Print Friendly and PDF

İNSANLAR NEDEN KORKU FİLMİ SEYREDERLER?



Kariyerinin başında, Dario Argento’ya büyük bir zevkle, kadın düşmanlığı suçlamaları yağdırıldı. Film eleştirmeni Mark Le Fanu bir keresinde Argento’nun ‘kadın karakterlerini öldür­mek için tuhaf ve artan bir şekilde dehşet verici yöntemler ta­sarlamakla meşgul olduğunu’ ifade etti.[1]
Ancak bu yönetmenin sıkı entelektüelliğini, film dilini ve tekniğini kavrayışını göz ardı ederek ve Argento filmlerinde ölümleri uzun uzun filme çekilmeseler de erkeklerin de, daha güvenli olmadığı gerçeğinin üzerinden atlayarak Argento’nun çalışmasını aşırı basitleştirmekti.
Kadın düşmanlığıyla suçlanan diğer yönetmenler en azın­dan çalışmalarını savunma girişiminde bulundular. Örneğin Dressed to Kill -Öldürmeye Hazır (1980) ve Body Double - Sah­te Vücutlar (1984) gibi ilk filmleri kadın düşmanı olarak eti­ketlenen Brain De Palma şunları kaydetti:
Tehlikedeki kadınlar gerilim türünde daha çok işe yarıyor. Bu The Perils of Pauline (1914)‘e kadar uzanır. Eğer perili bir ev ve şamdanla yürüyen bir kadın var­sa, onun için iri yarı bir adam için duyduğunuzdan da­ha fazla korku duyarsınız.[2]
Ancak Argento hiçbir zaman kendisini açıktan savunuyor izlenimi uyandırmadı. ‘Kadınları severim, özellikle de güzel olanları; güzel bir yüzleri ve görünüşleri varsa, çirkin bir kız ya da adamı izlemek yerine onların cinayete kurban gidişleri­ni izlemeyi tercih ederim’[3] şeklinde açıklamalar yaptığında, Argento, böyle eleştirileri bastırma girişiminde bulunuyor gi­bi görünmedi. Bu belki de Argento’nun çalışmalarına resimsel yaklaşımına ve kadın tarzına yakınlığına uygun düşebilir. Eğer birisi onun çalışmalarına dikkatli bir şekilde bakarsa, inkâr edilemez biçimde, bol bol takip edilen ve katledilen güzel kadınların görüntülerinin öne çıkarılmasına rağmen, cinsiyet politikaları asla apaçık değildir. Erkekler aynı sapkınlıkla öldürülür ve Argento kendisinin bir ‘fırsat eşitliği katili’ olduğu şakasını yapmıştır. Argento’nun çalışmalarında kadının daha zayıf, daha vicdanlı ve bu yüzden daha savunmasız olduğuna dair çok eski stereotip altüst edildiği kadar kullanılmıştır da. Filmleri güçlü dişi karakterler tarafından yönlendirilir. Katiller çoğu zaman kendisini koruyan veya kötü niyetli erkeklik­ten intikam alan kadınlardır. Hatta bu, anlam kargaşası ve cin­sel entrikaların daha dolambaçlı yollarım açar.
Argento’ya yöneltilen kadın düşmanlığı iddialarını körükle­yen bir diğer şey de gözü pek bir şekilde eşi Daria Nicolodi ve kızı Asia’ya sık sık roller vermesidir. Argendo ve Nicolodi De­rin Kırmızıyı çektiklerinde tutkulu ve sık sık fırtınalı bir ilişki­ye başladılar. Onların ilişkileri Argento’nun bazı en büyük ça­lışmalarına yol açtı. İlk başlarda Nicolodi yönetmen için ilham kaynağı oldu ama ilişkilerinin karanlık anları da yok değildi. Eleştirmenler bu ilişkideki bozulmanın Argento’nun filmlerin­de izini sürmenin mümkün olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Deep Red Derin Kırmızı'da göz alıcı bir kadın kahraman gi­bi görünse de, Nicolodi’nin canlandırdığı karakterlerin hepsi gitgide daha şiddetli ve kanlı ölümlerle karşılaştılar. Inferno Cehennemide esrarengiz bir şekilde mavi ışıklı bir tavan arasın­da şeytan ruhlu kedilerce paramparça edilen nevrotik ve ür­kek bir kadını canlandırır. Terebre - Ölümün Sesi’ nde yaşananlardan sağ kurtulsa da incinmemiş değildir, karakteri delirme­nin eşiğine itilmiştir. Phenomenada ustura kullanan bir şem­panze tarafından parça parça doğranır.
Opera yıllar içerisinde birlikte çalıştıkları son film olur. Bu filmde Nicolodi bir kapının gözetleme deliğinden bakarken başından vurulur. Tipik Argento stiliyle, kamera havada geri doğru düşen Nicolodi’nin gözlerinden girip başının arkasın­dan düşmesini ağır çekimle takip eder. En son bir araya geliş­leri Argento’nun ‘Üç Anne’ üçlemesinden Mother of Tears: The Third Mother Gözyaşlarının Annesi'nde, Nicolodi mezardan kızma öğütler veren bir hayalet anne olarak görüntülenir.
Dario ve Daria arasında bu problemli ilişki Argento tarafın­dan kızı Asia ile ekranlardaki ilişkisinde tekrar tekrar ziyaret edilir. Halihazırda çalışmalarında var olan rahatsız edici ve belirgin Freudyan temayüllere yenilerini ekleyerek, Argento kızının canlandırdığı karakterlerin uyuşturulduğu, tecavüz edildiği, dövüldüğü veya cinayete kurban gitmekten kıl payı kurtulduğu birçok filmi yönetmiştir. Buna rağmen baba ve kı­zın birlikte çalıştığı filmlerin her ikisinin kariyerinde keskin, güçlü, problemli ve bütünüyle çetin çalışmalar olarak yer edindiği göze çarpıyor.
Her ne kadar ekranlarda olsa da, Asia’nın Scarlet Diva'da an­nesini öldürmesiyle Argento ailesi meselelerini işleri aracılığıy­la çözüyor ve ilişkilerindeki kötü yönleri işleriyle defediyorlar; sinema seyircisinin önünde ve zalimce şiddetli yollarla.
Argento’nun diğer kızı Fiore’nin Demons, Phenomena ve Rest’de ekranlarda göründüğünde daha iyi iş çıkarmadığım belirtmek ilginç. (Kamera arkası çalışmayı tercih ediyor.) Ay­rıca Argento’nun annesiyle ilişkisinin sorunlarla dolu olduğu söylenir, bu yüzden filmlerinde onun korkunç anaç figürlere olan Hitchcockçu saplantısı saklıdır.
Tüm bu spekülasyonlar sadece Argento’nun insan doğasının karanlık yanının ve karanlık düşüncelerin katarsisinin keşfin­de biriktirdiği absürd ve dehşetli namına nam katar. Zaman zaman Argento’nun bundan haz duyduğu görülüyor.
Argento neredeyse ansiklopedik nizamda edebiyat, sanat, felsefe ve gerçekte sinemadan etkilenmiştir. Ancak Argento, Edgar Allan Poe’nin dehşet verici yazınının çalışması üzerinde büyük etkisi olduğunu özel olarak aktarmıştır. Argento’nun filmlerini ve çalışmalarında açıktan kurbanları ve suçluları cinselleştirişini izlerken Poe’nun de seks ve ölümle kafasını meşgul ettiğini ve her ikisinin de karanlık bir dünyada iç içe olduğunu fark etmek sürpriz olmayabilir.
Poe ‘Yazma’nın Felsefesi’ isimli makalesinde şunları ileri sürer:
Kendi kendime sordum; tüm melankoli konuların­dan insanlığın evrensel anlayışına göre en melankolik olanı hangisidir? Aşikar yanıt, ölümdü. Ve o zaman dedim ki bu en melankolik konu en şiirsel konu mu­dur? Ölüm kendisini güzellikle birleştirdiğinde, güzel bir kadının ölümü sorgulanamaz biçimde dünyadaki en şiirsel konudur.
‘Ölüm estetiğine’ olan bu büyülenmeden dolayı Argento ço­ğu zaman Edgar Allan Poe ile aynı yerdeydi. Argento’nun ken­disi de şöyle demiştir:
Çocukken Poe’yu okumak beni rahatsız etti ve ben­de uzun bir zaman tuhaflık ve hafif üzgünlük hissi uyandırdı... Film yapmaya başladığımda temalarımın Poe’nun hikayelerinde anlattığı olaylar; evham verici sözcükleri, kanlı hayal gücüyle benzer yanlar taşıdığı­nı fark ettim... Tek başıma olduğum anlarda bazı kor­kutucu fikirler beni sarstığında ve ‘bu fikirlerle bir film yapacağım’ diye düşündüğümde Poe’nin yakışıklı ve keskin yüzü beni izler, dikkatli olmam, kulak asmam konusunda beni uyarır.[4]
Belki de basit bir şekilde kadına ve -ölüme ilginin esin kay­nağı· Edgar Allan Poe’ya duyulan ilgi ve ikisinin bir araya ge­tirildiğinde nasıl bir sonuç vereceğini araştırma Argento’yu aşk ve ölüm hedefine sürükledi. Her şeye rağmen, Argen­to’nun Jung terminolojisini kullanmada, insan ruhunun ka­ranlık aynasına bakmakta ve derinliklerde yatan esrarengiz şeyleri ele almada zorlandığı açık. Seks ve ölümün bu türbülansı bir keresinde şunları söyleyen Argento tarafından daha karanlık, ölümcül bir alana düşürülmüştür:
Cinayet gibi yoğun bedensel bir eylemde, katil ve kurbanı arasında çok hassas, bir şekilde derinlemesine erotik bir ilişki kurulur. Bu eylemler, erotik ve kana susamış eylemler arasında bağ kuran bir şey var... ölüm orgazmı ve cinsel orgazm[5]
Bu sanat ve edebiyatın dünyasını etkilediği görüşünü pekiş­tirecek bir ifade gibi görünüyor. Argento filmleri tarz sahibi olduğu kadar kesinlikle alt-metinsel anlamdan da yoksun de­ğillerdir; aslında kritik analize de gayet uygundurlar. Aslında Argento’nun etkilerinin nereden kaynaklandığını anlamak is­teyen biri, Rönesans ressamları tarafından yaratılan kadın ve ölüm tasvirlerine -Hasn Baldung’un ‘Kadın ve Ölüm’ü gibi ka­dın ölümlerinin melankolik ve kendinden geçmiş grafik ve tutkulu tasarımlarınabakmalıdır.
Sanat, ölüm ve şiddetin bu karışımı yönetmen Lucio Fulci tarafından da kuru bir şekilde “Şiddet İtalyan sanatıdır” diye yorumlanmıştır. Aslında İtalya’nın geçmişi kan ve şöhretle ıs­lanmıştır ve bu yerilmek yerine sanat ve kültüründe kutlan­mıştır. Michelangelo, Da Vinci ve Caravaggio gibi büyük Rö­nesans dönemindeki İtalyan sanatçılar miraslarının geçiciliği­ni kutlayan barok ve görkemli sanat çalışmalarını yarattılar. Boccaccio ve Dante’nin koyu romantik metinleri diri diri göm­melerin ve Cehenneme düşüşlerin cehennemsi tasvirlerinden zevk alırlar. Opera da derinlemesine tutkuludur ve dehşetli taşkınlık ve sapkın aşk ve ölümü içerir.
Şiddet sahnelerini iz­lemenin röntgenci dürtüleri binlerce yıllık bir geçmişe sahip; birilerinin halka açık infazı?
Roma gladyatörleri?
Boks?
Önceki İtalyan sineması da seks ve şiddetin sınırlarını zorla­mayı başardı: Francesca Bertini muhtemelen ekranlarda kıs­men çıplak görünen ilk hakiki sinema yıldızıdır. Tarihi İtal­yan filmleri ve ‘kılıç-sandalet’ (sword-and-sandal) filmleri ge­niş ölçekli kanlı savaşları gösteren ve yakın çekim kanlı ölüm­leri detaylandıran ilk filmlerdi. Spagetti Western ve gialli İtal­yan filmlerinin neredeyse şiddet, seks ve abartılı ölümle eşan­lamlı olmasını kesinleştirerek aynı yoldan devam etti. Lucio Fulci ve Ruggero Deodato’nunkiler gibi zombi ve yamyam filmleri sarsıcı aşırı dehşet ve kan dökme görüntüleriyle bu meşguliyeti kucaklayacak ve derinleştireceklerdir.
Violence in Arts (Sanatta Şiddet) yazarı John Frazer şu yo­rumda bulunmuştur:
Birisinin kendi değerlerini tekrar teyit etmek veya tekrar değerlendirmek ve mümkün olduğu kadar güç­lü ve net ortaya konulmuş bir değerler sisteminin, kes­kin bir şekilde tariflenmiş özbenliğin, diğerlerine kar­şı olabildiğince uyanık olmanın ve kararlı bir iradenin gerekliliğini tanımak durumunda olduğu yer şiddetle karşılaştığı yerlerdir.
Filmlerinin şiddetten dolayı kabul gördüğü eleştirilerine rağmen, Argento kan serpiştirilmiş eserleriyle şiddet ve karan­lık eylemleri keşfetmeye, değerler ve ahlakın zayıflığını açığa çıkarmaya ve belirlenmiş kurallara karşı mücadele etmeye de­vam eder. Argento’dan ciddi biçimde etkilenen, diğer bir şid­det filmi ustası Quentin Tarantino bir keresinde şöyle demiş­tir: ‘Bir film yapımcısı olarak şiddetle uğraştığınızda aslında iyi bir iş yapmakla cezalandırılmışsınızdır’[6]
Sonuç olarak Argento seyircilerin İtalya sinemasında sevdiği ve nefret ettiği her şeyin simgesi oldu. Onun şık ölüm ve kar­gaşa sahneleri sinema tarihinin en sarsıcı sahneleri arasındadır.

Kaynak:
James GRACEY, Korku ve Gerilim Filmlerine İtalyan Dokunuşu, Kitabın Orijinal Adı:  Darıo ARGENTO, Türkçesi: Zeynel Gül, İngilizce 1. Baskı: Kamera Books 2010 Türkçe 1. Baskı: Ocak 2011, Kalkedon Yayınları 2011, İstanbul, sh: 15-21
[1]  Revievv of Tenebraefrom Films & Filming (Sepi 1983)
[2 ] Clover, Carol J, ‘Her Body, Himself: Gender in the Slasher Film’ in Barry Keilh Grant (ed), The Dread of Difference: Gender and ihe Horror Film (University of Texas Press, 1996), s 77
[3]  Age, s 77
[4 ] Jones, Alan, Profondo Argento: The Man, the Myths & the Magic (FAB Press, 2004), s 195
Fuchs, Christian, Bad Blood: An Illustrated Guide to Psycho Cinema (Creation Books, 2002), s 295
[5] Knapp, Laurence F (ed), Brian De Palma: Interviews - Conversations with Filmma- kers Series(University Press of Mississippi, 2003), s 143


[1]  Revievv of Tenebrae from Films & Filming (Sepi 1983)
[2]  Clover, Carol J, ‘Her Body, Himself: Gender in the Slasher Film’ in Barry Keilh Grant (ed), The Dread of Difference: Gender and ihe Horror Film (University of Texas Press, 1996), s 77
[3]  Age, s 77
[4] Jones, Alan, Profondo Argento: The Man, the Myths & the Magic (FAB Press, 2004), s 195
[5] Fuchs, Christian, Bad Blood: An Illustrated Guide to Psycho Cinema (Creation Books, 2002), s 295
[6]  Knapp, Laurence F (ed), Brian De Palma: Interviews - Conversations with Filmma- kers Series (University Press of Mississippi, 2003), s 143

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar