İBN SİNA'NIN ŞİMDİYE KADAR BİLİNMEYEN YENİ BİR AHLÂK RİSÂLESİ
İbn Sînâ’nın şimdiye kadar en az incelenen yanlarından
birisi de ahlâka ilişkin görüşleridir. Genellikle onun ahlâk felsefesinin çok
zayıf olduğu, hattâ bir küçük risâlesinin dışında ahlâk problemine ya hiç temâs
etmediği veya irâde hürriyetinden sözederken kısa temâslarla yetindiği kabul
edilir.
Ancak felsefenin tüm problemleriyle yakından ilgilenen
İbn Sînâ gibi bir filozofun, ahlâk problemiyle ilgilenmemiş olması normal
olmasa gerektir. Öyle sanıyoruz ki İbn Sînâ'mn ahlâkçı tarafı, onun diğer
alanlardaki başarısıyla denk bir düzeyde olmadığı için genellikle araştırıcılar
tarafından ihmâle uğramış ve bu nedenle de ahlâk alanında eser vermediği zannı
büyük bir araştırıcı topluluğu tarafından tekrârlanıp durmuştur. Biz bu kanının
gerçeği yansıtmadığını, İbn Sînâ’nın bu alandaki eserlerinden biri olarak
aşağıda bir risalesi sunulmuştur.
Rahman, Rahîm olan Allah'ın adıyla.
O'nadır bağlılığımız ve güvenimiz
Hamd, aâlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsûstur. Salavât
ise şeriat koyucuların en üstünü ve peygamberlerin sonuncusu Muhammed'in
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve onun seçilmiş ailesiyle tertemiz ashâbının
üzerinedir.
Amelî hikmet (el-Hikmetu'l-Ameliyye = La Sagesse
Pratique):
nâtık (konuşan=düşünen) nefsin (l'Ame Raisonable) bir
faziletidir (erdem = la Vertu). Hilekârlık (Hıbb) ile ahmaklığın ( Beleh-Bülle)
bir ortasıdır (Juste milieu). (Nefis) onunla ğazab (öfke) ve şehvet gücünü
yönetir ve hareketlerini güzel davranışların (el-A'mâl = les Actions) ve
eylemlerin (el-Efâl = Les Actes) gereğine göre değerlendirir.
Hilekârlık (el-Hibb= Trompeur) :
Nâtık nefsin bir durumudur ki şehvet ve ğazab gücünü
gereğinden fazla hareket etmek üzere serbest bırakır. Bu:
öyle bir haldir
ki insan onunla hîle ve hud'a sâhibi olur.
Ahmaklık (el-Bülle = la Sottise ) :
Nâtık nefsin bir durumudur ki şehvet ve ğazab gücünün
gereği kadar hareket etmesini kısar Bu
anlama yavaşlığı, fiillerin ve davranışların (el-a'mâl) doğrusunu az
bilmektir.
Yiğitlik (eş-Şecâ’a = le Courage) :
Öfkeye ilişkin nefsin bir faziletidir ki köpürme
(et-tehevvür) ile korkaklığın (el-cübn) ortasıdır. Bu öfke gücünün kuvvetli
olup, nâtık (güce) itâat etmesidir ki geri durmasını işâret ettiğinde o öne
atılır.
Kızgınlık (et-Tehevvür = la Temârite) :
Öfkeye (el-Gadab = la Colere) ilişkin nefsin bir
durumudur ki onunla hareket gereğinden fazla artar. Öyle ki geri durması
gerektiğinde o, Öne atılır.
Korkaklık (el-Cubun = la Lachete) :
Öfkeye ilişkin (nefsin) bir hâlidir ki onunla hareketi
gereğinden az olur. Öyle ki öne atılması gerktiğinde geri durur.
İffet (La Temperance) :
Şehvete ilişkin nefsin bir faziletidir. Açgözlülük
(Şereh) ile şehvetin zayıflığı (Humûdu'ş-şehve) nın ortasıdır. Bu onun (Öfkeye
ilişkin gücün) bir hâlidir ki nutka (ilişkin gücün) takdirine göre hareket
ettirir.
Açgözlülük (eş-Şereh8=l’Avidite) : şehvete ilişkin (
gücün) :
nâtık (gücün) ulaşılmasını engellediği aşırı zevklere
istek duyacak, şekilde gereğinden fazla hareket etmesidir.
Şehvetin zayıflığı (Humûdu'ş-Şehve=le Relachment de
l'appetit):
Şehvete ilişkin gücün, natık (gücün) eğilim
gösterilmesini gerektirdiği şeye istek duymayacak şekilde, gereğinden az
olmasıdır.
Adâlet (el-Adâle = la Justisse) :
Her üç nefsin durumudur ki bunu (güçleri), tek bir
tertîb ile düzenler ve hepsi arasında bir uyum sağlar. Öyle ki bedenin
organlarının uyum sağlaması gibi birbiriyle uyum sağlar. Adâlet yalnız bir
nefse nisbet edilip diğerine edilmez değildir. Aksine o bütün nefislerin erdemi
ve dengeliliğidir.
Haksızlık:
adâletin zıddıdır ve kötülüklerin (rezâil) tümüdür.
Adâlet iki kötülüğün ortası değildir. Aksine onun birtek zıddı vardır. Zîrâ
adâlet düzen (tertîb), haksızlık ise düzensizliktir. Ve ikisinin arasında bir
orta (nokta) yoktur. Çünkü adâlet,
gerekli olan sıraya göre üç nefsin arasını birleştirip uyum sağlayan bir
durumdur.
Davranışlarda adâlet (Adâletu'l-Mu'âmele) :
Aldatma (el-ğabn)
ile karşılıklı aldatma (et-teğâbun) arasında ortadır. Bu insanın muâmelesinde (
davranışında=alış-verişinde) alması gerekeni alması ve vermesi gerekeni
vermesidir.
Aldatma (el-ğabn =Tromper) :
İnsanın muâmele
(sin)de, alması gerekmeyen şeyi almasıdır.
Birbirini aldatma (et-teğâbun):
(İnsanın) muamele
(sin)de, vermesi gerekmeyen şeyi vermesidir.
Hikmetin faziletleri:
Akletme
(Ta'akkul)-ki tedbîrin güzelliği adım alır-zihn, görüşün iyiliği ve zanmn
doğruluğudur.
Akletme (et-ta'akkul= l'Intellection) ve akıllılık
(el-Keys) :
Düşünmenin
iyiliği (cevdetu'r-reviyye = Reflexion), değerli amaçların ve büyük iyiliklerin
elde edilmesinde en doğru ve en üstün olam çıkarma isteğidir. Bu, bazan insana
âit şeylerde (tedbîr) olabileceği gibi, başkasına gösterdiği ev veya şehir
yönetimi veya bir düşmana düşmanlık etmek gibi şeylere de âit olabilir.
Kısacası önemli işlere vesîle olan tedbîr adı verilen her şeyde olur. Şâyet bu
(husûs) değersiz işlerde olursa, akıllılık (el-keys) adı verilir.
Zihn (l'Esprit)=Cevdetu'z-Zihn=Zihnin iyiliği) :
Görüşlerin
birbirine benzediği ve tartışma çıktığı sırada doğru hüküm verme gücüdür.
Görüşün iyiliği ( Cevdetu’r-re'y) :
Bu,
kullanıldığında beğenilen sonuçlara götüren sebeplere çabucak vâkıf olmaktır.
Zannın doğruluğu (Savâbu'z-Zann) :
Delillerden
yardım istemeksizin (delillere baş vurmaksızın) gözlemlerin gerektirdiği şeye
uygun düş (en tahmînler)dir.
Dehâ (ed-Deha = l'Habilete) :
Sâhibinin iyilik
sandığı, gerçekte ise iyilik olmayıp sadece büyük bir kazanç olan şeyin tam
(olarak elde edilmesi) husûsunda en çok ulaşılabilen şeyi, en iyi şekilde çıkarma
isteğidir.
Kurnazlık (el-Cerbeze= la Ruse) :
İyilik sanılan,
gerçekte ise aşağılık bir kazanç olan şeyin tam (olarak elde edillmesi)
husûsunda en çok ulaşılabilecek şeyi, en iyi şekilde çıkarma isteğidir. Dehâ
ile cerbeze arasındaki fark sadece kazancın büyüklüğü ve küçüklüğü ile
ilgilidir.
Tecrübesizlik ( el-Ğimâre) :
Hayâl etme
gücünün sağlıklı olmasıyla beraber pratik işlerde tecrübenin azlığıdır. Kimi
zaman insan, bir şeyde tecrübesiz olurken başka bir şeyde tecrübesiz
olmayabilir.
Ahmaklık (el-Humk = la Stupidite) :
Düşüncenin
(reviyye) aranan amaca götürecek şeylerden-davranışlar bozuluncaya değin-
sürekli kaçmasıdır. (Ahmaklık) bazan yaratılıştan olur ki tabîî ahmaklık adım
alır ve bunun tedâvîsi yoktur. Bazan da beyinle ilgili hastalıklardan dolayı
ârız olur ve bunun ilaçlarla izâlesi mümkün olur.
Delilik (el-Cünun = la Folie) :
Hayâl (gücünün)
tercîh etmesi gerektiği şeylerde bozularak sürekli tercîh etmesi gerektiğinin
aksine yönelmesidir.
Ahmaklıkla deliliğin arasındaki fark (şuradandır) :
Ahmakın tercîhi
gereken şeyi hayâl etmesi (düşünmesi) sağlıklı ve bunu tutturmadaki kasdı
doğrudur, ancak düşünce (gücünün) bozukluğunun, amacına doğru giderken (amacına)
ulaşmasını engelleyecek şeylere (yanlışlara) düşürmektedir. Deliye gelince onun
kasdedilen amaçları hayâl etmesi (düşünmesi) sağlıklı değildir. Bu nedenledir
ki çoğu kez ahmak, ilk görünüşte akıllı şeklindedir. Delilik bazan yaratılıştan
olur ve tedâvî edilemez, bazan da ârızî olur ve tedâvî edilir.
Kerem-gözü peklik-nefsin büyüklüğü-katlanma, hilm-
sebât, -sevinç duymak-yüreklilik-vakâr.
Kerem (el-Kerem=la Magnifıcence=La noblesse de
caractere) :
Büyüklenme (
el-Bezah) iîe hasislik (en-Nezale) arasında ortadır. Bu, nefsin hoşluğu
(Tîbu'n-nefs) ve değeri yüce, faydası büyük işlerde gereken harcamadır.
Gözüpeklik (en-Necde=Bravoure) :
ceâaret ile
dönekliğin ortasıdır. Bu, kendine güven ve gerektiğinde korkmaksızm kendini
ölüme salıvermektir.
Nefsin büyüklüğü (Kiberu’n-nefs=Grandeur de l’Ame) :
Şişinme
(et-teneffuh) ile nefsin küçüklüğünün ortasıdır. Bu, öyle bir fazilettir ki
insan -hakketmiş olmakla beraber-kendisini onunla değerli işlere ehil kılmaya
muktedir olur. Bu fazilet, kerimlik ve düşüklükle ilgilidir. Nefsi büyük olan
hakkettiği değerli işleri elde ettiğinde, kendisinin değerini ve önemini
bildiğinden onu küçümser. Şâyet o, küçük işlere zorlanırsa veya aşağılık
(kimselerden) bir değer elde ederse bunu da küçümser. Şansın iyiliği veya
kötülüğü diye adlandırılan raslantılara aldırış etmez.
Katlanma (el-ihtimâl = la Supportance):
Cesâret ile
tahammül-süzlüğün (el-Hela') arasında ortadır. Bu, acılara dayanma gücüdür.
Hilm (Yumuşaklık = La Magnanimite) :
Hiddet (kızgınlık=el- İstişâta ( ile ovunmak (el-etek
öfelemek=infîrâk) arasında ortadır. Bu, kişiye vakâr kazandıran bir durumdur.
Sebât (es-Sebât = la Stabilite) :
Nefsin şiddeti ve
durgunluktan uzak onmasıdır.
Yüreklilik (eş-Şahâme = la Vaillance):
Güzelliği umarak
işlere hırs göstermektir.
Sevinç duymak (en-Nubl):
Nefsin büyük
işlerden sevinç duymasıdır.
Ağırbaşlılık (el-Vakâr = la Gravite):
Kibir ile
tevâzuun arasında ortadır. Bu. kişinin kendisini hakketmiş olduğu değerli yere
yerleştirmesi ve (kaadi) kadrini bilmekte haksızlık etmemesidir.
YİĞİTLİĞİN KÖPÜRME (et-tehevvür) VE
KORKAKLIĞIN (el-cübn) ALTINDA YER ALAN KÖTÜLÜKLERİ:
Büyüklenme-Hasîslik-Cesâret-Döneklik-Böbürlenmek-Kendini
küçük görmek-Cesâkat (?)-Tahammülsüzlük-Hiddet-Ovunmak-Kibirlenme-Tevâzu'-Kendini
beğenme-Kendini hor görme
Büyüklenme (el-Bezah) :
Övünmek
isteyerek, ziynet ve sâireyi gereksiz yerde harcamaktır.
Hasislik (en-Nezâle) :
Gerekli yerde
harcama yapmayıp küçük şeylerle övünmektir.
Cesâret (el-Cesâre) :
Gerekmeyen ölümü
küçümsemektir.
Döneklik (en-Nükûl) :
gerekli olan
ölümden geri durmaktır.
Böbürlenmek (et-Teneffuh= Şişinme) :
Hakkı olmadığı
halde kendini büyük işlere ehil görmektir.
Kendini küçük görmek (Sığaru'n-nefs) :
Kendini
hakkettiğinden aşağıda görmektir.
Cesâke (el-Cesâke? el-Kesâve?) :
yararlanılacak
hiçbir güzel şey bulunmaksızın kendini acılara teslim etmektir.
Tahammülsüzlük (el-Hela’):
Acılara kötü
biçimde katlanmaktır.
Hiddet ( el-İstişâta):
Çabuk kızma ve
hiddetlenmektir.
Ovunma (el-İnfırâk):
öfkenin yavaşlığı
ve cansızlığıdır.
Kibirlenme ( et-Tekebbür):
Kendini değerinin
üzerine çıkarmak ve hakkettiğinden daha çok değer vermektedir.
Tevâzu:
Kendini değerinin
altına düşürmek ve hakkettiğinden daha az değer ve ağırlık vermektir.
(Kendini beğenme=el-U'cub):
Kibirlenmenin
(l'Orgueil) sebebi:
kendini
beğenmektir (el-U’cub). Bu ise innsanın kendi değerini bilmemesi, öyle olmadığı
halde kendinin gerektiği gibi olduğunu sanmasıdır.
(Kendini hor görme=el-Mehâne):
Tevâzuun sebebi
ise kendini hor görmedir (el-Mehâne). Bu da insanın kendini ithâm etmesi ve
olması gerekenin aksine olduğunu sanmasıdır.
Tevâzu bir kötülük olmasına rağmen çoğu kez övülür. Zîrâ
onun karşıtı olan kibirlenme kötülüğün son derecesidir. Bu nedenledir ki:
Tevâzu şerefin
basamağıdır, demişlerdir. Ve:
O, kerîm
kişilerin oltasıdır, demişlerdir. Çünkü (tevâzu) sâhibi gönülleri kendine
çeker, sevgi ve bağlılığı celbeder. savurganlık da (isrâf) aynı şekildedir,
Kötülük olmasına rağmen bazan överler, çünkü bunda insanların yaran vardır.
Ayrıca onun karşıtı olan cimriilik, kötülüğün son derecesidir. Gerçekte ise her
ikisi de kötülüktür.
Hayâ-Hoşgörü - Sabır-Cömerdlik - Güzel değerlendirme -
Genlik- Yumuşak huyluluk - Düzenlilik-Güzel biçimlilik-Kanâat - Sâkinlik-
Sakınganlık - Güler yüzlülük - Zariflik - Geniş yüreklilik - Hoşnûdsuzluk.
Hayâ’ya gelince (el-Hayâ=la Purete) :
Küstahlık
(el-Vakâha) ile mülâyimlik (elt-tehannus) arasında ortadır. Tam tanımı ise
şöyledir:
Eksildikten ürkme
ânında nefse ânz olan bir acıdır. Ve denilir ki:
Bu, çirkinliği
yapa (mayacak kadar) yüzün yumuşak olması ve nefsin yerilmekten kaçınmasıdır.
Hoşgörü (el-müsâmaha=l’Indulgence):
İsteyerek ve
gönül hoşluğuyla hakk edilmesi istenen şeylerin bir kısmından vaz geçmiktir.
Bu, ihmâl ile koşuşma arasında bir ortadır.
Sabır (es-Sabr=la Constance) :
Nefsin arzulara
(hevesler) direnmesi ve onu çirkin zevklerden korumasıdır.
Cömerdlik (es-Sehâ=la Generosite) :
Savurganlık
(tebzîr) ile tutumluluğun (taktir) ortasıdır. Bu, kolay harcama ve bir şeyi
bağış olarak elde etmekten kaçınmadır.
Güzel değerlendirme (Husnu't-Takdir) :
Harcamalarda
savurganlık veya tutumluluk taraflarından birine kaymamak üzere dengeli
olmaktır.
Genlik (el-İnbisât) :
Zor iş yapmakla
(taammül) dağıtmak (tebezzül) arasında ortadır. Bu ise yiyecek, içecek ve
giyeceklerin hazırlanmasında orta (davramş)tır.
Yumuşak huyluluk (ed-Demâse) Arzu gücünün (şehevânî
nefis) gerekene ıştiyâk için iyi hazırlanmasıdır.
Düzenlilik (el-İntizâm = la Moderation) :
Nefsin bir
durumudur ki harcayacağını planladığı şeylerde onu, bı'rbiriyle uyum sağlayacak
şekilde düzenlemeye sevk eder.
Güzel biçimlilik (Husnu'l-Hey’e) :
Gerçekleştirilmesi imkânsız olmayan gereğince
süslenme sevgisidir. Gerçekleştirilmesi imkânsız olmak burada anlamsız övünme
(Salef) yerine geçmektedir.
Kanâat (el-Kanâ’a) :
Hilekârlıktan
uzak, geçimin güzel idâre edilmesi ve yeterinden fazlası için boyun eğmeyi
bırakmaktır.
Sakinlik (el-Hudu' ) :
güzel zevklere
uzanırken nefsin sâkin olmasıdır.
Sakınganlık (el-Vera'=Abstinence) :
Riyâ ile
yırtıklığın (Hetke veya Hütke) arasında bir ortadır. Bu, nefsin kemâli
arzusuyla, onu faziletli davranışlarla bezemek ve gösterişten uzak olarak
yönetmektir.
Güler yüzlülük (et-Talâka) :
Yalana ve
çirkinliğe baş vurmaksızm edeblice şaka yapmaktır. Bu, katılık (el-Kezâze) ve
kuruluk (et-Tecâfî) ile gevezelik (el-Mücâne) arasında bir ortadır. Demek
istiyorum ki:
Aşırı ciddiyet
ile aşırı şakacılığın (el-Hezel=le Badinage) arasıdır. Burada sözü konusu
edilen ölçülü mîzâha (La Plasanterie) ihtiyâç vardır. Zîrâ hissedilenin
konuşulduğu ve güzel kabûl edilenin işitildiği hoşlanılan sohbet meclisleri
gereklidir. Böyle bir mecliste aşın ciddiyet yabânîlerin katı davranışları
mesâbesinde olur. Aşın şakacılık ise maskaraların davranışları mesâbesinde
olur. Çünkü gevezelerin amacı (ona buna) mâlik olma arzusu (veya yaranmak
isteği?) ya da kendilerine gülünmesidir ve alaya aldıkları kişilerin
üzülmemeleridir.
Zariflik (ez-Zarâfe=la Delicatesse) :
Aşırı derecede
(birileriyle) buluşma hevesinden ibâret olan lüzûmsuzluk (el-abes) ile
uzaklaşmada aşın gitmek (demek olan) usanmak (et-teberrüm) arasında bir
ortadır. Bu, insanın meclis arkadaşlanm iyi bilmesi, ünsiyyet vakitlerini
gözetmesi ve onlardan her birine lâyık olduklan şekilde ve gerektiği vakitte
kucak açmasıdır.
Geniş yüreklilik (el-Müsâ'ade) :
Çetinlik
(eş-Şekâse) ile sevgi gösterisi (el-Melak) arasında bir ortadır. Bu, mecliste
bulunanlann kendisiyle birlikte olmaktan hoşlanmalarını sağlamak için, onlara
muhâlefet etmemektir.
Hoşnûtsuzluk (et-Tesahhut) :
Kıskanma ve
koğuculuk (en- Nemmâme? Muhtemelen başkasının kötülüğünden hoşlanma anlamına
gelen eş-Şemate) ile lâyık olmayanlara ulaşan iyiliklerle, lâyık olmayanlara
ulaşan kötülüklerden üzüntü duymak arasında bir ortadır.
Küstahlık-Mülâyimlik-Savurganlık- Eli
sıkılık-Riyâ-Yırtıklık-Katılık- Gevezelik- Gereksizlik-Uzaklaşma-Çetinlik-Sevgi
gösterisi-Başkasııun kötülüğünden hoşlanmak-Kıskanma.
Küstahlık (el-Vakâhasl=L'İmpudence) :
İnsanın-her ne
olursa olsun-çekinmeden ve kınanmaktan korkmadan söylemesidir.
Mülâyimlik (et-Tehannus) :
Aşırı hayâdan
dolayı nefiste ârız olan bir hayret (hâl)dir ki kişiyi sözden ve eylemden
alıkoyar.
Savurganlık (et-Tebzîr) :
Malı, gereksiz
yerde, gereksiz vakitte ve lüzûmundan fazla harcamaktır.
Eli sıkılık (et-Taktîr) :
Gerekeni
harcamaktan kaçınmaktır. Bu, tedavisi olmayan bir hastalıktır, zîrâ insan,
tabiatı gereği bu (hastalığa) meyleder ve mal biriktirmeyi sever. Bunun da
çeşitleri:
Cimrilik-Şuhh ve
Lü'mdür.
a-Cimri (el-Bahfl = l’Avare) :
O kimsedir ki
düşmanlarına boyun eğmek veya ihtiyâcı dolayısıyla isteme zorunda kalma
endîşesiyle aşırı derecede mal biriktirip harcamayı kısmaktır. Cimriliğin
nedeni bir tür korkaklıktır.
b- Eli sıkı (eş-Şahîh=le Ladrerie):
(Öyle bir)
cimridir ki kendisinden makâm veya mevki istemek zorunda kalır diye hırsından
başka birisinin durumunun iyi olmasından hoşlanmaz. Eli sıkılığın nedeni de bir
tür cehalettir.
c-Alçak (el-Le’îm=ce qui blame) :
Değersiz bir kâr
için utanılacak şeylere katlanan şahîhtir. Hırsızlık yapmaya çalışan
(Mutalassıs ?) ve deyyûs gibi. Leîmliğin nedeni bir tür kötülüktür.
Riyâ (er-Riyâ=l'Ostenktation) :
Aldatma ve
gösteriş kasdıyla faziletli davranış sahihlerine benzemektir.
Yırtıklık (el-Hutke) :
Nefsin erdemli
davranışlarla bezenmesini ihmâl etemek ve bunun tersine çaba sarfetmektir.
Katılık (el-Kezâze ):
Ciddiyette aşırı
gitmektir.
Gevezelik (el-Mecâne)
:
Şakada aşırı
gitmektir.
Gereksizlik (el-Abes =le Futilite) :
Meclis
sohbetlerine ve arkadaşlıklarına aşırı istek duymaktır.
Uzaklaşma (en-Necâs:
et-Tehâşı olmalı):
Meclis sohbeti ve
arkadaşlıkla buluşmaktan uzaklaşmaktır.
Çetinlik (eş-Şekâse)
:
Arkadaşlık
şartlarında dostlara karşı çıkıp katı davranmaktır.
Yaltaklanma (el-Malak -et-Telelluk) :
Arkadaşları
tarafından küçümsenmekten doğacak utanılacak durumdan habersizce, onlara sevgi
gösterisinde bulunmaktır.
Kıskanma (el-Hased ) :
Kıskanan kişinin
tanıdıklarından hakkeden kişiye ulaşan iyiliklerden üzüntü duymasıdır.
Başkasının kötülüğünden hoşlanmak (eş-Şemâte ) :
Başkasının
kötülüğünden hoşlanan kimsenin tanıdıklarından hakketmeyen kişiye ulaşan
kötülükten sevinç duymasıdır.
Benim zikrettiklerimin dışında daha başka pek çok
faziletler vardır ki onlar, bunların dalları veya bileşikleridir. Bunlarda da
ortayı gözetmemiz ifrât veya tefrit olan uçlardan korunmamız gerekmektedir.
Hayâ: ahlakî erdemlerin özüdür. Zîrâ eskiler demişlerdir
ki:
Hayâ: övgülerin
başıdır. Ve demişlerdir ki:
Hayâsı olmayan çocuğun uslandırılmasıyla uğraşmaya gerek
yoktur, çünkü onun iyileşmesinden ümitvâr olunmaz. Zîrâ hayâ sâhibinin nefsi
eğitilmemiş olsa bile o, kalabalık arasında halktan ve yalnız başına kaldığı
zaman içindeki değerli cevherden-ki bu, akıldır- utanmayı huy edinmiş olduğu
için kötülüklerin pek çoğundan geri durur.
Tam mutluluk (es-Sa'âdetu't-tâmme = Le Bonheur Parfait)
:
İnsanda rûhî erdemlerle, bu (erdemlere) göre davranma,
bedeni erdemler ve beden ile rûhun dışında kalan erdemlerin birleşmesidir. Rûhî
erdemlerden yoksun olan kimse-öteki erdemler gerçekleşmiş olsa bile - aslâ
mutlu olamaz. O takdîrde sıhhat ve nimete birlikte sâhip olan hayvânlar gibi
olur. Şâyet rûhî erdemler mevcûd olur da bedenî erdemler ve ( beden ile rûhun)
dışında kalan erdemler bulunmazsa, o kişi yine de mutlu olur. Çünkü insana özgü
gerçek erdemler rûhî olanlardır. Geriye kalanlar ise bu erdemin araçlarıdır. Ne
var ki bu (türden) mutlu olana, mutluluğu bulanık deriz. Ayrıca ahlâkın
değerlisiyle ahlâklanımş, varolanların hakikatlarını bilen kişiye malında veya
âilesinde veya bedenindeki bir eksiklik veya musibetten dolayı mutsuzdur
denemez. Çünkü buna (eksikliklerine) rağmen onun gidişatı güzel, eylemleri
iyidir, kötü değildir. Musîbetlere karşı kendisi sabırlıdır çığırtkan değildir.
Ahlâkî erdemlerde insanın kemâline ermiş olmasının işâreti: ondan güzel
fiillerin (les Beaux actes) sevinç duyarak, zevk alarak ve eziyyet duymaksızın
sâdır olmasıdır.
İnsan, kendisinden çıkan güzel fiillerden ancak onun güzel
ve hayırlı olduğunu düşündüğü zaman zevk alabilir. Sonra da bu fiillerin
kendisinden çıktığı ahlâk-ı hamîdeyi (övülmüş huyları) huy edinir ve onu
yapmaya iştiyâk duyar. Burhan (Akıl ve mantık yolunu) anlama çağına gelmemiş
çocuklara: güzel fiillerin iyiliği,
kendilerine övülerek ve aksine olan fiiller yerileerek anlatılır. Bilgisiz
(yığınlara) gelince: onlara da
kendilerince burhan yerine geçen iknâ yollarıyla anlatılır. Söz gelimi onlara
seçkinlerin sözleri ve davranışları hatırlatılır.
İnsan: güzel veya
yerilen huyu, ancak zıddmdan aynılmak istenen ahlâkî eylemleri -şâyet zıddı ile
karıştırılıyorsa-alışkanlık hâline getirerek huy edinebilir. Bunun örneği
şöyledir:
Cömertlik
huyu: kişide cömertlik eylemini
alışkanlık hâline getirip o (eylemi) yaparak eğitilmek sonra da eğer
(cimriliği)huy edinmişse cimrilikten vazgeçirilmek suretiyle elde edilebilir.
Aynı şekilde (cimrilik de alışkanlık haline getirilerek ve) cömertlikten
vazgeçirilerek elde edilir. İnsan: huy
edindiği yerilmiş huylardan ancak nefsini, kendine egemen olan kötülüklerden
karşıt olan tarafa çekerek kuvetlice vazgeçebilir. Çünkü kötülüklerden
uzaklaştıkça ortaya yaklaşır. Tıpkı düzeltilmek istenen eğri odun gibi. O da
iki tarafın ortası olan düzgün hale gelinceye kadar eğriliğin aksi olan
istikâmete doğru bükülür. Söz gelimi Oklides (Euclides) öfke gücünü yenip
kendini yumuşak huyluluğa (hilm) alıştırmak istediğinde: topluluklar arasında kendisine küfür ve
hakaret eden beyinsizlere karşı tahammül göstermeyi alışkanlık haline getirerek
zaman zaman da onlardan bizzât bunu isteyerek nefsini eğitip kontrol etmiş ve
böylece yunanlıların yumuşak huylulukta (hilm) örnek verdikleri kişilerden
olmuştur.
Demostoyyos (?) da kışın denize açılarak tedricen
kendisini yiğitliğe alıştırmıştır.
Bûsâğors'un arkadaşları (Pythagorasçılar) ise güzel ve
yağlı yiyecekler hazırlarlar ve onları yemekten kaçınırlardı da yanlarındaki
kölelerine yedirirlerdi. Kendileri de külde pişmiş arpa ekmeği yerlerdi.
Brahmanlar ki - bunlar Hind âbidleridir - gece boyu tek
bir ayak üzere -diğeriyle hiç değiştirmeksizin- durarak kendilerini tedricen
zühde alıştırırlardı.
Ekratos da(Krytos) içindeki mal sevgisini
söküp atmak için mâlik olduğu her şeyi satmış ve bedelini fakârlere dağıtmıştı.
Ahlâkın islâhı ve tedâvîsinde bir başka yol
daha vardır ki bu da mûsikî metodlarını kullanmaktır. Zîrâ öyle nağmeler,
güfteler, flütler, borular ve ritmler var ki ruhu yiğitliğe sevkeder, öyleleri
de var ki korkaklığa götürür. Öyleleri var ki cömertliğe, öyleleri de var ki
cimriliğe teşvik eder. Böylece övülen ve yerilen her eyleme çağırıp teşvîk eden
bir usûl (makâm) vardır. Bu husûs, savaşlarda kullanılan sesli âletlerde
gözlenmektedir. Şu halde mahâretli mûsikı-şinâstan yardım istenirse büyük fayda
sağlar.
Erdemlerin esâsı ve kökü:
Azîz
ve Celîl olan Allah'ın ululuğunu uzun uzadıya düşünerek O'na dönmektir. Çünkü
kim O'nu düşünürse: O, yüce inayetini
(onun) üzerine seriverir., Sonra, O’nun elçiliğini bize teblîğ etmiş ve dînini
göstermiş olan peygamberlerine saygı duymamızdır. Sonra da, onların getirmiş
oldukları oruç, namaz ve şâir iyi davranışlar gibi şerîata ilişkin eylemlere
sarılmaktır. Çünkü bunlar, yüceliklerin Rabbına yaklaştıran ve O'nun katında
makâm elde ettiren davranışlardır ki bu, mutluluğun zirvesidir.
Bu konudaki zayıflık: geçici (bu dünya) ve kalıcı (âhiret) âlemde
mutluluğu önleyen, mutsuzluğu çeken şeydir
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar