İSVİÇRE'NİN KARANLIK YÜZÜ. HEİDİ'NİN AYAĞI NİYE ÇIPLAK?
14/02/2015
Heidi, tüm dünyada sevilen bir çocuk kitabı. TRT'de de uzun yıllar
çizgi dizisi yayınlandı. Peki hiç dikkat ettiniz mi, Heidi'nin ayakları neden
hep çıplak? Evrensel Kültür dergisinin şubat sayısında Sevim Akyürek, Johanna
Spyri'nin 53 yaşında yazdığı Heidi'nin ayakları ile ilgili bu sırrı ve
İsviçre'nin karanlık yüzünü yazdı.
Verdingkinder… Bu
kelimeyi, “Sözleşmeli Çocuk” diye çevirsek de Türkçeye, kapsadığı karanlık ve
acı öyküyü bilmeden anlamını açıklayamayız. Bu yazıda onlardan “çıplak ayaklı çocuklar”
olarak söz edeceğiz. Karlı dağlarla çevrili yemyeşil çimenlerin üzerinde,
sardunyalarla süslü ahşap çiftlik evlerini gösteren kartpostal resimlerinden
tanırız İsviçre’yi.
Alp’ler, peynir ve
çikolatadan sonra İsviçre’nin simgelerinden biri sayılan Heidi’yi hatırlayın.
Kırmızı yanaklı, basit elbiseli, hiç yorulmadan herkesin yardımına koşan bu kız
çocuğu, hep çıplak ayaklarıyla geçer öykülerin içinden. Onun büyükbabası olarak
izlediğimiz yaşlı çiftçiyle arkadaşı Peter’in ayakkabıları varken Heidi, keskin
taşların üzerinde ve soğuk havalarda bile hep çıplak ayak koşar keçilerin
peşinden.
Yaratıcısı Johanna
Spyri, 53 yaşında yazdığı Heidi aracılığıyla, çıplak ayaklı çocuklar gerçeğinin
üzerindeki toplumsal sır örtüsünün bir ucunu kaldırmıştır. Küçük kahramanı
aracılığıyla, doğaya, insanlara, hayata Alpler’in öksüz kızının gözüyle
bakarken, bütün Verdingkinder’lerin çocuk dünyalarına ve duygularına dikkat
çekmeye çalışmıştır. Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak
istenmeyen bir gerçeğin simgesidir ve onun çıplak ayakları bugünçocuklara karşı
işlenmiş bir suçun yarattığı utancın üzerinde koşuyor. Heidi çıplak ayaklıydı;
çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün “köle çocukları” diğer çocuklardan
ayıran keskin uçurumun simgesiydi.
İsviçre’de 1789
yılında 14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda çalışmaları yasaklandı. Ama
çocuk sömürüsü için yeni bir kapı açıldı ve İsviçre, 18. yüzyılın sonundan
1960’lı yılların başına kadar çocuk emeği sömürüsünün örneğine az rastlanan bir
biçiminin uygulama alanı oldu. Devlete borcu bulunan ya da boşanan çiftlerin,
fakir ailelerin çocukları, yetimler, ailesi cezaevinde olan ya da kendisi suç
işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla, çalıştırılmak üzere başka
ailelerin yanına yerleştirilirdi. Ancak 1974 yılında yasayla kaldırılan bu
uygulamada, papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar çiftliklere
kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında, dört
yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa
çıkarılırdı. Bu andan itibaren, çocukları arayan, sorunlarını dinleyen tecavüze
uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı. Çünkü toplumun
gözünde onlar, suç işleyen, boşanan, fakir düşmüş ailelerinden “kurtarılmış”
çocuklardı!
Böylece, ahırlarda
hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde
hemen her zaman aç olan bu
çocuklar, toplumsal hayatın olağan, sıradan bir parçası olarak kabul gördü.
Bunun bir tür kölelik sistemi olduğu idrak edildikten sonra bile, uzun zamanlar
boyunca İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu halinde üstü örtüldü.
Birkaç yıldır
İsviçre toplumu bu gerçekle yüzleşmeye çağrılıyor. Çünkü köle çocuklardan bugün
hayatta olanlar bu tarihsel utanca tanıklık ederek o dönemin hiç olmazsa
vicdanlarda yargılanması yönünde güçlü bir kamuoyu baskısı oluşturdular.
Özellikle 1998
yılından itibaren Olten’da yaşayan birkaç tarihçi bir zamanlar tabu olarak
adlandırılan bu gerçeğin konuşulmasını sağlamak üzere, yaşayan bütün
Verdingkinder’lere ya da yakınlarına ulaşmak için çalışmalara başladı. Bu işe
gönül verenlerden biri Tarihçi Marco Leuenberger. On yaşındayken babası
kendisinin bir verdingkinder olduğunu açıklamış ve yaşadıklarını anlatmış.
Bugün oğlu canla başla bu karanlık tarihin ortaya çıkarılması için emek
harcıyor. Özellikle 2009 yılındaki Verdingkinder Reden adı verilen sergiyle ilk
defa bilimsel çalışmalara, konferanslara, canlı tanıklıklardan oluşan açık
oturumlara konu edilerek, sonra operaya ve ilk defa bir filme de uyarlanarak
konu gündemde tutuluyor.
Konunun toplumda
ilgi görmesi, ses getirmesi üzerine sergi 2016 yılına kadar uzatıldı. Bu
etkinlikler sonucunda 11 Nisan 2013’ de devlet resmi olarak özür diledi.
Verdingkinderler bir zamanlar çocukluklarının çalındığı bu yerde konuşarak tüm
çiftliklerden hesap sorarcasına yaşadıklarını anlatıyorlar, İsviçre’ye ve
dünyaya. Basel Üniversitesinden Veli Mäder açılışta şimdiye kadar yapılanların
ses getirdiğini açıkladı. Toplumun konuya duyarlılığını arttırdığını, çok
sayıda okulu ziyaret ettiğini ve şimdi bir adım öteye geçerek 30 Mart 2014
yılında parlamentonun önünde yapılan protesto gösterisinde verdingkinder ve
yakınlarının maddi tazminat istemelerinin sevindirici olduğunu açıkladı.
Peki, bu dönemde
hiç tepki gösteren yok muydu? Vardı kuşkusuz. Örneğin, bir Rus doktorun, bir
çiftlikte yoğun tecavüzler sonucu ölen bir erkek çocuğu hakkında ilk defa bir
resmi rapor yazması o dönem için sık rastlanılan bir durum değildi. Ama bu
tutumundan dolayı dışlandı ve yazdıkları dikkate alınmadı. Aynı zamanda kadın
örgütleri, partiler ve sendikalardan da tepkiler gelmişti. Örneğin kendisi de
bir “verdingbub” olan yazar Carl Loosli “Susmuyorum” şiarı ile yazdığı
kitaplarıyla mücadelede yerini almıştı. Carl Loosli, İsviçre’nin bir
“Verdingbub” yazarı, sosyal eleştirmeni, filozofu, gazetecisi. Yaşadığı dönemde
yazdıkları dikkate alınmayan, dışlanan bir yazar. Carl Loosli, “annemi
hayatımda yalnızca beş kez görebildim, babamı ise hiç görmedim” diyerek başlar
hayatını anlatmaya. 1877 yılında Bern şehrinde gayri meşru bir çocuk olarak
doğdu. Sekiz yıl bir çiftlikte yaşadı. 11 yaşından sonraki yaşamı yetimhanelerde,
cezaevlerinde ve tımarhanelerde geçti. Ülke ve toplum sorunları üzerine
düşünen, mücadele eden bir yazardı. Yaşadığı dönemde konuşulması tabu olan
“Verdingkindern” gerçeğini yazdı, İsviçre’nin faşizme ve mültecilere olan
tavrını, sanat anlayışını eleştirdi, Yahudiler, kadın ve çocuk hakları gibi
sorunlar için mücadele etti. Bu yüzden düşmanı da çok oldu.
Onun “evlilik dışı
çocuk” olmasından dolayı devlet ve kilise tarafından kendisine layık görülen
yaşamı, İsviçre’nin “karanlık bir dönemine” tanıklık eder. Çocuğun eğitim
yerinin cezaevi olmadığını söylemiş ama tüm bunlar yaşadığı dönem için aykırı
düşünceler olarak nitelendirilip dışlanmıştır. Her şeye rağmen, İsviçre
Yazarlar Derneği ve İsviçre Ressamlar, Heykeltıraşlar Derneği ve Mimarlık
Derneği gibi kuruluşların ortaya çıkmasına önderlik etmiştir.
Ressam Albert
Anker’in İsviçre halk hayatını resmettiği tabloların birçoğunda çıplak ayaklı
çocukları görürüz. Bu köle çocuklar okulda, sokakta, evlerde çıplak ayakları,
düşük omuzları, soluk benizleri ile o kadar ortadalar ama bir o kadar da
görünmez olmuşlar. Biz bu tablolarda onları, özellikle okul konulu
resimlerinde, diğer çocuklarla birlikte ama onlardan hemen ayırt edilebilen
özellikleriyle görürüz. Kendilerine ancak iki senede bir verilen ayakkabıları ya
iyice küçük gelmeye başlamıştır, ya da çoktan eskiyip atılmıştır. Büyüme
çağındaki bir çocuğun ayakları için iki sene kısa bir zamandır!
Verdingkinder’lerin
insanlık dışı yaşam koşulları ilk defa bir filme de konu edildi. Bu gerçeği
yaşamış on bine yakın insanla yapılan röportajlardan doğan senaryo, Markus
Imboden tarafından çekildi ve 2011 tarihinden itibaren gösterime girdi.
103 dakika süren
film, puslu karanlık bir havada tepede, köyden uzakta yeşillikler içindeki bir
çiftliğe taşınan bir tabut görüntüsüyle başlıyor. Dayağın, soğuğun, küçük
bedenlerin taşıyamayacağı işlerin, bitmeyen çalışmaların yaşandığı çiftlikten
çıkmaktadır. İçinde, on yaşında bir kız çocuğu vardır. Ev işlerinin yorucu
çalışmalarının ardından geceleri evin oğlu tarafından tecavüze uğramıştır. Köle
kız hamile kalmıştır ve sahibesi, çocuğu düşürtmeye kalkmıştır. Kanaması olur,
doktora götürülmez. Bir rahip, sorgusuz sualsiz, tabutu alır gider.
Film, o zamana
kadar kendi gerçeklerinin kabuğunda yaşayan pek çok insanın konuşmasını sağladı.
Örneğin; Lyss’ de
oturan Hugo Zingg (76) filmin gösterimin ikinci günüde ‚ “Ben de O Cehennemi
Yaşadım” diyerek bir gazeteye yaşadıklarını anlattı. Tam 70 yıl sonra bu yazı
sayesinde, ikisi de yıllarca köle olarak ayrı çiftlikler de birbirlerinden hiç haber almadan
çalıştırılmış iki kardeş birbirlerini bulabildi. İsviçre Çiftçiler Birliği, o
günkü çocuklardan özür diledi. Thurgau yönetimi, zamanında bölgede
çalıştırılmış tüm çocuklar için resmi olarak özür diledi. Şimdiye kadar bu
ticarete aracılık yapan rahipler adına sadece Luzern Katolik Kilisesi özür
dilemiş durumda.
13 Şubat 2012.
Biel’e yıllardır görülmeyen yoğunlukta kar yağıyor. Yerel gazeteye verilen
küçük bir ilanda; Biel Şehir Kütüphanesi’nde yapılacak söyleşi haberi var.
İsviçre’nin karanlık dönemini simgeleyen ‘Verdingkinder’ tanıkları yaşamlarını
anlatacak.
Salon saat 19 ‘da
gençlerin ağırlıkta olduğu dinleyicilerle doldu. Verdingkinder Derneği Başkanı Walter
Zwahlen, dinleyicilere, bu soğukta kendilerine zaman ayırıp dinlemeye
geldikleri için teşekkür ederek oturumu başlattı. Katılımcılardan Dora
Stettler, Emmental’de yaşadıklarını bir kitapta toplamış. Yaşamını anlatacak ve
soruları cevaplayacaktı. Ama ne yazık ki kendisi düşüp dizini incittiği için
katılamadı. Onun yerine Dernek Başkanı, onun kitabından bazı anıları okudu.
Dora Stettler, iki
kardeşi ile birlikte Emmantel’e bir çiftliğe kiralık olarak verilir. Tarih
1934. Artık burası sizin eviniz diyerek çocukları bırakırlar. Yeni bulduğu
arkadaşı Karl ile yaşamına sorunsuz ve engelsiz devam etmek istemektedir. Yedi
yaşında ki Dora, annesinin bavula koymuş olduğu elbiseleri tam dört yıl giyer.
Kendisine iki numara büyük gelen ayakkabısını bir numara dar gelene kadar da
kullanmak zorunda kalmıştır. Babasının getirdiği kıyafetleri ise çiftlik
sahibinin çocukları giyer. Babaları onları geri almak için tam dört yıl boyunca
mücadele eder, sahip çıkar ve sonunda mücadelesini kazanır. Annesinden hep
nefret eder. Yıllar sonra bu kitabı yazar.
Charles Probst 79
yaşında. Annesinin “çıplak ayaklı çocuk” olarak yanında çalıştığı çiftçi
tarafından tecavüze uğraması sonucu doğmuş. Başka bir bakıcı aileye verilmiş.
Annesinin kaderi onun da geleceği olmuş. Yıllarca saat dörtte kalkarak ot
biçmiş, ahırda yaşamış, yıllarca dişlerini fırçalayamamış, iç çamaşırı olmamış,
hasta olduğunda doktora götürülmemiş. Cinsel istismara uğramış. Sabahları
verilen kuru ekmeği soğuk suya batırarak yemek zorunda kalmış. Uzun yıllar
sakladığı bu gerçeği artık tüm İsviçre çapında yapılan toplantılarla anılarını
anlatarak, soruları cevaplandırarak bu karanlık dönemin aydınlatılmasına
katkıda bulunuyor.
Walter Zwahlen
yaptığı açıklamalarda verdingkinder konusunda en çok kitabın İsviçre’de basılmış
olduğunu açıkladı. Yalnız İsviçre’de değil, Almanya ve Ukrayna’ya kadar olan
bölgelerde de çocuk köleliği resmi olarak uygulanmış. İsviçreli Fotografçı Paul
Senn, “Bauern und Mitarbeitern” adlı kitabını bu konuda yıllarca İsviçre’yi
dolaşarak çektiği fotoğraflardan oluşturmuş.
Sergiyi
izleyenlerin ziyaretçi defterine yazdıklarından bazılarını birlikte okuyalım:
“Ben de bir
Verdingkinder idim. Ama çok geç kaldınız.”
“Bakıcı babamın
yıllar sonra gazetede ölüm ilanını görünce gazeteyi parçaladım.”
“Bunlar bizim
özgür ve zengin ülkemizde mi olmuş? Çok üzgünüm.”
“67 yaşındaki
eşimin neden çocukluk ve gençlik yıllarından hiç söz etmek istemediğini şimdi
anlıyorum.”
Bugün dernek,
yaptığı çalışmalarla devletten tazminat ve özür bekliyor. Çünkü bu çocukların
sömürülmesiyle hem devlet hem de çiftlikler zengin olmuş. Şimdiye kadar tek
resmi özür sadece Luzern Katolik Kilisesi’nden gelmiş. İsviçre Bilim Vakfı’nın
2004 yılında bu çocuklar için maddi ve manevi özür teklifi ise Federal Meclis
tarafından reddedilmiş. Geçen yaz Bodensee ve çevresindeki çiftliklerde
araştırmalar yapılmış. Amaç daha çok çocuğa ulaşmak ve bu yaşamları belgelemek…
Gelecek yaz Solothurn ve Luzern’deki çiftliklerde de araştırmalar yapılacak.
Aslında çok
aramaya gerek yok! Onlar gündelik hayat içinde yanı başımızdalar. Aynı köyden
bir tanıdık kadın da o gece oradaydı. Yan yana oturduk. Onunla hep
selamlaştığımız için sevindim ve şimdi de yan yana oturduğum için de gurur
duydum. O da gelmeme memnun olduğunu söyledi. Tek isteği vardı. Devletin artık resmi
olarak özür dilemesi!
(Evrensel Kültür
Dergisi'nin Şubat sayısından alınmıştır.)
http://www.radikal.com.tr/kultur/isvicrenin-karanlik-yuzu-heidinin-ayagi-niye-ciplak-1293149/
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar