Print Friendly and PDF

HURAFE GİBİ DOĞRU OLAN ADETLER

Bunlarada Bakarsınız




Kilisli kadınlar arasında itibar edilen âdet ve ananelere
1          — Safer ayında yola çıkmak, ev temizlemek iyi sayılmaz.
2          Zilkâde ayında nikâh kıymak uğurlu olmaz.
3          — Cuma günü ev süpürmek, hamur yuğurmak gibi işlerle iştigali iyi saymaylar.
4          Aşura [ Muharrem ] ayında sürme çekmeği günah sayarlar.
5          — Pazartesi ve Cuma günleri çamaşır yıkamak iyi değildir.
6          — Çarşamba günü kan aldırmak muvafık sayılmaz.
7          — Her hangi bir şeyden korkarlarsa kırk gün hamama gitmezler.
8          — Zifaf akşamı için hazırlanan gelinin tuvaleti mutlaka kocası berhayat bir kadın tarafından yapılır.
9          — Gelini geveyinin evine götürürken hamam önünden geçmezler.
10        — İki lohusayı kırk güne kadar birbiri yanma sokmazlar.
11        — Yeni doğan çocuğu kırk güne kadar odada yalnız bırakmazlar. Bırakılacak olur ise başı ucuna bir süpürge koyarlar.
12        — Luhusaya “ al basar „ diye al renkli elbise giydirmezler. Çarşamba karısı çarpar korkusu ile luhusayı odada yalnız bırakmazlar.
13        — Küçük çocuk ilk evvel üst dişlerini çıkarır ise meşum sayılır. Bu şeametin önüne geçmek için o çocuğu birisi damdan atmak, diğeri  de aşağıdan yakalamak suretile «damdan atma!» usulunu tatbik ederler)
14        - Zayif çocuğu çift demirile tartmak, hamamın kazanma batırmak, mezarlığa yatırmak ve bir boş kazan içersine koyarak dört yolun ortasında havadan kaynatmak şıklarından birisinin tatbiki suretile zayiflikten kortarmağa çalışırlar!)
15        -Geç yürüyen çocukları kıble taraf duvarındaki çörtenin altında sallarlar. Ve ayni zamanda birde davar ciğeri alıp dama atarlar.
16        —Titiz ve asabi kocaların kundurası altına katrandan bir haç resmi yapar ve kendisine [Hantut] tütsüsü verirler.
17        Bir kız için görücü gidenler işte soğukluk olmasın diye orada su içmezler.
18        — Gelinin nişan yüzüğünü mesut talik bir kadın takar.
19        — Bir kızın nikâhı akdedileceği gün saçlarını dağıtarak aynaya bakması ve kuşağını sökmesi adettir.
20        — Lohusanın başı ucuna bir soğan, bir baş sarımsak ve bir ekmeği şişe saplayıp asarlar. Bunlar kırkıncı güne kadar kalır. Kırkıncı gün lohusa hamama- giderken sokak kapısında ilk adımını soğan ve sarımsağın üzerine atar. Ekmeği de köpeğe verirler.
21        — Lohusa odasına memleket haricinden gelen misafirleri, yeni üğüdülmüş unu ve sıcak ekmeği sokmazlar.
22        — Rü’yasında köpek ısırmak bahanesile « kuduz kınası» yaparlar.!
23        — Bir binanın üzerine baykuş kuşunun konmasından ve ötmesinden teşe’üm ederler.
24        — Küçük çocuklar yeni diş çıkardıkları zaman kendisini bir kalburun içersine oturtur, etrafına kitap, makas ve ayna gibi bir takım eşya dizerler ve başına hedik [Buğday haşlaması.] dökerler, o sırada çocuk bu eşyadan hangisini alırsa atide intisap edeceği meslek için bir işaret sayılır. Meselâ: Kitabı alırsa ileride okuyup âlim olacağım, aynayı alırsa şık ve temiz ve bahtı açık olacağını ve makası alırsa terzilik yapacağını istidlal ederler.
25        Gelinlik zamanı geçmiş kızların bahtını açmak için cuma namazından ilk çıkan kimseye bir kilit açtırırlar.
26        — Bir maksadın husuli için ziyaretlere bilhassa Şerehbil ziyaretine kurban adarlar.
27        — Bir işin husuli için mevlût okutmağı- nezreder. O işin husulinden sonra mevlût okuttururlar.
28        Südü çekilen emzikli kadınları boynuna bir ip takarak maydanoz tarlasının içinde kuzu gibi yayarlar. Kadının maydanuz tarlasının içinde kuzu vaziyetinde otlaması ve kuzu gibi melemesi şarttır.
29          Memesi ağrıyan kadının memesini havkırdırlar. Havkırtmak şu şekilde olur: Kadınlardan birisi memesi ağrıyan kadının memesini yıkadıktan ve tarakla taradıktan sonra memeye eğilerek « hay » diye kapmağa başlar.
30        — Zifaf gecesi göveyi namaz kilarken gelin güveyinin başına bir kuruş atarak yavaşça “kırk paraya bir köle aldım ağzı var dili yok!„ der ve göya bununla göveyinin ağzını bağlar.
31        — Gelin güveyinin evine getirilirken iki tarafına geçecek sağdıçlar bekâr kızlardan, •düğün günü bilâkis yeni evlenmiş kadınlardan intihap olunup
32        —^Gelinin baş örtüsile ayakkabısının güveyi tarafından gönderilmesi adettir.
33        — Gelin güveyinin evine getirileceği akşam ayağına ve bacaklarına «nakış» [Nakış: İğne, ile yapılmış ve ince hamur ürerine dizilmiş bir takım eşkâl ve dallardan ibarettir. Bağlandığı yere aynen çıkar.] yakarlar ve bunun üzerini güveyinin gömleğiyle sararlar. Bu bağ güveyinin evinda çözülür.
34        — Gelin güveyinin evine giderken kayın valide ile kayın peder el ele vererek bir çatı yaparlar. Gelin bu çatının altından geçerken kayın valide elinde tutuğu bir parça şekeri gelinin başı üzerinde kırdıktan sonra bir parçasını gelinin ağzına koyar, diğer parçalarını da «derdeşik» [Uğuru bulaşmak manasınadır,] olmak üzere gençlere dağıtırlar.
35        — Lohusayı kırkıncı gün hamama götürerek on beş türlü baharatın mumlu bala: karıştırılmasından hasıl olan ve “Şüdüt,, tabir edilen macunu yıkanmadan evvel vücudune sürer ve sıcak taşa oturturlar her tarafına da birer mum yakarlar, çocuğu olmayan kadınların bu macundan bir miktar çalarak ilaç yapmaları mütat olduğundan buna meydan vermemek için luhusanm yanma iki kadın bekçi bırakırlar.
36        — (Lühusanın bir yedinci gün ve bir   defada kırkıncı gün hamama gitmeden evvel çocuğile beraber ebe tarafından kırklanması adettir. Yerli ebeler tarafından yapılan kırklama merasimi oldukça uzun ve külfetlidir: Ebe hanım orta yere bir kalbur getirerek içersine soğan ve sarımsak kabukları, üzerlik, makas, pıçak, bir parça ekmek, bir bardak su, bir tarak ve bir i|ne koyar. Çoçuğu lühusanın kucağına verir. Başlarına beyaz bir örtü örttükden sonra bir kadın o kalburu heyetile luhusanın başında tutar. Bundan sonra kırklamağa başlanır. Ebe tarağı suya batırarak evin her köşesine serper. Bu esnada söylenmesi mütad olan sözler bittikten sonra kalburun içersindeki bir bardak su ile lohusanın elini yüzünü yıkarlar. Sonra bu suyu dört yolun ortasına dökerler. Kalburdaki üzerlik, soğan ve sarımsak kabukları ile lohusaya tütsü verilir. Bu tütsüye evdeki hasırın her köşesinden bir çöp ile oradaki kadınların nazarı deymesin diye entarilerinden birer iplik te ilâve edililir. Tütsü yapılırken ebe eline bir iğne ve bir kâğıt alarak güya göz edenlerin gözlerini deli- yormuş gibi «filanın gözü, filânın gözü...» diye birer birer isim sayarak her isim söyledikçe kâğıdı bir defa iğneler, sonra o kâğıdı da ilâveten ateşe atar.
Kırklama esnasında Ebe tarafından hemen her luhusada aynen tekrar olunan sözleri garabet ve tuhaflığına mebni aynen dercediyorum:
«Ya hazreti Nebi, Yasiti Fatıma, ya hazreti Zeynep, ya hazreti Asiye! değirmenden yük gelenden damda loğ çekilenden kızamıklı gelenden, çiçekli gelenden, cenabet gelenden, abdestsiz gelenden, hasta gelenden, yeni beşik gelenden, yeni gelin gelenden, sünnetli gelenden, luhusa gelenden, düşük düşürüp gelenden , sıcak ekmek gelenden, cinden ve periden nefsinin luhusa ve çocuğunun kırkta alâkası kalmadı. Kırk ebenin elile kırkladım. Kokulu atarın ki, sinekli bakkalınki, sarı çiftinki, üç eşikten, beş beşikten yehşi gözden yaman sözden           kırkın alâkası kalmadı. Kırk ebenin elile kırkladım.»
37        — Değirmenden yeni gelmiş undan yapılacak ilk ekmeği - güya yiyenlerin sabırlı ve kanaatli olması için - köpeğe verirler.
38        — Çok vakit çocuklar ve bazan büyükler için göz değmesin diye ateşe üzerlik  atar, onları tütsüsüne tutarlar. Üzerlik ateşte pıtır pıtır yandıkça şu sözleri tekrarlamak şarttır:
“Azara, buzara, öküz girdi pazara, çocuğuma göz edenin iki gözü bozara. Üzerliksin   havasın, çok dertlere devasın, pıtır pıtır ettikçe kazayı belâyı savasın. Üzerlik sende var yüzbin erlik! Erliğini bunde bellit   kapıdan girdi bacadan çıktı.
39        — Küçük çocukların tırnağını ilk kesecekleri vakit bekâr bir erkek kesesine mütenevvi cınsden paralar koyarak mini mininin ellerini o keseye soktururlar hangi cins paradan ne miktar tuta bilirse onu fakirlere sadaka ettikten sonra tırnağını keserler. Bu adet çocuk büyüdüğünde eli çakır olmaması içindir. 
Bir çoğu hürafeden ibaret olan bu adetlerin bugün kısmı azami metrük isede bir kısmı yine anane halinde yaşamaktadır.
Sh: 126-135
Kiliste yetişen âlimler silsilesinin en başında Çekmecelizadeyi görüyoruz. Bu zat yalnız ilim ve fazil cihetile değil, hüsnü ahlâk ve ittikasile de büyük bir şöhrete maliktir. Salâhı haline dair birçok menkabeleri hâlâ halkın lisanında deveran etmektedir. Mumaileyhin büyük pederi Çekmece kazasında ikamet ederdi. Yavuz Selimin Mısır seferine hareketi sırasında bütün talebesile beraber gönüllü olarak orduya dahil olmuş idi. Seferden avdet ederken Kiliste ikameti ihtiyar etmiş olduğundan mumaileyhin evlâdına «Çekmeceli zade» denmiştir. Tercüme-i halini yazdığımız Çekmeceli zade Hacı Mustafa efendi 1096 tarihinde doğmuştur. Aliyülkarî namındaki meşhur bir âlimden tahsil görerek icazetname almıştır. Bundan sonra kasabanın garbi cenubî tarafındaki “Çekmeceli,, camiini inşa ettirerek tedrisata başlamış ve ilk defa olarak Kilis’te ilmi ihyaya çalışmıştır. Mumaileyhin bütün gayesi 142 ilmin neşir ve tamimi idi. Bir taraftan yüzlerce talebeye ders verirken diğer taraftan da eslâfın mühim eserlerini bizzat istinsah ederdi. Mumaileyh aynı zamanda güzel hattat idi. Boş vakıtlarını kitap yazmakla geçirir idi. Bu suretle eslâfın mühim ve kıymetli müellefatından altı yüz cilt kadar kitap yazmış idi. Bu kitapları «Çekmeceli kitaphanesi» namile tesis ettiği kitaphaneye koymuş idi. Mumaileyh yalnız geceleri iki üç saat yatardı. Diğer zamanlarını işe hasrederdi. Göreceği işler, ders okutmak, kitap yazmak, telıfat ve ziraattan ibaretti. Bu işlerini intizamla sıralamış olduğundan hepsinde de muvaffak oluyordu. Bu kadar mühim ve İlmî işleri arasında bizzat ziraatle uğraşması hem kendi maişetini kazanmak, hem de talebesine ve halka karşı kendi mesaisile geçinmenin yolunu ve iyiliğini filî surette isbat etmek maksadına mebni idi.
Mumaileyhin telifatı şunlardan ibarettir: usulü fıkıhten İbnimelek şerhi. *Feraizden mufassal ceride. Akaitten Sadettin haşiyesi, müşkât haşiyesi. Bu eserler mumaileyhin el yazısıle yazılmış olup ahfadı nezdinde mahfuzdur. Kitaphanesinde mevcut kitaplardan bir kısmı 1278 tarihinde Sadık efendi kitaphanesine nakledilmiş ve diğer kısmı da ziyaa uğramıştır.
Mumaileyh Türkçe, Arabça ve Farisice, lisanlarına hakkile vakıftı, Kendisinin himmetile Kiliste canlanan ilim hareketi yetiştirdiği birçok. yüksek âlimlerin mesaisile daha ziyade inkişaf etmiştir Çekmeceli zade tedrisatta iyi bir usul takip ederdi. İcazetnameye istihkak kazanmak için çalışkanlığı, doğruluğu esas tutmuş idi. Ehliyetini isb'at edemeyenlere icazetname vermezdi. Mumaileyhin 1171 tarihinde vefat eylediği mahdumu Mehmet efendiye ait “Mirat,, kitabının kabında yazılıdır. Doğruluğu ve metin ahlâki ile maruf olan Çekmeceli zadenin şu fıkrası meşhurdur:

1165 tarihlerinde azaz ve Kilis sancak beyi olan zülüm ve şiddetile meşhur sarı Abdürrahman Paşa bir kış günü hocayı ziyarete gelir. O sırada camiin damında loğ çekmekle meşgul olan hoca hiç aldırmaz, işine devam eder. Paşa bir müddet sabreder. Hocanın geciktiğini görünce dama yanma çıkar. Hoca Paşaya bir şey söylemeden elinden tutarak damın dört tarafını dolaştırır, Paşa hayretle sorar:

      Hocam der beni böyle damın başında ne dolandırıyorsun?

Hoca şu cevabı verir:

      Zalimin bastığı yerde ot bitmez derler. Seni camiin damında dolaştırmaktan maksadım budur.

Bastığın yerde ot bitmez. Camiin damı da kışın damlamaktan kurtulur. Hiç olmazsa camie bu bir hayrın, dokunsun! .

Paşa bu cevaptan çok müteessir olur.Damdan aşağıya indikten sonra hoca ile münakaşaya başlar.

      Hocam der. Kıyametin hisabı bir gün- da bitecek diyorsunuz. Bu kadar mahlûkatın hisabı nasıl bir günde bitebilir?

Hoca Mütecellidane cevap vermiş:

      Paşa esasen Allah kullarının ne yaptığını bilir. Meselâ senin hisabın «getirin sarı Paşayı, atın cehenneme!» emrinden ibarettir.

Sh: 126-135

 ŞAİR ZİHNİ BABA,,

Kalender meşrep şairlerimizden Mehmet Zihni baba edebî üslubu itibarile emsaline tefevvuk eden maderzat ve lirik bir şairdir. Bundan altmış yetmiş sene evvelki devri edebide yetişmiş olmasına rağmen üslubu çok sade, fikirleri vazıh ve mevzuları ateşindir. Hisleri, terenümleri fuzuliyane olan Zihni baba çok vaktini dem çekmekle geçirir, irticalen söylediği şiirlerle bazan coşar ve coşturur ve bazan da ağlar ve ağlatırdı. Rindane meşrebile hemen bütün halkın muhabbetini kazanmış idi. Halk onu söyletmek için başına toplanır, bir dem [ rakı ] ikram ettikten sonra onu söyletmeğe, vecde getirmeğe bir girizgâh bulurlar ve ekseriya kendisini söyletmeğe muvaffak olurlardı.
Zihni baba sokaklarda yıkılıp kalmaya kadar içerdi. Ne gariptir ki; böyle vaziyetlerde irticalen söylediği şiirler diğer eserlerinden daha ateşli ve daha revnaklidir.
Mumaileyh baytaz zade şeyh Abdullah efendiye intisap etmiş ve ona karşı büyük bir muhabbet ve teslimiyet göstermiş idi. 
Bu itibarla şiirlerinde hep tasavvuf kokusu vardır. Zaten şiirlerinin bir çoğu rindane ve ya aşıkanedir. Kahvehane köşelerinde mest ve kalenderane bir hayat geçiren Zihni baba:
Bir came hobine değmedik biz zemanenin
Kaldık haşiri köhnesinde kahvehanenin
Kendi cesayi filidir hep çektiği belâ
Yoktur mahalli kâri hüdada behanenin
Sazi derune öyle düzen verki; (zihniya)
Değsün samahı çarha sodası teranenin
Teranesile şataretli ve neş’eli bir hayat yaşamıştır. Kendi tabirince «rind ve kalender meşrep» olan şairimiz bu tabiatını bir felsefe halinde şiirlerinde de yaşatmıştır. *
Rindi rüsvayi muhabbet namu şan etmez kabul
Hane berduşun müebbet hanıman etmez kabul
Laubali, mesti bi perva, kalender meşreban
Devri nasazı felekten imtinan etmez kabul
Minneti çarhâ tenezzül eylemez tab’ı bülent
Şahı pest üzere hütna çün aşiyan etmez kabul
Parçası bu vadideki gazellerinden bir nümunnedir. Rindlik ve kalenderlik Zihni babanın yalnız felsefî mesleği değildi. Bütün hayatı da bilfiil kalenderane geçmişti. Bir gazelinde bu halini yine şöyle tasvir ediyor:
Aşıkım, rindim, kalender meşrebim divaneyim
Hırka puşum, badenuşum, ruzu şeb mestaneyim
Bendei piri mugamm saklamam ben zahida
Hidmet arayi zemin busi deri meyhaneyim
Kıymetim yok bi ayarım dehir bûzannda leyk
Nezdi sarraf i hakikatte acep dür daneyim
Kalender meşreb Zihni baba büyük bir gınayi kalbe malikti. Yaşadığı harabatı hayatta ne mal ve mülk sahibi olmağı hatrına getirmiş nede fakrinden kimseye şikâyet etmiştir. Kimsenin minneti altına girmemek ise en büyük emeli idi:.
'Ne fakrane gınaye talip oldum mülkü fanide
Bu üslup ile ancak çarhı hilebazı aldattım
ve
Ta haşre kadar gitmez olur renci humarı
Bir mey ki; anın neşei minnet var içinde
Diyen Zilini baba tefahür değil; hayatının hakiki bir safhasını anlatmıştır.
Zihni baba bir cok şiirlerinde maşukunun vefasızlığından şikâyet ediyor;
Sinede dağı temaşa ederiz gül yerine
Dinleriz nevhai dil nağmei bülbül yerine
Yarim ağyar e feda kıldı şarabı lebini
Şimdi biz huni ciğer nuş ederiz mül yerine [şarap]
*
* *
Kayıd edinmez, kılıca dakmaz gussa leylâyi zeman Çekseler zencine bin mecnunu mecnun üstüne
Vadisindeki şikâyetlerine bir çok gazellerinde tesadüf edilir.
Sairin babası Çermik müftüsü Abdullah efendi hoca zade büyük Abdürrahman efendiden mantık tahsili için Kiliste ikamet ettiği sırada Zihni baba 1251 tarihinde Kiliste doğmuştur. Babası icazetname aldıktan sonra Çermike avdet ettiği halde kendisi Kiliste tavattun etmiştir. Bir müddet Bekir Vahit efendinin, bir müddette hattat hocanın dersine devam edebilmiştir, kendisi fıtratan zeki ve hafızası kuvvetli olduğu için az zamanda epeyi şevler öğrendi. Fakat çok yazık ki; genç yaşında işrete müptelâ oldu. Ayni zamanda şairliğede başlıyarak tahsil cihetini ihmâl eyledi.
Merhum Bekir vahit efendinin talebesinden olan Zihni babanın esas adı «Mehmet Nadrat» idi. Bir gün müstehzi hocası kendisine «gel bakalım bizim darrat ! » [osurukça manasınadır.] diye hitap etmesi üzerine darılarak adını değiştirmiş ve şiirde «Zihni» mahlasını kullanmıştır. İşte o günden itibaren mumaileyh Zihni baba olmuştur.
Bekir Vahit efendinin talebesi arasında Zihni babaya denk olerak topal zadelerden Ahmet Hamdi efendi de vardı bunların ikside günlerce dershaneye uğramazlar ve nadiren geldikleri yakıtlarda da beş on dakika oturup savuşurlardı. Bunlardan Ahmet efendi işi hovardalığa dpkmüştü. Zihni baba ise meyhane meyhane dolaşıp dem çekiyordu. Muzip Bekir Vahit efendi o vakit bunların halini tasviren şu kıt’ayı söyledk
İki şikeste çekmece kaldı bu köhne hücrede
Birinin sahibi «Nadrat», birine malik Ede [Ahmet efendinin lakabı. }
Serder havayı aşkı civan oldu birisi
Birine darülaman oldu meyğede
Zihni babanın işrete iptilâsı derecesinde cemâlperestliği de vardı. Fakat bu tabiati lutilik gibi çirkin bir itiyat ile müterafık değildi. 0 yalnız cemâl aşıkı idi. Güzel yüzlüleri çok severdi, Bu itiyat saikasile derviş efendi isminde yakışıklı bir delikanlıya, tutulmuş idi. Bu alâkasında hiç bir fena maksat ve niyeti yoktu. Fakat genç delikanlı Zihni babanın kendisine karşı aşıkane bir vaziyet takındığını görünce niyet ve maksat gözetmiyerek biçareyi fena halde haşlar, rencide ederdi. Derviş efendi henüz mektep talebesi iken Zihni baba yalnız: onun yüzünü görmek maksadile senelerce yolunu beklemiş, ona karşı bir çok gazeller söylemiştir. Derviş ; efendiye karşı söylediği gazellerinden en meşhuru şudur:
Şekerden tatlıdır çaşinei lâli lebin cana!
Hele takrir olunmaz zevki busi gabğabin cana!
Gehi taltif ü hürmet, gâh nigâhi purgazep alut
Acap talimi kimdendir bu tarzı meşrebin cana?
Nedir bu hoş bakışlar, hoş tebessümler, bu imalar?
 Utanma doğru söyle var ise bir matlabin cana!
Gubarın sürme çekmiş hahişile çeşmi nemnake
Beher gün bekler oldum rehgüzari mektebin cana!
 Senide bir cefacu yare mecbur eylesin mevlâ!
Ki; ta {zihni) gibi fark olmaya ruzu şebin cana!
Günün birinde Derviş efendi asker oldu. Ö vakit askerlik kur’a usulile olduğundan bir ademin askerlikten kurtarılması tabür binbaşılarının elinde idi. Derviş efendinin kışlaya götürüldüğünü işiden Zihni baba hemen kışlaya binbâşınm yanına köştu. İrticalen söylediği bir beyit ile Derviş efendiyi askerlikten kurtarmağa muvaffak oldu. Söylediği beyit şudur:
Hazreti piri kerem piranın olsun aşkına
Hamkahi aşkıma bahş eyleyin Dervişimi
Zihni baba bir gün sokakta tesadüf ettiği Derviş efendiye karşı bermutat şiirler okumağa başladı. Nedense bu defa fazla hiddet ve asabiyet gösteren Derviş efendi biçare Zihni babayı kundurasile döğerek başını varaladı. Zihni baba uğradığı şu hücumu seve seve karşıladı ve başından akan kanları sevdiğinin aşkına tatlı tatlı yalamağa başladı. Ayni zamanda kunduranın altından başına bulaşan bir çamur parçasını «bunda sevgilimin kundurasının kokusu vardır.» diye aylarca yanında taşıdı.
Zihni babanın sesi de çok güzel ve müessir idi. Kendi şiirlerini müessir sadasile ve coşkun bir ahenk ile taganni ettiği vakit dinliyenlerin bir çoğunu ağlatırdı. Bir tarihte yatsıdan sonra halkın sokağa çıkması menedilmişti. Zihni baba yasak filân dinler takımından değildi. O sıralarda bir gece arkadaşlarile beraber meyhaneden gelirken devriyeye tesadüf etti. Hemen cazip sesile bir gazel okumağa başlıyarak yakayı kurtarmağa muvaffak oldu.
Zihni baba en güzel şiirlerini bedmest denecek bir hale geldikten sonra söylerdi. Hattâ: .
Ben bendei dergâhi resulüssekaleynem
Ben aşıkı müdhet geri ceddil haseneynern
Matlalı natini sokak ortasında sarhoş yatmakta iken söylemiştir.
Şair hacı Nafi efendi, Zihni babanın muasırlarındandı. Mumaileyh Zihni babayı çok takdir eder ve severdi. Bu itibarla birbirile çok laübali görüşürlerdi. Birgün Zihni baba rakı parası istemek için hacı Nafi efendinin yanına gitti. «Ulan Nafi! dem parası yok bana biraz para ver!» dedi. 0 sırada Halep acem şehbenderi hacı Nafi efendinin yanında misafir bulunuyordu. Mumaileyh yüksek bir mevki sahibi olan hacı Nafi efendiye bu suretle hitap edilmesinden çok mütessir oldu ve tessürünü açıkça söyledi. Bunun üzerine kim olduğunu anlatmak zaruretinde kalan harabati Zihni baba şehbendere hitaben hemen şu şirini okumağa başladı:
Benim ol aşıkı tabendei [parlak zıyalı] dil murtazavi
Zulmet efzayi derunum olamaz nefsi gavi [azgın]
Doldu envari muhabbetle dili canım evi
Şem’i aşkı haseneynem aleviyim alevi
Ruhu âdâyı yakar ateşi ahim alevi
bu manzume şehbenderin çok hoşuna giderek Zihni babaya tarziye vermiş ve kendisine beş lirada dem parası ikram etmiştir.
Zihni babanın şiirlerini ihtiva eden divanı matbudur. Birçok dini müesseseler üzerinde mahkük tarihlerine tesadüf edilmektedir. Mensup olduğu baytaz tekyesinin müteaddit yerlerinde hakedilmiş tarih manzumeleri vardır.
Zihni baba harabati ve sarhoş olmasına rağmen itikadı çok sağlamdı, Peygambere ve evladına karşı yürekten bir muhabbet beslerdi hattâ son derece sorhoş bulunduğu sırada mevlut okuduğu ve hiç bir hata yapmadan dinleyen cemaati müessir nagmesile ağlattığı vakidi.
Zihni baba çok sevdiği şeyh baytaz zade Abdullah efendinin vefatından sonra adeta bi- kes kalmış idi. Kalender ruhu artık bir yerde aram edemiyordu. 1305 tarihinde birecige giderek orada kaldı ve 1309 tarihinde fani hayata ebediyen gözlerini kapadı. Mumaileyhin şiirlerinden müntehap parçaları atiye naklediyorum:
Bir gazelinden:
Aşkın eseri hestii cam dilimizdir
Şevkin sebebi mayei abü gülümüzdür
Viran biliriz bezmi cemi rindi cihanız
Kâşânei eyvani fena mahfilimizdir-
Halloldu biraz hokkai lalü lebin ama
Mevhum nükâti dikenin müşkülümüzdür
Biz rahrevi kâbei iklim cemaliz
Mecnun dâhi naka keş mahmilimizdir
Divanei aşkız yine ay. (zihni) bakılsa
Aklile felatunu zaman cahilimizdir-
diğer bir gazelinden:
Gerçi biz ehli kemale göre kâmil değiliz
Bi hiret sofii hudbin gibi cahil değiliz
Şemle vü şalde yok hahişimız kılca kadar
Tavrı erbai riya şeklini şamil değiliz
Bir alay rindi ne yaşam kedayiz nidelim
Dahili bezimi kibar olmağa kabil değiliz
Eyleriz fenni dirayette cihanı mebhut
Aşk bahsinde yine kısden akıl değiliz
başka bir gazelinden:
Cahile mesnedi ikbal ile izzet gelmez
Arife bahtı nigünsar ile zillet gelmez
Eyşehi mülketi naz her ne kadar cevretsen
Diheni aşıkına harfi şikâyet gelmez
Kâgülün küfrine bir kimse ki; iman itmez
Dili tarikine envari hidayet gelmez
Kılsa neftin ana edna ile âlâyı cihan
Aşkdan (zihni!) divaneye nefret gelmez
diğer bir gazelinden:
Çırağa nuri şöhret suzişi pervaneden gelmiş
Bilinmez andelibe yanmadan perva neden gelmiş?
Ne meyden, ne edayi nağmei rengini mutripten
Bu neşe meclise ol didei mestaneden gelmiş
Elinde tiğı gamze, çeşmi dönmüş tası pürhune
O huni meşrebim serhoş olup meyhaneden gelmiş
Abes sanma rakibe ettiğim tazimi ey (zihni)
Tava fi hâki köyi hazreti cananeden gelmiş
sh:244-253
Kaynak: Avukat Kilisli Kadri, KİLİS TARİHİ, Neşreden: Kilis Cumhuriyet Kütüphanesi sahibi: Osman Vehbi, Bürhaneddin Matbaası, 1932, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar