İMÂNIN BOYUTLARI : AHİ EVREN (Şeyh Nasırü’d-Din Mahmud el-Hoyî)
Hzl:Prof.Dr.
Mikâil BAYRAM
Rahman
ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlar ve ondan yardım dilerim.
Sonsuz
hamd, hicabları kaldıran, yolları aydınlatan o çok merhametli padişaha ki
riyazet ve takvayı karanlık duyguları kaldırmaya vasıta ve yol gösterici bir
kandil, gaybe iman etmeyi kutsal hâzineleri açmaya anahtar kıldı. Ayrıca iman
ve takva vasıtasıyla yüce birliğini anlayanları (arifleri) ve cemaline aşık
olanları cennetin likaullahla müşerref olma makamına yüceltti ve onlara
cennetin en yüce makamı olan kendi yakınlığında minder döşedi.
Salat
ve selam, Melekler aleminin (Melekut) baş köşesinde oturanların ve Allah’ın
otoritesinin emir kullarının üzerine olsun. Özellikle de kab-ı kavseyne yücelme
(mi’rac) şerefine nail olan iki cihanın sırrı ve hulasası Muhammed Mustafa
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) ya ve efrad-ı ailesine, ashabına ve ümmeti
üzerine de salat ve selâm olsun. Onlar vahdaniyyet ka’besinin muhafızları ve
uluhiyyet sırlarının hâzinesi idiler.
Asr-ı
saadetden uzaklaştıkça Cenâbı Allah’ın düzeni kalktı, dinin esasları yıkıldı,
iman güneşi sönmeye yüz tuttu ve İslâm’ın nuru garip köşelerde dürülü kaldı.
Şeriat sahibi (aleyhisselâm)nin işaret buyurduğu durum gerçekleşti. Şöyle
buyurmuşlardı: “İslâm garip olarak başladı, doğduğu gibi garip olarak
dönecektir. Ne mutlu o gariblere” Dalalet timsahı ufukdaki aydınlığı örttü,
bid’at ve cehalet, doğuda ve batıda yaygınlaştı. Gaibden bir ses, hal diliyle:
“Fesad karada ve denizde ortaya çıktı” diye haykırdı.
Şi'r
Eğer bu duruma muhalif isen Ey İsa
gökten in artık. Durum sana uygundur. Ey Deccal haydi ortaya çık.
Doğru
sözlü Efendimiz: "Kıyamete kadar ümmetimin arasında hak ve hakikat
üzere olan bir topluluk hiç eksik olmayacak” diye bildirmiş ve söz
vermiştir. Yer ve gök durdukça ve kıyamet kopmadıkça Rab-ı zişan’ın
hazinedarları olan İsa nefesli, gönlü uyanıkların bereketi ile hak ve hakikat
devam edecektir. “Onlar yeryüzünde Allah’ın halifeleri ve onun dininin da’vetçileri
ve yaratıklarından seçilmiş insanlardır” O halde böyle bir durumun ortaya
çıktığı her asırda ölmüş ruhları canlandırmak, temiz istekleri uyandırmak ve
harekete geçirmek için Hz. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellemin haber
verdiği o insanlara uymak salih amellerin en başta geleni olmalıdır. İşte bu
konuyu anlatmak için bu eser kaleme alındı. Peygamberler geleneğinin esası
İslâm dininin temeli olan “Allah’a iman, Peygamberlere iman ve ahiret gününe
iman” üç esas bu eserde açıklanacaktır. Bu üç temel esas Allah’ın kitabına
uygun, Peygamberin (aleyhisselâm) sünneti doğrultusunda, İcma’ı ümmete bağlı
kalınarak ele alınacaktır. Din büyüklerinin ve tarikat önderlerinin
zevklerinden de şahid gösterilecektir. Bu eserciğe (Lem’aya) “Metali’ül-iman” (İmanın Boyutları) adı verdim. Bu fakirin harf ve
kelimelere bürünmüş olan fikirleri bir fatiha, bir hatime ve üç matla’dan
ibaret olacaktır. Yardım ve hidayet Allah’tandır. Yüce Allah’ın kudretinden
başka kuvvet ve kudret yoktur.
Öncelikle
bilinmesi gereken şudur ki, yaradılışın başı ve sonu (mebde’ ve maad) olduğunu
tasdik edenler, kısacası varlığın yaradılmış ve yok olacağını bilenler ve
insanlığın bu bedenin yok olmasından sonra da varlıklarının devam edeceğine
inananlar iki kısma ayrılırlar. Bir kısmı Peygamberlerin kandillerinin
aydınlığını takip eder ve Allah’ın vahy yoluyla indirdiklerine uyarlar. Bir
kısmı da fikri yönlerini geliştirmişler ve akıl yürüterek sezme gücü
kazanmışlardır. Birinci yolu tutanlara, “millet yolunu tutanlar”
(Erbab-ı milel), İkincilere de “Din yolunu tutanlar” (Erbab-ı nihai)
denir. Din yolunda gidenlerin delilleri birbiriyle çeliştikçe tuttukları yolda
bocalamaları ve ayaklarının kayması da o nisbette çok olur “Onların çoğu
zanna uyarlar, gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir değer taşımaz” (Yunus
Suresi, 36)
Şi’r (Arapça)
Bütün mahfilleri dolaştım. Buralardaki ilim meclislerini gezdim. Herkesi,
başlarını ellerinin arasına almış, hüsran içinde gördüm. Elde ettikleri sadece
bir hiç.
Beyt
Tabiî olan aklı bırak ki her dinsizin düşünce kalıpları sana delil görünüp
de inancına etki ekmesin
Zanna
uymak, kişi için ne kötü bir binektir. İnanç sahibi kabiliyetli bir kimsenin
körükörüne çelişkilere kendini kaptırması büyük bir zarara uğramak ve taklid
ile küfre düşmektedir.
Nazm
Tur-ı Sina’ya uçmak (Hz. Musa’ya gitmek istiyorsan) İbn Sina karşısında
eğilme.
Gönlünü Muhammed’in sözüne bağla. Ey Ali’nin oğlu! Ebu Ali'ye uyman daha
ne kadar sürecek.
Sana
yol gösterecek bir göze (Akıl gücüne) sahip değilsen Kureyşli önder
(Hz.Muhammed), Buharalı önderden (İbn Sina’dan) daha iyidir.
Millete
tabi olanlara gelince: Onlar Peygamberlerin izinden gidenlerdir. Peygamberlerin
koydukları şeriat vasıtası ile gaybe iman edip aklı emir ve yasakların ipi ile
bağlamışlardır. Bugün o şeriatlardan yalnız bizim peygamberimiz Muhammed
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) in şeriatından başka şeriatlar yer yüzünde
kalmamıştır. Millete tabi olanar üç sınıftırlar.
Gaybe
iman edenlerdir. Bunlar nebiler ve resullerin Cebrail vasıtası ile Cenâb-ı
Rabbü’l-aîemin ’ den aldıkları mesajları tasdik eder ve “Allah’a iman ettim
ve Cenâb-ı Allah’ın kendi muradına uygun olarak gönderdiklerine de iman ettim.
Allah’ın peygamberine ve Cenâb-ı peygamberin kendi muradına uygun olarak tebliğ
ettiği şeylere iman ettim” derler. Bu yolda fikir yürütmek ve muhakeme asla
yoktur. Aklı lüzumsuz tartışmaktan ve yetkisini aşmaktan uzak tutarlar. Emin
bir yolda yürürler. “Ey hesabı sağdan verilen kişi sana selam olsun”
(Vakıa Suresi, 91)
Fikir
ve itimad sahibi olan bilge kişilerdir.
“Onlar,
kalplerine iman yazılmış ve Allah, katından bir nur ile onları desteklemiştir.”
(Mücadele Suresi, 22) âyetinin haşmetli sırrı ile kitap, sünnet ve icma-ı ümmet
usulünden doğru inancı teslimiyyet ile kabul edip alanlardır. Şeriatın
detayları ve yaradılış ile ilgili ayetlerin manaları üzerinde araştırma yapıp
derinleşmişlerdir. “Göklerde ve yerde neler var bakın.” (Yunus Suresi,
10) ayetini haykırmaktalar. Bilinenler yardımı ile bilinmeyenleri keşfetmeye
çalışırlar. Akıl yürütme yolu ile ilerlemelerini, iman nuru ile destekleyerek,
salih amellerle geliştirerek gerçek bilgi (İlme’l-yakin) mertebesinin zirvesine
yükselirler. “Allah içinizden inanmış olanları ve kendisine ilim verilenleri
derecelerle yükseltsin.” (Mücadele Suresi, 11)
Ermişler
(Evliya) ve keşif sahipleridir ki, “Elestu” meclisinde (Ruhlar aleminde) “Allah
onları, onlar da Allah’ı sever.” (Maide Suresi, 54) ayetinde ifade edilen
sevgiye mazhar olanlar ve Allah’ın üzerlerine nurunu saçtığı kimselerdir.
Şi‘r
Biz aşk ülkesinden, “Elest Meclisi”nde (Ruhlar alemi) sarhoş olmuş öyle
gelmişiz. “Belâ (Evet) cevabını nasıl söyleyelim çünkü hep sarhoş olarak
gelmişiz.
“Hepiniz
oradan inin. Tarafımızdan size bir yol gösteren gelecektir”
(Bakara Suresi, 38) nidasıyla bu karanlık yuvaya gelmişlerdir. Beşeriyyet dört
duvarında birleştiricilik elbisesi giydiler.
Şi‘r (Arapça)
Verdiğin sözünü ve ayrılığına dayanılamayacak makamını unuttuğunu
sanıyorum.
Yaradılışta
(Bidayetde) bir müddet gaybe iman levhasını okumuşlar ve “De ki, Allah’ı
seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin” (Al-i İmran Suresi, 31) ana
yolunda takva ile durup uzun bir ömür geçirerek, iman ve takva cilasıyla gönül
aynalarını varlık pasından, maddi karanlıkdan tamamen arındırmışlardır. Böylece
gönülleri, Allah’ın tecelligâhı ve kutsal ilhamlara mazhar olmaya layık hale
gelmiştir. “İman eden ve salih amelde bulunanları, imanlarına karşılık
Rableri doğru yola yönlendirir.” (Yunus Suresi, 9) Ayrıca o ermiş kişiler,
insan yaradılışının yüceliğini müşahede etmişler ve insan ruhunun
derinliklerindeki gizli gerçekleri bulmuşlar ve “Selâm size, hoş geldiniz.
Temelli olarak burada kalın” (Zümer Suresi, 38) nidasına layık olmuşlardır.
Şi‘r
Kaybolan mührü Süleyman (aleyhisselâm) buldu. Kaybolan Yusuf
(aleyhisselâm) Ken’an’a vardı.
Horasan
sevdalısı onların halini şöyle tarif etmiştir.
Beyt
Halkdan efsane kabilinden duyduğumuz bir haber ilimden göze, kulakdan
kucağa geldi.
Bu
fakirin bu eserciği yazmakdaki maksadı, bu ermiş kişileri anlatmaktır.
Öncelikle buradaki sözler öğrenilip, manaları özet olarak anlamaya
çalışılmalıdır. Zira seyr-i suluk (manevî yükseliş) ile ahiret endişesinden
geçip beşeriyyet vasıflarından kurtulup hayat pınarına ulaşılır. İşte onlar
Hızır (aleyhisselâm)’ı takip ederek “Katımızdan ona ilim verdik” (Kehf
Suresi, 65) pınarından kana kana su içenler, ne duyarlarsa görürler,
hayallerinden geçeni bilirler. Onların makamlarında dil şöyle konuşur.
Şi‘r
Mana güneşi, ay ve dolunay biziz. Allah’ın “Ol” diyerek yaratması
sırrından maksat biziz. Su ve toprak karanlığından kurtulunca, hem Hızır ve hem
hayat suyu biziz.
Bu
açıklamalardan sonra esas maksadımızı açıklayalım ve “Gerçek kuvvet ve
kudret ancak Allah’a aittir.” vasıtası ile mutlak tevhide yaklaşmaya
çalışalım. “Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah, kullarından
dilediğine emrinden vahy indirir. (Mu’min Suresi, 15)
İlk
temel esas olan “Allah’a iman” ın hakikatları hakkında olup üç “Kevkeb”
(Yıldız)dan oluşacaktır.
I.Kevkeb,
Allah’ın zatının tarifi, II. Kevkeb, sıfatlarının tarifi, III. Kevkeb,
fiillerinin tarifi hakkındadır. Allah doğruyu söyleyen ve doğru yola
yönlendirendir.
Allah’ın
zâtının tarifi hakkındadır.
Bil
ki, Yüceler yücesi Allah’ın varlığı kendiliğinden var olan mutlak varlıktır.
Onun yüce varlığı karşısında yokluk mümkün değildir. Şartsız bir ve ebedî olan
varlık Allah’dır. Hiç bir şey ona eş olamaz. Ebedî olarak kalıcı olacak olan
O’dur. Ondan başka hiç bir varlık devamlı olamayacaktır. “Ondan başka tanrı
yoktur. Ondan başka herşey yok olacaktır” (Kasas suresi, 88)
Şi‘r
Allah’ın varlığından başka bir varlık olamaz. Kapı, dergâh ve bekçi laftan
ibarettir.
Her cihetten tecelli eden ve fakat hiçbir cihetten görünmeyen Allah’ı
tesbih ederiz.
Hangi yönden bakarsan ön ve arka var. Gördüğün gibi cihet olmadan da
varlık tarif edilemez.
Görünmez
olan ulu varlık, onun varlığı olup, Ona “Yüce zât” (Hazreti zat) denir. Hiçbir
mukarreb melek ve hiçbir peygamber o zâta ulaşamaz. “Hakkıyla bilinmeyen ve
idrak olunamayan Allah’ı tesbih ederiz” Yarlıkla ilgisi bulunan, sonradan
var olmuşluk vasfı olan herkes ister alim, ister cahil, ister üstün insan,
ister basit insan olsun hepsi Allah’ın zatını anlayamamakta eşittirler.
“Allah’ın zatı hususunda varlıkların hepsi ahmaktır.”
Şi‘r
Ey cihanı yaratan, seni olduğun şekliyle tanımak mümkün olur mu?
Sıddîk-ı
Ekber Hz. Ebu Bekir’den Allah razı olsun. Bu konuya ne güzel bir işarette
bulunmuşlar: “Varlıkların kendisini anlamaları için çaresizliklerini
(aczlerini) itiraf etmekten başka bir yol yaratmamış olan Allah’ı tesbih
ederiz.”
Allah,
insanların aklına ve zihnine sığan ve hayallerinden geçen şeylerden
münezzehtir. Hiçbir şey ona benzemez o bunlardan ayrıdır. Gerçek hükümran olan
Allah herşeyin üstündedir.
Şi‘r
Hiçbir gönül onun künhüne ulaşamaz. Akıl ve ruh onun yüceliğinden haberdar
olamaz.
Ma’rifet
sahibi olan büyüklerden birine ma’rifet nedir? diye sordular. O zat “Onu
(Allah’ı) varlıklara benzetmeden (teşbihe sapmadan) ve sıfatlarını inkâr
etmeden (ta’tile düşmeden) ta’zim etmektir” diye cevap verdi. Alemde
Allah’ı müşahede edenler şöyle demişlerdir: Ma’ rifetin bir boyutu teşbihe, bir
boyutu da tenzihe dayanmaktadır. Tenzih’in sırrı, Allah’ın “Batın” sıfatıyla
sıkı bir ilgisi bulunmakta, teşbihin sırrı da Allah’ın “Zahir” sıfatıyla
bağlantılıdır.
Beyt
Söylersem müşebbihe mezhebinden, söylemesem dinden çıkmış olurum.
“O,
evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır.” (Hadid Suresi, 3)
Beyt
Gizlilikten dolayı apaçıktır, apaçık olmasından gizlilik içinde gizlidir.
“Bakışlar
onu idrak edemez, fakat o bakışları idrak eder”
(En’am Suresi, 103) “Beni göremezsiniz” (A’raf Suresi, 143) âyeti de
Allah’ın Bâtın isminin temel prensibini ifade etmektedir. Buna “Tenzihin
sınırı” denir. “O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.”
(Kıyamet Suresi, 22) “Rabbimi en güzel bir suretde gördüm” sözü de
Allah’ın “Zahir” isminin bir kaidesini ifade etmektedir. Buna da “Teşbih
sınırı” denmektedir. “Kemal sıfatlara sahib olan Allah teşbih ve tenzihden
beridir.”
Beyt
Eğer onu görünür veya görünmez biliyorsan kesin olarak bilki O, ne görünür
ne de görünmezdir.
Bütün
azamet ve yüceliğine rağmen dilediği tarzda kullarına kendisini gösterir.
Mü’minler ve ma’rifet sahibi arifler onu maddi göz ile görebilirler. İşte
burada söz yeterli olmamaktadır. Ashabın ulularından biri şöyle buyuruyor: “Şüphesiz
Allah’ın Resulu (salla’llâhu aleyhi ve sellem), alemlerin Rabbini Cennet
yeşillikleri içinde gördü.”
Rubaî
Eğer gönlünde aşk oluşmuşsa onu görebilirsin sevgilin sana kolayca
görünebilir. Mutlaka gölgesini görmekle yetin. Görebildiğini de gölgeden başka
birşey sanma.
“Enginliğinde
yüce, yüceliğinde engin, apaçıklıkda gizli, gizlilikte apaçık olan Allah, her
türlü noksanlıktan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olandır.”
Hiçbir şeye muhtaç değil, fakat herşey onunla vardır. “Hiçbir şey onun gibi
değil ve o işiten ve görendir” (Şura Suresi, 11) İşte bu görünüm son derece
muazzamdır. Kâmil insanlar ve Allah’a en yakın olanların bu makam ve görünüm
hakkında bundan başka söz söyleme kabiliyyet ve güçleri yoktur. “ O yücedir,
birdir, benzeri yoktur.”
Beyt
Gönlün bildiği şeyler yaratılan şeylerdir. Dudaktan çıkanlar ise
sözlerdir. Ben gönül ile seni nasıl bileyim ve dil ile seni nasıl ta’rif
edeyim.
“Senin
güçlü olan Rabbin onların vasıflandırmalarından münezzehdir. Peygamberlere
selâm olsun. Alemlerin Rabbı olan Allah’a hamd olsun.”
(Saffat Suresi, 180-182)
Allah’ın
sıfatlarının ta’rifi hakkındadır.
Allah
seni başarılı kılsın ve tatmin eylesin. Bil ki, şefkatli (Vedud) olan Allah
yüce sıfatlara ve güzel isimlere (Esmaü’l-hüsna) sahiptir. “Allah’ın güzel
isimleri vardır, Onu o isimleri ile çağırınız” (A’raf Suresi, 180) Mi’rac
sahiplerine ve münacaat ile meşgul olanlara göre isim ve sıfat iki eş anlamlı
kelimedir. Ma’na bakımından onun yüce zatı eşyanın zatına, kutsal sıfatları da
yaratıkların sıfatına benzemektedir. Arif kişilerden büyük bir zata: “Tevhid
nedir?” diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Eşyaya benzetilmeyecek zatı
isbat etmek, sıfatlarını red etmemektir” Onun celâl ve cemâl sıfatlarını
tasdik etmek din bilginlerine göre gerekli (vacib) dir. Yüce Peygamberler ve nebiler
bunu isbat ve tasdik etmişlerdir. Meselâ: Diri (Hay) dır. Onun diri olması,
aktif (faal) olması demektir. Her zaman vardır ve var olacaktır. Onun yüce
varlığının eksilmesi ve yok olmaya yüz tutması düşünülemez. “O diridir.
Ondan başka ma’bud yoktur. Dini ona tahsis ederek yalnız ona yalvarın. Her
türlü övgü alemleri yaratan Allah’a mahsustur.” (Mu’min Suresi, 65)
Alimdir:
Yar olan ve var olacak olan herşeyin bütün detayları, parçaları ve genel
vasıfları hakkındaki bilgiler onun ezelî olan bilgisinde noksansız olarak
vardır. Geçmiş, hal ve müstakbel onun katında eşittir, birdir. “Gaybın
anahtarları onun katındadır. Onları ancak o bilir. Karada ve denizde olanları
bilir. Bir yaprak bile onun bilgisi dışında düşmez. Yerin karanlıklarındaki
tane, yaş, kuru herşey Allah’ın ilmindedir.” (En’am Suresi, 59)
İrade
sahibidir: Dilediği herşey olur. Dilemezse olmaz. İman ve küfr, irfan ve inkâr,
hayır ve şer, fayda ve zarar, fısk ve ibadet, isyan ve taat bütün bunlar onun
iradesi ve emri ile olmaktadır. Onun emri red edilemez ve hükmü sorgulanamaz.
Buna rağmen kullarının küfür ve isyan içipde bulunmalarına razı değildir. “Şüphesiz
Allah kullarının küfrüne razı olmaz” İrade, rızadan başkadır. Bu mesele
irfanın derinlikleridir. Bunun hakkıyle ortaya konması, kader sırrının açığa
çıkmasına bağlıdır, fakat hiçbir canlının kader sırrını idrak etmesine imkân
yoktur.
Beyt
Kazanın altında odun yerine Cebrail'in ulu kanadı yanıyorsa Şeytan'm evini
döşeyenlere o mutfakta aş pişmez.
Kader
sırrının denizine dalmasına müsaade edilenlere de onu ifşa etme izni
verilmemiştir, ve onlara: “Kader Allah’ın bir sırrıdır, onu ifşa etmeyiniz”
demişlerdir. Kısacası bütün bunlar Cenâb-ı Allah’ın irade ve uygulamalarıdır. “Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan Suresi, 30) Allah dilerse olur,
dilemedikleri gerçekleşmez.
Kadirdir
(Kudret sahibidir): Yoktan var eder. Şey yokken şeyi ortaya çıkarır ve bu
Cenâb-ı Allah’ın kudretinin büyüklüğünün özelliklerindendir. Bu alanda onun
ortağı yoktur. Diri olan (Hay) Allah’ı tesbih ederiz. “Allah’dan başka yaratan
var mıdır” (Fatır Suresi, 3). Yer, gök, arş, kürsü, cin, ins, şeytan, melek,
ferd-ferd insan bütün bunlar onun üstün kudreti ile varlık sahnesine çıkmıştır.
Dilediği zaman bir anda kendine döndürür ve yokluk karanlıklarına atar ve
yeniden başka bir varlığı var eder. “Dilerse sizi yok eder ve yeni bir
topluluk yaratır. Bu Allah için zor bir iş değildir.” (İbrahim Suresi,
19-20)
Semi’dir
(İşiticidir): Karanlık gecelerde yerin yedi kat altında dahi olsa kullarının
her türlü hareketlerini ve hatırlarından geçenleri ve Cebrail’in ve İsrafil’ in
gökler ötesindeki tesbih ve dualarını apaçık bir şekilde duyar.
Basirdir
(Görür): Ka’beyi, havra ve mescidi, tekke ve zaviyeleri ve buralardaki
abidlerin ibadetlerini, âsilerin isyanlarını tamamen görür. “Doğrusu yüce
Allah göklerin ve yerin gaybını bilir ve Allah yaptıklarınızı görür.”
(Hucurat Suresi, 18)
Mütekellimdir
(Konuşur): Meleklere, peygambere ve evliyaya hitabeder. “Musa’ya
hitabetmiştir.” (Nisa Suresi, 164) Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an onun sözleridir.
“Onu (Kur’anı) Cebrail senin kalbine indirmiştir” (Şuara Suresi, 193) âyetinde
ifade edildiği üzere onun sözü gönülde teşekkür etmektedir. Söz ve harf
şekillerinden münezzehdir. Onun sözleri, Cebrail’in belli bir surete girmesi
(Teşehhus) ve fısıldaması ile Hz. Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
mübarek idrakine ulaşır, söz ve harf kalıbına bürünür. Tabiî bu mükemmel ve
üstün zevke ancak “Beni Rabbım terbiye etti” mektebinde eğitilen ulaşabilir.
Çünkü mukaddes ve Allah’ın nuru ile bakabilen, cehalet körlüğünden arınmış bir
ruh gerekir ki, Kur’an-ı Kerim’in acaib sırlarını anlıyabilsin ve vahyi, söz ve
harf kalıplarından soyutlayarak algılayabilsin.
Bununla
beraber o, gönüllerde muhafaza edilmekte, dillerde okunmakta, mushafta
yazılıdır. Yazı ve şekil geçici olan söz ve harflerden ibaret olup Lehv-i
mahfuzda yazı ve okunuşu ile muhafaza altındadır. “Şüphesiz o, bizim
katımızda, ana kitapta mevcut yüce ve hikmet dolu bir kitaptır.” (Zuhruf
Suresi, 4)
Şi‘r
Hakikatler kitabı olan Levh-i mahfuzdaki kitab, sınırsız bir hazinedir.
Onda ne şekil var, ne ayet . Kur’an-ı Kerim’i Cebrail O kitabın sahifesinden
rivayet ederek harf şekillerine bürünmüştür.
“Eğer
yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizler mürekkeb olsa ve bu denizleri yedi misli
arttırılsa yine de Cenâb-ı Allah’ın sözleri yazmakla bitmez.”
(Lokman Suresi, 27)
Evet
Cenâb-ı Allah’ın isim ve sıfatları sınırsızdır. Onun isim ve sıfatlarını ancak
o yüce ve kudret sahibi kendisi hakkıyla bilebilir. Akıl sahibi (Ulu’lelbab)
olanlardan bazılarına bu dünyada Cenâb-ı Rabbü’l-alemin öğretilmiştir. Bazıları
ahirette öğrenir. Bazıları da ne bu dünyada ne ahirette öğrenemez. “Bunu
katında bulunan ilimde tuttu.” sözü bunu ifade etmektedir. Fakat iman nuru
ile bezenmiş (sürmelenmiş) olan bir akla göre özet olarak bunun (Sıfatların)
toplamı dört kısma ayrılır. Subuti sıfatlar, izafi sıfatlar, selbi sıfatlar ve
haberi sıfatlardır. Fakat inananların Allah’ı bilmelerinin dünya neş’esi için
önemi ve lüzumu kadarıyla Haşr Suresinin sonunda hulasa olarak kendisini
tanıtmıştır. İşte onun buyruğu: “O görüneni de, görünmeyeni de bilen,
kendisinden başka ilah olmayan Allah’dır. O Rahman ve Rahim’dir. O kendisinden
başka ilah olmayıp, mutlak hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güven sağlayan,
görüp gözeten, güçlü, herşeye hakim, kendisine ortak koşulanlardan münezzeh
olan Allah’dır. O var eden, güzel kılan, şekil veren ve güzel adlara sahip
olandır. Göklerde ve yerde olanlar onu tesbih ederler. O güçlüdür, hakimdir.”
(Haşr Suresi, 2224.)
Allah’ın
fiillerinin ta’rifi hakkındadır.
Allah
seni muvaffak kılsın ve doğru yola yönlendirsin. Bilmiş ol ki, dünya ile
gördüğün ve akıl ile idrak ettiğin bütün yaratıklar yüceler yücesi Allah’ın
fiillerinin eseridir ve o bunların ötesindedir. Yarattıklarından hiç birşeye
benzemez. “Hiç yaratan yaratmayana benzer mi?” (Nahl Suresi , 17)
Cenâb-ı
Allah’ın yarattığı şeyler ya ruhanî varlıklardır veya cismanî varlıklardır
veyahut da cismanî alem ile ruhlar alemi arasında vasıta olan yaratıklardır.
Sırf
ruhanî varlıkların dünyasına “Melekut Alemi“ denir. Bu alem ancak can
gözüyle görülebilir. Onu “Alem-i escam” denilen dünyadaki imkânlar ile anlamak
mümkün değildir. “Şüphesiz bunda akıl sahipleri için belgeler vardır. (Al-i
İmran Suresi, 190)
Beyt
Aklın sana gülmesini istemiyorsan Harezm’de geçerli olan şeyleri Irak’a
götürme.
“Böylece
kesin kanaate varması için İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını
gösteriyoruz.” (En’am Suresi, 75)
Cismanî
hayat bakımından ma’nen ölmedikçe, ruhanî hayata geçilmez. Ruhanî hayata
geçilmedikçe de Melekut alemi’ nin sırları anlaşılmaz.
Beyt
Akıl ve imanın bulunduğu bir dünyada cismin ölmesi, ruhun dirilmesidir.
Hz.
İsa (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur. “İki defa doğmayan melekut semalarına
yükselmez.” Fakat bu fakirin melekut alemindekilerin derecilerini ta’if
konusunda itirazları vardır. İstekliler inanıp, kendilerine itikad edinsinler
için bunu kısaca açmakta yarar var. ” Bilemezsin, olur ki, Allah bunun
ardından sizde bir hal meydana getirir” (Talak suresi, 1)
Ey
azizim!
Allah
seni kutsal, derin bilgilerle şereflendirsin. Şunu bil ki, Melekut aleminde
yaşayanlar üç kısımdır. Bunlardan biri ”Kerrubiyan” denilen
varlıklardır. Bunlara “Ceberuti” varlıklar denir. “Onlar kutsal
makamlarda ibadete çekilmişler ve Allah’ın nurlarının yüceliğinde hayranlık
içindedirler.
Bir
diğeri de “Ruhaniler”dir. Onlar da iki kısımdırlar. Bazıları yüce arşın
taşıyıcıları (Hameletü’I-arş), bazıları da geniş kürsünün (Sedene-i kürsi)
taşıyıcılardır. “Bizim her birimizin belirli bir makamımız var. Ve biz sıra
sıra saf tutanlardanız. Allah’ı tesbih edenlerdeniz.“ (Saffat Suresi,
164-167) âyetleri bunları ifade etmektedir.
Bir
gurubu da Yedi semanın mimarlarıdır. Cennet ve cehennem hazinedarlarıdır. “Rabbın
ordularını yalnız kendisi bilir" (Muddessir Suresi, 31) Onların
safları birincisi semaya kadar devam etmektedir. Bunlara yüce ruhlar alemi
(Melekut-i a’la) varlıkları denir.
İkinci
kısmdaki varlıkların bazısı basit unsurları (dört unsur) tedvirle
görevlidirler, bazısı madenler , hayvanlar, bitkiler gibi birleşik (mürekkeb)
varlıkları tedvirle görevlidirler. Bu cümleden olarak şimşek, yıldırım, bulut,
duman, dağlar, taşlar, denizler gibi bunların herbirini bir melek yönetmekle
görevlidir. Hz. Peygamber Efendimiz şöyle bildirmişlerdir: “Her yağmur
katresi ile bir melek iner” Gine bazı melekler de insan nev’ini korumakla
görevlidir. Bunların detaylarını ve sayılarını ezeli ilmin sahibi yüce
yaradıcıdan başka bilen yoktur. “Rabbın ordularını yalnız kendisi bilir”(Müddessir
suresi, 31) Onlar Melekut âleminin en aşağısında olan varlıklardır. “Göklerin
ve yerin orduları Allah‘ındır”(Fetih suresi, 4) Cin ve şeytanlar bu
alemdeki varlıklardan oldukları için bu dünya gözü ile onları görmemiz mümkün
değildir. Onlardan bazıları mü’min, bazıları kâfirdir. İblis onların başkanı ve
efendisidir. Hak Teâla kıyamete kadar onu ve onun soyundan olanları insanoğluna
musallat kılmıştır. ”Ancak Allah’ın muhlis kulları hariç” (Saffat
Suresi, 40) Bunların insanoğluna musallat kılınmasının sırrı kader sırrının bir
parçasıdır. “Onu ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir” Tasavvuf
yolunda olanların bütün bunlara iman etmeleri vacibdir. Ola ki Allah bir zafer
verir veya katında bir emir bildirir” (Maide Suresi, 52)
Cismanî
varlıklara gelince: Buna maddi alem denir. Bu da iki kısma ayrılır. Birisi
semavi varlıklardır. Diğeri dünyevi varlıklardır. Semavi varlıklar: Arş, kürsü,
sabit yıldızlar, gezegenler ve yedi gök tabakasıdır. Dünyevi varlıklara
gelince: Bunlar dört unsurlar, ma‘denler, nebatlar, hayvanlar, ulvi
varlıklardan olan bulutlar, şimşek ve yıldırım ve yağmurdur. Bu Melekut alemini
ancak şeçkin bilginler bilebilir. Bu konu da Kur’an-ı Kerim‘de özet halinde
beyan edilmiştir. Bu beş duyu ile hissedilen varlıkları görmekte ve
hissetmekteler. Allah'ın kitabında bu varlıklardan pekçok defalar bahsedilmiş
ve kendi zatı için bu varlıklar delil olarak göstermiştir. Mesela: “Göklerin
ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün birbiri ardından gelmesinde, insanlara
yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde Allah'ın gökten indirip yeryüzünün
ölümünden sonra dirilttiği, suda, her türlü canlı yı orda yaymasında,
rüzgârları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde
düşünen insanlar için belgeler var” (Bakara Suresi, 164)
Ruhlar
alemi ile dünevi varlıklar (cisimler alemi) arasında vasıta olan varlıklara
gelince: Bu aleme Misâl ve Eşbah (hayal)alemi denir. Şeriat dilinde ise
“Berzah” denir. Basiret sahipi bilginler ve keşif sahipi arifler, melek
ruhlarını ve peygamberleri bu alemde müşahhas olarak görürler. Gerçek olaylarda
ve rüyalarda meydana gelen şekiller ve hayalleri müşahede etmek de gene bu
alemde gerçekleşmektedir. Bu alemin sınırsız özellikleri var. Bunların içinde
en güzel en mükemmel, en acaib ve garib ve nihayet en aziz varlık insandır. O
bütün alemlerin özelliklerinin özü ve zübdesidir. Dünya ve ahiret aleminde
bulunan şeylerin özeti onda bir arada bulunmaktadır. Bu yüzden o yeryüzünde
Allah’ın gölgesi ve halifesidir. Bütün nevilerin özü ve hulasasıdır. Herşey
onun kemale ermesi için vasıta olarak yaratılmıştır. O kemale erince, bütün
gökleri aşarak esas dünyasına döner. Bu dünyada ruhlar bedende yok olduğu gibi
ruhlar aleminde de bedenler ruhlar için de yok olacaktır. “O gün yazılı
belge tomarlarının dürüldüğü gibi göğü dürer, ilk yarattığımızdaki şekline
döndürürüz. Bunu üzerimize aldığımız va’d olarak yaparız." (Enbiya
Suresi, 104)
Bu
mes’elenin tam olarak açıklanması kader sırrını ve Cenâb-ı Allah’ın işlerinde
güttüğü gayeleri ifşa etmeye vabestedir. Her ne kadar kalpgözü olanlar açısından
manalar, Allah’ın kitabında gün gibi açık seçiktir ama ”Şüphesiz Allah,
sizin herşeyi tamamıyla açıklamanızdan hoşlanmaz” buyurmuştur. Emirü’l
Mü’minin (radıya'llâhu anh) bu hususa şöylece işaret buyurmuşlardır: “Resulullah'a,
Allah’ın gönderdiği bilgili kulların Kur’an-ı Kerim’den bilebileceklerinin
dışında insanlardan gizlenecek hiçbir şey bildirilmemiştir." Sebepler
ve sonuçların açıklanması bu ifadede bulunmaktadır ama....
Beyt
Dünya saba rüzgârı ile dolu değilse de kişi koku alabilmelidir.
“Göklerin
ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün bir biri ardınca gelmesinde düşünenler
için apaçık ibretler var. Onlar, ayakta dururken otururken, yan üstü yatarken
Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında derin derin düşünürler.
Ve onlar : Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi
cehennem azabından koru, derler. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Yeniden
üzerinde durduğumuz konuya dönelim. Kalbi uyanık olanlara bütün işler,
hareketler, afetler, zahir ve batın olayların Allah’ın iradesiyle meydana
geldiği her insanın geçmişte bir kaderi olduğu ve bir kudret ile
yönlendirildiği görünür. ”Biz herşeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer
Suresi, 49) “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir
musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın.
Şüphesiz bu Allah’a göre çok kolay bir iştir.” (Hadid Suresi, 22) İşte bu
âyetler insanın geçmişte bir kaderi bulunduğunu ifade etmektedir.” Allah sizi
ve yapmakta olduğunuzu yarattı” (Saffat Suresi, 96) “Allah’dan başka yaratan
var mı?” (Fatır Suresi, 3) ayetleri de insanın ve her türlü olayların bir
kudret ile yönetildiğini bildirmektedir. O her an yaratmaktadır. ”O, her an
aktif durumdadır' (Rahman Suresi, 29) Fakat mecaz yoluyla Allah’ın
fiilleri, o fiillerin geçtiği yerde bulunan insanlara mal edilir. ”
Attığında(ok) atan sen değildin. Fakat onu Allah attı” (Enfal Suresi, 17)
Beyt
Fiil benden kaynaklanmamaktadır, fakat benden de ayrı değil. Ruhun
fâilidir de ruhun fiili tensiz değildir.
Fiil
insandan meydana gelmektedir, fakat gerçekte fail o değildir. Eğer bu yazıyı şu
kâğıt üstüne yazan kalemdir denirse, doğru söylemiş olur. Aynı zamanda aslında
bu yazı, kalemden çıkmış değildir dense gene de doğru söylemiş olur. Gerçek
böylesine iki farklı şekilde görülebilmektedir. İşte burada “Cebir” ve
“Kader” denizinin tehlikeli dalgaları bulunmaktadır. Bu dalgaların
darbelerinden ancak ermişler ve ilimde mutahassıs olanlar kurtulabilir.
Kadere
iman vacibdir. Kendi kusur ve aczini itiraf etmek ise edebin gereğidir. Allah’a
isyandan kurtuluş ancak Allah’a sığınmakla mümkündür. Allah’ın yardımı olmadan
Allah’a kulluk etme kuvvet ve kudreti yoktur. Herşey onun kaza ve kaderiyledir.
Yardım Allah‘dandır. Tek sığınılacak ve dayanak odur. Onun dilediği olur, o
dilemezse olmaz. O herşeyi yerli yerinde yapan, herşeyi bilendir. O ne yüce
hükümran ve ne güzel sahibdir.
İkinci
temel gerçek olan peygamberlere iman hakkında olup, iki Kevkeb olarak ele
alınacaktır.
Peygamberlik
olayının temel prensiplerinin ta’rifi, üstün meziyetler ve garipliklerini
bilmek hakkındadır. Allah seni onun sırlarındaki özellik ve acaiblikleri
anlamaya, nurlarını garipliklerini kavramaya müsait ve muaffak kılsın. Bilmiş
ol ki, insanın çeşitli hassaları ve her hassanm kendine göre yetenek ve idrak
seviyesi vardır. Mesela: İstikbale nüfuz etme ve onu idrak etme hassası,
akletme yeteneğine göre gaybdır. Keza bir ceninin kendine göre idraki vardır.
Onun bu idrak hassasına göre süt çocuğunun idrak gücü gaybdır. Çünkü onu
anlaması mümkün değildir. Süt çocuğu, ceninin hassasını aşan bir hassaya
sahiptir. Aynı şekilde yetişkin bir insanın hassası da süt çocuğunun ve ceninin
hassasını aşmaktadır. Bilge insanın hassası, yetişkinin hassasını aştığı gibi
velilikdeki hassas da bilge kişinin hassasını aşar. Peygamberlikdeki hassas da
velilik hassasını ve diğer hassasları aşmaktadır. ”Her ilim sahibinin
üstünde daha iyi bilen biri vardır. “ (Yusuf Suresi, 76)
Buna
göre ceninin, emzikteki çocuğun yeteneklerini anlaması mümkün değildir. Çünkü o
ana rahminde mahpus bir haldedir ve bu dünyadaki ortama henüz gelmiştir. Buna
göre kıyas yapınız. Her kim insana hassalardan hangi hassa içinde bulunuyorsa,
kedisinin idrak seviyesini aşan şeyleri idrakte âcizdir. Mesela: Hayal, vehim
ve dar İnsanî kalıplarla sınırlı olan ”Mücessime” hassası içinde olanlar
sürekli olarak taklit kalıpları içinde bulundukları için akıl hassasının idrak
ettiklerini, anlaması asla mümkün olmaz. Fakat eğer hayal ve vehim
kalıplarından kurtulup da, akıl alemindeki ortama ulaşılırsa o zaman nasıl bir
idrak seviyesinde olduklarını anlarlar.
Beyit
Orada aklın almayacağı ma’nalar vardır. Akıl ancak hikâye ile onu
anlayabilir. Kendi bulunduğu hassanın üstündeki bir hassaya ulaşmak isteyen
insan, gaybe imandan yararlanmaya çalışmalıdır. Aksi halde geleceğe nufuz
edebilen hassaya uluşmak mümkün olmaz. Gaybe imanda uyulması gereken esaslardan
biri gerçeğe nüfuz hassasına, asla akıl yürütme ile hükmetmektedir. Kendisini
tam cahil gibi bilip renkler ve şekilleri idrakda görme duyusu ile hareket
etmeyip de koklama ve işitme duyusu ile renkler ve şekiller hakında hüküm
vermeye kalkışmaşı tamamen hatadır.
*Mücessime:
Allah'ı cisim olarak algılayan itikadî mezhebin adıdır. Hicrî VI-VII. asırlarda
Azerbaycan bölgesinde bu mezhep mensupları yaygın idi.
Beyt
Kör, bir annesinin olduğunu bilir. Fakat onu zihninde canlandıramaz. İnsan
tabiat ananın karnından kurtulmadıkça beşeriyyet kalıbından dışarı çıkmaz ve
Melekut alemine ulaşamaz. Aklın ölçülerini aşan hassaya, akıl ve duyguların
imkanları ile ulaşılmaz. Bu ancak gaybe iman gücü ile mümkün olabilir. ”Siz
analarınızın karnında ceninler halinde iken, sizleri çok iyi bilen odur.
Kendinizi temize çıkarmayın.” (Necm Suresi, 32)
Beyt
Ey gönül bu dünyada daha ne kadar bunun ve onun tarafından aldatılacaksın.
Artık şu karanlık kuyudan çık ki dünyayı göresin.
Evet
bu temel açıklamalar verildikten sonra bilinmesi gereken husus şudur: Akıl
gücünün son sınırı, veliliğin başlangıcı, veliliğin son sınırı peygamberliğin
başlangıcıdır. ”Allah rızık bakımından bazınızı bazılarınıza üstün kıldı.”
(Nahl Suresi, 71). "İşte bu peygamberlerden bir kısmını bir kısmından
üstün kıldık.” (Bakara Suresi 253) İbn Abbas (radıya'llâhu anh) dan nakl
edildiğine göre: Alimler, mü'minlerin üstünde derece derecedir. Her iki
derece arasındaki mesafe beşyüz yıldır." Onun bu sözü işte bu gerçeği
göstermektedir.
Ancak
peygamberlik hassasındaki bilgi gücünün özelliklerini ve detaylarını
peygamberlerden (aleyhisselâm) başkası bilmez. Fakat o hassadan küçük bir
parıltıya bazıları akıl hassası ile bazıları da velilik hassası ile bir nebze
ulaşmışlardır. Aklın ve ilmin aracılığı ile o hassadan bazı haberler
verilebilir. Meselâ Peygamberlere gayb aleminin ufkundan beşeri eğitim ve
öğretim olmaksızın Mebde (Yaradılış) ve Maad(ahiret)m detayları hakkında tam
yeterli bilgi verilmiştir. Alemdeki nizama şekli veren genel kanunlar
kendilerine öğretilmiştir. Avam, şekillere bürünmüş rüyalarla gayb alemiyle
ilgili bilgi verilirken, onlara açık seçik olarak gösterilmektedir. Gene onlara
öyle bir kudret verilmektedir ki, yer ve gök cisimleri üzerinde Allah’ın izni
ile diledikleri gibi tasarrufta bulunabilmektedirler. İnsanoğlunun bu dünyada
ortaya koyduğu her türlü amelin ne tür sonuçlar doğuracağını da bilmekteler. Kıyamet
ve ahiretin her safhasında ne olacağını da bilmekteler. Amellerin karşılığı
olan sevap ve ikabın ölçülerini kat’i ve gerçek olarak görürler. Bununla
beraber Cebrail (aleyhisselâm) vasıta ve elçiliği ile onlara emirler
bildirilir. İnsan ruhunu irşad ederek ve beşerin istek ve eğilimlerini kemâle
erdirmek onlara ebedî saadet ve mutluluk müjdesi verirler, ebedî şekavetden
uyarırlar. "Peygamberleri sadece müjdeleyici ve ikaz edici olarak
göndeririz." (En’am Suresi, 48)
Hazret-i
Muhamed Mustafa (salla’llâhu aleyhi ve sellem)' nın peygamberliği (Nübüvvet)
hakkında ve ondaki rububiyyet sırrına bir işaret beyanındadır.
Allah
senin gönlünü bilgi ve irfan nuru ile aydılatsın. Bil ki, Peygamberlik
(Nübüvet) hassası, insanlık hassalarının üst sınırının üstünde bir hassadır.
Muhammed Mustafa (salla’llâhu aleyhi ve sellem)nın üstün nübüvvet hassası da
bütün nebi ve rasüllerin hassasının ötesindedir. Çünkü o yaratıkların en üstünü
ve en mükemmelidir. Kıyamet günü bütün peygamberler ve kemale ermişler Arasat’da
hazır bulunacaklar. Orada önce gelmiş olanların ve sonra geleceklerin özü,
zübdesi ve efendisi o olacakdır. O makam, cennetdeki en yüksek derece ve en
üstün rütbe olup, ondan daha yüksek bir rütbe bulunmamaktadır. O makama “Makam-ı
Mahmud“ (övülmüş makam) denir. “Ey Muhammed: Geceleğin uyanıp yalnız
sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Belki de Rabbın seni övülecek( Mahmud)
bir makama yükseltir.” (İsra suresi, 79). Bu makama lâyık yalnız bir şahıs
vardır. O da Muhammed Mustafa’dır. Onun şeriatı, bütün şeriatları neshetmiştir
(hükmünü kaldırmıştır) onun getirdiği din bütün dinlerin en mükemmelidir. O,
peygamberlerin sonuncusu, resullerin efendisi, cennetdeki en şerefli
meleklerden daha şerefli ve onların da efendisidir. ”Muhammed sizden
herhangi birinizin babası değil. O Allah’ın elçisi ve peygamberlerin
sonuncusudur. (Ahzab Suresi, 40)
Şi'r
Gece olmadıkça varlığın günü doğmuştur ve mevcut güneşten başka güneş
düşünülemez.
Onun eşiğinde toprak gibi olmayan, melek dahi olsa toprak onun başına.
Onu
hak ve hakikat ile bütün beşeriyyete müjdeleyici ve ikaz edici olarak gönderen,
Allah’ın izni ile insanları Allah’a çağıran bir nurlu kandil kılan yüceler yücesi
Allah’ı tesbit ederiz. Onunla peygamberlik sona erdi, risalet son buldu. Ondan
sonra peygamberlik vehmetmek cahillik ve taşkınlıktır. Çünkü mükemmele
birşeyler eklemek, noksanlıktır.
Ahiret
gününe iman olan üçüncü asıl gerçek hakkında olup iki kevkebi ihtiva eder.
Beşeri
kalıbın yok olmasından sonra insan ruhunun kalıcılığına iman hakkındadır.
Allah
seni beşeri karanlıklardan arındırsın ve gerçekleri gören kılsın. Bil ki, insan
ruhu, ebedî olarak kalıcı ve sonsuz hayat için yaratılmıştır. Allah’ın vahyi,
peygamberlerin şehadeti ve evliyanın tasdiki, bilge kişilerin, ilim ve fikir
adamlarının istidlal ve vardıkları sonuçlarla böyle olduğu isbat edilmiştir.
Ruhlar için zeval ve yok olma söz konusu değildir. “Allah yolunda öldürülenleri
ölü saymayın. Bilakis Rableri katında diridirler." (Al-i. İmran
Suresi, 169)
Nazm
Dünyada ölümün hükmü bedene işlemektedir. Ruh dünyasına ölüm nüfuz edemez.
“Sizler ebediyyet için yaratılmışsınız. Ölümle bir yerden başka bir yere
nakledilmektesiniz. Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçenin kapısı, yahut
cehennem çukurlarından bir çukurdur”
Şi’r
O ülkede sadece ruhlar var, orada ölüm ölmüş, artık ölecek yok.
“Kıyamet
günü ölüm güzel bir koç kılığında getirilir ve cennet ile cehennem arasında kesilir.”
denmiştir. Bu mes’elenin anlaşılması ve örneklendirilmesi, bilim adamlarının
terimlerini tesbit ettikleri ve kitaplarında kaydettikleri aklın ölçüleri ve
akıl yürütme yolu ile mümkün değildir. “Evlere kapılarından giriniz”
dendiği gibi ruhlar aleminin doğusunda gerçek bilgi şafağının doğması iman ve
takvaya bağlıdır. “Eğer kasabaların halkı inanmış ve bize karşı gelmekten
sakınmış olsalardı, onlara yerin ve göğün bereket kapılarını açardık”(A’raf
Suresi, 96) Tabiatın karanlık örtüsünden kurtulmuş ve bir müddet ezel güneşinin
parıltıları altında bulunmuş bir ruh gerek ki, beşerî ruhun kalıcılığı
üzerindeki şüpheleri silecek, karanlıkları yok ederek anlayabilsin. “Müminlerin
imanlarını kat kat arttırmaları için kalplerine güven veren odur” (Feth
Suresi, 4)
Gayet
açıktır ki, üç-beş tek sakallı yaşlı bilginin hayal gücü, ahiret ahvalim
anlaması mümkün değildir. “Siz ancak zanna tabi oluyorsunuz ve sadece
tahminde bulunyorsunuz” (En’am Suresi 148)
Rubai
Ma’rifet şarabı içenler safa sürdüler. Cahiller niçin zorlukların
tortusunu çekip duruyorlar. Onlar kalbur ile kuyudan su çekiyorlar. Oysa belge
ile her can sana aydınlanacaktır.
Allahım
kereminle ve bol merhametinle bizi Muhmmed’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
ümmetinden kıl.
Berzah,
haşr, kıyametin ve ahir etin genel ahvali hakkındadır.
Allah,
gözünden beşerî perdeyi kaldırsın. Bil ki, insan tabiî ölümle maddeden ibaret
olan şu bedenle ilgisi kesilince uğrayacağı ilk durağı, İlâhî alemlerden çok
özellikleri bulunan bir alemdir ki, ona “Berzah”denir. Kur’an-ı Kerim o alemden
haber vermektedir. "Arkalarında geriye dönmekte olanları alıkoyan bir
engel (berzah) vardır” (Mu’minun Suresi 100) Hz. Peygamber’in(salla’llâhu
aleyhi ve sellem) haber verdikleri insanın maddî ölümden sonra beden şeklinde
iken “Münker ve Nekir” sorgu meleklerinin sorgulamaları bu Berzah aleminde
gerçekleşecektir.
Bu
alemin özellik ve garipliklerinden biri de şudur: İnsan bu dünyada hayır ve şer
olarak ne iş yapmışsa bu berzah aleminde bu fiilleri uygun bir surette
karşısına çıkacaktır. “Her insanın yaptığı iyliği ve yaptığı kötülüğü hazır
bula-cağı günü bir düşünün” (Ai-i İmran Suresi 30) Bu alemin özelliklerini
anlatmakla bitmez. Buradaki olaylar cesetlerin haşr edileceği gün olan kıyamete
kadar devam edecektir. ”Sura üflenince kabirlerinden Rablerine koşarak
çıkrarlar.” (Yasin Suresi, 51) İşte o gün büyük kıyametdir. "Ey
Muhammed; De ki, şüphesiz öncekiler de sonrakiler de belli bir günün belirli
bir vaktinde toplanacaklardır" (Vakıa Suresi, 49,50) O gün beşerî
ruhlara yeniden bedene hükmetmesi yeteneği verilir. Gökler dürülür ve bu dünya
başka bir dünyaya dönüştürülür. “Yerin başka bir yerle, göklerin başka
göklerle değiştirildiği ve herşeye üstün gelen tek Allah’ın huzuruna çıkıldığı
gün” (İbrahim Suresi 48). Gene o gün yıldızlar dökülür. Ay ve güneş siyaha
bürünür. "Şüpesiz ay ve güneş kıyamet günü ateş içinde dürülür."
Beyt
Kıyamet günü senin Hindu olduğun belli olsun diye güneş siyaha bürünür.
Arş
sekiz melekle kaldırılır. “Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbının
arşını, onlardan başka sekiz melek kaldırır” (Hakka Suresi 17)
Cenâb-ı
Allah Arasat’da bulunanların herbiri inançları ölçüsü nisbetinde O azameti
görebilirler Bu hususta şöyle demişlerdir.
Şi’r
Senin cemalini sonsuzluklardan seyredenler senin yüzünde kendilerini
görürler. Bu görüşlerindeki farklılık kendi inançlarındaki farklılıktan
kaynaklanmaktadır.
Orada
kullar arasında büyük farklar bulunur. "Kıyamet günü şaşmaz teraziler
kurarız. Hiçbiri haksızlığa uğratılmaz. Hardal danesi kadar olsa bile yapılanı
ortaya koyarız. Hesap görenler olarak biz yeteriz.” (Enbiya Suresi 47)
O gün
bu işe uygun, o şartlara göre insan idrakinin kavrayacağı bir terazi kurulur.
Cehennem üzerine kıldan ince ve kılıçtan keskin bir köprü kurulur ki, buna
“Sırat” denir. İnsanların iman dereceleri o köprüden geçişte belli olur. Kimisi
bu köprüden kuş gibi uçarak geçer, kimi yürüyerek, kimi düşe kalka, kimi de
cehennemin derinliklerindeki ateşlerin içine düşer.
Her
kim bu dünyada sıratü’l müstakimde (dosdoğru yol) sabit kadem olsa ve şeriata
bağılılıktan ileri seviyede bulunsa, orada uçarak, yürüyerek ve dosdoğru olarak
“Kevser” denilen esas varılacak yere varır. Orası şehidlere, gönül gözü
olanlara tahsis edilmiştir. O kevser’den kana kana içerler. İlklerin ve
sonradan geleceklerin Efendisi övülen makamın sahibi Muhammed Mustafa
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)ya ulaşırlar. O şefaat kapısının açıcısıdır. Övgü
bayrağı (Livaü’lhamd) onun elinde olacaktır. İnsan neslinin önde gelenleri olan
bütün paygamberler, veliler, erenler o bayrağın gölgesinde bulunacaklardır.
Şefaat edeceklerin ilki de odur. Ondan sonra peygamberler, veliler, bilginler
ve müminlerin her biri rütbeleri miktarınca şefaatte bulunacaklardır. Salih
amel sahipleri de ebedi saadet yurduna alınacaklardır. Fitne fücur ehli olanlar
da ebedi cehenneme atılacaklardır. Ümmetin isyankâr olanlarına azab
uygulanacak, kafirler ve şakiler ise ebedi cehennem azabında kalacaklar.
Cehennemin girişlerinde maddi ve ma’nevi çeşitli işkenceler uygulanacaktır.
Fakat bu işkencelerin en şiddetlisi ve en dehşetlisi insanın mahcubiyyet içinde
bulunmasıdır.. Bu Allah’ın cemalini görmekten mahrum kalmaktadır.
Şİ’r
Cehennemden hiçbir korkumuz yok bizim. Canımızın belası, hicabdan (Allah’
ı görmekten) uzak düşmektir.
Onu
görmeme belasından Allah’a sığınırım. “Hayır doğrusu o gün Rablerini
görmekten mahrum olacaklardır” (Mutaffifin Suresi 15)
Cennetin
bölümlerinde muhtelif tarz ve cinslerde ruhani ve cismani lezzetler
bulunmaktadır. Fakat bu lezzetlerin en şereflisi ve en muhteşemi, mahiyeti ve
tarifi yapılmayan Alemlerin Rabbı, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Allah
ile yüz yüze gelme olayıdır. “Allah’a karşı gelmekden sakınanlar güçlü
hükümdarın katında yüksek bir derecede cennetde ferahlık ve aydınlık
içindedirler.“(Kamer Suresi, 54-55)
Şi’r
Sen görününce putlara duyulan aşk boşa çıktı. Bu gönül çalanlardan
uzaklaş. Sen bize yetersin.
“Allah’a
kavuşmayı dileyen kimse yararlı işler yapsın ve Rabbine kullukta ona hiç ortak
koşmasın“ (Kehf Suresi, 110)
Rubai
Ey dünyaya talip kişi: Sen bir ücret karşılığı da çalışmaktasın. Ey
cennete aşık: Sen bu gerçekten çok uzaksın. Ey iki alemden bihaber olduğu için
sevinçli insan: Dünya lezzetinden kendini mahrum bırakmanın neş’ esini daha
görmedin. Bu halin çok görülmez.
Böyle
küçük hacimli bir esere bu konuda daha fazla söz sığdırılmaz. Bununla beraber,
keşif sahibi, evliya ve ilimde derinleşmiş bilginler bilirler ki, kutsal
ülkedeki gezginlerin duygu ve hislerinin kısa bir özeti, derli toplu olarak bu
sahifelere yazılıp tesbit edildi. Bunun geniş ve detaylı anlam ve açıklaması
sadece “Katımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz” (Kehf Suresi, 65)
âyetinin irfan mektebinde öğrenilebilir. Bu mektebin başlangıç bilgilerini
ihtiva eden sahifesinin sırrına ulaşmak, iki dünyanın süs ve nakışlarından,
iman ve takva silgisi ile gönül levhasını temizlemek mümkün olur.
Şi’r
Gönül levhasını iki cihan hırsı ve tamamdan tertemiz yusan Cebrail senin
güzelliğini temaşaya gelir.
Senin vücudunun sırlarını bir bir
yazarlar ve şendeki kemalatı hiç kimse idrak edemez artık.
Bu
açıklamalardan sonra Hatime bölümünde bazı şeyleri hatırlatalım ve öğüt olsun
amacıyla birkaç söz yazalım. Allah bizi ve sizi işitsin, sevdiği ve rızası olan
şeyleri yapmaya bizleri muvaffak kılsın.
Ey
Aziz: Allah seni mutasavvıflar yolunda olanların ulaştıkları en yüksek
mertebeye kavuştursun. Bil ki, her fen ve ilim erbabının kendi sahalarına
mahsus terimleri, kaideleri, ölçü ve birimleri vardır. Bu ilimler alanında
derinleşmek ve detaylarına nüfuz etmek, o alanların terim ve kaidelerini
bilmeye bağlıdır. Ma‘rifet ve şuhud ehli olanların da kendi sahaları ile ilgili
terimleri, kaideleri ve ölçüleri vardır. Bu alanda özet (Mücmel) ve mufassal
açıklamalarda bulunmak, bir takım başlangıç bilgileri gerektirmektedir. Fakat
bu eser o tafsilatı anlatmaya yeterli değildir. Ancak şu kadar bildirelim ki,
sahanın mütehassıslarının kullandıkları ölçüler dört kısma ayrılır. Allah‘ın
kitabı ve Rasulullah‘ın sünneti, İcma u Ümmet ve gönlün maksadı bir gönül
yetiştirmekdir. Ve fakat bu gönülden maksadın ne olduğunu ve bu gönlün
vasıflarım Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Cenâbı Rabbi‘1
aleminden şöyle hikaye etmektedir: “ Ben ne dünyama ve semama sığarım. Fakat mü'min kulumun
yumuşak ve temiz kalbine sığarım” Tabiatın pisliklerinden ve dünyadaki
kötülük ve karanlıkdan, şeriat ve tarikata tam tamına uygun hareket etmedikçe o
gönül tamamıyla armamaz ve böyle bir olgun gönül meydana gelmez.
Rubai
Gönül sırlarının kaynağı, aşkın mahzenidir. Varlık bahçesinde gönül
tamamiyle dikensizdir. Şüphesiz esas gaye gönüldür, fakat o gönül elde edilince
dertler ve belalar azalır, yok olur.
Bu
mukaddeme bilgilerden sonra: Ruhlar aleminin ufuklarından keşif sahibi arifin
gönül levhasında parlayan şeylerin Allah’ın kitabı ile uygunluk halinde
bulunması gerekir. Bu keşifler eğer Allah‘ın kitabı ile uygunluk halinde değil
ise onlara iltifat etmemelidir. Sonra eğer Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellemin sünneti ile mutabıksa doğruluğuna hükm olunmalı, aksi halde o
konuda susmayı tercih etmeli. Aynı şekilde İcma u ümmet ile bilginlerin ve
ümmetin şeyhlerinin (kuddise sırruhumu'l-âlî) görüş ve düşüncelerine de uygun
olmalıdır. Şeyh Ebu Süleyman-ı Daranı‘den (230/844) şöyle dediği
nakledilmiştir: “Öyle zamanlar oldu ki, kırk gün süre kalbime doğan bir
hakikati, Kur ‘an ve Sünnet’den iki şahid olmadıkça açıklamaya müsaade
edilmedi. “Çünkü bu yolda yapılan yanlışların haddi, hesabı yoktur. Maddi ve
ma'nevi mukâşefe alanı ile ilgili olarak “Afakı“ve “ Enfusi” belirti ve
teşbihler hakkında “Onun denizinin büyük dalgalarından ancak Allah’ın muhlis
kullarından olan üstün insanlar kurtulabilir, onlar da pek azdırlar”
denmiştir. Şüphesiz işte bundan dolayı bir derin kavrayışlı ve sezgi gücü
yüksek bir şeyhe ihtiyaç duymak zorunlu olmaktadır. Ancak çok nadir istisnalar
olmakla beraber “Her kimin rehber bir üstadı yoksa, onun ustası Şeytandır”
denmiştir. Bu konuya arifler sultanı Ebu Yezid-i Bestami (262/ 875) böyle
işarette bulunmuştur.
Beyt
Ay yanaklı bir yol göstericisi olmayan tehlike ile karşı karşıyadır ve
halk ondan bihaberdir.
Nitekim
şanı yüce Allah, kemal-ı lutfu ve merhameti ile şeyhlerin nefeslerini ve
onların sohbet ve himmetlerini bir nur ve sır ile bezmiştir ki, bunu sözlerle
açıklamak mümkün değildir.
Beyt
Şeyhin emrinin dışında bir işe koyulma. Bu şeyh irfan ve bilgi şeyhidir,
yaş bakımından şeyh (yaşlı) değildir.
Bulunduğu
toplumdaki şeyh, ümmeti içindeki peygamber gibidir. “Ey inananlar! Allah‘dan
sakının, ona ulaşmak için vesile arayın, onun yolunda cihad edin ki
kurtulasınız” (Maide Suresi, 35). Araştırıcılar bu âyetdeki “Ona ulaşmak
için vesile arayın”dan maksadın bir şeyhe bağlanmak olduğuna İlâhi emirdir,
demişlerdir.
Rubai
Allah yolunda eğer kılavuz kişiye ulaşırsan başını onun yoluna koy ki
menzile ulaşasın. Dertsiz olanlara göre bu kadehin bir rengi yoktur. Sen
gönlündeki derde bir ilaç bulursun.
Böyle
bir kılavuz kişiyi (kâmil şeyh) bulunca gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya
çıkıncaya ve kulluğun zirvesine ulaşıncaya kadar onun hizmetinde bulunmalı,
onun öğüt ve direktiflerini büyük bir saadet bilmeli, emir ve yasaklarını can
ve gönülden kabul etmelidir ki, onun değerli varlığı sayesinde İlâhi lütfun
havasını teneffüs ederek celâl ve cemâlin otoritesinin disiplini ile eğitilmiş
olsun ve her türlü yanlışlıklardan vehim ve hayal kuruntularından tamamıyla
kurtulabilsin. Bununla beraber kesin olarak bilinmelidir ki göklerin dosdoğru
bir istikametde hareketi iki kutub’a bağlıdır. Havanın uygunluğu ve muhalefeti
ve Allah’ı zikrin devamının sağlanması bu iki kutbun temel kaidelerine ve
neticelerine ulaşılması, ancak zamanın gönlü zinde ulu kişisinin sohbeti ile
mümkündür. Bunun başka da bir imkânı ve yolu yoktur. Özellikle de bu işin
şaşmaz ölçüsü, şan ve şöhretten feragat etmek, dünya ile ilgiyi kesmektir.
Gönülde Allah sevgisinden başka hiç bir şeye yer vermemeye ve ünsiyet kurmamaya
çalışmalıdır. Zira kıyamet günü o sevgiden başka kurtaracak bir şey yoktur. “Allah’a
temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği
gün” (Şuara Suresi, 89) Tevhit perdelerinin merdiveni sohbetten tecridi
söylüyor.
Beyt
Sende yerme (iğneleme) havası bulundukça Meryem oğlu İsa olsan senden
meyve olmaz.
Fakat
engellerin en zoru ve şiddetlisi perdelerin en kesifi insanın başka şahıslara
bağlılığı ve muhabbetidir. Bir kısım insan ve büyükler itiraf etmişlerdir ki,
bu dar geçit, geçitlerin en zor olanıdır. O yoldan olmak ise tam şaşkınlıkla neticelenir.
”Dünya hayatında Allah’ı bırakıp aranızda putları muhbbet vesilesi kıldınız.
Sonra kıyamet günü biri birinize küfreder ve karşılıklı la’net okursunuz”
(Ankebut, Suresi, 25)
Başka
insanlara bağlılığın çok çeşitleri ve fakat onları bir bir açıklama sözü
uzatmak olacaktır. Bunun da çoğu zararlı bir mecraya gider. Büyükler: 'İflasın belirtisi insanlarla uğraşmaktır” demişlerdir.
Kur’an-ı Kerim bunu defetmek için şu öğüdü vermektedir: “Rabbının adını an.
Herşeyi bırakıp yalınız ona yönel. O doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka
ilah yoktur. O halde onu vekil edin” (Müzzemmil Suresi, 8-9)
Gaybden
bir tercüman, muhabbeti şöyle ifade eder.
Rubai
Dertli isen devan benim ben.
Kimseyle oturma seni bilen benim ben.
Eğer bizim yanıbaşımızdaki toprakta
ölürsen. Şükret ki senin kanının bedeli, benim ben.
Hulasa
dar geçitler ve yol kesenler pek çoktur. Bundan kurtulmak ancak şeriata tabi
olmak ve şeyhlere itaat etmekle mümkün olabilir.
Beyt
Bu binlerce tehlikesi olan bir yoldur. Gah önde bir yokuş gah bir iniş
var. Kesret (çokluk) olduğu sürece o yoldaki ağır şartlar devam eder. Kesret
yok olunca yolculuk da ortadan kalkar.
“Hak
geldi batıl yok oldu” ( İsra Suresi, 81)
Beyt
Bütün bu tılsımlı renkler Vahdet sırrını bir renge indirger. Gönülde
mahlukat ile olan ilgi, bir zerre dahi mevcut ise Cenâb-ı Hakk‘ın azametinin
perdesi, mutlak birliğinin cemalinden kalkmaz.
Beyt
Bizde benlikten bir zerre dahi kalkmışsa Cenâb -ı Allah‘ın azameti sana
görünmez.
Şunu
kesin olarak bil ki, Allah yolunda ilerlemek ancak Allah'ın inayet ve merhameti
ile mümkündür. Her kim Allah’ın inayeti olmadan kendi gayreti ile Allah’a vasıl
olduğunu zannederse sadece kendini alay konusu etmiş olur.
Beyt
Bu kulun üzerinden açıkça bir ömür geçti. Gördü ki elbette sana sensiz
ulaşmak imkansızdır.
Hakka vuslat amel çokluğu ile de değildir. Fakat vuslatın amelsiz olduğu
da adetullah’da yoktur.
Beyt
Amelle vuslat verilmez kaidedir. Fakat amel olmadan vuslat gerçekleşmez de
adettendir.
Sonuç
önceki söylenenlerle ilgilidir. Öncesi varsa sonuç da olacaktır. Alemde cari
olan kaide hayırdır. Rahmet ve merhamet ön plandadır. “Rahmetim gazabımı
bastırmıştır” buyurmuştur. Cenâb-ı Allah'a karşı iyi niyet beslemek
kulluğun güzel yönlerindendir “Allah barışa ve iyiliğe çağırır. Dilediğini
doğruya yönlendirir “ (Yunus Suresi, 2-5). “Allah‘ı çokça anın onu sabah
akşam tesbih edin“(Azhab Suresi, 41-42) “Hepiniz Allah'ın ipine sıkıca
yapışın asla tefrikaya düşmeyin” (Al-i İmran Suresi 103). “Allah
şüphesiz adeleti, iyilik yapmayı yakınlara bakmayı emreder, hayasızlığı
inkârcılığı ve taşkınlığı yasak eder ve tutasınız diye size öğüt verir “
(Nahl Suresi 90)
Allah'a
hamd ve güzel yardımı ile kutsal Receb ayının ortasında 660 yılı çarşamba günü
MATALİ’ÜLİMAN tamamlandı. Yaratıkların en hayırlısı Hz. Muhammed salla’llâhu
aleyhi ve selleme ailesi fertlerine selam olsun.
Kaynak:
AHİ EVREN (Şeyh Nasırü’d-Din Mahmud el-Hoyî) İMÂNIN BOYUTLARI, Tercüme,
İnceleme ve Araştırma, Doç.Dr. Mikâil BAYRAM
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar