İNSANLARIN MUTLULUK ÇİZGİLERİ
İnsanlar vardır. Neşelidirler.
Kendilerini kolay kolay üzüntüye kaptırmazlar. Her şeyin iyi, güzel
yanlarını ararlar, bulmağa çalışırlar. Hayatı olduğu gibi kabul ederler.
Hayatın sıkıntılarını, zorluklarını olağan sayarlar. Bu sıkıntılardan uzak
kalmanın yollarını ararlar. Zorlukların çözüm şekillerini bulmağa çalışırlar.
Kendilerine güvenirler, inanırlar. İşlerini severler. Sevdikleri için işlerinde
başarılı olurlar. Geleceklerinden endişe etmezler. Kendilerinden memnun
olurlar. Önemlerine inanırlar. Başkalarını severler, sayarlar. Başkalarını
incitecek, kıracak hareketlerden sakınırlar. Başkaları ile düzenli ilişkiler
kurarlar. Bulundukları yerlerin bir huzur kaynağı haline gelirler. Başkaları
tarafından beğenilirler, aranırlar, sevilirler. Hayata bağlanırlar. Kendilerini
mutlu görürler. Başkalarının mutlulukları için çalışırlar. Evrensel bir
mutluluk özlemiyle değerlenirler
Yine insanlar vardır. Üzüntülüdürler. Huzursuzluk, sıkıntı içinde yaşarlar.
Zaman zaman veya durmadan yakınırlar. Hallerinden memnun olmazlar.
Yaptıkları işleri beğenmezler. Bu yüzden işlerini sevemezler. Başarılı
olamazlar. Kendilerine inanamazlar, güvenemezler. Önemsizliklerine,
değersizliklerine, yetersizliklerine inanırlar. Bunun da sonucu olarak,
başkalarını beğenmezler. Daha doğrusu beğenemezler. Bu yüzden başkalarıyla
anlaşamazlar. Kolaylıkla bozuşurlar, çatışırlar. Bu anlaşmamazlığın nedenlerini
kendilerinde değil başkalarında ararlar. Karşılaştıkları ve yarattıkları
sıkıntıların sorumluluğunu başkalarına yüklerler. Kendilerini sevemedikleri
için başkalarının yakınlıklarına, dostluklarına güvenemezler. Başkalarının
kendilerini kendileri gibi yargıladıklarına, değerlendirdiklerine inanırlar.
Bunun için de başkalarını birer düşman gibi görürler. Kendilerinden olduğu
gibi başkalarından da soğurlar, nefret ederler. Kendileri için daha az
tehlikeli bir hale getirmek amacıyla başkalarını önemsizleştirmenin yollarını,
çarelerini ararlar. Başkalarını, özellikle güçlülüklerine, üstünlüklerine
inandıkları ve inanılan kimseleri yetersiz, kusurlu göstermeğe çalışırlar,
yererler. Kötülerler. Saldırgan olurlar. İç dünyalarındaki bunalımlarını dış
dünyaya aktarırlar. Çevreleri için gerçek bir sıkıntı kaynağı olurlar. Bu
yüzden başkaları tarafından istenmeyen, sevilmeyen, hâttâ nefret edilen birer
varlık haline gelirler. Kendileri ve başkaları tarafından istenmemenin yarattığı
bunaltıcı bir bunalım içinde günlerini geçirirler. Hayattan nefret ede ede
yaşamağa, başka bir deyişle, mutsuzluğun ıstıraplarına katlana katlana hayat
selinin kendilerini ulaştıracağı yokluğa doğru yollarına devam ederler.
Hayatın taşıdığı gerçek anlamı kavramadan, varlıkları bilincine ulaşmadan,
olabilecekleri kimseler haline gelmeden, kendilerini, başkalarını, güzelliklerle
dolu dünyayı sevmek imkânını bulamadan göçüp gidecekleri günü beklerler.
Her insan mutlu olmak ister. İster ama, bütün insanlar mutlu değildirler.
Değildirler, çünkü geçmişte olduğu gibi zamanımızda da bütün insanlar
mutluluğu yaratmağa elverişli imkânlardan yararlanamamaktadırlar. Kimileri sağlam,
gösterişli bir vücut yapısına sahip değildirler. Kimileri ise özellikle
çocukluklarında varlıkları ile ilgili olumlu tecrübeler yapamamışlardır.
Yersiz, zararlı bir eğitimin etkileri ile karşılaşmışlardır. Yetişkinlik çağlarında
yeteneklerine, eğilimlerine uyan işleri seçememişlerdir. Başarılı bir evlenme
yapamamışlardır. Yeterlilik, önemlilik bilinciyle değerlenememişlerdir.
Olumsuz, kendilerine ıstırap yaratan hayat şekillerini benimsemişlerdir. Yaşadıkları
bu hayat şeklinden kurtulmanın yollarını aramamışlardır, insanın yaşadığı
sürece kendisini her an değiştirebileceğini, yeni baştan yaratabileceğini
düşünmemişlerdir, insanın varlığında yeni bir varlık haline gelmesine elverişli
kaynakların bulunduğuna inanmamışlardı. Daha çok bir kendileri olmak için
azlıklarından, önemsizliklerinden yakındıkları kendileriyle gerekli
mücadeleden kaçınmışlardır. Böyle bir mücadeleyi yapmağı, ısrarla, inatla
devam ettirmeği göze alamamışlardır. İnsan vücut yapısındaki kusurları telâfi
edebilir. Hatta bu kusurları bir başarı kaynağı haline getirebilir.
Bunun en tipik ve güzel örneğini DEMOSTEN vermiştir. Eğer
çocukluğunda kekeme olmasaydı Demosten tarihin yetiştirdiği en büyük
hatiplerden biri olamazdı. Bundan başka insan kendisini vücut yapısındaki bir
kusuru ile değerlendirmekten kaçınmalıdır. Kendisini bütünü ile ele almalıdır.
Bütünlüğü ile taşıdığı değeri göz önünde bulundurmalıdır. Kendisine ıstırap
veren vücut kusurunu veya kusurlarını ortadan kaldırmağa, hiç olmazsa,
göstermemeğe çalışmalıdır. Vücudundaki rahatsızlığından bir an önce
kurtulmalıdır. Gerekirse beklemeden, vakit kaybetmeden ameliyat olmalıdır. Her
geçen günün kendisine nelere mal olduğunu, kendisini huzursuzluk, sıkıntı
içinde yaşattığını, ameliyattan sonra tamamen iyileşeceğini, rahata
kavuşacağını düşünmelidir. Gelecekteki uzun süreli mutluluğu için geçici
acılara katlanmalıdır.
Aynı şekilde, insan yersiz, zararlı eğitimin etkilerinden kendisini
kurtarmağa çalışmalıdır. Varlığında, bilinçaltında yer alan ve kendisine huzur
içinde yaşamak imkânını vermeyen, olumsuz davranışlarda bulunmasına yol açan,
kendisini intibaksızlığa sürükleyen komplekslerin, özellikle aşağılık
kompleksinin etkilerinden sıyrılmağa ısrarla uğraşmalıdır. Bu komplekslere
boyun eğmemelidir. Tersine olarak bu komplekslerle savaşmalıdır. Bu
komplekslerin telkin ettikleri, zorladıkları davranış. Yaşayış şekillerinin
tam tersini benimsemelidir. Kendisine güvenmelidir, inanmalıdır. Kendisine
güvenebildiği, inanabildiği ölçüde başarılı olabileceğini, önem kazanacağını,
mutluluğa ulaşabileceğini düşünmelidir.
İnsan, mutluluğunda önemli bir yer tutan meslek ve eş seçimi işinde de
gereken hassasiyeti göstermelidir. Mümkün olduğu kadar yeteneklerine, eğilimlerine en çok uyan, daha doğrusu,
en fazla sevebileceği işe girmelidir. İnsanın sevebildiği ölçüde işinde
başarılı olabileceğini unutmamalıdır. İstemeyerek girdiği işte bile sürekli
çabaları, sebatı sayesinde başarıya ulaşacağını, başarıları sayesinde işine
bağlanacağını unutmamalıdır. İnsanın, kendisini sevindiren, önemleştiren her
şeyi beğendiğini, istediğini, sevdiğini daima hatırlamalıdır.
Evlenme işine gelince, her erkek ve kadın her bakımdan anlaşabileceği
biriyle yuva kurmalıdır. Her insanın sevilmek, sayılmak, beğenilmek istediğini unutmamalıdır.
İnsanın iyilik yolu ile iyi olabildiğini bilmelidir. Kusurlu, önemsiz tanınan
insanın kendisiyle beraber başkalarını da kusurlu, önemsiz görmek eğilimini
duyacağını aklından çıkarmamalıdır. Her insanın güler yüz aradığını, asık yüzlü
kimseleri sevmediğini daima hatırlamalıdır. Aile mutluluğunun özellikle
çocukların gelişmeleri için gerekli olduğunu düşünmelidir. İnsanın mutluluğunda
yeterlilik, önemlilik duygusu da büyük bir yer tutar. Rahat bir evde
oturmak, iyi beslenmek, giyinmek, seyahatler yapmak, iyi yerlere gitmek,
eğlenmek, dinlenmek, yakınlarını rahat ettirmek, çocuklarını en iyi şartlar
içinde yetiştirmek imkânını bulabilen, yeterli bir kültür düzeyine ulaşabilen
insan kendisini her bakımdan güven içinde bulur. Çevresinde seçkin bir yere
sahip olur. Başkaları tarafından beğenilir, sayılır.
Mutluluğun en önemli sırlarından biri de şudur.
İnsanın
kendisi ve başkaları tarafından istenmesidir. Kendisini aradığı gibi
kendisinde ve başkalarında bulabilmesidir. Kendisinde olduğu gibi başkalarında
da daha çok bir kendisiyle karşılaşmasıdır.
İnsan kendisini yeterli, güçlü bulabildiği
ölçüde aradığı kendisine yaklaştığını sanır. Sevinç duyar. Buna mutluluk
diyoruz. Gerçekten mutluluk, insanın aradığı kendisine yaklaştığını duymasıdır.
Kendisini olmak istediği bir kendisi halinde yaşayabilmesidir. Kendisinden
memnun olabilmesidir. Kendisini sevebilmesidir. Önemliliğine inanmasıdır,
insanı mutluluğa ulaştıran yol varlığı değerliliği bilincinden, sevgisinden
geçen yoldur.
İnsan kendisini sevebildiği ölçüde
olabileceği bir kendisi haline gelebilmek imkânını elde edebilen bir varlıktır.
Mutlu dünya ancak kendilerini sevebilen insanlarla mümkün olabilir. Olabilir;
çünkü kendilerini sevebilenler başkalarını da sevebilirler. Başkalarının da
mutlulukları için çalışabilirler ve mutluluklarını isteyebilirler, iyi
dediğimiz insanlar her şeyden önce kendileri için iyi olabilen, kendilerine
dostluk gösterebilen insanlardır. Kendilerine dost olabilenler başkalarına
düşman olamazlar. Başkalarından nefret edenler kendilerini sevemeyenlerdir.
Yeryüzündeki hayatın zaman zaman gerçek bir cehennem halini olmasının en önemli
nedenlerinden biri de dünyamızın kendilerini sevmekte zorluk çekenlerle, iç
dünyalarında cehennem hayatını yaşayanlarla dolu bulunmasıdır. Onların bu iç
dünyalarını andıran bir dış dünya yaratmak arzusunu duymalarıdır. Başkalarını
ortak yapmak suretiyle ıstıraplarını azaltmağa çalışmalarıdır.
Kaynak
Dr.
Halis OZGU Sabiha ÖZGÜ Nasıl Mutlu Olabiliriz? Modern Psikoloji Ve İnsan, 1968,
İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar