Print Friendly and PDF

"HİSLERİN DANSI" İLE NEFS MÜCADELESİ



Hansoyu Kitabı'nda   “İstekli bir zihin için hiç bir şey imkânsız değildir.” denilir. Bu nedenle "savunma sanatı"nın nefis mücadelesinde uygulanabileceğini düşündüğümüzden sizin için tadımlık bir bilgiyi aktarıyorum.
Zihnin Boşaltılması
Bu konuda bir Çin savunma sanatlarından, zayıfın kuvvetliye karşı şansı olarak tanımlanabilen, his ve reflekslere dayalı özel öğretileri olan bir sistem olan Wing Tsun Sisteminin en büyük ustası ve Bruce Lee’ nin de hocalığını yapmış büyük usta Yip Man’ dan bir hikayeyi Bruce Lee’ nin ağzından dinleyelim.
“Hikaye, zen konusunda bilgi edinmek isteyen bir üniversite profesörünü konuk olarak kabul eden bir zen ustasını anlatıyor.
Usta daha konuşmasının başında profesörün zen hakkında bir şey öğrenmekle ilgilenmediğini, yalnızca bu konudaki bilgisi ve düşünceleriyle kendisini etkilemeye çalıştığını anlamış. Ancak, buna karşın konuğunu sabırla dinleyip, ardından onu çay içmeye davet etmiş. Önce konuğunun fincanına çay doldurmaya başlamış. Konuğunun fincanı dolmasına karşın, usta halen çay dökmeye devam ediyormuş.
Çayın fincandan taşacağını gören profesör dayanamayıp “fincan dolu, daha fazla almayacak." demiş.
“Bu fincan gibi senin zihnin de yılların yargıları ve bilgileriyle dolu” demiş usta. “Zihnini boşaltmadıkça sana zen’in ne olduğunu nasıl gösterebilirim?”
( Hyams, Joe. (çeviri)., Şen, Cem. Zen ve Savaş Sanatları, s: 17)
Asya insanının gizemli kültüründe ‘gel ve kendin için kendin öğren’ anlayışı vardır. Alan Watts’ a göre, batılıların bilimsel eğitim tarzı ile hareket etme anlayışları oldukça gelişmiş olduğundan, eleştirel bakış açısı ile olayları değerlendirmektedirler. Bununla birlikte, eleştirel bakışını kapının önüne koyup öylece içeri girilmesi gerektiği durumlarda, zihnin insanı nasıl aldatabileceğinin farkındadırlar. Watts bu tarz insanları ‘objektif gözlemciler’ olarak tanımlıyor. Watts’ın gözlemlerine göre, Objektif gözlemciler istisnasız hedefi ıskalamakta ve akşam yemeği yerine önlerine menüyü koymakta, öte yandan geleneksel hiyerarşi ile yetişenler ise akşam yemeği olarak yedikleri şeyin ne olduğunu bilmemekteler. (Watts, Alan, (çeviri)., Uğur, Sena. Zen Yolu, s:14)  Öyleyse bu iki fikir arasındaki ideal çizgiyi yakalamak en doğrusu olsa gerektir.
Yeni bilgiler için zihnimizi boşaltıp, hazır hale getirmeliyiz ki yeni şeyler öğrenebilelim ve yeni ufuklara açılabilelim. Zihnimizde yeni bilgiler için yer açılmalı ki yeni şeyleri algılayabilelim. İşte öğrenmenin ilk şartı budur. “Öğrenme ev değil, kapıdır. Kapıyı gördüğünüz zaman, onun bir ev olduğunu düşünmeyin, eve ulaşmak için -ki kapının arkasındadır- kapıdan geçmek zorundasınız.” ( Cleary, Thomas. (çeviri)., Kaya, Şen Süer. Japon Savaş Sanatı, s:60)
Yeni bilgiler öğrenebilmek için zihnimizi boşaltmamız, yalnızca bilgi için yer sağlamamız demek değildir. Aslında insan hafızası öyle hemen dolacak ve artık başka bilgilere yer kalmayacak bir kutu da değildir. Tam tersine insan hafızası, bilgiler çoğaltıldıkça kapasitesi artan esnek bir yapıya sahiptir. Ancak, zihnimizin boşaltılması beynimizin veya hafızamızın boşaltılması anlamına gelmez. Zihnin boşaltılması, yeni bir konuyu öğrenebilmek için zihinde yeni bir sayfa açılması ve öğrenme için hazır hale getirilmesi demektir. Zihnimizin hazır olması bir konu hakkında daha önceki bilgilerimiz dâhil hiç bir şeyle ilgilenmeden yalnızca o anki kaynakla kontak kurması ve açık olması demektir. Böylece yeni öğrenilecek bilgilerin, hafızamızdaki ön yargılardan veya bilginin başka versiyonlarından ve başka yorumlarından olumsuz yönde etkilenmeyeceği bir ortamın yaratılması sağlanmış olacaktır.
Uzakdoğu kültüründe, öğrenmede zihnin boşaltılmasına çok önem verilmektedir. Taoistik düşüncede hakikatin ancak boşaltılmış bir zihne ulaşabileceğine inanılır. (Özbudun, Sibel. (Çeviri)., Bilgenin Kanatlı Sözleri. s:33)
Öğrenmede zihnin boşaltılması, tıpkı çocuklarda olduğu gibi, zihnin ön yargısız, meraklı ve boş bir teyp kaseti gibi her şeyi kaydetmeye hazır, bilgiye ve öğrenmeye susamış bir kıvama getirilmiş olması demektir. Ancak, bu durumu 'şartsız ve kritik yapmadan kabullenme’ ile karıştırmamak gerekir. Zihnin boşaltılması, öğrenmede, öğreten kişiyi anlayabilmek için ‘önyargılardan arınma’ anlamında kullanılmaktadır. Öğrenme talebinde bulunan bireyin, öğretici durumundaki eğitmeninin vereceği bilgileri kavrayabilmesi, duyumsayabilmesi ve bilginin özünü anlayabilmesi için eğitmen ile aynı frekansı paylaşmaları gerekmektedir. Zihnin boşaltılması, eğiticinin frekansının yakalanması için elzem olan bir haldir. Aynı frekansı paylaşmayan kişilerin birbirleri ile iletişim kurmaları olası değildir. İletişim kuramayan bireylerin anlaşması mümkün olamayacağı gibi, karşılıklı bilgi alış verişi ve eğitim sürecinin başlatılması da mümkün olmayacaktır.
Açı Sadakatini Yok Etme
İnsanlar arasındaki iletişim bozukluğu karşılıklı ilişkileri olumsuz yönde etkilemekte, dargınlıklara ve ilişkilerde soğukluklara sebep olmaktadır. Dolayısıyla iletişim bozukluğu, insanlar arasındaki soğukluk, dargınlık ve fikir ayrılığı gibi kanaatlerin en önemli sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Belki de çoğu zaman tartışan insanlar arasında belirgin bir fikir ayrılığı da yoktur. Genellikle iletişim eksikliği sebebiyle birçok insan aynı şeyi iddia ettikleri halde saatlerce tartışırlar. İnsanlar günlük yaşantılarında genelde etrafındaki olup bitenleri ve sorunları kendi açısından değerlendirmekte ve bunun neticesinde insan hafızasında zaman içerisinde oluşmuş olan fikirlerin kriteri ile olaylar hakkında doğru veya yanlış kanaati oluşmaktadır. İnsanların doğru veya yanlış kanaatleri kendi bakış açılarına göredir. Bundan dolayıdır ki insanlar arasında fikir ayrılıkları oluşmakta ve birçok konularda doğrular sürekli tartışılmaktadır.
Karşımızdaki kişinin fikirlerini anlayabilmemiz için dış dünyayı onun penceresinden görmemiz gerekmektedir. Aksi taktirde karşımızdakini anlamaya çalışmak yerine, bizim gibi fikirleri olan birisini bulmaya çalışmış veya insanları bizim gibi düşünmeye zorlamış oluruz. Neticede, yaptığımız şey ile, dinlediğimiz kişinin bizim fikirlerimize ne kadar uyup uymadığını test etme işleminden öteye gidememiş oluruz. Bu açıdan iletişimde Empati çok önem kazanmaktadır. Bireyin sabit fikirli olması, olaylara adeta at gözlüğü ile bakması ve yalnızca kendi penceresinden olayları gözlemleyebilmesi veya diğer bir ifadeyle, ısrarla kendi frekansını muhafaza etmesi ve karşısındaki şahsın frekansına girmeyi denememesi ‘açı sadakati’ olarak adlandırılmaktadır. “Empatik bir anlayışla dinleme, bireyin kendi objektifliğini yitirmeden, olayları, karşısındaki bireyin içinde bulunduğu durumu ve onun görüş açısını dikkate alarak dinlemesidir.”
‘Açı sadakati’ ve ‘ben bilirimcilik’ alışkanlıklarının en belirgin özellikleri, anlamaktan çok görüşlerinin anlaşılması ve kabul edilmesi için mücadele vermeleridir. İnsanlar ‘ben bilirimcilik’ yarışına tutuşunca körü körüne savunuculuk başlar ve devamında ne konuşulduğu değil, kimin konuştuğu önem kazanır. Bir an önce karşımdaki nefes alsın da sözü ben alayım düşüncesi ağır basınca, dinleme ve anlama işlevinin yerini tahammül etme gayreti alır. Bu durum ise alevli kısırdöngü tartışmaların kaynağını oluşturmaktadır.
Önyargının kaynağını oluşturan nedenlerin, kişinin kendi zihninde var ettiği ya da ulaştığı yargı değil, nedenlerin daha çok bireyin zihninin dışında oluştuğu kabul edilmektedir. Zaman zaman kişi başkalarına ait yargıların sahibi olabilir. İletişim ve etkileşimin kaçınılmaz sonucu olarak düşünceler zihinden zihine geçer, benimsenir ve özümsenir. Ancak, bununla birlikte kendine ait olmayan bazı düşünceler bireyin zihnine sahip olup, zihne yerleşip, onu esareti altına alarak kanı, yargı, tutku ve inanç durumuna dönüşebilmektedir. Zihnin verimli kullanılabilmesi ve gerçeklere ulaşılabilmesi için ön yargıların tutsaklığından arınarak yaşamayı keşfetmemiz gerekmektedir.
George Hebert Mead’a göre, iletişimde insan kendi içinden çıkıp, sanki başkalarının gözüyle kendine bakabilmektedir. Bu sayede sadece kendine değil, başkalarına da başkalarının gözüyle bakabilmeyi öğrenir.
Yeni konular veya yeni anlayışlar öğrenildikten sonra, hafızamızdaki diğer bilgilerin veya aynı bilginin başka yorum ve versiyonlarının yargılamasından geçirilerek sentez çıkarılır.
Etkilenme devam ederse araştırma ve öğrenme de devam eder ve hafızamızdaki yeni bilginin veya kanaatin yoğunluğu giderek artarak, zamanla o konuda hakimiyet sağlar ve fikirlerimizde değişikliğe sebep olur. Böylece zaman içerisinde fikir ve kanaatlerimizde gelişme ve değişmeler yaşanır.
Zihnin boşaltılması, şartsız ve önyargısız bir zihinle yeni bilgilere açılmak suretiyle gerçekleri olduğu gibi kabullenmenin yoludur. Diğer insanları anlama, olaylara onların gözüyle bakmakla mümkün olur. Bu sayede, yalnızca doğru olanı kavramaya çalışarak doğruya ulaşabilmenin yolunda mesafe kat etmiş ve daha önceden doğru olduğunu zannettiğimiz bir çok yanlış, önyargı ve kanaatlerden de zamanla arınma imkânına kavuşmuş oluruz. Bilge kişi her şeyden önce insanı kurumlaşmış yargı ve düşüncelerin tutsaklığından kurtarmayı ve içsel bir özgürlük kazandırmayı amaçlar. Bu özgürlük sadece toplumsal önyargı ve kalıplara karşı kazanılan bağımsızlık değil, aynı zamanda ve daha da önemlisi, kişinin kendi ön yargılarının, kendi şartlanmışlıklarının ve saplantılarının tutsaklığından arınarak içsel ve dışsal tabulara karşı özgürleşmesidir. Aslında kişinin tam olarak objektif olmasının imkansızlığının yanında ön yargılardan arınması bu hususta alınabilecek en büyük mesafe olsa gerektir.
Bu prensip normal yaşantıda da uygulanabilir. Fikirlerinden istifade etmek istediğiniz bir bilim adamını, bir üstadı veya bir arkadaşınızı dinlerken zihninizi boşaltmayı deneyin. Zihninizi o konu hakkında bilgiye susamış bir kıvama getirin. Böylece onun fikirlerini kavramaya çalışın. Bu konuda hiç bilginiz yokmuş gibi pür dikkat onu dinleyin. Göreceksiniz ki çok daha fazla bilgi sahibi olacaksınız, aynı konuda daha önce fark etmediğiniz bir çok nüansları keşfedecek ve sohbetinizden her ikiniz de memnun kalacaksınız. Bırakın sizin de o konuda çok bilginiz olduğunu anlatmaya çalışmayın. Yalnızca dinleyin ve kafanıza takılanları sorun. Sonunda yeri ve zamanı gelirse kendi fikirlerinizi söylersiniz. Ama önce bilgisinden istifade etmek istediğiniz arkadaşınızın fikirlerini öğrenin. İşte bu metoda Savunma Sanatında sanatında yeni bir bilgi öğrenmek için “Zihnin boşaltması” denir.
Savunma sanatları alanında çok kıymeti ve önemi bulunan ‘Aile gelenekleri kitabı’ nda Yanyu, Zen ustası Takuan’ın öğretisi üzerinde yoğunlaşırken, öğretiyi genişleterek, sanatçının zihninin duruluğu ile olması gereken kıvamını şöyle izah etmektedir.
“Kafanızda hiç bir şey olmadığı zaman her şeyi yapmak daha kolay bir hale gelir. Bu nedenle bütün zen ustalarının incelemesi, kafanızda olanları temizleme amacıyla yapılır. Başlangıçta hiçbir şey bilmezseniz, kafanızda soru bile oluşmaz. Sonra incelemenin içine girdiğiniz zaman kafanızda bir şeyler oluşur ve bunlarla engellenirsiniz. Bu her şeyi zorlaştırır. İnceledikleriniz kafanızdan tamamen çıktığı ve pratikte yok olduğu zaman, ilgilendiğiniz sanat hangisi olursa olsun, teknikleri kolayca, yaptıklarınız hakkında kaygı duymaksızın ve yaptıklarınızdan sapmaksızın başarırsınız. Bu, böyle yaptığınızın farkında olmaksızın kendiliğinden olur."
“Merak, heves, ilgi, konsantrasyon, problem çözmek, bellek ve hayal gücü öğrenmenin gerekli unsurlarıdır. Marş motoru meraklı olmaktır. İlgi ve heves alçak vitestir; konsantrasyon ve bellek ise yüksek vitesler olup, başarı, sabit hızda rahat bir sürüş için gerekli olan orta vitestir.” Merak, heves, ilgi, konsantrasyon olmadan öğrenmenin gerçekleşmesi mümkün olamayacağı veya zoraki yapılan öğrenme faaliyeti neticesinde başarının imkansız olacağı aşikardır. Bu unsurların otomatik olarak sağlanması da ancak zihnimizde yeni bir sayfa açarak, öğrenmeye hazır ve bilgiye susamış hale getirilmesi ile mümkün olacaktır. Aslında gerçeklere ulaşabilmenin yolunda şartlanmalardan ve ön yargılardan arınarak özgür bir zihin ile bilgilere ulaşmak öğrenmenin en etkin metodudur.
Wu-Hsin (Zihnin Yokluğu)
İnsanlar karşılaştıkları karmaşık sorunlarını çözümlerken tıpkı bedensel hareketlerde olduğu gibi zihinsel hareketlerde de refleks tepkiler verebildiğinde ve böylece içinden geldiğince, riyasız eylemlerde bulunulduğunda daha başarılı ve mutlu olduğu ve böylece sezgi yeteneği (prajna) ön plana çıktığı kabul edilmektedir. Zihinsel işlerlikte, zihnin yalnız bırakılarak, kendi kendine, duru bir şekilde çalışması sağlandığında önsezinin ortaya çıktığı, daha isabetli ve hızlı hareket edildiği, ona güvenildiğinde sezgi yeteneğinin keşfedildiğine inanılmaktadır. Bu sayede zihin doğal olarak hareket etmekte ve daha iyi çalışarak karmaşık sorunlar karşısında bile doğru hareket edebilmektedir.
Zihnin boşaltılması veya diğer bir ifadeyle bilinçli zihnin yok edilmesi kavramlarından kasıt zihnin tamamının alıcı durumuna getirilerek, yine tamamına işlerlik kazandırılmasıdır. Yoksa anlatılmak istenen şey hafıza kaybına uğramak değil, zihnin akıcılığını sürekli kılmak, bilinçli zihnin olumsuz etkisini yok etmektir. “Wu-hsin sözleriyle anlatılmaya çalışılan kuşkusuz bir koma durumu değildir. Amaç zihni daha alıcı duruma getirmek, zihnin tümünün birden daha doğal, daha uyumlu biçimde çalışmasını sağlamak, bilinçli zihnin olumsuz etkisini yok etmektir.”
Zihnin yokluğu deyimiyle aslında anlatılmak istenen şey, refleks zihin durumu, yani zihnin yalnızca bir kısmının değil, tamamının devreye sokulması ve maksimum işlerlik kazandırılmasıdır. Bu sayede zihin daha üstün bir işlerlik kazanıp, dar kalıplardan kurtularak, daha geniş alanlarda, daha verimli faaliyet gösterebilmektedir. Bununla anlatılmak istenen şey, zihinsel devinimin arttırılması ile maksimum kabiliyetin kazanılmasıdır. Böylece tüm olaylara' hakim olan ve bütünlük içerisinde işleyen bir zihinsel yetenek kazanılmış olunur.
Etrafımızdaki olayları eksiksiz ve fazlasız olarak olduğu gibi, ön yargısız bir şekilde algılama ve daha önce kazanılmış yetenekler sayesinde refleks tepkiler gösterme savunma sanatındaki en önemli esaslardan biridir. Muhtemel bir saldırı karşısında etkili bir savunma ve karşı hamle gerçekleştirebilmek için en etkili ve en doğru savunma tekniği binlerce kere tekrar edilmek suretiyle bilinçaltına yerleştirilerek etki karşısında iyi bir savunma refleksi kazanılması amaçlanır. Düşünerek karar vermeye zaman ve imkân olmayan durumlarda refleksler vücudun savunma mekanizmasını oluşturur. Saldırıya uğrayan birey daha önce çalışarak kazandığı savunma refleksleri sayesinde etkin savunmasını gerçekleştirme şansını yakalar.
Wu-hsin bilinçli zihnin olumsuz etkisinin yok edilmesi anlamına gelmektedir ve amacı da bilinçli zihnin olumsuz etkisini ortadan kaldırarak önseziyi ön plana çıkarmaktır. Böylece kazanılmış reflekslerin daha verimli ve etkin kullanılması söz konusu olmaktadır. Bu sağlandığında zihnin bütünleşmesi ve doğal çalışması başarılmış olur. Bu durum zihnin devreden çıkarılması anlamına gelmez, tam tersine asıl amaç zihnin bir kısmının değil de tamamının devreye sokulup, yine zihnin tamamına işlerlik kazandırılmasıdır. Buna zihnin duruluğu, daima akıcı hale getirilmesi veya zihnin boşaltılması da denilmektedir. Aslında bu durumda zihin tüm olayları ve şeyleri kapsamakta ve onlara hükmetmektedir. Bundan dolayı bomboş, istenmeyen gürültülü düşüncelerden ve şartlanmış yoz bilgilerden arıtılmış, sürekli akıcı ve berrak bir zihin savunma sanatçısının başlıca hayalidir.
Wu-hsin ifadesiyle doğal ve yapmacıklıktan uzak, içten geldiği gibi olma ve böylece önsezi ile davranarak refleks tepkilerle hareketleri gerçekleştirme anlatılmaktadır.
İçsel Özgürlük Kazanma
Psikolog Virginia Satir insanların doğuştan beş temel özgürlüğe sahip olduklarını iddia etmektedir. Satir, bu özgürlükleri kısaca şu şekilde sıralamaktadır:
1-      Şimdi ve burada olanı duyma ve görme (algılama) özgürlüğü,
2-      Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü,
3-      Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü,
4-      Bir şeyi kendi isteklerine göre isteme ya da reddetme özgürlüğü,
5-      Olmak istediği yönde geliştirerek, kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü, şeklinde sıralandıktan sonra, sağlıksız aile, okul ve çevre vs. ortamları bu özgürlüklerin kaybedilmesine neden oldukları belirtilmektedir.
( Cüceloğlu, Doğan. İçimizdeki Çocuk., s:63; Bilim ve teknik. Bilim Dergisi. Sayı:347., s:56)
Savunma sanatında, öğrenmede zihnin boşaltılması ve usta ile aynı frekansın paylaşılmasının yanında, insanların doğuştan var olduğu iddia edilen bu özgürlüklerinin keşfedilmesi veya muhafaza edilebilmesi ch’an sanatının en önemli amacını oluşturur. Bilgenin en büyük amacı insana içsel özgürlük kazandırmaktır.
Zihnimizin şartlanmalardan kurtulması ve devinimini arttırması ile maksimum işlerlik kazanması sayesinde zihnimiz tam tarafsız olarak bilgilere erişme yeteneğine ve imkanına sahip olmakta, hafızamızdaki diğer bilgilerin veya aynı konunun diğer yorumlarının olumsuz etkisinden kurtulmuş olmaktadır. Aslında bu durum bir nevi içsel özgürlük kazanmaktır. Başkalarının bizleri fikren veya bedenen tutsak edebilmesinin yanında, insan kendi önyargılarının da esiri olabilmekte ve olaylar karşısında önyargılarının tutsaklığı dolayısıyla objektif hareket edememektedir. Bu önyargıların tutsaklığından kurtulma faaliyetine “içsel özgürlük kazanma” denir. Yani, hafızamızdaki bilgilerin ve yılların birikiminin tutsaklığından kurtulup, kendi içimize karşı bile fikren hür hale gelmektir. Böylece yeni bir konu veya eski bir konunun yeni bir yorumu katıksız ve ön yargısız olarak kavrandıktan sonra hafızamız ve zihnimiz, aklımızın, mantığımızın süzgeci ile kazanılmış tüm bilgilerin sentezini yaparak kendi bağımsız, hür yargısını oluşturabilecektir.
“Zihnimizi bütün bağımlılıklardan kurtarmadıkça işin özünü, esasını kavramamız pek olası değildir. Bütün sorun zihnimizi bağımlılıkların da nedeni olan koşullanmalardan, alışkanlıklardan kurtarabilecek dönüşümü nasıl oluşturabileceğimiz, zihnimizin tümünü nasıl devreye sokabileceğimiz noktalarında düğümleniyor.”
 ‘Zihnini boşaltma’ hadisesi zen sanatında zihni devreden çıkarma, zihindeki bilgileri silme veya hafıza kaybına uğrama şeklinde algılanmamalıdır. Zihni boşaltma, zihnin bir kısmını kullanma yerine tamamını devreye sokma, daha önceki bilgi birikimimizin olumsuz etkilerinden ve ön yargılardan sıyrılarak, şartlanmışlıklardan arınarak yeniden doğmak gibi ön yargısız ve tarafsız bir zihinle hareket etmektir. Zihni belli bir noktada durdurmak yerine sürekli akan bir zihne sahip olmaktır. Birçok konu ve bilgi ile abur cubur ve gereksiz yoğrulmak ve kafamızdaki gizli düşüncelerin vızıltılarını dinlemek yerine duru bir zihne sahip olmak, çer çöpten arınarak duru olarak akmaktır. Olayları olduğu gibi, katıksız bir şekilde, dış etkilerden ve şartlanmış yoz bilgilerden arınmış haliyle görebilmek ve olduğu gibi algılayabilmek için zihni olumsuzluklardan, şartlanmalardan ve takıntılardan arındırarak zihni otomatiğe takmak ve yeni bilgiler için hazırlamaktır.
Zihnini boşaltma hadisesi zihne yeni bilgiler için yeni bir sayfa açmak olduğunu belirtmiştik. Aksi taktirde dolu sayfa üzerine işlenen bilgiler önceki bilgilerle karışacak, sayfa karalanacak ve zihindeki önceki yargıların olumsuz etkileri yeni bilgilerin kavranmasını engelleyecektir. Böylece kafamız karışacak ve her yeni bilgi eski bilgilerin eleştiri yağmuruyla karşı karşıya kalacak, yeni bilgi daha palazlanmadan pasifize edilecek ve zihnimiz her defasında meşgul olacaktır. Bu durumda kalan yeni bilgi, toplumdaki ön yargılardan dolayı aralarına kabul edilmeyen yeni komşu gibi, kendini anlatma ve haklılığını dile getirme şansından mahrum bırakılmaktadır. Bu da zihnin duruluğunu bozar ve birey yeni bir bilgiden mahrum kalır. Oysa zihnin duruluğu Zen sanatında olduğu gibi savunma sanatlarında da çok önemlidir. Zira zihnin duruluğu hislerin ve reflekslerin çalışmasında ve refleksleri uyaran duyu organlarımızın duyarlılığına önemli derecede etki ettiği kabul edilmektedir. Çünkü, zihnin duru ve akıcılığı dikkatin yoğunlaştırılması ve her şeye hazır olma durumudur.
Savunma sanatlarında eğitim almak isteyen bir öğrenci ustasının yanına gittiğinde ustasından aldığı ilk ders ‘daha önceki bildiklerini unut ve zihnini boşalt' şeklindedir. Aslında usta öğrencisinden bunu isterken başka sanatları etkisiz ve saçma gördüğünden değil, öğrenme için zihnin boşaltılmasını öğütlemektedir. Önceki bildiklerini unut öğüdünün altında yatan gerçek işte budur. Zira dünyada sayısı bile kesin tespit edilememiş yüzlerce savunma sanatı ve bu savunma sanatlarının da ayrıca pek çok versiyonları veya sistemleri vardır. Bu sistemlerin hepsinin de birbirinden farklı duruş ve teknikleri mevcuttur. Rakipten gelecek sınırlamasız tüm ataklara karşı en etkili savunma ve karşı atak geliştirmeye yönelik her birisinin ayrı-ayrı anlayış ve dolayısıyla da teknikleri bulunmaktadır. Hal böyle iken savunma sanatı çalışmak isteyen kişi karmaşıklığa düşmemek ve ustasından tam istifade edebilmek için şartlanmalardan kurtulmalı ve dolayısıyla da zihnini boşaltmalıdır. Aksi taktirde verimsiz bir kısırdöngüye kapılınacaktır. Savunma sanatlarında sistemler arasında teknikler açısından büyük farklılıklar varken zihinsel öğretiler savunma sanatının değişmez ortak felsefesini oluşturur.
Zihnin ideal durumu, bir dere kenarında oturup dereye bakmak gibi bir şeydir. Derenin akışını ve gürültüsünü duyumsa, ama ona dalıp, takılıp kalma. Dalıp, takılıp kalmak demek zihnimizin akıcılığının durdurulması demektir. Bu da olanları etraflıca görmemizi engeller ve kendimizi savunabilmek için rakibimizin yapacağı hamleyi tahmin etmeye bizi zorlar. Tahmin, düşünerek hareket etme çabasıdır. Böylece, rakibin yapacağı hamle üzerine kumar oynanmış olunur. Eğer isabet ettirilirse tasarlanmış bir savunma hareketi gerçekleştirilebilir. Ancak, tahminimizin dışında bir atakla karşılaştığımızda ise, ki genellikle böyle olur, şaşalayarak savunmasız ve aldatılmış duruma düşeriz. Aldatıldığımız durumda ise savunma yapmamız adeta imkansızlaşır. Çünkü, iki pozisyonu yaşamamız gerekir. Bunlardan biri, yanlışımızı fark etmek, diğeri ise, zihnimizi toparlayıp yanlışımızı telafi ederek savunma yapmaktır. Böylece zaman kaybına uğrayacak ve savunmada oldukça gecikilmiş olunacaktır.
Dereyi seyrederken her şeyi olduğu gibi görmeye çalış, her şeyi hakkınca ve büyüklüğünce görmek için deredeki çöplere dikkatini verme, onlara dalıp, takılma.
Deredeki çer çöpün akıp gitmesine izin ver ve sen onları takip etme, zihnini işgal etmelerine izin verme. Çalılara, çöplere takılıp kalma durumu, zihnin işgal altında olması halidir. Zihnin işgal altında olması demek, zihnin yapa geldiğimiz işin haricinde bir düşünce veya işle ilgilenmesi demektir. İşgal altındaki bir zihnin akıcılık kazanması, dikkat göstermesi ve olaylar karşısında refleks tepkilerde bulunması mümkün değildir.
Zihnin akıcılık kazanması için, hep baktığın kesite konsantre ol ve o kesitteki her şeyi görüp fark etmenin yolunu keşfet. Bu yol, bir kitabı hızlı okumanın tekniği gibi, sayfayı ya da paragrafı olduğu gibi, tüm olarak görmeye benzer. Eğer harf harf, hece hece okumaya çalışırsanız hem yavaşlar ve hem de dikkatiniz dağılır. İşte zihnimiz de bir şey üzerine takılıp kalmamalı ve sürekli akıcılığını devam ettirmelidir. Zihin akıcılığını sürdürür ve devinimini hızlandırırsa dikkat tüm alternatifler üzerinde yoğunlaşır ve maksimum işlerlik kazanır. Zihnin akıcılığı zihinsel refleksleri daima diri tutar ve bu da savunma sanatı açısından tüm saldırılara konsantre olmanın ve refleksleri çalıştırmanın yöntemidir.
Anını Yaşa
Dünün bugünü fazlaca tüketmesine izin vermeyin
“Geçmişteki hatalar üzerinde çok fazla üzülüp tasalanarak zaman kaybetmeyin. Bir kez karar vermişseniz, unutun gitsin. Hep tap taze olarak başlayın.”
 Geçmişle ya da gelecekle değil yalnızca ve yalnızca anınla ilgilenmeli ve o anı en iyi değerlendirmelisin. Dövüşçü bulunduğu o an yaşadığı hamlesine konsantre olmalıdır. Günlük hayatındaki sorunlar ve planlar geçmişte kalmıştır. Antrenman halinde iken ve müsabaka anında sanatçı dış dünyanın sorunlarından sıyrılmalıdır.
Kendimi savunmak zorunda kaldığımda rakibin gücü ve tekniği beni ilgilendirmez. Rakibimin ünü ve ne kadar büyük bir dövüşçü olduğu benim için hiç önem taşımaz. Ben o anımı yaşarım O an karşımda rakibim vardır ve o bir insandır. Yalnızca bir insan. Ve o insanı asla küçümsemem, basite almam. Ve ondan asla korkmam. O an rakibim bana bir saldırı yapar. Benim ise reflekslerim uyarılınca saldırıyı savuştururum. Hamlenin kuvvetini ve etkisini o an kollarım algılar ve gereğini yapınca zihnim dupduru kesilir ve her şeyi düşünüp, tüm ataklara hazır olabilmek için hiç bir şey düşünmem. Az sonra rakibimden gelecek karşı konulamaz bir atak endişesi veya az önce yediğim bir darbe benim ilgi alanımın tamamen dışındadır. Geçmiş geçti ve gelecek de gelmedi. Geçenler için yapılacak hiç bir şey yok ve gelecek geldiğinde de gereğini yapacağım. Bütün dikkatimi, konsantremi o an için kullanırım. Geçmişe veya geleceğe harcanacak atıl kuvvetim yoktur. Savunma  sanatı bizlere, yaşamın sadece yaşadığımız bu anında yaşanması gerektiğini öğütler. Bu anda yaşayarak hem çevrenle, hem de kendinle tam olarak bağlantıya girersin, geçmişin yorumu veya diğer bizi meşgul eden olumsuz etkisi ile geleceğin endişesi dikkat ve enerjimizi bölmemelidir. Böylece gücünü boşa harcamamış olursun.
“Geçmişi ve geleceği düşünmek, şu an ile olan bağlantılarımızı bozmaktan başka hiç bir işe yaramaz. Oysa zaman, sadece şu anda yaşanır. Sen ve yaptığın her şey bir bütünsünüz ve işte Zen de budur. Bir şeyi yaparken onu en iyi şekilde yapmalısın.”
Diğer bir ifadeyle: İyi bir savaşçı zihnini daima tek bir şey üzerine, tahmin içerisinde olmamak kaydıyla, rakibinin yapabileceği tüm saldırı ve hareketlere yöneltir. Ancak, bu bir düşünme ve rakibin yapacağı hamleyi tahmin etmeye çabalama değildir. Zihin dupduru, berrak ve oldukça akıcı bir hale gelmelidir Zihin her şeyi olduğu gibi alır, tıpkı eller ve kollar gibi adeta zihin de refleksleri ile hareket eder, onu bitirir ve diğerine geçer Savunma sanatçısı da bir Ch’an ustası gibi geçmiş veya gelecek ile değil, yalnızca şu an ile ve yaptığı şey ile ilgilenir. Çünkü, onun zihni güçlü ve dinamiktir, gücünü hep aynı seviyede ve maksimum işlerlikte tutabilir.37 Bu durumu sağlayabilmek için asla kendini sıkma, zihnini akıcı, diri ve duru tut ve yalnızca bulunduğun ana konsantre ol. Zihnine akıcılık kazandır ve bir noktaya takılıp durmasına asla müsaade etme. Çünkü bu zihnin işgali durumudur.
“Başkalarını anlamak bilgeliktir, kendini anlamaksa aydınlanmaktır.”
(Lao Tzu)
Aydınlanmak
Başkalarını anlamak bilgelik, insanın kendini anlayabilmesi ise aydınlanmaktır. Nedir bilgelik ve nedir aydınlanmak? Bunlardan hangisinde sırlı cevher saklıdır? Bilgelikle aydınlanma arasında nasıl bir ilişki ve nasıl bir fark vardır? İşte bu birbiri içerisine girmiş kavramlar Lao Tzu’ nun sözlerinde aydınlanıyor ve çizgileri netleşiyor.
Dünya bilimlerini anlama ve bilgilerle donanarak alanında hatırı sayılır olabilme ve bu sayede insanları anlayabilme başarısını göstermek işte bunda bilgelik vardır ve bu bilgeliktir. Bilgelik, sahip olduğu üstün bilgilerle gerçeği keşfedebilme yeteneğini sağlar. Yaptığı çalışmalar neticesinde bilgilerini zenginleştiren insanlar zaman içerisinde bilgeliğe ulaşabilseler de aydınlanmak daha farklı birşeydir. Aydınlanmak, daha çok bireyin kendisini tanıması, kendisini anlaması, dünyayı tahlil ederek kendisinin mutluluğuna malzeme haline getirmesi ve daha doğrusu dünyada insanlarla barışık olarak, mutluluğu elden bırakmadan yaşamanın yollarını keşfetme olayıdır. Kısacası aydınlanmak, bir yaşama sanatının keşfedilerek uygulanmasıdır. Dünyada karşısına gelen kişilerin dertlerini keşfeden ve sorunlarına çareler üreten sayısız bilgeler vardır. Ancak kendisini keşfedebilen, kendini bilen ve anlayabilen az sayıda insan yetişmiştir.
Aydınlanmanın Uzakdoğu kültüründe çok önemli bir yeri vardır. Eski Çin bilginleri ve Zen ustaları hayatlarını hep aydınlanma yolunda mesafe alabilmek için sarf etmişler. M. Ö. 6. yy. da yaşamış olan Çin’in ünlü filozofu Lao Tzu bu konuyu Tao Te Ching’ isimli eserinde izah etmektedir. Lao Tzu, aydınlanma yolunda giden bireyin hırslanmadan, sabırla eksikliklerini tamamlaması gerektiğini kabul etmektedir.
Eksik olan tümleşir
Eğri olan düzleşir
Boş olan doldurulur
Eski olan yenilenir
Az olana verilir
Çok olandan alınır
Kutlu kişi de öyle
Bir’i kucaklar, örnek olur dünyaya
Çevresine ışık saçmaz ve aydınlanır
Kendisine değer vermez ve yüceltilir
Kendini öne koymaz ve kalıcılaşır
Çünkü, savaşmayanla
kim savaşabilir dünyada
eskilerin sözüdür- eksikliğini eksilt
boş laf değil, yetkinlik var bu sözde
İyi yönetmeyi bilen savaşkan olmaz
İyi savaşmayı bilen öfkeli olmaz. (Lao Tzu)
( Tulgan, Ömer. Yol ve Erdem Kitabı, (çeviri)., s:41,78)
İnsan olarak hepimiz kendimizi ihmal ederek, başkalarına endeksli olarak yaşıyoruz. Hep başkalarının eksiklerini arar, hep başkalarının en uygun hareket tarzlarını araştırır ve herkese öğüt dağıtan, her derde deva gösteren bir tavır takınırız da kendimizi unuturuz. Herkesin elinde bir fener, bir projektör etrafındakileri aydınlatmaya çalışıyor da kendileri karanlıktalar ve kendi sorunlarına çare üretemiyorlar. Oysa, aydınlanmış olanlar kendilerini aydınlatır ve diğer insanlar da onları örnek alarak istifade ederler.
Bilge kişi başkalarını aydınlatan kişi iken, aydınlanmış kişi ise kendisini anlayan, kendini bilebilen, daha doğrusu kendisini aydınlatan kişidir. Aydınlatan kendisi aydınlanmaz, bunun içindir ki projektörlerin dibi karanlık olur, mum dibini aydınlatmaz. Aydınlanma yolunda mücadele veren Zen öğrencisi kendini aydınlatmaya çalışır. Onun için başkalarını aydınlatmak gibi bir amaç yoktur. Ancak, kendisini aydınlatan kişiye bakarak, onun yolundan giderek aydınlanan başkaları da vardır ve bu anlamda o bir rehberdir.
Yaradılışından insanlar bir kısım yetenek ve eğilimlerle hayata gözlerini açar ve yaşadıkça bu yeteneklerini geliştirirler. İnsanlar gözlerini dünyaya açtıkları ilk günden itibaren kendisini değil de başkalarını, kendisinden başka kişi ve nesneleri, daha doğrusu görülebilir her şeyi görme yeteneğine haiz gözlere sahip olurlar ve sürekli olarak başkalarını gözlemektedirler. İnsanların en az gözlemlediği ve en az araştırdığı şey ise kendisidir.
Başkalarını görebilmek için hiç bir işleme ihtiyacı olmamasına rağmen, insanın kendisini görebilmesi için aynaya bakması gerekmektedir. Tarihte insanoğlu, maddi olarak kendi simasını görebilmek için aynanın icat edilmesine kadar sabretmek ve su birikintileri ile idare etmek zorunda kalmıştır. Ayna icat edildiğinde ise insanoğlu sağını solda ve solunu da sağda görme imkanına kavuşmuştur. Yani, kişinin kendisini görebilmesi için ekstradan bir işlem yapılması gerekmektedir. Aslında insan aynaya baktığında bile kendisinin yansımasını görmekte ve sağını solda, solunu da sağda görmektedir. İşin gerçeği insanın kendisini aynıyla, canlı olarak görmesi fiziksel olarak adeta imkânsızdır. Kendisini video kameralardan seyrettiğinde, geçmişteki kendisini, naklen yayında ise yansımasını görmektedir. Bu durum sosyolojik ve psikolojik olarak ta aynıdır. İnsanlar hep karşısındaki kişilerin hatalarını görebilmekte ve hep onları kolayca keşfedebilmektedir.
Kişinin kendini anlayabilmesi, kendi eksikliğini fark edebilmesi, eksiklikleri ve sorunları karşısında en uygun ve en isabetli davranışı sergileyebilmesi oldukça zor olmaktadır. Oysa aynı şahıs, kendisiyle benzer bir sorunu yaşayan arkadaşına çok mantıklı ve makul önerilerde bulunabilmektedir. Başkalarının olaylar karşısındaki davranışlarını sağlıklı değerlendirebilen insanoğlu, kendi davranışlarını aynı kolaylıkla analiz edememektedir. İşte bu durum, kişinin kendisine ayırdığı zamanın azlığı ve kendisini bilme ve anlamasının, kendi hatalarını görebilmesinin zorluğundan kaynaklanmaktadır.
Tüm kurbanların en büyüğü zamanın kurban edilmesidir.
(Plutark)
Kendine Zaman Tanımak
Savunma sanatlarını öğrenirken, sanatında usta bir eğitmenin antrenörlüğünde çalışmak, doğru ve etkili tekniğin öğrenilmesinin en önemli şartıdır. Ancak, yalnızca iyi bir antrenör (si-fu, sensei vs.) eğitim için yeterli değildir. Bununla birlikte öğrencinin istekli ve yetenekli olması ve en az bunlar kadar önemli olan ise, öğrencinin sabırlı olması ve kendine zaman tanımasıdır. Sabırlı olmak ve kendisine zaman tanımak derken birbirinden farklı iki kavramdan bahsedilmektedir. Bu husus, Cem Şen’in Zen ve Savaş Sanatları isimli tercümesinde bir ustanın dilinden çok güzel bir örnekle izah edilmiştir.
“Bong Soo Han orta boylu, kır saçlı, Koreli bir ustadır. Söylediği her sözde ve yaptığı her şeyde büyük bir ciddiyet vardır Hiç bir sözü ya da hareketi gereksiz değildir." Han usta kendine zaman tanımak hususunda görüşlerini şöyle anlatır.
"Kendine zaman tanımaya istekli olmadıkça nasıl başarılı olabileceğinizi asla öğrenemezsiniz. Sabırlı olmak dingin ve dayanım gücüne sahip olmak demektir. Kendine zaman tanıman ise, başarıya ulaşmak için herhangi bir zaman sınırlaması koymadan, amacına giden yolda büyük bir hevesle ilerlemen demektir."
Sabır ve kendine zaman tanıma kavramları birbirinden ayrı iki kavramlardır. Bu kavramlar her ne kadar zaman-zaman iç içe var olsa da savunma sanatında daha doğrusu zen sanatında farklı anlamlarda kullanılırlar. Bilgi örenme yolunda, hiçbir zaman sınırlaması yapmaksızın, o yolda çalışmayı kabullenme ‘kendine zaman tanıma’ iken, tekniklerin öğrenilmesi süresince tüm zorluklara katlanma ve göğüs germe ise sabırla alakalıdır. Kendine zaman tanıma kavramını, tekniklerin öğrenilmesi aşamasında tam olarak pozisyonların kavranabilmesi için öğrenmede sebat gösterme olarak tanımlayabiliriz.
Aslında Ch’an sanatında ileriye yönelik özellikle uzun vadeli planlamalara yer verilmez. Ch’an, ‘an’ ı yaşamayı ve o ‘an’ dan maksimum verim almayı ve hayatı geçmiş ve geleceğin endişesi olmaksızın doya daya yaşamayı, sorunlar karşısında refleks hareketlerle en doğru ve en etkili tepkiyi vermeyi amaçlar.40 Bundan dolayıdır ki Ch’an amaca giden yolda bir zaman sınırı koymayı asla kabul etmez. Ch’an ustası aynı zamanda bir yaşama sanatçısıdır ve yalnızca elinden geleni yapar. O becerememenin, hedefe ulaşamamanın veya gelecekteki engellerin endişesini asla yaşamaz, bulunduğu anda elinden gelen maksimum gayreti gösterir ve işi oluruna bırakır. Bu konuyu Yusuf Has Hacip ne güzel ifade etmiş ve ‘kendine zaman tanıma’ gerçeğini yüzyıllar önce aşağıdaki mısralarla dile getirmiştir;
Küçük çocuğa da akıl ulaşır,
Zaman gelmeyince kalem dolaşır.
"'Silahdaroğlu, Fikri. Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması, s:35

Her konunun öğrenme süresi ve her kişinin öğrenme yeteneği farklı farklıdır. Hatta aynı şahıs bir kısım konuları çok erken öğrenirken, bir başka konuyu öğrenmede zorluk çekebilir. Savunma sanatında da her teknik aynı kolaylıkta kavranamaz. Bu kavrama hızı kişilere ve konulara göre değişkenlik arz eder. Hatta bazı insanlar tekniğin ilk aşamasını oldukça zor kavrarken, öğrenilen tekniğe değişik versiyonlar kazandırma ve geliştirmede üstün başarı gösterebilirler. Bunun için öğrenme yolunda kendimize herhangi bir zaman sınırlaması koymadan, sürekli çalışarak amaca giden yolda ilerlememiz gerekmektedir. Aksi taktirde kısa bir çalışmadan sonra bıkkınlık ve yılgınlık baş gösterebilir.
Savunma sanatçısı hedefine giden yolda kendine zaman tanıyarak amaca ulaşmada zaman sınırlamasını ortadan kaldırmalı ve aynı zamanda da zamanını boşa harcamayarak, en etkili bir şekilde çalışmalarını sabırla devam ettirmelidir.
Mükemmele ulaşabilmenin yolu sürekli olarak başarıya giden yolun izlenmesidir. Başarı için hedeflerin tespit edilmesi, hedefe giden yolların ve araçların belirlenmesi, hiç zaman kaybetmeden aksiyona geçilerek mesafe alınması ve esas hedefe ulaşıncaya kadar çalışmaların devam ettirilmesi gerekmektedir. Başaracağına inanmış müteşebbisler için başarısızlık diye bir kavram yoktur. Birşeyleri başarabileceğine inandıkça başarıya da o kadar yatırım yapmış olunur. Başaramama korkusu aynı zamanda başarısızlığın alt yapısını ve nedenlerini üreten bir bataklık gibi aleyhte çalışır.
Ancak çok başarılı insanlar başarısız olduklarında öğretici bir deneyim kazandıklarını düşünen insanlardır.”
Bu anlamda başarısızlık zannedilen şey sadece bir geri besleme durumudur ve ihtimaller arasından doğru neticeyi veremeyen birinin daha keşfedilmiş olması durumudur. Bu da başarıya yalnızca bir adım daha yaklaşmak demektir.
Thomas Edison hakkında bir hikaye anlatılır.
“Edison 9999 kere denedikten sonra kusursuz ampulü keşfedemeyince biri sorar: ‘Onbininci başarısızlığı da göze alabilecek misiniz?’ O da cevap verir.
‘Başarısız olmadım, yalnızca ampulü keşfetmeyen bir yol daha buldum.’’
(Robbins, Anthony., (çeviri), Değirmenci, Mehmet., a.g.e., s.79.)
Abesle Uğraşma
Savunma sanatı çalışılırken, hatta herhangi bir iş yaparken yeteneklerimizi keşfetmemiz ve tanımamız gerekmektedir. Yapabileceğimiz ve geliştirebileceğimiz hareketler olduğu gibi, asla başarmamız mümkün olmayacak hareketler de olabilir. Her dövüşçü aynı teknikleri kullanarak kendini savunmada mükemmellik kazanmaz. Kişiye göre, kişinin vücut yapısı ve yeteneklerine göre mükemmel teknik anlayışı değişir. Sizin için en iyi teknik bünyenize en uygun ve en kolay yapabildiğiniz etkili tekniktir.
Gerçek bir savunma ortamında, kendini savunmak durumunda kaldığında basit, kolay ve etkili teknikler tercih edilmelidir. Bunun için birçok gerekçeler mevcuttur.
Uygulanmadan önce iyi bir ısınmayı gerektiren tekniklerin ısınmadan yapılması sağlığımız açısından sakıncalıdır. Gerçek bir saldırı ortamında kendimizi savunabilmemiz için vücudumuzu ısındırma imkanına sahip olamayız. Bunun yanında, yeterince antrenman yapmış ve doğuştan esnek vücuda sahip bazı dövüşçüler hiç ısınma ihtiyacı hissetmeden bile üst seviye tekmeler atabilirler.
Ancak, tekmelerin üst seviyeye atılmasının bir diğer sakıncası da tekmelerin yükseldikçe izdüşümünün kısalması, yani daha yakına atılabilmeleri, rakibe ulaşabilmesi için ona yaklaşma ihtiyacının doğmasıdır. Bu durumda düz ve karın seviyesinde bir tekme atan rakip daha uzağa ulaşabileceğinden bize karşı rahatlıkla üstünlük sağlayabilir.
Üst seviye tekmelerin kullanılmasında, yere basan diğer ayak, diz, kasık ve karın bölgelerinde boşlukların oluşması diğer çok önemli bir dezavantajdır.
Akrobatik teknikler, hem gerçek bir savunma ortamında uygulanması zor, etkinliği az ve hem de, eğitim aşamasında daha zor öğrenilebilen hareketlerden oluşmaktadırlar. Bu gerekçelerden dolayı savunma sanatları savunma sporlarından ayrılırlar. Çünkü gerçek bir savunma durumu, sınırlaması olmayan, kuralsız ve yasaksız bir ortamı konu alır.
İlla da ayağınızı rakibinizin kafasına kadar kaldırmanız gerekmez. Yeteneklerinizi iyi keşfetmeniz ve neyi yapabilip, neyi yapamayacağınızı tespit ettikten sonra bu çerçevede çalışmalarınıza devam etmeniz gerekmektedir. Yeteneklerinizi etkileyen birçok faktörler vardır. Bunlar doğuştan gelen faktörler olabileceği gibi, sonradan kazanılmış bilgi birikiminiz (teknik), yaş, kilo vs. gibi daha birçok faktörler sayılabilir. Örneğin, kırkbeş yaşında, doksan kiloluk bir kişinin zor bir jimnastik hareketini yapmada ısrarlı olması veya illa da 180 derece bacaklarını açmaya uğraşması abestir. İmkansızı başarmak uğrunda harcanacak zamanı yeteneklerimizi geliştirme yolunda akıllıca ve verimli bir şekilde kullanarak imkansızmış zannettiğimiz başarılara imza atabiliriz.
Bazı insanlar doğuştan, genetik olarak daha şanslı ve daha yeteneklidir. Savunma sanatı insanda var olan ve geliştirilmeye elverişli bulunan yeteneklerin gelişmesini sağlar. Bunlar bedensel yetenekler olabileceği gibi, savunma sanatında kişinin, zihinsel yetenekler ve cesaret gibi psikolojik alanlarda da gelişim sağlaması mümkündür. Sonuç olarak, savunma sanatları yetenekleri geliştiren ve yeni konularda yetenek kazandıran bir etkiye sahiptir.
İmkansızla zaman kaybetmeyin, yeteneklerinizi keşfedip, onları benimseyin ve geliştirin. Yetenek sınırlarınızı bilin ve yeteneklerinizle barışık olun. Kendinize güvenin ve kendinize haksızlık etmeyin. Basit fakat etkili teknikler kullanaıak savunma sanatınızı mükemmelleştirebilirsiniz. Mükemmel bir savunma sanatı akrobatik ve zor hareketlerde değil, basit görünen temel tekniklerin kusursuz yapılmasında gizlidir. Ustaların acemilerden farkı, acemiler yeni öğrendikleri ve akrobatik teknikleri yapmayı tercih edip fazlaca kuvvet harcarken, ustaların ise basit fakat etkili olan temel teknikleri mükemmelce uygulamalarıdır.
Bruce Lee bu konuda özel öğrencisi Joe Hyams’a bakın nasıl ders veriyor:
“Kendini bütün sınırlarınla birlikte kabullenmeye hazır olmadıkça asla yeni bir şey öğrenemezsin. Yalnızca bazı şeyleri yapabilecek yeteneğinin olduğunu, diğerlerinin senin yetenek sınırlarını aştığı gerçeğini kabul etmeli ve yetenekli olduğun alanlarda kendini geliştirmelisin. Benim sağ bacağım sol bacağımdan üç santimetre kadar kısadır. Bunu ilk fark ettiğimde kabullenmek benim için oldukça zor oldu. Fakat sonuçta yapılabilecek bir şey yoktu. Bunun üzerine kısa olan bacağımdan yararlanmanın yollarını aradım. Sonunda bu durumun bazı tekmeleri atmamda bana avantaj sağladığını gördüm. Ayrıca, zorunlu olarak yaptığım düzensiz devinimler bana oldukça hız kazandırıyordu.”
ve Bruce devam ediyor:
"Bunun yanında kontak lens kullanıyordum. Çocukluğumdan beri yakını iyi göremiyorum. Gözlük takmadığım zamanlar hasmıma iyice yaklaşmadan onu görebilmem imkansızlaşıyor. Wing Chun'a başlamamın en büyük nedeni göğüs göğüse çarpışmalar için çok uygun bir yöntem olmasıydı. Her şeyi yapmaya çali|mak yerine, yetenekli olduğun alanlarda mükemmelleşmeye çalış.”

Önemli olan şey sizin kendi yeteneğinizdir, yetenekli olduğunuz alanlardır, yeteneksiz olduğunuz konular değil. Sizin zihinsel davranışlarınız ve yetenekleriniz fiziksel eksikliğinizden daha önemlidir. İkincisi için bir şey yapamayabilirsiniz ama birincisi için çok şey yapabilirsiniz ve de yapmalısınız. Tedavi edilemeyecek olan, tedavisi imkânsız olan şeye tahammül edilmelidir. Bu konuda bir hikâye anlatılır.
“Bahçıvanın biri tarım bakanlığına bir yazı yazmış, adam şöyle diyordu: ‘Ayrık otlarından kurtulmak için, kitapçıklarınızda ne varsa hepsini uyguladım, ama onlar hala duruyor’ Adam bir sonraki postadan şu akıllıca tavsiyeyi aldı: ‘Sayın Bay, size söylediğimiz her şeyi yapmışsanız ve zararlı otlar hala duruyorsa, o zaman yapılacak bir tek şey kaldı onları sevmeyi öğrenin!
Savunma sanatının eğitimi imkânsızı değil, geliştirilebilecek yetenekleri konu alır. Ayrıca, hiçbir gerçek ve etkili savunma tekniği gizemli ve olağan hareketlerin dışında bir kısım olağan üstü gösteri tekniklerinden oluşmaz. Dünyada hem Uzakdoğu’da hem de batıda birçok kimse gösteri amaçlı olağanüstü teknikler sergileyebilmektedirler. Ancak, bu türden olağanüstü tekniklerin hiç birisi gerçek bir savunma ortamında etkili ve faydalı olamamaktadır. Bunlar, yalnızca gösterilere has, belirli konsantrasyon ile, vücudun belirli yerlerine, yine belirli dozajda uygulanan bir baskı veya vuruş sayesinde elde edilebilen tekniklerden ibaret olmakta ve bu şartların gerçek bir saldırı ortamında uygulanabilirliğinin imkansızlığı kabul edilmektedir.
Yeteneklerinizi Arttırın
‘Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması’ isimli eserinde, ünlü eserin günümüz Türkçesine uyarlamasını yapan Fikri Silahdaroğlu, Yusuf Has Hacip’ in fikirlerini etkileyici üslubuyla Türk insanının bilgisine sunarken biz de 11. Yüzyılın büyük Türk bilgesi ve fikirleri hakkında bilgi sahibi olma imkânına sahip olduk. Yusuf Has Hacip mütevazi üslubuyla bilgeliğini konuşturarak bilgiyi anlatırken şu mısraları kullanıyor:
Bütün iyilikler, bilgiden olur,
Bilgi ile insan, göğe yol bulur.
Bilgiyi vermezse, bilgin dilinden,
Işık yaratamaz, bu bildiğinden.
 üstün bir teknikle gereksiz kuvvet harcamadan onu etkisiz hale getirmeye çalışmalısın. Aksi takdirde yaptığın yalnızca yerinde acizce kısır bir çırpınış olacaktır.
Rakibinize karşı üstünlük sağlamanız için tercih edeceğiniz yol mevcut yeteneklerinizi geliştirmeniz ve onları en verimli bir şekilde kullanmanız olmalıdır. Bu en onurlu hareket yoludur. Hileye başvurmak rakibinizin üstünlüğünü ve ondan korktuğunuzu kabullenmenin belirtisidir. Bu da yenilginin başlangıcıdır. Kendisini yükseltebilmek için başkalarını aşağıya çekme ihtiyacı hisseden alçaktadır. Bu prensibi asla unutma ve mertlikten ayrılma. Ancak kazanmak için kaybedecek binlerine ihtiyacı olmayan ve kendi kendisine de kazanmayı bilen insanlar gerçek başarılı olan insanlardır. Kendilerine karşı zafer kazananların başkalarına karşı savaş açmaya ihtiyaçları yoktur.
Başkalarını aşağıya çekme ihtiyacı hissetmemek için yeteneklerini iyi tanı ve onları geliştirmenin yoluna bak ve unutma ki var olan yeteneklerinizi geliştirerek, eksikliklerinizi tamamlayarak ve bu yeteneklerinizi en verimli şekilde kullanmak suretiyle üstesinden kalkamayacağınız sorun yoktur. İşin püf noktası yeteneklerinizi bilmeniz ve kendinizle barışık olmanızdadır. Bunun için asla imkânsızla vakit harcamayın. Çünkü, imkansız için artık kabullenmekten ve barışık olmaktan başka yapacak hiç bir şey yoktur. Bundan öte her şey kendinize eziyet ve psikolojik yıkıntıdır.
Haklı ya da haksız olayım seni bedensel olarak yenebilirim, ancak, seni düşünsel olarak yenebilmem için haklı bir nedenim olmalıdır. (Jim Lau)
Hyams, Joe. (çeviri), Şen, Cem. Zen ve Savaş Sanatları, s:67.

Su tepelerden derinlere akar ve derinlik yükseklikten daha büyük bir duygudur. (Lao Tzu)
Wu wei, gizli seslerin abur cubur vızıltısı, fısıltısı ve gevezeliğinden zihnimizi kurtarıp duru olma yolunda sessizliğe düşmeyi anlatır. Wu wei Tao (Do) dan sonra en önemli prensip olarak kabul edilir. Kişinin zihnini yalnız başına bırakabildiği ve kendi başına iş görmesi hususunda ona güvenildiği taktirde çok daha etkili bir işleve sahip olacaktır. Wu-wei bir ‘eylemsizlik öğretisi’, bir nevi ‘oluruna bırakmak’ veya ‘eylemsiz etkinlik’ olarak tanımlanabilir. Ancak wu-wei aldırmazlığın sakıncasını da kabul eder.
Zihnimiz sürekli bizimle olan, olukça fazla konuşkan bir arkadaş gibidir. Uğraştığımız her işte bizi sürekli meşgul eder. Hatta zaman zaman kafamızda istenmeyen fikir ve konular adeta kümesteki tavuklar gibi gak-gaklayarak kavga ederler de biz onlara bir türlü engel olamayız. İşte bütün bunların hepsi wu weı nin konusuna giren gürültülü düşüncelerdir ve wu wei bunları yok ederek sessiz, duru, berrak ve akıcı bir zihnin kazanılmasını amaçlar. Neyi nasıl yaptım, başka ne yapabilirim, ne yapsaydım daha iyi olurdu, arkasından ne gelebilir? vs. gibi bir sürü gereksiz abur cubur düşünceler adeta zihnimizi işgal eder. Bir iş ile meşgul iken, irademiz dışında uğraştığımız o işten başka bir sürü konu hakkında abur cubur düşüncelere dalarız ve bu durum dünyada olup bitenleri doğal haliyle, katıksız olarak izleme ve keşfetmemizi imkânsızlaştırır.
Zihninizin abur cubur vızıltılarından kurtulabilmek için kafanıza takılanları önemsemeyin ve onların zihninizden akıp gitmesini sağlayın. Veya Alan Watts’ın dediği gibi, düşüncelerin zihindeki akışını sıkmak kullanışlı bir yöntem değildir. Yani, hemen hemen tüm yetişkin kimselerin kafasında bu her zaman vardır. İstemsiz düşünceler durmuyor ve zihninizi işgal ediyorsa, onların akıp gitmesine izin verin. Onları dinlemeyin. Onu bir trafik gürültüsü veya tavukların gak-gaklaması gibi farz edin. Böylece onlardan kurtulabilirsiniz.
Zihin su gibi olmalıdır. O okyanusa akan bir nehir gibi sürekli akmalıdır. Öyle ise zihnin duru ve dingin kalabilmesi için şu hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir:
İstenmeyen bir düşünce zihne takılınca kurtulmak için zihin asla onunla boğuşmamalıdır, yalnızca o akmaya devam etmelidir. Çünkü akan su pislik tutmaz. Dövüşçü dövüş anında su gibi olmalıdır. Su dövüşçü için en büyük öğretmendir. Bu öğreti aynı zamanda Taoizmin de temelidir.
Su yumuşaktır, dövüşçü yumuşaklığın gücünü kullanmalıdır.
Su hareket etmek için ihtiyaç duyduğu kuvveti rakibinden alır. Dövüşçü de öyledir ve savunma sanatı ‘Rakibinin kuvvetiyle hareket etme’ sanatıdır.
Eyim varsa su akar, boşluk oluşmuşsa su boşluğa dolar.
Su akmak ile akmamak arasında asla tereddüde düşmez, asla zaman kaybetmez.
Su tüm hareketlerini ansızın ve istemsiz olarak yapar. Savunma sanatçısı refleksleriyle hareket eder.
Su asla bayır yukarı akmaya çalışmaz, . imkansızı zorlamaz, abesle uğraşmaz.
Su akarken asla duralamaz ve sürekli akmayı devam ettirir.
Suyun önüne bir engel çıktığında onunla uğraşmaz, engeli devirebilirse tereddüt etmeden yıkar, eğer deviremeyecekse etrafından dolaşarak en kısa boşluktan akmaya devam eder.
Suyun önüne bir set kurulduğunda buna aldırmaz ve akmaya devam eder, su aktıkça set dolar, suyun potansiyeli artar. Set biriken suyun basıncına dayanamayarak yıkılır, aksi taktirde yıkılmazsa, su çağlayan olup üstünden akar.
Su bulunduğu kabın şeklini alır, en zayıf yerini zorlar, ilk boşluktan sızar ve kuvvetli ile çatışmaz

İçinizden geçenler sürekli zihninizi meşgul ediyor ve artık onlardan kurtulmak istiyorsanız onlara savaş açmayın ve bu olayı kafanıza takmayın. Çünkü zihnin gevezeliği beynimizin ilgisiyle beslenir. Dolayısıyla onlarla ilgilenmeyin. Böylece önemsemeyerek onlardan kurtulabilirsiniz. Unutmayın ki akan su pislik tutmaz ve çöp barındırmaz. Zihninizin sürekli akmasını sağlayın ve onu akışına bırakın. Gereksiz şeylerle meşguliyeti önlemek için size gerekli olan şeylerle meşgul olun.
Tao anlatılırken, daha doğrusu anlatılmaya çalışılırken, ‘Tao akıl aşılmadan anlaşılmaz’ denilmektedir. Sanatçının en büyük emeli bilinçli zihnin olumsuz etkisinin yok edilmesi, zihnin yalnız başına olarak hadiseler karşısında riyasız, içinden geldiği gibi, özü ve sözü bir, refleks tepkiler gösterebilmesidir. Bunun başarılabilmesi için zihnimizde var olan abur cubur vızıltılardan, istenmeyen düşünce ve gürültülerden kurtulmamız gerekmektedir. Zira zihnimiz, sürekli bu istenmeyen düşünce ve vızıldayan gürültülerden rahatsız olmakta, bu durum dikkatimizi dağıtmakta ve adeta beynimizi işgal etmektedir. Zihnimizin istenmeyen abur cubur vızıltılardan kurtulması wu wei kavramıyla ifade edilmektedir. Zihni refleks tepkilerle, adeta ışık hızında hareket ettirerek etrafımızda olup bitenleri anında eksiksiz olarak algılama yeteneğinin kazandırılması olan Wu Wei öğrenilmedikçe Tao kavranamaz.
Wu- wei nin kelime anlamına gelince: (Wu) Yok yani olumsuzluk, Wei ise, işlem yapma, iş uğraş gibi anlamlara gelir. Bu, ısrarla didinmenin yokluğunu, eylemin pasifliğini savunur. Kısacası Wu-Wei zihni otomatiğe takmak olarak izah edilmektedir. Tıpkı suyun akarken düşünmemesi gibi, boşluk oluşunca, eğim oluşunca suyun akması gibi bir şeydir. Tıpkı gözün görmek için istemle değil de var olan görülebilir nesneleri gözün görme alanına girmesi ile istemsiz olarak kendiliğinden görmesi, odak noktasına göre kendiliğinden, doğal olarak kendi kendini ayarlaması gibi, zihnimiz de otomatik olarak tüm olayları anında takip edebilmektedir.

Lao-Tzu’. (Lao Çe)nin ardılı Chuang Tzu’nin sözleriyle Tam adam zihnini bir ayna gibi kullanır, her şey ona yansır. O hiç bir şeyi kavramaz. Hiç bir şey de kalmaz orada.”  Bu da zihnin akıcılığıdır. Zihin su gibi sürekli akmalıdır. Su boşluğa doğru akar, akarken asla tereddüt etmez ve akan su pislik tutmaz, çer çöp barındırmaz. Zihin aktığı sürece otomatiği yakalamıştır
‘‘Hep sokaklarda çevresiyle ilgilenen, sağını solunu gören bir kimseye rastlayacak mıyım, diye bakınır dururum. Çocuklar dışında böyle bir kimseye rastlamadım. Uyurgezerler dolaşıyor sokaklarda Genellikle karşılarındakilere çarpmadan, otomobil altında kalmadan, ayakları kaldırıma takılmadan yürüyorlar ama gene de görmüyorlar.  Gözlerine, düşüncelerine bir perde indirmişler, ne göğün mavisinden, ne yaprağın yeşilinden, ne gelip geçen insanların yüzlerinden haberleri var. Çevremizi, tüm dikkatimizi üzerinde yoğunlaştıracak kadar önemli ve detaylı bulmuyoruz. Bunun için de değer ve önem sıralamalarımızla, önyargılarımızla, inançlarımızla çevremizden seçtiğimiz ayrıntılardan kendimize göre bir dünya yaratıyoruz. Gerçek dünyada değil de zihnimizin kurgusu düşsel bir dünyada yaşayıp gidiyoruz."
Tzu-Jan (zorlamasızca yaklaşım yeteneği)
Zen konusunda ciddi çalışmaları olan İlhan Güngören’e göre, çocuklarda var olan içten geldiği gibi, doğal olarak hareket etme ve her şeye kendiliğinden, zorlamasızca yaklaşım yeteneği Konfiçyüsçuluğun gelenekleri ve katı kalıpları sayesinde yok edilmekte, ancak taoculuk ise tekrar bu doğallığı, içtenliği, içinden geldiği gibi, zihnin olumsuz engellenmeleri olmadan davranma gücünü yeniden kazandırmak, geliştirmek yollarını öğretmeye çalışmaktadır. Bu doğal, içten geldiği gibi olmak (spontaneity) Çin’ce (tzu-jan) Taoculukta en çok değer verilen bir yetenek olarak kabul edilmektedir.
Harry Lorayne ise çocukların büyüklere kıyasla çok daha kolay, çabuk ve iyi öğrendiklerine dikkat çekerek, bunun nedenini de çocukların kafalarında bilgiyi depolayacak boş alanların daha fazla olmasına bağlamaktadır. Bazı kimselerin çocukların hızlı öğrenmesini gerçek bir öğrenme değil de taklit etme olarak nitelendirdiğini belirten Lorayne, bazılarının ise bunu hem çocukların kafalarında bilgi depolayacak boş alanların çok olmasına ve hem de onların meraklı, dinç ve dingin bir yapıya sahip olmalarına bağladıklarını savunmaktadır.
ilhan Güngören ise, zihnin işine karışılmadığı, onun kendi başına bırakıldığı ve ona güvenildiği taktirde sezgi yeteneği (prajna) nın ortaya çıktığını savunmaktadır. Güngören, böylece zihin doğal olarak (Tzu-jan) daha iyi ve verimli çalışıp, karmaşık sorunları bile daha doğru olarak kavrayabildiğin'! savunmaktadır.
Boşluk ve Te
Uzakdoğu düşünce sisteminde yin ve yang’ın kaynağını ‘boşluk’ kavramının oluşturduğuna inanılır. Buna göre yin ve yang'ın kaynağı boşluk ve hiçliktir. Boşluk, her türlü olasılığı içeren ayırımsız birlik, kaos, wu ji- hiç kaynak olarak tanımlanmaktadır. Kaos-ayırımsız birlik-wu ji kavramlarının ise hiçlikten kaynaklandığına inanılmaktadır.
Taoculukta, boşluğa çok önem verilmektedir. Boşlukta, var olanda değil de, olmayanda büyük bir erdem Te’ olduğu düşünülmektedir. Tao düşüncesinin en tanınmış ve en büyük düşünürü Lao Tzu bu kavramı mısralarında dile getirmektedir. O olanı değil, olmayanı anlatmaya çalışmaktadır. Tao’da herşey boşlukta kıymet kazanır. “Lao-Tzu boşluğu, olmayanı ‘Tao-Te- Ching’ de şöylece övüyor.
Tekerleğin göbeğini
Otuz çubuk bölüşür.
Ortadaki boşluktur,
Onu yaralı kılan...
Bir testi yaparsın Çamurdan,
İçindeki boşluktur Onu yararlı kılan...
Pencereler, kapılar Oyarsın odaya,
Oyuklardır Onu yararlı kılan.
Kısacası Te’doğal olarak kendiliğinden, zorlamasız beceri, yaratıcılık yeteneğidir.” Te, kişinin doğal olarak davranması ve yaratıcı gücünü ortaya çıkarması becerisidir. Su boşluğa dolar ve suyu hedefine ulaştıran boşluktur. Nehirler okyanusa boşluklardan akarlar ve boşluklara dolarlar.
Savunma sanatında usta boşluklardan rakibine ulaşır. Rakibinde boşluk olmazsa veya sanatçı oluşan boşluğu dolduramazsa rakibini yenemez. Boşluğu olmayan yenilmezdir.
Savunma ortamında zihin duru ve boş iken kıymetlidir. Zihin boşaltılmaya çalışılır.
Nehir boşluğa akar, su boşluğa dolar. Teknikler rakipte oluşturduğu boşluklarla kıymetlidir, eller rakipteki boşluklara akabildikçe kıymetlenir. İşte bundan dolayı savunma sanatı eğitiminde müsabaka sırasında oluşması kaçınılmaz boşluklar kapatılmaya çalışılır.
Savunma sanatı boşluk oluşturmadan savunma ve atak yapma sanatıdır. Bununla birlikte, rakibimizde oluşacak tüm boşlukları ansızın ve istemsiz olarak bulma ve karşı atak geliştirerek rakibe aman vermeden saldırıda bulunma savunma sanatlarının diğer bir yönüdür.
Boşluk o kadar kıymetlidir ki aslında yaşamımız boyu önümüze çıkan boşlukları değerlendirerek başarıya ulaşırız. Boşluk aslında bir fırsattır. Fırsat zamanında değerlendirilmelidir. Zamanında değerlendirilmeyen fırsatlar elden kaçtığı gibi, zamanında doldurulmayan boşluklar da elden kaçmakta ve rakibimize peşkeş çekilmektedir.
“Sıradan insanlar, görünüşlere dikkatlerini yoğunlaştırma yoluyla önyargılı davranışlar yaratarak, böylece öfke, kızgınlık ve yanlış anlama düşünceleriyle yola çıkarak gerçekler konusunda aldatıcı düşüncelere kapılırlar. Her tür psikolojik üzüntüyü üreten ve özgün aklı yitiren bu insanlar, akıllarının şaşırdığını ve bir noktada odaklandığını, hangi düşünce ortaya çıkarsa çıksın ona yenildiklerini görürler.”
******************

“Yüz savaşın yüzünde de zaferler kazanmak öyle büyük bir başarı değildir. Gerçek başarı, düşmanını onunla savaşmadan yenebilmektir.” (Sun Tzu)
“Eğer kalıplardan özgürleşebilirsen, bu olağanüstü bir şeydir; ama eğer kasten alışılmadığa değer veriyorsan, bu olağanüstü değil, gariptir. Kirlenmişlere katılmıyorsan, o zaman arısın demektir; ama eğer arılığı ararken toplumu reddediyorsan, bu arılık değil, fanatikliktir.”
(Huanchu Daoren) (çeviri), Özbudun, Sibel. Bilgenin Kanatlı Sözleri. s:67
Kaynak
Mustafa GEDİKLİ, (Hislerin Dansı)Savunma sanatı-Zihinsel öğretileri, Ankara 2000, sh:21-56

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar