakirlik o tarihlerde o kadar yaygın ve derindi ki, hem uluslararası örgütler
hem zengin ülkeler Hindistan'a gıda yardımı yaparlardı. Bu yardımlar arasında
süt tozu da vardı. Böyle olmasına rağmen Kalküta'da yılanları, Madras'ta ise
fareleri sütle besleyen tapınaklar vardı. Bunlara gittim. Kalkü-ta'dakinde
yılanlar zeminde dolaşıyorlardı, fakat ilginç yönü, insanlara asla
yanaşmıyorlardı. Madras'takinde ise fareler süt tasları etrafında öbek öbek
toplanmışlardı ve bunlar da insanları rahatsız etmiyordu.
Son bir
garabet daha: hangi kentte olduğunu unuttuğum, bir kentte de ülkenin en büyük
Budha heykeli yılda bir defa sütle yıkanıyordu! (s.137)
Kaynakça
Erdil K.
AKAY [Kitap]. - Dışişlerinde 40 yıl, 2 ay, 21 gün-Kenarından Köşesinden Anılar-
Birinci Kitap Çıraklık ve Kalfalık Yılları Emekli Büyükelçi Erko Yayıncılık,20
Şubat 2009
[1] Tarihin ilk çağlarından itibaren Orta-Asya'da
yaşayan Türk boylarının Kuzey Hindistan'a sızdıkları bilinmektedir. İlk kayda
değer akın Eftalitler olarak da adlandırılan Ak Hunların akınıdır. Bunların,
440'larda yenildikleri Göktürk'lerin kovalamasından kurtulmak için Gandara'ya,
İndus'a ve Malva'ya girdikleri bilinmektedir. Ancak Türk boylarının bu alt
kıtada hatırı sayılır bir güç olarak ilk defa belirmeleri Gazneli Mahmut (999
- 1030) döneminde olmuştur. Gerçekten Gazneli Mahmut'un Hindistan'a 17 sefer
yaptığı ve Pencap'ı ele geçirdiği bilinmektedir.
1206'da gene -isminden de belli
olduğu üzere- bir Türk olan Aybek kendini Delhi Sultanı ilan etmiştir.
Aybek'ten sonra tahta İltutmuş (1211 -1236) ve kızı Raziye Sultan (126-1240)
geçmişlerdir ve bunların döneminde müslüman-lık Hindistan'da yayılmaya
başlamıştır. Müslümanlığın yayılmasında başlıca etken dinimizin
"eşitlik" ilkesinin özellikle dokunulmazlar ve Kast sisteminin alt
kademelerindeki Hindulara cazip geldiği anlaşılmaktadır. Ama esas Türk Devleti
1483'de Fergana'da doğan, baba tarafından Timur soyundan, anne tarafından
Cengiz soyundan gelen, anadili Çağatay Türkçe-si olan Babür'ün kurduğu ve
yabancı tarihçilerin Büyük Moğol İmparatorluğu dedikleri Hint-Türk Devletidir.
Bu Devlet, 1756'da İngiliz Hindistan Şirketinin iktidarı fiilen eline
geçirmesine kadar kudretini sürdürmüştür. 1877'de de Kraliçe Victoria kendini
Hindistan İmparatoriçesi ilan edince Babür'ün kurduğu Devlet tarihe
karışmıştır. Bu Devletin belli başlı hükümdarları Hümayun, Ekber, Şah Cihan
olarak da tanınan Cihangir ve (Aurengzeb, veya) Evrengzeb'ti
[2]İngiliz yönetimi
öncesinde bu tapınaklarda rahibe-fahişelerin de bulunduğunu yabancı yazarlar
ileri sürmektedir. Bu görüşe göre, Tapınak dışındaki bu erotik heykeller de
insanları tapınağa çekmeyi amaçlıyordu.
[3]"Rikşov"
okunur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar