Print Friendly and PDF

İNSAN ve NÜFUS MESELESİNİN BİLİNMEYENLERİ

Bunlarada Bakarsınız



İnsanoğlunun önemli araştırmalarından biri yine insandır. İnsanın sadece fiziksel ve biyolojik olarak keşfedilmesi, incelenmesi, başlı başına yüzlerce bilimin, binlerce bilim dalının, milyonlarca araştırmanın sebebi olmuştur. Fiziğin ve biyolojinin ötesinde duygularının ve düşüncelerinin anlaşılabilmesi için yine binlerce bilim, araştırma teknikleri ve metotları ile düşüncelerimizin sınırları saptanmaya çalışılmıştır.
İnsan, gerek fiziği ve biyolojisi, gerekse davranışları ve ruhu ile belli bir şablon içerisine sokulmaktadır. Fiziki ve biyolojik olarak bir ölçüde başarılı olunmakla ise de insanın ruh ve davranış tarzı ile aidiyet kavramları çoğu zaman şablona sığmayan örnekler göstermektedir.
“Anne” üzerine yazılmış binlerce sayfa okusak dahi okuduklarımızın hiçbirisi, her bireyin kendi annesi için söyleyeceklerinin yerini asla tutamaz. Gelişen baskı teknikleri ve matbaacılık sonrasında kitapçılara ve kırtasiyelere gittiğimde canım anneme, canım babama, kardeşime, oğluma, sevgilime gibi başlıklar altında, o kişi ile ilgili sözüm ona en güzel sözlerin bir araya toplandığı kitaplar görmekteyim. Teknolojik gelişmeler ile bazıları için hayatın fiziksel olarak kolaylaştırması hoş bir şeydir. Fakat duyguların ifade edildiği, basılı kitaplar ruh ve insan davranışlarını belli bir norma oturtturup, şablon içine sokar.
Şu ana kadar yazılmış bütün kitapları bir kişi okusa, okuduklarının tümünü ezberlese bile, mutlak olan bir şey vardır ki o da; okuduklarının dışında yeni şeyler üretebilmesidir. İşte insanı diğer canlılardan ayıran bu yaratıcı özelliğidir. Ayrıca insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi de alet yapmasıdır. Gelişen insan, yaptığı aletleri de geliştirmiş, zaman içinde alet yapan aletlerin üretilmesi, yeni buluşlar ile yeni bir çağın başlamasını sağlamıştır. Hayatın devamlılığını daha da kolaylaştıran bütün bu aletlerin ve üretim araçlarının gelişimi, insanlık tarihinin en büyük devrimlerden olan tarım devriminden sonra sanayi devriminin de gerçekleştirilmesinde yardımcı olmuştur.
Ülke kavramını değerlendirilirken onu oluşturan bireylerin özellikleri dikkate alınmalıdır.

İnsanoğlunun ömrünün kısa olması, onu ilk önce sözlü ve yazılı daha sonra ise imkanlar ölçüsünde diğer araçlarla kendisinden sonrakilere kalıcı belgeler bırakma isteğine itmiştir. “İnsanın en basit yöntemle ürettiği malın, onu üreten insan öldüğü zaman dahi kalıcı olması, insanın madde karşısında mağlubiyeti gibi görülebilir.” Dünya üzerindeki maddelere egemen olup, onlara pek çok şekil vermesine rağmen, kendi ömrünün kısalığı ve bu kısa ömründe sürekli olarak eğitime, öğretime ve bakıma muhtaç olması, insanı edinmiş olduğu bilgi ve tecrübeleri gelecek nesillere aktarabilmenin yollarını aratmıştır. Kendi düştüğü hataların tekrarlanmaması için kalıcı eserler bırakmıştır. İşte yazı ve kitap öncelikle bunun için bulunmuştur.
İnsan edindiği bilgi ve tecrübeleri gelecek nesillere aktararak, yaşadığı zaman ile yaşanacak zamanı ilişkilendirebilme imkânına kavuşmak istemiştir.
Yerleşik düzene geçip, onca emek ile önce yaşanabilir, sonra sürekliliği sağlanabilir ortamlar yaratan insan; gerek bitki gerekse hayvanların ıslahı ve evcilleştirilmesi için çokça zaman harcamıştır. Yeri geldiğinde, ömrünü harcadığı değerleri, başka canlılar ve insanlardan gelecek zararlara karşı korumak için, canım vermekten sakınmamıştır.
İnsanlar, öncelikle mensubu olduğu aileyle geliştirdiği ilişkiler ve daha sonra diğer insanlarla kurduğu ilişkiler sayesinde, grup-topluluk-toplum halini alırlar, ilişkide bulunduklarıyla ortak kurallar ve değerler belirleyerek, birikimlerini gelenek-görenek başlığı altında kendinden sonra gelecek olan nesillere, sözlü ve yazılı olarak aktarırlar.
Avcılık-toplayıcılıktan yerleşik düzene geçildiği andan itibaren bir araya gelen topluluklar, birbirlerinin hak ve menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Ait olduğu birliklerin-birliğin, koyduğu kurallara (normlara) uymak zorundadırlar. Kurallara uymayanlar, normal olmayan kapsamında değerlendirilip, kural ihlali yapmış sayılır ve kendisi hakkında çeşitli yaptırımlar uygulanır.
İncil ve judaizm’in en iyi tefsircilerinden Philo şöyle diyor:
Akıllılar doktorlara benzerler, hastaların sakatlığı ile boğuşurlar. Dolayısıyla akıllı bir insanın öldüğünü duyduğum zaman kalbim hüzün doluyor. Ölen için değil tabi, çünkü o, mutlu yaşadı ve şerefiyle öldü Hayır, kalanlar için yas tutuyorum. Onlara güven sağlayan o güçlü kolun desteği olmadan, Allah ’tan eski koruyucusunun yerine yenisi gelmezse, sefalet çöllerine terkedilmiş olacaklar.' [1]
Bir toplumu hatta bir kabileyi, aileyi bile ayakta tutan liderdir. İyi liderden mahrum hiçbir cemaat ve cemiyet gelişemez hatta ayakta bile duramaz.
Topluma yön veren liderlerin, ileri görüşlülüğü ve temsil ettikleri gurubun motivasyonunu sağlama ve gurubu kontrol altına alma gibi özellikleri, bu liderleri diğer bireylerden ayıran en önemli özellikleridir. Lider temsil ettiği grubun hak ve menfaatlerini savunabildiği sürece takipçileri onun peşinden gider. Toplumların önünde lider olmuş kişilerin başarıları ve başarısızlıkları değerlendirirken içinde bulundukları zaman ve diğer devletlerin durumları göz önünde tutulmalıdır.
Lider kişilerin nasıl seçildiği de önemlidir. Zamanında çok önemli görevlerde bulunmuş kişilerin hatıra kitaplarını incelerken; öncelikle vizyonları ve geleceğe bakışları dikkati çekmelidir. Pek çok etkili görevlerde bulunduktan sonra, içinde hiçbir şey olmayan kitapları okuyunca kitabı yazan kişinin de zamanında işgal ettiği mevkilere tesadüfler veya özel ilişkiler sonucu geldiği ortaya çıkmaktadır. Özellikle akademik, askeri ve bürokratik kariyer yapmış kişilerin ileride kendileri ile dalga geçilmemesi için yazdığı kitaplara ve yazılara dikkat etmesi gerekir. Çünkü yazanın bundan sonra geçireceği boş hayatından daha önemlisi, zamanında temsil ettiği mevkinin, ülkemiz için olan önemidir ki; bu önem, kişilerin değil, üstün milliyetinin unsurudur. O mevkiler kişilere ait değildir. Ülkenin ve milletin vermiş olduğu sıfatları kullanırken, gerekmedikçe kişi asla o sıfatları vücudunun takdimi için, iş elbisesi gibi üzerinde taşımamalıdır
A.2- Kamuoyu'Yaratmak
Yaşadığımız dünyada ve mekânda elbette ki kamuoyunu yaratan nesnelerden istifade edeceğiz. Fakat kamuoyu yaratan grupların hedeflerinden bir tanesi de; “bize sunulan yanlış ve çarpıtılmış verilerden etkilenip başkalarını etkilememizi sağlamaktır.” Birey olarak içinde bulunduğumuz toplumda, ait olduğumuz cemaat ve cemiyetlerin faaliyetlerini bu noktada tekrar gözden geçirmemizde yarar vardır.
Temsil ettiği toplumun hak ve menfaatlerini iyi savunamamış, hatta ihanet noktasına varan, kasti başarısızlıkları yapmış liderler, ne hikmetse “kamuoyu yaratıcıları” tarafından, başarılıymış gibi gösterilir. Eski Yunanca bir kelime olan *karizma* üstün özellikleri olan, bazen de yüce Allah’ın sıfatlarını bulunduran anlamında hemen hemen sadece peygamberlere atfedilen bir benzetmedir. Hiçbir özelliği olmayan kişiler için bu kavramın kullanılması, bunu kullanan kişinin basiretsizliğini ve bilgisizliğini gösterir.

Kamuoyu yaratan unsurlardan görsel ve yazılı sektör, bazı ülkelerde yeni oturmasına rağmen, özellikle televizyon haberciliği ile ilgili yayınlarda geçmişe dönük çokça görüntülü belgeye yer vermektedir. Bu durum, yıllarca bu işin sıkıntısını çekmiş ve bu bulguları görüntüleyip, arşivlemiş kurumlan üzmektedir. Bu noktada akla gelen soru, arşiv hırsızlığının daha ne kadar süreceğidir...
Yaşadığı zamanda kamuoyu yaratıcılarına ters düştüğü için taşlanarak kovulan veya öldürülen liderlerin yokluklarında, onlara atılan taşlar heykelleri yapılmak üzere bir araya getirilmiştir!
PATA KUŞU
Çocukluğumda İstanbul’daki boş araziler ve mezarlıklardaki kuş avcılarına çok kızardım. Diğer kuşların ağlar vasıtası ile yakalanmasından çok, onların o kapana düşmesine sebep olan patalya kuşlarına acırdım. Ayağından bir sicim ile kapanın etrafına bağlanan pata kuşu yukarıdan uçmakta olan zavallı sürüyü tuzağa düşürürdü. Pata kuşuna acırdım çünkü akşam olup görevini tamamladıktan sonra onunda işi biter acı çekmesin diye kafası kopartılıp bir kenara atılırdı.
Pek çok ülkenin pek çok liderinin sözüm ona vatandaşları aydınlatmak için basıp dağıttığı pek çok kitaptan etkilenen, ve bu etkilenmesinden sonra yaptığı eylemlerden dolayı acı çeken insanları görünce hep kafası kopartılan patalya kuşları aklıma gelir. Yıllarca pembe kitaptı, mor kitaptı çeşitli yayınlarla bir sürü insanın canını yakan patalya kuşlarına lanet olsun.
Nüfus bilimi ile ilgili pek çok bilim adamı uğraş vermiştir. Nüfus konusunun bilimselleşmesinde önemli rol oynayan Gilar’ın yapmış olduğu “demografi”(démogrphie) tanımlaması kabul edilerek nüfus bilimine çoğunlukla “demografi” denilmiştir.
Meşhur İtalyan bilgini Napoleone Colajanni’nin 1909’da Napoli’de basılan “Tatistica e demografía” adlı eserinde “demografı” tabirini kabul etmiş ve bu kavramın yalnız nüfus olay ve rakamlarının ifade edilmesinden dolayı değil, bütün kanunların sebep ve sonuçlarının uygulama alanıntn; insanlık olduğu tespitinde bulunmuştur. Demografı kelimesinin aslı Yunaca “demos=millet” ve “graph é—tarif’ manasındaki milletlerin tarifini ifade eder.[2] Nüfus konusuyla ilgili kaynakların azlığı, olanların ise karşılıklı (çifte belgelendirme) kontrollerinin yapılarak sağlıklı bilgilere ulaşılamaması, kaynağı çok az olan bir bilim dalını eksik yönlü bir karaktere büründürmüştür.
Dünya kültür mirası incelenirken, bilgi akışındaki en önemli kırılma noktalarını; kitapların toplu yakılması ya da kütüphanelerin kapatılması veya ihmal edilmesi oluşturmuştur. Bir gün bilim adamlarının kitaba ve bilime karşı bu uygulamaların yapıldığı zamanın öncesi ve sonrası nüfus hareketlerini incelemesi sonucunda çok şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşacakları muhakkaktır.
Nüfus ilminin en önemli noktası sağlıklı kayıtların yöneticiler tarafından tutulması, istatistik ve diğer ilimlerin usulleri ile düzenlenmesidir. Nüfus ilmi, tutulan bu sağlıklı kayıtlar vasıtası ile istatistiğin ve diğer beşeri bilimlerin, tasnif ve karşılaştırmaları sayesinde pek çok hayati konu hakkında idareci kısma bilgiler sunar ve bu bilgiler idarecilerin çıkaracağı kanunların sebep ve sonuçları olurlar.
İnsanlığı ilk gününden itibaren iyi incelediğimizde şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşırız. Birbirinden çok farklı sebeplerden dolayı etkilenen, birikim sağlayan milletler, ortak bir amaç etrafında bir ülke kurmak için bir araya geldiklerinde milliyet olurlar.
İnsan, tekil halden çoğul hale geçip milliyet unsurunu oluşturduktan sonra, ait olduğu devletin diğer devletlerle olan mücadelelerinde en önemli gücü ve kuvveti olmuştur. Bir devleti oluşturan nüfus, o devletin geleceğidir. Uluslararası ilişkilerde nüfus meseleleri, savaş mücadelelerinin önemli sebep ve sonuçlarındandır. Ülkemizde nüfus inceleme ve araştırmaları üzerine bırakalım geçmişi; onca teknik ve sosyal ilerlemelere rağmen bugün bile sağlam ve sağlıklı bilgilerin derlenip toparlandığı merkezlerin sayısının çok az olması bu yüzden düşündürücüdür.
Geleceğe yönelik nüfus ile ilgili araştırma yapma, istatistikler hazırlama ve veri tabanı oluşturma hizmetleri ile insan kaynakları araştırmalarının hemen hemen tamamının yabancı ülkelerden patentli ve maddi destekli olarak kurulup geliştirilmesi üzüntü vericidir. Devletin ve milletin asıl kaynağının yeterince incelenmemesi ve uluslararası mülkiyet hakkı için savaşan organların, ne için savaştıklarının farkında olmamaları, ülkeyi seven ve düşünenler için ızdırap vericidir.

Ülkemizde her beş yılda bir yapılması gereken, ülke genel nüfus sayımı öncesi il, ilçe ve beldelerin, başka yerlerde yaşayan insanlar tarafından oluşturulan hemşeri organizasyonları sonucu nüfuslarının sayım günü kaydırılma yöntemi ile yüksek gösterilmeye çalışılması, pek çok mahalde mükerrer kayıtların olmasına ve yanlış bilgilere, dolayısıyla yanlış istatistiklere yol açmaktadır. Asıl üzüntü vereni ise bu mükerrer kayıtlara mahalli ve genel idarecilerin ön ayak olmasıdır. Bu durum idareci ve siyasilerimizin nüfus politikasına gösterdiği laçkalığı ve ilgisizliği açıkça ortaya koymaktadır.
Sağlıksız yapılan nüfus sayımları; ülkemizin geleceği ile ilgili alınacak olan yatırım kararlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Taşıma yöntemi ile nüfusu şişirilen il, ilçe ve beldeler ülkemizin büyük ekonomik zararlara uğramasına sebep olmaktadır.
Diğer taraftan yapılan onca çalışmaya rağmen, başkası tarafından bulunan nüfus cüzdanına ne yapılacağının bilinmemesi, bütün müracaat bankolarının, ekmek büfelerinin, otobüs, metro duraklarının ve doğal gaz gişelerinin onlarca kayıp nüfus cüzdanı ile dolu olması, toplumun da nüfus politikasına verdiği değeri ve ciddiyeti gözler önüne sermektedir.
Yaptığım bunca araştırma sonucunda, 1930 İstanbul İktisat Matbaasında basılmış olan, zamanın Cenevre Üniversitesi öğretim görevlilerinden Leon Rabinovizic’in yazdığı, İstanbul ve Paris hukuk fakültesinden mezun olan Alahattin Cemil’in tercüme ettiği “Nüfus Meselesi, Nüfus İlmi, Nüfus Tarihi ve Nüfus Harekâtı” adlı eserinden kaynak olarak daha iyisini bulamadım. Bu konuya ilgili veya ilgisiz ülke meselelerine kafa yoran herkesin okuması ve başucunda bulundurması gereken bu eserden oldukça etkilendim ve yararlandım.
Ünlü yazar Emil Zola’nın ifade ettiği gibi İstiklal yalnız doğumda ve çoğalmadadır. Beşeriyetin yürüyüşünde, ve tarihinde atılmış hiçbir adım yoktur ki; buna insanların adedi sebep olmasın”[3]
Yazar kitabında milli hudutları içinde kalan ve her türlü yabancı boyunduruğundan kurtarılan, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetİ’nde, 1930 yılı itibariyle en önemli meselenin nüfus meselesi olduğunu, nüfusu az olan bir vatan ve memleketinde müdafaası güç, istikbalinin karanlık olduğunu belirtmiştir.[4] Gerçekten 1930 yılında yazılan bu kitap, 1933 yılında 10. yılını kutlayan cumhuriyetin 10. yıl marşında en büyük övgü ve bugünde o bölüme gelindiği zaman büyük bir duygu yüküyle ve haykırarak söylediğimiz gibi “her yaştan on beş milyon gence ulaştığımızın müjdelenmesidir. Yapmış olduğum araştırmaların hiçbirisinde, hiçbir marşın içerisinde nüfus ile ilgili tespitte ve övünmeye rastlamadım. 10. yıl Marşını dinlerken Balkanlardan, Ege adalarından ve Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her yerinden “Misak-î Milli ile sınırları çizilmiş Anavatanımız”a toplanmış olan Türk halkının, cumhuriyeti koruma ve kollama görevini yapabilecek olan nüfus gücünün 1933 yılında çok azının temin edildiği müjdesi vardır. Yazar kitabın 6. sayfasında ise; hiç değilse daha 1930 senesi için Türkiye’nin 30 milyon nüfusa ulaşmasının gerekliliğini belirtmiştir.
Nüfusun kaliteli güçlü bir halde çoğalmasının unsurlarından en başta geleni, insan yaşamının süresinin uzatılmasıdır. Sıhhi, iktisadi ve ahlaki tedbirlerle insan ömrünün uzatılması için her türlü tedbire başvurulmalıdır. Özellikle hayattaki insanların sağlıklı olması, pek çok salgın hastalıklarından korunması, ülkeyi her alanda dinç tutar. İyi incelendiği zaman görüleceği üzere, pek çok medeniyet ve devlet kötü nüfus politikaları yüzünden tarih sahnesinden kaybolmuştur.
Nüfus meselesinde sıhhi ve iktisadi tedbirlerden daha önemlisi ahlaki ve ailevi normlardır. Sağlıklı istatistikler karşılaştırıldığı zaman görülecektir ki tıbbi ve iktisadi alanda müreffeh olan ülkelerin ahlaki yapılarının çökmesinden dolayı, önce aile kavramı ortadan kaybolmuş ve ahlak kurallarından eser kalmadığı için nüfus hızla azalmıştır.

1930 senesine ait istatistiklerde Türkiye Cumhuriyetinin km2ye düşen nüfusu 17,9’ dur.
Diğer bazı ülkelerde ise,
Belçika
264
Sırbistan
53
İsviçre
100
İtalya
131
Romanya
59,9
Lehistan
75
Hollanda
224
Yunanistan
48,8
Macaristan
91,6
Almanya
130
Bulgaristan
54
Fransa
74,5
Amerika
142
İspanya
44
Danimarka
90
Sırbistan
53
Bu istatistikler karşılaştırıldığı zaman, uluslararası politikanın en büyük gücünün nüfus politikası olduğu ve nüfusun arttırılması için hemen her ülkede teşvik edici pek çok yasal düzenlemenin yapıldığı görülmektedir.
Unutulmaması gerekir ki, dünyadaki tüm varlıkların birinci sermayesi ve asıl unsuru insan içindir. Nüfus meselesi insanlığın ilk günlerinden itibaren varolmuş, nasıl ki iktisat ve tıp ilimlerinden evvel iktisat ve tıp uygulamaları varsa, nüfus ilminin çok önemli olduğu günümüzden önce de, acımasız nüfus siyasetleri ve uygulamaları vardı.[6]
Medeniyet ve ülkeleri ayakta tutan yegane unsur nüfustur. Bütün medeni kültürler varlıklarını devam ettirebilmek, nüfuslarını çoğaltmak ve sağlıklı tutabilmek için kanunlar ve uygulamalar geliştirmişlerdir.
Geçen süreç içerisinde, nüfusun yetersiz olduğu noktasından hareketle pek çok kanun da çıkartılmış, özellikle Roma’da M.Ö. 403 senesinde, nüfusun artırılması ve aile kavramının korunması için birçok kanun yürürlüğe konmuştur. Bu konuyla ilgili olarak, o dönem çıkartılan Ogüst kanunlarını;
Zina ve boşanma,
Evliliği teşvik etme,
Nüfusun artırılması çerçevesinde toparlayabiliriz.
Ogüst kanunlarından evvel Jules Céser zamanında da en az üç çocuk sahibi olanlara arazi verilmesi, çok çocuğu olan kölelerin azat edilmesi gibi pek çok nüfusu teşvik edici uygulamalar görülmüştür.
Ogüst Kanunlarındaki en ilginç uygulama ise, zina cezaları konusunda olmuştur. Serbest ilişki ile ortadan kalkan aile kavramını tekrar canlandırmak için kocasını aldatan kadını, kocasının dava etmesinin mecburi olması ve bu haldeki bir kadının hiçbir şekilde tekrar evlenmesine izin verilmemesi, boşanmalarda Julia Kanunu gibi yedi şahit önünde boşanması[7] gibi örnekler çarpıcıdır.
Bu kitapta yer alan “Teknoloji-Coğrafya İlişkisi”, “Kölelik” ve diğer konu başlıklarında da görüleceği üzere avcı-toplayıcı toplumların ilkel dahi olsa ürettikleri aletlerin yardımıyla yerleşik düzene geçmeleri, insan-doğa ve insan- insan arasındaki mücadeleyi de yeni ve farklı bir boyuta taşımış oluyordu. Yerleşik düzen aynı zamanda yeni bir toplumun da oluşmasına ve bu yeni toplumun da kendi devamlılığını sağlaması için yeni üretim biçimleri ve araçları (yeni aletler ve gereçler) geliştirmesini gündeme getiriyordu. Bu yenilikler aynı zamanda yeni vahşetleri de beraberinde getiriyordu. Eski toplumdaki vahşetin yerini, yerleşik düzende, yeni vahşet türlerine bırakıyordu. Yerleşik düzenle birlikte tarıma dayalı üretimin daha sağlıklı yapılması ve korunması için ilk elden insan gücüne ihtiyaç duyulmuş ve bu insan gücü, nüfusun da yeni bir siyasette kullanılmasına yol açmıştır. Diğer taraftan yerleşik düzene geçiş sürecinde kendini ehlileştiren insanoğlu, aynı zamanda da mücadele etmiş olduğu diğer canlıların da ehlileştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. Doğaya hâkim olma uğraşısı insanoğlunun varlığından itibaren birinci hedeflerinden olmuştur.
Nüfus konusu incelenirken vatandaşlık ve kölelik konularını değinmek son derece önemlidir.
Yalnız ziraat ve tarımla geçinilen, madenlerin çıkarılmasında insan emeğinin kullanıldığı, ulaşımın deniz yoluyla ve küreklerle gerçekleştirildiği, teknolojinin insan hayatında bu kadar önemli olmadığı zamanlarda kölelik ihtiyacı doğmuştur.
Köleliğin tamamına bakıldığında, iktisadi bir olayla karşılaşılacağı görülecektir. Ziraatın hakim olduğu bir dünyada, harple meşgul olan kavimler, toprağa daha çok önem vermeye başlamışlardır. İşgal edilen yeni yerleşim yerlerinde, ele geçirilen kendi kavmine ait olmayan insanları öldürmeyip kendileri için çalışmaya zorlamışlardır. Yapılan yeni keşifler ile elde edilen yeni alanlarda bulunan, yerli halkını katledilip, soykırıma uğratılmasında ise; gidilen yeni yerlerdeki nüfusun, keşfedenlerden daha fazla olması, teknik ve sosyal gelişmelerinin, yeni gelenlerden daha geride bulunmaları gibi pek çok sebep vardır. Ancak, kendini keşfedenlere tabi yapmaması, onun boyunduruğuna girmemesi, yeni gelenin yerlilerin yaşam alanını daraltıp sınırlaması gibi nedenler yerlilerle keşfedenler arasında ve ne yazık ki her zaman yeni gelenlerin kazanacağı ve yerlilerin sayısının hızla azalıp ve hatta bazı kavimler in ortadan kalkacağı savaşlara yolaçmıştır.
Yeni keşfedilen yerlerde, yönetime tabi olmayıp, isyan eden halkın, imkan ölçüsünde ortadan kaldırılması, ihtiyaç duyulan insan gücünün ise yine başka yerlerden getirilmesi, bugün, dünya düzenine hakim ülkelerin geriye dönük en büyük silahı ve sermayelerinden birisi olmuştur.
Kölelerde kadının eksikliği ve aile yaşamının olmaması, kölelerden elde edilecek yeni çocuk kölelerinin azlığı, güçlü devletlerin hizmetlerinin görülmesi için ordularının yeni kölelere yönelik seferlere çıkarılmasını gerektirildi. Daha da acısı, köle bir aileden doğan çocuğun, yetişkin olup hizmet vereceği zamana kadar ki bakım masraflarını hesap eden yöneticiler doğum yolu ile köle artırımı yerine, dışarıdan yetişkin köle toplamayı daha ekonomik bulmuşlardır.
Zaman içerisinde çoğalan köleler, bazı durumlarda serbest vatandaşlardan sayıca fazla oluyor. Bu durum ise, idareci sınıfın haklı olarak korkmasına yol açıyordu. Bir esir, o kadar pahalı bir şey değildi. Aritofphane zamanında, Atina’da atın fiyatı 1,500 drahmi iken, bir kölenin fiyatı 100-120 drahmi idi. Dışarıdan getirilen köle nüfusunun site devletlerindeki asıl nüfustan kat be kat fazla olması asıl nüfusun lüks ve sefahat içerisinde evlilik ve aile hayatından uzak durması; asıl nüfusun sürekli azalması, köle nüfusun sürekli artmasına yol açmıştır. İçinde bulunulan bu durum bazı idareci ve seçkin sermaye sahiplerini düşünceye sevk etmiştir. Eski Yunan tarihi yazarlarından Polybe bu hali gayet güzel anlatıyor ve şöyle ekliyor:
Erkekler, tembellik, zevk, sefa ve rezalet içinde yaşıyorlardı. Ne evlenmek istiyorlar, ne de evlilik dışı olan çocuklarına bakmak istiyorlardı. Yalnızca, servetlerinin idarecisi olarak yetiştirdiği birkaç çocuktan ibaret kalan bir aile yaşamı içerisindelerdi. Bu çocuklarından birinin savaşlarda, ötekini de hastalıkta kaybetmiş olsalar, bir aile ocağı tamamen sönmüş oluyordu. Arı kovanlarının boşanması gibi, şehirleri oluşturan bu asıl seçkin nüfus, hızla azalıyor ve ülke kuvvetten düşüyordu.[8]
Şehirlerde serbest nüfusun azalıp, köle ve köylü nüfusun artması, Eski Yunan’da yöneticileri telaşa düşürmekte idi. Özellikle köylü nüfusun, köylerine geri dönmesini sağlamak için pek çok yaptırımlar uygulanıyordu. Milattan 426 sene önce yazılmış olan Aristofphane’nin komedyasında (Arclıarmiens), Dicefôlis isimli oyuncu şunları söylüyordu:[9]
“Ey! Atinalılar, Atinalılar, tarlalarımı düşünüyorum. Şehirlerden nefret ediyorum ve sevgili ocağıma hasret çekiyorum. Yuvamda hiçbir gün kömür, sirke, zeytinyağı satın almayı düşünmedim. Orada, şimdi beni dört parça eden, bu satın alma kelimelerini bilen yoktur: Satın almak mı? Her şeyi bedava yetiştiriyordum. ”
Kölelerin devlet düzenindeki işlevi, nüfusun ve vatandaşlığın belirlenmesine göre değişiyordu. “Nüfus” kavramı, devlet düzeninden devlet düzenine farklı olmak üzere “vatandaşlık” kavramı ile bütünleşir. Bir ülkenin nüfusundan sayılmak, o ülkenin vatandaşı olduğu anlamına gelmez. Romalılar devrinde nüfus kanunu ve vatandaşlık kanunu ayrı ayrı değerlendirilmiş, çeşitli hizmetler için çalıştırılan köle nüfusuna normal vatandaşlık verilmemiştir.
Dünya nüfusu ve kölelik hareketleri iyi incelendiğinde görülecektir ki, kölelik iktisadi amaçlar için kullanılmış bir sistemdir. Gelişen teknoloji ile dc insan gücüne duyulan ihtiyacın azalması sunucu kölelik ortadan kalkmıştır. Bu sefer de gelişmiş devletler, getirdikleri kölelerin geri gönderilmesi yollarını arayarak, geriye dönük çok sıkı bir göç politikası izlemişlerdir.
Kölelerin önce çalıştırılıp ihtiyaçların karşılanmasından sonra da geri gönderildiği bölgelere ilişkin en iyi örnek Liberya Devletindir. Siyasi tanımında ABD’den özgürlüklerini elde etmek amaçlı Afrika'ya geri döndükleri belirtilen Liberya halkının göçleri, geriye dönük olarak başladığı andan bu güne kadar bütün süreçleri incelendiğinde çok çarpıcı verilere ulaşılacağı muhakkaktır.

C.2- Demografik Basınç Kuramı
Yaşadığımız an dahil bütün tarih boyunca, yönetici sınıfın üzerinde durduğu en önemli konulardan biri, uygun nüfus sayısının bulunup korunması olmuştur. İlerideki bölümlerde inceleyeceğimiz teknoloji-insan, teknoloji-coğrafya, coğrafya-insan ilişkileri bazen yöneticilerin ve idarecilerin yanlış kararlar vermelerine yol açmıştır.
Eski Yunan’da, Aristoteles ve Platon, aşırı nüfustan korkmuşlardır. Platon, evlilik adedinin hâkimler tarafından tayin edilmesini, hakimlerin savaşta ölenleri, hastalıkta ölenleri ve kazaları hesap ederek ona göre evlilik sayılarına izin vermeleri gerektiğini belirtmiştir. Aristoteles ise, doğacak çocukların sayısını, kanunların tayin etmesini ve gerekirse ihtiyaç fazlası çocukların, daha anne karnındayken öldürülmeleri gerektiğini11 belirterek nüfus fazlalığının medeniyetlerin çökmesine sebep olduğunu öne sürmüştür.
Denemelerinin (Essaies) XXIII. bölümünde, Montaigne, demografik savaş kuramı ile devrimler kuramını birbirine sıkıca bağlarken savaşları “Cumhuriyetten akıtılan kan” olarak görmekteydi. Ona göre, bu akıtılan kan yüksek tansiyonun (dönemin tıp inançlarına göre) yol açabileceği rahatsızlıkları önlemekte ve organizmayı temizlemekteydi. Pek çok Rönesans düşünürü, dönemin buhranlarını nüfus basıncı ile açıklıyordu.
Çağdaş dönemde bu düşünceler yeniden ele alınmıştır. Örneğin, Gaston Bouthoul, bugün savaşların eskiden büyük salgınların sağladığı ayarlama işlevini yerine getirdiği tezini savunmakta, savaşların “demografik yönden bir rahatlık” getirdiğini söylemektedir. Yani bir çeşit güvenlik sübabı olmaktadır, savaşlar. Montaigne’nin görüşü de buydu, az çok. Etkileyici pek çok olayla desteklenmektedir bu görüş. Gerçekten, Avrupa nüfusu 1814 ile 1919 arasında bir kat artmış, ardından da XX. y. yılın ilk yarısındaki büyük çatışmalar patlak vermiştir. XVII. y.y sonunda Fransa, doğal kaynaklarına ve çağın tekniklerine oranla aşırı nüfus besleyen bir ülkeydi, büyük olasılıkla; 1789 Devrimi ile 1792— 1815 büyük savaşları, işte o zaman patladı. Çağdaş az gelişmiş ülkelerde aşırı nüfus birikimi ile devrimci pek çok akım ve çoğu zaman da savaşçı bir yöneliş, bir arada bulunmaktadır. 1930'larda Avrupa’da Almanya’nın, Asya’da Japonya’nın nüfus fazlasına sahip oldukları besbelliydi İzledikleri yayılma politikası ve bunun yol açtığı savaşların amacı, gereksindikleri yaşam alanını kazandırmaktı onlara. Buna karşılık, XIX. y.y. da, ABD’nin, yeterince nüfusa sahip olmaması öte yandan da, durumlarından hoşnut olmayanları batıya doğru göç edebilme olanağına sahip olması, bu ülkede toplumsal gerginlikleri azaltan ve özellikle sınıf çatışmalarını zayıflatan bir etki yapmış gibi görünmektedir.[10]
C.3- Dinin Nüfusa Etkisi
İnsanlığın varlığından itibaren din ve dini söylemler ile kutsal kitaplar hayatın her alanında etkili olmuştur. Nüfus meselesi incelenip tartışılması esnasında en başta gelen çarpanlardan bir tanesi ilgili toplumun dini kurallarıdır.
Hz. Âdem ve Havva’dan başlayıp bu güne kadar süren dinin, toplum üzerindeki etkisi nüfus meseleleri üzerinde çok çarpıcı etkiler bırakmıştır.
Feodal yaşantıların başladığı günlerden itibaren her devletin kendi nüfus mücadelesi çoğu zaman kendi dini mücadelesi olmuştur. Saint-Paul’un; kızını evlendiren iyi bir şey yapmıştır. Fakat evlendirmeyen daha iyi bir şey yapmıştır ve Saint-Jerome’nin izdivaç dünyayı doldurur, fakat bekâret semayı sözleri ile[11] ilk başlarda Hıristiyanlığın nüfus üzerine tesirinin az olduğu görülmüştür.
Lcon Rabinowicz eserinde Budizm’e değinmiştir. Budizm’de kadınlar dünyaya çocuk getirmek için yaratılmıştır. Erkeklerin ise nüfus cinsinin devam etmesi için aileleri ile birlikte yaşamaları gerekliliğini ifade etmiştir. Budizmin olduğu coğrafi yerlerdeki sefaletten ve nüfus fazlalığından dolayı; Manu kanunlarının, iktisadi hayatın değil, felsefi hayatın değerlerinin geçerli sayılmasına sebep olduğu belirtilmiştir.[12]
C.4- Nüfusta Malthus Paradoksu
İtalyan bilim adamı ve iktisatçısı Giammaria Ortés (1713-1790) Venedik’te dünyaya gelmiş, bir rahip olarak yetişmiş, fakat babasının genç yaşta vefatından sonra baba mesleği olan buz tacirliğine atılmıştır. Geriye bıraktığı “Economia Nazionale” ve “Riflescioni sulta Populazione” adlı iki eseri zamanının en önemli araştırına kitapları olmuş, bu kitaplarıyla kendinden sonra gelen Kari Marks ve Robert Malthus’un fikirlerine ön ayak olmuştur. Nüfus artışının aleyhtarı olan Ortes, nüfus meselesine nispi nüfus fazlalığı ve kati nüfus fazlalığı kavramını getirmiştir.[13]
Giammaria Otrés, Riflescioni sulta Populazione adlı kitabında kati nüfus fazlasının hayvan ve bitkilerde daimi bir kanun olduğunu, eğer insanların çoğalması düzene sokulmazsa aşırı nüfusun yönetim sistemlerini zafiyete uğrayacağını 7 kişinin 150 senede 224 kişi olacağını, bunun ise dünyanın sonu olacağını belirtmiştir.
Ortes’e göre; muhtemel yıllar ve nüfus artışları aşağıdadır.
Yıllar
Nüfus
0
7
150
224
300
7.168
450
229.376
600
7.340.032
750
234.881.024

Bu şekilde çoğalacak olan insanlığın nüfus artışının durdurulması için, akıl ve mantığın müdahale etmesi gerektiğini bunun için çözümün, bekâr kalınarak ve evlenme yasağı konularak sağlanabileceğini ileri sürmüştür.[14]
15. 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere’de nüfusun artmasından endişe duyan fikir hareketleri vardır. Georyes Cok; insanların mütemadiyen artması insanlık için bir tehlikedir demiştir. Malthew Hale, The Primitive organisation of mankind adlı eserinde nüfusun her 34 senede bir 4 misli artmasından endişe etmektedir. ABD eski başkanlarından Benjamin Franklinde Malthus’tan 40 sene önce Observations Concerning the increase of mankind and the peopling of cuntries adlı eserinde Amerikan nüfusunu tetkik ederek Anglo-Sakson nüfusun genel nüfus içindeki azlığını ve diğer milletlerin sayısının Amerika’da artmasını tehlike olarak görmektedir.[15]
1767 senesinde ünlü İngiliz iktisatçı Sir J Staurt Recher des Principes d’economie politique (iktisat ilmi prensiplerinin özellikleri) adlı kitabında ani ve kontrolsüz nüfus artışının tehlikeli olduğunu, ve dünyanın en büyük tehlikesini içerdiğini belirtmiştir. Bu kitap zamanına göre önemli sayılan bir şekilde iki sene içerisinde iki defa basılmış ve 1789’da Almanca ve İngilizce baskıları da yapılmıştır.[16]
Leon Rabinowicz nüfus meselesi adlı değerli eserinde Surrey kontluğunda Rookry’de doğmuş olan Robert Malthus’un seçkin bir ailenin ferdi olarak doğduğunu, Cambiridge üniversitesini bitirdikten sonra rahiplik eğitimi aldığını ve babasının evine yakın bir yere rahip olarak yerleştikten sonra 32 yaşındayken “Esscıy on the Princilpales of Population Asit Affects Future İmprovement of Society” adlı kitabını isimsiz olarak bastığını belirtmiştir. Leon Rabinowicz, Malthus’un İlgi çeken kitabının 2. baskısını ise 1799-1802 yılları arasında İsviçre, Danimarka ve İsveç’e yaptığı gezilerden sonra yaptığını ve kitaplarının hayattayken 6 defa basıldığını belirtiyor.[17]
Şu an üç kalın cilt olarak piyasaya sunulan Malthus’un kitabı iyi incelendiği zaman 35 sayfayı aşmayan ve aklına geleni doğru yanlış ne varsa yazdığı bir deneme metin oluşturmaktadır”[18]
Malthus bir rahip olmasına rağmen insanlık duygularının bu kadar az olduğu her türlü merhamet ve şefkat hislerini unutarak aile kavramına, çocuklara yardıma ve doğum olayına şiddetle karşı çıkmıştır.
Kendinden önceki nüfus aleyhtarı pek çok eseri titizlikle incelediği anlaşılan Malthus; yazdığı kitabında kendinden önce bu fikirlerin ortaya atılmış olduğundan hiç bahsetmiyor. Döneminin en iyi eğitimini almış bu kişinin kendinden önceki eserleri incelememesi imkansızdır. Fakat gerçek öyle değildir. Malthus, bu fikirleri kendinden önce gelenlerden almış ve içinde bulunduğu o zamanki durumdan istifade etmeyi bilmiştir.
Malthus’un ileri sürdüğü düşünce, nüfusun geometrik bir oranda artarken, besin maddelerinin aritmetik oranda artış göstereceği yolundadır. Nüfus, 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128 v.d. şeklinde bir tempoyla artarken besin maddeleri, 4, 6, 8, 10, 12, 14, v.b. gibi bir tempoda artacağından aradaki fark giderek büyüyecektir. O halde insanlık isteyerek doğumları sınırlandırmazsa açlığa mahkum olacak, ve bu, çok ağır çatışmalara yol açacaktır. Malthus yasası, düşünürün önerdiği matematiksel biçimiyle hiçbir zaman doğrulanmamıştır ve doğrulanamaz da. Gerçekten, nüfus ya da besin maddelerinin “doğal” artışı da ne demektir? Yine de, nüfusun, besin maddelerine oranla daha hızlı olarak arttığı düşüncesi zihinlerde çakılıp kalmıştır.
Robert Maltlıus eserinde bu dengesizliği ortadan kaldırmak için, önce nüfus hareketlerindeki tabii artış eğilimlerini önlemek amacıyla bazı önlemlerin alınması gerektiğini öne sürmüştür. Bunlardan biri “ahlaki sakınmadır. Bundan amaç, insanların akıllı hareket etmeleri, yani bilinçli bir tarzda doğum miktarlarını sınırlamaları, uzun süre bekâr yaşamaları ve nispeten geç evlenmeleridir. Yazar bu çeşit sınırlamalarda, ahlak dışı usullere müracaat edilmesi düşüncesini aklından geçirmiştir. Malthus, ahlak dışı usullere başvurulmasının, sefalet endişesinden doğduğunu söylemektedir. O halde baş etken sefalet ve açlıktır. Yazarın fikrine göre, yukarıdaki zorluklara tesadüf etmeyen nüfus hareketlerinde, nüfus çoğalacak ve büyük halk kitleleri arasında büyük çapta ekonomik sıkıntılar baş gösterecektir. Bunun yanında verem, açlık, deprem, salgın hastalıklar gibi afetlere, ayrıca harpler de eklenecek ve neticede nüfus fazlası tekrar yok olacaktır.
Malthus çocuklarını besleyecek durumda bulunmayan fakirlere evlenmekten vazgeçmelerini tavsiye etmiş, kalabalık aileleri geçindirebilecek olan zengin tabakalar için evlilikte bir zarar görmemiştir.[19]
Leon Rabinowizc, kitabında 1927 yılında Cenevre’de yapılan Dünya Nüfus Kongresi’nden bahsetmektedir. Yapılan kongrenin yalnızca Anglo­sakson memleketlerinde ilgi uyandırdığını ve konuşulan konuların yine Anglo­sakson ülkelere hizmet ettiğini belirtmektedir. Katılan diğer ülkelerin kongreyi nüfusu teşvik edici çareler arayan bir kongre zannettiğini, oysa 1927 Dünya Nüfus Kongresi’nin nüfus çoğalmasının aleyhinde; Anglo-Sakson ırkının amaçları için toplandığı bir Malthus Kongresi’nden ibaret olduğunu belirtmiştir.
Leon Rabinowizc, yine kitabında “eğer insanların istikbali kongrenin elinde olsaydı, beşeriyet çok kısa bir sürede sönüp giderdi” diyerek; insan ilişkilerinin aile odaklı olup, Malthus’un örneklerini verdiği kapalı şişe içerisindeki sivrisinekler ve hamam böceklerinin üremesi ile karşı Aştırılmayacağım ailenin ve ahlakın çok önemli bir unsur olduğunu vurgulamıştır. [20]
Nüfusun miktar ve kalitesi ile ilgili önlemlerin tümüne kısaca nüfus politikası denir. Bugüne kadar dünyada uygulanabilmiş olan nüfus politikalarını üç grupta toplamak mümkündür.
A- Nüfus artışım hızlandırıcı politikalar,
B- Nüfus artışını yavaşlatıcı politikalar,
C-Nüfusun kalitesini iyileştirici politikalar,
Nüfusun kalitesini iyileştirici politika, uygulamada birinci ve ikinci politikaları da içine alarak günümüzde uygulanabilmektedir. Nitekim, uygulamada nüfus artışını, kalitesini de iyileştirecek biçimde kontrol altına alan politika şekline çeşitli ülkelerde rastlanmaktadır.[21]
Malthus İngiliz halkına; “Ne yapsanız faydasızdır. Ne yapsanız fakir kalacaksınız. Çünkü durmadan çoğalıyorsunuz** demiştir.[22] Halbuki İngiltere Devleti’nin coğrafi olayları düzenli kayıt altına alması, ve yaptığı keşifler ile elde ettiği yeni yaşam alanlarını, kendi adına tescil ettirebilmek için adada bulunan önemli bir nüfusu yeni yerlere göndermiştir. Nüfus fazlalığı İngiltere’nin geleceğini bulmasında en önemli katkıyı sağlamıştır.
Uygun (Optimum) Nüfusu
Tarih boyunca idareciler yönettikleri toplulukların nüfus sayısı ile yakından ilgilenmişlerdir.
Optimum nüfus kavramının temelindeki düşünce; toplumda nüfus artışlarının, iş bölümü gibi nedenlerle bir süre, daha etkin bir kaynak dağılımına imkân vereceği, başka bir deyişle, ekonomide artan verim kanununun geçerli olacağı, ancak nüfus artışının devam etmesi halinde azalan verim kanununun işlemeye başlayacağıdır. Ancak böyle bir yaklaşım yalnız nüfustaki değişmeyi dikkate almakta üretimi ve verimliliği etkileyecek diğer tüm faktörlerin değişmediği varsayımına dayanmaktadır.
Oysa bir ekonomide zaman içinde nüfus yanında sermaye birikimi ve teknolojide de değişmeler olmaktadır. Aynı zamanda üretimin organizasyon ve yapısında meydana gelen değişmeler de verimliliği etkilemektedir. Bu nedenlerle optimum nüfusun zaman içinde değişmesi kaçınılmazdır. 19. yüzyılı sonu iktisatçılarının da dikkatini çeken bu durum karşısında “optimum nüfus” kavramı yerine “optimum nüfus artışı” kavramı getirilmiştir. Buna göre herhangi bir toplum içinde her dönemde geçerli olan tek bir optimum nüfus düzeyi söz konusu değildir. Onun yerine ekonomide belli bir sermaye birikimi ve teknolojik değişmeye en uygun nüfus artışı üzerinde durmak gerekmektedir.[23]
Nüfusun kalitesi kavramı tarihsel gelişim içinde büyük değişiklikler göstermiştir. Eski medeniyetlerden buyana bakacak olursak kalite, askeri güç açısından değerlendirilmiştir. Bu güçten, güçlü kuvvetli, sıhhatli, bedeni yeteneği fazla nüfus miktarı anlaşılmaktadır. Hatta daha ileri gidilerek zayıf çocuklara yaşama hakkı tanımamıştır. Ülke savunması veya yeni yerlerin kazanımı için yapılan savaşlarda optimum nüfus, savunma ve saldırı şekline göre farklılıklar arz etmektedir. Savaşlar, savunmada farklı, saldırıda farklı asker gerektirir.
Bugün ise kalite ile daha başka özelliklerin su üzerine çıktığını görüyoruz. Nitekim, standartları, eğitim seviyesi, iş ve mesleki mevki, zihni yetenek, tecrübe, okur-yazarlık v.b. nüfusun kalitesini belirleyen kriterler arasına girmiştir. Artık gelişmiş ülkeler nüfusun kalitesi üzerinde durmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkeler nüfus artış hızını yavaşlatıcı önlemlerden sonra kitlenin iyileştirilmesine çaba sarf etme eğilimine girmişlerdir. Ancak şu da bir gerçektir ki, kaliteyi iyileştirici alınması gerekli bütün önlemlerin büyük bir gider unsuru olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.[24]
Optimum nüfus oranı, ilgili ülkenin içinde bulunduğu o anki durum ve şartlarla iç içedir. Şu an serbest piyasa oluşumunda nasıl ki ülkenin milli parası, yabancı ülkelerin dövizi veya borsa endeksi etkili oluyorsa, optimum nüfus da ülke içinde ki şartlardan etkilenir. Borsa endeksinin anlık olarak değişmesi gibi ihtiyaç olan optimum nüfusta değişmektedir. Bu değişimler sürekli olarak takip edilmeli ve uygulanması gereken nüfus politikaları belirlenmelidir.
Demografik basınç kuramları özellikle, olayları fazlasıyla basitleştirdikleri için eleştiriye açıktırlar. En fazla nüfusa sahip olan ülkeler hiç de en savaşçı ülkeler değildir.
Bu günde sanayileşmiş ulusların az gelişmiş ülkelerdeki demografik artış karşısında duydukları endişe -ki bu artış gerçektir- sayıları gün geçtikçe azalan zengin halkların günün birinde nüfusları hızla artan fakir halklar tarafından çevrelenip yok olup gideceği korkusuna dayanmaktadır. Geçen yüzyılın sonlarında çok moda olup son yıllarda yeniden sık sık sözü edilen sarı tehlike’ Asyalıların gücünün gerçekçi bir çözümden çok, içten içe kaynayan muazzam bir çelik gözlüler kitlesinin beyazların üstüne boşanacağına ilişkin muğlak bir imaja dayanmaktadır.
Bir devleti oluşturan asıl unsur olan insan sayısı, ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Bazı tabela devletlerinde, mevcut nüfusun onda biri ilgili ülkenin vatandaşı sayılırken, bazı ülkelerde ise o ülkede yaşayan vatandaşlardan daha çoğunun diğer ülkelerdeki nüfusu oluşturduğu görülmektedir. Bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki o da;


[1] Paul Jonson “Yahudi Tarihi” Çeviren; Filiz Orman. Pozitif Yayınları İstanbul s. 199 186
[2] Leon Rabinowizc. Nüfus meselesi, nüfus ilmi, nüfus tarihi ve nüfus harekâtı. 1930 İstanbul İktisat Matbaası. Tercüme: Alahattin Cemil I.Baskı s. 37-38 188
[3] Lcon Rabinowizc, a.g.e. s: 213
[4] Lcon Rabinowizc, a.g.e. s: 5
[5] Lcon Rabinowizc, a.g.e. s: 12
[6] Bu nüfus siyasetlerini daha iyi anlamak için ise, sadece nüfus ilminin gerekleri ile değil, insanla varolan diğer bilimlerin bakış açılarının da hesaba katılarak bütünlüklü bir kavrayış gündeme getirir.
[7] Akt. Leon Rabinowizc (1930), a.g.e., s. 110
[8] Akt. Leon Rabinowizc (1930), a.g.e., s.73-76
[9] Akt. Lcon Rabinowizc (1930), ag.e., s.77
IJ Maurice Duverger Siyaset Sosyolojisi, Varlık yayınları 5. Baskı 1998 İstanbul s. 61-62-63
[11] León Rabinowizc, a.g.e. s 121
[12] Yazar bu görüşlerini Rene Gannard’m nüfus mezhepleri tarihi’nden nakletmiştir. Historie des doctrines de la population Paris 1923
[13] Léon Rabinowizc, a.g.c. s 140
[14] Léon Rabinowizc, a.g.e. s 141 -142
[15] Léon Robinowicz a.g.e. s 143 198
[16] Leon Robinowicz a.g.e. s 144
17 Leon Robinowicz a.g.e. s 147-148
[18] Leon Robinowicz a.g.e. s 148
[19] Doç. Dr. Koray Başol. İzmir 1998 ikinci baskı Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisad Bölümü. Demografi (Beşeri Kaynaklar ve Gelir Dağılımı) s 14
[20] Leon Robinowicz a.g.e. s 21
[21]Doç. Dr, Koray Başol. a.g.c. s. 29
[22] Leon Robinowicz a.g.e. s 267
[23] Doç. Dr. Koray Başol a.g.e. s. 21-22
[24] Doç. Dr. Koray Başol a.g.e. s 31-32 202

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar