İbn Miskeveyh Ve Yunan’da Ve İslâm’da Ahlâk
AHLÂK; İnsanlığın Alâmet-i Fârikası
Cavit SUNAR
Cavit SUNAR
İbn Miskeveyh özellikle, İbn Sînâ'nın ilim ve Felsefe
alanındaki şöhretinden ötürü de, onunla aralan daima açık kalmıştır. Nitekim bu
yolda şöyle bir fıkra anlatılmaktadır:
İbn Miskeveyh, bir gün, sarayda pek seçkin bir öğrencisine
ders verirken içeriye İbn Sînâ girmiş ve İbn Miskeveyh'in Matematikteki
bilgisizliğine işaret kasdı ile önüne bir ceviz atarak: “Bu cevizin alanını
arpalar ile ölç!" demiş. Bunun üzerine İbn Miskeveyh te İbn Sina'nın
ahlâkça olan zayıflığına işaret kastı ile onun önüne hemen Ahlâk kitabından bir
parça atarak: “Sen ahlâkını düzelt ki ben de sana cevizin alanını
ölçeyim" diye cevap vermiş.
Sh:11
“ Tek başına yaşayan bir insanda da bir hayal, bir hedef
vardır"
Fârâbi
**
**
İbn Miskeveyh,
(Vasiyyetnâme) sinde de şöyle diyor:
"Kalbi, ancak, Hikmet için temizle; kafayı, ancak,
Hikmet için boşalt; himmeti, ancak, Hikmetle sarf et; Şeriat-ı [hukuku] da
elden bırakma!
**
Her nefs, müstahak olduğu hâle kavuşur
Fârâbî; Fusûs; Fas: 30; ayrıca bk. Fas: 29, 53.
Arito’dan önce gelen Pisagor, Sokrat,
Eflâtun ve bunlar gibi bazı filozoflara göre de faziletler ve (Mutluluk)
ruhtadır. Bunlar, bunun için mutluluğu, yalnız, Hikmet, İffet, Şecaat ve Adalet
gibi ahlâkî faziletlerden ibaret saymışlardır. Bunlarca, ruhta ahlâkî
faziletler bulundukça o ruh mutludur ve başka bir şeye muhtaç olmaz. Zira, ruh,
bu faziletlere mâlik olunca, meselâ, bedence, servetçe ve diğer bazı
hususlardaki marazlar ve noksanlar bu kimselerin ruhsal mutluluğunu bozamaz.
Yalnız, akıl bozukluğu, insanın cisimce faziletli hareket etmesini engeller,
Fakirlik, düşkünlük gibi maddî hayata ait gelip geçici şeyler bu Filozoflara
göre insanın mutluluğunu bozamaz.
Revâkîler ile Natüralist
(Tabiiyyûn)ler nazarında ise beden, insanın maddî parçası olduğu için duyu
organlarına ve organlara ait noksanlıklar gibi, bedene ait noksanlıklar ruhsal
mutluluğu da engeller ve onu kemâlde bulundurmaz. Bu sebeple (Bedene Ait
Mutluluk) ta ruhsal mutluluk için önemlidir.
Bu filozoflara göre insan, beşerî
hayatının akışına ve ona bağlı ve onunla ilgili olan bütün şeylere önem
vermemelidir. Ruh ve cesede nisbet edilen hallerin hiç birisi Mutluluk
değildir. Zira, Mutluluk, başkalaşmayan, kaybolmayan, sabit ve bâki bir şeydir
ki o bütün şeylerin ve hususların en yükseğidir. D e irişi p başkalaşan ve
sabit olmayan güzel bir şey bile (Mutluluk) değildir.
İşte bu fikre göre eski Filozoflar,
(En Büyük Mutluluk) hususunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir,
Bunlardan bazıları, insan ruhu
bedenden ve tabiî şeylerden ayrılmadıkça, yani insan ölmedikçe ve sırf ruh
kalmadıkça (En Büyük Mutluluk) a erişemeyeceğini sanmışlardır. Bu filozoflar, insan namını, yalnız bu sırf ruha vermişler
ve ruh bedende bulundukça cisme ve onun kederlerine ve bedenin pisliklerine ve
zorunluluklarına katlanmak gerekeceğine ve daha bir çok şeylere de ihtiyacı
olacağına binâen:
“İnsan hayatta iken hiç bir zaman
Mutlu sayılamaz" iddiasında
bulunmuşlardır.
Hâlbuki, Aristo’ya ve taraftarlarına
göre mutluluk, insan için dünyada hâsıl olur. Çünkü, insan, nefs ve bedenden
mürekkeptir. Mutluluğun belirli bir şekli de yoktur. Meselâ (En Büyük
Mutluluk)u, fakirler, mal ve para çokluğunda; hastalar, sıhhat ve selâmette;
zeliller, makam ve saltanatta; reziller, çeşitli şevhetlerde; âşıklar,
maşuklarına kavuşmada; âlimler ve fâdıllar, ilim ve fazileti müstahak olanlara
yaymada görürler. Filozoflar ise bunların hepsini değişik mutluluk şekilleri
olarak kabullenirler; yeter ki bunlar akim gerekliliklerine göre tertiplenip
düzenlenmiş olsunlar; yani en doğru bir zamanda ve en doğru yol (i’tidâl) ile
ele alınsınlar. Bu hallerin hepsi de, onlara iştiyak gösterenler için birer
çeşit Mutluluk sayılır.
Bu konuda biz de Aristo, Fârâbî ve
İhvânus- safâ'nın görüşlerini kısaca açıklayalım:
Aristo şöyle diyor: Eler san'attan,
her ilimden ve bütün işlerimiz ve maksatlarımızdan görülüyor ki' gâye, bir
(Hayr)a, bir (İyilik)e ulaşmaktır. Gerçekten, insanların hareketlerindeki gâye
çeşitlidir, hiçbiri öbürüne benzemez. Bununla beraber bunların hepsine birden
(Hayr) veya (Mutluluk) diyebiliriz.
Bir de (En Yüksek Hayr) adını alan bir
gaye vardır ki o da bütün sanatların, ilimlerin ve bilgilerin gayesi olan
(İnsanî Hayatın Hayrı veya, Mutluluğu)dur. Şu hâlde, hayr ve mutluluk gerçekten
nedir ve bize bunu hangi san'at, hangi ilim öğretir?
İlk bakışta bütün
ilimler ve sanatlardan üstün görünen bu ilim, Siyaset İlmi'dir. Zira, o, bir
memleketin hayatını ve mutluluğunu sağlar; Ekonomi ilmi, Harb ilmi gibi
diğer bazı ilimler hep ona bağlıdır. Siyasetin esası da hayır ve adâlet
olduğuna göre demek ki ahlâk ilmi de siyaset ilminin bir kısmıdır, siyasette
tamamlanmaktadır.
İstisnasız, herkes için mutluluk, iyi
yaşamaktır; ve mutluluk İnsanî olan bütün şeylerin gayesidir. Ancak, bunu, kimi
parada ve malda, kimi sıhhatta, kimi şerefte, kimi şunda, kimi de bunda
bulmuşlardır.
Hayır, bizzat kendisini arzuladığımız
şeydir, însan hayatının gayesi de bazı ruhsal hayırlar işlemektir. Şu hâlde,
gerçek mutluluk, hayr için yaşamak ve hayr işlemektir ve gerçekten mutlu bir
adam da hayr için yaşayan ve hayr işleyen bir adamdır. Şu hâlde, mutluluk,
dünyada en iyi, en yüksek ve en hoşa giden ve en asîl olan bir şeydir. Lâkin,
o, dışa ait maddî hayırların yardımına muhtaçtır; dışa ait maddî yardımlar
olmaksızın insanın işlerinde âlicenablık aramak boştur3. O, en son ve en yüksek
hayrdır.
Şimdi, Mutluluk, Allah'ın bir
lutfumudur yoksa öğretilebilir bir şey midir?
İnsanın, varlıkların en üstünü olması
bakımından, mutluluğun Allah'ın insana bir lutfu olduğu düşünülebilir. Lâkin,
her şeyin bu en iyisi nasıl olur da tesadüfe bırakılır?
Eğer, o bir ilim veya usûl ile
öğretilebilir bir şey ise,, kendi varlığında o, her zaman İlâhîdir.
Şu hâlde, ahlâkça bozuk olanlar bir
tarafa, mutluluk, bütün insanlarca elde edilebilir bir şeydir. Ve yine, mutluluğun bu suretle tanımı her
zaman açıklanan siyaset ilminin gayesi ile de uygunluk gösterir. Zira, siyaset
ilminin gayesi de Şehirler arasında bir hayırlılık karakteri meydana
getirmektir.
İlkel hayvanlar, faziletli işlemlerde
bulunmağa muktedir olmadıkları için mutluluğa ermeğe dc muktedir değildirler.
Çocuklar da öğretim ve eğitim görmeden mutluluğu elde etmezler. Zira, mutluluk,
tam bir fazilet ve kemâl üzre bir hayat ister.
Ve yine, mutluluğu devranın gidişine,
tâlie bırakmak onun tamamlılığım kemâl ve kararlılığını yok etmek demektir.
Fakat:, hiç bir İnsanî bir iş faziletin gerektirdiği bir işlem kadar değişmez
ve sürekli değildir. Kısaca, mutluluk, bakaa cevherine mâliktir. Mutluluk, bir çok
belâ ve ıstıraplarla engellenebilir ise de o hiç bir zaman ârizı ve cüz’î iyi
veya kötü tâli'den etkilenmez ve yok olmaz.
Mutluluğu faziletli işlemlerle ta'yin
ve sınırlamakla mutlu bir insanın hiç bir zaman kederli ve sefil olmayacağını
söylemiş oluyoruz. Çünkü, o, hiç bir zaman ancak bir vasıta olan âdi işler ve
hareketlerle uğraşmayacaktır.
Şu hâlde, mutlu insan, zamanın, sebebe
dayanan bir vakfesinde değil, takat, bütün hayatı boyunca faaliyeti tam bir
faziletle tanzim edilmiş ve ebedî hayırlarla yeterli derecede desteklenmiş olan
insandır.
Bu hususta Solon'un güzel bir Atasözü
vardır, o, der ki:
“Her şeyin sonuna bakmamız zorunludur.
Bir kimseye ölmeden önce şudur, budur veya mutludur demek doğru değildir",
Fakat, mutluluk, eğer bir çeşit
aktivıte ise nasıl olur da bir insan hayatta değil de öldükten sonra mutlu
olabilir?
Hayâtın bütün safhalarından ve
fırsatlarından muaf kılman yani, ölen bir insanın öldükten sonra mutlu olduğunu
kabul etmek te doğru değildir. Bir insanı
öldükten sonra mutludur diye anmak o insanın, yalnız, mutluluğun mevcut olduğu
zaman değil, fakat, mevcut olmadığı zamanda da mutlu olduğuna hükmetmektir ki
bu mutluluğun mevcut olmadığı bir zamanda mutlu olmak gibi bir çelişme
gösterir.
Kısaca, hayr, bir aktivitedir, ahlâkî
bir hâldir ve Mutlak ve İzâfî diye de başlıca ikiye ayrılır.
Ve yine, Mutluluk ta ahlâkî bir hâl
değil bir aktivitedir ve bizzat istenen bir aktivitedir; ruhun tam ve mükemmel
bir faziletle uygunluk hâlinde olduğu bir aktivitedir; en üstün fazilet
aktivitesidir; yani, mahiyetimizin en üstün tarafının aktivitesidir. Bu
sebepten de o, bir çeşit, spekülâsyon olmak zorundadır.
Aklın iyi, güzel ve İlâhî, şeyleri
kavraması - ve kendisinin de ilâhı olduğunu kavraması: tam ve mükemmel mutluluk
işte bunlardır. Mutluluk, engellenmemiş bir aktivite ve mutlak bir haz olduğuna
göre demek ki en yüksek mutluluğu veren akıl fazileti ve Felsefî mülâhazalar,
en yüksek hazzı da verecektir.
Yalnız Ak'la göre ayarlanmış bir hayattır
ki İlâhî Bir Hayattır, Zira, insanın gerçek benliği, İlâhî kısmı, yalnız
Akıldır.
Sh:75-81
Filozoflarca insanın Allah Teâlâ'ya
kulluğu üç türlüdür :
1- Beden
ile yapılan ibâdetler ki bunlar da (namaz, oruç, kutsal yerleri ziyaret ve dua)
gibi şeylerdir.
2- Ruha
ait olan ibâdetler ki bunlar da (Allah'ı bilmek, Allah'ı birlemek, Allah
hakkında doğru inançta bulunmak ve O'na şükretmek, ve O'nu medh ve senâ etmek
ve bütün Kâinatta O'nun kutsal feyzinin sirayetini görmek) gibi şeylerdir.
3- İnsanların
birbirleriyle ortaklaşma hâlinde bulunmaları, yani her türlü faziletlerle
fazîletlenmek ve her türlü hayatî meselelerde birbirleriyle yardımlaşmak ve
birbirlerini korumak gibi Medenîlik hâli.
İşte, bu üç türlü ibâdet, her ne kadar
burada sınırlı bir surette gösterilmiş ise de bu her üç kısmın altında da daha
birçok çeşitler ve kısımlar vardır ki bunları saymak mümkün değildir.
Bu bakımdan her bir insanın da kendi
ahlâkî hareketlerine göre Allah indinde, yüksek veya aşağı, dereceleri ve
makamları vardır ve en yüksek makam da Yakîn Erbâbı Makamıdır ki bu Makam
Filozoflar ve Gerçek Âlimler mertebesidir.
Bu da, her hususta, birinci
makamdakilere uygun hareket eden ve şimdiye kadar saydığımız faziletleri yerine
getirenlerin mertebesidir ki bunların dereceleri de pek yüksektir.
ki bu makam, Sâlihler mertebesidir. Bu
makamda olanlar, Allah'ın Gerçek Halîfeleri olup bunlar, Ülkeleri ve İnsanları
iyileştirmeğe çalışan fazilet erbâbıdır.
ki bu da Muhabbette Muhlisler
mertebesidir ve bu mertebe îttihad mertebesi ile tamamlanır ki bundan sonra
insan için Menzil ve Makam yoktur.
İnsanların bu makam ve mertebelere
ulaşabilmeleri için de kendilerinde dört çeşit hasletin bulunması zorunludur:
1- Faziletlere
haris olmak ve onları yerine getirmekten lezzet duymak.
2- İlâhî
ve Yakînî bilgilere mâlik olmak.
3- Câhillikten,
insanlığa aykırı hallerden çekinmek.
4- Yukarıda
sayılan bu üç hâlde mümkün olabildiği kadar yükselmek.
İşte, bu faziletler ve bu hasletler
yüzünden elde edilecek yüksek makam ve dereceler, insanı, doğrudan doğruya
Allah'a kavuşturur. Ancak, bu hasletler
karşısında, bunlara tamamıyla ters düşen ve dolayısıyla insanı Allah'ın İlâhî
feyzinden yoksun bırakan bîr takım haller de vardır ki onlar da özellikle
şunlardır:
1- İhânet.
2- Hayâsızlık.
3- İnsanlar
arasında kovulmuş olmak.
4- İnsanlara
kin ve düşmanlık beslemek.
İşte, yukarıda sayılan bu kötü huy da
kimlerde varsa onlar da hem insanlar hem de Allah nazarında ahlâksızdırlar ve
mutsuzdurlar.
Bunlardan başka, insanda hayatta
mutsuzluğa sebep olan dört kötü huy daha vardır ki onlar da şunlardır:
1-
Tenbellİk ve usanç ve vaktini faydasız yere geçirmek.
2- Kalın
kafalılık ve cahillik.
3- Şehvete
boyun eğmek.
4-
Fena işlere durmadan devam etmek,
İşte bunlar da dalâletten sayılırlar.
Sh: 94-96
Şecâat veya Cesaret te ruhun
irrasyonel kısmına ait olup (Nefs)e güvenme ile korkaklık İlişlerinin Tam
Ortasıdır ve bir fazilettir.
Cesur bir insan, gerçekten korkulacak
şeylerden, gerçekten korkulacak surette, gerçekten korkulacak zamanda korkan ve
daima rasyonel bir ruh taşıyan ve kendinden emîn, daima soğukkanlı, daima
nikbin olan basiretli bir insandır. Gerçekten cesur bir insan için, cesaret,
asâlettir, şereftir. Şeref ve Asâlet, cesaret faziletinin gâyesîdir.
Vukuu zorunlu ve giderilmesi mümkün
olmayan hallerde, korku, doğru değildir. Vukuu ve sakınılması mümkün olan
tehlikelerden de korkulmaz. Zira, mümkün, vukundan önce, evhamdan ibarettir;
evhamdan ise akıllı korkmaz.
Aşırı korkusuzluğun adı yoktur. Fakat, korkulu şeylerle yüzyüze gelmekte nefse güvenmenin
fazlalalığına da budalaca cesaret, delice cesaret denir. Delice cesaret, gerçek
olmayan, cesaret olmakla, bir çeşit sahte cesarettir. Bir çok delice cesaret
gösteren adamlar, gerçekten ve yürekten, korkak kimselerdir,
Fakat, asîl ve şerefli bir insanın
daima korkması gereken bir şey vardır ki o da: Zillet ve Alçaklıktır.
Kısaca, Cesâret, Tam orta bir haldir
ve bir fazilettir. Cesâretin aşırısı delice cesâret; noksanlığı da korkaklık ve
alçaklıktır ki bu iki hâl de birer rezîlettir,
Aristo, cesâreti beşe ayırır:
1-
Siyasal cesâret.
2-
Özel .şeyleri deneme cesareti.
3- İhtiraslı
ruhun cesâreti.
4- Kanlı
mizaçlı kimselerin mizaçlarından ötürü olan cesâretleri
5-
Câhillikten ötürü olan cesâret.
Aristo, bu cesaret, şekillerinden Tam
ve Doğru Cesâret'e en yakın olarak ta Siyasal Cesâreti gösterir.
Sh:108-106
Güvence ile hatırsayarlık arasında bir
orta durum vardır ki bunun adı yoktur; fakat, bu durum, genellikle (Dostluk)a
benzer. Ancak, bu şekil dostluk, sırf bir karakter işi olup heyecan ve etkiden
yoksundur ve bunlardan Ötürü de gerçek dostluktan ayrılır. Bu orta durumda
bulunan bir kimse hem Tanıdıklarına hem de tanımadıklarına ayni muameleyi
yapar; herkese samimî davranır; daima tatlı bulunur; herkesi açıdan kurtarmak
ve herkese haz vermek ister ve bütün bunları daima asîl bir şekilde yapar. Bu çeşit
dostluk, genellikle, hayat açısından önemlidir ve bir çeşit letâfettir.
Bir kimse, bir ard maksat olmaksızın
insanlara sâdece haz vermek dilerse, o kimse Hatırsayar bir kimsedir.
Fakat, bir kimse bu haz vermede çok
ileri gider, bizim her yaptığımızı över, bize hiç bir zaman karşı gelmez ve bu
suretle her zaman gönlümüzü alma yoluna giderse o kimse Zelil bir
kimsedir.
Bir kimse de daima bize karşı koyar ve
daima letâfet ve tatlılıktan uzaklaşırsa o kimse de Kavgacı ve Aksi bir
kimsedir. Şu var ki bu Aksi insanların çoğu, insanda bir acıya sebeb olacakları
fikrini uyandırmazlar ve bu yüzden de bu gibi insanlar Emin insanlar
sayılırlar.
Şuna önemle işaret edilmelidir ki
yüksek ruhlu ve kültürlü insanlarla âdî ruhlu ve kültürsüz insanlar ve
birbirlerini iyi tanıyan insanlarla birbirlerini iyi tanımayan insanlar ayni
ruh hâleti içinde birbirleriyle dost olamazlar.
Sh:115
Muhabbetin dört
çeşidi vardır:
1- Muhabbetin
bir çeşidi çabuk meydana gelir ve çabuk bozulur.
2- Muhabbetin bir çeşidi de çabuk meydana
gelir, fakat, yavaş yavaş boluzlur.
3- Muhabbetin bir çeşidi de yavaş yavaş meydana
gelir fakat, çabuk boluzlur.
4- Muhabbetin bir çeşidi de yavaş yavaş meydana
gelir ve yine yavaş yavaş bozulur.
İşte, muhabbet bu kısımlara
ayrılmıştır. Zira, insanların istek ve hareketlerinde üç maksat vardır:
1-
Lezzet.
2-
Hayr.
3-
Fayda.
Bu üç maksattan sonra dördüncü bir
maksat daha vardır ki o da bu üç maksadın bir arada bulunması hâlidir.
İşte, insanların bu dört isteği,
İnsanî hayatın gayesidir. İnsanlar arasındaki muhabbetin esası da bunlardır.
Kim bunların hâsıl olmasına yardım ederse ve bunlara ulaşmağa kim sebep olursa
ona muhabbet etmek tabiîdir. Muhabbet şekilleri, sebepleriyle şöyledır:
Bu, hemen hâsıl olan ve hemen bozulan
muhabbettir. Zira, lezzet denen şey çabuk değişir.
Bu, hemen hâsıl olan, fakat, yavaş
yavaş bozulan muhabbettir .
Bu, yavaş yavaş hâsıl olan, fakat,
çabuk bozulan muhabbettir .
Bu üçünün birleşmesinden meydana gelen
muhabbetin içinde hayr bulunduğu takdirde de o muhabbet yavaş yavaş hâsıl olur
ve yavaş yavaş bozulur .
İşte, bu muhabbetlerin hepsi,
özellikle, insanlar arasında mevcuttur. Çünkü, bunlar, irâdeye ve muhakemeye
dayanırlar ve bunlar üzerine mükâfat ve mücâzat vardır. Aldı olmayan hayvanlar
arasında da muhabbete benzeyen iştirâklar varsa da, bunlar, ancak, ülfetten
ibarettir. Hayvani nefse sahib olmayan madenler, taşlar arasındaki
benzerlikler, iştiraklar de, ancak, tabiî meyilden ve ilişkilden ibarettir.
Sh:141-143
Aslında âzad edilmiş bir köle olan ve
Milâdın birinci yüz yılında (60-110) yaşamış bulunan Epiktet (Epictetus), Eski
Yunan'ın Stoik Felsefesinin en karakteristik bir sîmâsı olup (Sohbetler)ini ve
(Nasîhatlar)ını ihtiva eden iki ahlâk kitabı ile ün salmıştır.
Epiktet'in, öğrencisi Flavius Arrianus
tarafından kaleme alman, bu iki ahlâk kitabındaki en belli başlı fikirlerini,
ya olduğu gibi, ya da kısmen, yahut ta özetleyip kısaltarak aşağıya aldık ve
onları kendi tensibimize göre sıraladık:
Epiktet, Sohbetlerinin birinde şöyle
diyor:
Allah, insanları akıllarına uygun
olarak yaşamak ve mutlu olmak için yaratmıştır. Bu gaye için de insanlara
birçok güçler ve kaynaklar bahşetmiştir. Şu kadar ki bu kaynakların bazıları
(ve meselâ:-hüriyyet, itmi'nan casâret, sebat ve hatta adâlet ve kanun, nefs
muhasebesi gibi şeyler insanların irâdeleri ve fiilleri dahilindedir. Fakat,
bazıları da insanların irâdelerinin ve fiillerinin dışında ve üstündedir (Bu sebepten,
biz, Allah'ın irâdesine boyun eğmeli; irâdemiz ve kudretimiz dahilinde olan
şeylere sıkı sıkı sarılmalı, fakat, irâdemizin dışında olan şeylere de hükm
etmeğe kalkışmamalıyız; dünya düzenini değiştirme hevesine kapılmamalıyız).
Eğer, insanlar, bu mutlu olma gâyesini
ele geçiremiyorlarsa, bu, ancak, onların kendi hatalarından ötürüdür.
Meselâ, insan, daima beraber yaşayıp
seviştiği kimselerin ölüp giderek birer birer yanından ayrıldıklarını
gördüğünde döğünmeye ve ağlayıp sızlamağa başlar ki böyle bir hareket akıl kârı
değildir. Zira, var olan bir şeyin yok olmamasını, istemek insanın irâdesinin
dışındadır. Şu halde, insanın sevdiği şeylerin yok olup gitmesine veya ölüp
gitmesine üzülmek kadar boş bir şey olamaz”.
Epiktet, (Nasihatlar)ına da aşağıdaki
şekilde başlamakta ve düşüncelerini pek veciz bir surette ifâde etmektedir:
1— Kâinatta
mevcut şeylerin bazıları bizim irâde ve kudretimiz dahilindedir, fakat,
bazıları da değildir. Kudretimiz dâhilinde olan şeyler, fikirlerimiz,
temayüllerimiz, arzularımız, nefretlerimiz, yani kısaca, bütün bizzat
yaptıklarımızda1. Kudretimiz ve irâdemiz dışında olan şeyler de vücud, servet,
şöhret, makam gibi şeyler, yani kısaca bizim kudretimizin ve fiillerimizin
dışında olan şeylerdir.
Eğer sen, sana bağlı olmayan şeylerin
sana bağlı olduklarım sanırsan ve onları ele geçirmek istersen bir takım
engellerle elin kolun bağlanacak, aklın karmakarışık olacak, kederlere ve
üzüntülere boğulacak ve bütün bunlardan da ilâhları ve insanları suçlu
tutacaksın, Fakat, sen, her şeyin sana bağlı ve senin elinde olmadığını bilir
de bu şeyleri ele geçirme peşinde koşmaz ve yalnız sana bağlı olan şeylerle
yetinirsen o zaman da sen, sana bağlı olmayan şeyler hakkında hiç kimseyi
sorumlu tutmayacak ve kendi irâdenin ve kudretinin dışına çıkmayacaksın. Ve o
zaman da hiç bir şey, hiç bir kimse seni üzmeyecek, sen de hiç bir şeye ve hiç
bir kimseye düşman olmayacaksın. Çünkü, artık, sen, üzüntü denen şeyden
tamamıyla kurtulmuş olacaksın.
2- İsteğini
ele geçirmeyen kişi bahtsız bir kişidir ve arzularından ve isteklerinden kaçıp
kurtulamayan kişi tamamıyla muztarib, üzüntüye boğulmuş bir kişidir.
Eğer sen, hastalıktan, fukaralıktan
veya ölümden kaçıp kurtulmak istersen, acı çekecek, pek perişan olacaksın.
Emellerinin gerçekleşmesinin engellenmemesini
j istiyorsan-ki bu pek
mümkündür-ancak, irâden altında bulunan
şeylere emel bağla!
3-
Alelâde şeylerin üstünde olup seni eğlendiren, sana haz veren şeylerin,
gerçekte ne olduklarını daima düşün! Eğer bir toprak desti seviyorsan, kendi
kendine de ki: “Benim sevdiğim, topraktan yapılmış bir destiden başka
değildir”; ancak bu sebepledir ki o kırıldığı vakit huzursuz olup
üzülmezsin. Çocuğunu veya karını muhabbetle öpüb sevdiğinde, kendi kendine de
ki: “Benim öpüp sevdiklerim fânî insanlardan başka birer şey değillerdir”;
çünkü bu fikir zihnine yerleşirse, ölüm onları yok ettiği zaman manevî acılara
boğulup kahr olmazsın !
21 -
Her günden her güne, her şeyden önce, gözlerini ölümden ve Vatanından
sürülmekten ve bütün kötü görünen şeylerden ayırma! Fakat, bunların en kötüsü
ölümdür. Bundan ötürü, sen, düşüncelerini aşağı ve bayağı olan şey üzerine asla
kuramazsın ve asla, ölçünün üstünde, her hangi bir şey isteyemezsin!
14-
Çocuklarının, karının, dostlarının daima yaşamalarını ve ölmemelerini
istemek delilikten başka bir şey değildir. Çünkü bu, senin kudretinde olmayan
bir şeyi kudretinin içine almak, sana ait olmayanı kendine bağlamak, arzusunda
bulunmak demektir.
11- Hiç
bir şey hakkında, asla: ‘Ben onu kaybettim
demeyin; ancak: “Ben onu geri verdim” deyin. Çoçuğunmu öldü, o, geri
verilmiştir. Karın mı Öldü, o, geri verilmiştir. Servet ve devletin mi elinden
alınmıştır, bu da bir geri verilme değil midir?
Bunları kim mi geri almıştır? Onları
sana veren! Bundan ötürü, onun sana bir şey verdiği müddetçe, o şeye iyi bak,
iyi davran; fakat, o şeyin bizzat senin olduğunu sanma! O, şeyi, çocuklarım,
karım ve dostlarım, gelip geçici otel
yolcuları olarak telâkki et ve onlara
öylece muamele et!
14- Hür olmak isteyen, biç bir şeye
istek beslememeli; yahut, başkalarına bağlı şeylerden sakınıp kaçınmalıdır. Eğer böyle
yapmazsa, bir esir olarak tutuklanır.
28-
Eğer birisi senin vücudunu rastgele birine teslim etseydi, derhâl, nefretle
isyan ederdin!.. Hâlbuki, sen, ruhunu rastgele şuna buna teslim ediyorsun; o, daima
huzurda olmak gerekirken, dıştaki maddî eşyanın en ufak bir etkisi ile acı
duyuyorsun. Bu hâlinden utanmaz mısın?
44-
Ben senden daha zenginim, bundan ötürü, ben senden üstünüm veya ben senden
daha iyi konuşuyorum, bundan ötürü, ben senden üstünüm, demek, akıl için
mantıksızlıktır. Akıl için mantıkî olan: Ben senden daha zenginim bundan
ötürü, benim varlığım seninkinden üstündür veya ben senden -daha iyi
konuşuyorum, bundan ötürü de benim sözlerim seninkinden daha üstündür,
demektir.
5- İnsanların
kafalarını ve ruhlarım mahv ve perişan eden maddî vakıalar değil, fakat,
insanların o vâkıalar hakkındaki düşünce ve kararlarıdır. Meselâ, Sokrata göre,
ölüm, korkulacak bir şey değildir. Hayır, öyle değil! Gerçi, ölüm, korkulacak
bir şey değildir ama, insanın, ölümü, korkulacak bir şey olarak düşünmesi ve
böyle hükmetmesi gerçekten korkulacak şeydir. Bundan ötürü, her hangi bir
hususta engellendiğimiz veya altüst edildiğimiz yahut ta acılara boğulduğumuz
zaman suçu başkalarına yüklemeyelim; onu, sâdece, kendimizde, kendi
düşüncelerimizde ve hükümlerimizde görelim. Bir kimsenin kendi talihsizliği
yüzünden başkalarını suçlaması, onun, öğretim ve eğitimden yoksun olduğunun
başlıca alâmetidir; suçu kendinde görmesi, o kimsenin öğretim ve eğitim
görmekte olduğunun alâmetidir; bu kimsenin kendim de başkalarını da suçlu
görmemesi de onun öğretim ve eğitimini tamamlayarak kemâle geldiğini gösterir.
30- Sen
rızâ göstermedikçe kimse seni incitemez. Sen, ancak, incitilmiş olduğunu
düşündüğün zaman incitilmiş olabilirsin.
34- Arzuladığınız hazlar karşısında
daima şu iki noktayı düşünün:
O haz, sizi ne kadar müddet
avutabilecek tir?
Daha sonra siz, ne kadar müddet
pişmanlık duyacaksınız ve kendinizi sövüp sayacaksınız?
6- Sahib
olduğunuz iyi hayvanlarla veya eşyalarla gururlanıp böbürlenmeyiniz. Zira, bu
gibi şeyler, bizzat size ait şeyler değildirler. İnsanlar, ancak, bizzat
kendilerinin olan iyilikler ve güzelliklerle öğünmelidirler.
24- İyi
olmayan bazı şeyleri belki kazanırım diye, eğer, sen beni bizzat benim olan iyi
şeyleri elimden çıkarmağa çağırıyorsan, bak, sen, ne kadar kötü ve budala bir
insansın! Sen, gerçekten, hangi şeyi üstün tutuyorsun? Parayımı yoksa vefâkâr
ve namuslu arkadaşımı? O halde, bana, daha ziyade bu iyi nitelikleri korumak
için yardım et ve benden bıı iyi şeyleri elden çıkartacak işlerde bulunacağımı
asla umma!..
19- Eğer,
iyinin realitesi bizzat bizim kendi kudretimiz dahilinde bulunuyorsa,
kıskançlık ve hased, pek anlamsız bir şey olur. Ve siz ne bir Vâlî veya ne bir
Senatör, fakat, hür olmak isteyebilirsiniz; ve hüriyyete de ancak bir tek yol
vardır; o da, kudretimiz dahilinde olmayan şeye özenmemek.
42- Bir
kimse için iyi ve kötü, senin için iyi ve kötü olan değil, ancak, kendisi için
iyi ve kötü görünendir. Ve herkes, kendi görüşüne göre hareket eder.
31- Sen, iyilik ve kötülük kavramım,
ancak, senin kudretinin dahilinde olan şeylere uygulayabilirsin, fakat,
kudretinin dışında ve üstünde olan şeylere değil!....Bundan ötürü, çocuğunu
veya karını kaybettiğinde Tanrı’lara söğüp sayma!...Zira, bizim kontrolümüz
dahilinde olmayan vakıalar, ne iyi ve ne de kötü olabilirler.
53- Kim
doğru ve haklı olarak zorunlulukla uygunluk içinde olursa Îlâhî şeyler
hususunda, biz o kimseyi Akıllı ve Bilgili bir kimse sayarız.
— Pek a’lâ! Grito, eğer bu, Allahsın
irâdesi ise, öyle olsun!
Anytus ve Meletus beni öldürme gücüne
sahiptirler; fakat, bana asla, zarar vermezler!
17-
Unutmayın ki sizler, bir oyundaki Aktörler gibisiniz ve bu oyunun nasıl
oynanacağını oyunu yazan seçer: eğer o, oyunu kısa sürdürmek isterse, oyun kısa
olur; eğer, uzun sürdürmek isterse, oyun uzun olur. Eğer, o, sizi fakir bir
adam karakterinde ve rolünde oynatmak isterse, siz, bu rolünüzü bütün gücünüzle
oynamak zorundasınızdır. Size verilecek diğer her hangi başka bir rolü de,
yine, bütün gücünüzle oynamak zorundasınızdır. Zira, sizin göreviniz size
verilmiş olan karakteri ve rolü oynamak, ve iyi şekilde oynamaktır; oyunun
tertib ve düzeni ise başkalarına aittir.
Epiktet, yine şöyle demektedir:
29- Bir
işe başlamadan önce o işte ilk olarak yapılması gereken şeylerle onlardan sonra
sıra ile yapılması gereken şeylerin neler olduğunu iyice düşün ve o işe ondan
sonra başla ki sonunda, pişman olmayasın!
Ancak, yapabileceğin bir işe giriş ve
ona bütün ruhunla bağlan ki başarasın!...
37-
Gücünün üstünde bir şey yapmağa kalkışırsan, sen, kendini, sâdece bundan ötürü
rezil etmekle kalmaz, fakat, tam bir başarı ile yapabileceğin şeyden de haberin
olmaz!...
35-
Bir şeyin muhakkak yapılması gerektiğine kesin karar verdiğiniz şeyi yapın.
Eğer, yaptığınız yanlış ise, onu bir daha hiç yapmayın. Fakat, eğer, yaptığınız
iş doğru ise, yanlış yere eleştirenlerden ne diye korkacaksınız?....
39-
Herkesin bedeni, kendisinin özellikleri ve niteliklerinin bir ölçüsüdür; nasıl
ki herkesin ayağı, pabucunun ölçüsüdür. Bir kere ölçüyü aştınız mı, artık, bir
daha kendinizi kurtaramazsınız!.
33-
Bedenin bir çok haz verici şeye ihtiyacı vardır ama, özellikle, ayyaşlıktan, ve
dışınıza ait gösterişten sakınınız!,,.
Sen kendini nefs hazlarına pek
kaptırma ve ahlâkî ve kanunî yoldan şaşma! Fakat, kendilerini nefs hazlarına
kaptıranları da ayıplamağa ve horlamağa kalkma; ve hep kendi iffetinden ve
ismetinden dem vurma!.. Birisi, senin de bazı kötülüklerinden söz ederse,
yalanlayıp hemen kendini savunmağa kalkışma!... •
41- Özellikle maddî bedene önem
vermek, budala bir kafaya işarettir. Yemek, içmek... gibi bedene ait işlemler
âdet gereği yapılagelmekte olan işlemlerdir; siz, bütün dikkat ve öneminizi
ruhunuza vermelisiniz!.,.
48— Câhil
kimselerin pozisyonları ve kerakterleri şudur: onlar, fayda ve zarar açısından
asla kendilerine değil, kendilerinin dışındaki âleme önem verirler.
Filozofların pozisyonları ve karakterleri ise, fayda ve zarar açısından, daima
bizzat kendilerine dikkat etmeleri ve önem vermeleridir.
51- Ruhunu,
aklım, bilgi ve kemâl sahibi bir kimse olarak yaşamak zamanı geçmeden geliştir
ve sana en güzel görünen bütün diğer şeyleri, sınırını aşmağa gücün yetmeyecek
bir kanun olarak gör!..
Sokrat, kemâli, görüp tanıdığı bütün
şeyler arasında, sâdece, aklını dinlenmekle elde etti.
33-
Yüksek sesle konuşmalardan, gülüşmelerden veya herhangi bir şekilde gürültü
çıkarmaktan sakınınız ki komşularınızın saygı ve sevgilerini
kaybetmeyesiniz!...
33- Yabancıların ve halkın
ziyafetlerine gitmekten çekinin!. Gitmek zorunda kalırsanız, sinirlerinize
hâkim olup bir hata etmekten sakının!.
33- Hoşunuza
gitmeyen olaylar ve sözler karşısında ağzınızı bozup söğüp saymağa başlamayın!
Kızgınlığınızı ve kırgınlığınızı sükût ederek, utanç göstererek yahut ta kaş
çatarak belli edin!.
33- Olur
olmaz yere yemin etmekten ve her zaman yemin etmekten sakın!.
33- Konuşmalarında,
hep, kendi yaptıklarından ve maceralarından söz etme! Zira, senin zevk duyduğun
hâtıralarını dinlemek, başkalarının hiç te hoşuna gitmeyebilir.
33- Çok
gülme; ve çok şeye gülme; ve luzûm etmedikçe gülme!.
33- Çoğu
zaman sus, ve özellikle, yabancılar arasında sus; eğer konuşursan, sâdece,
önemli olan şeyi söyle ve sâdece bir iki kelime ile söyle. Konuş, fakat, az
konuş, öz konuş; özellikle, insanları kötülemekten veya övmekten ya da onlar
arasında karşılaştırmalar yapmaktan çekin!.
48- Bir
kimsenin kendini yetiştirdiğinin işaretleri şunlardır: kimseyi kötülememek;
kimseyi övmemek; kimseden şikâyet etmemek; kimseyi suçlamamak; bir başkasından
söz ediyormuş gibi veya bilgiçlik taslamak için, kendinden asla söz etmemek ve
bu gibi şeyler kendisine yapıldığında da bütün bunlara gülüp geçmektir.
52- Yalan söyleme!
Yalan söylemenin büyük bir hata, büyük
bir yanlış olduğunu birçok mantıkî delillerle ispatlayabiliriz.
Doğru’yu veya Yanlış’ı da bize, ancak,
Felsefe öğretir.
Ve yine Epiktet, özellikle şöyle
diyor:
8- Olayların, senin arzuna uygun
olarak meydana gelmesini bekleme; olayları oldukları gibi kabûl et ve huzûra
kavuş!
10- Güzel şeylerden ve güzel
insanlardan memnun ol ve haz duy; acılara dayan; rezilliklere sabr et!
40- İyi
bilmeliyiz ki bütün acılarımız, Namuslu ve Şerefli bir hayat açısından başka,
hiç bir suretle söze değmezler.
Sh:187-196
Kaynak:
Prof. Dr. CAVİT SUNAR, İbn Miskeveyh Ve Yunan’da Ve İslâm’da Ahlâk Görüşleri,
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları No. 147,1980, Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar