Print Friendly and PDF

İBRAHİM DESUKİ (Düsûkî-Dussûki-Dessûki) HAZRETLERİ kaddese’llâhü sırrahu’l azîz




Mısır’da yaşamış büyük İslam âlimlerinden ve mutasavvıflardandır. Ömrünü İslam’a ve imana hizmete adamıştır. Şeriata bağlılığını, yaşantısıyla birleştirmiş ve ispat etmiş bir şahsiyet olarak dikkat çekmiştir.
Kaynaklarda adı İbrahim bin Abdülaziz ed-Desukî olarak geçmektedir. Künyesi, Burhaneddin İbrahim bin Ebi’l-Mecd Abdülaziz ed-Desukî şeklindedir.
Desukî Hazretleri, 1235 yılında, Nil nehrinin batısında bulunan Desuk Köyünde doğdu. Doğum yeri olarak Markus adı da geçmektedir. Dindar bir ailenin evladı olarak dünyaya geldi. Babası Abdülaziz, Rifai tarikatına mensup olup aynı zamanda şeyhin halifesi konumunda bulunuyordu. Hazret, doğduğu köye nispetle Desukî lakabıyla anıldı. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran anlamına gelen Burhanneddin ünvanı da kendisine verildi. Şeceresi, Hazreti Hüseyin aleyhisselâma kadar dayandırıldığından, ayrıca Seyyid olarak kabul gördü.
Çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Müntesipleri ile arasındaki samimi bağ dikkat çekmiş ve insanların takdirini toplamıştır. Özellikle, Mısır ve Sudan’da çok sayıda müntesibi olmuş ve kendilerine rehber edinmişlerdir.
İbrahim Desukî Hazretleri, eğitim ve öğrenimine Desuk’ta başladı. Küçük yaşta Kur’anı Azimüşşanı ezberledi. Şafii fıkhı üzerine eğitim gördü. Babasının mensubiyeti itibariyle kendisi de Rufaî tarikatına dâhil oldu. Ayrıca, diğer tarikatlarla da yakın münasebet kurup bunlardan istifade etme yoluna gitti. Necmüddin Mahmud İsfehanî, Ebü’l Hasanı Şazelî ve Abdüsselam bin Meşiş (kaddese’llâhü sırrahumü’l azîzan) gibi âlimlerden ders aldı.
Aldığı eğitim, yetişme tarzı ve önemli bir şahsiyet olarak tanındıktan sonra, tasavvufa mensup kişiler tarafından dört büyük kutuptan biri olarak kabul edildi.
(Büyük Kutup olarak kabul edilen diğer şahsiyetler; Abdülkadir-i Geylani, Ahmed Rifaî ve Ahmed Bedevî hazretleridir. (kaddese’llâhü sırrahumü’l azîzan))
Desukî Hazretleri, yirmi yıl gibi uzun bir süre, köşesine çekilip mücahede ve tefekkür ile meşgul oldu. Bu hali, babasının vefatına kadar devam etti. Babasının cenaze namazının kılınması ve defin işleminden sonra, tekrar köşesine çekilip münzevi hayata devam etmek istediyse de dostlarının arzusu üzerine bundan vazgeçti. Bu hadiseden sonra, çevresinde bulunan kişilerle bildiklerini paylaşmaya ve onları irşad etmeye çalıştı. Çok sayıda talebe yetiştirdi.
Din ilimlerine vukufiyetinin yanında; Arapça, Farsça, Süryanice ve İbranice’yi çok iyi bilip konuşması, hem etki alanını genişletmesine hem de çok sayıda kişi ile rahat iletişim kurmasına vesile oldu.
Tasavvuf’taki yoluna Desukîyye tarikatı denilmiş olup esasları şunlardır:
1- Evrad ve zikirle meşgul olmak,
2- Nefsin arzu ve isteklerine karşı çıkıp kapılmamak,
3- Sıkıntılara, bela ve musibetlere, kaybedilen şeylere üzülmemek,
4- İslam dininin emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak, tasavvuf yolunun inceliklerine dikkat etmek,
5- Evliyanın güzel ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmaktır.

Bir sohbetlerinde Desukî yolunun esası için:
“Ey talebelerim! Bizim yolumuzun esası, zarurî olan ile yetinmektir. Sonsuz saadeti arzu ediyorsanız, Allahu Teâlâ’dan başkasına muhtaç olmamayı beğeniniz” diye buyurmuştur.

   


Yine talebelerine;
“Hak Teâlâ neyi emir buyurmuşsa onu işlemenizi, neden nehiy (yasak) etmişse ondan kaçınmanızı istiyorum” diye nasihatte bulunmuşlardır.
İbrahim Desukî Hazretleri, talebesi olmak isteyen birine;
“Ey oğlum, tövbe etmek istersen, bu hususta lâubalî olma. Tövbeyi oyuncak sanma, yalnız dil ile Tövbe ettim ya Rabbi!’ demek yetmez, hem dil ile tövbe etmeli hem de haramları ve yasak olan şeyleri yapmamalıdır. Tövbe nasıl olur bilir misin? Kulun, kalbini Allah’tan başka bir şey ile meşgul etmemesi, tövbe etmesi ile olur. Bu hâsıl olursa (ortaya çıkarsa o) tövbe makbuldür. buyurdu.
Sohbetlerinin birinde şöyle buyurdular;
Allah Teâlâ’ya muhabbet edip muhabbete vesile olursan, yerdekiler ve göktekiler de sana muhabbet eder. Allahu Teâlâ’ya itaat et ki yerdekiler ve göktekiler de sana muhabbet etsin. Allahu Teâlâ’ya itaat et ki insanlar ve cinler de sana itaat etsin. Cenabı Hakk`a muhabbet ve itâat edene, Allahu Teâlâ ikrâmlarda, ihsânlarda bulunur. Denizler onun için donup sular ona yol olur. Hava emrine amade olur
 Gıybet; yalancıların meyvesi, fasıkların ziyafeti, kadınların sakızıdır
İbrahim Desukî Hazretlerine, Allahu Teâlâ’nın sevdiği kimselerden sorulduğunda;
Cenâbı Hak şu kimseleri sever: İffetli ve kalbi temiz olanı; elini fenalıktan men edeni, dilini gıybetten ve lüzumsuz sözden koruyanı, edep yerine sahip olanı, iyilik, ikrâm ve ihsâna koşanı, dâimâ Allahu Teâlâ’yı hatırlayanı, affetmeyi seveni,buyurdu.
***
Hazret, birkaç talebesini alış-veriş için şehre gönderdi. Şehirde talebeler, bir iftiraya uğrayıp zalim bir vali tarafından zindana atıldılar. Hallerini mektupla hocalarına bildirdiler. Seyyid İbrâhim Desukî Hazretleri, vâliye şu satırları yazıp gönderdi:
Gece okları ulaşır hedefe,
Atılırsa huşu yayları ile.
Menzile kavuşmak için erler kalkar,
Rükû ile beraber secdeyi uzatırlar.

Ellerini açıp Allah’a,
Gönülden ederler dua,
Ok yaydan çıkınca,
Zırh bile etmez fayda.

Mektup valiye ulaşınca, vali, arkadaşlarını topladı. Şunlara bakın hele, hocaları bana bir mektup göndermiş dedi ve ağır hakaretlerde bulunup mektuptaki şiiri okumaya başladı.

Tam Ok yaydan çıkınca mısrasına gelince, bir ok gelip vâlinin göğsüne saplandı ve oracıkta öldü. Valinin adamları, korku içinde mazlumları alelacele salıverdiler.
***
Sevdiklerine kalp temizliğinin önemini anlatırdı. Bu hususta buyururdu ki;
Allahu Teâlâ, kullarının kalbine nazar eder. O halde ey insanlar! Kalplerinizi çok temiz tutunuz! Onu cilâlandırınız! Güzel ve parlak ediniz! Orada yalnız ihlâs ve doğruluk bulunsun!
***
İbrahim Desukî Hazretleri, ömrünü hep İslâm dinîne hizmet etmekle geçirdi. Hikmetli sözleri pek çoktur. Oğlu kendisinden nasihat istediğinde;
Ey gözümün nûru evlâdım. Önce içindeki nefis denilen ejderi öldür! Yüzünü toprağa sür! Hata ve isyanını kabul ve itiraf et ve işlediğin hata dolu ibadetlerinin yüzüne çarpılmasından kork! buyurdu.

Bir başka zaman ise şu şekilde nasihat etmişlerdi:
 Oğlum!
Sana gereken odur ki, evliyâ zümresinin duâsını alasın. Teberrüken onların himmetine nail olmayı arzulayasın.
Ey Kur’an-ı Kerim’i okuyup ezberleyen kimse! Onu okuyup ezberlediğin için fazla övünme. Hâline bir bak; Onun gereği ile amel ediyor musun? Yoksa etmiyor musun?
Ey oğlum!
Cedel, nakil, yaldızlı sözler gibi faydasız şeylerle meşguliyeti bırakarak sükût ehli ol. İhlâsı seç, bu yolda sâlih amel işle ve nefsine uyma. O kimse ile otur kalk ki şerîatı ve hakîkati özünde toplamış ola. Şunu unutma ki bu yolda sana en çok yardımı dokunan kişiler, bu gibi insanlar olacaktır.
Oğlum! İsterim ki, daima sünnetle amel edesin. Bu yolda lüzumlu olan edep esasına da riayet edesin. Cesur olmalısın. Gölgesinden bile ürken korkaklardan olmamalısın. Herhangi bir sıkıntı, ilk anda seni yere sermemeli.
Mevlâ’nın sevgisi ile dol; hatta O’nunla vecd hâlinde ol.
Evlatlarım!
Gıybet etmek için birini ararsanız; babanızın, ananızın gıybetini ediniz. Çünkü onlar; iyiliklerinizi almaya, diğerlerinden daha lâyıktır.
Allâh Teâlâ, bir gün ve gecede, yetmiş iki kere kullarının kalbine nazar eder. O hâlde, kalbinizi temiz tutunuz, güzel ve parlak kılınız. Çünkü orası, Rabbinizin nazargâhıdır.
Ey kardeşim! Sakın kendi başına bir şey yaptım zannetme. Bil ki; oruç tuttuğunda onu sana Allah tutturmuş, namaz kıldığında onu sana Allah kıldırmış, bir iş yaptığında onu sana Allah yaptırmıştır. Takva derecesine ulaşmışsan, Allah seni ulaştırmış; maddî-manevî bir şeye mazhar olmuşsan, Allah seni mazhar kılmıştır.
Ey oğulcuğum!
İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile ‘ben’ demekten sakın! Zira Allah, ben’ iddiasında bulunanları acziyet içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî ve manevî derecen düşer, bunu unutma!
***
Son günlerinde talebelerine Nasîhati şu oldu;
Ey evlatlarım!
Ömrünüz her geçen gün azalmakta, eceliniz yaklaşmaktadır. Bir gün bu üzerinde yaşadığınız dünya dürülecek, kıyamet kopacaktır.
Her gün amel defterinizi hayırlı işlerle doldurmaya bakınız. Böyle yapanlara müjdeler olsun. Amel defterlerini, yasaklardan kaçmayarak günahlarla dolduranlara da yazıklar olsun.
Vakitlerinizi israf etmeyiniz. Zamanlarınızı boşa geçirmeyip değerlendiriniz. Yoksa pişman olursunuz. Duanızın kabul olmasını istiyorsanız, helâlden yiyiniz ve müslüman kardeşlerinizin hakkında yersiz söz etmekten dilinizi tutunuz.

1277 yılında, talebelerinin büyüklerinden birine;
Ezher Camiinde ders vermekle meşgul bulunan kardeşim Musa Desukî’ye git. Selâmımı söyle ve zahirinden önce batınını, kalbini temizlesin. Gurur, kibir, haset, ucup gibi bütün kötü huylardan kalbini muhafaza etsin buyurdu.
Talebe derhâl yola çıkıp hocasının emrini kardeşine ulaştırdı. Kardeşi o anda ders veriyordu. Dersini yarıda bırakıp süratle İbrâhim Desukî Hazretlerine gitti. Fakat ağabeyinin, seccade üzerinde Allah Teâlâ’nın rahmetine kavuştuğunu gördü.
Seyyid İbrahim Burhâneddîn Hazretleri, kıymetli eserler yazmıştır. Bunların en meşhuru el-Hakâik adlı kitabıdır. Allah Zülcelâl bizleri onun hayrından istifade edenlerden eylesin.(Amin)[1]
***
Cevahirname’de Feridüddin Attar, Hz. Pir İbrahim Desûki (kaddese’llâhü sırrahuma’l azîzan) şu öğüdünü teberrüken aktarıyor.
"Ey beni izlemekte olan dervişânım;!
Size sesleniyorum ve söylüyorum!
Herhangi biri size gelir de tasavvuftan sorarsa ona hemen cevap vermeyin. Hele bu sözden öte aşmayan dilinizle hiç cevap vermeyiniz. Ta ki sizlere işlerin askı tecelli edinceye kadar. İçinizden bir kimse dini emirlere tam sadakat gösterir, yaptığı amelde sadâkati belli olursa, işte o zaman dilinden faydalı şeyler dökülür ki, bu kelam sadakatinin meyvesidir.
Tasâvvuf sadece sofi elbisesi giymek değildir. Ancak bu elbise tasâvvuf nişanlarından, alametlerinden bir tanesidir.
Tasâvvufun dikkat edilecek tarafı odur ki insan sıfat ve suret bakımından ince ola. Yani ahlâken zarif ve kibar ola. Özünde her gün birbirinden üstün tecelliye ere ve terakki kaydede. Sofi bir kimse tasavvufun tam manasını bulduğu vakit letafet makamına vasıl olmuştur. Hissi olan dış yönü, Allahu Teâlâ'ya yakınlık için dönmüştür. Bu hali bulan zat artık başka bir âleme geçmiştir, ayrılık bitmiştir." [2]


اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى الذَّاتِ الْمُحَمَّدِيَّةِ. اللَّطِيفَةَ الأَحَدِيَّةِ.
شَمْسِ سَمَاءِ الأَسْرَارِ. وَمَظْهَرِ الأَنْوَارِ. وَمَرْكَزِ مَدَارِ الْجَلاَلِ.
وَقُطْبِ فَلَكِ الْجَمَالِ. اللَّهُمَّ بِسِرِّهِ لَدِيْكَ. وَبِسَيِرِهِ إِلِيْكَ.
آمِنْ خَوْفِي وِأَقِلْ عَثْرَتِي وأَذْهِبْ حُزِنِي وَحِرْصِي وَكُنْ لِي وَخُذْنِي إِلَيْكَ مِنِّي.
وَارْزُقِنِي الْفَنَاءَ عَنِّ. وَلاَ تَجْعَلْنِي مَفْتُوناً بِنَفْسِي. مَحْجُوباً بِحِسِّي.
وَاكْشِفْ لِي عَنْ كَلِّ سِرٍّ مَكْتُومٍ.
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ.

İbrâhim-İ Dessûkî kaddese’llâhü sırrahu’l azizin salavât-ı için evliyâullah, “Bu salâvâtın faziletini Allah Teâlâ bilir.” demişlerdir.

Allahümme salli ve sellim alezzâtîl Muhammedîyyetil latîfetil ehadiyyeti
 Şemsi semâil esrâri
 Ve mazharil envâri
*                   Ve merkezi medâril celâlî Ve kutbi felekil cemâlî
*                   Allahümme bisirrihi ledeyke
*                   Ve bi seyrihi ileyke âmin havfî ve âkil asreti vezheb hüznî ve hırsî
*                   Ve kün lî ve hûznî ileyke minnî
*                   Verzuknîl fenâe annî
*                    Vellâ tec'alnî meftunen bi nefsî 
*                   Mahcûben bi hissî
*                   Vekşif lî an küllü sirrin mektûmin
*                   Yâ Hayyü Yâ Kayyûm!
*                  

"ALLAH'ım! Sırlar Semasının güneşi, nûrların mazharı,
Celâl Dâiresinin merkezi (dönüm noktası: akdes noktası),
Cemâl Feleğinin (yörüngesinin) kutbu (devrânda devreden cismin cihân çarkının aksı) olan;
Ahadiyyet (her hususta mutlak teklik) lâtifetinin (Ahadiyyetten Ahmedîyyete lütûf edilen incelik ve hakikatlerin) tecellîgâhı (ilk zuhûr yeri, çoğalma ocağı olan) Zât-ı Muhammedîyyete salât-ü-selâm eyle!
ALLAH'ım!
O'nun Senin yanındaki sırrı (teslimiyet) ve Sana olan (istikamet) seyrinin hakkı için; korkumu gider emin kıl (emniyette eyle), (imkanla imtihan seyr-ü-sülûkümde, teslimiyet ve istikamet tevhidinde) ayak kaymalarımı (yolda sürçmelerimi, takılıp düşmelerimi yoldan geri kalmalarımı) azalt, hüznümü (üzüntümü, kederimi) ve hırsımı (dünyaya tamahkarlığımı) gider (bertaraf et), benden yana (lehime) ol; beni, benden Kendine (Sana) al (çek), beni benden fenâ ile rızıklandır (benlik hastalığımdan kurtar, benliğimin yok olmasına izin, inâyet ve hidâyet eyle, nefs perestlikten âzâd et!). Beni nefsime meftun kılma (nefsimin fitnesine düşürme, nefsimin hevâ ve hevesiyle sihirletme, nefsime tüm gönlümü verip ona vurulan, düşkün ve âşık olan kılma!). Âfâkı (dış dünyayı) tanıdığım hislerimi (enfüsümü ve özümü tanıdığım duygularımı) bana (şühûdî tevhid tekemmülüme) hicâb (perde, engel, yol kesici, çeldirici) etme! Bana her türlü, tüm gizli (saklı) sırları aç (ifrat ve tefritten koru, i'tidal üzere ve hazımlı kıl, şaşırtma-taşırtma!) YÂ HAYYU YÂ KAYYÛM (celle celâluhu)!"[3]


Mürşid müctehid değilse, onun müridi iflâh olmaz. Çünkü kendisi uyursa müridi de uyur, kendisi ibâdet ederse müridi de ibadet eder. İnsanlara ibâdeti emreder, kendi ibâdeti ise bâtıldır, onları bâtıldan sakındırır, kendisi bâtıl işlerin peşinden koşar. Böyle yapan bir kimseye gülerler, sözlerine kulak asmazlar.
  İnsanlar kendisine gelip "Bize nasîhat et, bir-iki misâl ile bizi irşat et" dediklerinde onlara şöyle derdi:
          Kendisi himmete muhtaç bidede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede
  Mürid, şeyhinin huzurunda bulunursa onun emri ile konuşmalıdır. Onun izni olmadan aslâ konuşmamalıdır. Şayet şeyhinin huzurunda bulunmazsa, kalbiyle ondan izin istemelidir. Ancak bu şekilde vuslat makamına ve Allah'a ulaşılabilir. Şeyh, müridinin bu edeplere riâyet ettiğini görünce, onu terbiye eder, terbiye suyundan ona kana kana içirir, ilâhî ve manevî sırlarla kendisini gözetir.
  Mürşidine karşı güzel edebe riâyet etmek ne büyük saâdet!
  Bu edeplere riâyet etmemek ne kötü şekâvet!
Allah gizli olarak ibâdet edeni, gizli-açık her şeye muttali kılar.
Kim istikâmet yolunu tutarsa, her çeşit şüpheden ve ihtilafdan kurtulur.
Kim Rabb'inin huzurunda kalbiyle gaybet âlemine dalarsa, gayb âleminde bulunduğu bu müddet içerisinde mükellef tutulmaz. Şehâdet âlemine çıktığı zaman, kaçırdığı ibâdetlerini kazâ eder. Bu, mübtedîlerin yani daha işin başında olanların halidir. Mürşid-i kâmillere gelince, bu hüküm onlar için geçerli değildir. Onlar, ibâdetlerini edâ etmek için Allah Teâlâ tarafından serbest bırakılırlar.  
 Müridlere tavsiye
Her kim şeriatla amel eden, hakîkat ehli, temiz, nâmuslu ve şerefli bir müslüman olmazsa, sulbümden gelen oğlum bile olsa, evlâtlarımdan değildir. Müridlerimden her kim de şeriata, hakîkate, tarîkate, diyânete, kendini maddî-manevi günahlardan korumaya, zühde, veraya ve aza kanaate sımsıkı sarılırsa, en uzak memlekette bile olsa, evlâtlarımdandır.  Bir defasında kendisine
"Ne istersin?" diye soruldu,  
"Allah Teâlâ ne isterse ben de onu isterim" diye cevap verdi.
 Allah'a kulluk eden herkes, gereği gibi bu kulluğun tadını alamaz. Her hizmet eden de gereği gibi âdâbıyla hizmet edemez. Bundan dolayı çoğu mürid, gayret etmesine rağmen, bu yolda mesâfe alamadı.
  Ey evlatlarım! Size daima Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terketmek zorundasınız.

Ey alev alev ateşin derilerini yakacağı insanlar!
Ey kendileri için bıçağın bilendiği kimseler!
Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.
Bütün insanlara karşı şefkat ve merhamet

Bir kimse bütün insanları sevmedikçe, onlara karşı şefkatli davranmadıkça ve onların ayıplarını örtmedikçe kâmil bir insan olamaz. Bunlara dikkat etmeyen ve kâmil olduğunu iddia eden kimse yalancıdır.
  Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın. Çünkü, şeriatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zira bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun, Rabb'inin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.  
İnsanlar kısımlara ayrılırlar:
Yola yeni girmiş olanlar (mübtedî),
Seçkin (hâss) kullar,
Seçilmişlerin seçilmişi olan (havâssulhâs) kullar
Allah'a vâsıl olanlar.
Yüce Allah bazı insanlara, bazıları sebebi ile rahmet eder.
  Bu yolda kuvvetli ile zayıf yarışamaz.  Allah'ın veli kulları bazen yağmur gibidir, bu onların merhametli olduklarını gösterir; bazen de kılıç gibidir, bu da onların gazap taraflarının olabileceğine işaret eder. Bundan dolayı bir Allah dostu yüzünüze güldüğü zaman ona karşı saygıyı terk edip şımarmayın, ciddiyet ve edebinizi muhafaza edin.

 Şeriat kök, hakîkat ise onun dalıdır. Şeriat meşru olan bütün ilimleri içerisinde toplar.
Hakîkat ise gizli ilimleri câmidir. Bütün makamlar şeriat ve hakikatte gizlidir.  Mürid farz, vâcip ve sünneti edâ edecek kadar ilim öğrenmelidir. Bütün işi fesâhat ve belâgatla uğraşmak olmamalıdır. Zira bunlar asıl maksada ulaşmaya mani olabilirler. Buna mukabil mürid, sâlihlerin yollarını araştırmalı, onlara uymalı ve zikre devam etmelidir. Erkeklerden tam erkekler bulunduğu gibi, yarım ve dörtte bir olan erkekler de vardır. Yine onlar arasında kemâle ermiş ve Allah'a ulaşmış olanlar da vardır.

 Havâssın yani Allah'ın en seçkin kullarının tevbesi, mâsivâyı gönülden çıkarmaktır. Havâss olanlar, tevbe ederek terk ettikleri bir davranış ve söze dönüp bakmazlar. Çünkü onlar, tevbe etmekle içlerine benlik duygusu girmesinden korkarlar. Yine onlar "ben, ben" demekten son derece sakınırlar.
  Hülâsa onlar bütün hareketlerini kontrol altında bulundururlar.  Ey müridim! Himmetini cem et, dikkatini topla. Tarîkatı ancak bu yolla tanıyabilirsin. Hangi makamda bulunursan bulun, önüne bir perde gerilebilir, ancak sen bütün bu perdeleri yırtmalısın. Zira Allah'tan başka her şey boştur.
  Sen bir kimseden yüz çevirirsen o da senden yüz çevirir. Eğer Allah'tan yüz çevirirsen, Allah da senden yüz çevirir.
 Ey oğulcuğum! Beni boş şeylerle meşgul etme. Kalıbından kalbine geç. Ona göre hareket et.
 Seher vakti
Kim seher vakitlerinde kalkar ve istiğfara devam ederse, Allah ona bütün nur pencerelerini açar, yakınlık (kurbiyet) âleminden kendisine manevî lezzetler tattırır, kalbinde mana âlemine ait güneşler ve aylar doğar.
  Ey gönlümün yavrusu! Sana söylediklerimi yap ki, kurtulanlardan olasın.

İsm-i azam
Nice insan vardır ki, ism-i a'zamı okur da manasını anlamaz. Halbuki Allah dostlarından biri bir ağaca dokunur da ağaç meyve verirse ancak o ismin hürmetine verir, yalçın kayalardan su akarsa ancak onun hürmetine akar, vahşî bir hayvan bir Allah dostuna teslim olursa ancak onun hürmetine olur, bir velî yağmur ister ve yağmur da yağarsa ancak onun hürmetine yağar.
Bir mürid Allah'tan başka hatırına gelen her şeyi terketmedikçe, bu yolda mesâfe katedemez.
  Ah aradaki perde bir kaldırılsa da a'mâ harf ve zarf olmayan harfi bir okusa, kendisine kapalı olan sırları ve düğmelenmiş düğmeleri bir çözebilse, kilidi bir açabilse!... Şevkim daha ilerisini arzu etse de, istediğim işte bu zâtlardır.
Yaptığı iş ve söylediği söz Allah'ın rızasına uygun olmayan kimseye, tevhid makamı kapalıdır.
  Hiçbir velî, makam arzusu dahil, mâsivâyı terketmedikçe Rabb'ine varamaz. Eğer Rabb'in ile birlikte olmak istersen, bütün insanlar için iç âlemini kötü düşünce ve kötü niyetten temizle.

Azîmet-Ruhsat
Ey oğlum!
Şeytanın ruhsatlarla ilgili verdiği fetvâlardan ve azîmetle amel ederken seni ruhsatla amel etmeye sevketmesinden sakın. Çünkü o, ruhsatın meşrû olduğunu fısıldayarak, azgınlığa ve isyana sevkeder. Özellikle şeytan seni mahzurlu şeyelere soktuktan sonra şöyle der:
"Bu iş senin için mukadderdir, sen kim oluyorsun ki, her şey Allah'ın elindedir?". Bu sözlerle Allah'ın yolundan saptırmak ister. Eğer onun dediklerini yaparsan külliyyen helâk olursun.
  Ey oğulcuğum!
Bil ki: Yüce Allah sana ancak Nebî sallallâhü aleyhi ve selleme tâbi olmanı emretti, dünya ve âhirette zarar verecek her şeyi yasakladı. Bütün bunlara rağmen neden hâlâ O'na muhalefet ediyorsun?

İcâzet hakkında
Ey oğulcuğum!
Eğer bir kâğıt parçasından ibâret olan olan icâzet ile iktifâ ediyorsan, şunu bil ki, senin icâzetin ancak güzel hâlin ve ihlâsındır. İcâzet almış bir kimse, insanların günahlardan en çok uzak duranı, en çok namaz kılanı, en oruç tutanı ve Allah'ı en çok zikredeni olmalıdır. Kul hizmete devam ettiği müddetçe, Rabb'i onu diğer kullarına tercih eder. İşte hakiki icâzet budur. Eğer şeyhlik iddia eder ve Rabb'ine isyan edersen, Rabb'in sana şöyle der:
"Yazıklar olsun sana, hayâ etmiyor musun, nerde kaldı senin bize yakınlık sözün, bizimle birlikte olabilmek için neden kirli elbiselerini yıkamadın (neden tevbe etmedin)? Ne kadar da mideni haramla doldurmuş, günah işlemek için adımlar atmışsın, beni sevenler saf halinde geceleri geçirirken, ne kadar da uyumuşsun, sen ancak bir iddiacı ve bir yalancısın".
Yolumuzda nefsini meşhur eden, yolumuzun hakkını yerine getirmeyen ve bizimle alay eden herkesin Allah hasmıdır.
  Kim bu yolda hâinlik ederse helâk olur. Kim de sözlerimizden ibret almazsa, kervanımızda yürüyemez, bizi hakkıyle bilemez. Biz, evlâtlarımızdan ancak kâmil Hakk yolcusu ve iyi huylu olanları severiz. Böyle olan evlâdımıza sır da veririz.
  Ey evlâtlarım!
Allah'ınızı severseniz yolumuzu kötülemeyin, bu hakîkatlerle oynamayın, hilekârlık yapmayın, hakk ile bâtılı karıştırmayın, ihlâslı olun ki, kurtulabilesiniz. Sizi sevdikçe ve diğer insanlardan sizi seçtikçe siz de bizi üzmeyin, yolumuza kötü söz atmayın. Terbiye ve nasîhat konusunda nasıl size hakkınızı ödüyorsak, siz de dinleyerek ve öğüt alarak bizim hakkımızı yerine getirin. Ben size ancak Rabb'inizin emrettiklerini emrediyorum. Bunlar benim değil, Allah'ın emirleridir. Eğer ahdinizi bozarsanız bilin ki, bu bozduğunuz ahd Allah'ın ahdidir. Bizden sadece icâzet belgesi alma niyetinde iseniz, bizim size ihtiyacımız yoktur. İstediğiniz yere gidebilirsiniz.

Karşılıksız irşat
 Ey evlâtlarım! Mallarınıza dokunmama, mîrâsınızı almama, ellerinizde bulunan dünyalık ile elbisemi kirletmeme konusunda Allah Teâlâ'ya bey'at ettim. Dinleyiniz ve itaat ediniz. Mallarınız konusunda benden ve cemaatim içerisinde ihlâslı olanlardan emin olabilirsiniz. Allah'tan, diğer evlâtlarımın da ihlâslı olmasını istiyorum. Onlar da böyle ihlâslı olurlarsa kardeşlerine şefkatte ve nasîhatte bulunurlar, mallarına da dokunmazlar.
  Her kim ölümünün itaat üzere olmayacağını ümit ederse helâk olmuştur. Zira bütün taatlarımız Allah'ın ihsanı cümlesindendir. Bizim ortada hiçbir katkımız yoktur.  Ey oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile "ben" demekten sakın, zira Allah ben iddiasında bulunanları acz içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî-manevî derecen düşer, bunu unutma.

Halvet
 Bir yolunu bulsaydık, insanların gözünden kaybolmak için, halvete girerdik. Zira zamanımızda kalpler hasta, ciğerler parça parçadır. Dedi-kodunun çoğaldığı bu zamanda sığınılacak ve kaçacak yer lâzımdır. Fakat bu zamanın insanları ile bizi imtihan eden Allah işlerimizi düzenliyor, sonsuz güç ve kudretiyle yardımını eksik etmiyor.
  Her kim nefsini hesaba çekmekten gâfil olursa telef olur, eğer nefsini hesaba çekmekte acele etmezse hezimete uğrar.
  Allah Teâlâ bir velî kulunu belâ ile imtihan ederse, onu mânâ erleri derecesine yükseltmek ister. Eğer Allah dostu sabreder, kızmaz, yumuşak huylu, cömert ve affedici olursa Allah onu daha yüksek derecelere yükseltir. Bunlara riâyet etmezse onu bulunduğu yerde bırakır, derecesini yükseltmez.

Kerâmet
Allah Teâlâ'ya âsî olmayan bir insan kerâmet eseri olarak vahşî hayvanların sırtında gezmeye başlasa, onun bu hareketi Allah'ın rızasına uygun değildir. Bundan dolayı bu hayvanlar, o insanı sımsıkı yakalayıp eziyet etmek için, Allah'ın kendilerine kuvvet vermesini isterler. Bu insan kuşlara ve vahşî hayvanlara uğrasa bu hayvanlar onu görmekten Allah'a sığınırlar, suya uğrasa su da bu insanın kendisinden içmesini istemez, hülâsa her şey ondan kaçar, Allah'a iltica eder. Ümmet-i Muhammed’e kılıç çeker ve harbelerinizi onların kanı ile kirletirseniz, Allah'ın sizin için ekin bitirmesini ve memelerin süt vermesini nasıl talep edebilirsiniz?
Bir Allah dostu Allah'a yönelişinde sadâkat üzere devam ederse, artık ona buğz eden sevmeye, onunla ilişkide bulunmayan kendisini ziyaret etmeye ve ondan hoşlanmayan övmeye başlar. Ama mücrim ve münâfik hâlâ onu sevmemeye devam eder.

 Günlük dersi terketmek
  Bir mürid bir gün virdini bırakırsa Allah da o gün ona yardımını keser.
Ey evlâtlarım!
Biliniz ki: Yolumuz hakîkate erme, tasdîk, doğru sözlülük, çalışma, amel, maddî-manevî temizlik, gözleri haramdan sakınma, eli, edep yerini ve dili koruma yoludur. Her kim bunlara riâyet etmezse, istese de istemese de yolumuz onu reddeder.
 Kur'an'ı ezberlemek ve hükmü ile amel etmek.  Ey Kur'an'ı ezberlemiş olan Kur'an hâmili!
Onunla amel etmiyorsan sırf ezberlemekle sevinme. Zira Allah Teâlâ "Tevrat'ı ezberleyip içindekilerle amel etmeyenlerin durumu, kitapları yüklenmiş merkeplerin durumu gibidir" (Cuma, 5) buyurmaktadır. Sen, Kur'an'da bulunan bütün hükümlerle amel etmedikçe merkep olmaktan kurtulamazsın ve onda bulunan bütün harfler aleyhinde şâhitlik eder.
Ey evlâtlarım! Bu kadar aldanma, aldatma, oyun, eğlence, cehâlet, hevâ, iftirâ, cimrilik, sözünde durmama, yanılgı, unutma, gaflet, hata, günah, yalan, bıkkınlık nedendir? Nice nasîhatlar dinlersiniz, ibret alıp düzelmezsiniz. Sanki ölüler gibi olmuşsunuz.  Eğer Hakk Teâlâ hazretleri kalplerinizdeki kilidi açsaydı, Kur'an'daki hayret uyandıran hususları, hikmetleri, manaları ve ilimleri anlar, onun dışındakilerden müstağnî olurdunuz. Çünkü mevcûdatla ilgili bütün hususlar onda yazılmıştır. Yüce Allah Teâlâ şöyle buyurur:
" Biz bu Kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'âm, 38). Allah Teâlâ her kime bu Kitap hakında bir anlayış verirse her harfin manasını, sebebini, sıfatını da kendisine öğretir. Bu kimse bu harflerle ulvî ve süflî âlemlere ait bilgilerin yanında Arş, Kürsü, semâ, su, yıldızlar, hava ve yeryüzü ile ilgili ilimleri de öğrenir.  Şeriata ve Kitab'a tâbi olan kimse eğer emir ve yasaklara vâkıf ise anlayışı da hakîki olur. O bu hakîki anlayışı ile bütün müşkülleri çözer, bütün rumuzları halleder ve bütün kapalılıkları açar. Ama onun anlayışı sadece söz ezberlemek ve bazı zâtların makamını öğrenmekten ibaret ise, bu hakîki anlayış sayılmaz; aksine hakîki anlayışa ve hakîki ilimleri öğrenmeye perde olur. Bütün işi sadece laf üretmekten ibaret olan kimse anlayan, amel eden ve irfan lisânı ile konuşan kimse gibi değildir. Müşâhede makamına ulaşan birçok insan vardır ki, kendisinden o makamın anlatılması istendiğinde anlatamaz, o ancak yaşanır.
  Bütün bunlardan kastım tüm evlâtlarımın laf üreten değil, tadan ve hakîkatı yaşayan kimseler olmaları; ilimleri sadırlardan ve satırlardan değil, rabbânî kaynaktan almalarıdır. Çünkü Allah dostları ancak tattıkları şeyleri söylerler. Onların kalpleri Allah'ın lütfu ve ihsanı ile doludur. O kalplerden âb-ı hayat damlaları akar. İşte, Allah dostlarının ilimleri bütün ilimlerin kaynağı olan ilâhî kaynaktan gelir.
  Laf üretene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nidâ idilir: "Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, hâlbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı".

 Tasavvuf konusunda söz söylemek
  Ey evlâtlarım! Size birisi tasavvuf, marifet ve muhabbetten sorarsa, Allah dostlarınınki gibi işleriniz düzgün olmadıkça ona dilinizle cevap vermeyiniz. Sizden biriniz dînî emirleri yerine getirip amelde de sâdık olduğu zaman, dili faydalı şeyler söylemeye başlar. İşte bu onun sadâkatinin bir semeresidir. Kim özünde ve sözünde dosdoğru ve ihlâslı olduğunu iddia edip de kendisinde edeb ve tevâzuun semeresi görülmezse yalancıdır, ameli riyâ ve gösteriştir. Onun bu kötü ameli, kendisi istese de istemese de ancak kibir, ucub, nifak ve kötü ahlâka sebep olur. Allah Teâlâ muhafaza buyursun.
Tasavvuf sadece yün giymekten ibaret değildir. Yün, belki tasavvufun alâmetlerinden biridir. Tasavvufun asıl önemli yönü, tasavvuf ehlinin, tasavvufun ince noktalarına ve güzelliklerine uymasıdır. Bu da hemen olmaz, tedrîcen olur. Sûfi, tasavvufun hakîkatına ulaştığı zaman, sert elbise giyemez. Çünkü o, letâfet makamına ulaşmış, iç âlemine dönmüştür. Onun için ayrılık da bitmiştir.
Mürid ise böyle değildir. O, nefsini terbiye etmek ve onu Mevlâ'ya boyun eğdirmek için, sert elbise giyebilir, lâtif olmayan gıdalardan yiyebilir. Böylece mürid yüksek makamlara hazırlık yapmış olur. Manevî perde inceldikce, elbise de incelmeye başlar.

Allah dostunda haset, gıybet, isyan, aldatma, kendini beğenme, gösteriş, başkalarının önünde eğilme, yalan, kibir, ucub, şımarıklık, övünme, boş söz, nefsin gayr-ı meşrû isteklerine uyma, meclislerde en önde oturma, kendinin de var olduğunu gösterme, münakaşa, başkalarını imtihan etme, onların noksanlarını söyleme, sû-i zanda bulunma gibi hususlar bulunmaz. O güzel ve gösterişli elbise giyen kimseler hakkında kötü zanda bulunmaz, bu yolda hırka giyerek kendini belli edeni ayıplamaz. Ancak bilerek şeriata muhâlefet edenler olursa onlara karşı ilgisiz de değildir.
  Allah'ın velî kulu mahlûkâtın kendisine hürmet etmesine, ona saygı duymasına, onun için ayağa kalkıp oturmasına, onu kabul veya reddetmesine ve buna benzer zâhirî hallere iltifat etmez. O, yalnız Allah Teâlâ'dan gelecek iltifatı ister.

Muhabbet
  Sen ve ben maddî olarak bir araya gelmekle muhabbet oluşmaz. Muhabbet ancak, ruhlarımızın cesetlerimiz ile tek mizac haline gelip kaynaşmasıyla oluşur. Allah dostlarından hiçbiri bid'at ehli değildir. Onlar edep konusunda sadece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi takip ederler. O da bu edebi Kur'an-ı Kerîm'den almıştır. Bir edep kuralı olarak Kur'an'da şöyle buyrulur:
"Ey Mü'minler! Sizin eviniz olmayan evlere izin alıp ev halkına selâm vermeden girmeyin" (Nûr, 27). İşte Allah dostları bir yere gittikleri zaman üç defa izin isterler. Şayet kendilerine izin verilirse girerler, aksi halde dönüp giderler.

 Bizden önce gelip geçmiş zâtlar, toplu halde bulunmanın tehlikelerinden korkarlar ve bundan dolayı uzleti tercih ederlerdi. Ancak Cuma namazı için dışarı çıkarlardı. Bir de hiçbir riyâ, yersiz münakaşa, ucub ve aldatmanın bulunmadığı ilim meclislerine katılırlardı. Zamanımızda kötü hasletlerden sakınan azdır. Sen, Allah Teâlâ'nın vâcip kıldıklarını öğrendikten sonra yalnızlığı tercih et.
Ey yavrucuğum!
İnsanların çoğunun Allah'ın şeriatına zarar verdiği ve hakîki muhabbeti bid'at saydığı bir asırda bulunuyorsun. Bu insanlar Allah'ın lütuf ve ihsanlarını, mu'cizevî fiillerini bilmiyor, lütuf ve ihsan kapısının kapandığına inanıyorlar. Kim buna inanırsa Allah'ın irâdesine karşı çıkmış olur, bundan Allah'a sığınırız. Bundan dolayı Allah dostlarının böyle kimselerden uzak durması lâzımdır.
  Allah dostlarının kıymetini bilememek cehâlet ve basîretsizliktir. Allah'ın sevgili kulları hakkında kötü söz söylenemez. Bir müslümanın onları reddetmesi aslâ düşünülemez.
Bir defasında Cüneyd kaddese’llâhü sırrahu’l azîze şöyle dendi:
"Bazı evliyâullah vecd hali gösteriyor ve öteye-beriye sallanarak yürüyorlar. Onlar hakkında ne dersiniz?" Bu soruya o şöyle cevap verdi:
"Onları kendi haline bırak, Allah ile rahata kuvuşsunlar. Şeriatın açıkça yasakladığı hususlar hariç onların bu hallerini kınama. Dikkat et! Bu yol onların ciğerlerini parçalamış, sa'y ve gayret kendilerini yormuş ve birçok zorluklara katlanmışlardır. İçerisinde bulundukları halleri aşmak için böyle yaparlar. Bunda da bir mahzur yoktur".
Ey Kardeşim!
Sen onların tattıklarını tatsaydın, bağırmalarını ve elbiselerini yırtmalarını mazur görürdün. Allah'tan dileğim odur ki, bütün evlâtlarımı doğru yola iletsin. Çünkü o, herşeyi işiten ve dualara karşılık verendir.
 Allah dostlarının ahlâkını öğrenmemek mahrumiyete sebep olur. Onlara karşı edebe riâyet etmemek ise helâke götürür. Allah'ın rahmet kapısı açıktır ve hiç bir zaman kapanmamıştır. Allah dostları daima Allah'ın rahmet kapısında durup yalvarırlar.

En sağlam tefsir selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsirdir. Sağlam olmayan tefsir de her asırda değişen tefsirdir. Şayet mecbur kalmasaydık ancak selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsiri naklederdik.
Bir âyet hakkında kalbimize bir şüphe geldiği zaman, Rabb'imizin kapısına müracaat eder, ondan izin alır, bu kelâmından muradının ne olduğunu sorar ve bize bildirdiği kadarıyla konuşuruz.
Sözün özü şudur: Bize teslimiyet gösterin, kurtulursunuz. Biz ancak Allah'tan aldığımız ilmi söyleriz. Çünkü ilim O'nundur.
Rubûbiyet feyzi taştığı zaman kul fazla gayrete ihtiyaç duymaz.  Gayret sarfeden kimse, manevî âleme ait sayfalardaki ilâhî sırları okumadıkça, eksiktir. Ancak Yüce Allah, bu eksik kuluna, ilmiyle âmil olmayana vermediği hikmetler verir. İşte Allah dostlarının arzusu da bundan başka bir şey değildir. Onlar, marifet ilmini elde ettikleri zaman, zahmet çekmeden onunla her şeyi tanırlar, aradan perde kaldırılır.
Ancak Allah isterse marifet bilgisini alır. Bundan da Allah'a sığınırız.  Kim fâni dünyada fenâ makamına ererse, bâki âlemde sonsuza kadar yaşar. Fâni dünyanın Hakk'a vâsıl olmada bir perde olduğu bilinmelidir. Bâtıl yolda fâni olunmamalıdır. Bazıları fenâ haline Mûsa aleyhisselâmın Sina dağında fâni oluşunu misal verirler .[5]
Kim Allah'ın yarattıklarına şefkatli davranmazsa, Allah dostu olamaz. Rivâyete göre Mûsâ aleyhisselâm koyun güderdi. Fakat koyunlardan hiç birine bir değnek bile vurmadı, onları aç bırakmadı, eziyet de etmedi. Allah Teâlâ da onu İsrailoğullarına rasül olarak gönderdi, onunla konuştu. Mûsâ aleyhisselâm nübüvvetinden sonra da çobanlığa devam etti ve milletini bir çok kötülüklerden korudu.  Başka söze hacet yok; kim Allah'ın yarattıklarını aziz tutar, onlara şefkatle muamele ederse, Hakk ehlinin ulaştığı derecelere ulaşır.

Eğer insanlar tamamıyla kötülüklerden vazgeçseler ve Allah'ın emri altına girselerdi, şeyhlere ihtiyaç duyulmazdı. Fakat onlar bu yola birçok illet ve hastalıkla girdiler, manevî bir hekime ihtiyaç duydular.
Bir kimse huzuruna gelip bu yola girmeye karar verince ona şöyle derdi:
Ey falan!
Senden, Allah'ın Kitab'ına, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Sünnet'ine tabi olmanı, namaz kılmanı, oruç tutmanı, haccetmeni, bütün emirlere uymanı ve güzel işlere sarılmanı, söz, fiil ve itikat olarak Allah'a itaatla meşgul olmanı istiyorum.
Ey oğulcuğum!
Dünyanın süsüne, bineklerine, giyim-kuşamına ve hazzına bakma. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ahlâkına tâbi ol. Eğer buna muktedir değilsen mürşidine tabi ol. Bunu da yapmazsan helâk olursun.
Ey yavrucuğum!
Bil ki, tevbe ne kitap sahifelerinde yazıldığı gibidir, ne de amelsiz sözden ibarettir. Tevbe, ölünceye kadar, yaptıklarını bir daha yapmamaya kesin azmetmektir. Bundan dolayı ey oğlum! Karanlık gecelerde ayaklarını sağlam yere bas, boş işlerle uğraştığın halde kendini tarîkat ehli sanma. Bu yol alay etme ve eğlenme yolu değildir. Unutma ki, alay edenle, alay edilir.

Bir gün Desukî hazretlerine bir derviş gelir ve kendisine şeyhlik pâyesi verilmesini ister. Desukî bu zâta bakıp şöyle der:
Ey oğulcuğum!
Şeyhlik pâyesi ancak uzun müddet çalışan, bu yolda yorulan, bütün işlerinde ihlâslı olan, Allah dostlarının işaretlerindeki manaları sezen, onların hallerine ait haberleri gözeten, yine onların hareketlerinde, duruşlarında, yolculuklarında, halvet ve celvet hallerinde maksatlarını anlayan kimselere verilir. Eğer sâdık bir insan isen utanılacak işler yapma, oyun ve eğlence ile meşgul olma, çocuk gibi davranma.
Kulun kalpten değil de sadece dil ile tevbe ittim demesi tevbe değildir. Kitap yazmak ve bilgi toplamakla da tevbe olmaz. Tevbe, kulun bütün kâinattakileri tevbesinda anması, Mevlâsından başka her şeyi kalbinden çıkarmasıdır. Bu söylenenler bir Hakk yolcusunda bulunursa, Allah dostlarının ulaştığı makamlara ulaşması mümkün olur.

Bu yola yeni girenin gıdası açlık, yağmuru gözyaşı, ihtiyacını arz edeceği yer Allah Teâlâ'dır. Bu mübtedî zayıflayıncaya kadar oruç tutar, böylelikle kalbine incelik girer, kalp gözü açılır, kulağındaki manevî ağırlık kalkar. Bundan sonra o, Kur'an'ı ve onun öğütlerini hem kulak, hem de kalp ile duyar. Buna mukabil kim boş sözler konuşur, ruhsatların peşinde koşar, haddinden fazla yer, içer ve uyur ve "bunları yapanı kimse kınayamaz" derse, ondan hayır gelmez.
Yolumuzda şiddetli deniz dalgaları, ateş, açlık ve yorgunluk gibi birçok zorluklar bulunmaktadır. Bu yol, manasız ve maksatsız değildir, Allah'a ulaşma yoludur.
Şunu söylemek gerekir ki, maalesef evlâtlarımdan bir tanesini bile hakîki manada, Allah dostlarının izlerini takip ettiğini ve kendilerine sır verilecek kadar derece katettiklerini göremedim. Bu aldatıcı zamanın şerrinden, bütün güç ve kuvvet elinde olan Allah'a sığınırım. Allah dostu heybet bakımından sultan, tevazu ve yumuşaklık bakımından da âciz bir köle gibidir. İffet, nefsinin arzularını terk, müsamaha, af, cö­mertlik, kimseyi minnet altında bırakmama ve bu­na benzer sebepler açısından sultan gibidir. Hattâ sultandan daha da heybetlidir. Çünkü Allah dostu olan kimse daima Allah Teâlâ ile birliktedir, gücünü ve heybetini O'ndan alır. Sultan ise bu makama mad­dî gücü ve kuvveti ile gelmiş olabilir, hattâ onun bir bid'atçı olması da muhtemeldir. En doğrusunu ise Allah bilir. Sultanın makamı ve heybeti geçicidir. Allah dostunun makamı ise Allah'ın izniyle ebedî­dir.
Mürşid, müridin hekimidir. Eğer mürid, he­kimin verdiği reçete ile tedavi olmazsa şifa bu­lamaz.
Bütün gayretimizi Hakk yoluna sarf edeli beri, Hakk bizi kendisinden başka her şeyden müstağni kıldı. Biz mel'un İblis falan tanımayız.
Allah dostunun halveti seccadesi, celveti ise sırrıdır.
Kur'an okumak isteyen kimse evvelâ dilini kö­tü ve çirkin sözlerden temizlemeli, israfa ve savur­ganlığa kaçmamalı, helâl yemelidir. Şayet haram yerse Kur'an'a karşı edepsizlik etmiş olur. Güzel koku sürünmelidir. Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de böyle yapmıştır. Hatta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, bir şeye dokundu­ğu veya bir yerden geçtiği zaman, oradan uzun bir müddet hoş koku yayılırdı.
Gıybet yalancı âbidlerin meyvesi, fâsıkların zi­yafeti, kralların bahçesi, kendini bilmez kadınların otlağı, müttakîlerin ise çöplüğüdür.
Ey oğulcuğum!
Sözlerimi ancak bizden olan, bizi seven, yolumuza giren ve bize boyun eğen kimseye aç. Zira ehli olmayana anlamayacağı bir söz söylenmez.
Yolumuz aşağılık ve perişanlık yolu değildir. Bilakis hakîkat, sıdk, tasdîk, nefsi öldürme, gayret, azim, huşu, hudû, hakîkat karşısında boyun eğme, firâset ve ilim yoludur.
Ey evlâtlarım! Şayet verdiğim öğütlerimi tutar ve işaret ettiklerimi bellerseniz, vereceğim icazetle bazı sırları çözer, bazı manaları anlarsınız. Bu ma­kamlar size perdeli değildir. Ancak iş size düşmek­tedir.
Bir kimse bütün mahlûkâtın eziyetine katlanıp Allah'ın kulu olan herkese ikram etmedikçe, Allah dostu olamaz. O, kendisine eziyet edene eziyetle mukabele etmez, kendisini ilgilendirmeyen bir söz söylemez, bir insanın başına gelen musibete se­vinmez, kimsenin gıybetini yapmaz, harama yak­laşmaz, şüpheli şeylerden kaçınır, bir belâya uğ­rarsa sabreder, intikama gücü yettiği halde bağış­lar. Onun gözleri harama kapalıdır. Yeryüzünü maddî varlığı, gökyüzünü de manevî varlığı ile imar eder.
Bu yol öfkeyi yenme, tasadduk, din kardeşini kendine tercih etme (îsâr), af, müsamaha, aleyhin­de konuşana tahammül yoludur.

Ey Allah'ım!
Bu devirde ancak senin yardımını isterim. Allah'a yemin ederim ki, ömrüm olsaydı dağların gizli yerlerinde ve yalnız vadilerde yaşar­dım. Çünkü artık bu cemiyette yaşamak zorlaş­mıştır. Zira bu zamanda kalpler itaattan çıkmış, haller kötüleşmiş, şehevî duygular artmıştır. İnsan­lar bütün işlerde doğruyu terk etmiştir. Manevî yönden zayıf bir kimse bu insanlar arasında nefsini nasıl muhafaza edebilir!?
Nasıl aşkını koruyabilir!?
Gözlerini haramdan nasıl sakınabilir!?
Onlardan gelecek olan her çeşit fitne, şehvet ve eziyete na­sıl sabredebilir!?
Şunu bilin ki, bunlara ancak Al­lah'ın özü-sözü doğru sâlih kulları muktedir olur, başkası değil.
Nice insan vardır ki suyun içerisindedir ama susuzdur. Bununla şunu söylemek istiyorum: Bir insan sırf Allah için değil de bir ihtiyacından dolayı Mevlâ'ya kulluk ederse bu doğru bir kulluk değildir. İhlâs lâzımdır, ihlâsa sarılın ki, susuzluğunuzu giderebilesiniz.
Hakk yoluna ancak nefsi öldürmekle nail olu­nur.

Ey evlâtlarım!
Sizden birisi ganimetlerin dağı­tıldığı, hazinelerin açıldığı, ilimlerin neşredildiği, işaretlerin çözüldüğü, Hayy ve Kayyûm olan Al­lah'ın tecellî ettiği seher vaktinde uyuduğu halde bu yolun müridi olduğunu nasıl iddia edebilir? Siz­ler bu yalan davadan utanmıyor musunuz?.
Gay­retleriniz ölmüş ve enerjinizi boş şeylere harcıyor­sunuz. Allah bütün evlâtlarıma felah yolunu göster­sin.
Amin.
Zühd, kulun bütün işleri terk etmesi değildir. Zühd, kulun işini ve sanatını icra ederken kalbini onlardan uzak tutması, o işle kalbi arasına perde çekmesi, daima zikir ve tefekkür içerisinde olması, Allah'ın sanatındaki harikaları görmesi, cihâd et­mesi ve rabıtalı bulunması demektir.
Ey gönlümün yavruları!
Allah'a yemin ederim ki, sizden kim sadâkat sahibi olur ve ihlâsa sarılırsa dokunduğu her şeyden hikmet fışkırır ve bu dünyada büyük manevi zevklere erer.
Ey evlâtlarım! Bu dünya, tedbir ve temkin ehli olan Allah dostlarının gözünde boş bir kap gibidir.
Tedbir ve temkin ehli Allah dostlarından bir kısmı kutuplara[6] gider, bir kısım kutuplar da kendi­lerine gelir.
Evlâtlarım arasında sevdiklerim her an bir de­rece yükselenlerdir. Böyle evlâtlarımızı gördüğü­müzde gözlerimiz nurlanır. İşte onlardan istifâde de edilir.
Ey oğulcuğum! Duanın kabul olmasını ister­sen insanların aleyhinde konuşmaktan dilini koru ve şüpheli şeylerden sakın.
Oğulcuğum!
Eğer sözlerimden şüphe eder­sen, sana söylediklerimi yap, bunları nefsinde tec­rübe et, sözümün doğru olduğunu göreceksin.
Bu yolda sebat etmek isteyene o lütfedilir, kim de itaat ederse itaat edilir. Eğer sen Allah'a itaat edersen su, ateş, hava, yer, insanlar ve cinler de sana itaat eder.
Şeyhin izni olmaksızın halvet fayda vermez. Eğer şeyh izin vermeden halvete girilirse zararı faydasından çok olur.
Şeriatı iyice öğrenip yaşamadıkça onu başka­larına anlatmaya hakkın yoktur.
İnsanın cesedi üç kısımdan müteşekkildir: Kalp, lisân ve uzuvlar. Lisân ve uzuvlar üzerine melekler vazifelendirilmiştir. Kalbin idaresi ise Al­lah'a aittir.
Bir defasında Desukî hazretlerine birisi geldi ve kendisine hakîkat yolunu göstermesini istedi. Desukî hazretleri ona şöyle nasihatta bulundu:
Oğulcuğum!
Evvelâ Allah'ın Kitab'ına ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Sünnet'ine sarıl. Onun Sün­netinden herkes razıdır, o parlak ve açıktır, onun nuru karanlıkları aydınlatmış, Mekke, Medine, Şam, Mısır, Irak, Yemen, Doğu, Batı ve bütün ufukları nura garketmiştir. İşte sen bunlarla amel ettiğin zaman hakîkata ulaşır ve bazı sırlara vâkıf olursun.
Kardeşim!
Sana söylediklerimi yavaş yavaş, tedrîcen yapmaya bak. Eğer sadâkat gösterirsen Allah seni bütün serlerden korur.
Ehlüllah ilminden daha temiz, daha nurlu ve daha faydalı bir ilim yoktur. Onların amelinden bir zerre, başkalarının dağlar kadar ameline tercih edilir. Çünkü onların ameli sırf Allah rızası içindir, onlar hem kalpleri, hem de bedenleri ile amel ederler. Hâlbuki diğer insanlar sadece bedenleri ile amel ederler. Bundan dolayı da ancak ucub ve ki­birleri artar.

Ey oğlum! Eğer namazda tam bir huşu içeri­sinde olabilseydin aklını kaybeder, bir sûre bile okuyamazdın. Çünkü Mûsâ aleyhisselâm Allah kendisine tecellî ettiği zaman kafası koparılmış kuş gibi yer­de çırpınmaya başladı. Hâlbuki bu tecellî bir iğne deliğinin doksan dokuz cüz'ünden sadece bir cüz'ü kadardı. İşte bu tecellî her namaz kılan için her va­kit vâkî olur. Ancak Mûsâ aleyhisselâm gibi tam bir huşu içerisinde olmak gerekir.
Şeriat ehli kimselerden bazıları fahiş hatalar­dan, tarîkat ehli kimselerden bazıları da kötü ahlâk yüzünden namazlarını zayi ederler. Bir kimsenin içinde kin, haset, sû-i zan, dünyaya karşı muhab­bet bulunursa namazı noksandır. Çünkü bu kötü huylar, namazda Allah'ın azametini görmeye en­geldir. Kimin kalbinde Allah'ın azametini görmeye mâni bir perde bulunursa onun namazı tam bir na­maz değildir. Çünkü namaz, Allah Teâlâ'ya kavuş­maktır, bir sıladır.
Ey gönlümün yavrusu! Sadece laf üreten, faydalı iş yapmayan, işi-gücü cedel olan kimselerle
muaşeretten sakın, onlardan hiçbirini dost edinme. Ancak şeriat ve hakîkatı yaşayan kimse ile otur
kalk. Çünkü o, seyr-i sülûkünde sana yardımcı olur.
Eğer hakîki evlâdım olmakta ve bana uymakta sâdık isen, rızkı yalnız Allah'tan iste, kalbini kendi­ne nasihatçı kıl, çok amel et, bir kimseden bir lira bile isteme. Çünkü bu, benim yolumdur. Kim beni severse, benimle birlikte bu yola devam eder.
Gerçek Allah dostu odur ki, yemez yedirir, al­maz verir, dünyanın geçici nimetlerine göz dikmez.
Bu yolda rüşvet haramdır. Sizin şeyhiniz, hiç­bir kimseden bir lira almamaya Allah'a söz verdi.
Bunları size başka bir gaye için değil, sadece Allah rızası için tavsiye ediyorum. Dava, nasihat mukabili olarak ihvanın aklına gelebilecek minnet borcunu ortadan kaldırmaktır. Nasihatta karşılık yoktur.
Ey evlâtlarım!
Bilin ki: Kim benim yolumda nefsine ve hevâsına uygun düşeni alırsa şeyhinin yolundan çıkmış olur.
Evlâtlarım!
Dünya kirleri kalpleri karartır, mat­lûba ulaşmayı engeller, günahlara sebep olur. Bu yolda başkasından bir lira bile alınmasını istemiyo­rum. Kim dünyalık için Allah dostlarından kendileri­ne hırka giydirmesini isterse Allah ona gazabeder. Bu kimse gitse, kendisi ve aile efradı için bir mes­lek edinse ve böylece rızkını temin etse daha ha­yırlı bir iş yapmış olur. Yolumuz tahkik, tasdîk, in­celiklere ve ayrıntılara dikkat yoludur. Yolumuzu dünyalığa alet ederek geçinmek isteyen, yolumuza zarar veren, dini dünya ile değiştiren, benim ve ar­kadaşlarımın yoluna muhalefet eden kimselerden ben uzağım. Onlar da benden uzaktırlar.
Allah'ım! Eğer arkadaşlarım benden sonra yo­lumuza muhalif davranırlarsa, onları bu hataların­dan dolayı helak etme. Âmin.
Allah Teâlâ, iç âlemine ait sırrını satan ve onunla hayatını idâme ettiren kimseyi sevmez.
Ey oğulcuğum!
Senin daima ibâdet ve itaat ehli, huşu ve hudû sahibi, zorluk ve tehlikelere ta­hammül edici ve ilâhî aşkla dolu olmanı istiyorum. Bil ki, kim hakîki olarak Mevlâ'sını severse hanımı­na, çocuğuna, kardeşine, arkadaşına, dünyalık bir makama, kısaca Allah'tan başka hiçbir şeye had­dinden fazla iltifat etmez.
Ey oğulcuğum!
Bana olan ahdini sağlam tutar­san, sana çok yakın olduğumu bil. Öyle ki, bana verdiğin sözü tutarsan, daima senin zihninde, kula­ğında, gözünde, bütün zahirî ve bâtınî hislerinde olurum. Buna karşılık bana olan ahdini sağlam tut­mazsan benden uzak olduğunu unutma.
Allah'ın kullarından hiçbirisinin oyun ve eğlen­ce ile vakit kaybetmesine razı olamam. Hele hele evlâtlarımdan hiçbirisinin böyle yapmasına rızam yoktur.
Ey yavrucuğum!
Sana olan vasiyetimi kabul edip mucibince amel eder, arzu ederek Hakk yo­lunda çalışır ve daima Allah'ın seni murâkebe etti­ğini düşünürsen, şeyhin batı'da sen doğuda bile olsan onun sözünü duyabilirsin. Eğer iç âleminde bir müşkülün olursa, istiharede bulunursan, birisi sana zarar vermeye niyet ederse veya buna ben­zer durumlarla karşılaşırsan şeyhini karşında gö­rürsün. İşte o zaman şeyhine teveccüh et, iç âle­mini saflaştır, baş gözünü kapa, kalp gözünü aç. Bu halde şeyhini görür, bütün işlerinde ona danı­şır, ihtiyacını ona arzedersin. Her ne derse kabul et ve ona sımsıkı yapış.
Ey oğulcuğum!
Bütün sene oruç tutsan, bütün geceleri ihya etsen, temiz bir manevî âlemin ve hâlis işlerin olsa da bunlara güvenme ve bunları ötede-beride söyleme. Eğer bunlara güvenir ve söylersen âsi ve müflis bir insan olursun. Sakın nefsin seni aldatmasın. Nice dervişler nefsine uyup helak oldu. Eğer evlâtlarımdan olmak istersen daima ibâ­detle meşgul ol, cihâd et, doğru yoldan sapma, bu yoldan yüz çevirme, ibâdeti terk hususunda nefsi­ne fırsat verme. Nefis "yorulur ve bıkarsın, sonra da hiç ibâdet edemezsin" diye sana telkinde bulu­nur, sakın buna kanma. Zira Allah seni görmekte­dir. İşte nefsin vazifesi daima insanı şüphelere, ka­rışıklıklara düşürmektir, aldanma.

Allah dostlarının elbisesini, yürüyüşünü ve za­hiri hallerini taklit etmek fayda vermez. Onların iç âlemini anlamak ve yaşamak gerekir. Onlar bu iç âlemleri yüzünden Allah dostluğu makamına ulaş­tılar. Onlar gibi cübbe giyen, kendisine icazet yazı­lıp verilen hiç kimsenin bu makama ulaştığını gör­medim. Bilakis bunlar müridin seyr ü sülûkünü en­geller, istikâmet ve istikrarı bozar.
Ey yavrularım!
Gıybet etmek istediğinizde anne-babanızın gıybetini edin. Çünkü onlar sizin iyi­liklerinize başkalarından daha çok lâyıktırlar.
Ey evlâtlarım! Allah Teâlâ bir gün ve gecede kullarının kalplerine yetmiş iki defa nazar eder. Bundan dolayı siz, Rabb'inizin nazargâhı olan kalplerinizi temiz ve pâk tutun; güzel, parlak, nurlu, sâdık ve hâlis kılın ki, Hakk'ın yakınlığına erebile­siniz. Şunu bilin ki, bir kandil şeffaf olmazsa, onda yanan fitilin ışığı dışarı vurmaz.
Ey oğulcuğum!
MANEVÎ ÂLEMİNİ İBÂDET VE İTAATLA SÜSLE. EĞER BÖYLE YAPARSAN TEVRAT DERSİN, İNCİL ANLAYIŞIN, ZEBUR ZİKRİN, KUR'AN HAKK'I BATILDAN AYIR­MA KILAVUZUN OLUR. Sen huzurunu artırmakla ve Rabb'inin murakabesiyle meşgul ol, dedikoduyu bırak, vaktini ve nefesini boşa harcayan kimseye iltifat etme. Zira onunla sohbet etmek helakine se­bep olabilir.
Oğulcuğum!
Niyet ve amelini tashih eyle, ha­yal ve vehimleri terk et, hakîkat deryasına dal, işle­rini Allah'a ısmarla, O'na uy, şeyhinin talimatlarını gözet, elindeki asayı at, ruhundan gelen sese ku-.lak ver, sâlih amel etmeye bak. Bunlara dikkat edersen gizli hakîkatler açılmaya başlar. Unutma ki, nefsini tanıyan Rabb'ini tanır.
Bir Allah dostu şeriatın aslına göre amel eder­se onun nefsi rûhânî, nûranî ve latif bir hal alır. "Şeriatın aslına göre" sözümüzden maksadımız
"Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye varın, kul­luk yapın, hayır işleyin ki felaha eresiniz" (Hacc, 77) mealindeki âyettir.
Müridin bütün uzuvlarını gafletten ve her çeşit günahtan temizlemesi, daima zikre devam etmesi gerekir. Zira iyi kimselerin iyilikleri, Allah'a yaklaş­mış kimselerin kötülüğü gibidir (hasenâtü'l-ebrâr, seyyiâtü'l-mukarrabîn).
Kur'an'ı ezberleyen kimseye haram söz, ha­ram lokma, erkek veya kadın bir mü'minin namu­suna dil uzatmak yakışmaz. Çünkü Allah Teâlâ "O namuslu, bir şeyden habersiz mü'min kadınla­ra zina iftirası atanlar, dünyada ve âhirette la­netlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap var­dır" (Nur,23) buyurmaktadır.
Ağzını gıybet, söz taşıma, iftira gibi şeylerle kirlettiği halde Kur'an okuyan bir insanın durumu, Kur'an'ı pisliğe atmış kimsenin durumu gibidir. Böyle yapan birinin bazı âlimler küfrüne kâil ol­muşlardır.
Ey yavrularım! Gizli işlediğiniz günah sizi se­vindirmesin. Çünkü Allah, gizli tuttuğunuz bütün günahları açığa vuracaktır. O gün size açıktan ve sert olarak şöyle nida edilir:
Falan kimse şunları şunları işledi, işlediği bu günahları insanlardan gizliyordu, ancak Allah'tan gizleyemez; falan kimse bütün haramları, günahla­rı ve çirkinlikleri işliyor ve bu işlediklerini insanlar­dan saklıyor, halini düzgün gösteriyordu, ancak Al­lah'tan gizleyemez; falan kimse de kadınlara bakı­yor ve bu bakışının ani bir bakış olduğunu iddia ediyordu, hâlbuki tıpkı bir hırsız gibi gözünü o tara­fa çevirip tekrar bakıyordu.
İşte bu şekilde günahlar ortaya dökülür. Bun­dan dolayı günahın hem açığından hem gizlisin­den sakınmak gerekir.
Yazıklar olsun o kimselere ki, kendisini Allah dostu olarak gösterir, zahirde onları taklit eder, fa­kat onların yoluna uymaz.
Ey evlâtlarım!
Bu sözlerim edep sahibi olmak isteyen herkes için bir öğüt, hatırlatma, uyarı ve teşviktir.
Ey yavrularım!
Şeyhinizden başkasını kendini­ze dost bilmeyiniz, onun cefasına sabredin. Belki de o, sizi imtihan etmek istemiştir. Eğer sizi imti­han ederse, bunda sizin için ancak hayır murad et­miştir. Eğer şeyhin sırlarına ve manevî tecellîlerine muttali olursanız, bilin ki o, bununla sizi muhabbetullaha yükseltmek istemiştir.
Kim kalbinde şeyhine karşı muhabbet besler­se, Allah onu manevî derecelere yükseltir. Yalnız şunu unutmamak gerekir: Şayet şeyh müridlerini Allah'a yaklaştırmada merdiven vazifesi görmeseydi, içinde kendisinden başka muhabbet bulu­nan bütün kalplere Allah gazab ederdi. Çünkü Al­lah bu hususta Gayur yani çok kıskançtır, bütün muhabbetlerin ancak kendisine yönelmesini ister.
Ey gönlümün yavruları! Herkesin birbirine minnet edeceği Kıyamet gününde "Ey mutmeinne makamına ulaşmış nefis" hitabına mazhar ol­mak istiyorsanız yemeğiniz zikir, sözünüz fikir, hal­vetiniz ise daima Allah ile olsun. Böyle olursanız ne bir azap korkusu çeker, ne de bir sevaba muh­taç olursunuz.
Unutmayın, herkesin bir muallime ihtiyacı var­dır.
Biz, daima Allah'tan gelecek feyzi bekliyoruz. Bundan başka da bir yol tanımıyoruz. Bu yolda ilim ya kitaplardan öğrenilir, ya da Allah tarafından vehbî olarak verilir.
Daima murakabe halinde olan, rızık kazan­mak için yeterli zaman bile bulamaz.
Her kim muhabbet ehli olduğunu iddia eder de bu muhabbeti kendisini fena makamına yükselt­mezse, muhabbeti noksan demektir.
İlhamla bir söz söylendiğinde marifet güneşle­ri doğar, karanlık gecede ay tecellî eder.
Allah dostları zahiren anlaşılmazlar, onların iç âlemleri pek berraktır. Onlar gecenin bir kısmını ibâdetle geçirir, seher vakti olduğunda istiğfarlar. Bu esnada bir münâdî:
"Ey bütün geceyi uyuyarak geçirenler! Siz kaybettiniz" diye nida eder.
Kim çirkin tavırlarını değiştirmez, nefsini tezki­ye etmez, benliğini aşarak yalnız Hakk Teâlâ ile ol­mazsa Kıyamet günü Allah'ı kendine yardımcı gö­remez.
Size elimden geldiği kadar nasihat ettim. Tâbi olursanız, kurtulursunuz.
Ey oğulcuğum!
Temiz, zarif ve mütevazi elbi­se giy. Dervişlik ne güzel elbise giymekte, ne köşklerde oturmakta, ne de tekkelerde yaşamakta­dır. Asıl dervişlik bütün kalbinle ihlâslı olman, az­minde sadâkat göstermen ve imanını kuvvetlendir­mende. Bütün amelin ihlâsla olursa faydalı ve kârlı bir iş yapmış olursun. Böylece kalbin nurlanır, kö­tülükler yok olur, kalp Allah korkusu ve sevgisi ile dolar. İnsan bu mertebeye çıkınca ne ince ne de kalın elbiseye ihtiyaç kalmaz. Çünkü bir insanın kalbinde ilâhî nur kuvvetlenince, sahibi ince elbise­yi bile taşıyamayacak hale gelir.[7]
Kalbinde aşk ateşi yanan kimse eğer elbisesi­ni yırtar, bağırır, nara atarsa kınanmamalıdır. Hat­tâ çilelerini (erbainlerini) tamamladıkları sırada böyle kimselerin üzerine su dökülse ancak ateşle­rini artırır. Bu halde onların midesine inen yiyecek ve su sanki ateş olur, yanmaya başlar.
Evlatlarım!
Bütün Allah dostları bana göre kaptandır. Siz de onları öyle kabul edin. Sakın on­ların hallerini kınamayın. Hakk Teâlâ katında seçkin bir yeri olan Allah dostları kalplerini zaviye, takvalarını da elbise yap­mışlardır. Kerameti önemsememiş, keramet göste­renlere rıza göstermemişlerdir. Keramet göster­mekten çekinmelerinin sebebi, kerametin amelin bir semeresi olmasıdır. Amelin bir semeresi olan keramet riyâ olacağından gösterilmesi yasaktır. Bundan dolayı Allah dostları havada uçmaz, suda yürümez, vahşî hayvanların emirlerine râm olması­nı istemez, ayaklarını yere vurarak su fışkırtmaz, cüzzamlı ve abraslı hastaya dokunup iyileştirmezler. Hülâsa onlar dünyayı iyi değerlendirerek ecir­lerini tam olarak alırlar. Allah cümlesinden razı ol­sun.
Bu haller kendilerinde görülenler ise, içerisin­de bulundukları hali aşmak isteyenler, yanıp tutu­şanlar ve meczuplardır.
Ey evlâtlarım!
Her an ömrünüz azalıyor, eceli­niz yaklaşıyor. Dünya dürülecek, altı üstüne gele­cek. Kurtuluş, amel defterini sâlih amel ve ahlâkla kapatan içindir. Amel defterini günah ve hatalarla kapatan ise, hüsrana uğrar.
Evlâtlarım!
Siz kendinizi insanların yere yayıl­dığı, dağların parça parça olduğu ve kayaların ufa­landığı Kıyamet gününde kabul ederek, sâlih amel işlemekte acele edin. Aşırı da gitmeyin.
Bu söylediklerimi yapmazsanız pişman olur­sunuz. Benim size vasiyetim ve hediyem budur.
Düsûkî hazretleri burada "ebrarın iyilikleri, mukarrabinin kötülükleri gibidir" sözünü açıkla­yarak şöyle der:
Mukarreb olan Allah dostu, hatırına gelenleri ve bütün anlarını kontrol altında tutar, bunları ih­mal etmeyi zelle (küçük günah) kabul eder. Ayrıca o nefsin arzularına gem vurur, nefesinin çıkışını murakebe eder, günahkâr bir insanın günahından korktuğu gibi iyiliklerinin kabul edilmeyeceğinden korkar. Ebrar olanlar ise bunlara muktedir değildir­ler.
Mukarreb bir Allah dostu cezbe halinde ah, of demez, ellerini çarpmaz, bağırmaz, elbisesini yırt­maz, başını taşlara vurmaz, havada uçmaz, suda yürümez, şaşkın şaşkın dolaşmaz. Bu haller onlar­da görülmeyince, bazı ehl-i tarik onların iyiliklerini kötülük sanmışlardır. Hâlbuki mukarreblerin kötü­lük zannedilen halleri sırf iyiliktir.
Sizden birisi çirkin işler yaptığı, miskin, rüşvet­çi, faizci, zâlim ve onlara yardımcı olanların yeme­ğini yediği halde nasıl sâlihlerden olduğunu iddia edebilir?
 O kimse yalan söylediği, gıybet ettiği, in­sanlara ve namuslarına dil uzattığı halde nasıl sâ­lihlerden olduğunu söyleyebilir?
Yasakları işlediği halde sâdık, velî, kendini günahlardan arıtmış, Al­lah'ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olarak yazılma­yı nasıl talep edebilir?
Vallahi, eğer bir kimse bu saydıklarımı işleyip de tevbe etmezse yolumuzda değildir. O, başkası­nın tevbe etmesine de vesile olamaz.

Kur’ân-ı Kerim’i Anlamanın Sırrı
Ey evlâdım!
Kur'an'ın sırlarını anlamak ister­sen nefsini öldür, onu ayaklarının altına at, boş söz etmeyi bırak, yararlı iş yap, yanağını yere koy ve topraktan geldiğini düşün, günahının çokluğun­dan ve Kıyamet günü yüzüne çarpılmasından kork, amelinin kabul edilip edilmeyeceğini iyi he­sap et. Eğer böyle yaparsan Rabb'inin kelâmının manalarını anlayabilirsin. Böyle yapmazsan bu ka­pı sana kapalıdır.
Yemin ederim ki, insanlar ve cinler bir araya gelse Kur'an'ın bir harfini bile tefsir edemezler, bu­na güçleri yetmez. Çünkü her harfin özel manası vardır. Bütün mahlûkât sadece "bâ" harfinin ma­nasını akıllarıyla anlamak için bir araya gelseler, âciz kalırlar. Hiç kimseye şu veya bu şekilde ken­diliğinden bir ilim verilmemiştir. Şayet Allah Teâlâ kulunu öğretmemiş olsaydı, o her bakımdan câhil kalırdı.
Kim Allah dostlarının tattıklarını tatmadı, onla­rın gördüklerini görmedi ise, Hakk'ı kabul etmenin, sahili olmayan denize benzeyen manevî âlemin, tohum içinde gizlenen sırrın, sadece bir "nûn" harfinin veya insanlardan saklı manaların hakikati­ne vâkıf olmaz. Ama Allah kuluna bunların ilmini ihsan ederse bilir, buna bir mani yoktur.
Allah dostlarının tattığı manevî zevki kalbinde günah, nefse ait arzular, şeytanî işler, kibir vs. bu­lunan kimse tadamaz.
Nice ilim vardır ki, onu anlamayan kimse din­ler de kıymetini bilmez. Bundan dolayı, ulemadan, ilmi ancak akıllı ve anlayışlı kimselere anlatmaları hususunda söz alınmıştır.
Ulemanın aklın kalpte olduğuna dair görüşü doğrudur. Çünkü bu konuda "Dikkat edin kalpte bir et parçası vardır, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur, o bozulursa bütün vücut bozulur, dik­kat edin işte o kalptir"5 hadis-i şerifi vardır. Yalnız, aklın mahiyeti hakkında düşünüldüğünde şu sonuç çıkar: Baş; dünya, kalp ise âhiret işlerini tanzim eder.
Netîce olarak, mücâhede eden müşahede eder, işi gücü yatıp uyumak olan yolda kalır.
Bu yolda kimse yaşının büyüklüğü ve önce in­tisap etmesi yüzünden ileri gidemez. Bu yolda iler­leme, ancak gönül gözünün açılması ile mümkün olur. Şu da unutulmamalı: Sizden kimin gönül gö­zü açılırsa, sakın kendini beğenip böbürlenmesin.
Ey evlâdım!
İblis, Âdem aleyhisselâmdan daha hayırlı olduğunu iddia edince Allah Teâlâ ona lanet etmiş ve rahmetinden kovmuştur, unutma.
Kur'an hafızı olan kimse haram gıda yememe­li, haram elbise giymemelidir. Eğer böyle yaparsa, hafızasındaki Kur'an ona lanet okur ve şöyle der:
"Kim Allah'ın kelâmına saygı göstermez ve onunla amel etmezse Allah'ın laneti onun üzerine olsun".
Kim evlâdım olmak istiyorsa nefsini şeriat ka­bında hapsedip üzerine hakikat mührünü vursun, mücâhede kılıcıyla onu öldürüp isteklerine mâni ol­sun.
Kim yaptığı ameli kendine mal eder ve onunla övünürse Rabb'inin gözünden düşer, yardımından mahrum kalır.
Arif olan iyiliklerini bile günah telakki eder. Şa­yet Allah onu kusurlarıyla muaheze ederse bunu da adalet sayar.
Ey evlâtlarım! İlim talep edin. Durmadan çalı­şın, usanmayın. Zira Allah Teâlâ Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
"De ki: Ey Rabb'im, ilmimi artır" (Tâhâ, 114).buyurmuştur. Biz ilme ondan daha çok muhtacız. Çünkü biz ilim fakiriyiz ve âhir zamanda bulunuyoruz. Ziyadesiyle ilim istemek sadece edep içindir. "İlmimi artır" mealindeki âyetin tefsi­ri:
"Edebinin artması için ziyadesiyle ilim talep et" şeklindedir. Şu da bir hakikattir ki, ne kadar ilim olursa olsun insanlar Allah'ı hakkıyla takdir edemezler.
Allah Teâlâ’m büyüklerimizin şefaatından bizleri mahrum bırakma.
Amin


[1] Bu kısım DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU tarafından yazılmıştır.
[2] (Cevahirname: Öğütler/ FERİDÜDDİN ATTAR (K.S.)
[3] Kaynak: http://www.muhammedinur.com/index.php; Gülistan Dergisi Eylül 2009-105. Sayı
[4] Öğütler kısmı (M. ERDOĞAN BAŞ, “İbrâhim Düsûkî'den Öğütler”, İstanbul, Erkam Yayınları, 2002)
[5] Kur'an'da (A'râf, 143) Allah Teâlâ'nın dağa tecellisinden ve bu tecelli karşısında Mûsâ (a.s.)'ın bayılmasından bahsedilmektedir.
[6]  Kutup: En büyük Allah dostuna kutup denir.
[7] İmam Şârânî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz, böyle kimselerin meczûb olduklarını ve böyle hallerin iç âlemi farklı zâtlarda görüldüğünü bildirmektedir.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar