Print Friendly and PDF

HZ. ŞEYHU’L-EKBER MUHYİDDÎN-İ ARABÎ (KUDDİSE SIRRUHU'L-CELÎ) ANLATIYOR


Hz. Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruhu'l-celî)  kardeşi Ebu Abdullah el-Tunisi adlı mübarek bir insanla karşılaşıncaya kadar Tlemsen kentinin hükümdarlığını yapmıştır:
"Kral (İbn Yugan) en değerli giysilerini giymiş ve 'Üzerimdeki bu güzel elbiseler içinde namaz kılmak benim için helal midir?' diye Şeyhe sormuş; Şeyh de gülmüş ve,
'Senin aklının zayıflığına, kendin ve manevi durumun hakkındaki bilgisizliğine gülüyorum' demiş,
'Benim gözümde sen, bir cesedin kanına bulanmış biçimde etrafı koklayan ve tüm pisliği içinde onu yiyen ve sonra da üzerine sıçramasın diye çişini yaparken bir ayağını havaya kaldıran bir köpek gibisin. Senin her şeyin yasalara ters ve tüm bu insanların çektikleri acılar boynuna borç olmuşken bana elbiselerin hakkında soru soruyorsun,' demiş. Bunun üzerine kral ağlamaya başlamış, atından inmiş, iktidarını bırakmış ve Şeyhe hizmet etmeye başlamış."
Sh:16
Hz. Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn ibn  Arabî (kuddise sırruhu'l-celî)'ye öğretmenlik yapmış ve etkilemiş birçok Şeyh ve üstat arasında (ilerdeki yaşamöykülerinde görüleceği gibi önemli bir sayıda) özellikle iki tanesi, kadın olmaları nedeniyle özel bir ilgi çekmektedir. Onlar ile karşılaştığı zaman her ikisi de ilerlemiş bir yaştaydı. Bir tanesi Marçena'nın Güneşi'ydi ki ibn Arabi onun hakkında şunları söylemektedir:
"Erenler arasında, iç çekenler olarak bilinen erkek ve kadınlar vardır ki, Allah onlardan razı olsun. Endülüs'teki Marçena Zeytinlikleri'nde, kendisine Güneş denen ve onlardan olan bir bayan ile tanıştım. Yaşı oldukça ilerlemişti."
Önemli bir süreyi birlikte geçirdiği diğer bayan da Kordobalı Fatma'ydı. "Allah'ın sevdiklerinden birisine, Kordobalı Fatıma bint ibn el-Muthanna diye tanınan, irfan sahibi ve Sevilla'lı bir bayana izdeş olarak hizmet ettim. Onun hizmetinde birkaç yıl kadar bulundum ve kendisi o sıralarda doksan beş yaşlarındaydı... Tef çalardı ve bundan da büyük bir zevk alırdı. Ona bu konuyu açtığım zaman, "Bana yüzünü çevirmiş olan ve Kendi amaçları için beni bir vesile kılıp Dostlarından birisi yapmış; O'nunla büyük bir neşe buluyorum, insanlar arasında kimdim ki ben O'nun tarafından seçilmeye layık olayım? Ne zaman gaflete dalıp da O'ndan başka birşeye dönsem, kıskanır beni. O şeyle ilgili bir sıkıntı verir bana..." diye yanıtladı.
"Onun için kendi ellerimle, boyu kadar yükseklikte, kamışlardan bir kulübe yaptım ve ölünceye kadar da orada yaşadı. Bana- 'Ben senin manevi annenim ve dünya annenin de ışığıyım,' derdi. Annem onu ziyarete geldiği zaman Fatıma ona, 'Ey ışığım, bu benim oğlumdur ve o da senin babandır; bu yüzden ona bir evlat olarak davran ve sakın onu sevmemezlik etme!' demişti."
Sh:19-20
Hz. Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn  ibn Arabî (kuddise sırruhu'l-celî) nin kendisi de bizlere Konya'daki bir ressam ile karşılaşmasını anlatmaktadır.
"Ressamların resimlerine güzellik ve uygun denge getiren esin. Tanrısal adlardan birisi olan Yaratıcı'dan gelmektedir. Bununla ilgili olarak Rumların ülkesinde, Konya'da şaşırtıcı bir şeye tanık oldum. Yeterli bir sanatsal imgeleme sahip olmadığını gördüğümüz ve yardımcı olduğumuz bir ressam vardı. Birgün bir keklik resmi yapmış ve içine de görülmesi neredeyse olanaksız olan bir yanlış gizlemişti. Sonra da benim sanat anlayışımı denemek için resmi bana getirmişti. Resim, gerçek hayattaki boyutlara uygun biçimde, geniş bir tahta üzerine yapılmıştı. Evde de bir şahin vardı ki resmi görür görmez, renkli tüyleriyle onu gerçek bir keklik sanarak hücuma geçti.
Gerçekten de orada bulunan herkes resmin güzelliğine hayran kalmıştı. Diğerlerinin güvenini kazanmış olarak ressam yapıtı İle ilgili olarak benim fikrimi de sordu. Ona, tek bir küçük hata dışında resmin olağanüstü olduğunu söyledim. Ne olduğunu sorduğu zaman da kekliğin ayaklarının çok az bir oranda gerçeğe uymadığını söyledim. O zaman yanıma geldi ve elimi öptü."
Sh:36
Hz. Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn  ibn Arabî (kuddise sırruhu'l-celî) anlatıyor. Birgün üstat [Ebu Cafer el Uryani] birlikte otururken, bir adam oğlunu ona getirdi. Adam, üstadı selamladı ve oğluna da aynı şeyi yapmasını söyledi. O sıralarda üstadımızın görme yeteneği artık iyice kaybolmuştu. Adam, üstada oğlunun bütün Kur'an'ı ezberlemiş olarak belleğinde taşımakta olduğunu söyledi. Bunu işitir işitmez üstadın tüm davranışı değişti ve üzerine manevi bir hal çöktü. Sonra da adama şöyle konuştu:
 "Geçici olanı. Sonsuz olan taşır. Bizi ve oğlunu bu yolla hem destekleyen hem de koruyan Kur'an'dır."
Sh: 67
Hz. Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn  ibn Arabî (kuddise sırruhu'l-celî) anlatıyor.
İster uyanık ister uykuda olsun, [Ebu Cafer el Uryani] "Zikir"e olan bağlılığı ile çok iyi tanınmıştı;  o uyurken dilinin Zikir halinde hareket ettiğini ben kendim de sıklıkla görmüştüm. Çok yoğun manevi haller yaşardı ve o yörede oturanlar onun hakkında hiç de iyi niyetler beslememekteydiler; o kadar ki cemaatin önde gelenlerinden birisi, onun oradan kovulması için diğerlerini ikna bile etmişti. Bizim bulunduğumuz Sevilla'ya gelişi de böyle olmuştu.
Onların bu davranışı üzerine Allah o yörenin halkına, Halat denen bir Cin'i musallat etti ki o da yukarıda sözü edilen önde gelen kişinin evini işgal etti ve orayı terk etmesi için onu zorladı. Bu Cin o evde kaldı ve oranın insanlarını kendisine gelmeleri için çağırdı; onlar da bunu kabul ettiler. Hepsi eve gelince Cin'in sesini işittiler; içlerinden birisinin evinden bir şeyin çalınıp çalınmadığını ve birisinden kuşkulanıp kuşkulanmadığını soruyordu. Her iki soruya da evet diye yanıt verdikten sonra Cin o adama kuşkularında yanıldığını ve gerçek suçlunun filanca kişi olduğunu, karısına âşık olduğunu ve onunla kendisini aldattığını söyledi. Ondan sonra da Cin adama gidip her şeyi kendi gözleri ile görmesini söyledi ve adam da onun söylediklerinin gerçek olduğunu gördü. Bu şekilde, onları umutsuzluk içinde bırakana kadar Cin oradakilerin saklı kötülük ve ahlaksızlıklarını kendilerine ve çocuklarına açıkladı durdu. Artık kendilerini yalnız bırakması için ona yalvardıkları zaman ise Cin, Abdullah (el-Üryani) tarafından onlara gönderilmiş olduğunu söyledi. Cin orada altı ay kadar bir süre boyunca kaldı ki ondan sonra hepsi toplanıp el-Üryani'ye gelip şehre dönmesi için rica ettiler, ona yapmış olduklarından dolayı kendilerini affetmesi için yalvardılar. Şeyh merhamete gelerek onları Cin'den kurtarmak için tekrar oraya döndü. Bu olay da bütün Sevilla'da herkes tarafından konuşulur oldu...
Sh:70-71
Hz. Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn  ibn Arabî (kuddise sırruhu'l-celî) anlatıyor.
Ebu Abdullah b. Muhammed Kasım her toplantının sonundaki duası şu idi:
"Allahım! İyi olanı işitmemizi ve görmemizi sağla! Allah'ın merhameti üzerimize olsun ve hep onun içinde kalalım! Kalplerimizi hep doğruluk üzerinde yoğunlaştırsın ve kendi kendimize yaptıklarımız da hep O'nun sevdiği ve O'nu hoşnut eden şeyler olsun!"
Daha sonra da Kur'an'daki "Bakara Suresi'inin sonundan bir bölüm okurdu. Biz kendi toplantılarımızın sonunda da bu duayı okurduk.
 Bir gece, Mekke'deki Kutsal Yer'deyken, rüyamda Hz. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellemi gördüm; birisi ona Sahih-i Buhari'yi  okuyordu. Okuyucu, okumasını bitirdikten sonra Hz. Peygamber de aynı duayı yaptı; bu yüzden ben de bu uygulamaya daha büyük bir istekle sarıldım.
Sh:99
Endülüs Sûfîleri / Muhyiddin İbn Arabi, (Sufis of Andalusia, 1977 Baskısı), İngilizceye Tercüme Eden: Dr. Ralph Austen, Türkçesi: Dr. Refik Algan, Dharma Yayınları, 2002,İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar