İLÂHÎ TAKDİR-KADER (Geleceği Görme, İleriyi Görme)
İLÂHÎ TAKDİRİN VARLIĞINA KARŞIN NEDEN İYİ KİMSELERİN
BAŞINA KÖTÜLÜKLER GELİYOR?
(İlâhî Takdir Üzerine)
1
Bana soruyorsun Lucilius; madem dünyaya hâkim olan güç
İlâhî Takdir'dir, iyi insanlar buna karşın nasıl olur da birtakım kötülüklerle
karşılaşırlar, diye.
Bu sorunu
bana yazımın daha ileriki kısımlarında İlâhî Takdir'in hükmünü ve Allah
Teâlâ'nın her yerdeki varlığını gösterdikten sonra soracak olmanı yeğ tutardım;
ama bu geniş konunun özellikli bir kısmını ele almamı ve açıklamamı; bunu sana
esas konuya hiç ilişmemişken anlatmamı istediğin için ben de isteğin doğrultusunda
davranıyor, Allah Teâlâ’dan gelen bu kutsal yükümlülüğü seve seve
sırtlanıyorum.
Daha
başındayken söylemem gerekir, böylesi mükemmel bir yapının bir sahibi
bulunmaksızın ayakta kalmasının, varlığını sürdürmesinin; yıldızların bir
yönlendirici olmadan, bilinçsizce fakat böyle düzenli bir şekilde bir araya
gelip hareket etmelerinin imkânsızlığını kanıtlamaya şimdilik girişmeyeceğim,
bunun bir anlamı yok. Yeryüzü nesnelerinin böyle bir düzenleyici olmaksızın
hareket etmeleri durumunda birbirlerine çarparak yok olacaklarını; sularda ve
karalarda doğayı devindiren ve bunca ışıkları kesintisiz, sekmesiz parlatan
gücün ancak sonsuz bir kural doğrultusunda mümkün olabileceğini; bu işleyişin
maddenin rastlantısal, serseri biçimde dolaşıp bir araya gelmesiyle meydana
gelmesinin imkânsızlığını şimdilik göstermeyeceğim. Bu büyüklüğü akıl almaz
yeryüzünü düzenli bir hareket üzerinde kararlı kılan, suların vadiler içre
dolanıp düzensizliğe düşmeden iş görmesini sağlayan ve en küçük bir
çekirdekten dev gibi canlılar doğurtan gücün maddenin bilinçsizliğiyle mümkün
olmayacağını şimdilik kanıtlamayacağım. Doğrusu böyledir; aklımızın almadığı
karmakarışık hadiseler, sözgelimi yağmurun yağması, göğün ve bulutların hep
bir ağızdan gürlemesi, alevlerin dağ doruklarından fışkırması, toprağın
ayaklarımızın altından kayıp yer değiştirmesi gibi şiddetli doğa olaylarının
kendi başlarına ve hep birden meydana gelmesi bütüncül bir iradeden bağımsız olabilir
mi? Öte yandan bütün bu olayların ve bizi şaşırtan öteki doğal gelişmelerin,
diyelim dalgaların arasından yeryüzüne fışkıran kaynakların; engin denizler
ortasında aniden ortaya çıkan adaların da kendi artlarında birtakım özgün sebepleri
bulunuyor. Denizin önce sularını bir miktar çekerek kıyı topraklarını açıkta
bıraktığını ve hemen sonra yeniden sularını ortaya çıkararak eski hâline
döndüğünü gören bir kişi, dalgaların tesadüfi kabarmalar nedeniyle bazı
zamanlar azalıp çekilerek kıyıları kuruttuğu ve bazı zaman da kabarıp
gürleşerek yıkımlara neden olduğu düşüncesine kapılır. Hâlbuki o denizlerin
çoğalıp azalması belli bir düzen çerçevesinde; kararlarıyla okyanusları
kabartıp taşıran ay adlı yıldıza göre ve düzenli zamanlarda gerçekleşir. Ne ki bütün bu olaylar daha uygun bir
zamanda düşünülmeli; çünkü senin durumun İlâhî Takdir'in egemenliğinden şüphe
duymakla ilgili değil; ondan duyduğun bir hoşnutsuzlukla ilgili bir durumdur.
Böyle bir durumda benim yapmam gereken; iyi kimselere iyi davranan Allah Teâlâ
ile senin aranda bir hoşnutluk oluşturmaktır. Çünkü şeylerin doğası, iyi olanın iyi olana
zarar vermesine olanaklı değildir. Böylelikle de, iyi insanlarla iyi Allah
Teâlâ erdemler yoluyla bir dostluk ilişkisi içindedirler.
Dostluk mu
dedik?
Aksine,
bir hısımlık, bir yakınlıktan söz etmem gerekirdi. İyi kimseler Allah Teâlâ’dan
zamanca farklı olmalarına karşın onun birer takipçisi, öyküneni, ona mümkün
olduğunca itaat eden gerçek birer dölü oldukları için; erdemler konusunda asla
müsamaha göstermeyen büyük hükümdar, tıpkı katı davranışlı babaların kendi
çocuklarına yaptığı gibi, iyi evlatlarını diğerlerine nazaran katı bir
terbiyeden geçirir. Böylece, davranışları Allah Teâlâ katında sevimli
görünen iyi kimselerin yine de felaketler yaşadığını, büyük çabalar
göstererek uçurumlarda yorulduğunu, bunu gören kötü kimselerin ise eğlenerek,
gülerek, ömürlerini hazların peşinde geçirdiklerini gördüğün zaman; kendi
oğullarımızın ahlaklı yetişmelerini istememize karşın kölelerin çocuklarının
ahlaksız olmalarından rahatsız olmadığımızı; kendi oğullarımızı hoşgörüden uzak
bir terbiyeyle büyütürken köle çocuklarının ise arsız olmalarını istediğimizi
aklına getir. İşte bu aynı zamanda Allah Teâlâ’nın da davranışıdır. İyi
insan hazlar içre yaşayamaz, sürekli sınanır, güçlenir ve böylece donanmış
olur.
2
"Neden birçok iyi kimse kötülüklerle karşı karşıya
kalıyor?"
Oysa iyi
kimseler hiçbir kötülükle karşı karşıya kalmaz; çünkü zıtlıklar aynı yerlerde
bulunamaz. Bu kadar ırmağın, yağan yağmurların ve faydalı
kaynakların karışmasıyla denizin tadında en küçük bir değişiklik bile olmadığı
gibi; kötü olayların hep birden gerçekleşmesi de dayanıklı insanları
yollarından döndüremez. Ruh, dışında bulunan her şeyden daha metanetli olduğu
için kendi sağlamlığını daima korur ve karşılaştığı olaylara kendi inançlarına
göre yön verir. Hiçbir şeyden haberdar olmayacağını söylemiyorum; tersine,
bütün zorlukları aşabileceğini ve kötülükler ne çoklukta gelirse gelsin metanetini
her zaman koruyabileceğini söylüyorum.
Onun
gözünde her felaket ayrı bir sınamadır. Hem öte yandan, doğrulukta karar kılmış
gerçek bir insan, zorlukla da olsa tehlikeli de olsa kendine verilecek bir
görev için her an hazır değil midir?
Hangi
tembel kişi için boş oturmak bir ceza olabilir?
Hep en
güçlü olmak isteyen güreşçiler en zorlayıcı rakiplerle karşılaşmayı ve eğitmenlerinden
kendilerine karşı bütün güçleriyle mücadele etmelerini isterler. Yenilmeleri
yahut çok yıpranmaları şikâyet etmelerine asla sebep olmaz; bire bir sınamalarda
herkesi yendikten sonra birden fazla rakiple aynı anda karşılaşmayı arzularlar.
Yiğitlik bir rakiple karşı karşıya kalmadıkça azalır. Onun büyüklüğü ancak
gösterildiği zaman bilinebilir. İşte iyi kimseler de buna göre hareket
etmelidirler; sıkıntı ve zorluklar karşısında korkuya kapılmamalı ve geri
dönmemeli; kaderlerine razı olmalı ve yaşadıkları her olayı iyi tarafıyla
görmeli, o olaylarda bulunan iyiliği kendi kendilerine ortaya çıkarmalıdırlar.
Çünkü önemli olan, ortaya koyduğumuz şeyin ne olduğu değil, onu nasıl ortaya
koyduğumuzdur.
Babalar ve
annelerin evlatlarına olan sevgilerini başka biçimlerde gösterdiğine bakmıyor
musun? Evlatlarının sürekli çalışmasını isteyen babalar onları her sabah
erkenden uyandırır, tatillerde bile boş gezmelerine razı olmaz ve kimi zaman
terletip kimi zaman da ağlatırlar. Annelere gelince, onlar yavrularının hep
yanı başlarında olmasını dilerler, üzülüp ağlamalarına ve sıkıntı yaşamalarına
asla razı olmazlar. İşte Allah Teâlâ da iyi insanlara babaların gösterdiği gibi
yiğitçe bir sevgi gösterir ve şöyle der: "Zorluklarla,
acı ve şiddetle yüzleşip sahip oldukları gücü iyi bilsinler." Çünkü
tembel bedenler iş yapamaz olur; yalnızca zor işleri becermekten değil kendi
kendilerini taşımaktan bile aciz kalırlar. Önceden incinmemiş bir huzur, hiçbir zorluğa dayanamaz. Buna
karşılık, zorluklara karşı mücadele etmeye alışmış bir beden, her yarayla
birlikte daha fazla sertleşir ve felaketler karşısında yenilmez bir hâle
gelir. Tökezlediği zaman bile, savaşını dizleri üzerinde doğrularak sürdürür. Allah Teâlâ iyi kimselere karşı bunca
şefkatli ve sevgi doluyken, o kimselerin kusursuz olmalarını arzuluyorken
onlara savaşlarla dolu bir kader vermesi sana tuhaf mı geliyor?
Bense hiç
şaşırmıyorum; çünkü Allah Teâlâ yiğit kimselerin zorluklara karşı savaş
verdiğini elbette görmek isteyecektir. Kendisine saldıran yırtıcı bir hayvana
karşı mızrağını doğrultan; bir aslanın karşısında hiç korkmadan savaşan yiğit
bir delikanlı görmek hoşumuza gitmez mi? O, savaşını aynı yiğitlikle
sürdürdükçe bizim hoşnutluğumuz daha da artmaz mı? Ne ki bu çocuksu ve tecrübesiz hareketler, geçici eğlenceler Allah
Teâlâ’yı hoşnut etmemiz için yeterli olmaz. İşte yarattığı eserleri koruyan
ve onlara özenen Allah Teâlâ’nın görmek istediği soylu bir davranış, onu
hoşnut edecek olan görüntü: Felaketlerle
dolu kaderine karşı direnen ve mücadele eden, ona karşı yiğitçe meydan
okuyabilen bir kişi. Acaba bizim dünyamızı gözleyen Iuppiter, Cato'nun
davranışından daha hoşnut edici bir manzara görmüş müdür? O Cato, hedefleri
her defasında yerle bir olmasına rağmen, bir yıkıntıya dönmüş ülkesinde ayakta
kalmayı başarıyordu ve "Cato bir yolunu bulup özgürlüğün kapısını nerede
olursa olsun tek eliyle açacaktır; dünyanın her yerini tek bir adam ele
geçirmiş olsa da, kara parçaları askerlerle, denizler donanma gemileriyle
kaplanmış ve kent kapıları Caesar'ın askerlerince tutulmuş olsa da. Kendi
ülkemdeki savaşta bile bir günah yüklenmeyen kılıcım en yüce ve iyi görevini er
ya da geç yerine getirecek, kendi topraklarında bulunmayan hürriyeti Cato'nun
ellerine teslim edecektir. Yüklen ey asil ruh, bunca zamandır kafanda kurmuş
olduğun o yüce görevi. Dünyadan yüz çevir ve henüz birbirlerinin kılıcıyla ölmüş,
yerde yatmakta olan Petreius ve Iuba'yı gör. Onların kaderiyle
giriştikleri bu iş çok yüce ve yiğitçeydi ancak sana yakışmaz; çünkü senin için
bir kimsenin elinden ölüm istemek en az hayat istemek kadar alçakçadır!"
Hiç şüphem
yok ki Allah Teâlâ, hıncını kendisinden acımasızca çıkaran bu adamı başka
kimselerin kurtulması için çırpınırken, kendine sırtını dönenlerin firar
etmelerine yardımcı olurken, çabalarını öldüğü gece bile durmaksızın sürdürürken,
asil göğsüne kılıcını saplarken, iç organlarını parçalayıp bir kılıca hiçbir
şekilde layık olmayan yüreğini kendi eliyle sökerek çıkarırken izlemiştir.
Bana göre yarası bu nedenle anlaşılmaz ve silik kaldı. Ölümsüz Allah Teâlâ onu
bir defa izlemekle yetinmemişti ve daha ağır bir görevi yerine getirmesi,
kendini yeniden göstermesi için cesareti elinden alınarak yeniden çağrılmıştı.
Çünkü ikinci bir ölüme ancak asil ruhlar talip olabilirler. Allah Teâlâ bu
kadar asil ve görkemli bir ölümle yaşamdan ayrılan bir talibini izlemekten
bıkar mı? Ölümden korkanların bile
hayran olacakları biçimde ölen kimseler ölüm tarafından kutsanırlar.
3
Bize kötü gibi görünen olayların gerçekte kötü
olmadıklarını, sözlerimin devamında göstereceğim. Öncelikle, senin adına sıkıntı dediğin olayların ve talihsizlik, lanet
olarak nitelendirdiğin durumların, başta bunları yaşayan kimseler için ve
ardından bütün insanlık için faydalı olduğunu anlatacağım. Hem Allah Teâlâ için önemli olan tek tek insanlar değil, bütün bir
insanlıktır. Ayrıca, bu olayları yalnızca gönüllü kimselerin başına
geleceğinden ve zorluklarla karşılaşmak istemeyenlerin ise ancak felaketlere
layık olabileceğinden bahsedeceğim. Ardından sununla devam edecek sözlerim:
Yaşanan bu durumlar iyi kaderin birer belirtisidir ve insanların iyi olmasını
sağlayan yasa
uyarınca iyi kimselerin başına gelirler. Sözlerimin sonunda, iyi
kimselerin hâline üzülmemen gerektiğine inanacak ve ikna olacaksın. Çünkü iyi
olan hiç kimse için, bizim gözümüzde acınası olmak gerçekten acınası olmak
anlamına gelmez.
İddialarımdan
en çetin olanı, herhalde ilk söylediğimdir; hepimizi korkutan felaketlerin iyi
insanlar için faydalı olması.
"Sürgün edilmek, yoksul bırakılmak, eşinin ve
evlatlarının ölümünü görmek, onurunu yitirip ayıplanmak ve bedenin zarar
görmesi nasıl olur da iyi kimseler için faydalı olabilir?" diye soruyorsun. Eğer bu olayların iyi kimseler için faydalı olması seni
şaşırtıyorsa, hastaların neşterle kesilerek, yaraları dağlanarak, aç ve susuz
bırakılarak iyileştirilmeleri de şaşırtmalı. Hastaları iyileştirmek için
kemiklerinin oyulduğunu, kimi zaman sökülüp atıldığını, damarlarının
koparıldığını, kesilmemesi durumunda bedeni zehirleyecek kimi organlarının
kesilip koparıldığını bir düşün; böylelikle kimi kötü durumların, onları
yaşayan kimseler için faydalı olduğunu anlayabilirsin. Bir de Herkül adına
şunu düşün: insanların hep iyi gözle baktığı ya da arzuladığı çok yemek,
sarhoş olmak ya da öldürücü öteki zevklerin ve tutkuların, verdikleri bu haz
karşılığında birçok zararları bulunduğunu da sana pekâlâ ispatlayabilirim.
Ulu Demeter'in çok güzel sözlerinden birini daha öğrendim geçenlerde; hep
kulağımda çınlıyor ve aklımdan bir türlü gitmiyor:
"BANA GÖRE KADERİ EN KÖTÜ KİMSELER HİÇBİR FELAKET
YAŞAMAMIŞ OLANLARDIR." Çünkü, hiçbir felaketle karşılaşmamış bir
kimse, kendini sınama olanağını hiçbir zaman bulamamış bir kimsedir. İsterse Allah Teâlâ’dan dilediği her şeyi
henüz dilememişken elde etmiş olsun; ona bağışlanmış olan kader yine de kötü
bir kaderdir. Allah Teâlâ, onu kaderi karşısında bir yengi (kabiliyet) hak
edecek kadar kıymetli görmemiştir. Çünkü kader, korkak kimselerle hiçbir
şekilde karşılaşmaya tenezzül etmez ve şunu söyler:
"O
kimseyi karşıma almak için bir sebep göremiyorum. Çünkü karşıma çıktığı anda
bütün silahlarını bırakacak ve gücümü ona karşı hiçbir şekilde
kullanamayacağım; sert bir bakışımla bile dayanamayıp korkuya kapılacak, kaçacak.
Savaşa tutuşmaya değer kimseleri çıkarın karşıma, pes etmeye dünden razı bir
kimseyle savaşa girişmek bana alçakça geliyor." Gladyatörler,
kendilerinden daha zayıf kimselerle savaşa tutuşmayı utanç verici bulurlar. Çünkü onlara göre tehlikeye atılmadan elde edilen yengiler onursuz
yengilerdir. Kader da tıpkı gladyatörler gibidir; ne yapar eder ve en yiğit
kimselerin karşısına çıkar, ötekileri görmezden gelir, uğraşmaya değer bulmaz.
Onun savaşacağı kimseler en kararlı ve en adaletli olanlardır; böylelerini
karşısında görünce bütün gücüyle savaşa girişir. Mucius'u ateşle sınar,
Fabricius'u açlıkla, Rutilius'u sürgüne gönderir, Regilius'a işkence yaptırır,
Sokrates'e baldıran içirir ve Cato'yu ise ölümle yüzleştirir. İnsanlara önder
olabilecek yüce kimseler ancak felaketlerle dolu bir kaderiyle belli olurlar.
Mucius'unsağ elini düşmanların ateşine sokarak kendi hatasını kendisine bizzat
ödettiği için talihsiz olduğunu mu düşünüyorsun? Silahıyla alt edemediği ve
elini yakarak kaçmasına neden olduğu kraldan ötürü talihsiz olabilir mi? Öyleyse
talihli olmak adına ne yapabilirdi? Elini sevgilisinin koynuna sokup orada mı
ısıtsaydı?
Devlet
hizmetinden artan zamanlarda kendi bahçesini işleyen Fabricius mu talihsiz bir
adamdır? Neden; zenginlik karşısında da Pyrrhus karşısında gösterdiği savaş
yüzünden mi yoksa? İlerlemiş yaşına rağmen zafer kazanmışken, bahçesinden
kazıp çıkardığı yaban otlarını, kendi ocağında pişirip yiyen Fabricius'un
kaderi midir kötü olan? Talihli olmak için ne yapsaydı? En değerli denizlerden
gelmiş balıklarla ya da en uzak diyarlardan gelmiş kuşlarla mı beslenseydi?
Midesindeki sancı artınca, doğudan ve batıdan getirilen en değerli
istiridyeleri yiyip iyileşerek daha talihli mi olurdu? Avlanırken birçok
insanın ölmesine sebep olan türlü hayvanlardan pişirip her birini dolu dolu
meyvelerle süsleyerek daha talihli mi olurdu?
Kendisini
mahkûm eden kişilerin asırlar boyunca davalarında ısrarlı olacakları Rutilius
mu talihsiz bir adamdır? Ne için? Kendi yurdundan sürüldüğünde de sürgün kararı
kaldırıldığında da hiç istifini bozmadığı için mi? Diktatör Sulla'nın
emirlerine tek başına karşı koyarak sürgünden geri dönmeyi reddettiği ve hatta
daha uzak ülkelere gittiği için mi? Şöyle diyordu: "Roma'nın o altın
çağını elinde tutanlar iyi baksın bu olanlara. Forumda akan kanı, Servillus gölündeki
kesik senatör başlarını iyice seyretsinler (Bu göl Süha'nın ceza
salhanesidir), kentte kol gezen canileri ve korunmaları üzerine söz verilmiş
olmasına karşın öldürülen binlerce Romalı masumu iyice seyretsinler sürgüne
gidemeyenler." Ne yapmalıydı? Yoksa, foruma geldiği sırada yolunu
kılıçlarla açan Sulla, Rutilius'tan daha mı talihlidir? Konsüllerin kesilmiş
başlarını hiçbir rahatsızlık duymadan izleyen, dökülen onca kanın masrafını da
hazine dairesindeki türlü oyunlarla yine devlete ödetmiş olan Sulla, daha mı
talihlidir? Cornelia Yasasını bizzat hazırlamasına karşın dökülen
bunca kanın sorumlusu olan bu adam mı daha talihlidir?
Regilius'a
gelince; onu bir metanet ve doğruluk örneği yapan kader böylelikle ona ne gibi
bir zarar vermiş olabilir? Bedeni çivilere geçirilmiş; yaslanayım diye döndüğü
her yanında yaralar açılmış ve gözleri uykudan sonsuza kadar mahrum
bırakılmıştı. Fakat onun sahip olduğu onur, çektiği bu çile kadar artmıştı.
Erdemler karşılığında böylesine büyük bir bedel ödemiş olmaktan bir an bile
pişmanlık duymadığını bilmiyor musun? Eğer öğrenmek istiyorsan onu iyileştir ve
yeniden senatoya gönder; aynı sözleri yeniden söyleyeceğine şahit ol.
Böyleyken, kadınlarını kıskanan, her gün
karısından kötü sözler duyan ve bundan ötürü üzülen, uzaklardan gelen bir
müziğin sesiyle uyumaya çalışan Maecenas daha mı talihli bir adamdır?
İster şarap fıçısına dalsın, ister teselli olmak için dalgaların sesine kulak
kesilsin, ister kaygılarını unutmak için kendini zevklerin kucağına bıraksın,
rahat döşeğinde uyurken bile, çarmıhtaki Regilius kadar huzurlu uyuyamayacaktı.
Çünkü erdemler uğruna sıkıntıları göğüslemek Regilius'un çilesini hafifletir;
onu düşündüren çilesi değil çile çekmesine neden olan şeydir. Çektiği
sıkıntılar, kendisini zevk ve mutlulukların peşinde harcamaya girişmiş
Maecenas'ı Regilius'tan daha fazla etkilemişti. En azından, insanlar dünyaya
Regilius olarak gelmektense Maecenas olarak gelmeyi tercih edecek kadar kötü
bir hâlde değil. Yine de Maecenas olarak doğmayı Regilius olarak doğmaya
tercih edebilecek biri varsa, aslında söylemiyordur ama dünyaya Terentia
olarak gelmeyi bile Maecenas olarak gelmeye tercih etmektedir.
Devletin kendi eliyle hazırladığı baldıranı bir
bengisu gibi içiveren ve dünyadan büsbütün çekildiği ana kadar sakince ölüm
hakkında konuşan Sokrates sence kötü muamele mi görmüş oldu?
Neden kötü muamele gördü?
Kanı
bedeninden çekilerek soğuduğu ve damarları ağır ağır küçüldüğü için mi?
Halbuki, içkileri bütün hizmetlere dünden hazır, hadım edilmiş ya da kız mı
oğlan mı olduğu anlaşılmayan odalıklar tarafından, değerli taşlarla süslenmiş
kadehlerde yahut altın çanaklarda, karla karıştırılarak getirilip önlerine sunulan
o adamlara baktığımızda Sokrates'i ne kadar da kıskanmamız gerekir! Bu adamlar
ne içerse içsin yüzlerini ekşitip kusarlar, ağızlarında acı bir safra tadı
kalır. Oysa Sokrates, kendisine uzatılan baldıranı huzurla, bile isteye
içmişti. Daha önce kendisinden yeteri kadar bahsettiğim Cato'ya ne demeli?
Bütün bir insan soyu, onun en yüksek huzura kavuştuğunu bilmelidir. Doğa, bu
yiğidi karşısında öldürücü gücünü gösterip kendini alt etsin diye seçti ve
onunla savaşmak istedi ve şunları söyledi:
"Güçlü
kimselerin düşmanlığına dayanmak zordur. O hem Pompeius'la hem Caesar'la ve hem
de Crassus'la aynı anda kavga etmeli. Kendinden daha aşağıda olan
bir kişiye yenilmek güç bir durumdur. Onu da Vatinius alt etsin. İç savaşla baş
etmek güç bir iştir. O da haklı olduğu bu mücadelesini dünyaya karşı kötü
talihine yenilmeden, kararlılıkla sürdürsün. Kendi kendini öldürmek güç bir
iştir. O da kendini öldürsün. Bundan ne kazanırım? Şunu: Herkes, Cato'nun
başına getirdiğim olayların hiçbirinin aslında felaket olmadığını anlar.
4
Zenginlik içinde yaşama hakkı bayağı kimselere ve
yeteneksizlere de düşebilir. Ancak ölümlü kimseleri tehdit eden
felaketleri ve onlardan duyulan kaygıları yenmek yalnız yüce kimselerin
yapabileceği bir iştir. Sürekli mutluluk, fikir sancısı olmadan geçen bir
ömür, doğamızın bir tarafından habersiz yaşamak anlamına gelir. Yüce bir kimse
olsan da kaderin sana erdemlerini ortaya koyman için gerekli şartları sunup
sunmadığını bilemem. Olimpiyatlara
yalnız başına katılırsan ve senden başka hiçbir müsabakacı yoksa ancak tacı
giyebilirsin başına; ama bu asla kabiliyet sahibi olduğun anlamına gelmez.
Ben kendi adıma sana, yiğit bir kimseye sunduğum tebrikleri sunmam; ancak
konsül yahut preator (muhafız) olmuş adamları tebrik ettiğim gibi tebrik
edebilirim seni. Çünkü büyük bir iş yapmış, rütbeni yükseltmişsin. Ruhunun yüceliğini ortaya koyabileceği hiçbir
sıkıntıyla henüz karşılaşmamış iyi bir kimse için de böyle düşünür ve şöyle
derim ona:
"SANA
ACIYORUM; ÇÜNKÜ BİR KERE BİLE ACINACAK DURUMA DÜŞMEDİN. BÜTÜN ÖMRÜN HİÇBİR
RAKİPLE KARŞILAŞMADAN GEÇTİ VE GÜCÜNÜN BÜYÜKLÜĞÜNÜ KENDİN DÂHİL HİÇ KİMSE
BİLMEYECEK." Çünkü kendini tanımak isteyen kimse bunu ancak sınanarak gerçekleştirebilir;
çünkü harekete geçmeden gücünün nelere yeteceğini bilemezsin. Bu nedenle, bazı
kimseler, bekledikleri sıkıntılara gönüllü bir şekilde atılarak, karanlıkta
kaybolmak üzere olan erdemlerini ısıtacak şartları kendi kendilerine yaratmaya
çalışmışlardır. Bana soracak olursan, nasıl
yiğit askerler savaşlardan hoşlanıyorsa, yüce adamlar da kaderlerinin kötü
olaylar getirmesinden hoşlanır. Tiberius Caesar zamanında yaşamış
Triumphus adında bir gladyatör duymuştum. Dövüş şölenlerinin artık çok seyrek
yapılıyor oluşundan şikayetçiymiş. "Ah,
ne güzel bir çağdı geçip giden!" diye hayıflanıp dururmuş.
Erdemlilik hep tehlikeleri arzular ve kişiye amacı
için katlanacağı zorlukları değil, onu ne için amaçladığını düşündürür. Çünkü kişinin katlanacağı
sıkıntılar da sonunda elde edeceği övüncün bir parçasıdır. Savaşçılar
bedenlerindeki yaralarla övünür ve insanlara, daha iyi bir kader uğrunda
döktükleri kanlarını gururla gösterirler. Savaşlardan sağ salim dönen kimseler
de kahramanca savaşmış olabilirler ancak yara alarak dönmüş olanlar herkesin
gözünde daha saygındır. Bana göre Allah Teâlâ en yüce onur mertebesine
yükseltmek istediği kişilere cesurluğunu ve dayanıklılığını göstermesi için
fırsat verdiği ve bu iş uğruna onları zorluklarla karşı karşıya bıraktığı
zamanlarda yardımını da esirgemez. İyi kaptan fırtınalı havada, iyi asker
ise savaşta belli eder kendini. Eğer hâli vakti yerinde bir adamsan yoksulluğa
karşı nasıl bir tavır edineceğini nasıl bilebilirim ki? Eğer bütün insanlar
sana karşı büyük bir zaaf gösteriyor ve seni her yerde övüyorsa, rezil
olmaya, onurunun zedelenmesine ve insanların kötü sözlerine karşı nasıl
davranacağını nasıl bilebilirim? Büyüttüğün çocukların her zaman gözünün
önünde duruyorsa, onların yokluklarına katlanıp katlanamayacağını nasıl
bilebilirim? Senin başka kimseleri avuttuğunu çok duydum; ama kendi kendini
avutup üzüntüyü kendine yasaklamadıkça, bu yaptığının benim için bir anlamı
yoktur. Lütfen sonsuz yaşama sahip Allah Teâlâ’nın ruhumuza heyecan verip bizi
dirileştirdiği bu felaketler seni korkutmasın. Çünkü erdemlerimizin varlığını ancak felaketler karşısında kanıtlayabiliriz.
Hislerini çilesizlikten ötürü kaybetmiş olan ve sütliman, fırtınasız
denizlerin huzuruna ve sakinliğine farkında olmaksızın tutulmuş kimselerin
talihsiz olduğunu söylersen yanılmazsın. Çünkü onlar, yaşadıkları her olayı
ilk defa yaşayacaklardır. KÖTÜ KADER,
TECRÜBEDEN YOKSUN KİŞİLERE KARŞI DAHA ACIMASIZ DAVRANIR. Çünkü boyunduruk,
cılız bir boyun için her zaman büyük bir ağırlıktır. Deneyimsiz bir asker
yaralanma korkusu duyduğu zaman rengi solar ancak daha önce savaşta bulunmuş
bir asker ise kendi kanından bile korkuya kapılmaz, çünkü o kanın yengisinin
bedeli olduğunun farkındadır. Allah
Teâlâ işte bu nedenle sevdiği kullarını daha dayanıklı kılar, sürekli
deneyimlerle eğitir. Buna karşılık, bol lütuflarda bulunduğunu düşündüğümüz
kullarını tecrübesiz bırakarak güçsüzleştirir ve felaketlere hazırlıksız
yakalanmalarına sebep olur. KİM OLURSA OLSUN BİR KİŞİNİN ALLAH TEÂLÂ TARAFINDAN
DAHA İYİ KORUNDUĞUNU DÜŞÜNÜRSEN YANILGIYA DÜŞERSİN; ÇÜNKÜ HUZUR İÇİNDEKİ
KİMSELER DE ZAMANI GELDİĞİNDE YAŞAMALARI GEREKENİ YAŞAYACAKTIR. Bize sıkıntılardan
büsbütün kurtulmuş gibi görünen kimseler aslında kurtulmuş değildir;
sıkıntıları bir süre için ertelenmiştir.
Allah
Teâlâ, iyi kimselere ne diye hastalıklar, büyük üzüntü ve sıkıntılar gönderir?
Çünkü
savaşacak bir ordunun en tehlikeli görevleri en gözüpek askerlere düşer.
Geceleri bir düşman birliğine pusu kurup onu bozguna uğratmak ya da gidiş
yollarını kontrol etmek gibi tehlikeli görevler için her kumandan en iyi askerlerini
seçer. Bu görevlerle yüklenilmiş tek bir asker bile "Kumandan beni kötü olana layık buldu." şeklinde
şikâyetçi olmaz; aksine "Hakkımda
iyi düşünüyor." diye sevinir. Bunun gibi, yılgın ve güçsüz kişileri
ağlatıp inleten felaketlere göğüs germesi istenen her kişi, "Allah Teâlâ, insan doğasının
sıkıntılar karşısındaki dayanma gücünü sınamak için beni seçti."
diyerek övünmelidir.
İşte bu
nedenle, hazlardan ve gücü azaltan mutluluklardan kaçınmalısın. Çünkü ruh
bunların etkisinde duyarlığını yitirir ve eğer onu insanlık hakkında uyaran bir kimse de
olmazsa, hiç uyanamaz ve bitimsiz bir uyuşukluk içinde kalır. Pencereleri soğuk
rüzgârları geçirmeyen, ayaklarına sıcak tutan giysiler sarılan ve yemek yediği
odalar sürekli hem alttan hem de yanlardan ısıtılan bir kimse en hafif bir
rüzgârın esmesiyle bile karşılaşsa hasta düşecektir. Ölçüsüz her şey zarar
verir ama ölçüsü kaçınca en zarar verici olan şey mutluluktur. Beyni
hareketlendirir ve onu faydasız düşlerle doldurur; doğruyla yanlışı ayırmayı
zorlaştırır. Hiç bitmeyecek bir talihsizliğe erdemlerin yardımıyla göğüs
germek, ölçüsüz ve bitimsiz mutluluklar içinde ihlâlci yaşamaktan çok daha
iyi değil midir? Açlıktan ölmek yumuşak ve acısızdır ancak çok yemekten
hazımsızlaşarak ölmek bedeni iki parçaya ayırır.
İyi kimseler, Allah Teâlâ’dan iyi talebelerin öğretmenlerden
gördüğü muameleyi görürler; öğretmenler iyi ve parlak talebelerinden daha
fazla çaba beklerler. Sence çocuklarını herkesin gözü önünde kamçılayarak
ruhlarının dayanıklılığını sınayan Lacedaemonialılar çocuklarına karşı nefret mi besliyor? Vurdukları
kamçıyla çocuklarını daha dayanıklı ve gözüpek olmaya çağıran o babalar,
çocuklarının bedenleri düşmüşken, ölmek üzereyken bile kamçılamaya devam
ederler. Allah Teâlâ’nın da asil ruhları büyük felaketlerle sınadığını
bildikten sonra, o babaların yaptıklarına neden şaşıralım? Erdemli olduğunu kanıtlamak hiçbir zaman
kolay bir iş değildir. KADER DE BİZİ KAMÇILIYOR VE FELAKETLERLE SINIYOR.
BUNA DAYANACAĞIZ. Çünkü bu acımasızlık yerine geçmez, bir savaştır. Bu savaşla
ne kadar fazla sınanırsak o kadar gözü pek oluruz. Bedenin en dayanıklı parçaları
da durmaksızın çalıştırılıp dirileştirilen parçalardır. Bize kendisine karşı
dayanma gücü kazandırması için, kaderimize teslim olmamız gerekir. Kader, bizi
her felaketle birlikte yücelterek kendisine karşı koyabilecek bir güce
eriştirir ve sürekli tehlikelerle boy ölçüştükçe onlara alışır; hiçbir
tehlikeyi büyük görmemeyi öğrenmiş oluruz. Denizcilerin bedenleri deniz
şartlarına karşı koydukça sertleşir, çiftçilerin elleri çalışarak nasırlaşır,
askerlerin kolları mızrak sallayarak güçlenir, koşucuların bacakları da
koştukça daha kıvrak bir hâle gelir. Bu kişilerden her birinin en dayanıklı ve
güçlü parçası, sürekli çalıştırdıkları parçadır. Aynı biçimde, ruh da
felaketlere karşı koyarak, en sonunda onlar karşısında verdiği savaşı bile
küçük görmeye başlar. Yoksulluk içinde yaşayan ama bu yoksulluktan dolayı
sapasağlam ayakta durmayı başarabilmiş halkın başına gelen kötülükleri aklına
getir; zorluk ve sıkıntıların nasıl olup da gücümüze güç kattığını
anlayabilirsin. Roma barışından nasiplenmemiş halkları aklına getir. Sözgelimi
Germanialılar, Tuna kıyılarına yayılmış ve bütün işleri bize saldırmak olan göçebe
halklar. Hiç bitmeyen bir kış ve korkutucu bir göğün altında sürekli ezilirler;
toprak ekmek vermez; yağmura karşı sazlıklardan ve dallardan topladıklarıyla
korunmaya çalışırlar; kaskatı buz göllerinde dolaşıp dururlar ve besinlerini,
avladıkları yabani hayvanlardan çıkarmaya çalışırlar. Böyle olduklarına bakıp
onların acınacak halklar olduğunu mu düşünüyorsun? Oysa doğayla uyumlu yaşamaya
alışmış hiçbir canlı acınası değildir. Çünkü zorlukla yapılan her iş, o
zorluğa alışıldıktan sonra zevkli bir hâle gelir. Gözümüze acınası görünen o
halkların yatacak yatakları, içine girecek barınakları yok. Beden güçleriyle
elde ettikleri yiyecekler doyurucu değil, ülkelerindeki hava şartları çok
sert, giyecek hiçbir şeye sahip değiller. İşte onlar adına felaket olduğunu
düşündüğün bütün bunlar, o halklar için bir yaşama biçimi! NEDEN İYİ KİMSELERİN DAHA DAYANIKLI
OLABİLMEK İÇİN ÇİLE ÇEKMELERİ NEDEN SENİ ŞAŞIRTIYOR? Sürekli esen bir
rüzgâra direnmeyen ağaç kök salıp sağlamlaşamaz. Rüzgâr onu salladıkça yere
daha sağlam tutunur, köklerini daha derinlere ulaştırır. Oysa güneş alan vadilerde yetişen ağaçlar
böyle uzun yaşamaz. Böylelikle anlaşılır ki, iyi insanlar için, sıkıntılarla
sürekli mücadele etmek ve biz kötü olduklarını düşünmedikçe hiçbir zaman kötü
olmayan durumlar karşısında sabırlı olmak faydalıdır. Çünkü korkusuzca
yaşamaları ancak bu şekilde mümkündür. Şunu da unutmamalısın ki; askerleri,
daha doğrusu halka hizmet edecek olan görevlileri en iyi kimseler arasından
seçmek insanlık için en faydalı tutumdur. Hem Allah Teâlâ’nın hem de bilge bir
kişinin asıl arzusu insanlara şunu öğretmektir: iyinin ve kötünün, bayağı
kimselerin arzuladığı ya da geri durduğu davranışlarda bulunmadığı, iyinin yalnızca
iyi kimselere verildiğinde iyi ve kötünün de yalnızca kötü kimselere verilince
kötü olabileceği. Eğer insanların arasında yalnızca gözlerinin oyulmasını hak
eden kişinin gözleri oyuluyorsa, gözlerini kaybetmenin ilenecek bir yanı
kalmaz. Şu durumda Appius ve Metellus'un gün ışığından yoksun kalmaları neyi
değiştirir? Madem zenginlik göründüğü gibi iyi değil; kadın satıcısı Elius
zengin olsun ve insanların tapınaklarda saygı gösterdikleri paralar
genelevlerde de itibar kazansın, oralara da girebilsin. Allah Teâlâ, herkesin arzuladığı şeyleri aşağılık kimselere bağışlayıp
iyi kimselerden bu şeyleri esirgeyerek ne de güzel gözden düşürüyor hepsini.
"İyi kimselerin sakat kalması, yaralanması,
zincirlere vurulması ve fakat kötü kimselerin insanlar arasında sapasağlam,
kibirle gezip dolaşması adaletsizliktir." diyebilirsin. Öyleyse yiğit kimseler silahaltına girip kışlalarda konaklarken,
yaralandıktan sonra iyileşir iyileşmez yeniden orduya dönüp savaşa hazırlanırken;
aşağılık ve soysuz kişilerin, kulağı kesik zamparaların şehirde ellerini
kollarını sallaya sallaya dolaşması adaletsizlik değil midir?
En temiz bakireler geceler boyunca uykusuz kalarak
dinî törenlere koşturulurken en günahkâr kadınların uyku uyumaları adaletsizlik
değil midir?
Zorlu işler
en nitelikli insanlar içindir. Senatodakiler gün boyu konuşup tartışarak
kararlara vardığı sırada, bayağı ve kişiliksiz kimseler yarış meydanlarının
keyfini çıkarırlar yahut bedava yemek dağıtılan yerlerin kapısını kollayarak
aylak aylak vakit öldürürler. Bizim koca yurdumuzda da böyledir; yorulup tükenenler,
fedakârlık eden ve canlarını yitirenler hep iyi kimselerdir. Bunu da gönülden,
istekle yaparlar. Kader onları sürüklemez, onlar kaderi istekle kabullenir ve
onunla uyumlu olmayı öğrenirler. Eğer imkân bulsalar onun da önüne geçecekler.
Hatırladığım kadarıyla, yiğitler yiğidi Demetrios'un şu
yüce sözlerini sen de çok iyi biliyorsun:
"Ölümsüz
Allah Teâlâ’dan hoşnutsuz olduğum bir
tek şey var; o da benden arzuladığı şeyleri bana önceden bildirmediğidir. Eğer
öyle yapsaydı, şu bulunduğum yere çok daha önceden varmış olacaktım.
Çocuklarımı almayı mı istedi?
Ben, O
istediği için onların babası oldum.
Bedenimin bir parçasını almayı mı istedi?
Bu küçük
parça O’nun olsun; hem kısa bir zaman içinde bütün bedenimi de O’na teslim
edeceğim.
Yoksa almak istediği şey canım mıdır?
Neden
almasın?
Bana verdiği şeyi benden geri alırken neden O’na karşı
çıkayım?
Almak istediği
her şeyi O’na kendi hür irademle teslim edeceğim. Şikayetime gelince; bütün
bunları O istediği zaman vermek yerine; önceden bilerek kendi ellerimle önüne
koymak isterdim.
Neden bütün bu almak istediği şeyleri zorla almayı
gerekli gördü?
ONLARI
O’NA BEN SUNABİLİRDİM. AMA ŞİMDİ DE
ZORLA ALIYOR DEĞİL. ÇÜNKÜ, İSTEDİKLERİNİ
HİÇBİR ŞİKAYETTE BULUNMAKSIZIN SİZE SUNAN BİR ADAMDAN, ALDIĞINDA HİÇBİR ŞEYİ
ZORLA ALMIŞ OLMAZSINIZ."
Üzerimde
hiçbir baskı yok. Yaşadığım hiçbir şeye gönülsüz katlanmıyorum. Allah Teâlâ’nın kölesi değil, gönüllü bir
talebesiyim; üstelik şimdi her zaman olduğundan daha fazla. Çünkü
biliyorum ki her şey, mutlak ve sonsuz bir yasayla yönetilmektedir. Kaderimiz
bizim yaşamdaki yolumuzu çizer ve her birimizin ne zaman öleceği dünyaya geldiğimizde
belirlidir. Her neden bir başka nedenle bağlantılıdır. İster kişisel olsun
ister toplumsal; her olay uzun bir zincirin küçük bir halkasıdır. İşte bu
nedenle başımıza gelenler karşısında sabırlı olmalıyız; çünkü hiçbir olay bizim
sandığımız gibi anlık bir şekilde gerçekleşmez, bir düzen içinde meydana
gelir. Seni sevindirecek ve üzecek her
şey zaten belirlenmiştir. İnsanların yaşamları birbirinden farklı bile
olsa sonunda aynı yere varır; sonlu varlıklar olarak yine kendimiz gibi sonlu
birtakım şeylerin sahibi oluruz. Öyleyse öfke duymamızın, şikâyet etmemizin ne
anlamı var?
Bu bizim
yaradılış biçimimizdir. Doğanın, yarattığı bedenleri dilediği gibi kullanmasını
kabullenmemiz gerekiyor. Biz yaşadığımız her durumda korkusuz ve güler yüzlü
ve bizzat kendimize ait olan hiçbir şeyin bozulmayacağından emin olalım.
İyi insanın yapması gereken şey nedir?
Varlığını
İlâhî Takdire gönüllü bir şekilde sunmak. Bütün içinde yok olmak katlanılabilir
bir durumdur. Bizim bu şekilde yaşayarak
bu şekilde ölmemizi gerektiren İlâhî Kanun, Allah Teâlâ’ya da hükmetmektedir.
Bu sonsuz süreç, hem Allah Teâlâ’yı hem
de insanları önüne katıyor. Bütün varlıkları yaratan ve idare eden kişi,
kaderini de kendisi belirlemiş olmasına karşın bu kaderin kurallarına uyar; hep
ilk buyurduğu emir karşısında boyun eğer. (bozmaz) "
Fakat iyi kimselere yoksulluk, türlü sıkıntılar ve
çileli bir son veren Allah Teâlâ, kaderlerini insanlara dağıtırken neden böyle
haksızlık etti?" diye sorabilirsin.
Bil ki sanatçı, uğraştığı malzemenin niteliğini
değiştiremez; bu İlâhî Kanun’un buyruğudur.
Bazı unsurlar birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı olduklarından, onları koparıp
ayırmak imkânsızdır. Halsiz, uykulu ya da uyanıkken bile uyur bir hâlde bulunan
doğalar, ağırcanlı unsurlardan meydana gelir. Oysa büyük saygı görecek bir
insan yaratmak için daha çetin doğaya sahip bir malzeme gereklidir. Çünkü böyle
bir insanın yaşamı iniş çıkışlarla dolu olacak; fırtınalarla boğuşacak, türlü
zorluklarla karşılaşacak ama yine de gemisini kurtarmayı bilecektir. Böyle bir
insan, kaderin kendisi için belirlediği yoldan asla şaşmamalıdır. Önüne çıkan
zorluklarla dolu, dikenli ve çukurlu yolları yumuşatıp kolaylaştırmak zorundadır.
Altının değeri ateşte, yiğit insanın değeri ise kaderin zorlukları karşısında
belli olur. Erdemin yükselmesi gereken mertebeyi şimdi gör; kat edeceği yolun
ne denli tehlikeli olduğunu anla:
Yolun başı çetindir ve zorlukla tırmanır dinç atlarım bile
gökyüzünün ortası daha diktir
sabah, erken saatlerde hep korkarım
buradan denize ve karaya bakmaktan mütevazı ve titremektedir
yüreğim yolun sonu yokuş aşağıdır ve yetkin bir kılavuz ister
derin Tethys'in bile dalgalarını açıp bana sarılırken
korkar baş aşağı yuvarlanıp giderim diye.
O asil
delikanlı bu sözlerin karşısında: "Bu yol beni çok mutlu etti." der,
"Buradan tırmanacağım. Düşecek bile olsam, benim için bu yolu yürümektir
önemli olan." Fakat beriki, bu yiğit adamı yıldırmak için yine girişir:
arabanı bu yolda hiç şaşırmadan sürsen bile
yolun geçmek zorunda öfkeli boğanın boynuzlarından,
Haemoniahların yaylarından ve vahşi aslanın ağzından
Delikanlı
bu sözleri şöyle yanıtlar: "Şu bana verdiğin atların koşumlarını tak!
Sözlerin cesaretimi kıracağı yerde hevesimi arttırıyor. Güneşi bile korkutan
o yere ulaşmak için can atıyorum." Güvenli yolları tutmak korkak ve zayıf
kimselerin işidir. ERDEMİN İZLEYECEĞİ
YOL İSE DORUKLARDADIR.
5
"Fakat neden Allah Teâlâ iyi insanların başına
felaketler gelmesine izin verir?"
Aslında
buna izin vermez. O, iyi kimselerden bütün kötülükleri uzak tutar; günahları,
rezaletleri, merhametsizliği, açgözlülüğü, amacını şaşmış şehveti ve başkasının
sahip olduğu şeylere karşı duyulan arzuyu. İyi kimseler onun koruyucu gücü
altındadır, hepsini gözetir. Böyleyken biri çıkıp da iyi insanları koruduğu
gibi onların servetlerini de korumasını isteyecek mi?
HAYIR. İYİ
KİMSELER ALLAH TEÂLÂ'YA BU TÜRDEN ZAHMETLER VERMEZ, ÇÜNKÜ DÜNYAYA AİT ŞEYLER
İYİ KİMSELERİN GÖZÜNDE KIYMETLİ DEĞİLDİR. Democritos için zenginlik, erdem
sahibi insanların en büyük yüküydü ve o bu nedenle bütün servetinden
vazgeçmişti. Öyleyse, iyi kimselere kimi
zaman arzuladıkları şeyi yaşatan Allah Teâlâ neden suçlu olsun?
İyi kimseler evlatlarını kaybediyorsa bu neden tuhaf
olsun?
Kimi zaman kendileri öldürmüyor mu oğullarını?
İyi kimseler neden sürgüne gönderilmesinler?
Vatanlarını kimi zaman kendi arzularıyla sonsuza dek
terketmediler mi?
İyi kimseler öldürülürse bunda şaşılacak ne var?
Kimi zaman intihar ettikleri olmuyor mu?
Neden bazı sıkıntılara göğüs germeleri gerekiyor?
Zorluklar
karşısında dayanıklı olmayı başka kimselere de öğretmek için; çünkü onlar öteki
insanlara örnek olmak için doğmuş kimselerdir.
ALLAH TEÂLÂ'NIN ŞUNLARI SÖYLEDİĞİNİ DÜŞÜN:
"Siz, dürüst olmayı kendi arzularıyla seçmiş kimseler! Benden
hoşnutsuzluk duymak için yeterli sebepleriniz var mı?
Öteki kimselere görünüşte iyilikler bağışladım ve işe yaramaz beyinlerini
uzun süren bir düşün içine koyup onu gerçekmiş gibi görmelerini sağladım.
Çevrelerini altın, gümüş ve fildişiyle süsledim; ama esasında hiçbiri iyilik
taşımıyor. Gözünüze talihli gibi görünen insanların göründükleri gibi
olmadıklarını ve kalplerinde ne taşıdıklarını görebilseydiniz ne kadar sefil,
aşağılık ve kıymetsiz olduklarını da anlayabilirdiniz. Tıpkı dışları boyalı
evler gibi, onların da dışları güzel görünür ve bu güzellik hiçbir zaman sağlam
ve kalıcı bir mutluluk olamaz, ince ve dayanıksız bir zırhtan başka hiçbir şey
değildir. Bu nedenle, gözümüzün önünde onları görebildiğimiz sürece,
ışıltılarıyla bizi aldatır ve güzel olduklarına inandırırlar; ama bu ince
zırhlarını delen bir olay meydana gelip de bütün örtüleri kalktığı zaman, o
sahte görkemin altında yatan çürüklüğün ne kadar kalıcı ve gerçek bir
çürüklüğün bulunduğunu anlarsınız. Buna karşılık, iyi kimseler olan sizlere
kalıcı ve güçlü iyilikler bağışladım ve o iyilikler her ne durumda olursa
olsun, her neresinden bakarsanız bakın en iyi ve en yüce olmaktan çıkmazlar.
Sizleri korkutan olayları, büyük arzuları gözünüzde küçülttüm ve onlardan uzak
kalmanızı sağladım. Size bakanlar bir görkeme şahit olmaz ama bütün iyilikleriniz
iç dünyanızda gizlidir. Kendi görkemine hayranlık duyan evren bile böyledir;
dış güzelliklere kıymet vermez. Bütün
iyilikleri sizin iç dünyanıza koydum; iyi talihe muhtaç olmamanız en iyi
talihtir.
“Ama sürekli felaketler, üzüntüler ve
dayanması zor sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz.”
Sizleri o olaylardan ayrı tutmadım ve daha yürekli olabilmeniz için de
düşüncelerinizi hepsine karşı dayanıklı bir şekilde donattım. Bu donanımınız
sizi meleklerden bile üstün kılar, çünkü Allah Teâlâ kötülüklerle
karşılaşmaktan uzaktır ama siz onlara karşı mücadele etmek zorunda kalırsınız.
Yoksulluğa önem vermeyin, çünkü doğduğunuz andaki kadar yoksul olabilmeniz
mümkün değildir. Sıkıntıları önemsemeyin; böylelikle kolaylaşacak ya da
sizleri rahat bırakacaklardır.
ÖLÜMÜ ÖNEMSEMEYİN, ÇÜNKÜ SİZİ NİHAYETE
ERDİRMEKTEN YA DA BİR BAŞKA DÜNYAYA GÖTÜRMEKTEN ÖTE HİÇBİR ŞEY YAPAMAZ.
Kaderi önemsemeyin; çünkü ona ruhunuz karşısında kullanabileceği bir mızrak
bağışlamadım. Hepsinden önemlisi; hiçbir şeyin, gönülsüz olduğunuz hâlde size
hükmetmesine olanak vermedim; çıkışı görebiliyorsunuz. Eğer mücadele etmeye
razı değilseniz, çıkıp gidebilirsiniz. Başınıza
mutlaka gelecek olayların arasında yalnızca ölümü kolay kıldım. Ruhunuzu
bir yokuşun tepesine koydum; o aşağıya doğru giderken size düşen yalnızca
dikkatli olmaktır. Özgürlüğe götüren yolun ne kadar kısa ve zahmetsiz
olduğunu böylelikle görebileceksiniz. Ömrünüzün sonuna, en başında bulunanlar
türünden zorlayıcı dönemler sıralamadım. Eğer böyle yapmasaydım; eğer insan
doğduğu zorlukta ölseydi, iyi kaderin sizin üzerinizdeki hükümranlığı çok sert
ve çetin olurdu. Ömrünüzün her döneminin ve yeryüzünün her köşesinin, size
doğayı bırakıp gitmenin ve sunduğu hediyeden vazgeçmenin ne kadar kolay
olduğunu göstermesine izin verin. TAPINAKLARDA VE KURBANLARIN SUNULDUĞU KUTSAL
TÖRENLERDE ÖMRÜNÜZÜN UZUN OLMASI İÇİN YAKARIRKEN ÖLÜMÜN NE OLDUĞUNU DA
AKLINIZDAN ÇIKARMAYIN. Öküzler, o koskoca cüsseleri en küçük bir yara aldığında
ölür gider. Bu koca cüsseli hayvanı insanoğlu eliyle bir darbede yere serer.
Boyun eklemi küçük bir çakıyla ayrılır, başla boyun arasını bağlayan bu
eklemin ayrılmasıyla o koskoca gövde yere uzanıverir. Yaşam gizli bir yerde değildir; onu çıkarmak için bir bıçağa ihtiyaç
duymazsınız. Hayatî organları bulmak derin yaralar açmayı gerektirmez. Ölüm, istediğiniz anda elinizin altında
bitiverir. Bedenlerinizde ölümcül darbe için özel bir yer göstermiyorum;
her nereye isterseniz oraya vurabilirsiniz, seçim sizindir. Ölmek ruhun
bedenden sıyrılmasıdır ve öyle kısa bir zaman alır ki hiç hissedilmez bile.
Kiminin boğazını sıkan bir ilmek, kiminin nefesini kesen bir yudum su. Kimisi
baş aşağı düşüp toprağa çarptığı anda bedeni paramparça olur; kimi zaman da
soluğunuza bir duman karışır ve ruhunuz bedeninizden böyle ayrılır. Ölüm hangi
yolla gelirse gelsin hızlı olur. Böylesine çarçabuk olup biten bir şeyden
bunca zamandır korkup tir tir titrediğiniz için hiç utanmıyor musunuz?"
Kaynakça
Lucius Annaeus Seneca
trc: Can ERSÖZ Tanrısal Öngörü [Kitap]. - Kasım 2009-Şule Yayınları-.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar