İRAN NEREYE?
Mısır’daki son gelişmeleri
“Post-İslamcılık” olarak yorumlayarak 1 eleştiri ve dikkatleri yine üzerine
çeken Olivier Roy, daha önce de siyasal İslam’ın iflas ettiğini savunarak
(Siyasal İslam’ın İflası, 1994) adeta infial yaratmıştı. 1999’da da bu tezini,
İran’da İslam devrimin tükendiğini öne süren, “İran: Bir Devrimin Tükenişi” isimli
kitabında sürdürdü. Yukarıdaki sorumuzu daha önce de, “İslam devriminin ulus
devleti güçlendirdiğine ilişkin alıntılar yaptığımız aynı kitaptan özetleyerek
cevaplayacağız.
Devrim, İran’da dinin
sekülarizasyonunu hızlandırmıştır. İslam devrimi bir geleneğin ani patlaması
sonucu ortaya çıkmamıştır, kesinlikle dinselliğin yeniden formüle edilmesinin
bir sonucudur. İran’da görünürde din egemenliği olmasına karşın, devrim dinsel
olanı sekülerize etmiştir. Yazgısını; politikanın iniş çıkışlarına hatta en
kurnaz politikacıların manevralarına bağladığı, dini indirgemiş ve
bayağılaştırmıştır. Dinin “ticarileştirilmesini” yönlendirmesi kadar (dinsel
vakıflarda görüldüğü gibi) onu sonunda iktisadi, siyasal ve entelektüel bir
alışveriş nesnesi haline getirerek aşkınlığını kısıtlaması da, bu duruma
katkıda bulunmuştur. Ruhban sınıfı, devlete bağlı hale getirilmiş, devlet
tarafından (maaşını devletin ödediği çeşitli memuriyetler vb. kanalıyla) ele
geçirilmiş, özerkliğini yitirmiştir. Dolayısıyla, Şii ruhban sınıfı devletleştirilerek
devletin alanı genişletilmiştir. Her şeyi Rehber (En Yüksek Lider)
belirlemektedir, bu çerçevede Rehber şeriatın üzerindedir. Siyasi çıkar, dini
çıkarın önüne geçmiştir. Dini eğitim veren “havzalar” seküler üniversite
eğitimini model almışlardır, artık din bilimi diploması profesyonel bir
diplomadır. Molla olmak her zamankinden daha geçerli bir meslektir. İslamcılık,
yani İslam toplumu projesi, çıkmaza girmiştir. Din adamları meşruiyetlerini
yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bazı dinsel çevrelerde, “din ancak
siyasetten geri çekilmesi ile kurtarılabilir” düşüncesi, ruhban sınıfının
siyasetten çekilmesi ve özerkliğinin yeniden sağlanması gündeme gelmiştir.
Post-İslamcı entelektüeller, (Muhalif Yeşil Hareket’in ideologları S.Ç.) İslam
ile siyaset arasındaki bu bağlantıyı, sonuçta İslam’ın meşruiyetini ortadan
kaldırdığı ve siyasetin serinkanlı uygulanışını olanaksız kıldığı için
kınamaktadırlar. Bu grubun önde gelen isimlerinden Suruş’un “daraltılmış” din
anlayışında savunduğu gibi, müminin tüm yaşamına fıkıhçılardan gelen ve önceden
belirlenmiş bir görüşü dayatmayan, yasanın kendisine ayırdığı yerde duran bir
din istenmektedir. Ancak, İran’da siyasal İslamcıların egemenliği ellerinde
tutmaları bunu mümkün kılmamaktadır.2
Roy 2006 yılında, “İslamcılığın
iflası, İslamcıların Geleceği” isimli makalesinde, değişen topluma uyum
sağlayabilmek için İran rejiminin; (AKP de dâhil olmak üzere dünyadaki diğer
İslamcı hareketler gibi) şeriattan vazgeçmeden ulusal olana vurgu yapmaya
başladığını belirterek, İslam-milliyetçiliği çizgisine kaydığı tespitini yaptı.
Bunun, Batının anladığı demokrasiden çok uzak olduğunu, ama şu ya da bu şekilde
İslamcılarla bağlantı içerisinde olmak gerektiğini belirterek, “Başka bir
alternatif yok. Erdoğan ile Taliban arasında bir seçim yapmak zorundayız ve
eğer Erdoğan’ı seçmezsek Taliban ile uğraşmak zorunda kalırız” uyarısında
bulundu.3 Roy, Şubat 2011 ’de ise artık Ortadoğu’nun post-İslamizim dönemine
geçtiğini ilan etti. Bu tezini savunduğu makalesinde, her ne kadar İran
rejimi Mısır’daki ayaklanmayı destekliyor görünse de, Mısır’daki
protestocuların İran’da Ahmedinecat yönetimine karşı çıkanlarla (Yeşil Hareket)
aynı özellikleri taşıdığını yazdı. Yeni devrimciler, belki de çok dindar
Müslümanlardı, ama dini inançlarım siyasi gündemlerinden ayrı tutuyorlardı. Bu
anlamda sekülerdiler. İbadet onlar için bireysel bir eylemdi. Son 30 yılda
Müslüman toplumlar daha çok dindarlaşmışlardı. Ancak paradoksal olarak bu,
İslamcılığın zayıflamasına yol açmıştı. Çünkü İslami unsurlar günlük hayata
yoğun bir şekilde girince siyasi anlamlarını yitirmişler, dolayısıyla
İslamcılar artık “piyasadaki” tekellerini kaybetmişlerdi. Başka bir deyişle
Batı’nın, “kitlesel yeniden İslamileşme” olarak gördüğü şey, İslam’ın
standartlaşması ve sıradanlaşmasından başka bir şey değildi. “İslami” terimi
şimdi fast-food’dan kadın modasına kadar her şey için geçerliydi.
Yeni devrimci kuşak, yolsuzluğa batmış
diktatörlükleri reddederek demokrasi istiyordu. Kuşkusuz bu protestocuların
seküler bir rejim istedikleri şeklinde anlaşılmamalıydı. Ancak İslam’ı artık
toplumlarına daha iyi bir sistem getirecek siyasi bir ideoloji olarak
görmediklerini işaret ediyorlardı. Dolayısıyla, seküler bir siyasi arena
peşindeydiler. Diğer ideolojiler için de aynı şey geçerliydi. Genç kuşaklar
yurtseverdiler (bayrak sallamalarından anlaşıldığı üzere) fakat milliyetçi
değillerdi. Daha da şaşırtıcı olan, komplo teorilerine kulak verip, Arap
dünyasında ters giden her şey için ABD ve İsrail’i sorumlu tutmuyorlardı.
Müslüman Kardeşler de, belirgin bir şekilde değişmişti. Yeni kuşak militanlar,
bir devrimden sonra güç kazanmaya çalışmanın ya iç savaşa ya da diktatörlüğe
neden olduğunu (İran devriminin nasıl dönüştüğünü) görmüşlerdi. Sonuç olarak,
baskıya karşı mücadelelerinde diğer siyasi güçlere yaklaştılar. Türk modelinden
de öğrendiler. Türkiye’de Erdoğan ve AKP; demokrasi, seçim zaferi, ekonomik
gelişme ve ulusal bağımsızlığı İslami değerlerin yükseltilmesi ile bir araya
getirebilmişlerdi.4
Pepe Escobar’m, Roy’un İran’daki Yeşil
Harekete ilişkin tespitlerini ayrıntılandıran, “İran’ın Post-İslamcı Kuşağı”
isimli makalesinden özetleyerek devam edelim.
“Ahmedinecat fraksiyonu, Hamaney ve
çevresi ile Devrim Muhafızlarınca yönetilen askeri-ticari yapıdan oluşan molla
yönetiminin askeri diktatörlüğü, Mısır’da olanları kuşkusuz dakika dakika
izledi. Birdenbire Tahrir Meydanında olanların kendi arka bahçelerinde de
(Tahrandaki Azadi Meydanı) olacağını kavradılar. Demir yumruklarını
gevşetemezlerdi, dolayısıyla önceden tutuklama ve baskı gibi klasik
yöntemlerine başvurdular. 30 gazeteci ve eylemcinin gece yarısı kapıları
çalındı ve ‘kayboldular.’
[DAST-NEVESHTEHAA
NEMİSOOSAND /Elyazmaları Yanmaz (2013)] (Film buna benzer konuyu işliyor)
Halk, text mesajlarıyla mitinglere
katılmama konusunda uyarıldı. İnternetteki arama motorları, ‘25 Bahman (Şubat)’
için yapılan aramaları engellediler. Medya, özellikle genç devrimcileri başı
ezilmesi gereken ‘kışkırtıcı, casus, karşı-devrimci’ olarak damgaladı. En az
1500 kişi tutuklanarak Evin Hapishanesine götürüldü. İki kişi bu sırada öldü.
Müsavi çok zekice bir taktikle Tunus ve Mısır’daki eylemcilerle dayanışma için
Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tahrana ziyaret edeceği günü seçti. Sert bir
müdahale Tahranın Arap Sokağı nezdindeki bölgesel şöhretini Türkiye lehine
ciddi bir şekilde zedeleyecekti. Üstelik tam da Hamaney, Tahrir
Meydanındakilerin İslam Devriminden ilham aldıklarım söylerken.
Böylece her kesimden 350 bin kadar
insan 25 Bahman’da sokağa döküldü. Ancak bu kez Hamaney’i hedef aldılar. En
popüler slogan ‘ Mübarek, Ben Ali! Nobateh Seyit Ali! Mübarek (Mısır), Ben Ali
(Tunus) şimdi de Seyit Ali (Hamaney)’ idi ve şöyle sürüyordu ‘ Hamaney haya
kon! Mübarek ro negah kon! Utan Hamaney. Mübarek sana ders olsun.’ İlk kez
işçilerin de protesto mitingine katılmaları önemliydi. Ahmedinecat pek çok
temel maddeye uygulanan devlet desteğini kaldırınca giderler rekor düzeyde
artmıştı. 2009’da, cömert devlet yardımları nedeniyle, ona oy verenler
kızgındı. Miting bir başarıydı, ama kimse bir sonraki adımı nasıl koordine
edeceğini bilmiyordu.
Müsavi, Kerrubi ve Hatemi eski elite
mensuplar ve devrim değil, sistemin içerisinde reform istiyorlar. Bu açıdan
İran kesinlikle Mısır’a benzemiyor. Dolayısıyla, bilinebildiği kadarıyla Yeşil
Hareket ikiye bölünmüş durumda. Radikal genç kanat, açıkça Velayet-i Fakih’in
sona ermesini talep ediyor. Bu sadece devrim anlamına gelebilir ki, Tahrir
Meydanındakilerin aklında da bu vardı. Bu yeni doğan genç Yeşil Hareketin tıpkı
Mısır’da olduğu gibi bir lideri yok. Ne kadar taraftarı olduğunu da bilen yok.
‘25 Bahman bu hareket için bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Fakat
sadece Batı tarafından etkilenen ya da finanse edilen elit bir grup
olmadıklarını, toplumun her kesiminden geniş bir tabanları olduğunu kanıtlamak
zorundalar. Roy, Ortadoğu’da post-İslamcı bir devrimin başladığı tezini ortaya
attı. Bu Hamaney’in reddedilmesi olarak görülebilir. Gençler, İran’daki İslam
devriminin sicilini analiz ederek yoksulluk, yolsuzluk, resmi yalanlar ve vasat
ekonomik büyüme gibi sorunlara çözüm getirmediğini gördüler. Siyasi bir
ideoloji olarak İslam’a karşılar, sahtekâr diktatörlükleri istemiyorlar,
çoğulcu ve bireyciler, demokrasi istiyorlar, evrensel değerler peşindeler.
Sonuç olarak Mısır’daki
protestocularla İran’dakiler birbirlerine çok benziyorlar.”5
Roy’un ve Escobar’ın
değerlendirmelerinden, İran devriminin kitlelerin beklentilerini
karşılayamayarak tükendiğini ve Arap dünyasında yaşanan “Bahar” ın er ya da geç
Yeşil Hareketin liderliğinde İran’a da sirayet edeceği sonucunu çıkartabiliriz.
Gerçekten öyle mi? Bölgede ayaklanmaların yeni başladığı dönemde yapılmış
yorumlara bir göz atalım.
İran uzmanı Milani, Mübarek’in
düşmesinin ardından yaptığı değerlendirmede, İran rejiminin Mısır’daki Mübarek
ve Tunus’taki Ben Ali rejiminden çok daha farklı bir konumda olduğunu belirtti.
“Mübarek’in halk desteği son derece düşüktü, oysa İran rejimi devrimin ilk
günlerindeki popülaritesinden uzak olsa da halen halkın azımsanmayacak bir
bölümünün desteğine sahip bulunuyor.” Milani, kendisiyle mülakat yapan BBC
muhabirinin ABD’nin Yeşil Harekete desteği konusundaki sorusu üzerine,
“Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İran halkının haklarının kabul edilmesi
gerektiğini söyledi. Bu açıklama, ABDyi ayaklanmayı çıkarttığı suçlamasına açık
hale getiriyor. Fakat bunun ötesinde de, Washington belirgin bir muhalefet
grubunu desteklemekten kaçınmalı çünkü Washington’a yaklaşan herhangi bir
muhalefet lideri için açık bir ölüm tehlikesi mevcuttur... İran ordusu ve
polisi, kalabalıklara ateş açma konusunda son derece istekliler. Bu nedenle de,
ABD çok dikkatli olmalı,” uyarısında bulundu.6
Yine aynı sıralarda Serge Halimi, Le
Monde Diplomatique’de yayınlanan, “Sırada İran mı var?” isimli
makalesinde şöyle diyordu, “Değişik renklerdeki hükümetler aynı yanlış
enformasyonda ortak bir zemin buluyorlar. İran, Arap demokratik
ayaklanmalarının 1979 İran Devriminden esinlenen bir İslami uyanışın habercisi
olduğunu ileri sürdü. İsrail de, bu iddiayı tekrarlayarak telaşlanmış göründü.
İran muhalefeti Kahire’deki mitingleri kutlamak için toplandığında ise,
iktidardaki teokrasi üzerlerine ateş açtı. İsrail Ordusu silahsız sivillerin
üzerine Filistinli olmadıkları sürece ( 2 yıl önce Gazze’de 1.400 ölü) ateş
açmaz. Fakat Netanyahu da, genç Arapların özgürlük taleplerine İran’dan daha
sıcak bakıyor sayılmaz. Aslında İsrail, bölgedeki otokratik fakat Amerikan
yanlısı mükemmel müttefikleri kaybetmekten korkuyor. Bunu önlemek için tek
seçeneği ise, İran’a hırlamak. Fakat İsrail ile gerilim ’ve uluslararası
yaptırımlar, İran rejiminin (bölgesel rakipleri Mısır ve Suudi Arabistan’ın
zayıflamasının da cesaretlendirmesi ile) milliyetçilik kartını oynamasına izin
veriyor. Yeşil Hareket, 2009’dan beri kesintisiz süren baskıya boyun eğmediği
için, rejim bundan (milliyetçilik) medet umuyor... Hamaney, idam ve işkence
aşısı ile muhalefet virüsünü bertaraf edeceğini sanıyor. Fakat Arap ayaklanması
ve yüksek düzeyde eğitimli bir toplumla arkaik bir siyasi sistem arasındaki
aşağılayıcı tezat, rejiminin şaibeli meşruiyetinin altını oymuş durumda.”7
Washington’daki, “Middle East
Institute” uzmanlarından Richard W. Murphy’e göre ise, “İran rejimi, Arap
dünyasının 1979 devriminden esinlendiğini söyleyip duruyor, ama bu saçmalık.
Yapılan çeşitli kamuoyu yoklamaları İran’ın, İsrail ve ABD’ye karşı çıkması
nedeniyle Arap dünyasından övgü aldığını gösteriyor. İran, Irak’ta bir Şii hükümetinin
iktidara gelmesinden ve Lübnan’da Hizbullah’ın etkisinin artmasından, memnun
olur. Fakat Arap dünyasının diğer bölgelerinde devrime yol açan ayaklanmaların,
Bahreyn ve, diğer ülkelerdeki çatışmaların kaynağı yine o ülkelerdir. Şii İran
modeli, Sünni Arapların taklit etmek isteyecekleri bir model değil. İran’ın
içerideki durumuna gelince, rejimin şu anda protesto eylemlerini bastıracak
kadar güçlüdür.”8
San Francisco Chronicle’nin
başyazısından, “Demokrasi, bireysel özgürlükler, ekonomik değişim bu hedefleri
savunmada sınıfta kalan bir Washington ile bir zamanlar ulaşılmaz ideallerdi.
Mısır’ın büyük ölçüde barışçı ve güçlü ayaklanması ile koşullar değişti.
Sarsılmaz gibi gözüken İran’da da rejim halkın baskısı ile çökebilir.9
Ve yine “Arap Diktatörünün Sonu”
başlıklı yazısıyla Olivier Roy. Bu kez, “Demokratizasyon hareketi (başarılı
olsa ya da olmasa) bölgedeki stratejik güç dengesini ne ölçüde değiştirecek?”
sorusunu soruyor. Özetliyoruz.
Bahreyn’de olanlar muhtemel
jeostratejik etkileri saptamak açısından iyi bir örnek olabilir. Demokrasinin
zaferi halinde, Sünni azdığın Şii çoğunluğu yönettiği Bahreyn’in İran’ın
yörüngesine girerek (Suudi Arabistan’daki Şifleri de tetikleyeceklerinden)
Körfezdeki güç dengesini büyük ölçüde değiştireceği öngörülebilir. Bu, en
azından, Riyad için tercih edilen bir analizdir. Çünkü Bahreyn monarşisine
açıkça verdiği desteği meşru kılar. Ancak Bahreynli muhalefet, bir inanç grubu
değil, bütün kesimlerden destek alan bir hareket olduğunu söylüyor.
Destekçileri iktidardaki El Halife ailesinin ulusal bayrağını sallıyorlar, Şii
ya da İran bayrağının renklerini taşıyan bayraklar değil. İran teokrasisi ile
zayıf bağlantıları var. Bahreyn’de başat olan Şiiliğin Ahbari ekolü İran’da
güçlü değil. Kısacası Bahreyn muhalefeti, Tunus ve Mısır’da olduğu gibi, (dini
değil) ulusal bir karaktere sahip.
Sonuç olarak, Ortadoğu’daki otoriter
rejimler kültürel farklılıklarına oynayarak kendi devletlerini zayıflattılar.
Demokratik güçler ise bu devletleri, daha güçlü bir ulusal homojenliğe doğru
itiyorlar. Dolayısıyla, bu demokratikleşme dalgasının sonuçlarından birisi
(ulusüstü herhangi bir ideoloji ile değil, reel politik ile yönlendirilmeleri
halinde bile) milliyetçiliğin güçlenmesi olabilir. Demokrasi hareketinin
başarısının çapı ne olursa olsun, Şifler ve Sünniler arasında bir çatışma gibi,
yeni stratejik formasyonlar yaratma olasılığı düşük. Tam tersine, muhtemelen
sosyal ve dini bölünmeleri daha başarılı bir şekilde yönetme adına,
milliyetçiliğin güçlenmesine yol açacak. Ancak milliyetçilik yükselirse, bu çok
daha az ideolojik bir milliyetçilik olacak. Demokratizasyonun kesin
kurbanlarından birisi de, (bölgedeki) İran karşıtı cephe olacak. İran
popülerleşeceğinden değil, fakat yeni yöneticiler ülke dışındaki maceralara
heves etmeyecekler ve Batıya şirin gözükmekten ziyade halkın taleplerine cevap
vermeye çalışacaklar.10
Yemenli yazar Mohamad Jmei, (Londra’da
yayınlanan Suudi yanlısı) Şark el Avsat Gazetesindeki makalesinde, bölgedeki
demokratizasyon hareketinin Mübarek ve yandaşları ile El-Kaide’den sonra
rejimin aksini iddia eden retoriğine karşın en çok kaybedenin İran olduğunu,
çünkü teokratik rejiminin ne denli antidemokratik olduğunun ortaya çıktığını
savunuyor. Jmei’ye göre Mısır, halkının desteği ile güçlenecek. İran ise,
Mübarek rejimi düşmanı olmasına karşın, her zaman zayıf bir Arap düşmanı güçlü
bir Arap dosta tercih eder. Çünkü bu ona halk desteği kazandırır. Yeni
demokratik hareketlerin Filistin sorununa gerçekten sahip çıkacaklarını öngören
yazar, bunun da İran’ın Filistin davasını sömürmesini engelleyeceğini
belirtiyor.
Görüldüğü gibi bu görüşlerden iki zıt
sonuca varmak mümkün. İlki, İslamcılık ile birlikte devrim tükendi, Yeşil
Hareket giderek güç kazanacak ve İran rejimi bölgedeki etkisini de yitirecek.
Diğeri de, rejim halen güçlü ve bölgeye İslam devriminden esinlenen yeni bir
İslamcı dalga egemen olacak. Aradan yaklaşık bir yıl geçtikten sonra halen
hangi görüşün ağırlık kazanmaya başladığını tespit etmek mümkün değil. SETA
uzmanlarından Hakkı Uygur, Mart 2012 tarihli analizinde, İran’ın bölgedeki
ayaklanmaları destekler görünmesine karşın, Suriye konusunda Esad rejiminden
yana tavır almasının, başta Tunus ve Mısır olmak üzere, bölgedeki İslami
hareketlerde (özellikle Müslüman Kardeşler S.Ç.) tepki uyandırdığına dikkat çekiyor.
Uygur’a göre, bu tavrı sürdürmesi halinde, İran rejimi bölgedeki yeni
rejimlerle iyi ilişkiler geliştiremeyecektir. Mart 2012 seçim sonuçlarının
gösterdiği gibi, rejim muhalefeti tamamen etkisiz hale getirmiştir ama gerekli
reformlar yapılmazsa yeniden yoğun protesto dalgalarının başlaması
kaçınılmazdır.11
Tahranın, Suriye politikası nedeniyle,
bu satırların yazıldığı tarihte “Arap Baharfmn kazananı gibi gözüken MK ile
ters düşmesinin farklı boyutları da var. İran sadece MK’ya karşı Suriye
rejimini desteklemekle kalmıyor, Mısır’da da uzun zamandır Şiileştirme
faaliyetleri yürüttüğüne dair iddialar var. Mübarek rejimi tarafından sık sık
rahatsızlıkla dile getirilen bu iddialar, rejim değiştikten sonra MK’nın ruhani
lideri olarak kabul edilen Uluslararası Âlimler Birliği Başkanı Şeyh Yusuf el
Karadavi tarafından da tekrarlandı. Karadavi, Mısır’da İran eliyle bir
Şiileştirme faaliyeti yürütüldüğünü ve böylece iç karışıklık çıkarıldığını
belirterek, bunu şiddetle kınadı.12 Mısır’da şu anda 1,5 milyon civarında Şii
olduğu ve büyük baskı altında olmalarına karşın sayılarının giderek arttığı
ileri sürülüyor. Tahran ve MK arasında, “Arap Baharı” ile birlikte iyice su
yüzüne çıkan bu çatışmadan, MK’nın Filistin topraklarındaki kolu olan ancak
uzun yıllardır İran tarafından desteklenen, Hamas da etkilendi. Hamas’ın
yurtdışındaki liderliği Şam’dan Kahire’ye taşındı ve Hamas liderleri Suriye
muhalefetine destek açıklamaları yaptılar. Bunun Tahranı kızdırdığı ve Hamas’a
olan desteğine son vereceğine dair iddialar var. Hamas’ın Gazze’deki yerel
liderliğinin, yurtdışındaki liderliği ile Filistin Yönetimi arasındaki
uzlaşmaya karşı çıkmasının ardında da İran’ın yardımı kesme tehdidi olduğu
ileri sürülüyor.13 Her halükarda, Filistin sorununun da bölgede giderek
netleşen ve daha da keskinleşme sinyalleri veren Tahran-MK çatışmasından ya da
ŞiiSünni ayrışmasından etkilenmesi ve bu çatışmayı daha da körüklemesi
kaçınılmaz gözüküyor. İran’ın bölgede “Şii yayılmacılığı” yürüttüğü konusundaki
iddiaları mercek altına almadan önce, İran’da Mart 2012 seçimleri öncesindeki
ve sonrasındaki siyasi tablonun bir fotoğrafını çekmeye çalışalım.
Yeşil Hareket olarak anılan muhalefetin
sert önlemlerle bastırılması seçim öncesinde içte ve dışta büyük tepkiye neden
oldu. İran’da, İslam devriminin yol açtığı düşünülen Araplaşmaya karşı Fars
kültürünün ön plana çıkarılmasını savunan Yeşil Hareketin bir bölümü, rejimi
koruyarak reform isterken (geleneksel ulema ve Rafsancani gibi liberaller bu
kesime yakın duruyor), “Genç Yeşil Hareket” olarak anılan diğer bölümü, rejim
değişikliği istiyor. İran nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan apolitik
gençliğin talebi ise, siyasi haklar değil, (yukarıda da değindiğimiz gibi)
rejimin İslami hayat tarzından kurtulmak.
Müsavi ve Kerrubi’nin ev hapsi
sürerken Hareket içerisinde, Mart 2012’de yapılacak parlamento seçimlerine
katılıp katılmama konusunda ciddi bir tartışmaya yaşandı. Hareketin liderlerinden
Muhammed Hatemi’nin yönetimin belirli koşulları yerine getirmesi halinde
seçimlere katılmasını öneren uzlaşmacı açıklamasıyla başlayan ve hareketi
satmakla da suçlandığı tartışma giderek alevlendi. Sonuçta, Müsavi ve
Kerrubi’nin Şubat 201 l’de tutuklanmalarının ardından kurulan ve hareketi bir
arada tutan “Yeşil Yol Koordinasyon Konseyi”, 27 Temmuz’da bir deklarasyon
yayınladı. Buna göre, seçimlere katılmak için; Müsavi ve Kerrubi de dâhil olmak
üzere bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması, Koruyucular Meclisi
tarafından gerçekleştirilen seçim sürecinin denetiminin bütün taraflarca kabul
edilebilir bir gruba devredilmesi, bütün fraksiyonların, etnik ve dini gruplar
da dâhil olmak üzere serbestçe kampanya yapabilmelerinin sağlanması, örgütler, işçi
sendikaları ve medyaya yönelik kısıtlama ve sansürün kaldırılması, güvenlik ve
istihbarat güçlerinin seçimlerin dışında tutulması, koşullarını öne sürdü.
Koruyucular Meclisi ve Devrim Muhafızlarının seçimler dışında tutulması ve
dini-etnik grupların seçime katılımı gibi Hatemi’nin öne sürdüğü koşulları ek
koşularla sertleştiren bu bildirge, beklendiği gibi rejim tarafından kabul
görmedi. Fakat muhalif hareketin seçime katılım konusunda bile bölündüğünü
gözler önüne serdi.
Seçim öncesinde, rejimi korumak
isteyen yönetici ulema da, muhafazakârlar ve radikaller olarak bölünmüş
durumdaydı. Her ne kadar, Hamaney 2009 seçim sonuçları konusunda Ahmedinecat’ı
desteklemiş olsa da (özellikle Ahmedinecat’ın ve onu yönettiğine inanılan Meşayi
ve grubunun faaliyetleri nedeniyle) aralarında ciddi bir çatışma olduğu artık
su yüzüne çıkmıştı. O kadar ki; Hamaney’in 2011 Temmuzunda Ahmedinecat’ı Meclis
soruşturması ile görevden almayı amaçlayan muhafazakâr milletvekillerini
engellemesi, Meşayi’nin yakın adamı olarak bilinen Dışişleri Bakan Yardımcısı
Muhammed Şerif Melikzade’nin atandıktan 3 gün sonra istifaya zorlanarak
yolsuzluk suçlaması ile tutuklanmasının ardından, yeni atamaları onaya sunarken
Meclis’te aleyhinde tezahürat yapılmasına tepki göstermesi ve Meclis ile olan
sorunlarını çözmesi için bir “Uzlaştırma Komitesi” kurması bile, “Ahmedinecat’ı
koruma bahanesi ile gücü tekelinde toplama gayreti” olarak yorumlandı.
Uzun süredir bu yönde belirtiler
olmasına karşın, Hamaney ile Ahmedinecat arasındaki çatışmayı gözler önüne
seren en ciddi olay, Nisan 2011’de yaşandı. Ahmedinecat’ın EYL tarafından
tamamen gözden çıkarıldığı ve süresi dolmadan görevinden ayrılmak zorunda
bırakılacağı yolunda yorumlarına neden olan çatışma, Ahmedinecat’ın İstihbarat
Bakanı Haydar Muslihi’yi görevden almak istemesi ile meydana geldi. Seçimlerde
hayati bir rol oynayan bakanlığın kontrolünün ele geçirilmesini kritik bir adım
olarak gören Hamaney, hemen devreye girerek Muslihi’yi görevine iade etti.
Ahmedinecat ise tepkisini, 11 gün boyunca ortadan yok olarak gösterdi. Bir süre
Ahmedinecat’ın nerede olduğuna dair bilgi alınamadı. Bu arada, Ahmedinecat’ı destekleyen birçok siteye
erişim engeli konuldu, ardından ona ve Meşayi’ye yakın kişiler “büyücülük”
suçlaması ile tutuklandılar. Ahmedinecat’ın da Meşayi tarafından büyülendiğine dair
iddialar ortaya atıldı. Ahmedinecat, bu saldırıların sürmesi halinde
önemli devlet görevlilerini rahatsız edecek açıklamalar yapacağı tehdidinde
bulundu ve “kırmızı çizginin geçilmemesi” için uyardı. (Devlet
Televizyonu bu bölümü sansürleyince videonun tamamı Cumhurbaşkanlığı internet
sitesinde yayınlandı.) Karşılıklı sert açıklamalar sürerken, Mayıs sonunda
Devrim Muhafızlarının eski komutanlarından Petrol Bakanı Mesut Mir Kazımi’nin koltuğuna
oturarak Haziran ayındaki OPEC zirvesine bu sıfatla katılacağını ilan etmesinin
ardından, Ahmedinecat yine Hamaney ve bu kez Devrim Muhafızları ile de karşı
karşıya geldi.
2009 seçimlerinden sonra Ahmedinecat
ve radikal ulemadan oluşan çevresi, büyük bir ekonomik ve siyasi güce sahip
olan Devrim Muhafızlarının desteğinde giderek güçlenerek, muhafazakâr ulemayı
yönetim kademelerinden hızla tasfiye etmeye başlamıştı. Muhafazakâr ulema da
buna bütün gücüyle direnmekteydi. 2012 yılında parlamento, 2013 yılında ise
cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacak olması ve Hamaney’in ölümcül hasta
olduğuna ilişkin iddialar, bu çatışmayı daha da körüklüyordu. Ne var ki,
Ahmedinecat’ın giderek Meşayi ve çevresinin İran kimliğini öne çıkaran
politikalarını benimsemeye başlaması önce, Ayetullah Misbah Yezdi gibi, radikal
ulema ile arasının açılmasına neden oldu. Sonra Hamaney ile çatıştı. Son olarak
Petrol Bakanlığı koltuğuna da oturma, yani İran’ın büyük petrol zenginliğini kontrol
etme hamlesi, (Ahmedinecat-Meşayi İkilisi tarafından kullanıldıkları endişesini
taşımaya başlayan) Devrim Muhafızları ile de arasının açılmasına neden oldu. Devrim Muhafızları,
İranda petrol gelirinden en büyük payı alan gruplardan birisi. İran, dünyanın üçüncü büyük
petrol rezervine sahip ve ham petrol ihracatından yılda 80 milyar dolar
kazanıyor. Bu rakam, dış gelirinin yüzde 80’nini oluşturduğu için, petrolün
denetimi büyük bir siyasi gücü de beraberinde getiriyor.
Petrol Bakanlığına Muhammed Ali
Abadi’yi vekâleten atayarak taktiksel bir geri adım atan Ahmedinecat, Devrim
Muhafızları yetkililerinin hükümetin izlediği politikalara ilişkin sert
açıklamalarına ise, Temmuz başında isim vermeden Devrim Muhafızlarını büyük
çapta kaçakçılık yapmakla suçlayarak karşılık verdi. Ne ki, bu sert tavrı uzun
sürmeyecekti. İran’ın OPEC Başkanı olması ile daha da önem kazanan kritik
bakanlığa, bu kez Devrim Muhafızları komutanlarından (Batılı ülkeler tarafından
İran’ın nükleer programındaki önemli rolü nedeniyle kara listeye alınarak
yaptırım uygulanan) Rüstem Kasemi’yi aday göstererek en azından bir süreliğine
buzları eritti. Bir sonraki gün Meclis’te yapılan oylamada, Kaseminin bakanlığı
ile birlikte Ahmedinecat’m önerdiği diğer 3 atama da onaylandı. (Bu arada otomatikman
OPEC dönem başkanı olan Kaseminin atanması, yerel ve Batılı medya tarafından
İran’ın uluslararası yaptırımlara tepkisi olarak yorumlandı.) Ancak ilerleyen
saatlerde, Devrim Muhafızları yanlısı internet sitesi “Basiret”, Meşayi’nin
Masonik ve “gizli Yahudi” eğilimlere sahip olduğunu ve yabancı istihbarat
örgütleri ile yaptığı gizli görüşmeleri kanıtlayan belgeler bulunduğunu ileri
sürerek, barışın sadece görünürde sağlandığını ortaya koydu. Meşayi hakkında
benzeri iddialar daha önce de ortaya atılmıştı.14
Bu arada, Ahmedinecat’ın gidişatını
tehlikeli bulduğunu defalarca sert açıklamalarla ilan eden eski koruyucusu ve
ustası Ayetullah Misbah Yezdi, ulemadan ve eski devlet görevlilerinden oluşan
yeni bir cephe kurduğunu ilan etti. “Jebhe-ye Paydari-Metanet ya da Mukavemet
Cephesi.” Yeni cephenin, Mart 2012’deki parlamento seçimleri öncesi radikal ve
ılımlı olarak isimlendirilen muhafazakâr ulemayı birleştirmesinin amaçlandığı
belirtildi. Hamaney taraftarı farklı ilkeci gruplar da, Uzmanlar Meclisi
Başkanı Kani başkanlığında biraya gelerek , “Jephe-ye Mottahede
Osoulgerayan-Birleşik İlkeciler Cephesi’ni oluşturdular. Seçimler öncesinde iki
ilkeci cephenin birlikte seçime girmeleri için ulema tarafından yapılan girişimler
sonuç vermedi. Bunda iki tarafın milletvekili adaylarının nitelikleri konusunda
anlaşamamalarının yanı sıra, Paydari Cephesine istediği kadar adaylık hakkı
verilmemesi de neden oldu. Sonuç olarak, muhafazakârlar seçime iki ayrı liste
ile gittiler. Ahmedinecat’m yandaşları ise Tevhit ve Adalet Cephesi adı altında
seçime girdiler.
2 Mart 2012’de yapılan parlamento
seçimlerinde Ahmedinecat ile olan çatışmasında Hamaney’i destekleyen
muhafazakâr ilkeci iki cephe, 290 sandalyelik mecliste çoğunluğu ele geçirdi.
Her ne kadar seçimlere hile karıştırıldığı yolunda iddialar olsa da bunlardan
birisi de memleketi olan Garmsar’da seçimi kaybeden Ahmedinecat’ın kız kardeşi
Pervin Ahmedinecat’a aitti Yeşil Hareketin seçimleri boykot etmesi ve
Ahmedinecat yanlısı adayların büyük bir bölümünün (yaklaşık 600 kadarı) seçim
öncesinde veto edilmesi nedeniyle, bu zaten beklenen bir sonuçtu. Pek çok
Batılı yorumcu bunun Hamaney’in kesin zaferi olduğunu ilan etse de, seçimlerde
beklenmedik bir başarı gösteren radikal muhafazakâr Paydari Cephesi ve lideri
Misbah Yezdi, İran siyaset sahnesinde yeni bir güç olarak ortaya çıktı.
Dolayısıyla bölgeyi yakından tanıyan uzmanlar, İranda siyasi mücadelenin bundan
sonra sadece Ahmedinecat’ın ulusalcı söylemlerinin etkisiz kılınması konusunda
anlaşabilen bu iki cephe arasında, yani radikal muhafazakârlarla, ılımlı
muhafazakârlar arasında olacağı sonucuna vardılar. Paydari Cephesinin
milletvekili adayları arasında Ahmedinecat’ın kabinesinde yer alan pek çok ismin
bulunduğuna da dikkat çekildi. Her ne kadar 2,6 milyar dolarlık bir yolsuzluğa
adının karışması ile temiz imajı zarar görmüş olsa da, Ahmedinecat’ın halen
yoksul halk kesiminde de hatırı sayılır bir desteği olduğu belirtilerek, İran
Cumhurbaşkanın tamamen gücünü kaybettiğinin düşünülmesinin yanlış olacağı
vurgulandı. Bütün bunların yanı sıra, ünlü Stratfor düşünce kuruluşu yaptığı
değerlendirmede, Ahmedinecat’ın muhafazakârlar arasındaki ayrılıkları
körükleyerek Hamaney etrafındaki zayıf koalisyonu etkisiz hale getirebileceği
ve çabalarını 2017’de yeniden cumhurbaşkanı seçilmek için yoğunlaştırabileceği
yorumunu yaptı. Hamaney’in ise, böyle bir olasılığı ve 2013de yapılacak
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinecat yanlısı bir adayın seçilmesini (İran
yasalarına göre 3 dönem üst üste cumhurbaşkanı olunamadığım hatırlayalım)
engellemek için, bir süredir sinyallerini vermekte olduğu gibi cumhurbaşkanlığı
makamım lağvedip başbakanlık makamının tekrar tesisi yoluna gidebileceği de,
özellikle Batılı uzmanlarca dile getiriliyor. (Khalaji, Hamaney’in ölmesi
halinde ise, yerine bir aday bırakmadığı için İran’ın teokrasiden bir askeri
diktatörlüğe dönüşeceğini öngörür. Yeni lider, büyük güce sahip olan Devrim
Muhafızları tarafından belirlenecek ve çok muhtemelen yaşlı ve siyasi gücü
olamayan bir Ayetullah tercih edilecektir.) Bu bağlamda, Ahmedinecat’ın hemen
seçim sonrasında meclis tarafından, İran tarihinde bir ilki gerçekleştirerek
sorgulanması, Ahmedinecat karşıtı cephe tarafından seçim sonuçlarının yeterince
tatmin edici bulunmadığının ve Cumhurbaşkanının bundan böyle olabildiğince
yıpratılacağının belirgin bir işareti olarak görülebilir.
İran asıllı uzman Bijan Khajehpour da
seçim sonuçlarının olası etkilerine ilişkin olarak, Hamaney’in seçim
sonuçlarından memnun olmadığı, dolayısıyla reformist ulema ve Yeşil Hareket ile
bir uzlaşma arayışına giderek elini güçlendirmek isteyebileceği yorumunu yaptı.
Bunun, ev hapsinde tutulan liderlerinin salıverilmesi ile sonuçlanabileceğini
belirterek, Hatemi’nin hareketin boykot kararma karşın seçimlerde oy
kullanmasının bunun bir işareti olabileceğine dikkat çekti. Khajehpour bu
çerçevede, Hamaney’in harekete yakın duran Rafsancani’yi yeniden “Düzenin
Menfaatini Belirleme Konseyi” Başkanı olarak atayabileceği öngörüsünde de bulundu.
Nitekim, seçim öncesinde Rafsancani’nin yönetici elitten tamamen dışlanacağı
beklentisine karşın, Hamaney seçimlerden sonra ilk iş olarak bu atamayı
gerçekleştirdi. Böylece, seçim sonuçları Rafsancani’ye beklenemedik bir şekilde
İran siyasetindeki yerini koruma fırsatı verirken, Hatemi’nin de 2013’de
Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyarak tekrar etkili olabileceği yolunda
değerlendirmeler yapıldı.
Yine de, Hamaney’in sembolik olarak da
olsa, seçimlerin galibi olarak gözükmesinin dış politikada elini güçlendireceği
ve özellikle nükleer program konusunda daha uzlaşmacı bir tavır takınabileceği
belirtildi. Nazila Fathi, Hamaney’in seçim öncesinde ilk kez, İran’a saldırıya
karşı çıkan sözleri nedeniyle Obama’yı övmesine ve nükleer müzakerecisi Ali
Asgar Soltaniye’yi Viyana’daki müzakereleri yeniden başlatması için
görevlendirmesine dikkat çekerek, bu çerçevede seçim sonuçlarının, “Batı için
iyi haber” olduğu yorumunu yaptı. (Nitekim yukarıda da gördüğümüz gibi İran,
İstanbul’da yapılan müzakereler öncesinde uzlaşmacı bir.tavır takındı.)
ABD’deki Yahudi lobisine yakın olan İlan Berman ise, seçimlerden Hamaney’in ve
muhafazakâr ulemanın güçlenerek çıktığını ve muhalefetin tamamen sindirildiğini
belirterek, “İran rejimine yıkıcı dış politikasını sürdürmek için onay veren
seçim sonuçlarının Batı için kötü haber olduğu” değerlendirmesinde bulundu.15
İran seçimlerinden Ahmedinecat ve
“sapkın akım” adı verilen çevresinin en azından görünürde yenilgi ile çıkması
Batı dünyası için nükleer program dışında da “iyi haber” olabilir mi? Buna yeni
bir soru daha ekleyerek cevaplamaya çalışalım.
İran yönetici eliti tarafından
neredeyse lanetlenen Ahmedinecat ve çevresinin iki önemli doktrini lanse
ettiklerini görüyoruz. Birincisi İrancılık, diğeri Mehdeviyet. İrancılık ile
İslam Devriminin öncesi hatırlatılarak, arî ırk, şanlı geçmiş gibi İslam
dışında bir ortak paydaya vurgu yapılıyor. (Ayrıca zaten halkta var olan Arap
karşıtlığı ve İrancılık eğilimine sahip çıkılarak Yeşil Hareketin bu yönde
sloganlarla prim yapması önlenmeye çalışılıyor.) Mehdinin, yani Kayıp
İmam’ın gelişinin yakın olduğu vurgulanarak da, İmam’ın henüz gelmediği
hatırlatılıyor. (Hüccetiye’nin
de aynı fikirde olduğunu ve Ahmedinecat’ın da Hüccetiye kökenli olduğuna ilişkin
iddiaları hatırlayalım.) Devrim sonrasında, Humeyni’ye o güne dek sadece
12 İmama uygun görülen İmam unvanı verildi. Böylece, her ne kadar İmam'ın
vekili olduğu ilan edilse de, aslında onun yerine geçerek “Kayıp İmam” oldu.
İran İslam Cumhuriyetini, yani Mehdinin gelişiyle kurulacak ütopik İslam
toplumunu yönetmeye başladı. Vali Nasr’a göre, Humeyni kendisine birkaç kez
sorulan “Siz 12. imam mısınız?” sorusu karşısında sessiz kalarak
kabullendiğini ima etmiştir.16
Bu çerçeveden bakıldığında iki doktrin
de, İslam devrimini ve devrimin siyasi liderler haline getirdiği ulemayı hedef
alıyor. Böylece, zaten bir din adamı olmayan Ahmedinecat, mevcut ulema
egemenliğinin dışında (ve ona muhalif) bir lider olarak devrim sonrasında
Velayet-i Fakih doktrinini temel alan devlet Şiiliğine muhalif olarak ortaya
çıkmış olan popüler Şiiliğin (ve Arap karşıtı İrancılığın) yanında yer almış
oluyor. Daha da önemlisi, birbirine zıt gibi görünseler de aslında bir araya
getirildiklerinde bu iki doktrinin, rejimi hem içte hem de dışta
güçlendirebilecek başarılı bir yeni model, tükendiği ileri sürülen İslamcılık
ya da devrim ideolojisi yerine kitleleri peşinden sürükleyecek güçlü bir İslam
milliyetçiliği ideolojisi oluşturabileceğini öngörebiliriz. Üstelik hem Şiilik
hem de, mesela Roy’un güçleneceğini öngördüğü, milliyetçilik damarlarını
içerecek bu “İran İslamcılığı”, ihraç da edilebilir.
İrancılık doktrininin Ahmedinecat’ın
sağ kolu Meşayi tarafından lanse edildiğini ve bu nedenle sadece ılımlı
muhafazakâr ulemanın değil, Ahmedinecat’ın ruhani ustası olarak kabul edilen
Misbah Yezdi gibi radikal ulemanın da, “İslam’a zarar verdiği” gerekçesiyle
sert eleştirilerine maruz kaldığını görmüştük. Yezdi, EA (Enduring America)
bülteninde yer alan, 2011 Nisanında yaptığı bir açıklama ile bu eleştirilere
yeni ve ilginç bir boyut daha getirdi. İran’da bir Mason hareketinin oluşmaya
başladığını, bu hareketin amacının milliyetçiliği yayarak İslam’a zarar vermek
olduğunu söyledi. İran’da 20. yüzyıl başındaki Anayasa Devriminin yapılmasında
Mason hareketinin büyük etkisi olduğunu hatırlayalım. Dolayısıyla İran’da
milliyetçilik (ve din karşıtlığı) ile Masonluk bir anlamda hep birlikte
anıldılar. Yezdi’nin Masonluğa bir sembol olarak mı gönderme yaptığı, yoksa
gerçekten bu yönde bir hareket oluştuğu yönündeki bir istihbarat üzerine mi
konuştuğu açık değil. Yezdi, daha önce de Meşayi’ye saldırarak,“Niçin
İslam’ın ve devrimin yerine İran ekolünü koyacak mışız?” demişti. Öte yandan
yine EA’ya göre, İranlı yorumcu Ali Afşari, Meşayi’nin İslam’ın İran
versiyonunu lanse ettiğini ve Hamaney’in bundan şikâyetçi olmadığını, çünkü
Müslümanların global lideri olma iddiasından hoşnut olduğunu, ileri sürdü.17
Şimdi de, sözünü ettiğimiz model
hakkında daha fazla fikir edinmemizi sağlayabileceği umuduyla Mehdeviyet
Konferansına sunulan, “İran İslamcılığı; Müslüman Dünyasında İstikrar
Sağlayacak Model” isimli makaleden alıntılayalım: “Dünyanın bu bölgesinde barış
ve istikrarı sağlamanın tek yolu İslamcılığı desteklemektir, çünkü Batılı ithal
demokratik modellerden çok daha başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Ancak
İslamcılığın her türünün dünyaya istikrar getireceği sanılmamak. İran modeli
başarılı olmuştur ve İslamcı çizgiler içersinde devlet yaklaşımı konusunda
gerçek bir evrimi temsil etmektedir. İran, açık bir dini vizyona sahip olan bir
doktrinin bütünüyle istikrarlı, ilerici, hoşgörülü ve çoğulcu olabileceğinin
kanıtıdır. İran modeli, Batı tarafından empoze edilenin aksine bütün Müslüman
toplumları için kesinlikle çok daha doğal ve kabul edilebilir olandır.
Dolayısıyla, her sorumlu politikacı tarafından savunulmalıdır.”18 İrancılığı ön
plana çıkartan isim olan Meşayi’nin, İran’ın Şii inancının doğru İslam olduğu
ve İslam’ın kurtarılması için İran ekolünün dünyaya yayılması gerektiği
yolundaki sözlerini hatırladıktan sonra, Meşayi’nin sözünü ettiği İran
Şiiliğinin ne olabileceğini anlamaya çalışalım.
Tekrar “Bir Devrim’in Tükenişi’ne
dönüyoruz. Roy’un burada ilgi çekici bir saptaması var. Şiiliğin
ulusallaştırılması başlığı altında, Şiiliğin devletleştirilmesinin
İranlılaştırılması sonucunu doğurduğunu belirtiyor. Ruhban sınıfını daha önce
sözünü ettiğimiz şekilde ele geçiren İran devleti, soyut bir devlet değildir.
Belirli bir jeostratejik alanda yer alır, binlerce yıllık bir tarihi vardır.
Humeyni bile, vatan ve ulus fikirlerini saygınlığa kavuşturmaya özen
göstermiştir.
Devrimden önce Şii ulema aileleri çok
etnili -İran, Arap ve genellikle Azeri ve uluslarötesi bir yapıya sahiptiler.
Bölgede, Necef ve Kerbala’dan başlayarak sınıraşan etki ağları vardı. Genç
mollalar bir ülkede başladıkları kariyerlerini diğer bir ülkede
tamamlayabilirlerdi. Büyük Ayetullahların Arap, İranlı ya da hem Arap hem
İranlı olmaları önemli değildi. (“Necef Rönesans’ı” bölümünde de incelediğimiz
gibi, mesela Lübnan’ın ünlü Şii lideri İmam Musa Sadr, Güney Lübnanlı bir
ailenin 18.yüzyılda Necef’e, sonra İran’a yerleşmiş bir kolundandır.
Tahran ve Necef’te eğitim gördükten
sonra Lübnan’a yerleşir. Sadr ailesi, bu ülkelerin her birinde bir kola
sahiptir, hem İranlılarla hem de Araplarla evlilik yoluyla bağlantıları vardır.
Irak’ın en yüksek dereceli Şii âlimi Büyük Ayetullah Sistani de İran
doğumludur.) Devrim ve Irak savaşı bu ulusötesi Şii din adamları sınıfını büyük
ölçüde zayıflatmıştır. Devrimin eseri olan Velayet-i Fakih doktrinine göre, en
yüksek otorite Rehberdir ve anayasaya göre İranlı olmak zorunda değilse de,
İranlı seçmen tarafından seçilmektedir. İranlı olmayan ama devrime sempati
duyan Şii ulema ise, tartışmalardan uzak kalmıştır. Taklid-i Merci kurumunun
neredeyse geçersiz duruma düşmesi, Şiiliğin dinsel yönetiminde önemli bir rol
oynamalarını engeller. Artık yerleşilebilecek tarafsız bir yer yoktur.19
Bütün bunlardan kanımca şöyle bir
sonuca ulaşabiliriz. Devrim, Velayet-i Fakih doktrini ile birlikte Şiiliği
devletin çıkarlarına göre yorumlayan yeni bir ulema sınıfı yaratmıştır.
Dolayısıyla ortaya çıkan artık sekülerleşmiş, ulusallaşmış İran modeli bir
Şiiliktir. Geleneksel Şiiliği vazeden ulusötesi ulema, gücünü ve dünya
Şiilerini yönlendirme yeteneğini tamamen olmasa da büyük ölçüde yitirirken,
İran dünya Şiiliğinin lideri konuma gelmiştir.
Humeyni devrim ihracına inanıyordu,
devrimle birlikte gerçekleşen ütopyayı yani İslam devletini, Mehdinin yapması
öngörüldüğü gibi dünyaya yayarak adil ve barışçı bir dünya düzeni kurmak için
devrim ideolojisi ihraç edilmeliydi. Ancak uzun yıllar gündemde olan devrim
ihracı, belki de globalizasyonla birlikte oluşan yeni İslamcılık anlayışlarının
devlet idealine yer vermemesinden dolayı, rafa kaldırılmış gözüküyordu. Öyleyse,
Meşayi’nin yeniden dünyaya ihraç edilmesi gerektiğini savunduğu İran modeli
Şiiliğinin, (sekülerleşmiş, siyasallaşmış, İranlaşmış dolayısıyla gücü elinde
tutanın yorum ve yönlendirmesine açık bir Şiilik) yeni itici gücü Mehdi inancı
olabilir mi? Bir önceki bölümde yer verdiğimiz, Mehdeviyet Konferanslarına pek
çok kez katılmış olan Furnish’in iddialarını yeniden hatırlayalım: “İran, Şii
Mehdi inancını Hıristiyan dünyaya ihraç etmek için büyük çaba ve para harcıyor.
Mesela ABD’de bunu Washington D.C’deki İslami Enformasyon Merkezi gibi örgütler
aracılığı ile yapıyor.
PGE ve düzenlediği konferanslar da iki
amaca hizmet ediyor.
Birincisi, Mehdi inancını Sünni Müslümanlar
arasında daha da yayarak Suudi Arabistan’a (dünyaya Vahhabi inancını yayan
S.Ç.) rakip olmak.
İkincisi, bu
inancı Yahudi ve Hıristiyanlar özellikle dinlerarası diyaloga inananlar
arasında yayıp, iki dinin mesiyanik beklentilerinin 12. İmam Mehdi ile
gerçekleşeceğine inandırarak, Müslüman olmayan dünyada da etki kazanmak.”
İranın, Mehdeviyet ve İrancılık
merkezli yeni İran-İslam ideolojisini, önemli bir Şii nüfusa sahip olan Irak,
Lübnan, Bahreyn, Yemen, Suudi Arabistan’ın yanı sıra, bölgedeki Mısır gibi
Sünni ülkelere de yaymaya çalıştığını öngörmek de yanlış olmayacaktır.
Ahmedinecat’ın bölgedeki ayaklanmaların ardında Mehdinin olduğu yolundaki
çeşitli açıklamaları da bunu destekler mahiyettedir. Bu noktadan itibaren bir
adım daha atarak bölgede yaşananların arkasında, bu kez farklı Mesih
inançlarının birbirine karşı kullanıldığı global bir güç çatışmasının
olabileceği önermesinde bulunalım. Yeni sorumuz, “Global güçler bu kez Mesih
ile Mehdiyi mi karşı karşıya getirecek?”
Sorunun çok iddialı olduğu sonucuna
varmadan önce, “Zuhur Yakında” belgeseli ve düşündürdükleri hakkındaki bu
bölümü okumanızı öneririm. 2011 Mart’ının son günlerinde Batı medyası
tarafından keşfedilen “Zuhur
Yakında-Zohour Nazdik Ast” isimli bir belgesel, İran yönetiminin
Mehdeviyet inancının gerçek niteliği konusundaki tartışmaları iyice alevlendirdi.
Hamaney ve Ahmedinecat’ın onayı ve Devrim Muhafızlarının maddi desteği ile
çekildiği ileri sürülen belgesel, Ortadoğu’daki ayaklanmaları Mehdinin
gelişinin işaretleri olarak yorumluyor. Hamaney ve Ahmedinecat’ı hadislerde
(ki, bu hadislerin geçerliliği tartışma konusudur) yer verilen Mehdinin
gelişini hazırlayacak olan kutsal kişiler (Hamaney’i Seyit Horasani,
Ahmedinecat’ı Şuayip Peygamber) olarak ilan ederek, her ikisinin de bu
sıfatları ile “zuhur”un, yani Mehdinin yeniden görülmesinin, gerçekleşebilmesi
için İsrail’i yeryüzünden sileceklerini duyuruyor.
Milyonlarca kopyasının İran’a ve diğer
Ortadoğu ülkelerine dağıtıldığı ileri sürülen belgesel, eski bir Devrim
Muhafızları üyesi iken CIA’ ya çalışmaya başlayan, Rıza Kahlili takma ismiyle
makaleler yazan ve anılarını, “Şimdi İhanet Zamanı” isimli kitapta toplayan
kişi tarafından afişe edildi. Kahlili’nin İngilizce altyazılarla kendi web
sitesinde de yayınladığı belgesel, bir anda ABD’de İsrail yanlısı olarak
bilinen CBS, Fox gibi televizyon kanallarının ve pek çok irili ufaklı web
sitesi ve yayın organının flaş haberi haline geldi.20
Kahlili web sitesinde, İran’ın radikal
ulemasının nükleer silahlara sahip olma isteğinin belgeselde de belirtilen bu
anlayışla doğrudan bağlantı olduğunu savunarak, videonun özel bir gösterimle
söz konusu ulemaya gösterildiğini ve heyecan yarattığını belirtiyor. Kahlili,
adları Türkçeye “Zuhurun Örgütçüleri” olarak
çevrilebilecek bir grup tarafından gerçekleştirilen projenin başında, 8 Nisan
2011’de özel kalem müdürlüğü görevine son verilen Ahmedinecat’ın sağ kolu
Meşayi’nin olduğunu, gizlice dağıtılması öngörülen videonun ortaya çıkmasının
ve büyük infial yaratmasının ardından Cumhurbaşkanının çaresiz kalarak
Meşayi’yi görevinden uzaklaştırdığını ileri sürüyor (Meşayi’nin diğer resmi
görevlerini korurken özel kalem müdürlüğünden uzaklaştırılması,
cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırlanmaya başladığı şeklinde de yorumlara neden
olmuştu.) Buna kanıt olarak da, Meşayi’nin ertesi gün bir basın toplantısı
yaparak belgesel ve onu yaptıran grup ile hiç bir ilişkisi olmadığını
açıklamasını gösteriyor. Kahlili, kaynak belirtmeden belgeselin radikal ulemaya
gösterildiği ve heyecan yarattığı özel oturumda, Meşayi’nin şu konuşmayı
yaptığını ileri sürüyor:
“O halde zuhurun
yakın olduğunu ve şeytanın korkması gerektiğini haykırmamıza izin verin.
Biz her gün bu düşünceler ile yaşıyoruz ve hayatlarımız son İmam’ın zuhuru ile
dolu. Bu insan tekrar görünerek, dünyayı adalet ile doldurup dünya yüzünde vaat
edilen yönetimini kurabilir. Bu dünya, diğerlerinin saraylarını kurabilmeleri
için çok fazla masumun kanının dökülmesine tanık oldu. Bu dünya, adalet isteyen
çığlıklarla dolu. Masumlar ve ezilenler dünya güçlerine karşı hayatlarını
kaybediyorlar. Bu dünyada zalimler hüküm sürüyor ve Allah Son İmama zuhur
etmesi için emir vererek adaletsizliğe son verecek. O zaman dünya doğruların
olacak.”
Kahlili, belgeselin ortaya çıktığı
tarihte halen Besiç ve Devrim Muhafızlarının karargâhlarında dağıtılmakta
olduğunu ve yapımcılarının Arapça tercümesini bitirmek için çalıştıklarını da
ileri sürdü. “Böylece Arapları, ABD destekli
yönetimlerini İsrail’in yok edilmesi ve dünyada Allah’ın yönetiminin kurulması
hedefiyle devirmeleri için daha fazla motive edebilmeyi” amaçlıyorlardı.21
Belgeselin yönetmeni Ali Asgar Sicani,
Meşayi’nin açıklamasının ardından düzenlediği basın toplantısında, belgeselin
önceden Hamaney ve Ahmedinecat’a gösterilerek onaylarının alındığım ve Devrim
Muhafızlarının 15 milyon dolar vererek filmi finanse ettiklerini açıkladı.
Hamaney’in, Mehdinin gelişini hazırlayan Seyit Horasani olarak ilan edilmesi
konusunda da, birçok kez çevresindekilerin ve önde gelen yöneticilerin bu
şekilde hitap ettiklerinde, Hamaney’in gülümseyerek onayladığına tanık olduğunu
anlattı. Bir gün sonra Sicani, Ahmedinecat’ın kontrolündeki resmi IRNA Haber
Ajansına verdiği mülakatta, Meşayi ile hiç karşılaşmadığını ve hiçbir gizli
siyasi örgütle bağlantılı olmadığını açıkladı. Belgesel ile cumhurbaşkanlığı
makamı arasında bir bağlantı görmediğini belirten Sicani, kendisi için önemli
olanın hükümete ulemanın desteğinin yanı sıra ideolojik destek de sağlamak
olduğunu söyledi.22
Yaklaşık bir saatlik olduğu belirtilen
belgeselin İngilizce altyazı ile on-line izlenebilen 28 dakikalık bölümünü
özetleyerek inceleyelim. Belgesel, “Zuhur’u hazırlayanlara ve güneşin doğuşunu bekleyenlere
selam olsun” yazısı ile açılıyor. İranda uygulandığı şekliyle İslami
kurallara uygun giysileriyle, genç bir erkek ve genç bir kadın Kâbe ve yarı
açık bir kapıdan gözüken yeşil elbise ile bir ışık huzmesiyle temsil edilen
Mehdi figürünün önünde, ellerinde metinlerle çok ciddi bir ifade ve ses tonuyla
anlatıyorlar.
“Bütün inanışlarda
insanlar asırlardır vaat edilen Mesih’i bekliyorlar.”
“O, Allah’ın ruhunun aynası, mükemmel insan,
Âdem’den başlayarak bütün peygamberlerin mirasçısı.”
“Adaletsizliklerin egemen
olduğu dünyayı adaletle dolduracak. Ama her kuşak için soru şudur; zuhur kendi
yaşam süreleri içerisinde mi gerçekleşecek?”
Her anonsun arasına kaba bir kurguyla
fotoğraf ve hareketli görüntüler serpiştirilmiş. Mesela, Obama, Suudi Arabistan
Kralı Abdullah ile yan yana, Amerikan doları üzerindeki (Mason işareti olduğu
ileri sürülen) piramit ve üzerindeki göz, Hamaney İran ordusunu yüksek bir
yerden selamlarken. Bundan sonra anlatıcılar hadislere ve onların tefsirlerini
yapan ulemaya dayandırarak zuhuru haber veren işaretleri yorumlamaya
geçiyorlar. “Doğu’da insanlar ortaya çıkacak.” (Humeyni, Hamaney,
Ahmedinecat, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah, Hamaslı Başbakan İsmail Haniye
fotoğrafları.) “Zuhurdan önce büyük depremler, felaketler yaşanacak,”
Depremde yıkılan bina, sel ve savaş görüntüleri.
“ En kötü insanlar lider olacak.” (Bush, Şaron, Netanyahu, Sarkozy fotoğrafları.)
“Kadınlar hicaptan
çıkacak.” (Dekolte giyimli flu kadın görüntüleri.)
“Zina yaygınlaşacak, kadınlar
kadınlarla, erkekler erkeklerle birlikte olacak.”( Bir eşcinsel festivalinden flu görüntüler.)
“Doğu’da bir ulus yükselecek ve
insanları zuhura hazırlayacak. (Arkası dönük,
halkı selamlayan bir Ayetullah. Çiçekler açan bir bahar dalı ve beyaz bir atın
üzerinde başından güneş doğan Mehdi. Genç erkekler ellerini havada sallayarak
marşlar söylüyorlar. Ardından çarşaflı kadınlar şarkı söyleyerek el
salıyorlar.)
“Bazıları ‘zuhur yakın değil çünkü
daha dünya baskı ve adaletsizlikle dolmadı 'diyorlar. Bu doğru mu?” (Kadın anlatıcı masa üzerindeki küreyi çeviriyor. Kanlı
görüntüler eşliğinde.)
“Filistin'in işgali,
Kore ve Vietnam savaşları, Afganistan’ın işgali, Afrika ve İran’a karşı
savaşlar. Milyonlarca masum katledildi, yaralandı, sürgün edildi. Dünya
adaletsizlikle doldu.”
“Dünyadaki 20 bin
nükleer savaş başlığının hepsi Batının, yarısı ABD’nin elinde.” (Nükleer savaş
başlıkları.)
“2009’da FAO, 1 milyon
aç olduğunu açıkladı.” (Afrika’da aç çocuklar.)
“Şeytana tapan gruplar gençliği tehdit
ediyor.” (Satanist bir
ayinden ve rock konserinden görüntüler. Ardından Bin Ladin, Suudi Kralı
Abdullah, Ürdün Kralı Abdullah, Kaddafı, Netanyahu ve Obama fotoğraflarından
bir kolaj. Kamera, Kayhan gazetesinin manşetine zoom yapıyor,
“Dünya adaletsizliklerle doldu ve
Mehdinin gelişi bekleniyor.”)
“Mehdinin gelişi ile yeni bir İslam
uygarlığının kuruluşu yoldadır.”
“Hadiste zuhurdan önce olacaklar
açıklanmıştır.”(Savaş
görüntüleri eşliğinde.)
“11 Eylülden sonra ABD ‘İslam Korkusu’
projesini yürürlüğe koydu.40 müttefiki ile birlikte İslam dünyasına karşı savaş
başlattı. Birkaç yıl içinde İslam ülkelerine yüzbinlerce bomba yağdırdılar.
Amerikan askerleri Irak’ın dini merkezlerini işgal ettiler. Niçin, birilerini
mi arıyorlardı?” (Amerikan askerleri bir Şii türbesinin içinde dinlenirken.) “Zuhurdan
önce Irak’ın bir çatışma merkezi olacağı öngörülmüştü. Irak’ta büyük bir korku
yaşanacak, barış ve huzur yok olacaktır. Bazılarına göre, Irak’ın zuhurdan önce
öldürüleceği belirtilen zalim diktatörü, Saddam’dır.” (Saçı sakalına
karışmış Saddam görüntüleri.)
“Yemendeki olaylar da zuhurun yakın
olduğunu gösteriyor. Hadis, zuhur yaklaştığında bu ülkede kutsal bir devrim
olacağını haber veriyor. İmam Mehdinin, Mekke’ye erişecek olan ilk orduları
Yemenden gidecek. Yemende Şiiler merkezi hükümetin saldırısına uğruyorlar, ama
onları başarı ile püskürtüyorlar.”(Yemenli Şii
isyancılar.)
“Bir süre önce Suudi Arabistan
Yemendeki Şiilere havadan, karadan ve denizden saldırdı. Ürdün, ABD ve İsrail’i
desteklemek için 2 bin komando gönderdi. Niçin Yemendeki Şiiler hedef alındı?” (Obama, Netanyahu, Ürdün Kralı Abdullah, Filistin
Cumhurbaşkanı Abu Mazen ve Mübarek’in muhtemelen ABD’de bir zirvede çekilmiş
fotoğrafları.)
“Hadise göre, zuhurdan önce Mısır’da
halk ayaklanacak, ülkenin lideri öldürülecek ve kaosa sürüklenecek. Mübarek’e
karşı ayaklanma ve Müslüman Kardeşler gibi grupların yükselişi, hepsi hadise
uygun.” (Mübarek, Mısır
protesto görüntüleri.)
“Hadise göre, Filistin de karmaşa,
kışkırtma ve çatışmaların merkezi olacak. Filistin’de devlet kurmak için
Yahudiler Batı’dan gelecekler.” (Filistin’e
gemilerle gelen ilk Yahudi göçmenlerin görüntüleri.)
“Bu sırada Araplar birlik içerisinde
olmayacaklar. Ancak sonunda Araplar kontrolü ele alacaklar.” (Hamas, Hizbullah bayrakları. Kayhan gazetesinin manşeti, “Bu
Filistinli kuşak İsrail’in yenilgisine tanık olacak.” Yanan bir Davut
Yıldızı. Yanan İsrail bayrağı.) “Lübnan’a
saldırmaları hataydı. Gazze’ye saldırmaları hataydı. O gemilere saldırmaları
hataydı. (Muhtemelen Mavi Marmara saldırısına gönderme yapılıyor.) Bu hatalar
katil Siyonist rejimin son döneminde olduğunu gösteriyor.” (Kayhan gazetesinin manşeti, “Nasrallah: Yeni bir
savaşın başlamasıyla İsrail’in yok oluşu gerçekleşecektir.”) “Hadise göre, Kral Abdullah döneminde Arabistan’da
çatışmalar başlayacak ve zuhura dek devam edecektir. Suudi Arabistan’ın 100 yıl
sonra Kral Abdullah adında bir kralı olması da bir işarettir.” (Kral Abdullah görüntüleri.)
“Hadise göre, zuhurdan önce İran’da
bir devrim olacaktır. Kum’dan birisi haykıracak ve demir yürekliler onu
izleyecektir.” (Humeyni ve onu
destekleyen kalabalık.)
“Fırtınalar onları yıldırmayacak,
savaşlar korkutmayacak.” (İran-Irak
Savaşı görüntüleri.)
“Ezilenler, Doğu’dan yükselip,
kılıçlarını çekerek haklarını alacaklar. Mehdi gelinceye dek durmayacaklar,
ölenleri şehit olacak.”
“Hadis bize zuhurdan önce görülecek
bazı anahtar kişilerden söz eder. Arabistan’da Kral Abdullah. Abdullah’ın ölümü
zuhurun gerçekleşeceğinin garantisidir. Kral Abdullah’ın sağlığının bozuk
olduğuna dair haberler zuhuru bekleyenler için iyi haber değil midir?” (Kral Abdullah görüntüleri.)
“Bir diğer kişi Sofıani’dir. Sofiani
yürürken erkekler yüzlerini gizlerler.” (Ürdün Kralı Abdullah’ın kızgın ve kötü bir yüz ifadesi ile
fotoğrafları.) “Seyit Horasani İslam bayrağını Mehdiye geçirecek olan
Doğunun bir lideridir.” (Hamaney görüntüleri.) “Cesur bir adam.
Horasan’dan çıkacak. Sağ elinde bir işaret var. Güçlü bir ordusu olacak.
İran’ın pek çok modern gemiye, füzeye sahip, milyonlarca kişilik, şehit olmaya
hazır bir ordusu var.” (Gemi, füze ve İran askerlerinin resmi geçit
görüntüleri. Hamaney orduyu selamlıyor.)
“Pek çok uzman Horasani’nin Rehber
Hamaney olduğu kanısında. İkinci önemli kişilik, Yemenli. Onun da, Hasan
Nasrallah olduğuna inanılıyor. Nasrallah Yemen Şiilerindendir. Ataları Lübnan’a
göçmüştür.” (Nasrallah,
Yemen ve Lübnan görüntüleri.)
“Nasrallah hem Şiiler hem de Sünniler
arasında cihat bayrağını dalgalandırabilmiştir. İmam Humeyni’nin eridir.” (Nasrallah, İmam Humeyni’nin önünde eğilirken.)
“Açıktır ki, Horasani ve Yemenlinin
orduları Deccal’a karşı ayaklanmayı gerçekleştireceklerdir.”
“Hadise göre birkaç Deccal vardır.” (Ürdün Kralı Abdullah, Kral Abdullah, Kaddafı, Netanyahu,
Bin Ladin fotoğrafları.)
“Masonlar, başkenti Kudüs olan bir
dünya devleti amaçlayan bir gizli örgüttür.” (Amerikan dolarının üzerindeki piramit ve göz.)
“Pek çok ABD’li lider ve bazı Müslüman
liderler bu örgütün üyesidirler.” (Bush, Clinton,
Ürdün Kralı Abdullah fotoğrafları. Bush eliyle kurt başı işareti yaparken.)
“Birçok akademisyene göre, ABD ve
İsrail’in kuruluşunun ardında bu örgüt var. Mason işaretleri, şeytana
tapanların işaretleri ile benzerlik gösteriyor. İnançları Firavunlar dönemine
dayanır. Son 200 yılda büyük güç kazandılar. Etkili üyeleriyle bir dünya
devletinin kuruluşunu başarmak üzereler.”
“Hadise göre, önemli kişilerden Şuayip
zuhurdan 72 ay önce hareketine başlayacak. Horasani tarafından başkomutanlığa
atanacak.” (Ahmedinecat
görüntüsü.)
“Ahmedinecat, zuhurdan önceki İslam’ın
büyük komutanı Şuayip olabilir mi?” (Ahmedinecat ve
İran askerleri.)
“Şuayip, Horasani’nin onayına sahip
olacak” (Hamaney,
Ahmedinecat’ı öperken.)
“Şuayip, Kudüs’ü orduları ile
fethedecek. Filistin özgür olacak. Adalet gelecek. Ezilenler kurtarılacak.” (Ahmedinecat görüntüleri.)
“İmam’ın güneşi doğmak üzere. Ne
şanslıyız ki, insanlığın bu çok önemli anının bilincindeyiz. İmam’ın dünya
yönetimi için, Allah’a dönmek ve cihat için öne geliniz. İyi haberler yolda.” (Hamaney’in kendi görüntüsü üzerine bindirilmiş sözleri.) “Kesinlikle
söyleyebilirim ki, zuhur ve yeni bir İslam uygarlığının kuruluşu için zaman
yakındır.” (Anlatıcılar )
“Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Zafer yakındır.”23
Hamaney, Ahmedinecat ve Nasrallah'ın
zuhur döneminin önemli kişilerine benzetilmesi ilk kez belgeseli hazırlayanlar
tarafından yapılmıyor. Mehdeviyet bölümünde de alıntılar yaptığımız siyasal
Mehdizme ilişkin Mayıs 2009 tarihli makalesinde Jean-Pierre Filiu; Lübnan’da
Şadi Faris Fakih isimli seküler bir yayımcının, popüler Şiilik üzerine yazdığı
düşük fiyatlı kitapçıklardan “Ahmedinecat ve Gelecek Dünya Devrimi” isimli
olanında, Hamaney’i Horasani’ye, Ahmedinecat’ı Şuaip Peygambere ve Nasrallah’ı
da Yemenliye benzettiğini belirtiyor. Fakih, Kral Abdullah’ı da Hicaz'ın
(İran’da Suudi Arabistan bu şekilde anılıyor) son yöneticisi olarak ilan
ediyor. Güney Lübnan ve Bekaa Vadisinde bol miktarda bulunan kitap, Şam’daki
İran Kültür Merkezlerinde de satılıyor.24
Belgesel, Kahlili’nin de yer aldığı,
İran’daki nükleer silahları Mehdi düşüncesi ve İsrail’in yok edilme hedefi ile
ilişkilendiren çevreler tarafından, bu argümanların açık bir kanıtı olarak
gösterildi ve fazlasıyla ön plana çıkarıldı. En üst dereceli Şii din adamı
olarak kabul edilen ve Velayet-i Fakih Doktrinine karşı çıkan Irak’taki Büyük
Ayetullah Sistani de bir demeç vererek, (yine Kahlili’nin tercümesine göre)
“Son İmam’ın gelişine ilişkin analizin zamanlaması oldukça endişe verici. Bu
tür analizler Müslümanların inancını zayıflatabilir. Bu tür eylemlerin İran’da
olmaması gerekir... Bu çok kaygı verici,” dedi. “Zuhur Yakında”, İran’da
da ulema arasında da büyük bir infial yarattı. Büyük Ayetullah Mükerrem Şirazi,
İmam’ın gelmekte olduğunu ileri sürmenin kırmızı çizgiyi geçmek olduğunu
belirterek, “Yönetici ulemanın, inancımızın zedelenmesine izin vermemesi
gerekir” dedi. Şirazi, belgeselin yapımcılarının, “Siyasi amaçlarla, inanca
ilişkin konuları sömürme” suçuyla yargılanmalarını talep etti. Üst düzey
ulemanın belgeselden Ahmedinecat ve Meşayi’yi sorumlu tutarak, dağıtılan
milyonlarca kopyanın amacının sadece mevcut hükümeti değil, Meşayi’nin 2013’te
cumhurbaşkanı olma hedefini destekleme amacı taşıdığı suçlamasını yaptıkları da
belirtiliyor.25
Ancak en ilginç tepkiler Kahlili’nin
web sitesinde yorum yapan okuyuculardan geldi. Yapılan yüzlerce yorumda çeşitli
gruplara mensup Hıristiyanlar, biraz ileride üzerinde duracağımız Şii Mehdinin
aslında Deccal (yani anti-Mesih) olduğundan başlayarak, birbirlerinin Mesih
inancını heyecanlı bir dille sorguladılar. Bu da, kuşkusuz Mesih inancının
bütün dünyada ne denli yaygın ve etkili olduğu gösteren bir örnekti. Yanı sıra,
“The Christian World
View” isimli Avangelist bir sitede yer alan makalesinde bu akımın
önde gelen isimlerinden Joel Rosenberg, filmde 12. İmam’ın gerçek Mesih gibi
sunulduğunu, global bir İslam egemenliği kurduğunu ve dünyayı kurtardığım oysa
bu bilgilerin doğru olmadığını belirtti. Bu yanlış Mesih öğretisinin, yanlış
bir dine inanan (İslam) yanlış öğretmenlerce (İranlı ulema) yayılmasıydı.
Rosenberg, gerçek Mesih olan Jesus Christ’ın (Hz. İsa) tilmizlerini, gelişine
yakın günlerde “sahte Mesihlerin” ve “sahte peygamberlerin” ortaya
çıkacağı konusunda uyardığını hatırlatarak, uyardı: “Tam olarak bilinemezse de
bu, 12.İmam olarak isimlendirilen sahte İslam Mesih’inin gelmekte olduğunun
işareti olabilir.” Dolayısıyla “Jesus Christ” ın sadık izleyicilerinin buna
hazırlıklı olması gerekmektedir. Avangelist olduğunu belirten ve 12.İmam
hakkında bir kitabın da yazarı olan Rosenberg, “İran yönetimince dünyaya
yayılmaya çalışıldığı anlaşılan sahte Mesih öğretisine karşılık derhal önlem
alınması ve gerçek Mesih öğretisini anlatmak için bir seferberlik ilan
edilmesi” çağrısı yaptı.26
Başta sorduğumuz soruya cevap
verebilmek için Hıristiyanlıktaki Mesih inancı ve Mehdiye bakış konusuna göz
atmakta yarar var. Hıristiyan tarihindeki Mesiyanik beklentileri sosyolojik
perspektiften değerlendiren Gerald Shenk’in, İran’daki Mehdeviyet konferansına
sunulmuş olan ilginç makalesi ile başlayalım. Shenk, Katolik Kilisesine bir
tepki olarak ortaya çıkan Protestanların, Mesih beklentisi içerisinde olan
Avangelist kanadının da kendi içinde ayrıldığını ve Mesih’in dönüşünün
hızlandırılması için çaba gösterilmesi gerektiğine inanan
“Dispensetionalist”lerin, ABD’deki Avangelistlerin üçte birini oluşturduklarını
yazıyor. (40-50 milyon Avangelistin 15 milyonu Dispensetionalisttir.) Yazara
göre, Amerikan dinci sağının popülaritesinin ve İsrail’deki radikal unsurlara
verilen mali desteğin arkasında bu grup var. Yanı sıra, oyları ile başkanlık
seçimlerinin sonucunu da büyük ölçüde etkiliyorlar.
Shenk, Dispensetionalistlerin 100
yıldan fazla bir süre Mesih’in dönüşü için gereken işaretlerin şifresini dini
metinlerden çözmeye çalıştıktan sonra, anahtarın İsrail ve Yahudilerde olduğu
ve Kudüs’ten uzak Yahudilerce Mesih’in geliş sürecinin gerektirdiği adımların
atılamayacağını keşfettiklerini belirtiyor. Böylece, İsrail’in kuruluşunun
ardında da aynı grubun olduğunu ima ediyor. Bu çerçevede, İsrail’in rolü sadece
Yahudiler, Araplar ya da Ortadoğu için değil, Dispensetionalistler açısından da
son derece önemlidir, nitekim Mesih’in geliş sürecinde gözlemci değil oyuncu
olmaya karar vermişlerdir. 2. Dünya Savaşından sonra tarihin doğru seyrinde
ilerlemesi için sorumlulukları olduğu inancıyla, bu yolda lobi yaparak, dua
ederek ve mali yardımda bulunarak aktif rol üstlenirler. Shenk, bu
anlatılanların konuya uzak olan ya da seküler kişilere çok garip gelebileceğini
kabul ediyor. Fakat dünyadaki bu tür sosyal ve siyasi davranışların
açıklamasının (global kapitalizmin karmaşık yapısı ya da komplo teorilerinden
ziyade) Dispensetionalist Hıristiyan teolojisinde bulunabileceği yorumunu
yaparak, Mesih beklentisinin ne denli güçlü ve siyasal olaylar üzerinde etkili
olduğuna dikkat çekiyor.27
Yine Mehdeviyet Konferansına sunulan
bir makale. Pakistanlı yazar Yoginder Sikand, Hıristiyan Siyonist Mesiyanizmini
ele alarak İslam ve Müslümanlara bakışını sorguluyor. Sikand, makalesinde
öncelikle, “Hıristiyan Siyonist Mesiyanist Emperyalizminin ideologu, İslam
ve Müslümanlara karşı kozmik savaşın savunucusu” olarak nitelediği John
Hagee’yi tanıtıyor. “Hagee, Teksas Austin’deki 19 bin aktif üyesi olan
Cornerstone Kilisesinin kurucusu ve rahibi. ABD’deki diğer köktendinci vaizler
gibi onun kilisesi de çok fazla bağış alıyor ve medya ile içli dışlı. Günlük
programını ABD ve dünyaya, radyo ve televizyonla (sadece ABD’de 160 TV kanalı,
50 radyo istasyonu ve 8 yayın şebekesi ile S.Ç) ulaştıran ‘Global Avangelizm’
isimli medya şirketinin başkanı. Hıristiyan Siyonizm’i konusunda, yurtdışında
da aynı çevreler tarafından basılan pek çok kitabı var. Bu kitaplarında Hagee,
Tanrının 'Mısır’dan Irak’a kadar olan Büyük İsrail’i sonsuza dek Yahudilere
verdiğini, burada yaşayanların Yahudi egemenliğini kabul etmedikleri takdirde
orada yaşamaya hakları olmadığını yazıyor. Yani, sürülmeleri ya da
öldürülmeleri gerektiğini ima ediyor. Hagee, İslam ve Müslümanlara karşı vaaz
ettiği global savaşı Hıristiyan ve Yahudilerin ortaklaşa gerçekleştirmeleri
gerektiğini çünkü 2. gelişinden önce Jesus (Hz. İsa) bunu istiyor’ konu alıyor.
Diğer Hıristiyan Siyonist Mesiyanist Avangelistler gibi Hagee de, Müslümanlarla
diyaloga girmenin kesinlikle mümkün olmadığını çünkü Müslümanların başka bir
Tanrıya taptıklarını düşünüyor. Kendi dinlerinden olmayan herkesi öldürerek bir
dünya devleti kurmayı amaçladıklarını savunuyor. Hagee’ye göre, ‘İslam,
terörizmi destekleyen bir ölüm doktrinidir. ABD İslam faşistleri ile bir savaş
halindedir (G.Bush’dan alıntı.) Bu bir din savaşıdır ve hiç bir uzlaşmaya yer
yoktur.”
Sikanda göre, İslam ve Müslümanlara
yönelik yüzyılların nefreti üzerine inşa edilmiş olan, Hıristiyan Siyonist
Mesiyanizmi günümüzün en vahim tehditlerinden birisidir. Özellikle ABD’de de
sahip olduğu büyük siyasi ve mali güçle Batı Emperyalizminin yeni yüzüdür ve
Hıristiyanlar da dâhil olmak üzere kanlı doktrinlerini benimsemeyen her
inançtan insana vahşice karşı çıkarlar. “Hıristiyan Siyonist Mesiyanizmine
göre, İslam ve Müslümanlar Tanrının düşmanlarıdır. Bu ideoloji, bugün pek çok
İslam ülkesindeki Amerikan (ve İsrail) emperyalist saldırganlığını haklı
çıkarmak için kullanılmaktadır ve çok muhtemelen ilerde İrana yönelik olarak da
kullanılacaktır. Müslümanlar bu tehlikeli projenin farkında olup gereken
önlemleri almalıdırlar. Diğer Hıristiyan olmayanlar ve Müslümanları sevenler
de. O yüzden sadece Müslümanlar değil, bu ideolojinin Jesus Christ'ın (Hz. İsa)
mesajından temel bir sapma ironik olarak onun adını taşıyan bir ihanet olduğuna
inanan Hıristiyanlar da önlem almalıdır.”29
Son makalemize geçmeden önce Hagee’den
biraz daha söz edeceğiz. Vaazları bir haftada 99 milyon eve ulaşan ve başta 3.
dünya ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden izlenen Avangelist vaiz,
22 kez İsrail’e gitmiş ve Menahem Begin’den bu yana bütün İsrail Başbakanları
ile görüşmüş. Sovyet Yahudilerinin İsrail’e getirilmesi için 8,5 milyon dolar
yardımda bulunmuş. 2006’da,“Christians
United for Israel İsrail için Birleşen Hıristiyanlar” isimli etkili
bir lobi örgütü kurmuş. Ancak İsrail devletine destek verirken, Yahudiler
hakkında liberal Yahudi çevrelerce anti-semitik olarak nitelenen olumsuz
ifadeleri var. Mesela, Hitler’in Yahudilerin modern İsrail devletine
ulaşmalarını sağlayan ilahi bir planı gerçekleştirdiği söylüyor. Holokost’un, İsrail’e gitmeleri
çağrısına kulak tıkayan Yahudilerin kendi suçu olduğunu yorumunu yapıyor.
Ahmedinecat’ın yeni Hitler olduğunu, İsrail ile ABD’ye nükleer silahları ile
saldırmayı amaçladığını, buna meydan verilmeden İran’a önleyici bir saldırının
yapılması gerektiğini savunuyor. Fakat bunun İsrail’deki pek çok Yahudi’nin
ölümüne neden olabileceğini de kabul ediyor. “Jerusalem Countdown-Kudüs Geri sayımı” isimli
kitabında, Hitler’den, “Lanetli, genetik olarak katil ruhlu, yarı Yahudi bir
soydan geliyor,” şeklinde söz ediyor. Barış yanlısı liberal Yahudileri, “zehirlenmiş”
ve “ruhen kör” olarak tanımlamakla kalmıyor, liberal Yahudiliğin bir eseri
olarak gördüğü seküler hümanizmi, Şeytanın dini olarak niteliyor ve
savaşılmasını vaaz ediyor. Bu nedenle, radikal sağcı Yahudiler tarafından
savunulsa da, liberal Yahudiler ve Reform Yahudiliği tarafından, barış
karşıtlarını destekleyen İsrail politikası, öbür inançları özellikle İslam ve
Roma Katolik Kilisesini aşağılaması nedeniyle, sert bir şekilde eleştiriliyor. Hagee
kitaplarında, “Büyük
Fahişe” dediği Roma Katolik Kilisesini paganist bir Hıristiyanlığı
yaymakla, tarih boyunca Yahudileri öldürmekle, Hitler’i desteklemekle (ve onun
politikasını şekillendirmekle) suçluyor. Bu nedenle, 2008’de Cumhuriyetçi
Başkan adayı Mc Cain’i desteklediğini açıkladığında, ABD’deki Katolikler büyük
tepki gösterirler. Sonuçta Hagee, “Büyük Fahişe” benzetmesini Roma
Katolik Kilisesi için kullanmadığını söyleyerek resmen özür diler.30
Görüldüğü
gibi Hagee’nin düşmanlığı İslam dinine ve Müslümanlara olduğu kadar, Roma
Katolik Kilisesine ve liberal ya da/ve ateist Yahudilere de yönelik. Hagee’nin neo-con’lar ve aşırı milliyetçi ve dinci İsrailli
çevreler ile aynı tarafta olduğunu da not edelim. Dinin siyasi amaçlarla
kullanılmasının, yani siyasallaşmasının açık bir sonucu olan bu cepheleşme
nihai değerlendirmemizi yaparken bize yardımcı olacak. Dinlerarası diyalogu
savunan İsrailli bir Yahudi olan Yehezkel Landau’nun makalesinden (tam da bu
konuda) alıntılarla devam edelim. Landau, değişik İbrahimi dinlerin radikal
tefsirlerine inanan militan Mesiyanistlerin yol açtıkları felaketlerin akla şu
soruyu getirdiğini yazıyor: “Yüzyıllardır inananlara esin kaynağı olan
zamanın sonu senaryoları devletlerin ya da silahlı siyasi hareketlerin gündemi
haline gelirse ne olur?” Landau, İsrailli sağcıların Mesih inancını ve İran
rejiminin Mehdi inancını kullandıkları gibi aynı şekilde, Lübnan’da
Hizbullah’ın da Mehdi sembolizmini güçlendirerek, cefayı zafere dönüştürme
sözüyle bu inancı başarılı bir şekilde siyasileştirdiğini vurguluyor. Şahadet
de dâhil olmak üzere acı çekme ve sonunda zafere (yani selamete) ulaşma, Şii
inancının temel unsurlarını oluşturuyor.
Benzer şekilde, Mukteda el Sadr da,
aynı dini sembolleri Irak’ta kurduğu Mehdi Ordusu ile öne çıkartıyor. Saddam
yönetimi altında uzun yıllar yaşanan baskının ve Batılı işgal güçleri ile
mücadelenin ardından zafere (selamete) ulaşma sözü veriyor.
İranlı liderler ve Hizbullah, Mehdi
inancını ön plana çıkartırken İsrail’i, buna karşılık İsrailliler ise, Mesih
inancı ile İranlıları şeytanlaştırıyorlar. Bunu yapmak için de, kendi misyonlarının
önünü açacak şekilde tarihi ve günlük olayları mistik Mesiyanizm doğrultusunda
yeniden yorumlayarak ilahi bir “Mesiyanik doğru” adına diğerlerine adaletsizlik
yapmayı haklı çıkarıyorlar. Özellikle tarihsel olarak ezilmiş toplumlar (mesela
Irak’taki ve Lübnan’daki Şiiler ile Yahudiler) güç elde ettiklerinde geçmişte
yaşadıkları zulüm ve baskıyı tazmin edecek ve bunun intikamını alacak şekilde
Mesiyanik retorik kullanarak yeni ideolojiler geliştirebiliyorlar. Gündemi
selamet olan bu tip ideolojiler de, bu sefer diğer ideoloji ve inançların
mazlum durumuna düşmelerine neden oluyor. Landau bu noktada, “Mehdi ya da Mesih
adına hareket eden bu nefret ve intikam güçleriyle mücadele etmek için
alternatif bir ruhani aklı devreye sokmak mümkün değil mi?” diye soruyor.31
Landau’nun bu sorusuna muhtemelen hayır cevabı vermek gerekecek. Dünyada ve
özellikle Ortadoğu’da yaşananlar bunu yapabilmenin bugün her zamankinden daha
zor olduğunu gösteriyor.
Giriş bölümünde de vurguladığımız gibi
bu kitapta, Şii düşüncesinde İslamcılığı, İran örneğinde ele alarak anlamaya
çalıştık. İran tarihine paralel olarak Şiiliğin siyasallaşmasını inceledik.
İran devrimi ile iktidara gelen Şii İslamcılık anlayışının bundan sonra
gideceği yönü araştırırken ok işaretleri bizi Mehdiye götürdü. Bu noktadan
bakıldığında; her ne kadar Mart 2012 seçimleri bu yönde sonuçlanmamışsa da,
İran’da rejim içindeki sert çatışmanın galibi olması halinde Ahmedinecat ve onu
destekleyen çevrelerin, Mehdi inancını şimdiye dek hiç olmadığı kadar
siyasallaştırıp, (bu inancın ruhuna da uygun olarak) globalleştirmeyi
deneyecekleri öngörüsünde bulunabiliriz. Ancak bu takdirde karşılarında,
Mehdiye karşı Mesih (ya da Sahte Mesih’e karşı Gerçek Mesih) formülünü savunan
cepheyi bulacakları anlaşılıyor. Bu cepheyi saptamaya çalışalım. Avangelist
Hagee’nin, neo-con’ları ve radikal sağcı İsraillileri yanma alarak İran’a, Roma
Katolik Kilisesine ve liberal ya da/ve ateist Yahudilere saldırdığım görmüştük.
Ahmedinecat’ın Papaya yazdığı saygılı mektup, Mehdeviyet konferanslarına
katılan Katolikler gibi unsurlar da, bize İran yönetimi ile Katolik Kilisesinin
müttefik olmasalar da en azından karşı cephelerde yer almadıklarını
düşündürebilir. “Tükenen Devrim ideolojisi” yerine, İran’ın nihai hedefi olduğu
ileri sürülen nükleer bombadan daha da tehlikeli bir yeni İslamcılık ideolojisi
ile silahlandığı anlaşılan Ahmedinecat’ın anti-semitik söylemi, her fırsatta
bölgedeki Amerikan ve Siyonist varlığını sona erdirecekleri tehdidinde
bulunması ve Katolik Kilisesi ile yakınlığı, akla benzer bir retoriğe sahip
olan lan Dallas ya da Şeyh Murabıt es-Sufi’yi getiriyor. “Müslüman Kardeşlerden
Yeni Osmanlılar’a” kitabında geniş yer verdiğimiz İskoçyalı Dallas,
Müslümanlığa geçtikten sonra pek açık olmayan bir şekilde Şeyh unvanı almış, bu
gün en çok müride sahip radikal İslamcı liderlerden birisidir. Global güç
çatışmasına ilişkin yorumları geldiğimiz bu noktada zihin açıcı olabilir.
Kitaptan aynen alıntılayalım.
“Murabıt a göre, geçmişten bugüne
süren global düzeyde bir çatışma söz konusudur. Bu Hıristiyanlar ve Yahudiler
arasındaki bir çatışmadır. (Murabıt, Avangelistleri Yahudi işbirlikçisi
Hıristiyanlar olarak görür, dolayısıyla kastettiği Hıristiyanlar Katolikler
olmalıdır.) Bunun en acımasız sonucu Nazilerin 2. Dünya Savaşı sırasında yaptıklarıdır.
Fakat bu onların Yahudi olmalarıyla değil faize dayalı piyasa modelinin
Yahudiler tarafından icat edilmiş ve ağırlıklı olarak onlar tarafından kontrol
edilmekte oluşuyla ilgilidir. Her şey, Amerikan Devriminin ardından (ki 1789
Fransız Devrimine kaynaklık edecektir) ABD’nin kurulması ile başlar. O zamandan
beri, yıkılan eski rejimlerin elitleri ile yeni elit arasındaki kavga
sürmektedir. Eski sistem İtalya’da Garibaldi, Sırbistan’da Kara El, Türkiye’de
Jön Türkler gibi sözde milliyetçi hareketler tarafından 1. Dünya Savaşı
sonrasında yıkılan ve yerlerine ulus devletlerin kurulduğu Hıristiyan
monarşileri ve Osmanlı Halifeliğidir. Bu, Hıristiyan monarşilerini ve
Panislamizm’i engellemeyi amaçlayan uluslararası bir komplodur. Dolayısıyla
aslında antik Yunan ile başlayan Roma ve daha sonra Alman uygarlığı ile devam
eden Batı medeniyetinin de sonudur. Son zafer kölelere aittir. Şimdi, bu ulus
devletlerin, ulus-üstü kurumlara dönüştürülmesi amaçlanmaktadır. Fransız
Devriminden sonra, Rothschild (Bankacılık) Evi, Yahudiler tarafından kuruldu ve
altının değerini saptama rolünü üstlendi. Bugün hâlâ, kimse tarafından
seçilmemiş oldukları halde, bazı eski soylu ailelerin bireyleri ile birlikte,
aynı rolü sürdürüyorlar ve bunun adına da demokrasi deniyor. Dolayısıyla,
anti-semitizmin diyalektiği Yahudileri değil, bu anlatılan sistemi korumanın
bir yolundan başka bir şey değildir. Anti-semitizm suçlaması bir köle grubu
Yahudiler tarafından devrilen Hıristiyan elitlerin başının üzerinde sallanan
bir kılıçtır.
Bugün demokrasi denen şey, Yunan
modeli değil, Hıristiyan Avrupa ve İslam Halifeliğine son veren,
Amerikancılığın anayasal demokrasisidir. Tarih, resmi versiyonundan oldukça
faklıdır. Monetarist elitler tarafından savaşa zorlanan Hitler, hegemonya
peşinde bir şarlatan değildi. Weimer Cumhuriyetindeki karmaşaya son verdi ve
Alman ulusunun kendisine olan saygısını yeniden kazandırdı. Hitler, Hıristiyan
dünyasını tamamen yok etmeyi ve dünyayı faiz yoluyla tek bankacılık sistemi
altında birleştirmeyi amaçlayan planı engellemeye çalıştı. Aynı planın 2.
aşaması ise kapitalist Amerika’nın, yenilenen komünist devlet kanalıyla yok
edilmesiydi. Dolayısıyla, hem kapitalizm hem komünizm sahte ideolojilerdi. Son
hedef, oluşturulacak bir kredi kartı ağı ile parasonrası aşamaya geçmekti. Bu
nedenle, faizci sistemi ortadan kaldırmak Nazi Almanya’sının 20 hedefinden
biriydi ve Avrupa’yı 20 ve 30’larda sarsan olayların ardında bu gerçek vardı.
Savaş sonrasında Yahudiler ulus devletlerine kavuştular ancak bu Hitler’in
uyardığı gibi onların para piyasaları üzerindeki kontrolüne son vermedi. Bu
nedenle ‘Yahudi sorununu çözmede de başarılı olamadı. Tam tersine, dünyadaki
bütün Yahudilerin efendisi ve kendiliklerinden onların polisi haline geldiler.
İsrail, global bankacılığın silahlı koludur.
Aslında, Yahudileri korumak için değil dünya elitlerinin ki, dünya medyası da
kontrolleri altındadır, dünyayı ele geçirme sürecini perdelemek için bir ilgi
merkezi oluşturma amacıyla kurulmuştur. Bunun için, yaşananlar ne bir Yahudi
dünya elitlerinin çoğu Yahudi olmakla birlikte ne de komünist komplosudur.
Zaten Yahudiler, Hıristiyanların yardımı olmadan eski rejimleri yıkmada
başarıya ulaşamazlardı. Eski efendiler devrildi, eski elitin tekrar geri gelme
şansı yok. Haç bir kez kırıldı, bu süreci Müslümanlar durdurabilir ve faizci
sistemi ortadan kaldırmak onların tarihi misyonudur. Onlara bunun imkânları
verilmelidir. Yahudiler, îslami sistemi kabul etmeli ya da Müslüman
olmalıdırlar, bu onlara sunulan bir çıkış yoludur yoksa kendilerini gerisin geri
tekrar (Holokost’la sonuçlanan S.Ç.) eski Yahudi-Hıristiyan zıtlaşması içinde
bulurlar.”32
Murabıt, “Gelmekte olan İnsan”
kitabında, Hitler’in vasiyetinde yer alan (“Bundan böyle gelmekte olan insan
için dövüşeceksiniz”) bu beklenen kişinin Müslümanlar olduğunu belirtir.
1996’da, (Necmettin Erbakan Başbakan, Recep Tayyib Erdoğan İstanbul Belediye
Başkanıdır) İstanbul Belediye Başkanlığının Kültür Dairesi tarafından
düzenlenen “Doğudan
Batıdan” adlı konferanslar serisi sırasında yaptığı konuşmada,
Osmanlı devletinin gelmekte olduğunu ve Genç Osmanlıların çağının başladığını
ilan eder. Halifeliğin yeniden tesisi ile kapitalist düzeni yıkma misyonunu da
Genç Osmanlılar a yükler.33
“Gelmekte
olan insan” motifinin Mehdi
inancı ile benzerliğine dikkat çekerek hemen, makalelerinde sürekli olarak
“İran tehlikesine” dikkat çeken neo-con gazeteci Daniel Pipes’ın yeni bir
yorumuna yer verelim. “Ankara’nın hırsları kontrol edilmeli. İran rejiminden
daha az provokatif fakat daha zekice, kendi İslamcılık vizyonu ile Müslüman
ülkelere yeniden şekil vermeyi hedefliyor. Bu çabanın ilk salvoları başarılı
çünkü hem etkili oldu hem de dikkatleri çekmeden yapıldı.”34
AKP yönetiminin, “Yeni Osmanlılık”
olarak da isimlendirilen İslamcı modelinin Batılılar tarafından bölgedeki İslam
ülkelerine bir model olarak önerildiğini görmüştük. O halde Pipes’ın da
vurguladığı gibi, bölgede (biri Şii biri Sünni olmak üzere) iki İslamcı model
söz konusudur. Bu giderek belirginleşen rekabete ve iki ülkenin; Esad rejiminin
geleceğine ilişkin ciddi bir çatışma içerisinde olmalarına karşın en azından
görünürde ve şimdilik yakın olan ilişkileri, kendi özel gündemlerini
uygulayabilmek için dayanışma içerisinde göründükleri şeklinde açıklanabilir.
Çünkü iki ülkenin de, bölgedeki dengeleri yeniden belirlemek isteyen, hatta bir
harita değişikliğine gitmeyi amaçladıkları anlaşılan global güçlere karşı en
güçlü kartı, muhtemel bir Türk-İran ittifakıdır. Fakat Türkiye’nin Suriye’ye
olası bir müdahalesi böyle bir olasılığı ortadan kaldırabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=rFr4C2BPLeM
You Tube’de çeşitli versiyonlarının da
izlenmesi mümkün olan 18 Kasım 1990 tarihli 1 dakikalık videoda, dönemin
Dışişleri Bakan Yardımcısı olan Netanyahu ile ünlü Hasidik Hahambaşı Menachem
Mendel Schneerson konuşuyorlar. Netanyahu’nun başında siyah bir kipa (Yahudi
dua başlığı) var ve son derece saygılı bir şekilde davranıyor. Hahambaşı,
Netanyahu’yu kutsayarak bir şişede muhtemelen okunmuş su veriyor.
Bugünkü Ukrayna’da doğan ve 1994’de 92
yaşında New York’ta ölen, Berlin Üniversitesi ve Sorbonne’de öğrenim görmüş
olan Hahambaşı Schneerson, Hassidik 36 Chabad Lubovitch hareketinin 7. ve son
başhahamıydı. Holokost sırasında mensuplarının neredeyse tamamı öldürülen
hareketi, lideri olduğu 44 yıl zarfında The New York Times’e göre, Yahudi
dünyasının en etkili ve tartışmalı hareketi haline getirdi. Merkezi New York’ta
bulunan ve bütün dünyada 200 bin mensubu olan Mesiyanik hareket, kendi inancı
doğrultusundaki Ortodoks Yahudiliği yaymak için dünyanın dört bir yanına
misyonerler gönderiyor, her yıl bütün dünyada çok sayıda okul ve çeşitli yardım
kuruluşları açıyor. 1990’da hareketin bağışlardan kaynaklanan yıllık gelirinin
100 milyon dolar civarında olduğu açıklanmıştı. Schneerson’nın İsrail’e hiç
gitmemesine rağmen hareketi aracılığıyla İsrail siyasetinde son derece etkili
olması nedeniyle, sağcı İsrailli Liderleriler tarafından mutlaka ziyaret
edildiği belirtiliyor. İzleyenleri tarafından (halen) Yahudi Mesih’i olduğuna
inanılan Schneerson, Yahudilerin Tevrat’ta belirtilen ve hahamlar tarafından
diğer kutsal metinlere dayanılarak yorumlanan kurallarına uymaları halinde
Mesih’in gelişini hızlandırabileceklerini vaaz ediyordu.37
İsrail Başbakanı Binyamin
Netanyahu’nun Mesiyanik eğilimleri olduğuna dair elimizde bir bilgi olmamakla
birlikte pragmatik bir politikacı olduğu bilinmektedir. Yukarıda sözünü edilen
video, sadece dünyanın her yerinde olduğu gibi etkili din adamlarından icazet
alma peşinde olan bir politikacıyı gözler önüne seriyor olsa dahi, İsrail
siyasetinde bu denli etkili olan Hahambaşı Schneerson’nın Mesih’in gelişinin
hızlandırılması gerektiği yolundaki telkini önemle not edilmelidir. İran’ın
nükleer silah kapasitesine ulaşması olasılığı haklı olarak, İran’ın kimlerin
kontrolünde olduğuna dair bir endişe yaratıyorsa, aynı duyarlılık hâlihazırda
nükleer silahlara sahip İsrail için de gösterilmelidir.
Hahambaşı Schneerson’nm, Yahudi Mesih'i
olarak zamanı geldiğinde tekrar ortaya çıkacağını savunan ve Mesih’in gelişine
dair işaretleri gözlediği iddiasındaki “rabbiyess.com” isimli web
sitesinde; 1840’dan bu yana Ortodoks Tevrat bilimcilerin çalışmalarına göre,
dünyadaki olayların kutsal Yahudi metinlerinde yer alan Mesih’in gelişine
ilişkin işaretler çerçevesinde geliştiği ileri sürülüyor. 1840’daki sanayi
devrimi, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Holokost, Yahudilerin Kutsal Topraklara geri
dönmeleri, Körfez Savaşı, İkiz Kuleler faciası örnek olarak veriliyor.
1991’deki Körfez Savaşı sırasında, ABD’nin Irak’a 2003’teki saldırısının
Hahambaşı tarafından öngörüldüğü çünkü bu savaşın Yahudilerin ve insanlığın
selamete erişmesinin, yani Mesih’in gelişinin işaretlerinden birisi olduğu
belirtiliyor. Aynı şekilde, İran ile Hıristiyan Batı arasında, Batının
galibiyeti ile sonuçlanacak bir savaşın da Mesih’in gelişinin işaretlerinden
birisi olarak kutsal metinlerde yer aldığı ifade ediliyor.38
söylemeye hazırlanmadan önce Mehdi-Mesih
çatışması üzerinden ileri bir komplo teorisi geliştirelim. Yukarıda sözü edilen
kimi olaylar ve son olarak Ortadoğu’daki ayaklanmalar; (“Zuhur Yakında”
belgeselinin de düşündürdüğü gibi) bu doktrine her iki tarafta da gerçekten
inananlar ya da bu inancı kullananlar tarafından, Mesih’in gelişini “hazırlamak” amacıyla, dini
metinlerde belirtilen işaretlere uyacak şekilde planlanıyor olabilir mi?
Komplo teorimizi Vali Nasr’dan bir anekdotla
destekleyelim. İran-Irak savaşının zor günlerinde yeterli eğitim ve teçhizat verilmeden
cepheye gönderilmiş genç askerler geceleri uyandıklarında beyaz bir atın
üzerinde beyaz pelerine sarınmış bir figürün kendilerini kutsadığını görerek
heyecanlanırlar. Ancak gördükleri Mehdi değil, morallerini yükseltmek için
gönderilmiş profesyonel aktörlerdir.39
1* Olivier Roy,
“Post-Islamic Revolution”, “Post-Islamic Revolution” .europeaninstitute.org
2*
RoyKhosrokhavar, İran: Bir Devrimin Tükenişi, Giriş, ss 1-17, 203-4 3* Olivier
Roy, “Islamism’s failure, Islamists’ future” 30 Ekim, 2006, http://www.
opendemocracy.net/faith-europe_islam/islamism_4043.jsp
4* Roy,“Post Islamist Revolution”
5* Pepe Escobar,
“ Iran’s post-Islamist generation”, 17 Şubat, 2011, http://www.
atimes.com/atimes/Middle_East/MB
17Ak02.html 6* Mohsen Milani, “Iran unrest: what next for the opposition
movement?” BBC World Service, 15 Şubat, 2011 (audio):
http://www.bbc.co.uk/worldservice/ ne
ws/20111021110215_iran_protests_wt_hs.shtml>
7* Serge Halimi,”
Could Iran be next?” Le Monde diplomatique İngilizce Baskısı, Mart 2011
8* Richard W.
Murphy ile mülakat, “New Chapter’ in Middle East”, 3 Mart, 2011,
http://www.cfr.org/middle-east/new-chapter-middle-east/p24276 9* “On Mubarak’s
fail and Iran”,San Francisco Chronicle, Editorial, 15 Şubat, 2011
10* Olivier Roy,
“End of the old Arab strongman”, New Statesmen, 3 Mart, 2011 11* View from the
Arap Media, Arap Reform Bulletin, 31 Mart, 2011 http://
www.carncgieendowment.org/arb/?fa=show£article=43363: Hakkı Uygur, “Arap Baharı
ve Iran”, SETA, 26 Mart 2012, setav.org 12* İran Analiz, “Şiileştirmeye izin
Yok”, 26 Şubat 2012, irananaliz.worldpress. com
13* Mehdi
Khalaji, “Egypt’s Müslim Brotherhood and Iran: Rapprochement between Sunnis and
Shiites?”,Qantara.de, 16.04.2009; Barry Rubin, “The Hamas Split and the
Palestinian Political Mess”, gloriacenter.org, 19 Şubat 2012; Robert M. Danin,
“Hamas Breaks From Syria”, 29 Şubat 2012,cfr.org 14* Vali Nasr, “Showdown in
Tehran”,foreignpolicy.com, 23 Haziran, 2011;An Opposition Move on the
Elections, EA, 28 Temmuz,2011; Farhad Alavi, “Those Who Yelled ‘No, No’ Should
Have Been Confronted.What Happened at Khamenei-Majlis Leaders Meeting Last
Month”, 31 Temmuz 2011, http://
www.roozonline.com/english/news3/newsitem/archive/2011/july/31/article/
what-happened-at-khamenei-majlis-leaders-meeting-last-month.html;Scott Lucas,
“Khamenei’s Balancing Act on ‘Hooligan MPs and Ahmadinejad”, EA, 2 Ağustos,
2011; Gül Atmaca, “Ahmedinejad'ın Kayıp Günleri”,orsam.org, 10 Mayıs, 2011;
AFP, “Iran conservatives heap pressure on Ahmadinejad”,29 Mayıs 2011; Atmaca,
“Tahrandaki Siyasi Çekişmenin Nefti Rengi”,orsam, org, Temmuz 2011; Lucas, “
Ahmadinejad v. The Revolutionary Guards”, E A, 4 Temmuz, 2011;Ladane Nasseri,
“Iran Oil Minister-Designate Has Strategic Views, Press TV Says”, 1 Ağustos,
2011, http://www.bloomberg. eom/news/2011
-08-01/iran-oil-minister-designate-has-strategic-views-
prcss-tv-says.html;
Lucas, “Harmony Breaks Out?”,EA, 4 Ağustos,2011; Rostam Ghasemi, “Iran
Revolutionary Guard Commander Becomes New President of OPEC, guardian.co.uk, 3
Ağustos, 2011,
15* Pınar
Sinkaya, “Meclis Seçimleri Öncesinde İran’ın Siyasi Haritası”, ORSAM, 1 Mart
2012, orsam.org.tr; Pınar Arıkan, “Dokuzuncu İslami Şura Meclisi Seçimleri
Sonrasında İran” ,ORSAM, 5 Mart 2012,orsam.org.tr; Y. Ziya T.Yılmaz, “İran
Genel Seçimleri Ve Mesajları”,abna.co, 9 Mart 2012,
http://www.abna.ir/data.asp?lang=108cld=301448: Bayram Sinkaya, “İran Meclis
Seçimlerinin Yansımaları”, http://www.sde.org.tr/print.aspx?pagel
D=0&columnID=0&newsID=1817; Mehdi Khalaji, “Who Will Lead PostKhamenei Iran?”
Policy Watch #1901: Special Forum Report, VVashington Institute, 15 Şubat 2012;
“Iran after the 2012 Parliamentary Elections-2012 Parlamento seçimleri
sonrasında İran-Wilson Çenter Bijan Khajehpour’u konuk ediyor”, 8 Mart 2012,
http://www.wilsoncenter.org/event/iran-afterthe-2012-parliamentary-elections ve
POMED Notes: Iran After the 2012 Majles Elections,
http://pomed.org/blog/2012/03/pomed-notes-3.html; A. Savyon & Y. Mansharof,
“Irans Ninth Majlis Elections: A Show with PreDetermined Results”, MEMRI, 14
Mart 2012, memri.org; Michael Rubin, “Election boycott drives a wedge between
Iranian reformists”, 27 Mart 2012, American Enterprise Institute,
defense-policy/regional/middle-east-andnorth-africa/election-boycott-drives-a-wedge-between-iranian-reformists;
“Iran’s Conservatives Grapple for Power”,March 1,2012, stratfor.com; Nazila
Fathi, “What Irans election results mean”,13 Mart 2012, Salon, http://www.
salon.com/2012/03/13/what_irans_election_results_mean/; ilan Berman, “Pulling
Back The Veil On Irans Parliamentary Elections”, 8 Mart 2012, Forbes,
http://www.forbes.eom/sites/ilanberman/2012/03/08/pulling-backthe-veil-on-irans-parliamentary-elections/
16* Vali Nasr,
The Shia Revival: How Conflicts within İslam Will Shape the Future, New York:
W. W. Norton 8c Company, 2006, s. 130 alıntılayan Yehezkel Landau, Shi’ite
Mahdism and Jewish Messianism: The Ambivalent Mingling of Piety and Politics,
Hartford Seminary
17*
http://www.enduringamerica.com/home/2011/4/13/the-latest-from-iran ; The Latest
from Iran (9 Aprill: Ahmadineiad Challenges the Suprcme Leader över the
President’s Right-Hand Man
18* Miruna-Ioana
Fulea, “The Iranian Islamism, a Model towards Stability in the Müslim World”,
The Scientifîc Committee of the International Conference of Mahdism Doctrine,
http://www.mahdaviat-conference.com/vdcebx8eijh8w. klj.html
19*
RoyKhosrokhavar, İran: Bir Devrimin Tükenişi, ss 54-56
20 * Reza
Kahlili,”Iran Leaders: The Corning is Upon Us Israel Shall be Destroyed!”, 28
Mart,2011,
http://atimetobetray.com/blog/iran-leadersthe-coming-is-upon-us-%E2%80%93-israel-shall-be-destroyed-watch-thevideo/;
PajamasMedia: (PJM Exclusive) “Iran’s Supreme Leader Declared the Mythical
Figüre in End of Times”; PajamasMedia: “Exposure of Movie
Predicting Shiite
Messiah Causes Turmoil Within Iranian Regime”; Pajamas Media: “Iranian Rulers,
Believing Pre-Messianic Destruction Is Imminent, Make Film To Prepare Muslims”;
CBN-700 Club: “ Iranian Video Says Mahdi is ‘Near’”; Newsmax: “ Iran Film: Iran
Plans to Conquer Israel, World”; Frontpage Magazine: “Iran’s End Times
Documentary”
21* Kahlili agm;
Reza Kahlili, “Revelations from ‘The Corning is Upon Us’ Shakes up the Iranian
Regime” 11 Nisan 2011, http://atimetobetray.com/blog/
revelations-frorn-%e2%80%9cthe-coming-is-upon-us%e20/o80%9d-shakesup-the-iranian-regime/
22* EA, “The
movie, the president and the hidden imam”, 11 Nisan 2011, http://
www.enduringamerica.com/home/2011/4/11/iran-story-the-movie-thepresident-and-the-hidden-imam.html;
http://www.enduringamerica.com/
home/201I/4/12/iran-story-the-movie-the-president-and-the-hiddenimam.html
23* Reza Kahlili,
“Iran Leaders: The Corning is Upon Us Israel Shall be Destroyed!”, 28 Mart
2011,
http://atimetobetray.com/blog/iran-leaders-the-comingis-upon-us-%E2%80%93-israel-shall-be-destroyed-watch-the-video/
24* Jean-Pierre
Filiu, The Return of Political Mahdism 25* Kahlili, “Revelations from;
enduringamerica.com,agm 26* Joel Rosenberg, “Why is the new İranian video about
the Soon Corning of the Messiah signifîcant?”, 4 Nisan, 2011,
thechristianworldview 27* N. Gerald Shenk, “ Movements ofMessianic expectation
in Christian history from a sociological perspective”, The Scientifıc Committee
of the International Conference of Mahdism Doctrine,
http://www.mahdaviat-conference. com/vdcakmny 149ni.gt4.html
28* Babylon
Forsaken Ministries, “Iran, Mahdi and Anti-Christ”
29* Yoginder
Sikand, “Christian Zionist Messianism: How It Views İslam and Muslims”, The
scientific committee of international mahdism doctrine conference, 8 Ekim 2008,
http://www.mahdaviat-conference.com/ prthtxnqd23ni. 102.html
30 *
http://www.cufi.org/site/PageServer?pagename=events_honor_israel; John
Hagee,Wikipedia; http://www.iTiosquitonet.com/~prewett/hag0109. html; On Fox’s
Your World, “Apocalyptic pastor John Hagee claimed Iran will nuke Israel and
the U.S.”, 17 Ağustos, 2006 http://mediamatters.org/ research/200608170002;
“McCain Backer Hagee Said Hitler Was Fulfilling God’s Will”,
http://www.huffingtonpost.eom/2008/05/21
/mccain-backerhagee-said_n_102892.html; Bruce Wilson, “John Hagee and Christian
Identity Leader Agree on Alleged ‘Satanic Liberal Jewish Conspiracy” 10 Mart
2007, http://www.talk2action.Org/story/2007/3/10/165413/896 31* Yehezkel
Landau, agm.
32* Shaykh
Abdalqadir as-Sufi al-Murabit, Gelmekte Olan İnsan İçin, 1988, Türkçe baskı,
alıntılayan Çağlayan, “Müslüman Kardeşlerden, ss. 319-326
33* “The Epoch of
the Young Ottomans”, Shaykh Abdalqadir as-Sufi al-Murabit, İslami Düşünce
Birinci İstanbul Yıllık Uluslararası Konferansındaki konuşmasının metninden.
15-16 Mart 1996, Shaykh Abdalqadir’s Home Page alıntılayan Çağlayan age. s.325
34* Daniel Pipes,
“ Ambitious Turkey”, National Review Online, 12 Nisan, 2011,
http://www.meforum.org/pipes/9671/ambitious-turkey
35* “Benjamin
Netanyahu Ordered to Hasten Jewish Messiah’s Corning”, http://
theuglytruth.wordpress.com/
36* 18. yüzyılda Doğu
Avrupa’da ortaya çıkan ve halen devam eden mistik ortodoks Yahudi hareketine
mensup olan
37* Ari Goldman,
“Rabbi Schneerson Led a Small Hasidik Sect to World Prominence”,NYTimes.com,13
Haziran 1994; “Rabbi Menachem Mendel Schneerson”,Jewish Virtual Library;
Wikipedia
38* Haham Moshe
Yess, “1.000 Chassidic Rabbis, Jews claim Rabbi M.M.Schneerson to be true and
only King Messiah”, www.rabbiyess.com/ lndex2.html: Haham Moshe Yess ,“War with
Iran, Foretold in Talmud as sign of Messiah’s imminent arrival”,www.rabbiyes.com/Iran.html
39* Nasr, age.s
132.
Sh: 321-358
Kaynak:
Selin Çağlayan, Şii Düşüncesinde İslamcılık: İran Mehdi'yi Beklerken, Cinius
Yayınlarıİnceleme Araştırma Eleştiri, BİRİNCİ BASKI: Haziran, 2012, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar