Print Friendly and PDF

İKİ HİKAYENİN TASAVVUFÎ ANALİZİ



Hzl: Rifat OKUDAN
Şeyhu’l-İşrâk  Sühreverdî Maktûl’un bahsettiği İbn Sînâ’nın Salamon ve Absal  kıssası da, izah edileceği üzere, Hayy b. Yakzan ’daki gibi, insânî tabiat ve huylarla akıl ve kalb arasındaki mücadeleyi sembollerle anlatır.
Hikayenin aslı Yunancadır. Huneyn b. İshak tarafından Arapça’ya çevrilmiş ve İbn Sînâ da bu isimle bir hikaye telif etmiştir.
Hikaye özetle şöyledir:
Salamon ve Absal iki kardeştirler. Absal, yaş olarak daha küçüktür ve kardeşinin kucağında büyümüş ve terbiye görmüştür. Güzel yüzlü, akıllı, edebli, bilgili, iffetli ve cesaretli bir genç olarak yetişmiştir.
Salamon’un karısı Absal’a aşık olur ve kocasına, Onu, çocuklarını yetiştirmesi için ailesi içine katmasını önerir. Salamon bunu kabul eder ve kardeşine, karısının annesi yerinde olduğunu söyler.
Absal razı olur. Salamon’un karısı Absal’a çok iyi davranır, ancak Onunla yalnız kalınca aşkını izhar eder. Absal bundan kendini korur.
Salamon’un karısı bunu görünce kocasına, kardeşini kendi kız kardeşiyle evlendirmesini önerir, sonra da kız kardeşine, Onu Absal’la yalnızca Ona koca olması için evlendirmediğini, bilakis Absal’da Onunla eş ve ortak olacağını söyler.
Zifaf gecesinde, Salamon’un karısı kız kardeşinin yerine geçer ve Absal’a sarılmaya, göğsünü Onun göğsüne değdirmeye başlar. Tam bu sırada gökyüzünde bir şimşek parlar, Absal şimşeğin ışığıyla Onun yüzünü görür ve hemen yanından çıkar, kardeşinden kendisini askere almasını ister.
O da Absal’ı ordu komutanlığına atar. Birçok harplere katılır, birçok ülkeleri fetheder. Sonra, zafer taçlarıyla vatanına döner. Kardeşinin karısının kendisini unuttuğunu sanmaktadır. Fakat kadının sevgisi yeniden canlanır ve aynı şeyleri yapmayı arzular. Absal bundan da imtina eder ve ikinci sefer harbe gider.
Salamon’un karısı sevgisinden ümidini kesince, orda komutanlarıyla Absal’ı yalnız bırakıp ihanet etmeleri için gizlice anlaşma yapar. Onlar bunu yapınca düşmanlar zafere ulaşır, komutanlar Absal’ı yaralı olarak yalnız başına terkederler. Vahşi hayvanlardan biri, kendi kendine yaşayıp iyileşinceye dek Ona süt vererek şefkat eder.
Absal, Salamon’a döner, O da şefkat gösterir. İhanet eden komutanlar yargılanarak cezalandırılır. Bunun üzerine Salamon’un karısı, aşcı ve yemeğe bakan hizmetçiyle anlaşır. Onlar Absal’a ölümüne dek zehir verirler.
Absal’ın ölümünden Salamon çok kederlenir ve Meliklikten ayrılıp Rabb’ine ibadet etmeye başlar. Bir müddet sonra Allah, kendisini işin gerçeğine muttali eder. Salamon da, karısı, aşçı ve kardeşinin yemeğine bakan hizmetçiye kardeşine yaptıklarını yapar.
[Ahmed Emîn, Hayy b. Yakzan li Íbn Sînâ ve Íbn Tufeyl ve’s-Sühreverdî, s. 113-114/dipn:1.].
Hikayede, Salamon nefs-i natıkayı, Absal nazarî aklı, Salamon’un karısı şehvet ve gazabı emreden bedenî kuvveyi, Absal’a olan aşkı bedenî kuvvenin aklın kendisine boyun eğmesi isteğini, Absal’ın kaçması ve imtina etmesi aklın yüceliğini, Salamon’un karısının kız kardeşi bedenî kuvvenin benzerleri olan nûrânî varlıkları, parlayan şimşek insanı bir andan diğerine çevirip pişmanlık hissini veren ilâhî korumayı sembolize etmektedir.
Absal’ın ülkeleri fethi melekût-i a’lâya nefsî bir muttali olmanın sembolüdür. Vahşi bir hayvanın sütüyle beslenmesi ilâhî akışları sembolik olarak ifade eder. Aşçı gazabî kuvve, yemeğine bakan hizmetçi de şehevî kuvvedir. Bunların Absal’ın öldürülmesi için anlaşıp bir araya gelmeleri, bu kuvvelerin akla galip olma isteklerinin, Salamon’un onları helak etmesi de sonunda nefsin bedenî kuvvelere galibiyetinin sembolüdür.
Hayy b. Yakzan  hikayesi ise, özünde İmen Deris (: İnsanların Koruyucusu) isimli Homlus’a ait Yunanca bir kitaba benzemektedir. Kitap, Eflatunculuk ile Eski
Mısır felsefesinin içiçe olduğu diyaloglardan ibarettir. Tarîhu’l-Hukemâ’da İbnu’l- Kıftî’nin buna işaret ettiği belirtilmektedir        [Ahmed Emîn, a.g.e., s. 16..]
İbn Sînâ’nın talebesi Ebû Mansur b. Zeyle Isfehânî (ö. 440/1048), Hayy’ı “nefs-i küllî”, Yakzan’ı “akl” olarak açıklamaktadır[Ülken, Hilmi Ziya, “İbn Sina’nın Felsefesi”, Felsefe Arkivi, Sayı: 22-23, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1981, s. 81.
] . İbn Sînâ’nın Hayy b. Yakzan hikayesinde özetle, tenezzüh ve manevî arınma için çıkmış bir topluluğu anlatır. Onlara güzel yüzlü, mütevazin bedenli, geçen senelerin ve seyahatlerin tecrübeler kazandırdığı heybetli bir Şeyh yol göstermekte, rehberlik etmektedir. Bu vakur, heybetli Şeyh’in ismi Hayy b. Yakzan’dır. İbn Sînâ, bu Şeyh’le yılların ve seyahatlerin tecrübeler kazandırdığı aklı sembolize eder.
Hikayedeki yolculuğa eşlik edenler, şahıslar değillerdir. Eşlik eden refakatçiler şehvetler, tabiatlar, huylar ve diğer insânî melekelerdir. Yolculuk yapanlar arasındaki mücadele ve Hayy b. Yakzan’a anlatılanlar da, çoğunlukla insan tabiatları, şehvetleriyle, kalbi ve aklı arasında meydana gelen mücadelelerden ibarettir.
Hikaye için bkz: http://www.derindusunce.org/2008/07/11/hayy-bin-yakzan/
‘Hayy b. Yakzan’ kıssasında isminden de anlaşılacağı gibi mücerred bir hikayeden daha ziyade sembolik olarak varlığın varoluş süreci ve bunu idrak etmek anlatılmaktadır. ‘Yakzan’(: yani uyanık olan), el-Vacibu’l-Vücûd olandan varlığın hayat bulmasını, sudurunu ve İşrâkini sembolize eder. Sanki bu “(O) kendisine hiç dalgınlık ve uyku gelmeyen, mutlak diri ve her şeyi idare edendir,” [Kur’ân-ı Kerîm, Bakara, 2:255.] ayetinden anlaşılan, Mutlak Diri olandan bir uyanış ve doğuşu telmih etmektedir. Kıssadaki ‘Hayy’ ise, doğuştan ve sudurdan sonraki varlık kategorilerinden birinde hayat bulan, vücûda gelen aklı sembolize eder. ‘İbn’ kelimesine isnadı ise tıpkı İncil’de olduğu gibi başkasının var etmesiyle hayat bulanın kendi kendine var olan ve varlığı zorunlu olanın hakimiyeti ve iradesiyle var olduğuna bir işarettir. Bu durumda ‘ibn’ kelimesinin izafesi O’nun hükmü ve emri altında olmayı sembolize ediyor,
demektir. Aslında ‘Hayy’ küllî bir mana ile O’nun yarattığı bütün varlıkları sembolik olarak ifade ettiği gibi, bu bağlamda, daha sonraları İşrâkçilerin Nur-u Evvel, filozofların Akl-ı Evvel, sufilerin Nur-u Muhammediye veya Hakîkat-i Muhammediye dediği ilk zuhur eden nuru ifade etmektedir. Çünkü birden ancak bir sudur eder.
Bu varlığı zorunlu olanın iradesiyle, cüz’i olanların külli bir akıldan zuhurunun idrakini Sühreverdî, Aristotales dediği rüyasında görüp kendisini irşad etmesini istediği zattan nakletmektedir. Sühreverdî der ki:
“Bir çok fikirler ve riyazetle meşguliyetimin fazla olduğu ve bana ilim meselesinin anlaşılması zor geldiği, Kitap’ta bahsedilenin de bir öneri vermediği bir gece, bana rüyaya benzer bir hal oldu.... Bana şöyle dedi:
Nefsin bütün suretleri küllidir (: tümel); her ne kadar bir çok külliden terkiplenmiş ise de, yine kendinde şirketi engellemez. Şayet şirketin [ortaklığın] engellendiği farzedilirse, başka bir engelden dolayıdır. Zatın kendisi şirketi engellediği halde sen zatını müdriksin. Öyleyse bu idrak suret sebebiyle değildir.’ Ben, ‘ben’in anlamını idrak ediyorum deyince, şöyle dedi: ‘ ‘ben’in mefhumu, hakîkatiyle, mefhumunda şirketi engellemez. Bilirsin ki; cüz’i (: tikel), cüz’i olarak küllidir; ‘ben’ ve ‘biz’in cüz’i işaretler değil, mücerred mefhumlar olmaları bakımından ma’kul olan külli anlamları vardır’. Ben, öyleyse bu nasıl olur, dedim. O da, ‘ senin zatını bilmen kendi zatından başka bir kuvve ile olunca, sen, seni zatını müdrik olarak bilirsin, başka değil; mutabık olan eserle de değil, mutabık olmayan eserle de değil. Bu takdirde, sen hem akıl, hem akleden, hem de akledilensin,’ dedi... Sonra bana dedi ki: ‘İlim, vücûdun mefhumu olduğu yerde onun kemaliy etidir, çokluğu gerektirmez. Bundan dolayı Vacib (: zorunlu varlık) için vücûd zorunludur. Çünkü vücûdu (: varlık) vacib (: zorunlu) olanın zatı maddeden mücerreddir. O, saf varlıktır (: el-vücûdu’l-baht)..’..”[ Sühreverdî, “Kitâbu’t-Telvîhât”, s. 70-72.]
Kaynak: Rifat OKUDAN İşrak Filozofu Sühreverdî Maktûl Ve Eserlerindeki Üslup Ve Belağat, T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı,  (Doktora Tezi) ,2001, Isparta

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar