İBRAHİM DESUKİ (Düsûkî-Dussûki-Dessûki) HAZRETLERİ kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
Mısır’da
yaşamış büyük İslam âlimlerinden ve mutasavvıflardandır. Ömrünü İslam’a ve
imana hizmete adamıştır. Şeriata bağlılığını, yaşantısıyla birleştirmiş ve
ispat etmiş bir şahsiyet olarak dikkat çekmiştir.
Kaynaklarda
adı İbrahim bin Abdülaziz ed-Desukî olarak geçmektedir. Künyesi, Burhaneddin İbrahim
bin Ebi’l-Mecd Abdülaziz ed-Desukî şeklindedir.
Desukî
Hazretleri, 1235 yılında, Nil nehrinin batısında bulunan Desuk Köyünde doğdu.
Doğum yeri olarak Markus adı da geçmektedir. Dindar bir ailenin evladı olarak
dünyaya geldi. Babası Abdülaziz, Rifai tarikatına mensup olup aynı zamanda
şeyhin halifesi konumunda bulunuyordu. Hazret, doğduğu köye nispetle Desukî
lakabıyla anıldı. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran anlamına gelen
Burhanneddin ünvanı da kendisine verildi. Şeceresi, Hazreti Hüseyin
aleyhisselâma kadar dayandırıldığından, ayrıca Seyyid olarak kabul gördü.
Çok sayıda
talebe yetiştirmiştir. Müntesipleri ile arasındaki samimi bağ dikkat çekmiş ve
insanların takdirini toplamıştır. Özellikle, Mısır ve Sudan’da çok sayıda
müntesibi olmuş ve kendilerine rehber edinmişlerdir.
İbrahim
Desukî Hazretleri, eğitim ve öğrenimine Desuk’ta başladı. Küçük yaşta Kur’anı
Azimüşşanı ezberledi. Şafii fıkhı üzerine eğitim gördü. Babasının mensubiyeti
itibariyle kendisi de Rufaî tarikatına dâhil oldu. Ayrıca, diğer tarikatlarla
da yakın münasebet kurup bunlardan istifade etme yoluna gitti. Necmüddin
Mahmud İsfehanî, Ebü’l Hasanı Şazelî ve Abdüsselam bin Meşiş (kaddese’llâhü
sırrahumü’l azîzan) gibi âlimlerden ders aldı.
Aldığı
eğitim, yetişme tarzı ve önemli bir şahsiyet olarak tanındıktan sonra,
tasavvufa mensup kişiler tarafından dört büyük kutuptan biri olarak kabul
edildi.
(Büyük
Kutup olarak kabul edilen diğer şahsiyetler; Abdülkadir-i Geylani, Ahmed Rifaî
ve Ahmed Bedevî hazretleridir. (kaddese’llâhü sırrahumü’l azîzan))
Desukî
Hazretleri, yirmi yıl gibi uzun bir süre, köşesine çekilip mücahede ve tefekkür
ile meşgul oldu. Bu hali, babasının vefatına kadar devam etti. Babasının cenaze
namazının kılınması ve defin işleminden sonra, tekrar köşesine çekilip münzevi
hayata devam etmek istediyse de dostlarının arzusu üzerine bundan vazgeçti. Bu
hadiseden sonra, çevresinde bulunan kişilerle bildiklerini paylaşmaya ve onları
irşad etmeye çalıştı. Çok sayıda talebe yetiştirdi.
Din
ilimlerine vukufiyetinin yanında; Arapça, Farsça, Süryanice ve İbranice’yi çok
iyi bilip konuşması, hem etki alanını genişletmesine hem de çok sayıda kişi ile
rahat iletişim kurmasına vesile oldu.
Tasavvuf’taki
yoluna Desukîyye tarikatı denilmiş olup esasları şunlardır:
1- Evrad ve
zikirle meşgul olmak,
2- Nefsin
arzu ve isteklerine karşı çıkıp kapılmamak,
3-
Sıkıntılara, bela ve musibetlere, kaybedilen şeylere üzülmemek,
4- İslam
dininin emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak, tasavvuf yolunun inceliklerine
dikkat etmek,
5-
Evliyanın güzel ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmaktır.
Bir
sohbetlerinde Desukî yolunun esası için:
“Ey
talebelerim! Bizim yolumuzun esası, zarurî olan ile yetinmektir. Sonsuz saadeti
arzu ediyorsanız, Allahu Teâlâ’dan başkasına muhtaç olmamayı beğeniniz” diye buyurmuştur.
Yine
talebelerine;
“Hak Teâlâ
neyi emir buyurmuşsa onu işlemenizi, neden nehiy (yasak) etmişse ondan kaçınmanızı
istiyorum” diye nasihatte bulunmuşlardır.
İbrahim
Desukî Hazretleri, talebesi olmak isteyen birine;
“Ey oğlum,
tövbe etmek istersen, bu hususta lâubalî olma. Tövbeyi oyuncak sanma, yalnız
dil ile Tövbe ettim ya Rabbi!’ demek yetmez, hem dil ile tövbe etmeli hem de
haramları ve yasak olan şeyleri yapmamalıdır. Tövbe nasıl olur bilir misin?
Kulun, kalbini Allah’tan başka bir şey ile meşgul etmemesi, tövbe etmesi ile
olur. Bu hâsıl olursa (ortaya çıkarsa o) tövbe makbuldür. buyurdu.
Sohbetlerinin
birinde şöyle buyurdular;
Allah
Teâlâ’ya muhabbet edip muhabbete vesile olursan, yerdekiler ve göktekiler de sana
muhabbet eder. Allahu Teâlâ’ya itaat et ki yerdekiler ve göktekiler de sana
muhabbet etsin. Allahu Teâlâ’ya itaat et ki insanlar ve cinler de sana itaat
etsin. Cenabı Hakk`a muhabbet ve itâat edene, Allahu Teâlâ ikrâmlarda, ihsânlarda
bulunur. Denizler onun için donup sular ona yol olur. Hava emrine amade olur
Gıybet; yalancıların meyvesi, fasıkların
ziyafeti, kadınların sakızıdır
İbrahim
Desukî Hazretlerine, Allahu Teâlâ’nın sevdiği kimselerden sorulduğunda;
Cenâbı Hak
şu kimseleri sever: İffetli ve kalbi temiz olanı; elini fenalıktan men edeni,
dilini gıybetten ve lüzumsuz sözden koruyanı, edep yerine sahip olanı, iyilik,
ikrâm ve ihsâna koşanı, dâimâ Allahu Teâlâ’yı hatırlayanı, affetmeyi seveni,buyurdu.
***
Hazret,
birkaç talebesini alış-veriş için şehre gönderdi. Şehirde talebeler, bir
iftiraya uğrayıp zalim bir vali tarafından zindana atıldılar. Hallerini
mektupla hocalarına bildirdiler. Seyyid İbrâhim Desukî Hazretleri, vâliye şu
satırları yazıp gönderdi:
Gece okları
ulaşır hedefe,
Atılırsa
huşu yayları ile.
Menzile
kavuşmak için erler kalkar,
Rükû ile
beraber secdeyi uzatırlar.
Ellerini
açıp Allah’a,
Gönülden
ederler dua,
Ok yaydan
çıkınca,
Zırh bile
etmez fayda.
Mektup
valiye ulaşınca, vali, arkadaşlarını topladı. Şunlara bakın hele, hocaları bana
bir mektup göndermiş dedi ve ağır hakaretlerde bulunup mektuptaki şiiri okumaya
başladı.
Tam Ok
yaydan çıkınca mısrasına gelince, bir ok gelip vâlinin göğsüne saplandı ve
oracıkta öldü. Valinin adamları, korku içinde mazlumları alelacele
salıverdiler.
***
Sevdiklerine
kalp temizliğinin önemini anlatırdı. Bu hususta buyururdu ki;
Allahu
Teâlâ, kullarının kalbine nazar eder. O halde ey insanlar! Kalplerinizi çok
temiz tutunuz! Onu cilâlandırınız! Güzel ve parlak ediniz! Orada yalnız ihlâs
ve doğruluk bulunsun!
***
İbrahim
Desukî Hazretleri, ömrünü hep İslâm dinîne hizmet etmekle geçirdi. Hikmetli
sözleri pek çoktur. Oğlu kendisinden nasihat istediğinde;
Ey gözümün
nûru evlâdım. Önce içindeki nefis denilen ejderi öldür! Yüzünü toprağa sür!
Hata ve isyanını kabul ve itiraf et ve işlediğin hata dolu ibadetlerinin yüzüne
çarpılmasından kork! buyurdu.
Bir başka
zaman ise şu şekilde nasihat etmişlerdi:
Oğlum!
Sana
gereken odur ki, evliyâ zümresinin duâsını alasın. Teberrüken onların himmetine
nail olmayı arzulayasın.
Ey Kur’an-ı
Kerim’i okuyup ezberleyen kimse! Onu okuyup ezberlediğin için fazla övünme.
Hâline bir bak; Onun gereği ile amel ediyor musun? Yoksa etmiyor musun?
Ey oğlum!
Cedel,
nakil, yaldızlı sözler gibi faydasız şeylerle meşguliyeti bırakarak sükût ehli
ol. İhlâsı seç, bu yolda sâlih amel işle ve nefsine uyma. O kimse ile otur kalk
ki şerîatı ve hakîkati özünde toplamış ola. Şunu unutma ki bu yolda sana en çok
yardımı dokunan kişiler, bu gibi insanlar olacaktır.
Oğlum!
İsterim ki, daima sünnetle amel edesin. Bu yolda lüzumlu olan edep esasına da
riayet edesin. Cesur olmalısın. Gölgesinden bile ürken korkaklardan
olmamalısın. Herhangi bir sıkıntı, ilk anda seni yere sermemeli.
Mevlâ’nın
sevgisi ile dol; hatta O’nunla vecd hâlinde ol.
Evlatlarım!
Gıybet
etmek için birini ararsanız; babanızın, ananızın gıybetini ediniz. Çünkü onlar;
iyiliklerinizi almaya, diğerlerinden daha lâyıktır.
Allâh
Teâlâ, bir gün ve gecede, yetmiş iki kere kullarının kalbine nazar eder. O
hâlde, kalbinizi temiz tutunuz, güzel ve parlak kılınız. Çünkü orası,
Rabbinizin nazargâhıdır.
Ey
kardeşim! Sakın kendi başına bir şey yaptım zannetme. Bil ki; oruç tuttuğunda
onu sana Allah tutturmuş, namaz kıldığında onu sana Allah kıldırmış, bir iş
yaptığında onu sana Allah yaptırmıştır. Takva derecesine ulaşmışsan, Allah seni
ulaştırmış; maddî-manevî bir şeye mazhar olmuşsan, Allah seni mazhar kılmıştır.
Ey
oğulcuğum!
İnsanların
ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile ‘ben’ demekten sakın! Zira Allah, ben’ iddiasında bulunanları acziyet içerisinde bırakır. Benlik davasında
isen maddî ve manevî derecen düşer, bunu unutma!
***
Son
günlerinde talebelerine Nasîhati şu oldu;
Ey
evlatlarım!
Ömrünüz her
geçen gün azalmakta, eceliniz yaklaşmaktadır. Bir gün bu üzerinde yaşadığınız
dünya dürülecek, kıyamet kopacaktır.
Her gün
amel defterinizi hayırlı işlerle doldurmaya bakınız. Böyle yapanlara müjdeler olsun.
Amel defterlerini, yasaklardan kaçmayarak günahlarla dolduranlara da yazıklar
olsun.
Vakitlerinizi
israf etmeyiniz. Zamanlarınızı boşa geçirmeyip değerlendiriniz. Yoksa pişman
olursunuz. Duanızın kabul olmasını istiyorsanız, helâlden yiyiniz ve müslüman
kardeşlerinizin hakkında yersiz söz etmekten dilinizi tutunuz.
1277
yılında, talebelerinin büyüklerinden birine;
Ezher
Camiinde ders vermekle meşgul bulunan kardeşim Musa Desukî’ye git. Selâmımı
söyle ve zahirinden önce batınını, kalbini temizlesin. Gurur, kibir, haset,
ucup gibi bütün kötü huylardan kalbini muhafaza etsin buyurdu.
Talebe
derhâl yola çıkıp hocasının emrini kardeşine ulaştırdı. Kardeşi o anda ders veriyordu.
Dersini yarıda bırakıp süratle İbrâhim Desukî Hazretlerine gitti. Fakat
ağabeyinin, seccade üzerinde Allah Teâlâ’nın rahmetine kavuştuğunu gördü.
Seyyid
İbrahim Burhâneddîn Hazretleri, kıymetli eserler yazmıştır. Bunların en meşhuru
el-Hakâik adlı kitabıdır. Allah Zülcelâl bizleri onun hayrından istifade
edenlerden eylesin.(Amin)[1]
***
Cevahirname’de
Feridüddin Attar, Hz. Pir İbrahim Desûki (kaddese’llâhü sırrahuma’l azîzan) şu
öğüdünü teberrüken aktarıyor.
"Ey
beni izlemekte olan dervişânım;!
Size
sesleniyorum ve söylüyorum!
Herhangi
biri size gelir de tasavvuftan sorarsa ona hemen cevap vermeyin. Hele bu sözden
öte aşmayan dilinizle hiç cevap vermeyiniz. Ta ki sizlere işlerin askı tecelli edinceye
kadar. İçinizden bir kimse dini emirlere tam sadakat gösterir, yaptığı amelde
sadâkati belli olursa, işte o zaman dilinden faydalı şeyler dökülür ki, bu
kelam sadakatinin meyvesidir.
Tasâvvuf
sadece sofi elbisesi giymek değildir. Ancak bu elbise tasâvvuf nişanlarından,
alametlerinden bir tanesidir.
Tasâvvufun
dikkat edilecek tarafı odur ki insan sıfat ve suret bakımından ince ola. Yani
ahlâken zarif ve kibar ola. Özünde her gün birbirinden üstün tecelliye ere ve
terakki kaydede. Sofi bir kimse tasavvufun tam manasını bulduğu vakit letafet
makamına vasıl olmuştur. Hissi olan dış yönü, Allahu Teâlâ'ya yakınlık için
dönmüştür. Bu hali bulan zat artık başka bir âleme geçmiştir, ayrılık
bitmiştir." [2]
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى الذَّاتِ الْمُحَمَّدِيَّةِ. اللَّطِيفَةَ الأَحَدِيَّةِ.
شَمْسِ سَمَاءِ الأَسْرَارِ. وَمَظْهَرِ الأَنْوَارِ. وَمَرْكَزِ مَدَارِ الْجَلاَلِ.
وَقُطْبِ فَلَكِ الْجَمَالِ. اللَّهُمَّ بِسِرِّهِ لَدِيْكَ. وَبِسَيِرِهِ إِلِيْكَ.
آمِنْ خَوْفِي وِأَقِلْ عَثْرَتِي وأَذْهِبْ حُزِنِي وَحِرْصِي وَكُنْ لِي وَخُذْنِي إِلَيْكَ مِنِّي.
وَارْزُقِنِي الْفَنَاءَ عَنِّ. وَلاَ تَجْعَلْنِي مَفْتُوناً بِنَفْسِي. مَحْجُوباً بِحِسِّي.
وَاكْشِفْ لِي عَنْ كَلِّ سِرٍّ مَكْتُومٍ.
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ.
İbrâhim-İ Dessûkî kaddese’llâhü
sırrahu’l azizin salavât-ı için evliyâullah, “Bu salâvâtın faziletini Allah
Teâlâ bilir.” demişlerdir.
Allahümme salli ve
sellim alezzâtîl Muhammedîyyetil latîfetil ehadiyyeti
Ve merkezi medâril celâlî Ve kutbi felekil cemâlî
Allahümme bisirrihi ledeyke
Ve bi seyrihi ileyke âmin havfî ve âkil asreti
vezheb hüznî ve hırsî
Ve kün lî ve hûznî ileyke minnî
Verzuknîl fenâe annî
Vellâ tec'alnî meftunen bi nefsî
Mahcûben bi hissî
Vekşif lî an küllü sirrin mektûmin
Yâ Hayyü Yâ Kayyûm!
"ALLAH'ım!
Sırlar Semasının güneşi, nûrların mazharı,
Celâl Dâiresinin merkezi (dönüm noktası:
akdes noktası),
Cemâl Feleğinin (yörüngesinin) kutbu (devrânda devreden
cismin cihân çarkının aksı) olan;
Ahadiyyet (her hususta mutlak
teklik) lâtifetinin (Ahadiyyetten Ahmedîyyete lütûf edilen incelik ve
hakikatlerin) tecellîgâhı (ilk zuhûr yeri, çoğalma ocağı olan) Zât-ı Muhammedîyyete salât-ü-selâm eyle!
ALLAH'ım!
O'nun Senin yanındaki
sırrı
(teslimiyet) ve Sana olan (istikamet) seyrinin hakkı için; korkumu gider emin kıl (emniyette eyle), (imkanla imtihan seyr-ü-sülûkümde,
teslimiyet ve istikamet tevhidinde) ayak
kaymalarımı (yolda sürçmelerimi, takılıp
düşmelerimi yoldan geri kalmalarımı) azalt,
hüznümü (üzüntümü, kederimi) ve hırsımı (dünyaya
tamahkarlığımı) gider (bertaraf et), benden
yana (lehime) ol;
beni, benden Kendine (Sana) al (çek), beni benden fenâ ile rızıklandır (benlik hastalığımdan kurtar, benliğimin yok olmasına izin,
inâyet ve hidâyet eyle, nefs perestlikten âzâd et!). Beni nefsime meftun kılma (nefsimin
fitnesine düşürme, nefsimin hevâ ve hevesiyle sihirletme, nefsime tüm gönlümü
verip ona vurulan, düşkün ve âşık olan kılma!). Âfâkı (dış dünyayı) tanıdığım
hislerimi (enfüsümü ve özümü tanıdığım
duygularımı) bana (şühûdî tevhid tekemmülüme) hicâb (perde, engel, yol kesici, çeldirici) etme! Bana her türlü, tüm gizli (saklı) sırları aç
(ifrat ve tefritten koru, i'tidal üzere ve hazımlı
kıl, şaşırtma-taşırtma!) YÂ HAYYU YÂ KAYYÛM (celle
celâluhu)!"[3]
Mürşid müctehid değilse, onun müridi iflâh olmaz. Çünkü kendisi
uyursa müridi de uyur, kendisi ibâdet ederse müridi de ibadet eder. İnsanlara
ibâdeti emreder, kendi ibâdeti ise bâtıldır, onları bâtıldan sakındırır,
kendisi bâtıl işlerin peşinden koşar. Böyle yapan bir kimseye gülerler,
sözlerine kulak asmazlar.
İnsanlar kendisine
gelip "Bize nasîhat et, bir-iki misâl ile bizi irşat et"
dediklerinde onlara şöyle derdi:
Kendisi himmete muhtaç bidede
Kendisi himmete muhtaç bidede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede
Mürid, şeyhinin
huzurunda bulunursa onun emri ile konuşmalıdır. Onun izni olmadan aslâ konuşmamalıdır.
Şayet şeyhinin huzurunda bulunmazsa, kalbiyle ondan izin istemelidir. Ancak bu
şekilde vuslat makamına ve Allah'a ulaşılabilir. Şeyh, müridinin bu edeplere
riâyet ettiğini görünce, onu terbiye eder, terbiye suyundan ona kana kana
içirir, ilâhî ve manevî sırlarla kendisini gözetir.
Mürşidine karşı güzel edebe riâyet etmek ne büyük saâdet!
Mürşidine karşı güzel edebe riâyet etmek ne büyük saâdet!
Bu edeplere riâyet
etmemek ne kötü şekâvet!
Allah gizli olarak ibâdet edeni, gizli-açık her şeye muttali kılar.
Kim istikâmet yolunu tutarsa, her çeşit şüpheden ve ihtilafdan kurtulur.
Kim Rabb'inin huzurunda kalbiyle gaybet âlemine dalarsa, gayb âleminde
bulunduğu bu müddet içerisinde mükellef tutulmaz. Şehâdet âlemine çıktığı
zaman, kaçırdığı ibâdetlerini kazâ eder. Bu, mübtedîlerin yani daha işin
başında olanların halidir. Mürşid-i kâmillere gelince, bu hüküm onlar için
geçerli değildir. Onlar, ibâdetlerini edâ etmek için Allah Teâlâ tarafından
serbest bırakılırlar.
Müridlere tavsiye
Müridlere tavsiye
Her kim şeriatla amel eden, hakîkat ehli, temiz, nâmuslu ve şerefli bir
müslüman olmazsa, sulbümden gelen oğlum bile olsa, evlâtlarımdan değildir.
Müridlerimden her kim de şeriata, hakîkate, tarîkate, diyânete, kendini
maddî-manevi günahlardan korumaya, zühde, veraya ve aza kanaate sımsıkı
sarılırsa, en uzak memlekette bile olsa, evlâtlarımdandır. Bir defasında kendisine
"Ne istersin?" diye soruldu,
"Allah Teâlâ ne isterse ben de onu isterim" diye cevap verdi.
Allah'a kulluk eden herkes, gereği gibi bu kulluğun tadını alamaz. Her
hizmet eden de gereği gibi âdâbıyla hizmet edemez. Bundan dolayı çoğu mürid,
gayret etmesine rağmen, bu yolda mesâfe alamadı.
Ey evlatlarım! Size daima Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terketmek zorundasınız.
Ey evlatlarım! Size daima Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terketmek zorundasınız.
Ey alev alev ateşin derilerini yakacağı insanlar!
Ey kendileri için bıçağın bilendiği kimseler!
Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.
Bütün insanlara karşı şefkat ve merhamet
Bir kimse bütün insanları sevmedikçe, onlara karşı şefkatli
davranmadıkça ve onların ayıplarını örtmedikçe kâmil bir insan olamaz. Bunlara
dikkat etmeyen ve kâmil olduğunu iddia eden kimse yalancıdır.
Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın. Çünkü, şeriatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zira bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun, Rabb'inin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.
Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın. Çünkü, şeriatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zira bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun, Rabb'inin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.
İnsanlar kısımlara ayrılırlar:
Yola yeni girmiş olanlar (mübtedî),
Seçkin (hâss) kullar,
Seçilmişlerin seçilmişi olan (havâssulhâs) kullar
Allah'a vâsıl olanlar.
Yüce Allah bazı insanlara, bazıları sebebi ile rahmet eder.
Bu yolda kuvvetli
ile zayıf yarışamaz. Allah'ın veli
kulları bazen yağmur gibidir, bu onların merhametli olduklarını gösterir; bazen
de kılıç gibidir, bu da onların gazap taraflarının olabileceğine işaret eder. Bundan
dolayı bir Allah dostu yüzünüze güldüğü zaman ona karşı saygıyı terk edip şımarmayın,
ciddiyet ve edebinizi muhafaza edin.
Şeriat kök, hakîkat ise onun dalıdır. Şeriat meşru olan bütün ilimleri
içerisinde toplar.
Hakîkat ise gizli ilimleri câmidir. Bütün makamlar şeriat ve hakikatte
gizlidir. Mürid farz, vâcip ve sünneti
edâ edecek kadar ilim öğrenmelidir. Bütün işi fesâhat ve belâgatla uğraşmak
olmamalıdır. Zira bunlar asıl maksada ulaşmaya mani olabilirler. Buna mukabil
mürid, sâlihlerin yollarını araştırmalı, onlara uymalı ve zikre devam
etmelidir. Erkeklerden tam erkekler bulunduğu gibi, yarım ve dörtte bir olan
erkekler de vardır. Yine onlar arasında kemâle ermiş ve Allah'a ulaşmış olanlar
da vardır.
Havâssın yani Allah'ın en seçkin kullarının tevbesi, mâsivâyı gönülden
çıkarmaktır. Havâss olanlar, tevbe ederek terk ettikleri bir davranış ve söze
dönüp bakmazlar. Çünkü onlar, tevbe etmekle içlerine benlik duygusu girmesinden
korkarlar. Yine onlar "ben, ben" demekten son derece
sakınırlar.
Hülâsa onlar bütün hareketlerini kontrol altında bulundururlar. Ey müridim! Himmetini cem et, dikkatini topla. Tarîkatı ancak bu yolla tanıyabilirsin. Hangi makamda bulunursan bulun, önüne bir perde gerilebilir, ancak sen bütün bu perdeleri yırtmalısın. Zira Allah'tan başka her şey boştur.
Hülâsa onlar bütün hareketlerini kontrol altında bulundururlar. Ey müridim! Himmetini cem et, dikkatini topla. Tarîkatı ancak bu yolla tanıyabilirsin. Hangi makamda bulunursan bulun, önüne bir perde gerilebilir, ancak sen bütün bu perdeleri yırtmalısın. Zira Allah'tan başka her şey boştur.
Sen bir kimseden
yüz çevirirsen o da senden yüz çevirir. Eğer Allah'tan yüz çevirirsen, Allah da
senden yüz çevirir.
Ey oğulcuğum! Beni boş şeylerle meşgul etme. Kalıbından kalbine geç. Ona
göre hareket et.
Seher
vakti
Kim seher vakitlerinde
kalkar ve istiğfara devam ederse, Allah ona bütün nur pencerelerini açar,
yakınlık (kurbiyet) âleminden kendisine manevî lezzetler tattırır, kalbinde
mana âlemine ait güneşler ve aylar doğar.
Ey
gönlümün yavrusu! Sana söylediklerimi yap ki, kurtulanlardan olasın.
İsm-i azam
Nice insan vardır ki,
ism-i a'zamı okur da manasını anlamaz. Halbuki Allah dostlarından biri bir
ağaca dokunur da ağaç meyve verirse ancak o ismin hürmetine verir, yalçın kayalardan
su akarsa ancak onun hürmetine akar, vahşî bir hayvan bir Allah dostuna teslim
olursa ancak onun hürmetine olur, bir velî yağmur ister ve yağmur da yağarsa
ancak onun hürmetine yağar.
Bir mürid Allah'tan başka
hatırına gelen her şeyi terketmedikçe, bu yolda mesâfe katedemez.
Ah aradaki perde bir kaldırılsa da a'mâ harf ve zarf olmayan harfi bir okusa, kendisine kapalı olan sırları ve düğmelenmiş düğmeleri bir çözebilse, kilidi bir açabilse!... Şevkim daha ilerisini arzu etse de, istediğim işte bu zâtlardır.
Ah aradaki perde bir kaldırılsa da a'mâ harf ve zarf olmayan harfi bir okusa, kendisine kapalı olan sırları ve düğmelenmiş düğmeleri bir çözebilse, kilidi bir açabilse!... Şevkim daha ilerisini arzu etse de, istediğim işte bu zâtlardır.
Yaptığı iş ve söylediği
söz Allah'ın rızasına uygun olmayan kimseye, tevhid makamı kapalıdır.
Hiçbir velî, makam arzusu dahil, mâsivâyı terketmedikçe Rabb'ine varamaz. Eğer Rabb'in ile birlikte olmak istersen, bütün insanlar için iç âlemini kötü düşünce ve kötü niyetten temizle.
Hiçbir velî, makam arzusu dahil, mâsivâyı terketmedikçe Rabb'ine varamaz. Eğer Rabb'in ile birlikte olmak istersen, bütün insanlar için iç âlemini kötü düşünce ve kötü niyetten temizle.
Azîmet-Ruhsat
Ey oğlum!
Şeytanın ruhsatlarla
ilgili verdiği fetvâlardan ve azîmetle amel ederken seni ruhsatla amel etmeye
sevketmesinden sakın. Çünkü o, ruhsatın meşrû olduğunu fısıldayarak, azgınlığa
ve isyana sevkeder. Özellikle şeytan seni mahzurlu şeyelere soktuktan sonra
şöyle der:
"Bu iş senin için
mukadderdir, sen kim oluyorsun ki, her şey Allah'ın elindedir?". Bu sözlerle Allah'ın yolundan
saptırmak ister. Eğer onun dediklerini yaparsan külliyyen helâk olursun.
Ey oğulcuğum!
Ey oğulcuğum!
Bil ki: Yüce Allah sana
ancak Nebî sallallâhü aleyhi ve selleme tâbi olmanı emretti, dünya ve âhirette
zarar verecek her şeyi yasakladı. Bütün bunlara rağmen neden hâlâ O'na
muhalefet ediyorsun?
İcâzet hakkında
Ey oğulcuğum!
Eğer bir kâğıt parçasından
ibâret olan olan icâzet ile iktifâ ediyorsan, şunu bil ki, senin icâzetin ancak
güzel hâlin ve ihlâsındır. İcâzet almış bir kimse, insanların günahlardan en
çok uzak duranı, en çok namaz kılanı, en oruç tutanı ve Allah'ı en çok zikredeni
olmalıdır. Kul hizmete devam ettiği müddetçe, Rabb'i onu diğer kullarına tercih
eder. İşte hakiki icâzet budur. Eğer şeyhlik iddia eder ve Rabb'ine isyan
edersen, Rabb'in sana şöyle der:
"Yazıklar olsun sana,
hayâ etmiyor musun, nerde kaldı senin bize yakınlık sözün, bizimle birlikte
olabilmek için neden kirli elbiselerini yıkamadın (neden tevbe etmedin)? Ne
kadar da mideni haramla doldurmuş, günah işlemek için adımlar atmışsın, beni
sevenler saf halinde geceleri geçirirken, ne kadar da uyumuşsun, sen ancak bir
iddiacı ve bir yalancısın".
Yolumuzda nefsini meşhur
eden, yolumuzun hakkını yerine getirmeyen ve bizimle alay eden herkesin Allah
hasmıdır.
Kim
bu yolda hâinlik ederse helâk olur. Kim de sözlerimizden ibret almazsa, kervanımızda
yürüyemez, bizi hakkıyle bilemez. Biz, evlâtlarımızdan ancak kâmil Hakk yolcusu
ve iyi huylu olanları severiz. Böyle olan evlâdımıza sır da veririz.
Ey
evlâtlarım!
Allah'ınızı severseniz
yolumuzu kötülemeyin, bu hakîkatlerle oynamayın, hilekârlık yapmayın, hakk ile
bâtılı karıştırmayın, ihlâslı olun ki, kurtulabilesiniz. Sizi sevdikçe ve diğer
insanlardan sizi seçtikçe siz de bizi üzmeyin, yolumuza kötü söz atmayın.
Terbiye ve nasîhat konusunda nasıl size hakkınızı ödüyorsak, siz de dinleyerek
ve öğüt alarak bizim hakkımızı yerine getirin. Ben size ancak Rabb'inizin
emrettiklerini emrediyorum. Bunlar benim değil, Allah'ın emirleridir. Eğer
ahdinizi bozarsanız bilin ki, bu bozduğunuz ahd Allah'ın ahdidir. Bizden sadece
icâzet belgesi alma niyetinde iseniz, bizim size ihtiyacımız yoktur.
İstediğiniz yere gidebilirsiniz.
Karşılıksız irşat
Ey
evlâtlarım! Mallarınıza dokunmama, mîrâsınızı almama, ellerinizde bulunan dünyalık
ile elbisemi kirletmeme konusunda Allah Teâlâ'ya bey'at ettim. Dinleyiniz ve
itaat ediniz. Mallarınız konusunda benden ve cemaatim içerisinde ihlâslı
olanlardan emin olabilirsiniz. Allah'tan, diğer evlâtlarımın da ihlâslı
olmasını istiyorum. Onlar da böyle ihlâslı olurlarsa kardeşlerine şefkatte ve
nasîhatte bulunurlar, mallarına da dokunmazlar.
Her
kim ölümünün itaat üzere olmayacağını ümit ederse helâk olmuştur. Zira bütün
taatlarımız Allah'ın ihsanı cümlesindendir. Bizim ortada hiçbir katkımız
yoktur.
Ey
oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile "ben"
demekten sakın, zira Allah ben iddiasında bulunanları acz içerisinde bırakır.
Benlik davasında isen maddî-manevî derecen düşer, bunu unutma.
Halvet
Bir yolunu bulsaydık, insanların
gözünden kaybolmak için, halvete girerdik. Zira zamanımızda kalpler hasta,
ciğerler parça parçadır. Dedi-kodunun çoğaldığı bu zamanda sığınılacak ve
kaçacak yer lâzımdır. Fakat bu zamanın insanları ile bizi imtihan eden Allah
işlerimizi düzenliyor, sonsuz güç ve kudretiyle yardımını eksik etmiyor.
Her
kim nefsini hesaba çekmekten gâfil olursa telef olur, eğer nefsini hesaba çekmekte
acele etmezse hezimete uğrar.
Allah
Teâlâ bir velî kulunu belâ ile imtihan ederse, onu mânâ erleri derecesine yükseltmek
ister. Eğer Allah dostu sabreder, kızmaz, yumuşak huylu, cömert ve affedici
olursa Allah onu daha yüksek derecelere yükseltir. Bunlara riâyet etmezse onu
bulunduğu yerde bırakır, derecesini yükseltmez.
Kerâmet
Allah Teâlâ'ya âsî olmayan
bir insan kerâmet eseri olarak vahşî hayvanların sırtında gezmeye başlasa, onun
bu hareketi Allah'ın rızasına uygun değildir. Bundan dolayı bu hayvanlar, o
insanı sımsıkı yakalayıp eziyet etmek için, Allah'ın kendilerine kuvvet
vermesini isterler. Bu insan kuşlara ve vahşî hayvanlara uğrasa bu hayvanlar
onu görmekten Allah'a sığınırlar, suya uğrasa su da bu insanın kendisinden
içmesini istemez, hülâsa her şey ondan kaçar, Allah'a iltica eder. Ümmet-i Muhammed’e kılıç çeker ve harbelerinizi
onların kanı ile kirletirseniz, Allah'ın sizin için ekin bitirmesini ve
memelerin süt vermesini nasıl talep edebilirsiniz?
Bir Allah dostu Allah'a
yönelişinde sadâkat üzere devam ederse, artık ona buğz eden sevmeye, onunla
ilişkide bulunmayan kendisini ziyaret etmeye ve ondan hoşlanmayan övmeye
başlar. Ama mücrim ve münâfik hâlâ onu sevmemeye devam eder.
Günlük
dersi terketmek
Bir
mürid bir gün virdini bırakırsa Allah da o gün ona yardımını keser.
Ey evlâtlarım!
Biliniz ki: Yolumuz
hakîkate erme, tasdîk, doğru sözlülük, çalışma, amel, maddî-manevî temizlik,
gözleri haramdan sakınma, eli, edep yerini ve dili koruma yoludur. Her kim
bunlara riâyet etmezse, istese de istemese de yolumuz onu reddeder.
Kur'an'ı
ezberlemek ve hükmü ile amel etmek.
Ey
Kur'an'ı ezberlemiş olan Kur'an hâmili!
Onunla amel etmiyorsan
sırf ezberlemekle sevinme. Zira Allah Teâlâ "Tevrat'ı ezberleyip içindekilerle
amel etmeyenlerin durumu, kitapları yüklenmiş merkeplerin durumu gibidir"
(Cuma, 5) buyurmaktadır. Sen, Kur'an'da bulunan bütün hükümlerle amel etmedikçe
merkep olmaktan kurtulamazsın ve onda bulunan bütün harfler aleyhinde şâhitlik
eder.
Ey evlâtlarım! Bu kadar
aldanma, aldatma, oyun, eğlence, cehâlet, hevâ, iftirâ, cimrilik, sözünde
durmama, yanılgı, unutma, gaflet, hata, günah, yalan, bıkkınlık nedendir? Nice
nasîhatlar dinlersiniz, ibret alıp düzelmezsiniz. Sanki ölüler gibi olmuşsunuz. Eğer Hakk Teâlâ hazretleri
kalplerinizdeki kilidi açsaydı, Kur'an'daki hayret uyandıran hususları, hikmetleri,
manaları ve ilimleri anlar, onun dışındakilerden müstağnî olurdunuz. Çünkü
mevcûdatla ilgili bütün hususlar onda yazılmıştır. Yüce Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
" Biz bu Kitap'ta hiç
bir şeyi eksik bırakmadık"
(En'âm, 38). Allah Teâlâ her kime bu Kitap hakında bir anlayış verirse her
harfin manasını, sebebini, sıfatını da kendisine öğretir. Bu kimse bu harflerle
ulvî ve süflî âlemlere ait bilgilerin yanında Arş, Kürsü, semâ, su, yıldızlar,
hava ve yeryüzü ile ilgili ilimleri de öğrenir. Şeriata
ve Kitab'a tâbi olan kimse eğer emir ve yasaklara vâkıf ise anlayışı da hakîki
olur. O bu hakîki anlayışı ile bütün müşkülleri çözer, bütün rumuzları halleder
ve bütün kapalılıkları açar. Ama onun anlayışı sadece söz ezberlemek ve bazı
zâtların makamını öğrenmekten ibaret ise, bu hakîki anlayış sayılmaz; aksine
hakîki anlayışa ve hakîki ilimleri öğrenmeye perde olur. Bütün işi sadece laf
üretmekten ibaret olan kimse anlayan, amel eden ve irfan lisânı ile konuşan
kimse gibi değildir. Müşâhede makamına ulaşan birçok insan vardır ki,
kendisinden o makamın anlatılması istendiğinde anlatamaz, o ancak yaşanır.
Bütün
bunlardan kastım tüm evlâtlarımın laf üreten değil, tadan ve hakîkatı yaşayan
kimseler olmaları; ilimleri sadırlardan ve satırlardan değil, rabbânî kaynaktan
almalarıdır. Çünkü Allah dostları ancak tattıkları şeyleri söylerler. Onların
kalpleri Allah'ın lütfu ve ihsanı ile doludur. O kalplerden âb-ı hayat
damlaları akar. İşte, Allah dostlarının ilimleri bütün ilimlerin kaynağı olan
ilâhî kaynaktan gelir.
Laf üretene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nidâ idilir: "Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, hâlbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı".
Laf üretene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nidâ idilir: "Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, hâlbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı".
Tasavvuf
konusunda söz söylemek
Ey
evlâtlarım! Size birisi tasavvuf, marifet ve muhabbetten sorarsa, Allah
dostlarınınki gibi işleriniz düzgün olmadıkça ona dilinizle cevap vermeyiniz.
Sizden biriniz dînî emirleri yerine getirip amelde de sâdık olduğu zaman, dili
faydalı şeyler söylemeye başlar. İşte bu onun sadâkatinin bir semeresidir. Kim
özünde ve sözünde dosdoğru ve ihlâslı olduğunu iddia edip de kendisinde edeb ve
tevâzuun semeresi görülmezse yalancıdır, ameli riyâ ve gösteriştir. Onun bu
kötü ameli, kendisi istese de istemese de ancak kibir, ucub, nifak ve kötü
ahlâka sebep olur. Allah Teâlâ muhafaza buyursun.
Tasavvuf sadece yün
giymekten ibaret değildir. Yün, belki tasavvufun alâmetlerinden biridir.
Tasavvufun asıl önemli yönü, tasavvuf ehlinin, tasavvufun ince noktalarına ve
güzelliklerine uymasıdır. Bu da hemen olmaz, tedrîcen olur. Sûfi, tasavvufun
hakîkatına ulaştığı zaman, sert elbise giyemez. Çünkü o, letâfet makamına
ulaşmış, iç âlemine dönmüştür. Onun için ayrılık da bitmiştir.
Mürid ise böyle değildir.
O, nefsini terbiye etmek ve onu Mevlâ'ya boyun eğdirmek için, sert elbise giyebilir,
lâtif olmayan gıdalardan yiyebilir. Böylece mürid yüksek makamlara hazırlık
yapmış olur. Manevî perde inceldikce, elbise de incelmeye başlar.
Allah
dostunda haset, gıybet, isyan, aldatma, kendini beğenme, gösteriş, başkalarının
önünde eğilme, yalan, kibir, ucub, şımarıklık, övünme, boş söz, nefsin gayr-ı
meşrû isteklerine uyma, meclislerde en önde oturma, kendinin de var olduğunu
gösterme, münakaşa, başkalarını imtihan etme, onların noksanlarını söyleme,
sû-i zanda bulunma gibi hususlar bulunmaz. O güzel ve gösterişli elbise giyen
kimseler hakkında kötü zanda bulunmaz, bu yolda hırka giyerek kendini belli
edeni ayıplamaz. Ancak bilerek şeriata muhâlefet edenler olursa onlara karşı
ilgisiz de değildir.
Allah'ın velî kulu mahlûkâtın kendisine hürmet etmesine, ona saygı duymasına, onun için ayağa kalkıp oturmasına, onu kabul veya reddetmesine ve buna benzer zâhirî hallere iltifat etmez. O, yalnız Allah Teâlâ'dan gelecek iltifatı ister.
Allah'ın velî kulu mahlûkâtın kendisine hürmet etmesine, ona saygı duymasına, onun için ayağa kalkıp oturmasına, onu kabul veya reddetmesine ve buna benzer zâhirî hallere iltifat etmez. O, yalnız Allah Teâlâ'dan gelecek iltifatı ister.
Muhabbet
Sen ve ben maddî olarak bir araya gelmekle muhabbet oluşmaz. Muhabbet ancak, ruhlarımızın cesetlerimiz ile tek mizac haline gelip kaynaşmasıyla oluşur. Allah dostlarından hiçbiri bid'at ehli değildir. Onlar edep konusunda sadece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi takip ederler. O da bu edebi Kur'an-ı Kerîm'den almıştır. Bir edep kuralı olarak Kur'an'da şöyle buyrulur:
Sen ve ben maddî olarak bir araya gelmekle muhabbet oluşmaz. Muhabbet ancak, ruhlarımızın cesetlerimiz ile tek mizac haline gelip kaynaşmasıyla oluşur. Allah dostlarından hiçbiri bid'at ehli değildir. Onlar edep konusunda sadece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi takip ederler. O da bu edebi Kur'an-ı Kerîm'den almıştır. Bir edep kuralı olarak Kur'an'da şöyle buyrulur:
"Ey
Mü'minler! Sizin eviniz olmayan evlere izin alıp ev halkına selâm vermeden
girmeyin" (Nûr, 27). İşte Allah dostları bir yere gittikleri
zaman üç defa izin isterler. Şayet kendilerine izin verilirse girerler, aksi
halde dönüp giderler.
Bizden önce gelip geçmiş zâtlar, toplu halde
bulunmanın tehlikelerinden korkarlar ve bundan dolayı uzleti tercih ederlerdi.
Ancak Cuma namazı için dışarı çıkarlardı. Bir de hiçbir riyâ, yersiz münakaşa,
ucub ve aldatmanın bulunmadığı ilim meclislerine katılırlardı. Zamanımızda kötü
hasletlerden sakınan azdır. Sen, Allah Teâlâ'nın vâcip kıldıklarını öğrendikten
sonra yalnızlığı tercih et.
Ey
yavrucuğum!
İnsanların
çoğunun Allah'ın şeriatına zarar verdiği ve hakîki muhabbeti bid'at saydığı bir
asırda bulunuyorsun. Bu insanlar Allah'ın lütuf ve ihsanlarını, mu'cizevî
fiillerini bilmiyor, lütuf ve ihsan kapısının kapandığına inanıyorlar. Kim buna
inanırsa Allah'ın irâdesine karşı çıkmış olur, bundan Allah'a sığınırız. Bundan
dolayı Allah dostlarının böyle kimselerden uzak durması lâzımdır.
Allah dostlarının kıymetini bilememek cehâlet ve basîretsizliktir. Allah'ın sevgili kulları hakkında kötü söz söylenemez. Bir müslümanın onları reddetmesi aslâ düşünülemez.
Allah dostlarının kıymetini bilememek cehâlet ve basîretsizliktir. Allah'ın sevgili kulları hakkında kötü söz söylenemez. Bir müslümanın onları reddetmesi aslâ düşünülemez.
Bir
defasında Cüneyd kaddese’llâhü sırrahu’l azîze şöyle dendi:
"Bazı
evliyâullah vecd hali gösteriyor ve öteye-beriye sallanarak yürüyorlar. Onlar
hakkında ne dersiniz?" Bu soruya o şöyle cevap verdi:
"Onları
kendi haline bırak, Allah ile rahata kuvuşsunlar. Şeriatın açıkça yasakladığı hususlar
hariç onların bu hallerini kınama. Dikkat et! Bu yol onların ciğerlerini
parçalamış, sa'y ve gayret kendilerini yormuş ve birçok zorluklara katlanmışlardır.
İçerisinde bulundukları halleri aşmak için böyle yaparlar. Bunda da bir mahzur
yoktur".
Ey
Kardeşim!
Sen
onların tattıklarını tatsaydın, bağırmalarını ve elbiselerini yırtmalarını
mazur görürdün. Allah'tan dileğim odur ki, bütün evlâtlarımı doğru yola
iletsin. Çünkü o, herşeyi işiten ve dualara karşılık verendir.
Allah dostlarının ahlâkını öğrenmemek mahrumiyete
sebep olur. Onlara karşı edebe riâyet etmemek ise helâke götürür. Allah'ın
rahmet kapısı açıktır ve hiç bir zaman kapanmamıştır. Allah dostları daima
Allah'ın rahmet kapısında durup yalvarırlar.
En
sağlam tefsir selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsirdir. Sağlam olmayan
tefsir de her asırda değişen tefsirdir. Şayet mecbur kalmasaydık ancak selef-i
sâlihînden rivâyet edilen tefsiri naklederdik.
Bir
âyet hakkında kalbimize bir şüphe geldiği zaman, Rabb'imizin kapısına müracaat
eder, ondan izin alır, bu kelâmından muradının ne olduğunu sorar ve bize
bildirdiği kadarıyla konuşuruz.
Sözün
özü şudur: Bize teslimiyet gösterin, kurtulursunuz. Biz ancak Allah'tan
aldığımız ilmi söyleriz. Çünkü ilim O'nundur.
Rubûbiyet
feyzi taştığı zaman kul fazla gayrete ihtiyaç duymaz.
Gayret sarfeden kimse, manevî âleme ait
sayfalardaki ilâhî sırları okumadıkça, eksiktir. Ancak Yüce Allah, bu eksik
kuluna, ilmiyle âmil olmayana vermediği hikmetler verir. İşte Allah dostlarının
arzusu da bundan başka bir şey değildir. Onlar, marifet ilmini elde ettikleri
zaman, zahmet çekmeden onunla her şeyi tanırlar, aradan perde kaldırılır.
Ancak
Allah isterse marifet bilgisini alır. Bundan da Allah'a sığınırız.
Kim fâni dünyada fenâ makamına ererse, bâki âlemde
sonsuza kadar yaşar. Fâni dünyanın Hakk'a vâsıl olmada bir perde olduğu
bilinmelidir. Bâtıl yolda fâni olunmamalıdır. Bazıları fenâ haline Mûsa
aleyhisselâmın Sina dağında fâni oluşunu misal verirler .[5]
Kim
Allah'ın yarattıklarına şefkatli davranmazsa, Allah dostu olamaz. Rivâyete göre
Mûsâ aleyhisselâm koyun güderdi. Fakat koyunlardan hiç birine bir değnek bile
vurmadı, onları aç bırakmadı, eziyet de etmedi. Allah Teâlâ da onu
İsrailoğullarına rasül olarak gönderdi, onunla konuştu. Mûsâ aleyhisselâm
nübüvvetinden sonra da çobanlığa devam etti ve milletini bir çok kötülüklerden
korudu. Başka söze hacet yok; kim Allah'ın yarattıklarını
aziz tutar, onlara şefkatle muamele ederse, Hakk ehlinin ulaştığı derecelere
ulaşır.
Eğer
insanlar tamamıyla kötülüklerden vazgeçseler ve Allah'ın emri altına
girselerdi, şeyhlere ihtiyaç duyulmazdı. Fakat onlar bu yola birçok illet ve
hastalıkla girdiler, manevî bir hekime ihtiyaç duydular.
Bir
kimse huzuruna gelip bu yola girmeye karar verince ona şöyle derdi:
Ey
falan!
Senden,
Allah'ın Kitab'ına, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Sünnet'ine
tabi olmanı, namaz kılmanı, oruç tutmanı, haccetmeni, bütün emirlere uymanı ve
güzel işlere sarılmanı, söz, fiil ve itikat olarak Allah'a itaatla meşgul
olmanı istiyorum.
Ey
oğulcuğum!
Dünyanın
süsüne, bineklerine, giyim-kuşamına ve hazzına bakma. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin ahlâkına tâbi ol. Eğer buna muktedir değilsen mürşidine tabi
ol. Bunu da yapmazsan helâk olursun.
Ey
yavrucuğum!
Bil
ki, tevbe ne kitap sahifelerinde yazıldığı gibidir, ne de amelsiz sözden
ibarettir. Tevbe, ölünceye kadar, yaptıklarını bir daha yapmamaya kesin
azmetmektir. Bundan dolayı ey oğlum! Karanlık gecelerde ayaklarını sağlam yere
bas, boş işlerle uğraştığın halde kendini tarîkat ehli sanma. Bu yol alay etme
ve eğlenme yolu değildir. Unutma ki, alay edenle, alay edilir.
Bir
gün Desukî hazretlerine bir derviş gelir ve kendisine şeyhlik pâyesi
verilmesini ister. Desukî bu zâta bakıp şöyle der:
Ey
oğulcuğum!
Şeyhlik
pâyesi ancak uzun müddet çalışan, bu yolda yorulan, bütün işlerinde ihlâslı
olan, Allah dostlarının işaretlerindeki manaları sezen, onların hallerine ait
haberleri gözeten, yine onların hareketlerinde, duruşlarında, yolculuklarında,
halvet ve celvet hallerinde maksatlarını anlayan kimselere verilir. Eğer sâdık
bir insan isen utanılacak işler yapma, oyun ve eğlence ile meşgul olma, çocuk
gibi davranma.
Kulun
kalpten değil de sadece dil ile tevbe ittim demesi tevbe değildir. Kitap yazmak
ve bilgi toplamakla da tevbe olmaz. Tevbe, kulun bütün kâinattakileri
tevbesinda anması, Mevlâsından başka her şeyi kalbinden çıkarmasıdır. Bu söylenenler
bir Hakk yolcusunda bulunursa, Allah dostlarının ulaştığı makamlara ulaşması
mümkün olur.
Bu
yola yeni girenin gıdası açlık, yağmuru gözyaşı, ihtiyacını arz edeceği yer
Allah Teâlâ'dır. Bu mübtedî zayıflayıncaya kadar oruç tutar, böylelikle kalbine
incelik girer, kalp gözü açılır, kulağındaki manevî ağırlık kalkar. Bundan
sonra o, Kur'an'ı ve onun öğütlerini hem kulak, hem de kalp ile duyar. Buna
mukabil kim boş sözler konuşur, ruhsatların peşinde koşar, haddinden fazla yer,
içer ve uyur ve "bunları yapanı kimse kınayamaz" derse, ondan
hayır gelmez.
Yolumuzda
şiddetli deniz dalgaları, ateş, açlık ve yorgunluk gibi birçok zorluklar bulunmaktadır.
Bu yol, manasız ve maksatsız değildir, Allah'a ulaşma yoludur.
Şunu
söylemek gerekir ki, maalesef evlâtlarımdan bir tanesini bile hakîki manada,
Allah dostlarının izlerini takip ettiğini ve kendilerine sır verilecek kadar
derece katettiklerini göremedim. Bu aldatıcı zamanın şerrinden, bütün güç ve
kuvvet elinde olan Allah'a sığınırım. Allah dostu
heybet bakımından sultan, tevazu ve yumuşaklık bakımından da âciz bir köle
gibidir. İffet, nefsinin arzularını terk, müsamaha, af, cömertlik, kimseyi
minnet altında bırakmama ve buna benzer sebepler açısından sultan gibidir. Hattâ
sultandan daha da heybetlidir. Çünkü Allah dostu olan kimse daima Allah Teâlâ
ile birliktedir, gücünü ve heybetini O'ndan alır. Sultan ise bu makama maddî
gücü ve kuvveti ile gelmiş olabilir, hattâ onun bir bid'atçı olması da
muhtemeldir. En doğrusunu ise Allah bilir. Sultanın makamı ve heybeti
geçicidir. Allah dostunun makamı ise Allah'ın izniyle ebedîdir.
Mürşid, müridin hekimidir. Eğer mürid,
hekimin verdiği reçete ile tedavi olmazsa şifa bulamaz.
Bütün gayretimizi Hakk yoluna sarf
edeli beri, Hakk bizi kendisinden başka her şeyden müstağni kıldı. Biz mel'un
İblis falan tanımayız.
Allah dostunun halveti seccadesi,
celveti ise sırrıdır.
Kur'an okumak isteyen kimse evvelâ
dilini kötü ve çirkin sözlerden temizlemeli, israfa ve savurganlığa kaçmamalı,
helâl yemelidir. Şayet haram yerse Kur'an'a karşı edepsizlik etmiş olur. Güzel
koku sürünmelidir. Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de böyle
yapmıştır. Hatta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, bir şeye dokunduğu
veya bir yerden geçtiği zaman, oradan uzun bir müddet hoş koku yayılırdı.
Gıybet yalancı âbidlerin meyvesi,
fâsıkların ziyafeti, kralların bahçesi, kendini bilmez kadınların otlağı,
müttakîlerin ise çöplüğüdür.
Ey oğulcuğum!
Sözlerimi ancak bizden olan, bizi
seven, yolumuza giren ve bize boyun eğen kimseye aç. Zira ehli olmayana
anlamayacağı bir söz söylenmez.
Yolumuz aşağılık ve perişanlık yolu
değildir. Bilakis hakîkat, sıdk, tasdîk, nefsi öldürme, gayret, azim, huşu,
hudû, hakîkat karşısında boyun eğme, firâset ve ilim yoludur.
Ey evlâtlarım! Şayet verdiğim
öğütlerimi tutar ve işaret ettiklerimi bellerseniz, vereceğim icazetle bazı
sırları çözer, bazı manaları anlarsınız. Bu makamlar size perdeli değildir.
Ancak iş size düşmektedir.
Bir kimse bütün mahlûkâtın eziyetine katlanıp
Allah'ın kulu olan herkese ikram etmedikçe, Allah dostu olamaz. O, kendisine
eziyet edene eziyetle mukabele etmez, kendisini ilgilendirmeyen bir söz
söylemez, bir insanın başına gelen musibete sevinmez, kimsenin gıybetini
yapmaz, harama yaklaşmaz, şüpheli şeylerden kaçınır, bir belâya uğrarsa
sabreder, intikama gücü yettiği halde bağışlar. Onun gözleri harama kapalıdır.
Yeryüzünü maddî varlığı, gökyüzünü de manevî varlığı ile imar eder.
Bu yol öfkeyi yenme, tasadduk, din
kardeşini kendine tercih etme (îsâr), af, müsamaha, aleyhinde konuşana
tahammül yoludur.
Ey Allah'ım!
Bu devirde ancak senin yardımını
isterim. Allah'a yemin ederim ki, ömrüm olsaydı dağların gizli yerlerinde ve
yalnız vadilerde yaşardım. Çünkü artık bu cemiyette yaşamak zorlaşmıştır.
Zira bu zamanda kalpler itaattan çıkmış, haller kötüleşmiş, şehevî duygular
artmıştır. İnsanlar bütün işlerde doğruyu terk etmiştir. Manevî yönden zayıf
bir kimse bu insanlar arasında nefsini nasıl muhafaza edebilir!?
Nasıl aşkını koruyabilir!?
Gözlerini haramdan nasıl sakınabilir!?
Onlardan gelecek olan her çeşit fitne,
şehvet ve eziyete nasıl sabredebilir!?
Şunu bilin ki, bunlara ancak Allah'ın
özü-sözü doğru sâlih kulları muktedir olur, başkası değil.
Nice insan vardır ki suyun
içerisindedir ama susuzdur. Bununla şunu söylemek istiyorum: Bir insan sırf
Allah için değil de bir ihtiyacından dolayı Mevlâ'ya kulluk ederse bu doğru bir
kulluk değildir. İhlâs lâzımdır, ihlâsa sarılın ki, susuzluğunuzu
giderebilesiniz.
Hakk yoluna ancak nefsi öldürmekle
nail olunur.
Ey evlâtlarım!
Sizden birisi ganimetlerin dağıtıldığı,
hazinelerin açıldığı, ilimlerin neşredildiği, işaretlerin çözüldüğü, Hayy ve
Kayyûm olan Allah'ın tecellî ettiği seher vaktinde uyuduğu halde bu yolun
müridi olduğunu nasıl iddia edebilir? Sizler bu yalan davadan utanmıyor
musunuz?.
Gayretleriniz ölmüş ve enerjinizi boş
şeylere harcıyorsunuz. Allah bütün evlâtlarıma felah yolunu göstersin.
Amin.
Zühd, kulun bütün işleri terk etmesi
değildir. Zühd, kulun işini ve sanatını icra ederken kalbini onlardan uzak
tutması, o işle kalbi arasına perde çekmesi, daima zikir ve tefekkür içerisinde
olması, Allah'ın sanatındaki harikaları görmesi, cihâd etmesi ve rabıtalı
bulunması demektir.
Ey gönlümün yavruları!
Allah'a yemin ederim ki, sizden kim
sadâkat sahibi olur ve ihlâsa sarılırsa dokunduğu her şeyden hikmet fışkırır ve
bu dünyada büyük manevi zevklere erer.
Ey evlâtlarım! Bu dünya, tedbir ve
temkin ehli olan Allah dostlarının gözünde boş bir kap gibidir.
Tedbir ve temkin ehli Allah
dostlarından bir kısmı kutuplara[6] gider,
bir kısım kutuplar da kendilerine gelir.
Evlâtlarım arasında sevdiklerim her an
bir derece yükselenlerdir. Böyle evlâtlarımızı gördüğümüzde gözlerimiz
nurlanır. İşte onlardan istifâde de edilir.
Ey oğulcuğum! Duanın kabul olmasını
istersen insanların aleyhinde konuşmaktan dilini koru ve şüpheli şeylerden
sakın.
Oğulcuğum!
Eğer sözlerimden şüphe edersen, sana
söylediklerimi yap, bunları nefsinde tecrübe et, sözümün doğru olduğunu
göreceksin.
Bu yolda sebat etmek isteyene o
lütfedilir, kim de itaat ederse itaat edilir. Eğer sen Allah'a itaat edersen
su, ateş, hava, yer, insanlar ve cinler de sana itaat eder.
Şeyhin izni olmaksızın halvet fayda
vermez. Eğer şeyh izin vermeden halvete girilirse zararı faydasından çok olur.
Şeriatı iyice öğrenip yaşamadıkça onu
başkalarına anlatmaya hakkın yoktur.
İnsanın cesedi üç kısımdan
müteşekkildir: Kalp, lisân ve uzuvlar. Lisân ve uzuvlar üzerine melekler
vazifelendirilmiştir. Kalbin idaresi ise Allah'a aittir.
Bir defasında Desukî hazretlerine
birisi geldi ve kendisine hakîkat yolunu göstermesini istedi. Desukî hazretleri
ona şöyle nasihatta bulundu:
Oğulcuğum!
Evvelâ Allah'ın Kitab'ına ve
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Sünnet'ine sarıl. Onun Sünnetinden
herkes razıdır, o parlak ve açıktır, onun nuru karanlıkları aydınlatmış, Mekke,
Medine, Şam, Mısır, Irak, Yemen, Doğu, Batı ve bütün ufukları nura
garketmiştir. İşte sen bunlarla amel ettiğin zaman hakîkata ulaşır ve bazı
sırlara vâkıf olursun.
Kardeşim!
Sana söylediklerimi yavaş yavaş,
tedrîcen yapmaya bak. Eğer sadâkat gösterirsen Allah seni bütün serlerden
korur.
Ehlüllah ilminden daha temiz, daha
nurlu ve daha faydalı bir ilim yoktur. Onların amelinden bir zerre, başkalarının
dağlar kadar ameline tercih edilir. Çünkü onların ameli sırf Allah rızası
içindir, onlar hem kalpleri, hem de bedenleri ile amel ederler. Hâlbuki diğer
insanlar sadece bedenleri ile amel ederler. Bundan dolayı da ancak ucub ve kibirleri
artar.
Ey oğlum! Eğer namazda tam bir huşu
içerisinde olabilseydin aklını kaybeder, bir sûre bile okuyamazdın. Çünkü Mûsâ
aleyhisselâm Allah kendisine tecellî ettiği zaman kafası koparılmış kuş gibi
yerde çırpınmaya başladı. Hâlbuki bu tecellî bir iğne deliğinin doksan dokuz
cüz'ünden sadece bir cüz'ü kadardı. İşte bu tecellî her namaz kılan için her vakit
vâkî olur. Ancak Mûsâ aleyhisselâm gibi tam bir huşu içerisinde olmak gerekir.
Şeriat ehli kimselerden bazıları fahiş
hatalardan, tarîkat ehli kimselerden bazıları da kötü ahlâk yüzünden
namazlarını zayi ederler. Bir kimsenin içinde kin, haset, sû-i zan, dünyaya
karşı muhabbet bulunursa namazı noksandır. Çünkü bu kötü huylar, namazda
Allah'ın azametini görmeye engeldir. Kimin kalbinde Allah'ın azametini görmeye
mâni bir perde bulunursa onun namazı tam bir namaz değildir. Çünkü namaz,
Allah Teâlâ'ya kavuşmaktır, bir sıladır.
Ey gönlümün
yavrusu! Sadece laf üreten, faydalı iş yapmayan, işi-gücü cedel olan kimselerle
muaşeretten sakın, onlardan hiçbirini dost edinme. Ancak şeriat ve hakîkatı yaşayan kimse ile otur
kalk. Çünkü o, seyr-i sülûkünde sana yardımcı olur.
muaşeretten sakın, onlardan hiçbirini dost edinme. Ancak şeriat ve hakîkatı yaşayan kimse ile otur
kalk. Çünkü o, seyr-i sülûkünde sana yardımcı olur.
Eğer hakîki evlâdım olmakta ve bana
uymakta sâdık isen, rızkı yalnız Allah'tan iste, kalbini kendine nasihatçı
kıl, çok amel et, bir kimseden bir lira bile isteme. Çünkü bu, benim yolumdur.
Kim beni severse, benimle birlikte bu yola devam eder.
Gerçek Allah dostu odur ki, yemez
yedirir, almaz verir, dünyanın geçici nimetlerine göz dikmez.
Bu yolda rüşvet haramdır. Sizin
şeyhiniz, hiçbir kimseden bir lira almamaya Allah'a söz verdi.
Bunları size başka bir gaye için
değil, sadece Allah rızası için tavsiye ediyorum. Dava, nasihat mukabili olarak
ihvanın aklına gelebilecek minnet borcunu ortadan kaldırmaktır. Nasihatta
karşılık yoktur.
Ey evlâtlarım!
Bilin ki: Kim benim yolumda nefsine ve
hevâsına uygun düşeni alırsa şeyhinin yolundan çıkmış olur.
Evlâtlarım!
Dünya kirleri kalpleri karartır, matlûba
ulaşmayı engeller, günahlara sebep olur. Bu yolda başkasından bir lira bile
alınmasını istemiyorum. Kim dünyalık için Allah dostlarından kendilerine
hırka giydirmesini isterse Allah ona gazabeder. Bu kimse gitse, kendisi ve aile
efradı için bir meslek edinse ve böylece rızkını temin etse daha hayırlı bir
iş yapmış olur. Yolumuz tahkik, tasdîk, inceliklere ve ayrıntılara dikkat
yoludur. Yolumuzu dünyalığa alet ederek geçinmek isteyen, yolumuza zarar veren,
dini dünya ile değiştiren, benim ve arkadaşlarımın yoluna muhalefet eden
kimselerden ben uzağım. Onlar da benden uzaktırlar.
Allah'ım! Eğer arkadaşlarım benden
sonra yolumuza muhalif davranırlarsa, onları bu hatalarından dolayı helak
etme. Âmin.
Allah Teâlâ, iç âlemine ait sırrını
satan ve onunla hayatını idâme ettiren kimseyi sevmez.
Ey oğulcuğum!
Senin daima ibâdet ve itaat ehli, huşu
ve hudû sahibi, zorluk ve tehlikelere tahammül edici ve ilâhî aşkla dolu
olmanı istiyorum. Bil ki, kim hakîki olarak Mevlâ'sını severse hanımına,
çocuğuna, kardeşine, arkadaşına, dünyalık bir makama, kısaca Allah'tan başka
hiçbir şeye haddinden fazla iltifat etmez.
Ey oğulcuğum!
Bana olan ahdini sağlam tutarsan,
sana çok yakın olduğumu bil. Öyle ki, bana verdiğin sözü tutarsan, daima senin
zihninde, kulağında, gözünde, bütün zahirî ve bâtınî hislerinde olurum. Buna
karşılık bana olan ahdini sağlam tutmazsan benden uzak olduğunu unutma.
Allah'ın kullarından hiçbirisinin oyun
ve eğlence ile vakit kaybetmesine razı olamam. Hele hele evlâtlarımdan
hiçbirisinin böyle yapmasına rızam yoktur.
Ey yavrucuğum!
Sana olan vasiyetimi kabul edip
mucibince amel eder, arzu ederek Hakk yolunda çalışır ve daima Allah'ın seni
murâkebe ettiğini düşünürsen, şeyhin batı'da sen doğuda bile olsan onun sözünü
duyabilirsin. Eğer iç âleminde bir müşkülün olursa, istiharede bulunursan,
birisi sana zarar vermeye niyet ederse veya buna benzer durumlarla
karşılaşırsan şeyhini karşında görürsün. İşte o zaman şeyhine teveccüh et, iç
âlemini saflaştır, baş gözünü kapa, kalp gözünü aç. Bu halde şeyhini görür,
bütün işlerinde ona danışır, ihtiyacını ona arzedersin. Her ne derse kabul et
ve ona sımsıkı yapış.
Ey oğulcuğum!
Bütün sene oruç tutsan, bütün geceleri
ihya etsen, temiz bir manevî âlemin ve hâlis işlerin olsa da bunlara güvenme ve
bunları ötede-beride söyleme. Eğer bunlara güvenir ve söylersen âsi ve müflis
bir insan olursun. Sakın nefsin seni aldatmasın. Nice dervişler nefsine uyup
helak oldu. Eğer evlâtlarımdan olmak istersen daima ibâdetle meşgul ol, cihâd
et, doğru yoldan sapma, bu yoldan yüz çevirme, ibâdeti terk hususunda nefsine
fırsat verme. Nefis "yorulur ve bıkarsın, sonra da hiç ibâdet
edemezsin" diye sana telkinde bulunur, sakın buna kanma. Zira
Allah seni görmektedir. İşte nefsin vazifesi daima insanı şüphelere, karışıklıklara
düşürmektir, aldanma.
Allah dostlarının elbisesini, yürüyüşünü
ve zahiri hallerini taklit etmek fayda vermez. Onların iç âlemini anlamak ve
yaşamak gerekir. Onlar bu iç âlemleri yüzünden Allah dostluğu makamına ulaştılar.
Onlar gibi cübbe giyen, kendisine icazet yazılıp verilen hiç kimsenin bu
makama ulaştığını görmedim. Bilakis bunlar müridin seyr ü sülûkünü engeller,
istikâmet ve istikrarı bozar.
Ey yavrularım!
Gıybet etmek istediğinizde
anne-babanızın gıybetini edin. Çünkü onlar sizin iyiliklerinize başkalarından
daha çok lâyıktırlar.
Ey evlâtlarım! Allah Teâlâ bir gün ve
gecede kullarının kalplerine yetmiş iki defa nazar eder. Bundan dolayı siz,
Rabb'inizin nazargâhı olan kalplerinizi temiz ve pâk tutun; güzel, parlak,
nurlu, sâdık ve hâlis kılın ki, Hakk'ın yakınlığına erebilesiniz. Şunu bilin
ki, bir kandil şeffaf olmazsa, onda yanan fitilin ışığı dışarı vurmaz.
Ey oğulcuğum!
MANEVÎ ÂLEMİNİ İBÂDET VE İTAATLA
SÜSLE. EĞER BÖYLE YAPARSAN TEVRAT DERSİN, İNCİL ANLAYIŞIN, ZEBUR ZİKRİN, KUR'AN
HAKK'I BATILDAN AYIRMA KILAVUZUN OLUR. Sen huzurunu artırmakla ve Rabb'inin murakabesiyle meşgul ol,
dedikoduyu bırak, vaktini ve nefesini boşa harcayan kimseye iltifat etme. Zira
onunla sohbet etmek helakine sebep olabilir.
Oğulcuğum!
Niyet ve amelini tashih eyle, hayal
ve vehimleri terk et, hakîkat deryasına dal, işlerini Allah'a ısmarla, O'na
uy, şeyhinin talimatlarını gözet, elindeki asayı at, ruhundan gelen sese
ku-.lak ver, sâlih amel etmeye bak. Bunlara dikkat edersen gizli hakîkatler
açılmaya başlar. Unutma ki, nefsini tanıyan Rabb'ini tanır.
Bir Allah dostu şeriatın aslına göre
amel ederse onun nefsi rûhânî, nûranî ve latif bir hal alır. "Şeriatın
aslına göre" sözümüzden maksadımız
"Ey iman edenler! Rükû edin,
secdeye varın, kulluk yapın, hayır işleyin ki felaha eresiniz" (Hacc, 77) mealindeki
âyettir.
Müridin bütün uzuvlarını gafletten ve
her çeşit günahtan temizlemesi, daima zikre devam etmesi gerekir. Zira iyi
kimselerin iyilikleri, Allah'a yaklaşmış kimselerin kötülüğü gibidir (hasenâtü'l-ebrâr,
seyyiâtü'l-mukarrabîn).
Kur'an'ı ezberleyen kimseye haram söz,
haram lokma, erkek veya kadın bir mü'minin namusuna dil uzatmak yakışmaz.
Çünkü Allah Teâlâ "O namuslu, bir şeyden habersiz mü'min kadınlara
zina iftirası atanlar, dünyada ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük
bir azap vardır" (Nur,23)
buyurmaktadır.
Ağzını gıybet, söz taşıma, iftira gibi
şeylerle kirlettiği halde Kur'an okuyan bir insanın durumu, Kur'an'ı pisliğe
atmış kimsenin durumu gibidir. Böyle yapan birinin bazı âlimler küfrüne kâil olmuşlardır.
Ey yavrularım! Gizli işlediğiniz günah
sizi sevindirmesin. Çünkü Allah, gizli tuttuğunuz bütün günahları açığa
vuracaktır. O gün size açıktan ve sert olarak şöyle nida edilir:
Falan kimse şunları şunları işledi,
işlediği bu günahları insanlardan gizliyordu, ancak Allah'tan gizleyemez; falan
kimse bütün haramları, günahları ve çirkinlikleri işliyor ve bu işlediklerini
insanlardan saklıyor, halini düzgün gösteriyordu, ancak Allah'tan gizleyemez;
falan kimse de kadınlara bakıyor ve bu bakışının ani bir bakış olduğunu iddia
ediyordu, hâlbuki tıpkı bir hırsız gibi gözünü o tarafa çevirip tekrar
bakıyordu.
İşte bu şekilde günahlar ortaya
dökülür. Bundan dolayı günahın hem açığından hem gizlisinden sakınmak
gerekir.
Yazıklar olsun o kimselere ki,
kendisini Allah dostu olarak gösterir, zahirde onları taklit eder, fakat
onların yoluna uymaz.
Ey evlâtlarım!
Bu sözlerim edep sahibi olmak isteyen
herkes için bir öğüt, hatırlatma, uyarı ve teşviktir.
Ey yavrularım!
Şeyhinizden başkasını kendinize dost
bilmeyiniz, onun cefasına sabredin. Belki de o, sizi imtihan etmek istemiştir.
Eğer sizi imtihan ederse, bunda sizin için ancak hayır murad etmiştir. Eğer
şeyhin sırlarına ve manevî tecellîlerine muttali olursanız, bilin ki o, bununla
sizi muhabbetullaha yükseltmek istemiştir.
Kim kalbinde şeyhine karşı muhabbet
beslerse, Allah onu manevî derecelere yükseltir. Yalnız şunu unutmamak
gerekir: Şayet şeyh müridlerini Allah'a yaklaştırmada merdiven vazifesi
görmeseydi, içinde kendisinden başka muhabbet bulunan bütün kalplere Allah
gazab ederdi. Çünkü Allah bu hususta Gayur yani çok kıskançtır, bütün
muhabbetlerin ancak kendisine yönelmesini ister.
Ey gönlümün yavruları! Herkesin
birbirine minnet edeceği Kıyamet gününde "Ey mutmeinne makamına ulaşmış
nefis" hitabına mazhar olmak istiyorsanız yemeğiniz zikir, sözünüz
fikir, halvetiniz ise daima Allah ile olsun. Böyle olursanız ne bir azap
korkusu çeker, ne de bir sevaba muhtaç olursunuz.
Unutmayın, herkesin bir muallime
ihtiyacı vardır.
Biz, daima Allah'tan gelecek feyzi
bekliyoruz. Bundan başka da bir yol tanımıyoruz. Bu yolda ilim ya kitaplardan
öğrenilir, ya da Allah tarafından vehbî olarak verilir.
Daima murakabe halinde olan, rızık
kazanmak için yeterli zaman bile bulamaz.
Her kim muhabbet ehli olduğunu iddia
eder de bu muhabbeti kendisini fena makamına yükseltmezse, muhabbeti noksan
demektir.
İlhamla bir söz söylendiğinde marifet
güneşleri doğar, karanlık gecede ay tecellî eder.
Allah dostları zahiren anlaşılmazlar, onların
iç âlemleri pek berraktır. Onlar gecenin bir kısmını ibâdetle geçirir, seher
vakti olduğunda istiğfarlar. Bu esnada bir münâdî:
"Ey bütün geceyi uyuyarak
geçirenler! Siz kaybettiniz" diye nida eder.
Kim çirkin tavırlarını değiştirmez,
nefsini tezkiye etmez, benliğini aşarak yalnız Hakk Teâlâ ile olmazsa Kıyamet
günü Allah'ı kendine yardımcı göremez.
Size elimden geldiği kadar nasihat
ettim. Tâbi olursanız, kurtulursunuz.
Ey oğulcuğum!
Temiz, zarif ve mütevazi elbise giy.
Dervişlik ne güzel elbise giymekte, ne köşklerde oturmakta, ne de tekkelerde
yaşamaktadır. Asıl dervişlik bütün kalbinle ihlâslı olman, azminde sadâkat
göstermen ve imanını kuvvetlendirmende. Bütün amelin ihlâsla olursa faydalı ve
kârlı bir iş yapmış olursun. Böylece kalbin nurlanır, kötülükler yok olur,
kalp Allah korkusu ve sevgisi ile dolar. İnsan bu mertebeye çıkınca ne ince
ne de kalın elbiseye ihtiyaç kalmaz. Çünkü bir insanın kalbinde ilâhî nur
kuvvetlenince, sahibi ince elbiseyi bile taşıyamayacak hale gelir.[7]
Kalbinde aşk ateşi yanan kimse eğer
elbisesini yırtar, bağırır, nara atarsa kınanmamalıdır. Hattâ çilelerini
(erbainlerini) tamamladıkları sırada böyle kimselerin üzerine su dökülse ancak
ateşlerini artırır. Bu halde onların midesine inen yiyecek ve su sanki ateş
olur, yanmaya başlar.
Evlatlarım!
Bütün Allah dostları bana göre
kaptandır. Siz de onları öyle kabul edin. Sakın onların hallerini kınamayın.
Hakk Teâlâ katında seçkin bir yeri olan Allah dostları kalplerini zaviye,
takvalarını da elbise yapmışlardır. Kerameti önemsememiş, keramet gösterenlere
rıza göstermemişlerdir. Keramet göstermekten çekinmelerinin sebebi, kerametin
amelin bir semeresi olmasıdır. Amelin bir semeresi olan keramet riyâ
olacağından gösterilmesi yasaktır. Bundan dolayı Allah dostları havada uçmaz,
suda yürümez, vahşî hayvanların emirlerine râm olmasını istemez, ayaklarını
yere vurarak su fışkırtmaz, cüzzamlı ve abraslı hastaya dokunup iyileştirmezler.
Hülâsa onlar dünyayı iyi değerlendirerek ecirlerini tam olarak alırlar. Allah
cümlesinden razı olsun.
Bu haller kendilerinde görülenler ise,
içerisinde bulundukları hali aşmak isteyenler, yanıp tutuşanlar ve
meczuplardır.
Ey evlâtlarım!
Her an ömrünüz azalıyor, eceliniz
yaklaşıyor. Dünya dürülecek, altı üstüne gelecek. Kurtuluş, amel defterini
sâlih amel ve ahlâkla kapatan içindir. Amel defterini günah ve hatalarla
kapatan ise, hüsrana uğrar.
Evlâtlarım!
Siz kendinizi insanların yere yayıldığı,
dağların parça parça olduğu ve kayaların ufalandığı Kıyamet gününde kabul
ederek, sâlih amel işlemekte acele edin. Aşırı da gitmeyin.
Bu söylediklerimi yapmazsanız pişman
olursunuz. Benim size vasiyetim ve hediyem budur.
Düsûkî hazretleri burada "ebrarın
iyilikleri, mukarrabinin kötülükleri gibidir" sözünü açıklayarak
şöyle der:
Mukarreb olan Allah dostu, hatırına gelenleri ve bütün anlarını kontrol
altında tutar, bunları ihmal etmeyi zelle (küçük günah) kabul eder. Ayrıca o
nefsin arzularına gem vurur, nefesinin çıkışını murakebe eder, günahkâr bir
insanın günahından korktuğu gibi iyiliklerinin kabul edilmeyeceğinden korkar.
Ebrar olanlar ise bunlara muktedir değildirler.
Mukarreb bir Allah dostu cezbe halinde
ah, of demez, ellerini çarpmaz, bağırmaz, elbisesini yırtmaz, başını taşlara
vurmaz, havada uçmaz, suda yürümez, şaşkın şaşkın dolaşmaz. Bu haller onlarda
görülmeyince, bazı ehl-i tarik onların iyiliklerini kötülük sanmışlardır.
Hâlbuki mukarreblerin kötülük zannedilen halleri sırf iyiliktir.
Sizden birisi çirkin işler yaptığı,
miskin, rüşvetçi, faizci, zâlim ve onlara yardımcı olanların yemeğini yediği
halde nasıl sâlihlerden olduğunu iddia edebilir?
O kimse yalan söylediği, gıybet ettiği, insanlara
ve namuslarına dil uzattığı halde nasıl sâlihlerden olduğunu söyleyebilir?
Yasakları işlediği halde sâdık, velî,
kendini günahlardan arıtmış, Allah'ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olarak
yazılmayı nasıl talep edebilir?
Vallahi, eğer bir kimse bu
saydıklarımı işleyip de tevbe etmezse yolumuzda değildir. O, başkasının tevbe
etmesine de vesile olamaz.
Ey evlâdım!
Kur'an'ın sırlarını anlamak istersen
nefsini öldür, onu ayaklarının altına at, boş söz etmeyi bırak, yararlı iş yap,
yanağını yere koy ve topraktan geldiğini düşün, günahının çokluğundan ve
Kıyamet günü yüzüne çarpılmasından kork, amelinin kabul edilip edilmeyeceğini
iyi hesap et. Eğer böyle yaparsan Rabb'inin kelâmının manalarını
anlayabilirsin. Böyle yapmazsan bu kapı sana kapalıdır.
Yemin ederim ki, insanlar ve cinler
bir araya gelse Kur'an'ın bir harfini bile tefsir edemezler, buna güçleri
yetmez. Çünkü her harfin özel manası vardır. Bütün mahlûkât sadece "bâ"
harfinin manasını akıllarıyla anlamak için bir araya gelseler, âciz
kalırlar. Hiç kimseye şu veya bu şekilde kendiliğinden bir ilim verilmemiştir.
Şayet Allah Teâlâ kulunu öğretmemiş olsaydı, o her bakımdan câhil kalırdı.
Kim Allah dostlarının tattıklarını
tatmadı, onların gördüklerini görmedi ise, Hakk'ı kabul etmenin, sahili
olmayan denize benzeyen manevî âlemin, tohum içinde gizlenen sırrın, sadece bir
"nûn" harfinin veya insanlardan saklı manaların
hakikatine vâkıf olmaz. Ama Allah kuluna bunların ilmini ihsan ederse bilir,
buna bir mani yoktur.
Allah dostlarının tattığı manevî zevki
kalbinde günah, nefse ait arzular, şeytanî işler, kibir vs. bulunan kimse
tadamaz.
Nice ilim vardır ki, onu anlamayan
kimse dinler de kıymetini bilmez. Bundan dolayı, ulemadan, ilmi ancak akıllı
ve anlayışlı kimselere anlatmaları hususunda söz alınmıştır.
Ulemanın aklın kalpte olduğuna dair
görüşü doğrudur. Çünkü bu konuda "Dikkat edin kalpte bir et parçası
vardır, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur, o bozulursa bütün vücut
bozulur, dikkat edin işte o kalptir"5 hadis-i
şerifi vardır. Yalnız, aklın mahiyeti hakkında düşünüldüğünde şu sonuç çıkar:
Baş; dünya, kalp ise âhiret işlerini tanzim eder.
Netîce olarak, mücâhede eden müşahede
eder, işi gücü yatıp uyumak olan yolda kalır.
Bu yolda kimse yaşının büyüklüğü ve
önce intisap etmesi yüzünden ileri gidemez. Bu yolda ilerleme, ancak gönül
gözünün açılması ile mümkün olur. Şu da unutulmamalı: Sizden kimin gönül gözü
açılırsa, sakın kendini beğenip böbürlenmesin.
Ey evlâdım!
İblis, Âdem aleyhisselâmdan daha
hayırlı olduğunu iddia edince Allah Teâlâ ona lanet etmiş ve rahmetinden
kovmuştur, unutma.
Kur'an hafızı olan kimse haram gıda
yememeli, haram elbise giymemelidir. Eğer böyle yaparsa, hafızasındaki Kur'an
ona lanet okur ve şöyle der:
"Kim Allah'ın kelâmına saygı
göstermez ve onunla amel etmezse Allah'ın laneti onun üzerine olsun".
Kim evlâdım olmak istiyorsa nefsini
şeriat kabında hapsedip üzerine hakikat mührünü vursun, mücâhede kılıcıyla onu
öldürüp isteklerine mâni olsun.
Kim yaptığı ameli kendine mal eder ve
onunla övünürse Rabb'inin gözünden düşer, yardımından mahrum kalır.
Arif olan iyiliklerini bile günah
telakki eder. Şayet Allah onu kusurlarıyla muaheze ederse bunu da adalet sayar.
Ey evlâtlarım! İlim talep edin.
Durmadan çalışın, usanmayın. Zira Allah Teâlâ Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme
"De ki: Ey Rabb'im, ilmimi
artır" (Tâhâ,
114).buyurmuştur. Biz ilme ondan daha çok muhtacız. Çünkü biz ilim fakiriyiz ve
âhir zamanda bulunuyoruz. Ziyadesiyle ilim istemek sadece edep içindir. "İlmimi
artır" mealindeki âyetin tefsiri:
"Edebinin artması için
ziyadesiyle ilim talep et" şeklindedir. Şu da bir hakikattir ki, ne kadar ilim olursa olsun
insanlar Allah'ı hakkıyla takdir edemezler.
Allah Teâlâ’m büyüklerimizin
şefaatından bizleri mahrum bırakma.
Amin
[1] Bu kısım
DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU tarafından yazılmıştır.
[2]
(Cevahirname: Öğütler/ FERİDÜDDİN ATTAR (K.S.)
[4] Öğütler
kısmı (M. ERDOĞAN BAŞ, “İbrâhim Düsûkî'den Öğütler”, İstanbul, Erkam Yayınları,
2002)
[5] Kur'an'da
(A'râf, 143) Allah Teâlâ'nın dağa tecellisinden ve bu tecelli karşısında Mûsâ
(a.s.)'ın bayılmasından bahsedilmektedir.
[7] İmam Şârânî
kaddese’llâhü sırrahu’l azîz, böyle kimselerin meczûb olduklarını ve böyle
hallerin iç âlemi farklı zâtlarda görüldüğünü bildirmektedir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar