Print Friendly and PDF

İRAN NEREYE?



Mısır’daki son gelişmeleri “Post-İslamcılık” olarak yorumlayarak 1 eleştiri ve dikkatleri yine üzerine çeken Olivier Roy, daha önce de siyasal İslam’ın iflas ettiğini savunarak (Siyasal İslam’ın İflası, 1994) adeta infial yaratmıştı. 1999’da da bu tezini, İran’da İslam devrimin tükendiğini öne süren, “İran: Bir Devrimin Tükenişi” isimli kitabında sürdürdü. Yukarıdaki sorumuzu daha önce de, “İslam devriminin ulus devleti güçlendirdiğine ilişkin alıntılar yaptığımız aynı kitaptan özetleyerek cevaplayacağız.
Devrim, İran’da dinin sekülarizasyonunu hızlandırmıştır. İslam devrimi bir geleneğin ani patlaması sonucu ortaya çıkmamıştır, kesinlikle dinselliğin yeniden formüle edilmesinin bir sonucudur. İran’da görünürde din egemenliği olmasına karşın, devrim dinsel olanı sekülerize etmiştir. Yazgısını; politikanın iniş çıkışlarına hatta en kurnaz politikacıların manevralarına bağladığı, dini indirgemiş ve bayağılaştırmıştır. Dinin “ticarileştirilmesini” yönlendirmesi kadar (dinsel vakıflarda görüldüğü gibi) onu sonunda iktisadi, siyasal ve entelektüel bir alışveriş nesnesi haline getirerek aşkınlığını kısıtlaması da, bu duruma katkıda bulunmuştur. Ruhban sınıfı, devlete bağlı hale getirilmiş, devlet tarafından (maaşını devletin ödediği çeşitli memuriyetler vb. kanalıyla) ele geçirilmiş, özerkliğini yitirmiştir. Dolayısıyla, Şii ruhban sınıfı devletleştirilerek devletin alanı genişletilmiştir. Her şeyi Rehber (En Yüksek Lider) belirlemektedir, bu çerçevede Rehber şeriatın üzerindedir. Siyasi çıkar, dini çıkarın önüne geçmiştir. Dini eğitim veren “havzalar” seküler üniversite eğitimini model almışlardır, artık din bilimi diploması profesyonel bir diplomadır. Molla olmak her zamankinden daha geçerli bir meslektir. İslamcılık, yani İslam toplumu projesi, çıkmaza girmiştir. Din adamları meşruiyetlerini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bazı dinsel çevrelerde, “din ancak siyasetten geri çekilmesi ile kurtarılabilir” düşüncesi, ruhban sınıfının siyasetten çekilmesi ve özerkliğinin yeniden sağlanması gündeme gelmiştir. Post-İslamcı entelektüeller, (Muhalif Yeşil Hareket’in ideologları S.Ç.) İslam ile siyaset arasındaki bu bağlantıyı, sonuçta İslam’ın meşruiyetini ortadan kaldırdığı ve siyasetin serinkanlı uygulanışını olanaksız kıldığı için kınamaktadırlar. Bu grubun önde gelen isimlerinden Suruş’un “daraltılmış” din anlayışında savunduğu gibi, müminin tüm yaşamına fıkıhçılardan gelen ve önceden belirlenmiş bir görüşü dayatmayan, yasanın kendisine ayırdığı yerde duran bir din istenmektedir. Ancak, İran’da siyasal İslamcıların egemenliği ellerinde tutmaları bunu mümkün kılmamaktadır.2
Roy 2006 yılında, “İslamcılığın iflası, İslamcıların Geleceği” isimli makalesinde, değişen topluma uyum sağlayabilmek için İran rejiminin; (AKP de dâhil olmak üzere dünyadaki diğer İslamcı hareketler gibi) şeriattan vazgeçmeden ulusal olana vurgu yapmaya başladığını belirterek, İslam-milliyetçiliği çizgisine kaydığı tespitini yaptı. Bunun, Batının anladığı demokrasiden çok uzak olduğunu, ama şu ya da bu şekilde İslamcılarla bağlantı içerisinde olmak gerektiğini belirterek, “Başka bir alternatif yok. Erdoğan ile Taliban arasında bir seçim yapmak zorundayız ve eğer Erdoğan’ı seçmezsek Taliban ile uğraşmak zorunda kalırız” uyarısında bulundu.3 Roy, Şubat 2011 ’de ise artık Ortadoğu’nun post-İslamizim dönemine geçtiğini ilan etti. Bu tezini savunduğu makalesinde, her ne kadar İran rejimi Mısır’daki ayaklanmayı destekliyor görünse de, Mısır’daki protestocuların İran’da Ahmedinecat yönetimine karşı çıkanlarla (Yeşil Hareket) aynı özellikleri taşıdığını yazdı. Yeni devrimciler, belki de çok dindar Müslümanlardı, ama dini inançlarım siyasi gündemlerinden ayrı tutuyorlardı. Bu anlamda sekülerdiler. İbadet onlar için bireysel bir eylemdi. Son 30 yılda Müslüman toplumlar daha çok dindarlaşmışlardı. Ancak paradoksal olarak bu, İslamcılığın zayıflamasına yol açmıştı. Çünkü İslami unsurlar günlük hayata yoğun bir şekilde girince siyasi anlamlarını yitirmişler, dolayısıyla İslamcılar artık “piyasadaki” tekellerini kaybetmişlerdi. Başka bir deyişle Batı’nın, “kitlesel yeniden İslamileşme” olarak gördüğü şey, İslam’ın standartlaşması ve sıradanlaşmasından başka bir şey değildi. “İslami” terimi şimdi fast-food’dan kadın modasına kadar her şey için geçerliydi.
Yeni devrimci kuşak, yolsuzluğa batmış diktatörlükleri reddederek demokrasi istiyordu. Kuşkusuz bu protestocuların seküler bir rejim istedikleri şeklinde anlaşılmamalıydı. Ancak İslam’ı artık toplumlarına daha iyi bir sistem getirecek siyasi bir ideoloji olarak görmediklerini işaret ediyorlardı. Dolayısıyla, seküler bir siyasi arena peşindeydiler. Diğer ideolojiler için de aynı şey geçerliydi. Genç kuşaklar yurtseverdiler (bayrak sallamalarından anlaşıldığı üzere) fakat milliyetçi değillerdi. Daha da şaşırtıcı olan, komplo teorilerine kulak verip, Arap dünyasında ters giden her şey için ABD ve İsrail’i sorumlu tutmuyorlardı. Müslüman Kardeşler de, belirgin bir şekilde değişmişti. Yeni kuşak militanlar, bir devrimden sonra güç kazanmaya çalışmanın ya iç savaşa ya da diktatörlüğe neden olduğunu (İran devriminin nasıl dönüştüğünü) görmüşlerdi. Sonuç olarak, baskıya karşı mücadelelerinde diğer siyasi güçlere yaklaştılar. Türk modelinden de öğrendiler. Türkiye’de Erdoğan ve AKP; demokrasi, seçim zaferi, ekonomik gelişme ve ulusal bağımsızlığı İslami değerlerin yükseltilmesi ile bir araya getirebilmişlerdi.4
Pepe Escobar’m, Roy’un İran’daki Yeşil Harekete ilişkin tespitlerini ayrıntılandıran, “İran’ın Post-İslamcı Kuşağı” isimli makalesinden özetleyerek devam edelim.
“Ahmedinecat fraksiyonu, Hamaney ve çevresi ile Devrim Muhafızlarınca yönetilen askeri-ticari yapıdan oluşan molla yönetiminin askeri diktatörlüğü, Mısır’da olanları kuşkusuz dakika dakika izledi. Birdenbire Tahrir Meydanında olanların kendi arka bahçelerinde de (Tahrandaki Azadi Meydanı) olacağını kavradılar. Demir yumruklarını gevşetemezlerdi, dolayısıyla önceden tutuklama ve baskı gibi klasik yöntemlerine başvurdular. 30 gazeteci ve eylemcinin gece yarısı kapıları çalındı ve ‘kayboldular.’
Halk, text mesajlarıyla mitinglere katılmama konusunda uyarıldı. İnternetteki arama motorları, ‘25 Bahman (Şubat)’ için yapılan aramaları engellediler. Medya, özellikle genç devrimcileri başı ezilmesi gereken ‘kışkırtıcı, casus, karşı-devrimci’ olarak damgaladı. En az 1500 kişi tutuklanarak Evin Hapishanesine götürüldü. İki kişi bu sırada öldü. Müsavi çok zekice bir taktikle Tunus ve Mısır’daki eylemcilerle dayanışma için Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tahrana ziyaret edeceği günü seçti. Sert bir müdahale Tahranın Arap Sokağı nezdindeki bölgesel şöhretini Türkiye lehine ciddi bir şekilde zedeleyecekti. Üstelik tam da Hamaney, Tahrir Meydanındakilerin İslam Devriminden ilham aldıklarım söylerken.
Böylece her kesimden 350 bin kadar insan 25 Bahman’da sokağa döküldü. Ancak bu kez Hamaney’i hedef aldılar. En popüler slogan ‘ Mübarek, Ben Ali! Nobateh Seyit Ali! Mübarek (Mısır), Ben Ali (Tunus) şimdi de Seyit Ali (Hamaney)’ idi ve şöyle sürüyordu ‘ Hamaney haya kon! Mübarek ro negah kon! Utan Hamaney. Mübarek sana ders olsun.’ İlk kez işçilerin de protesto mitingine katılmaları önemliydi. Ahmedinecat pek çok temel maddeye uygulanan devlet desteğini kaldırınca giderler rekor düzeyde artmıştı. 2009’da, cömert devlet yardımları nedeniyle, ona oy verenler kızgındı. Miting bir başarıydı, ama kimse bir sonraki adımı nasıl koordine edeceğini bilmiyordu.
Müsavi, Kerrubi ve Hatemi eski elite mensuplar ve devrim değil, sistemin içerisinde reform istiyorlar. Bu açıdan İran kesinlikle Mısır’a benzemiyor. Dolayısıyla, bilinebildiği kadarıyla Yeşil Hareket ikiye bölünmüş durumda. Radikal genç kanat, açıkça Velayet-i Fakih’in sona ermesini talep ediyor. Bu sadece devrim anlamına gelebilir ki, Tahrir Meydanındakilerin aklında da bu vardı. Bu yeni doğan genç Yeşil Hareketin tıpkı Mısır’da olduğu gibi bir lideri yok. Ne kadar taraftarı olduğunu da bilen yok. ‘25 Bahman bu hareket için bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Fakat sadece Batı tarafından etkilenen ya da finanse edilen elit bir grup olmadıklarını, toplumun her kesiminden geniş bir tabanları olduğunu kanıtlamak zorundalar. Roy, Ortadoğu’da post-İslamcı bir devrimin başladığı tezini ortaya attı. Bu Hamaney’in reddedilmesi olarak görülebilir. Gençler, İran’daki İslam devriminin sicilini analiz ederek yoksulluk, yolsuzluk, resmi yalanlar ve vasat ekonomik büyüme gibi sorunlara çözüm getirmediğini gördüler. Siyasi bir ideoloji olarak İslam’a karşılar, sahtekâr diktatörlükleri istemiyorlar, çoğulcu ve bireyciler, demokrasi istiyorlar, evrensel değerler peşindeler.
Sonuç olarak Mısır’daki protestocularla İran’dakiler birbirlerine çok benziyorlar.”5
Roy’un ve Escobar’ın değerlendirmelerinden, İran devriminin kitlelerin beklentilerini karşılayamayarak tükendiğini ve Arap dünyasında yaşanan “Bahar” ın er ya da geç Yeşil Hareketin liderliğinde İran’a da sirayet edeceği sonucunu çıkartabiliriz. Gerçekten öyle mi? Bölgede ayaklanmaların yeni başladığı dönemde yapılmış yorumlara bir göz atalım.
İran uzmanı Milani, Mübarek’in düşmesinin ardından yaptığı değerlendirmede, İran rejiminin Mısır’daki Mübarek ve Tunus’taki Ben Ali rejiminden çok daha farklı bir konumda olduğunu belirtti. “Mübarek’in halk desteği son derece düşüktü, oysa İran rejimi devrimin ilk günlerindeki popülaritesinden uzak olsa da halen halkın azımsanmayacak bir bölümünün desteğine sahip bulunuyor.” Milani, kendisiyle mülakat yapan BBC muhabirinin ABD’nin Yeşil Harekete desteği konusundaki sorusu üzerine, “Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İran halkının haklarının kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklama, ABDyi ayaklanmayı çıkarttığı suçlamasına açık hale getiriyor. Fakat bunun ötesinde de, Washington belirgin bir muhalefet grubunu desteklemekten kaçınmalı çünkü Washington’a yaklaşan herhangi bir muhalefet lideri için açık bir ölüm tehlikesi mevcuttur... İran ordusu ve polisi, kalabalıklara ateş açma konusunda son derece istekliler. Bu nedenle de, ABD çok dikkatli olmalı,” uyarısında bulundu.6
Yine aynı sıralarda Serge Halimi, Le Monde Diplomatique’de yayınlanan, “Sırada İran mı var?” isimli makalesinde şöyle diyordu, “Değişik renklerdeki hükümetler aynı yanlış enformasyonda ortak bir zemin buluyorlar. İran, Arap demokratik ayaklanmalarının 1979 İran Devriminden esinlenen bir İslami uyanışın habercisi olduğunu ileri sürdü. İsrail de, bu iddiayı tekrarlayarak telaşlanmış göründü. İran muhalefeti Kahire’deki mitingleri kutlamak için toplandığında ise, iktidardaki teokrasi üzerlerine ateş açtı. İsrail Ordusu silahsız sivillerin üzerine Filistinli olmadıkları sürece ( 2 yıl önce Gazze’de 1.400 ölü) ateş açmaz. Fakat Netanyahu da, genç Arapların özgürlük taleplerine İran’dan daha sıcak bakıyor sayılmaz. Aslında İsrail, bölgedeki otokratik fakat Amerikan yanlısı mükemmel müttefikleri kaybetmekten korkuyor. Bunu önlemek için tek seçeneği ise, İran’a hırlamak. Fakat İsrail ile gerilim ’ve uluslararası yaptırımlar, İran rejiminin (bölgesel rakipleri Mısır ve Suudi Arabistan’ın zayıflamasının da cesaretlendirmesi ile) milliyetçilik kartını oynamasına izin veriyor. Yeşil Hareket, 2009’dan beri kesintisiz süren baskıya boyun eğmediği için, rejim bundan (milliyetçilik) medet umuyor... Hamaney, idam ve işkence aşısı ile muhalefet virüsünü bertaraf edeceğini sanıyor. Fakat Arap ayaklanması ve yüksek düzeyde eğitimli bir toplumla arkaik bir siyasi sistem arasındaki aşağılayıcı tezat, rejiminin şaibeli meşruiyetinin altını oymuş durumda.”7
Washington’daki, “Middle East Institute” uzmanlarından Richard W. Murphy’e göre ise, “İran rejimi, Arap dünyasının 1979 devriminden esinlendiğini söyleyip duruyor, ama bu saçmalık. Yapılan çeşitli kamuoyu yoklamaları İran’ın, İsrail ve ABD’ye karşı çıkması nedeniyle Arap dünyasından övgü aldığını gösteriyor. İran, Irak’ta bir Şii hükümetinin iktidara gelmesinden ve Lübnan’da Hizbullah’ın etkisinin artmasından, memnun olur. Fakat Arap dünyasının diğer bölgelerinde devrime yol açan ayaklanmaların, Bahreyn ve, diğer ülkelerdeki çatışmaların kaynağı yine o ülkelerdir. Şii İran modeli, Sünni Arapların taklit etmek isteyecekleri bir model değil. İran’ın içerideki durumuna gelince, rejimin şu anda protesto eylemlerini bastıracak kadar güçlüdür.”8
San Francisco Chronicle’nin başyazısından, “Demokrasi, bireysel özgürlükler, ekonomik değişim bu hedefleri savunmada sınıfta kalan bir Washington ile bir zamanlar ulaşılmaz ideallerdi. Mısır’ın büyük ölçüde barışçı ve güçlü ayaklanması ile koşullar değişti. Sarsılmaz gibi gözüken İran’da da rejim halkın baskısı ile çökebilir.9
Ve yine “Arap Diktatörünün Sonu” başlıklı yazısıyla Olivier Roy. Bu kez, “Demokratizasyon hareketi (başarılı olsa ya da olmasa) bölgedeki stratejik güç dengesini ne ölçüde değiştirecek?” sorusunu soruyor. Özetliyoruz.
Bahreyn’de olanlar muhtemel jeostratejik etkileri saptamak açısından iyi bir örnek olabilir. Demokrasinin zaferi halinde, Sünni azdığın Şii çoğunluğu yönettiği Bahreyn’in İran’ın yörüngesine girerek (Suudi Arabistan’daki Şifleri de tetikleyeceklerinden) Körfezdeki güç dengesini büyük ölçüde değiştireceği öngörülebilir. Bu, en azından, Riyad için tercih edilen bir analizdir. Çünkü Bahreyn monarşisine açıkça verdiği desteği meşru kılar. Ancak Bahreynli muhalefet, bir inanç grubu değil, bütün kesimlerden destek alan bir hareket olduğunu söylüyor. Destekçileri iktidardaki El Halife ailesinin ulusal bayrağını sallıyorlar, Şii ya da İran bayrağının renklerini taşıyan bayraklar değil. İran teokrasisi ile zayıf bağlantıları var. Bahreyn’de başat olan Şiiliğin Ahbari ekolü İran’da güçlü değil. Kısacası Bahreyn muhalefeti, Tunus ve Mısır’da olduğu gibi, (dini değil) ulusal bir karaktere sahip.
Sonuç olarak, Ortadoğu’daki otoriter rejimler kültürel farklılıklarına oynayarak kendi devletlerini zayıflattılar. Demokratik güçler ise bu devletleri, daha güçlü bir ulusal homojenliğe doğru itiyorlar. Dolayısıyla, bu demokratikleşme dalgasının sonuçlarından birisi (ulusüstü herhangi bir ideoloji ile değil, reel politik ile yönlendirilmeleri halinde bile) milliyetçiliğin güçlenmesi olabilir. Demokrasi hareketinin başarısının çapı ne olursa olsun, Şifler ve Sünniler arasında bir çatışma gibi, yeni stratejik formasyonlar yaratma olasılığı düşük. Tam tersine, muhtemelen sosyal ve dini bölünmeleri daha başarılı bir şekilde yönetme adına, milliyetçiliğin güçlenmesine yol açacak. Ancak milliyetçilik yükselirse, bu çok daha az ideolojik bir milliyetçilik olacak. Demokratizasyonun kesin kurbanlarından birisi de, (bölgedeki) İran karşıtı cephe olacak. İran popülerleşeceğinden değil, fakat yeni yöneticiler ülke dışındaki maceralara heves etmeyecekler ve Batıya şirin gözükmekten ziyade halkın taleplerine cevap vermeye çalışacaklar.10
Yemenli yazar Mohamad Jmei, (Londra’da yayınlanan Suudi yanlısı) Şark el Avsat Gazetesindeki makalesinde, bölgedeki demokratizasyon hareketinin Mübarek ve yandaşları ile El-Kaide’den sonra rejimin aksini iddia eden retoriğine karşın en çok kaybedenin İran olduğunu, çünkü teokratik rejiminin ne denli antidemokratik olduğunun ortaya çıktığını savunuyor. Jmei’ye göre Mısır, halkının desteği ile güçlenecek. İran ise, Mübarek rejimi düşmanı olmasına karşın, her zaman zayıf bir Arap düşmanı güçlü bir Arap dosta tercih eder. Çünkü bu ona halk desteği kazandırır. Yeni demokratik hareketlerin Filistin sorununa gerçekten sahip çıkacaklarını öngören yazar, bunun da İran’ın Filistin davasını sömürmesini engelleyeceğini belirtiyor.
Görüldüğü gibi bu görüşlerden iki zıt sonuca varmak mümkün. İlki, İslamcılık ile birlikte devrim tükendi, Yeşil Hareket giderek güç kazanacak ve İran rejimi bölgedeki etkisini de yitirecek. Diğeri de, rejim halen güçlü ve bölgeye İslam devriminden esinlenen yeni bir İslamcı dalga egemen olacak. Aradan yaklaşık bir yıl geçtikten sonra halen hangi görüşün ağırlık kazanmaya başladığını tespit etmek mümkün değil. SETA uzmanlarından Hakkı Uygur, Mart 2012 tarihli analizinde, İran’ın bölgedeki ayaklanmaları destekler görünmesine karşın, Suriye konusunda Esad rejiminden yana tavır almasının, başta Tunus ve Mısır olmak üzere, bölgedeki İslami hareketlerde (özellikle Müslüman Kardeşler S.Ç.) tepki uyandırdığına dikkat çekiyor. Uygur’a göre, bu tavrı sürdürmesi halinde, İran rejimi bölgedeki yeni rejimlerle iyi ilişkiler geliştiremeyecektir. Mart 2012 seçim sonuçlarının gösterdiği gibi, rejim muhalefeti tamamen etkisiz hale getirmiştir ama gerekli reformlar yapılmazsa yeniden yoğun protesto dalgalarının başlaması kaçınılmazdır.11
Tahranın, Suriye politikası nedeniyle, bu satırların yazıldığı tarihte “Arap Baharfmn kazananı gibi gözüken MK ile ters düşmesinin farklı boyutları da var. İran sadece MK’ya karşı Suriye rejimini desteklemekle kalmıyor, Mısır’da da uzun zamandır Şiileştirme faaliyetleri yürüttüğüne dair iddialar var. Mübarek rejimi tarafından sık sık rahatsızlıkla dile getirilen bu iddialar, rejim değiştikten sonra MK’nın ruhani lideri olarak kabul edilen Uluslararası Âlimler Birliği Başkanı Şeyh Yusuf el Karadavi tarafından da tekrarlandı. Karadavi, Mısır’da İran eliyle bir Şiileştirme faaliyeti yürütüldüğünü ve böylece iç karışıklık çıkarıldığını belirterek, bunu şiddetle kınadı.12 Mısır’da şu anda 1,5 milyon civarında Şii olduğu ve büyük baskı altında olmalarına karşın sayılarının giderek arttığı ileri sürülüyor. Tahran ve MK arasında, “Arap Baharı” ile birlikte iyice su yüzüne çıkan bu çatışmadan, MK’nın Filistin topraklarındaki kolu olan ancak uzun yıllardır İran tarafından desteklenen, Hamas da etkilendi. Hamas’ın yurtdışındaki liderliği Şam’dan Kahire’ye taşındı ve Hamas liderleri Suriye muhalefetine destek açıklamaları yaptılar. Bunun Tahranı kızdırdığı ve Hamas’a olan desteğine son vereceğine dair iddialar var. Hamas’ın Gazze’deki yerel liderliğinin, yurtdışındaki liderliği ile Filistin Yönetimi arasındaki uzlaşmaya karşı çıkmasının ardında da İran’ın yardımı kesme tehdidi olduğu ileri sürülüyor.13 Her halükarda, Filistin sorununun da bölgede giderek netleşen ve daha da keskinleşme sinyalleri veren Tahran-MK çatışmasından ya da ŞiiSünni ayrışmasından etkilenmesi ve bu çatışmayı daha da körüklemesi kaçınılmaz gözüküyor. İran’ın bölgede “Şii yayılmacılığı” yürüttüğü konusundaki iddiaları mercek altına almadan önce, İran’da Mart 2012 seçimleri öncesindeki ve sonrasındaki siyasi tablonun bir fotoğrafını çekmeye çalışalım.
Yeşil Hareket olarak anılan muhalefetin sert önlemlerle bastırılması seçim öncesinde içte ve dışta büyük tepkiye neden oldu. İran’da, İslam devriminin yol açtığı düşünülen Araplaşmaya karşı Fars kültürünün ön plana çıkarılmasını savunan Yeşil Hareketin bir bölümü, rejimi koruyarak reform isterken (geleneksel ulema ve Rafsancani gibi liberaller bu kesime yakın duruyor), “Genç Yeşil Hareket” olarak anılan diğer bölümü, rejim değişikliği istiyor. İran nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan apolitik gençliğin talebi ise, siyasi haklar değil, (yukarıda da değindiğimiz gibi) rejimin İslami hayat tarzından kurtulmak.
Müsavi ve Kerrubi’nin ev hapsi sürerken Hareket içerisinde, Mart 2012’de yapılacak parlamento seçimlerine katılıp katılmama konusunda ciddi bir tartışmaya yaşandı. Hareketin liderlerinden Muhammed Hatemi’nin yönetimin belirli koşulları yerine getirmesi halinde seçimlere katılmasını öneren uzlaşmacı açıklamasıyla başlayan ve hareketi satmakla da suçlandığı tartışma giderek alevlendi. Sonuçta, Müsavi ve Kerrubi’nin Şubat 201 l’de tutuklanmalarının ardından kurulan ve hareketi bir arada tutan “Yeşil Yol Koordinasyon Konseyi”, 27 Temmuz’da bir deklarasyon yayınladı. Buna göre, seçimlere katılmak için; Müsavi ve Kerrubi de dâhil olmak üzere bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması, Koruyucular Meclisi tarafından gerçekleştirilen seçim sürecinin denetiminin bütün taraflarca kabul edilebilir bir gruba devredilmesi, bütün fraksiyonların, etnik ve dini gruplar da dâhil olmak üzere serbestçe kampanya yapabilmelerinin sağlanması, örgütler, işçi sendikaları ve medyaya yönelik kısıtlama ve sansürün kaldırılması, güvenlik ve istihbarat güçlerinin seçimlerin dışında tutulması, koşullarını öne sürdü. Koruyucular Meclisi ve Devrim Muhafızlarının seçimler dışında tutulması ve dini-etnik grupların seçime katılımı gibi Hatemi’nin öne sürdüğü koşulları ek koşularla sertleştiren bu bildirge, beklendiği gibi rejim tarafından kabul görmedi. Fakat muhalif hareketin seçime katılım konusunda bile bölündüğünü gözler önüne serdi.
Seçim öncesinde, rejimi korumak isteyen yönetici ulema da, muhafazakârlar ve radikaller olarak bölünmüş durumdaydı. Her ne kadar, Hamaney 2009 seçim sonuçları konusunda Ahmedinecat’ı desteklemiş olsa da (özellikle Ahmedinecat’ın ve onu yönettiğine inanılan Meşayi ve grubunun faaliyetleri nedeniyle) aralarında ciddi bir çatışma olduğu artık su yüzüne çıkmıştı. O kadar ki; Hamaney’in 2011 Temmuzunda Ahmedinecat’ı Meclis soruşturması ile görevden almayı amaçlayan muhafazakâr milletvekillerini engellemesi, Meşayi’nin yakın adamı olarak bilinen Dışişleri Bakan Yardımcısı Muhammed Şerif Melikzade’nin atandıktan 3 gün sonra istifaya zorlanarak yolsuzluk suçlaması ile tutuklanmasının ardından, yeni atamaları onaya sunarken Meclis’te aleyhinde tezahürat yapılmasına tepki göstermesi ve Meclis ile olan sorunlarını çözmesi için bir “Uzlaştırma Komitesi” kurması bile, “Ahmedinecat’ı koruma bahanesi ile gücü tekelinde toplama gayreti” olarak yorumlandı.
Uzun süredir bu yönde belirtiler olmasına karşın, Hamaney ile Ahmedinecat arasındaki çatışmayı gözler önüne seren en ciddi olay, Nisan 2011’de yaşandı. Ahmedinecat’ın EYL tarafından tamamen gözden çıkarıldığı ve süresi dolmadan görevinden ayrılmak zorunda bırakılacağı yolunda yorumlarına neden olan çatışma, Ahmedinecat’ın İstihbarat Bakanı Haydar Muslihi’yi görevden almak istemesi ile meydana geldi. Seçimlerde hayati bir rol oynayan bakanlığın kontrolünün ele geçirilmesini kritik bir adım olarak gören Hamaney, hemen devreye girerek Muslihi’yi görevine iade etti. Ahmedinecat ise tepkisini, 11 gün boyunca ortadan yok olarak gösterdi. Bir süre Ahmedinecat’ın nerede olduğuna dair bilgi alınamadı. Bu arada, Ahmedinecat’ı destekleyen birçok siteye erişim engeli konuldu, ardından ona ve Meşayi’ye yakın kişiler “büyücülük” suçlaması ile tutuklandılar. Ahmedinecat’ın da Meşayi tarafından büyülendiğine dair iddialar ortaya atıldı. Ahmedinecat, bu saldırıların sürmesi halinde önemli devlet görevlilerini rahatsız edecek açıklamalar yapacağı tehdidinde bulundu ve “kırmızı çizginin geçilmemesi” için uyardı. (Devlet Televizyonu bu bölümü sansürleyince videonun tamamı Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde yayınlandı.) Karşılıklı sert açıklamalar sürerken, Mayıs sonunda Devrim Muhafızlarının eski komutanlarından Petrol Bakanı Mesut Mir Kazımi’nin koltuğuna oturarak Haziran ayındaki OPEC zirvesine bu sıfatla katılacağını ilan etmesinin ardından, Ahmedinecat yine Hamaney ve bu kez Devrim Muhafızları ile de karşı karşıya geldi.
2009 seçimlerinden sonra Ahmedinecat ve radikal ulemadan oluşan çevresi, büyük bir ekonomik ve siyasi güce sahip olan Devrim Muhafızlarının desteğinde giderek güçlenerek, muhafazakâr ulemayı yönetim kademelerinden hızla tasfiye etmeye başlamıştı. Muhafazakâr ulema da buna bütün gücüyle direnmekteydi. 2012 yılında parlamento, 2013 yılında ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacak olması ve Hamaney’in ölümcül hasta olduğuna ilişkin iddialar, bu çatışmayı daha da körüklüyordu. Ne var ki, Ahmedinecat’ın giderek Meşayi ve çevresinin İran kimliğini öne çıkaran politikalarını benimsemeye başlaması önce, Ayetullah Misbah Yezdi gibi, radikal ulema ile arasının açılmasına neden oldu. Sonra Hamaney ile çatıştı. Son olarak Petrol Bakanlığı koltuğuna da oturma, yani İran’ın büyük petrol zenginliğini kontrol etme hamlesi, (Ahmedinecat-Meşayi İkilisi tarafından kullanıldıkları endişesini taşımaya başlayan) Devrim Muhafızları ile de arasının açılmasına neden oldu. Devrim Muhafızları, İranda petrol gelirinden en büyük payı alan gruplardan birisi. İran, dünyanın üçüncü büyük petrol rezervine sahip ve ham petrol ihracatından yılda 80 milyar dolar kazanıyor. Bu rakam, dış gelirinin yüzde 80’nini oluşturduğu için, petrolün denetimi büyük bir siyasi gücü de beraberinde getiriyor.
Petrol Bakanlığına Muhammed Ali Abadi’yi vekâleten atayarak taktiksel bir geri adım atan Ahmedinecat, Devrim Muhafızları yetkililerinin hükümetin izlediği politikalara ilişkin sert açıklamalarına ise, Temmuz başında isim vermeden Devrim Muhafızlarını büyük çapta kaçakçılık yapmakla suçlayarak karşılık verdi. Ne ki, bu sert tavrı uzun sürmeyecekti. İran’ın OPEC Başkanı olması ile daha da önem kazanan kritik bakanlığa, bu kez Devrim Muhafızları komutanlarından (Batılı ülkeler tarafından İran’ın nükleer programındaki önemli rolü nedeniyle kara listeye alınarak yaptırım uygulanan) Rüstem Kasemi’yi aday göstererek en azından bir süreliğine buzları eritti. Bir sonraki gün Meclis’te yapılan oylamada, Kaseminin bakanlığı ile birlikte Ahmedinecat’m önerdiği diğer 3 atama da onaylandı. (Bu arada otomatikman OPEC dönem başkanı olan Kaseminin atanması, yerel ve Batılı medya tarafından İran’ın uluslararası yaptırımlara tepkisi olarak yorumlandı.) Ancak ilerleyen saatlerde, Devrim Muhafızları yanlısı internet sitesi “Basiret”, Meşayi’nin Masonik ve “gizli Yahudi” eğilimlere sahip olduğunu ve yabancı istihbarat örgütleri ile yaptığı gizli görüşmeleri kanıtlayan belgeler bulunduğunu ileri sürerek, barışın sadece görünürde sağlandığını ortaya koydu. Meşayi hakkında benzeri iddialar daha önce de ortaya atılmıştı.14
Bu arada, Ahmedinecat’ın gidişatını tehlikeli bulduğunu defalarca sert açıklamalarla ilan eden eski koruyucusu ve ustası Ayetullah Misbah Yezdi, ulemadan ve eski devlet görevlilerinden oluşan yeni bir cephe kurduğunu ilan etti. “Jebhe-ye Paydari-Metanet ya da Mukavemet Cephesi.” Yeni cephenin, Mart 2012’deki parlamento seçimleri öncesi radikal ve ılımlı olarak isimlendirilen muhafazakâr ulemayı birleştirmesinin amaçlandığı belirtildi. Hamaney taraftarı farklı ilkeci gruplar da, Uzmanlar Meclisi Başkanı Kani başkanlığında biraya gelerek , “Jephe-ye Mottahede Osoulgerayan-Birleşik İlkeciler Cephesi’ni oluşturdular. Seçimler öncesinde iki ilkeci cephenin birlikte seçime girmeleri için ulema tarafından yapılan girişimler sonuç vermedi. Bunda iki tarafın milletvekili adaylarının nitelikleri konusunda anlaşamamalarının yanı sıra, Paydari Cephesine istediği kadar adaylık hakkı verilmemesi de neden oldu. Sonuç olarak, muhafazakârlar seçime iki ayrı liste ile gittiler. Ahmedinecat’m yandaşları ise Tevhit ve Adalet Cephesi adı altında seçime girdiler.
2 Mart 2012’de yapılan parlamento seçimlerinde Ahmedinecat ile olan çatışmasında Hamaney’i destekleyen muhafazakâr ilkeci iki cephe, 290 sandalyelik mecliste çoğunluğu ele geçirdi. Her ne kadar seçimlere hile karıştırıldığı yolunda iddialar olsa da bunlardan birisi de memleketi olan Garmsar’da seçimi kaybeden Ahmedinecat’ın kız kardeşi Pervin Ahmedinecat’a aitti Yeşil Hareketin seçimleri boykot etmesi ve Ahmedinecat yanlısı adayların büyük bir bölümünün (yaklaşık 600 kadarı) seçim öncesinde veto edilmesi nedeniyle, bu zaten beklenen bir sonuçtu. Pek çok Batılı yorumcu bunun Hamaney’in kesin zaferi olduğunu ilan etse de, seçimlerde beklenmedik bir başarı gösteren radikal muhafazakâr Paydari Cephesi ve lideri Misbah Yezdi, İran siyaset sahnesinde yeni bir güç olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla bölgeyi yakından tanıyan uzmanlar, İranda siyasi mücadelenin bundan sonra sadece Ahmedinecat’ın ulusalcı söylemlerinin etkisiz kılınması konusunda anlaşabilen bu iki cephe arasında, yani radikal muhafazakârlarla, ılımlı muhafazakârlar arasında olacağı sonucuna vardılar. Paydari Cephesinin milletvekili adayları arasında Ahmedinecat’ın kabinesinde yer alan pek çok ismin bulunduğuna da dikkat çekildi. Her ne kadar 2,6 milyar dolarlık bir yolsuzluğa adının karışması ile temiz imajı zarar görmüş olsa da, Ahmedinecat’ın halen yoksul halk kesiminde de hatırı sayılır bir desteği olduğu belirtilerek, İran Cumhurbaşkanın tamamen gücünü kaybettiğinin düşünülmesinin yanlış olacağı vurgulandı. Bütün bunların yanı sıra, ünlü Stratfor düşünce kuruluşu yaptığı değerlendirmede, Ahmedinecat’ın muhafazakârlar arasındaki ayrılıkları körükleyerek Hamaney etrafındaki zayıf koalisyonu etkisiz hale getirebileceği ve çabalarını 2017’de yeniden cumhurbaşkanı seçilmek için yoğunlaştırabileceği yorumunu yaptı. Hamaney’in ise, böyle bir olasılığı ve 2013de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinecat yanlısı bir adayın seçilmesini (İran yasalarına göre 3 dönem üst üste cumhurbaşkanı olunamadığım hatırlayalım) engellemek için, bir süredir sinyallerini vermekte olduğu gibi cumhurbaşkanlığı makamım lağvedip başbakanlık makamının tekrar tesisi yoluna gidebileceği de, özellikle Batılı uzmanlarca dile getiriliyor. (Khalaji, Hamaney’in ölmesi halinde ise, yerine bir aday bırakmadığı için İran’ın teokrasiden bir askeri diktatörlüğe dönüşeceğini öngörür. Yeni lider, büyük güce sahip olan Devrim Muhafızları tarafından belirlenecek ve çok muhtemelen yaşlı ve siyasi gücü olamayan bir Ayetullah tercih edilecektir.) Bu bağlamda, Ahmedinecat’ın hemen seçim sonrasında meclis tarafından, İran tarihinde bir ilki gerçekleştirerek sorgulanması, Ahmedinecat karşıtı cephe tarafından seçim sonuçlarının yeterince tatmin edici bulunmadığının ve Cumhurbaşkanının bundan böyle olabildiğince yıpratılacağının belirgin bir işareti olarak görülebilir.
İran asıllı uzman Bijan Khajehpour da seçim sonuçlarının olası etkilerine ilişkin olarak, Hamaney’in seçim sonuçlarından memnun olmadığı, dolayısıyla reformist ulema ve Yeşil Hareket ile bir uzlaşma arayışına giderek elini güçlendirmek isteyebileceği yorumunu yaptı. Bunun, ev hapsinde tutulan liderlerinin salıverilmesi ile sonuçlanabileceğini belirterek, Hatemi’nin hareketin boykot kararma karşın seçimlerde oy kullanmasının bunun bir işareti olabileceğine dikkat çekti. Khajehpour bu çerçevede, Hamaney’in harekete yakın duran Rafsancani’yi yeniden “Düzenin Menfaatini Belirleme Konseyi” Başkanı olarak atayabileceği öngörüsünde de bulundu. Nitekim, seçim öncesinde Rafsancani’nin yönetici elitten tamamen dışlanacağı beklentisine karşın, Hamaney seçimlerden sonra ilk iş olarak bu atamayı gerçekleştirdi. Böylece, seçim sonuçları Rafsancani’ye beklenemedik bir şekilde İran siyasetindeki yerini koruma fırsatı verirken, Hatemi’nin de 2013’de Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyarak tekrar etkili olabileceği yolunda değerlendirmeler yapıldı.
Yine de, Hamaney’in sembolik olarak da olsa, seçimlerin galibi olarak gözükmesinin dış politikada elini güçlendireceği ve özellikle nükleer program konusunda daha uzlaşmacı bir tavır takınabileceği belirtildi. Nazila Fathi, Hamaney’in seçim öncesinde ilk kez, İran’a saldırıya karşı çıkan sözleri nedeniyle Obama’yı övmesine ve nükleer müzakerecisi Ali Asgar Soltaniye’yi Viyana’daki müzakereleri yeniden başlatması için görevlendirmesine dikkat çekerek, bu çerçevede seçim sonuçlarının, “Batı için iyi haber” olduğu yorumunu yaptı. (Nitekim yukarıda da gördüğümüz gibi İran, İstanbul’da yapılan müzakereler öncesinde uzlaşmacı bir.tavır takındı.) ABD’deki Yahudi lobisine yakın olan İlan Berman ise, seçimlerden Hamaney’in ve muhafazakâr ulemanın güçlenerek çıktığını ve muhalefetin tamamen sindirildiğini belirterek, “İran rejimine yıkıcı dış politikasını sürdürmek için onay veren seçim sonuçlarının Batı için kötü haber olduğu” değerlendirmesinde bulundu.15
İran seçimlerinden Ahmedinecat ve “sapkın akım” adı verilen çevresinin en azından görünürde yenilgi ile çıkması Batı dünyası için nükleer program dışında da “iyi haber” olabilir mi? Buna yeni bir soru daha ekleyerek cevaplamaya çalışalım.
İran yönetici eliti tarafından neredeyse lanetlenen Ahmedinecat ve çevresinin iki önemli doktrini lanse ettiklerini görüyoruz. Birincisi İrancılık, diğeri Mehdeviyet. İrancılık ile İslam Devriminin öncesi hatırlatılarak, arî ırk, şanlı geçmiş gibi İslam dışında bir ortak paydaya vurgu yapılıyor. (Ayrıca zaten halkta var olan Arap karşıtlığı ve İrancılık eğilimine sahip çıkılarak Yeşil Hareketin bu yönde sloganlarla prim yapması önlenmeye çalışılıyor.) Mehdinin, yani Kayıp İmam’ın gelişinin yakın olduğu vurgulanarak da, İmam’ın henüz gelmediği hatırlatılıyor. (Hüccetiye’nin de aynı fikirde olduğunu ve Ahmedinecat’ın da Hüccetiye kökenli olduğuna ilişkin iddiaları hatırlayalım.) Devrim sonrasında, Humeyni’ye o güne dek sadece 12 İmama uygun görülen İmam unvanı verildi. Böylece, her ne kadar İmam'ın vekili olduğu ilan edilse de, aslında onun yerine geçerek “Kayıp İmam” oldu. İran İslam Cumhuriyetini, yani Mehdinin gelişiyle kurulacak ütopik İslam toplumunu yönetmeye başladı. Vali Nasr’a göre, Humeyni kendisine birkaç kez sorulan “Siz 12. imam mısınız?” sorusu karşısında sessiz kalarak kabullendiğini ima etmiştir.16
Bu çerçeveden bakıldığında iki doktrin de, İslam devrimini ve devrimin siyasi liderler haline getirdiği ulemayı hedef alıyor. Böylece, zaten bir din adamı olmayan Ahmedinecat, mevcut ulema egemenliğinin dışında (ve ona muhalif) bir lider olarak devrim sonrasında Velayet-i Fakih doktrinini temel alan devlet Şiiliğine muhalif olarak ortaya çıkmış olan popüler Şiiliğin (ve Arap karşıtı İrancılığın) yanında yer almış oluyor. Daha da önemlisi, birbirine zıt gibi görünseler de aslında bir araya getirildiklerinde bu iki doktrinin, rejimi hem içte hem de dışta güçlendirebilecek başarılı bir yeni model, tükendiği ileri sürülen İslamcılık ya da devrim ideolojisi yerine kitleleri peşinden sürükleyecek güçlü bir İslam milliyetçiliği ideolojisi oluşturabileceğini öngörebiliriz. Üstelik hem Şiilik hem de, mesela Roy’un güçleneceğini öngördüğü, milliyetçilik damarlarını içerecek bu “İran İslamcılığı”, ihraç da edilebilir.
İrancılık doktrininin Ahmedinecat’ın sağ kolu Meşayi tarafından lanse edildiğini ve bu nedenle sadece ılımlı muhafazakâr ulemanın değil, Ahmedinecat’ın ruhani ustası olarak kabul edilen Misbah Yezdi gibi radikal ulemanın da, “İslam’a zarar verdiği” gerekçesiyle sert eleştirilerine maruz kaldığını görmüştük. Yezdi, EA (Enduring America) bülteninde yer alan, 2011 Nisanında yaptığı bir açıklama ile bu eleştirilere yeni ve ilginç bir boyut daha getirdi. İran’da bir Mason hareketinin oluşmaya başladığını, bu hareketin amacının milliyetçiliği yayarak İslam’a zarar vermek olduğunu söyledi. İran’da 20. yüzyıl başındaki Anayasa Devriminin yapılmasında Mason hareketinin büyük etkisi olduğunu hatırlayalım. Dolayısıyla İran’da milliyetçilik (ve din karşıtlığı) ile Masonluk bir anlamda hep birlikte anıldılar. Yezdi’nin Masonluğa bir sembol olarak mı gönderme yaptığı, yoksa gerçekten bu yönde bir hareket oluştuğu yönündeki bir istihbarat üzerine mi konuştuğu açık değil. Yezdi, daha önce de Meşayi’ye saldırarak,“Niçin İslam’ın ve devrimin yerine İran ekolünü koyacak mışız?” demişti. Öte yandan yine EA’ya göre, İranlı yorumcu Ali Afşari, Meşayi’nin İslam’ın İran versiyonunu lanse ettiğini ve Hamaney’in bundan şikâyetçi olmadığını, çünkü Müslümanların global lideri olma iddiasından hoşnut olduğunu, ileri sürdü.17
Şimdi de, sözünü ettiğimiz model hakkında daha fazla fikir edinmemizi sağlayabileceği umuduyla Mehdeviyet Konferansına sunulan, “İran İslamcılığı; Müslüman Dünyasında İstikrar Sağlayacak Model” isimli makaleden alıntılayalım: “Dünyanın bu bölgesinde barış ve istikrarı sağlamanın tek yolu İslamcılığı desteklemektir, çünkü Batılı ithal demokratik modellerden çok daha başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Ancak İslamcılığın her türünün dünyaya istikrar getireceği sanılmamak. İran modeli başarılı olmuştur ve İslamcı çizgiler içersinde devlet yaklaşımı konusunda gerçek bir evrimi temsil etmektedir. İran, açık bir dini vizyona sahip olan bir doktrinin bütünüyle istikrarlı, ilerici, hoşgörülü ve çoğulcu olabileceğinin kanıtıdır. İran modeli, Batı tarafından empoze edilenin aksine bütün Müslüman toplumları için kesinlikle çok daha doğal ve kabul edilebilir olandır. Dolayısıyla, her sorumlu politikacı tarafından savunulmalıdır.”18 İrancılığı ön plana çıkartan isim olan Meşayi’nin, İran’ın Şii inancının doğru İslam olduğu ve İslam’ın kurtarılması için İran ekolünün dünyaya yayılması gerektiği yolundaki sözlerini hatırladıktan sonra, Meşayi’nin sözünü ettiği İran Şiiliğinin ne olabileceğini anlamaya çalışalım.
Tekrar “Bir Devrim’in Tükenişi’ne dönüyoruz. Roy’un burada ilgi çekici bir saptaması var. Şiiliğin ulusallaştırılması başlığı altında, Şiiliğin devletleştirilmesinin İranlılaştırılması sonucunu doğurduğunu belirtiyor. Ruhban sınıfını daha önce sözünü ettiğimiz şekilde ele geçiren İran devleti, soyut bir devlet değildir. Belirli bir jeostratejik alanda yer alır, binlerce yıllık bir tarihi vardır. Humeyni bile, vatan ve ulus fikirlerini saygınlığa kavuşturmaya özen göstermiştir.
Devrimden önce Şii ulema aileleri çok etnili -İran, Arap ve genellikle Azeri ve uluslarötesi bir yapıya sahiptiler. Bölgede, Necef ve Kerbala’dan başlayarak sınıraşan etki ağları vardı. Genç mollalar bir ülkede başladıkları kariyerlerini diğer bir ülkede tamamlayabilirlerdi. Büyük Ayetullahların Arap, İranlı ya da hem Arap hem İranlı olmaları önemli değildi. (“Necef Rönesans’ı” bölümünde de incelediğimiz gibi, mesela Lübnan’ın ünlü Şii lideri İmam Musa Sadr, Güney Lübnanlı bir ailenin 18.yüzyılda Necef’e, sonra İran’a yerleşmiş bir kolundandır.
Tahran ve Necef’te eğitim gördükten sonra Lübnan’a yerleşir. Sadr ailesi, bu ülkelerin her birinde bir kola sahiptir, hem İranlılarla hem de Araplarla evlilik yoluyla bağlantıları vardır. Irak’ın en yüksek dereceli Şii âlimi Büyük Ayetullah Sistani de İran doğumludur.) Devrim ve Irak savaşı bu ulusötesi Şii din adamları sınıfını büyük ölçüde zayıflatmıştır. Devrimin eseri olan Velayet-i Fakih doktrinine göre, en yüksek otorite Rehberdir ve anayasaya göre İranlı olmak zorunda değilse de, İranlı seçmen tarafından seçilmektedir. İranlı olmayan ama devrime sempati duyan Şii ulema ise, tartışmalardan uzak kalmıştır. Taklid-i Merci kurumunun neredeyse geçersiz duruma düşmesi, Şiiliğin dinsel yönetiminde önemli bir rol oynamalarını engeller. Artık yerleşilebilecek tarafsız bir yer yoktur.19
Bütün bunlardan kanımca şöyle bir sonuca ulaşabiliriz. Devrim, Velayet-i Fakih doktrini ile birlikte Şiiliği devletin çıkarlarına göre yorumlayan yeni bir ulema sınıfı yaratmıştır. Dolayısıyla ortaya çıkan artık sekülerleşmiş, ulusallaşmış İran modeli bir Şiiliktir. Geleneksel Şiiliği vazeden ulusötesi ulema, gücünü ve dünya Şiilerini yönlendirme yeteneğini tamamen olmasa da büyük ölçüde yitirirken, İran dünya Şiiliğinin lideri konuma gelmiştir.
Humeyni devrim ihracına inanıyordu, devrimle birlikte gerçekleşen ütopyayı yani İslam devletini, Mehdinin yapması öngörüldüğü gibi dünyaya yayarak adil ve barışçı bir dünya düzeni kurmak için devrim ideolojisi ihraç edilmeliydi. Ancak uzun yıllar gündemde olan devrim ihracı, belki de globalizasyonla birlikte oluşan yeni İslamcılık anlayışlarının devlet idealine yer vermemesinden dolayı, rafa kaldırılmış gözüküyordu. Öyleyse, Meşayi’nin yeniden dünyaya ihraç edilmesi gerektiğini savunduğu İran modeli Şiiliğinin, (sekülerleşmiş, siyasallaşmış, İranlaşmış dolayısıyla gücü elinde tutanın yorum ve yönlendirmesine açık bir Şiilik) yeni itici gücü Mehdi inancı olabilir mi? Bir önceki bölümde yer verdiğimiz, Mehdeviyet Konferanslarına pek çok kez katılmış olan Furnish’in iddialarını yeniden hatırlayalım: “İran, Şii Mehdi inancını Hıristiyan dünyaya ihraç etmek için büyük çaba ve para harcıyor. Mesela ABD’de bunu Washington D.C’deki İslami Enformasyon Merkezi gibi örgütler aracılığı ile yapıyor.
PGE ve düzenlediği konferanslar da iki amaca hizmet ediyor.
Birincisi, Mehdi inancını Sünni Müslümanlar arasında daha da yayarak Suudi Arabistan’a (dünyaya Vahhabi inancını yayan S.Ç.) rakip olmak.
İkincisi, bu inancı Yahudi ve Hıristiyanlar özellikle dinlerarası diyaloga inananlar arasında yayıp, iki dinin mesiyanik beklentilerinin 12. İmam Mehdi ile gerçekleşeceğine inandırarak, Müslüman olmayan dünyada da etki kazanmak.”
İranın, Mehdeviyet ve İrancılık merkezli yeni İran-İslam ideolojisini, önemli bir Şii nüfusa sahip olan Irak, Lübnan, Bahreyn, Yemen, Suudi Arabistan’ın yanı sıra, bölgedeki Mısır gibi Sünni ülkelere de yaymaya çalıştığını öngörmek de yanlış olmayacaktır. Ahmedinecat’ın bölgedeki ayaklanmaların ardında Mehdinin olduğu yolundaki çeşitli açıklamaları da bunu destekler mahiyettedir. Bu noktadan itibaren bir adım daha atarak bölgede yaşananların arkasında, bu kez farklı Mesih inançlarının birbirine karşı kullanıldığı global bir güç çatışmasının olabileceği önermesinde bulunalım. Yeni sorumuz, “Global güçler bu kez Mesih ile Mehdiyi mi karşı karşıya getirecek?”
Sorunun çok iddialı olduğu sonucuna varmadan önce, “Zuhur Yakında” belgeseli ve düşündürdükleri hakkındaki bu bölümü okumanızı öneririm. 2011 Mart’ının son günlerinde Batı medyası tarafından keşfedilen “Zuhur Yakında-Zohour Nazdik Ast” isimli bir belgesel, İran yönetiminin Mehdeviyet inancının gerçek niteliği konusundaki tartışmaları iyice alevlendirdi. Hamaney ve Ahmedinecat’ın onayı ve Devrim Muhafızlarının maddi desteği ile çekildiği ileri sürülen belgesel, Ortadoğu’daki ayaklanmaları Mehdinin gelişinin işaretleri olarak yorumluyor. Hamaney ve Ahmedinecat’ı hadislerde (ki, bu hadislerin geçerliliği tartışma konusudur) yer verilen Mehdinin gelişini hazırlayacak olan kutsal kişiler (Hamaney’i Seyit Horasani, Ahmedinecat’ı Şuayip Peygamber) olarak ilan ederek, her ikisinin de bu sıfatları ile “zuhur”un, yani Mehdinin yeniden görülmesinin, gerçekleşebilmesi için İsrail’i yeryüzünden sileceklerini duyuruyor.
Milyonlarca kopyasının İran’a ve diğer Ortadoğu ülkelerine dağıtıldığı ileri sürülen belgesel, eski bir Devrim Muhafızları üyesi iken CIA’ ya çalışmaya başlayan, Rıza Kahlili takma ismiyle makaleler yazan ve anılarını, “Şimdi İhanet Zamanı” isimli kitapta toplayan kişi tarafından afişe edildi. Kahlili’nin İngilizce altyazılarla kendi web sitesinde de yayınladığı belgesel, bir anda ABD’de İsrail yanlısı olarak bilinen CBS, Fox gibi televizyon kanallarının ve pek çok irili ufaklı web sitesi ve yayın organının flaş haberi haline geldi.20
Kahlili web sitesinde, İran’ın radikal ulemasının nükleer silahlara sahip olma isteğinin belgeselde de belirtilen bu anlayışla doğrudan bağlantı olduğunu savunarak, videonun özel bir gösterimle söz konusu ulemaya gösterildiğini ve heyecan yarattığını belirtiyor. Kahlili, adları Türkçeye “Zuhurun Örgütçüleri” olarak çevrilebilecek bir grup tarafından gerçekleştirilen projenin başında, 8 Nisan 2011’de özel kalem müdürlüğü görevine son verilen Ahmedinecat’ın sağ kolu Meşayi’nin olduğunu, gizlice dağıtılması öngörülen videonun ortaya çıkmasının ve büyük infial yaratmasının ardından Cumhurbaşkanının çaresiz kalarak Meşayi’yi görevinden uzaklaştırdığını ileri sürüyor (Meşayi’nin diğer resmi görevlerini korurken özel kalem müdürlüğünden uzaklaştırılması, cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırlanmaya başladığı şeklinde de yorumlara neden olmuştu.) Buna kanıt olarak da, Meşayi’nin ertesi gün bir basın toplantısı yaparak belgesel ve onu yaptıran grup ile hiç bir ilişkisi olmadığını açıklamasını gösteriyor. Kahlili, kaynak belirtmeden belgeselin radikal ulemaya gösterildiği ve heyecan yarattığı özel oturumda, Meşayi’nin şu konuşmayı yaptığını ileri sürüyor:
O halde zuhurun yakın olduğunu ve şeytanın korkması gerektiğini haykırmamıza izin verin. Biz her gün bu düşünceler ile yaşıyoruz ve hayatlarımız son İmam’ın zuhuru ile dolu. Bu insan tekrar görünerek, dünyayı adalet ile doldurup dünya yüzünde vaat edilen yönetimini kurabilir. Bu dünya, diğerlerinin saraylarını kurabilmeleri için çok fazla masumun kanının dökülmesine tanık oldu. Bu dünya, adalet isteyen çığlıklarla dolu. Masumlar ve ezilenler dünya güçlerine karşı hayatlarını kaybediyorlar. Bu dünyada zalimler hüküm sürüyor ve Allah Son İmama zuhur etmesi için emir vererek adaletsizliğe son verecek. O zaman dünya doğruların olacak.”
Kahlili, belgeselin ortaya çıktığı tarihte halen Besiç ve Devrim Muhafızlarının karargâhlarında dağıtılmakta olduğunu ve yapımcılarının Arapça tercümesini bitirmek için çalıştıklarını da ileri sürdü. “Böylece Arapları, ABD destekli yönetimlerini İsrail’in yok edilmesi ve dünyada Allah’ın yönetiminin kurulması hedefiyle devirmeleri için daha fazla motive edebilmeyi” amaçlıyorlardı.21
Belgeselin yönetmeni Ali Asgar Sicani, Meşayi’nin açıklamasının ardından düzenlediği basın toplantısında, belgeselin önceden Hamaney ve Ahmedinecat’a gösterilerek onaylarının alındığım ve Devrim Muhafızlarının 15 milyon dolar vererek filmi finanse ettiklerini açıkladı. Hamaney’in, Mehdinin gelişini hazırlayan Seyit Horasani olarak ilan edilmesi konusunda da, birçok kez çevresindekilerin ve önde gelen yöneticilerin bu şekilde hitap ettiklerinde, Hamaney’in gülümseyerek onayladığına tanık olduğunu anlattı. Bir gün sonra Sicani, Ahmedinecat’ın kontrolündeki resmi IRNA Haber Ajansına verdiği mülakatta, Meşayi ile hiç karşılaşmadığını ve hiçbir gizli siyasi örgütle bağlantılı olmadığını açıkladı. Belgesel ile cumhurbaşkanlığı makamı arasında bir bağlantı görmediğini belirten Sicani, kendisi için önemli olanın hükümete ulemanın desteğinin yanı sıra ideolojik destek de sağlamak olduğunu söyledi.22
Yaklaşık bir saatlik olduğu belirtilen belgeselin İngilizce altyazı ile on-line izlenebilen 28 dakikalık bölümünü özetleyerek inceleyelim. Belgesel, “Zuhur’u hazırlayanlara ve güneşin doğuşunu bekleyenlere selam olsun” yazısı ile açılıyor. İranda uygulandığı şekliyle İslami kurallara uygun giysileriyle, genç bir erkek ve genç bir kadın Kâbe ve yarı açık bir kapıdan gözüken yeşil elbise ile bir ışık huzmesiyle temsil edilen Mehdi figürünün önünde, ellerinde metinlerle çok ciddi bir ifade ve ses tonuyla anlatıyorlar.
“Bütün inanışlarda insanlar asırlardır vaat edilen Mesih’i bekliyorlar.”
 “O, Allah’ın ruhunun aynası, mükemmel insan, Âdem’den başlayarak bütün peygamberlerin mirasçısı.”
“Adaletsizliklerin egemen olduğu dünyayı adaletle dolduracak. Ama her kuşak için soru şudur; zuhur kendi yaşam süreleri içerisinde mi gerçekleşecek?”
Her anonsun arasına kaba bir kurguyla fotoğraf ve hareketli görüntüler serpiştirilmiş. Mesela, Obama, Suudi Arabistan Kralı Abdullah ile yan yana, Amerikan doları üzerindeki (Mason işareti olduğu ileri sürülen) piramit ve üzerindeki göz, Hamaney İran ordusunu yüksek bir yerden selamlarken. Bundan sonra anlatıcılar hadislere ve onların tefsirlerini yapan ulemaya dayandırarak zuhuru haber veren işaretleri yorumlamaya geçiyorlar. “Doğu’da insanlar ortaya çıkacak.” (Humeyni, Hamaney, Ahmedinecat, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah, Hamaslı Başbakan İsmail Haniye fotoğrafları.) “Zuhurdan önce büyük depremler, felaketler yaşanacak,” Depremde yıkılan bina, sel ve savaş görüntüleri.
“ En kötü insanlar lider olacak.” (Bush, Şaron, Netanyahu, Sarkozy fotoğrafları.)
“Kadınlar hicaptan çıkacak.” (Dekolte giyimli flu kadın görüntüleri.)
“Zina yaygınlaşacak, kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle birlikte olacak.”( Bir eşcinsel festivalinden flu görüntüler.)
“Doğu’da bir ulus yükselecek ve insanları zuhura hazırlayacak. (Arkası dönük, halkı selamlayan bir Ayetullah. Çiçekler açan bir bahar dalı ve beyaz bir atın üzerinde başından güneş doğan Mehdi. Genç erkekler ellerini havada sallayarak marşlar söylüyorlar. Ardından çarşaflı kadınlar şarkı söyleyerek el salıyorlar.)
“Bazıları ‘zuhur yakın değil çünkü daha dünya baskı ve adaletsizlikle dolmadı 'diyorlar. Bu doğru mu?” (Kadın anlatıcı masa üzerindeki küreyi çeviriyor. Kanlı görüntüler eşliğinde.)
“Filistin'in işgali, Kore ve Vietnam savaşları, Afganistan’ın işgali, Afrika ve İran’a karşı savaşlar. Milyonlarca masum katledildi, yaralandı, sürgün edildi. Dünya adaletsizlikle doldu.”
“Dünyadaki 20 bin nükleer savaş başlığının hepsi Batının, yarısı ABD’nin elinde.” (Nükleer savaş başlıkları.)
“2009’da FAO, 1 milyon aç olduğunu açıkladı.” (Afrika’da aç çocuklar.)
“Şeytana tapan gruplar gençliği tehdit ediyor.” (Satanist bir ayinden ve rock konserinden görüntüler. Ardından Bin Ladin, Suudi Kralı Abdullah, Ürdün Kralı Abdullah, Kaddafı, Netanyahu ve Obama fotoğraflarından bir kolaj. Kamera, Kayhan gazetesinin manşetine zoom yapıyor,
“Dünya adaletsizliklerle doldu ve Mehdinin gelişi bekleniyor.”)
“Mehdinin gelişi ile yeni bir İslam uygarlığının kuruluşu yoldadır.”
“Hadiste zuhurdan önce olacaklar açıklanmıştır.”(Savaş görüntüleri eşliğinde.)
“11 Eylülden sonra ABD ‘İslam Korkusu’ projesini yürürlüğe koydu.40 müttefiki ile birlikte İslam dünyasına karşı savaş başlattı. Birkaç yıl içinde İslam ülkelerine yüzbinlerce bomba yağdırdılar. Amerikan askerleri Irak’ın dini merkezlerini işgal ettiler. Niçin, birilerini mi arıyorlardı?” (Amerikan askerleri bir Şii türbesinin içinde dinlenirken.) “Zuhurdan önce Irak’ın bir çatışma merkezi olacağı öngörülmüştü. Irak’ta büyük bir korku yaşanacak, barış ve huzur yok olacaktır. Bazılarına göre, Irak’ın zuhurdan önce öldürüleceği belirtilen zalim diktatörü, Saddam’dır.” (Saçı sakalına karışmış Saddam görüntüleri.)
“Yemendeki olaylar da zuhurun yakın olduğunu gösteriyor. Hadis, zuhur yaklaştığında bu ülkede kutsal bir devrim olacağını haber veriyor. İmam Mehdinin, Mekke’ye erişecek olan ilk orduları Yemenden gidecek. Yemende Şiiler merkezi hükümetin saldırısına uğruyorlar, ama onları başarı ile püskürtüyorlar.”(Yemenli Şii isyancılar.)
“Bir süre önce Suudi Arabistan Yemendeki Şiilere havadan, karadan ve denizden saldırdı. Ürdün, ABD ve İsrail’i desteklemek için 2 bin komando gönderdi. Niçin Yemendeki Şiiler hedef alındı?” (Obama, Netanyahu, Ürdün Kralı Abdullah, Filistin Cumhurbaşkanı Abu Mazen ve Mübarek’in muhtemelen ABD’de bir zirvede çekilmiş fotoğrafları.)
“Hadise göre, zuhurdan önce Mısır’da halk ayaklanacak, ülkenin lideri öldürülecek ve kaosa sürüklenecek. Mübarek’e karşı ayaklanma ve Müslüman Kardeşler gibi grupların yükselişi, hepsi hadise uygun.” (Mübarek, Mısır protesto görüntüleri.)
“Hadise göre, Filistin de karmaşa, kışkırtma ve çatışmaların merkezi olacak. Filistin’de devlet kurmak için Yahudiler Batı’dan gelecekler.” (Filistin’e gemilerle gelen ilk Yahudi göçmenlerin görüntüleri.)
“Bu sırada Araplar birlik içerisinde olmayacaklar. Ancak sonunda Araplar kontrolü ele alacaklar.” (Hamas, Hizbullah bayrakları. Kayhan gazetesinin manşeti, “Bu Filistinli kuşak İsrail’in yenilgisine tanık olacak.” Yanan bir Davut Yıldızı. Yanan İsrail bayrağı.) “Lübnan’a saldırmaları hataydı. Gazze’ye saldırmaları hataydı. O gemilere saldırmaları hataydı. (Muhtemelen Mavi Marmara saldırısına gönderme yapılıyor.) Bu hatalar katil Siyonist rejimin son döneminde olduğunu gösteriyor.” (Kayhan gazetesinin manşeti, “Nasrallah: Yeni bir savaşın başlamasıyla İsrail’in yok oluşu gerçekleşecektir.”) “Hadise göre, Kral Abdullah döneminde Arabistan’da çatışmalar başlayacak ve zuhura dek devam edecektir. Suudi Arabistan’ın 100 yıl sonra Kral Abdullah adında bir kralı olması da bir işarettir.” (Kral Abdullah görüntüleri.)
“Hadise göre, zuhurdan önce İran’da bir devrim olacaktır. Kum’dan birisi haykıracak ve demir yürekliler onu izleyecektir.” (Humeyni ve onu destekleyen kalabalık.)
“Fırtınalar onları yıldırmayacak, savaşlar korkutmayacak.” (İran-Irak Savaşı görüntüleri.)
“Ezilenler, Doğu’dan yükselip, kılıçlarını çekerek haklarını alacaklar. Mehdi gelinceye dek durmayacaklar, ölenleri şehit olacak.”
“Hadis bize zuhurdan önce görülecek bazı anahtar kişilerden söz eder. Arabistan’da Kral Abdullah. Abdullah’ın ölümü zuhurun gerçekleşeceğinin garantisidir. Kral Abdullah’ın sağlığının bozuk olduğuna dair haberler zuhuru bekleyenler için iyi haber değil midir?” (Kral Abdullah görüntüleri.)
“Bir diğer kişi Sofıani’dir. Sofiani yürürken erkekler yüzlerini gizlerler.” (Ürdün Kralı Abdullah’ın kızgın ve kötü bir yüz ifadesi ile fotoğrafları.) “Seyit Horasani İslam bayrağını Mehdiye geçirecek olan Doğunun bir lideridir.” (Hamaney görüntüleri.) “Cesur bir adam. Horasan’dan çıkacak. Sağ elinde bir işaret var. Güçlü bir ordusu olacak. İran’ın pek çok modern gemiye, füzeye sahip, milyonlarca kişilik, şehit olmaya hazır bir ordusu var.” (Gemi, füze ve İran askerlerinin resmi geçit görüntüleri. Hamaney orduyu selamlıyor.)
“Pek çok uzman Horasani’nin Rehber Hamaney olduğu kanısında. İkinci önemli kişilik, Yemenli. Onun da, Hasan Nasrallah olduğuna inanılıyor. Nasrallah Yemen Şiilerindendir. Ataları Lübnan’a göçmüştür.” (Nasrallah, Yemen ve Lübnan görüntüleri.)
“Nasrallah hem Şiiler hem de Sünniler arasında cihat bayrağını dalgalandırabilmiştir. İmam Humeyni’nin eridir.” (Nasrallah, İmam Humeyni’nin önünde eğilirken.)
“Açıktır ki, Horasani ve Yemenlinin orduları Deccal’a karşı ayaklanmayı gerçekleştireceklerdir.”
“Hadise göre birkaç Deccal vardır.” (Ürdün Kralı Abdullah, Kral Abdullah, Kaddafı, Netanyahu, Bin Ladin fotoğrafları.)
“Masonlar, başkenti Kudüs olan bir dünya devleti amaçlayan bir gizli örgüttür.” (Amerikan dolarının üzerindeki piramit ve göz.)
“Pek çok ABD’li lider ve bazı Müslüman liderler bu örgütün üyesidirler.” (Bush, Clinton, Ürdün Kralı Abdullah fotoğrafları. Bush eliyle kurt başı işareti yaparken.)
“Birçok akademisyene göre, ABD ve İsrail’in kuruluşunun ardında bu örgüt var. Mason işaretleri, şeytana tapanların işaretleri ile benzerlik gösteriyor. İnançları Firavunlar dönemine dayanır. Son 200 yılda büyük güç kazandılar. Etkili üyeleriyle bir dünya devletinin kuruluşunu başarmak üzereler.”
“Hadise göre, önemli kişilerden Şuayip zuhurdan 72 ay önce hareketine başlayacak. Horasani tarafından başkomutanlığa atanacak.” (Ahmedinecat görüntüsü.)
“Ahmedinecat, zuhurdan önceki İslam’ın büyük komutanı Şuayip olabilir mi?” (Ahmedinecat ve İran askerleri.)
“Şuayip, Horasani’nin onayına sahip olacak” (Hamaney, Ahmedinecat’ı öperken.)
“Şuayip, Kudüs’ü orduları ile fethedecek. Filistin özgür olacak. Adalet gelecek. Ezilenler kurtarılacak.” (Ahmedinecat görüntüleri.)
“İmam’ın güneşi doğmak üzere. Ne şanslıyız ki, insanlığın bu çok önemli anının bilincindeyiz. İmam’ın dünya yönetimi için, Allah’a dönmek ve cihat için öne geliniz. İyi haberler yolda.” (Hamaney’in kendi görüntüsü üzerine bindirilmiş sözleri.) “Kesinlikle söyleyebilirim ki, zuhur ve yeni bir İslam uygarlığının kuruluşu için zaman yakındır.” (Anlatıcılar )
“Allah’ın selamı üzerinize olsun. Zafer yakındır.”23
Hamaney, Ahmedinecat ve Nasrallah'ın zuhur döneminin önemli kişilerine benzetilmesi ilk kez belgeseli hazırlayanlar tarafından yapılmıyor. Mehdeviyet bölümünde de alıntılar yaptığımız siyasal Mehdizme ilişkin Mayıs 2009 tarihli makalesinde Jean-Pierre Filiu; Lübnan’da Şadi Faris Fakih isimli seküler bir yayımcının, popüler Şiilik üzerine yazdığı düşük fiyatlı kitapçıklardan “Ahmedinecat ve Gelecek Dünya Devrimi” isimli olanında, Hamaney’i Horasani’ye, Ahmedinecat’ı Şuaip Peygambere ve Nasrallah’ı da Yemenliye benzettiğini belirtiyor. Fakih, Kral Abdullah’ı da Hicaz'ın (İran’da Suudi Arabistan bu şekilde anılıyor) son yöneticisi olarak ilan ediyor. Güney Lübnan ve Bekaa Vadisinde bol miktarda bulunan kitap, Şam’daki İran Kültür Merkezlerinde de satılıyor.24
Belgesel, Kahlili’nin de yer aldığı, İran’daki nükleer silahları Mehdi düşüncesi ve İsrail’in yok edilme hedefi ile ilişkilendiren çevreler tarafından, bu argümanların açık bir kanıtı olarak gösterildi ve fazlasıyla ön plana çıkarıldı. En üst dereceli Şii din adamı olarak kabul edilen ve Velayet-i Fakih Doktrinine karşı çıkan Irak’taki Büyük Ayetullah Sistani de bir demeç vererek, (yine Kahlili’nin tercümesine göre) “Son İmam’ın gelişine ilişkin analizin zamanlaması oldukça endişe verici. Bu tür analizler Müslümanların inancını zayıflatabilir. Bu tür eylemlerin İran’da olmaması gerekir... Bu çok kaygı verici,” dedi. “Zuhur Yakında”, İran’da da ulema arasında da büyük bir infial yarattı. Büyük Ayetullah Mükerrem Şirazi, İmam’ın gelmekte olduğunu ileri sürmenin kırmızı çizgiyi geçmek olduğunu belirterek, “Yönetici ulemanın, inancımızın zedelenmesine izin vermemesi gerekir” dedi. Şirazi, belgeselin yapımcılarının, “Siyasi amaçlarla, inanca ilişkin konuları sömürme” suçuyla yargılanmalarını talep etti. Üst düzey ulemanın belgeselden Ahmedinecat ve Meşayi’yi sorumlu tutarak, dağıtılan milyonlarca kopyanın amacının sadece mevcut hükümeti değil, Meşayi’nin 2013’te cumhurbaşkanı olma hedefini destekleme amacı taşıdığı suçlamasını yaptıkları da belirtiliyor.25
Ancak en ilginç tepkiler Kahlili’nin web sitesinde yorum yapan okuyuculardan geldi. Yapılan yüzlerce yorumda çeşitli gruplara mensup Hıristiyanlar, biraz ileride üzerinde duracağımız Şii Mehdinin aslında Deccal (yani anti-Mesih) olduğundan başlayarak, birbirlerinin Mesih inancını heyecanlı bir dille sorguladılar. Bu da, kuşkusuz Mesih inancının bütün dünyada ne denli yaygın ve etkili olduğu gösteren bir örnekti. Yanı sıra, “The Christian World View” isimli Avangelist bir sitede yer alan makalesinde bu akımın önde gelen isimlerinden Joel Rosenberg, filmde 12. İmam’ın gerçek Mesih gibi sunulduğunu, global bir İslam egemenliği kurduğunu ve dünyayı kurtardığım oysa bu bilgilerin doğru olmadığını belirtti. Bu yanlış Mesih öğretisinin, yanlış bir dine inanan (İslam) yanlış öğretmenlerce (İranlı ulema) yayılmasıydı. Rosenberg, gerçek Mesih olan Jesus Christ’ın (Hz. İsa) tilmizlerini, gelişine yakın günlerde “sahte Mesihlerin” ve “sahte peygamberlerin” ortaya çıkacağı konusunda uyardığını hatırlatarak, uyardı: “Tam olarak bilinemezse de bu, 12.İmam olarak isimlendirilen sahte İslam Mesih’inin gelmekte olduğunun işareti olabilir.” Dolayısıyla “Jesus Christ” ın sadık izleyicilerinin buna hazırlıklı olması gerekmektedir. Avangelist olduğunu belirten ve 12.İmam hakkında bir kitabın da yazarı olan Rosenberg, “İran yönetimince dünyaya yayılmaya çalışıldığı anlaşılan sahte Mesih öğretisine karşılık derhal önlem alınması ve gerçek Mesih öğretisini anlatmak için bir seferberlik ilan edilmesi” çağrısı yaptı.26
Başta sorduğumuz soruya cevap verebilmek için Hıristiyanlıktaki Mesih inancı ve Mehdiye bakış konusuna göz atmakta yarar var. Hıristiyan tarihindeki Mesiyanik beklentileri sosyolojik perspektiften değerlendiren Gerald Shenk’in, İran’daki Mehdeviyet konferansına sunulmuş olan ilginç makalesi ile başlayalım. Shenk, Katolik Kilisesine bir tepki olarak ortaya çıkan Protestanların, Mesih beklentisi içerisinde olan Avangelist kanadının da kendi içinde ayrıldığını ve Mesih’in dönüşünün hızlandırılması için çaba gösterilmesi gerektiğine inanan “Dispensetionalist”lerin, ABD’deki Avangelistlerin üçte birini oluşturduklarını yazıyor. (40-50 milyon Avangelistin 15 milyonu Dispensetionalisttir.) Yazara göre, Amerikan dinci sağının popülaritesinin ve İsrail’deki radikal unsurlara verilen mali desteğin arkasında bu grup var. Yanı sıra, oyları ile başkanlık seçimlerinin sonucunu da büyük ölçüde etkiliyorlar.
Shenk, Dispensetionalistlerin 100 yıldan fazla bir süre Mesih’in dönüşü için gereken işaretlerin şifresini dini metinlerden çözmeye çalıştıktan sonra, anahtarın İsrail ve Yahudilerde olduğu ve Kudüs’ten uzak Yahudilerce Mesih’in geliş sürecinin gerektirdiği adımların atılamayacağını keşfettiklerini belirtiyor. Böylece, İsrail’in kuruluşunun ardında da aynı grubun olduğunu ima ediyor. Bu çerçevede, İsrail’in rolü sadece Yahudiler, Araplar ya da Ortadoğu için değil, Dispensetionalistler açısından da son derece önemlidir, nitekim Mesih’in geliş sürecinde gözlemci değil oyuncu olmaya karar vermişlerdir. 2. Dünya Savaşından sonra tarihin doğru seyrinde ilerlemesi için sorumlulukları olduğu inancıyla, bu yolda lobi yaparak, dua ederek ve mali yardımda bulunarak aktif rol üstlenirler. Shenk, bu anlatılanların konuya uzak olan ya da seküler kişilere çok garip gelebileceğini kabul ediyor. Fakat dünyadaki bu tür sosyal ve siyasi davranışların açıklamasının (global kapitalizmin karmaşık yapısı ya da komplo teorilerinden ziyade) Dispensetionalist Hıristiyan teolojisinde bulunabileceği yorumunu yaparak, Mesih beklentisinin ne denli güçlü ve siyasal olaylar üzerinde etkili olduğuna dikkat çekiyor.27
Yine Mehdeviyet Konferansına sunulan bir makale. Pakistanlı yazar Yoginder Sikand, Hıristiyan Siyonist Mesiyanizmini ele alarak İslam ve Müslümanlara bakışını sorguluyor. Sikand, makalesinde öncelikle, “Hıristiyan Siyonist Mesiyanist Emperyalizminin ideologu, İslam ve Müslümanlara karşı kozmik savaşın savunucusu” olarak nitelediği John Hagee’yi tanıtıyor. “Hagee, Teksas Austin’deki 19 bin aktif üyesi olan Cornerstone Kilisesinin kurucusu ve rahibi. ABD’deki diğer köktendinci vaizler gibi onun kilisesi de çok fazla bağış alıyor ve medya ile içli dışlı. Günlük programını ABD ve dünyaya, radyo ve televizyonla (sadece ABD’de 160 TV kanalı, 50 radyo istasyonu ve 8 yayın şebekesi ile S.Ç) ulaştıran ‘Global Avangelizm’ isimli medya şirketinin başkanı. Hıristiyan Siyonizm’i konusunda, yurtdışında da aynı çevreler tarafından basılan pek çok kitabı var. Bu kitaplarında Hagee, Tanrının 'Mısır’dan Irak’a kadar olan Büyük İsrail’i sonsuza dek Yahudilere verdiğini, burada yaşayanların Yahudi egemenliğini kabul etmedikleri takdirde orada yaşamaya hakları olmadığını yazıyor. Yani, sürülmeleri ya da öldürülmeleri gerektiğini ima ediyor. Hagee, İslam ve Müslümanlara karşı vaaz ettiği global savaşı Hıristiyan ve Yahudilerin ortaklaşa gerçekleştirmeleri gerektiğini çünkü 2. gelişinden önce Jesus (Hz. İsa) bunu istiyor’ konu alıyor. Diğer Hıristiyan Siyonist Mesiyanist Avangelistler gibi Hagee de, Müslümanlarla diyaloga girmenin kesinlikle mümkün olmadığını çünkü Müslümanların başka bir Tanrıya taptıklarını düşünüyor. Kendi dinlerinden olmayan herkesi öldürerek bir dünya devleti kurmayı amaçladıklarını savunuyor. Hagee’ye göre, ‘İslam, terörizmi destekleyen bir ölüm doktrinidir. ABD İslam faşistleri ile bir savaş halindedir (G.Bush’dan alıntı.) Bu bir din savaşıdır ve hiç bir uzlaşmaya yer yoktur.”
Sikanda göre, İslam ve Müslümanlara yönelik yüzyılların nefreti üzerine inşa edilmiş olan, Hıristiyan Siyonist Mesiyanizmi günümüzün en vahim tehditlerinden birisidir. Özellikle ABD’de de sahip olduğu büyük siyasi ve mali güçle Batı Emperyalizminin yeni yüzüdür ve Hıristiyanlar da dâhil olmak üzere kanlı doktrinlerini benimsemeyen her inançtan insana vahşice karşı çıkarlar. “Hıristiyan Siyonist Mesiyanizmine göre, İslam ve Müslümanlar Tanrının düşmanlarıdır. Bu ideoloji, bugün pek çok İslam ülkesindeki Amerikan (ve İsrail) emperyalist saldırganlığını haklı çıkarmak için kullanılmaktadır ve çok muhtemelen ilerde İrana yönelik olarak da kullanılacaktır. Müslümanlar bu tehlikeli projenin farkında olup gereken önlemleri almalıdırlar. Diğer Hıristiyan olmayanlar ve Müslümanları sevenler de. O yüzden sadece Müslümanlar değil, bu ideolojinin Jesus Christ'ın (Hz. İsa) mesajından temel bir sapma ironik olarak onun adını taşıyan bir ihanet olduğuna inanan Hıristiyanlar da önlem almalıdır.”29
Son makalemize geçmeden önce Hagee’den biraz daha söz edeceğiz. Vaazları bir haftada 99 milyon eve ulaşan ve başta 3. dünya ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden izlenen Avangelist vaiz, 22 kez İsrail’e gitmiş ve Menahem Begin’den bu yana bütün İsrail Başbakanları ile görüşmüş. Sovyet Yahudilerinin İsrail’e getirilmesi için 8,5 milyon dolar yardımda bulunmuş. 2006’da,“Christians United for Israel İsrail için Birleşen Hıristiyanlar” isimli etkili bir lobi örgütü kurmuş. Ancak İsrail devletine destek verirken, Yahudiler hakkında liberal Yahudi çevrelerce anti-semitik olarak nitelenen olumsuz ifadeleri var. Mesela, Hitler’in Yahudilerin modern İsrail devletine ulaşmalarını sağlayan ilahi bir planı gerçekleştirdiği söylüyor. Holokost’un, İsrail’e gitmeleri çağrısına kulak tıkayan Yahudilerin kendi suçu olduğunu yorumunu yapıyor. Ahmedinecat’ın yeni Hitler olduğunu, İsrail ile ABD’ye nükleer silahları ile saldırmayı amaçladığını, buna meydan verilmeden İran’a önleyici bir saldırının yapılması gerektiğini savunuyor. Fakat bunun İsrail’deki pek çok Yahudi’nin ölümüne neden olabileceğini de kabul ediyor. “Jerusalem Countdown-Kudüs Geri sayımı” isimli kitabında, Hitler’den, “Lanetli, genetik olarak katil ruhlu, yarı Yahudi bir soydan geliyor,” şeklinde söz ediyor. Barış yanlısı liberal Yahudileri, “zehirlenmiş” ve “ruhen kör” olarak tanımlamakla kalmıyor, liberal Yahudiliğin bir eseri olarak gördüğü seküler hümanizmi, Şeytanın dini olarak niteliyor ve savaşılmasını vaaz ediyor. Bu nedenle, radikal sağcı Yahudiler tarafından savunulsa da, liberal Yahudiler ve Reform Yahudiliği tarafından, barış karşıtlarını destekleyen İsrail politikası, öbür inançları özellikle İslam ve Roma Katolik Kilisesini aşağılaması nedeniyle, sert bir şekilde eleştiriliyor. Hagee kitaplarında, “Büyük Fahişe” dediği Roma Katolik Kilisesini paganist bir Hıristiyanlığı yaymakla, tarih boyunca Yahudileri öldürmekle, Hitler’i desteklemekle (ve onun politikasını şekillendirmekle) suçluyor. Bu nedenle, 2008’de Cumhuriyetçi Başkan adayı Mc Cain’i desteklediğini açıkladığında, ABD’deki Katolikler büyük tepki gösterirler. Sonuçta Hagee, “Büyük Fahişe” benzetmesini Roma Katolik Kilisesi için kullanmadığını söyleyerek resmen özür diler.30
Görüldüğü gibi Hagee’nin düşmanlığı İslam dinine ve Müslümanlara olduğu kadar, Roma Katolik Kilisesine ve liberal ya da/ve ateist Yahudilere de yönelik. Hagee’nin neo-con’lar ve aşırı milliyetçi ve dinci İsrailli çevreler ile aynı tarafta olduğunu da not edelim. Dinin siyasi amaçlarla kullanılmasının, yani siyasallaşmasının açık bir sonucu olan bu cepheleşme nihai değerlendirmemizi yaparken bize yardımcı olacak. Dinlerarası diyalogu savunan İsrailli bir Yahudi olan Yehezkel Landau’nun makalesinden (tam da bu konuda) alıntılarla devam edelim. Landau, değişik İbrahimi dinlerin radikal tefsirlerine inanan militan Mesiyanistlerin yol açtıkları felaketlerin akla şu soruyu getirdiğini yazıyor: “Yüzyıllardır inananlara esin kaynağı olan zamanın sonu senaryoları devletlerin ya da silahlı siyasi hareketlerin gündemi haline gelirse ne olur?” Landau, İsrailli sağcıların Mesih inancını ve İran rejiminin Mehdi inancını kullandıkları gibi aynı şekilde, Lübnan’da Hizbullah’ın da Mehdi sembolizmini güçlendirerek, cefayı zafere dönüştürme sözüyle bu inancı başarılı bir şekilde siyasileştirdiğini vurguluyor. Şahadet de dâhil olmak üzere acı çekme ve sonunda zafere (yani selamete) ulaşma, Şii inancının temel unsurlarını oluşturuyor.
Benzer şekilde, Mukteda el Sadr da, aynı dini sembolleri Irak’ta kurduğu Mehdi Ordusu ile öne çıkartıyor. Saddam yönetimi altında uzun yıllar yaşanan baskının ve Batılı işgal güçleri ile mücadelenin ardından zafere (selamete) ulaşma sözü veriyor.
İranlı liderler ve Hizbullah, Mehdi inancını ön plana çıkartırken İsrail’i, buna karşılık İsrailliler ise, Mesih inancı ile İranlıları şeytanlaştırıyorlar. Bunu yapmak için de, kendi misyonlarının önünü açacak şekilde tarihi ve günlük olayları mistik Mesiyanizm doğrultusunda yeniden yorumlayarak ilahi bir “Mesiyanik doğru” adına diğerlerine adaletsizlik yapmayı haklı çıkarıyorlar. Özellikle tarihsel olarak ezilmiş toplumlar (mesela Irak’taki ve Lübnan’daki Şiiler ile Yahudiler) güç elde ettiklerinde geçmişte yaşadıkları zulüm ve baskıyı tazmin edecek ve bunun intikamını alacak şekilde Mesiyanik retorik kullanarak yeni ideolojiler geliştirebiliyorlar. Gündemi selamet olan bu tip ideolojiler de, bu sefer diğer ideoloji ve inançların mazlum durumuna düşmelerine neden oluyor. Landau bu noktada, “Mehdi ya da Mesih adına hareket eden bu nefret ve intikam güçleriyle mücadele etmek için alternatif bir ruhani aklı devreye sokmak mümkün değil mi?” diye soruyor.31 Landau’nun bu sorusuna muhtemelen hayır cevabı vermek gerekecek. Dünyada ve özellikle Ortadoğu’da yaşananlar bunu yapabilmenin bugün her zamankinden daha zor olduğunu gösteriyor.
Giriş bölümünde de vurguladığımız gibi bu kitapta, Şii düşüncesinde İslamcılığı, İran örneğinde ele alarak anlamaya çalıştık. İran tarihine paralel olarak Şiiliğin siyasallaşmasını inceledik. İran devrimi ile iktidara gelen Şii İslamcılık anlayışının bundan sonra gideceği yönü araştırırken ok işaretleri bizi Mehdiye götürdü. Bu noktadan bakıldığında; her ne kadar Mart 2012 seçimleri bu yönde sonuçlanmamışsa da, İran’da rejim içindeki sert çatışmanın galibi olması halinde Ahmedinecat ve onu destekleyen çevrelerin, Mehdi inancını şimdiye dek hiç olmadığı kadar siyasallaştırıp, (bu inancın ruhuna da uygun olarak) globalleştirmeyi deneyecekleri öngörüsünde bulunabiliriz. Ancak bu takdirde karşılarında, Mehdiye karşı Mesih (ya da Sahte Mesih’e karşı Gerçek Mesih) formülünü savunan cepheyi bulacakları anlaşılıyor. Bu cepheyi saptamaya çalışalım. Avangelist Hagee’nin, neo-con’ları ve radikal sağcı İsraillileri yanma alarak İran’a, Roma Katolik Kilisesine ve liberal ya da/ve ateist Yahudilere saldırdığım görmüştük. Ahmedinecat’ın Papaya yazdığı saygılı mektup, Mehdeviyet konferanslarına katılan Katolikler gibi unsurlar da, bize İran yönetimi ile Katolik Kilisesinin müttefik olmasalar da en azından karşı cephelerde yer almadıklarını düşündürebilir. “Tükenen Devrim ideolojisi” yerine, İran’ın nihai hedefi olduğu ileri sürülen nükleer bombadan daha da tehlikeli bir yeni İslamcılık ideolojisi ile silahlandığı anlaşılan Ahmedinecat’ın anti-semitik söylemi, her fırsatta bölgedeki Amerikan ve Siyonist varlığını sona erdirecekleri tehdidinde bulunması ve Katolik Kilisesi ile yakınlığı, akla benzer bir retoriğe sahip olan lan Dallas ya da Şeyh Murabıt es-Sufi’yi getiriyor. “Müslüman Kardeşlerden Yeni Osmanlılar’a” kitabında geniş yer verdiğimiz İskoçyalı Dallas, Müslümanlığa geçtikten sonra pek açık olmayan bir şekilde Şeyh unvanı almış, bu gün en çok müride sahip radikal İslamcı liderlerden birisidir. Global güç çatışmasına ilişkin yorumları geldiğimiz bu noktada zihin açıcı olabilir. Kitaptan aynen alıntılayalım.
“Murabıt a göre, geçmişten bugüne süren global düzeyde bir çatışma söz konusudur. Bu Hıristiyanlar ve Yahudiler arasındaki bir çatışmadır. (Murabıt, Avangelistleri Yahudi işbirlikçisi Hıristiyanlar olarak görür, dolayısıyla kastettiği Hıristiyanlar Katolikler olmalıdır.) Bunun en acımasız sonucu Nazilerin 2. Dünya Savaşı sırasında yaptıklarıdır. Fakat bu onların Yahudi olmalarıyla değil faize dayalı piyasa modelinin Yahudiler tarafından icat edilmiş ve ağırlıklı olarak onlar tarafından kontrol edilmekte oluşuyla ilgilidir. Her şey, Amerikan Devriminin ardından (ki 1789 Fransız Devrimine kaynaklık edecektir) ABD’nin kurulması ile başlar. O zamandan beri, yıkılan eski rejimlerin elitleri ile yeni elit arasındaki kavga sürmektedir. Eski sistem İtalya’da Garibaldi, Sırbistan’da Kara El, Türkiye’de Jön Türkler gibi sözde milliyetçi hareketler tarafından 1. Dünya Savaşı sonrasında yıkılan ve yerlerine ulus devletlerin kurulduğu Hıristiyan monarşileri ve Osmanlı Halifeliğidir. Bu, Hıristiyan monarşilerini ve Panislamizm’i engellemeyi amaçlayan uluslararası bir komplodur. Dolayısıyla aslında antik Yunan ile başlayan Roma ve daha sonra Alman uygarlığı ile devam eden Batı medeniyetinin de sonudur. Son zafer kölelere aittir. Şimdi, bu ulus devletlerin, ulus-üstü kurumlara dönüştürülmesi amaçlanmaktadır. Fransız Devriminden sonra, Rothschild (Bankacılık) Evi, Yahudiler tarafından kuruldu ve altının değerini saptama rolünü üstlendi. Bugün hâlâ, kimse tarafından seçilmemiş oldukları halde, bazı eski soylu ailelerin bireyleri ile birlikte, aynı rolü sürdürüyorlar ve bunun adına da demokrasi deniyor. Dolayısıyla, anti-semitizmin diyalektiği Yahudileri değil, bu anlatılan sistemi korumanın bir yolundan başka bir şey değildir. Anti-semitizm suçlaması bir köle grubu Yahudiler tarafından devrilen Hıristiyan elitlerin başının üzerinde sallanan bir kılıçtır.
Bugün demokrasi denen şey, Yunan modeli değil, Hıristiyan Avrupa ve İslam Halifeliğine son veren, Amerikancılığın anayasal demokrasisidir. Tarih, resmi versiyonundan oldukça faklıdır. Monetarist elitler tarafından savaşa zorlanan Hitler, hegemonya peşinde bir şarlatan değildi. Weimer Cumhuriyetindeki karmaşaya son verdi ve Alman ulusunun kendisine olan saygısını yeniden kazandırdı. Hitler, Hıristiyan dünyasını tamamen yok etmeyi ve dünyayı faiz yoluyla tek bankacılık sistemi altında birleştirmeyi amaçlayan planı engellemeye çalıştı. Aynı planın 2. aşaması ise kapitalist Amerika’nın, yenilenen komünist devlet kanalıyla yok edilmesiydi. Dolayısıyla, hem kapitalizm hem komünizm sahte ideolojilerdi. Son hedef, oluşturulacak bir kredi kartı ağı ile parasonrası aşamaya geçmekti. Bu nedenle, faizci sistemi ortadan kaldırmak Nazi Almanya’sının 20 hedefinden biriydi ve Avrupa’yı 20 ve 30’larda sarsan olayların ardında bu gerçek vardı. Savaş sonrasında Yahudiler ulus devletlerine kavuştular ancak bu Hitler’in uyardığı gibi onların para piyasaları üzerindeki kontrolüne son vermedi. Bu nedenle ‘Yahudi sorununu çözmede de başarılı olamadı. Tam tersine, dünyadaki bütün Yahudilerin efendisi ve kendiliklerinden onların polisi haline geldiler.
İsrail, global bankacılığın silahlı koludur. Aslında, Yahudileri korumak için değil dünya elitlerinin ki, dünya medyası da kontrolleri altındadır, dünyayı ele geçirme sürecini perdelemek için bir ilgi merkezi oluşturma amacıyla kurulmuştur. Bunun için, yaşananlar ne bir Yahudi dünya elitlerinin çoğu Yahudi olmakla birlikte ne de komünist komplosudur. Zaten Yahudiler, Hıristiyanların yardımı olmadan eski rejimleri yıkmada başarıya ulaşamazlardı. Eski efendiler devrildi, eski elitin tekrar geri gelme şansı yok. Haç bir kez kırıldı, bu süreci Müslümanlar durdurabilir ve faizci sistemi ortadan kaldırmak onların tarihi misyonudur. Onlara bunun imkânları verilmelidir. Yahudiler, îslami sistemi kabul etmeli ya da Müslüman olmalıdırlar, bu onlara sunulan bir çıkış yoludur yoksa kendilerini gerisin geri tekrar (Holokost’la sonuçlanan S.Ç.) eski Yahudi-Hıristiyan zıtlaşması içinde bulurlar.”32
Murabıt, “Gelmekte olan İnsan” kitabında, Hitler’in vasiyetinde yer alan (“Bundan böyle gelmekte olan insan için dövüşeceksiniz”) bu beklenen kişinin Müslümanlar olduğunu belirtir. 1996’da, (Necmettin Erbakan Başbakan, Recep Tayyib Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıdır) İstanbul Belediye Başkanlığının Kültür Dairesi tarafından düzenlenen “Doğudan Batıdan” adlı konferanslar serisi sırasında yaptığı konuşmada, Osmanlı devletinin gelmekte olduğunu ve Genç Osmanlıların çağının başladığını ilan eder. Halifeliğin yeniden tesisi ile kapitalist düzeni yıkma misyonunu da Genç Osmanlılar a yükler.33
“Gelmekte olan insan” motifinin Mehdi inancı ile benzerliğine dikkat çekerek hemen, makalelerinde sürekli olarak “İran tehlikesine” dikkat çeken neo-con gazeteci Daniel Pipes’ın yeni bir yorumuna yer verelim. “Ankara’nın hırsları kontrol edilmeli. İran rejiminden daha az provokatif fakat daha zekice, kendi İslamcılık vizyonu ile Müslüman ülkelere yeniden şekil vermeyi hedefliyor. Bu çabanın ilk salvoları başarılı çünkü hem etkili oldu hem de dikkatleri çekmeden yapıldı.”34
AKP yönetiminin, “Yeni Osmanlılık” olarak da isimlendirilen İslamcı modelinin Batılılar tarafından bölgedeki İslam ülkelerine bir model olarak önerildiğini görmüştük. O halde Pipes’ın da vurguladığı gibi, bölgede (biri Şii biri Sünni olmak üzere) iki İslamcı model söz konusudur. Bu giderek belirginleşen rekabete ve iki ülkenin; Esad rejiminin geleceğine ilişkin ciddi bir çatışma içerisinde olmalarına karşın en azından görünürde ve şimdilik yakın olan ilişkileri, kendi özel gündemlerini uygulayabilmek için dayanışma içerisinde göründükleri şeklinde açıklanabilir. Çünkü iki ülkenin de, bölgedeki dengeleri yeniden belirlemek isteyen, hatta bir harita değişikliğine gitmeyi amaçladıkları anlaşılan global güçlere karşı en güçlü kartı, muhtemel bir Türk-İran ittifakıdır. Fakat Türkiye’nin Suriye’ye olası bir müdahalesi böyle bir olasılığı ortadan kaldırabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=rFr4C2BPLeM
You Tube’de çeşitli versiyonlarının da izlenmesi mümkün olan 18 Kasım 1990 tarihli 1 dakikalık videoda, dönemin Dışişleri Bakan Yardımcısı olan Netanyahu ile ünlü Hasidik Hahambaşı Menachem Mendel Schneerson konuşuyorlar. Netanyahu’nun başında siyah bir kipa (Yahudi dua başlığı) var ve son derece saygılı bir şekilde davranıyor. Hahambaşı, Netanyahu’yu kutsayarak bir şişede muhtemelen okunmuş su veriyor.
Bugünkü Ukrayna’da doğan ve 1994’de 92 yaşında New York’ta ölen, Berlin Üniversitesi ve Sorbonne’de öğrenim görmüş olan Hahambaşı Schneerson, Hassidik 36 Chabad Lubovitch hareketinin 7. ve son başhahamıydı. Holokost sırasında mensuplarının neredeyse tamamı öldürülen hareketi, lideri olduğu 44 yıl zarfında The New York Times’e göre, Yahudi dünyasının en etkili ve tartışmalı hareketi haline getirdi. Merkezi New York’ta bulunan ve bütün dünyada 200 bin mensubu olan Mesiyanik hareket, kendi inancı doğrultusundaki Ortodoks Yahudiliği yaymak için dünyanın dört bir yanına misyonerler gönderiyor, her yıl bütün dünyada çok sayıda okul ve çeşitli yardım kuruluşları açıyor. 1990’da hareketin bağışlardan kaynaklanan yıllık gelirinin 100 milyon dolar civarında olduğu açıklanmıştı. Schneerson’nın İsrail’e hiç gitmemesine rağmen hareketi aracılığıyla İsrail siyasetinde son derece etkili olması nedeniyle, sağcı İsrailli Liderleriler tarafından mutlaka ziyaret edildiği belirtiliyor. İzleyenleri tarafından (halen) Yahudi Mesih’i olduğuna inanılan Schneerson, Yahudilerin Tevrat’ta belirtilen ve hahamlar tarafından diğer kutsal metinlere dayanılarak yorumlanan kurallarına uymaları halinde Mesih’in gelişini hızlandırabileceklerini vaaz ediyordu.37
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Mesiyanik eğilimleri olduğuna dair elimizde bir bilgi olmamakla birlikte pragmatik bir politikacı olduğu bilinmektedir. Yukarıda sözünü edilen video, sadece dünyanın her yerinde olduğu gibi etkili din adamlarından icazet alma peşinde olan bir politikacıyı gözler önüne seriyor olsa dahi, İsrail siyasetinde bu denli etkili olan Hahambaşı Schneerson’nın Mesih’in gelişinin hızlandırılması gerektiği yolundaki telkini önemle not edilmelidir. İran’ın nükleer silah kapasitesine ulaşması olasılığı haklı olarak, İran’ın kimlerin kontrolünde olduğuna dair bir endişe yaratıyorsa, aynı duyarlılık hâlihazırda nükleer silahlara sahip İsrail için de gösterilmelidir.
Hahambaşı Schneerson’nm, Yahudi Mesih'i olarak zamanı geldiğinde tekrar ortaya çıkacağını savunan ve Mesih’in gelişine dair işaretleri gözlediği iddiasındaki “rabbiyess.com” isimli web sitesinde; 1840’dan bu yana Ortodoks Tevrat bilimcilerin çalışmalarına göre, dünyadaki olayların kutsal Yahudi metinlerinde yer alan Mesih’in gelişine ilişkin işaretler çerçevesinde geliştiği ileri sürülüyor. 1840’daki sanayi devrimi, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Holokost, Yahudilerin Kutsal Topraklara geri dönmeleri, Körfez Savaşı, İkiz Kuleler faciası örnek olarak veriliyor. 1991’deki Körfez Savaşı sırasında, ABD’nin Irak’a 2003’teki saldırısının Hahambaşı tarafından öngörüldüğü çünkü bu savaşın Yahudilerin ve insanlığın selamete erişmesinin, yani Mesih’in gelişinin işaretlerinden birisi olduğu belirtiliyor. Aynı şekilde, İran ile Hıristiyan Batı arasında, Batının galibiyeti ile sonuçlanacak bir savaşın da Mesih’in gelişinin işaretlerinden birisi olarak kutsal metinlerde yer aldığı ifade ediliyor.38
 söylemeye hazırlanmadan önce Mehdi-Mesih çatışması üzerinden ileri bir komplo teorisi geliştirelim. Yukarıda sözü edilen kimi olaylar ve son olarak Ortadoğu’daki ayaklanmalar; (“Zuhur Yakında” belgeselinin de düşündürdüğü gibi) bu doktrine her iki tarafta da gerçekten inananlar ya da bu inancı kullananlar tarafından, Mesih’in gelişini “hazırlamak” amacıyla, dini metinlerde belirtilen işaretlere uyacak şekilde planlanıyor olabilir mi? Komplo teorimizi Vali Nasr’dan bir anekdotla destekleyelim. İran-Irak savaşının zor günlerinde yeterli eğitim ve teçhizat verilmeden cepheye gönderilmiş genç askerler geceleri uyandıklarında beyaz bir atın üzerinde beyaz pelerine sarınmış bir figürün kendilerini kutsadığını görerek heyecanlanırlar. Ancak gördükleri Mehdi değil, morallerini yükseltmek için gönderilmiş profesyonel aktörlerdir.39
1* Olivier Roy, “Post-Islamic Revolution”, “Post-Islamic Revolution” .europeaninstitute.org
2* RoyKhosrokhavar, İran: Bir Devrimin Tükenişi, Giriş, ss 1-17, 203-4 3* Olivier Roy, “Islamism’s failure, Islamists’ future” 30 Ekim, 2006, http://www.
opendemocracy.net/faith-europe_islam/islamism_4043.jsp 4* Roy,“Post Islamist Revolution”
5* Pepe Escobar, “ Iran’s post-Islamist generation”, 17 Şubat, 2011, http://www.
atimes.com/atimes/Middle_East/MB 17Ak02.html 6* Mohsen Milani, “Iran unrest: what next for the opposition movement?” BBC World Service, 15 Şubat, 2011 (audio): http://www.bbc.co.uk/worldservice/ ne ws/20111021110215_iran_protests_wt_hs.shtml>
7* Serge Halimi,” Could Iran be next?” Le Monde diplomatique İngilizce Baskısı, Mart 2011
8* Richard W. Murphy ile mülakat, “New Chapter’ in Middle East”, 3 Mart, 2011, http://www.cfr.org/middle-east/new-chapter-middle-east/p24276 9* “On Mubarak’s fail and Iran”,San Francisco Chronicle, Editorial, 15 Şubat, 2011
10* Olivier Roy, “End of the old Arab strongman”, New Statesmen, 3 Mart, 2011 11* View from the Arap Media, Arap Reform Bulletin, 31 Mart, 2011 http:// www.carncgieendowment.org/arb/?fa=show£article=43363: Hakkı Uygur, “Arap Baharı ve Iran”, SETA, 26 Mart 2012, setav.org 12* İran Analiz, “Şiileştirmeye izin Yok”, 26 Şubat 2012, irananaliz.worldpress. com
13* Mehdi Khalaji, “Egypt’s Müslim Brotherhood and Iran: Rapprochement between Sunnis and Shiites?”,Qantara.de, 16.04.2009; Barry Rubin, “The Hamas Split and the Palestinian Political Mess”, gloriacenter.org, 19 Şubat 2012; Robert M. Danin, “Hamas Breaks From Syria”, 29 Şubat 2012,cfr.org 14* Vali Nasr, “Showdown in Tehran”,foreignpolicy.com, 23 Haziran, 2011;An Opposition Move on the Elections, EA, 28 Temmuz,2011; Farhad Alavi, “Those Who Yelled ‘No, No’ Should Have Been Confronted.What Happened at Khamenei-Majlis Leaders Meeting Last Month”, 31 Temmuz 2011, http:// www.roozonline.com/english/news3/newsitem/archive/2011/july/31/article/ what-happened-at-khamenei-majlis-leaders-meeting-last-month.html;Scott Lucas, “Khamenei’s Balancing Act on ‘Hooligan MPs and Ahmadinejad”, EA, 2 Ağustos, 2011; Gül Atmaca, “Ahmedinejad'ın Kayıp Günleri”,orsam.org, 10 Mayıs, 2011; AFP, “Iran conservatives heap pressure on Ahmadinejad”,29 Mayıs 2011; Atmaca, “Tahrandaki Siyasi Çekişmenin Nefti Rengi”,orsam, org, Temmuz 2011; Lucas, “ Ahmadinejad v. The Revolutionary Guards”, E A, 4 Temmuz, 2011;Ladane Nasseri, “Iran Oil Minister-Designate Has Strategic Views, Press TV Says”, 1 Ağustos, 2011, http://www.bloomberg. eom/news/2011 -08-01/iran-oil-minister-designate-has-strategic-views-
prcss-tv-says.html; Lucas, “Harmony Breaks Out?”,EA, 4 Ağustos,2011; Rostam Ghasemi, “Iran Revolutionary Guard Commander Becomes New President of OPEC, guardian.co.uk, 3 Ağustos, 2011,
15* Pınar Sinkaya, “Meclis Seçimleri Öncesinde İran’ın Siyasi Haritası”, ORSAM, 1 Mart 2012, orsam.org.tr; Pınar Arıkan, “Dokuzuncu İslami Şura Meclisi Seçimleri Sonrasında İran” ,ORSAM, 5 Mart 2012,orsam.org.tr; Y. Ziya T.Yılmaz, “İran Genel Seçimleri Ve Mesajları”,abna.co, 9 Mart 2012, http://www.abna.ir/data.asp?lang=108cld=301448: Bayram Sinkaya, “İran Meclis Seçimlerinin Yansımaları”, http://www.sde.org.tr/print.aspx?pagel D=0&columnID=0&newsID=1817; Mehdi Khalaji, “Who Will Lead PostKhamenei Iran?” Policy Watch #1901: Special Forum Report, VVashington Institute, 15 Şubat 2012; “Iran after the 2012 Parliamentary Elections-2012 Parlamento seçimleri sonrasında İran-Wilson Çenter Bijan Khajehpour’u konuk ediyor”, 8 Mart 2012, http://www.wilsoncenter.org/event/iran-afterthe-2012-parliamentary-elections ve POMED Notes: Iran After the 2012 Majles Elections, http://pomed.org/blog/2012/03/pomed-notes-3.html; A. Savyon & Y. Mansharof, “Irans Ninth Majlis Elections: A Show with PreDetermined Results”, MEMRI, 14 Mart 2012, memri.org; Michael Rubin, “Election boycott drives a wedge between Iranian reformists”, 27 Mart 2012, American Enterprise Institute, defense-policy/regional/middle-east-andnorth-africa/election-boycott-drives-a-wedge-between-iranian-reformists; “Iran’s Conservatives Grapple for Power”,March 1,2012, stratfor.com; Nazila Fathi, “What Irans election results mean”,13 Mart 2012, Salon, http://www. salon.com/2012/03/13/what_irans_election_results_mean/; ilan Berman, “Pulling Back The Veil On Irans Parliamentary Elections”, 8 Mart 2012, Forbes, http://www.forbes.eom/sites/ilanberman/2012/03/08/pulling-backthe-veil-on-irans-parliamentary-elections/
16* Vali Nasr, The Shia Revival: How Conflicts within İslam Will Shape the Future, New York: W. W. Norton 8c Company, 2006, s. 130 alıntılayan Yehezkel Landau, Shi’ite Mahdism and Jewish Messianism: The Ambivalent Mingling of Piety and Politics, Hartford Seminary
17* http://www.enduringamerica.com/home/2011/4/13/the-latest-from-iran ; The Latest from Iran (9 Aprill: Ahmadineiad Challenges the Suprcme Leader över the President’s Right-Hand Man
18* Miruna-Ioana Fulea, “The Iranian Islamism, a Model towards Stability in the Müslim World”, The Scientifîc Committee of the International Conference of Mahdism Doctrine, http://www.mahdaviat-conference.com/vdcebx8eijh8w. klj.html
19* RoyKhosrokhavar, İran: Bir Devrimin Tükenişi, ss 54-56
20 * Reza Kahlili,”Iran Leaders: The Corning is Upon Us Israel Shall be Destroyed!”, 28 Mart,2011, http://atimetobetray.com/blog/iran-leadersthe-coming-is-upon-us-%E2%80%93-israel-shall-be-destroyed-watch-thevideo/; PajamasMedia: (PJM Exclusive) “Iran’s Supreme Leader Declared the Mythical Figüre in End of Times”; PajamasMedia: “Exposure of Movie
Predicting Shiite Messiah Causes Turmoil Within Iranian Regime”; Pajamas Media: “Iranian Rulers, Believing Pre-Messianic Destruction Is Imminent, Make Film To Prepare Muslims”; CBN-700 Club: “ Iranian Video Says Mahdi is ‘Near’”; Newsmax: “ Iran Film: Iran Plans to Conquer Israel, World”; Frontpage Magazine: “Iran’s End Times Documentary”
21* Kahlili agm; Reza Kahlili, “Revelations from ‘The Corning is Upon Us’ Shakes up the Iranian Regime” 11 Nisan 2011, http://atimetobetray.com/blog/ revelations-frorn-%e2%80%9cthe-coming-is-upon-us%e20/o80%9d-shakesup-the-iranian-regime/
22* EA, “The movie, the president and the hidden imam”, 11 Nisan 2011, http:// www.enduringamerica.com/home/2011/4/11/iran-story-the-movie-thepresident-and-the-hidden-imam.html; http://www.enduringamerica.com/ home/201I/4/12/iran-story-the-movie-the-president-and-the-hiddenimam.html
23* Reza Kahlili, “Iran Leaders: The Corning is Upon Us Israel Shall be Destroyed!”, 28 Mart 2011, http://atimetobetray.com/blog/iran-leaders-the-comingis-upon-us-%E2%80%93-israel-shall-be-destroyed-watch-the-video/
24* Jean-Pierre Filiu, The Return of Political Mahdism 25* Kahlili, “Revelations from; enduringamerica.com,agm 26* Joel Rosenberg, “Why is the new İranian video about the Soon Corning of the Messiah signifîcant?”, 4 Nisan, 2011, thechristianworldview 27* N. Gerald Shenk, “ Movements ofMessianic expectation in Christian history from a sociological perspective”, The Scientifıc Committee of the International Conference of Mahdism Doctrine, http://www.mahdaviat-conference. com/vdcakmny 149ni.gt4.html
28* Babylon Forsaken Ministries, “Iran, Mahdi and Anti-Christ”
29* Yoginder Sikand, “Christian Zionist Messianism: How It Views İslam and Muslims”, The scientific committee of international mahdism doctrine conference, 8 Ekim 2008, http://www.mahdaviat-conference.com/ prthtxnqd23ni. 102.html
30 * http://www.cufi.org/site/PageServer?pagename=events_honor_israel; John Hagee,Wikipedia; http://www.iTiosquitonet.com/~prewett/hag0109. html; On Fox’s Your World, “Apocalyptic pastor John Hagee claimed Iran will nuke Israel and the U.S.”, 17 Ağustos, 2006 http://mediamatters.org/ research/200608170002; “McCain Backer Hagee Said Hitler Was Fulfilling God’s Will”, http://www.huffingtonpost.eom/2008/05/21 /mccain-backerhagee-said_n_102892.html; Bruce Wilson, “John Hagee and Christian Identity Leader Agree on Alleged ‘Satanic Liberal Jewish Conspiracy” 10 Mart 2007, http://www.talk2action.Org/story/2007/3/10/165413/896 31* Yehezkel Landau, agm.
32* Shaykh Abdalqadir as-Sufi al-Murabit, Gelmekte Olan İnsan İçin, 1988, Türkçe baskı, alıntılayan Çağlayan, “Müslüman Kardeşlerden, ss. 319-326
33* “The Epoch of the Young Ottomans”, Shaykh Abdalqadir as-Sufi al-Murabit, İslami Düşünce Birinci İstanbul Yıllık Uluslararası Konferansındaki konuşmasının metninden. 15-16 Mart 1996, Shaykh Abdalqadir’s Home Page alıntılayan Çağlayan age. s.325
34* Daniel Pipes, “ Ambitious Turkey”, National Review Online, 12 Nisan, 2011, http://www.meforum.org/pipes/9671/ambitious-turkey
35* “Benjamin Netanyahu Ordered to Hasten Jewish Messiah’s Corning”, http:// theuglytruth.wordpress.com/
36* 18. yüzyılda Doğu Avrupa’da ortaya çıkan ve halen devam eden mistik ortodoks Yahudi hareketine mensup olan
37* Ari Goldman, “Rabbi Schneerson Led a Small Hasidik Sect to World Prominence”,NYTimes.com,13 Haziran 1994; “Rabbi Menachem Mendel Schneerson”,Jewish Virtual Library; Wikipedia
38* Haham Moshe Yess, “1.000 Chassidic Rabbis, Jews claim Rabbi M.M.Schneerson to be true and only King Messiah”, www.rabbiyess.com/ lndex2.html: Haham Moshe Yess ,“War with Iran, Foretold in Talmud as sign of Messiah’s imminent arrival”,www.rabbiyes.com/Iran.html
39* Nasr, age.s 132.
Sh: 321-358
Kaynak: Selin Çağlayan, Şii Düşüncesinde İslamcılık: İran Mehdi'yi Beklerken, Cinius Yayınlarıİnceleme Araştırma Eleştiri, BİRİNCİ BASKI: Haziran, 2012, İstanbul


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar