Joker Oyuna Girince...
ABD
başkanı, her gece gördüğü rüyanın bir benzerini görmüş, terden sırılsıklam
olmuş bir halde, çığlıklar atarak uyanmıştır. Rüyasında bütün aile, paskalya
yortusunu kutlamak üzere bir sofranın başında toplanmıştır. Herkes neşe içinde
sohbet etmekte, gülmekte, eğlenmektedir. Ancak çocukluk çağındaki ABD
Başkanı’nın içi içini kemirmektedir. Çocuk Başkan, bu neşeli ortamın, birazdan
sofraya getirilecek yemek tepsisinin kapağı açılır açılmaz bozulacağını
bilmektedir. Herkes neşe içinde şaraplarını yudumlarken, akşam yemeği nihayet,
konuklara servis edilmek üzere masaya getirilir. Çocuk Başkan çığlıklar atmak
ister, sesi çıkmaz. Beyaz eldivenli garson, tepsiyi masaya koyar ve kapağını
kaldırır; tepside servis edilen, Başkan’ın biraz önce öldürdüğü öz kardeşinin
cesedidir.
Birkaç
ay sonra, ülkenin en seçkin bilim insanları bir askeri üste toplanmaya
başlarlar. Hiçbiri ne için buraya getirildiğini bilmez. Malzeme mühendisleri,
önceden bilinmeyen bir metalin keşfi çalışmalarına girişirler. Genetik
uzmanları yeryüzünde hiç bir canlıda olmayan bir gen dizilimi üzerinde
çalışırlar. Biyologlar, hayali bir yaşam türüne ait organlar yaratmaya
çalışırlar. Elektronik mühendisleri, makine mühendisleri, robotik uzmanları ne
işe yarayacağı bilinmeyen bazı elektronik ve mekanik aksam üzerinde çalışırlar.
Aylar süren çalışmalar sona erdiğinde, bilim kurullarının dağılmasına karar
verilir.
Bilim
kurulları dağıldıktan bir kaç hafta sonra, ABD’de nüfusu yoğun kentlerden
birinin yakınına bir UFO düşer ve düşen cisimden etrafa bir virüs yayılmaya
başlar. Kısa süre içinde virüs kitlesel ölümlere yol açar. ABD’de iç savaş ve
isyanlar unutulmuş, herkes yayılmakta olan virüsün dehşetine kapılmıştır.
Virüs, haftalar boyunca, sayısız can aldıktan sonra, bir gün ABD Başkanı
televizyon ekranlarına çıkar ve virüse karşı aşının nihayet bulunduğunu ilan
eder.
Romanın
son bölümünde Başkan, ABD bayraklarıyla donatılmış büyük bir meydanda halkı
selamlamaktadır. Kaos sona ermiş, iç gündemi unutturan dış tehdit bertaraf
edilmiş, insanlık ve ABD nihayet selamete çıkmıştır.
Türkçe’ye
Joker Oyuna Girince ismiyle çevrilen bu romanın yazarlarından Roger Bingham, bir bilim gönüllüsü. Kar amacı
gütmeyen Science Network isimli bir forumun kurucusu ve yöneticisi. The Origin of Minds: Evolution,
Uniqueness, and the New Science of Self (Zihinlerin Kökeni:
Evrim, Benzersizlik ve Özbenlik üzerine Yeni Bilim) isimli çok ilginç bir
kitabın ortak yazarlarından biri.
Joker
Oyuna Girince, Türkiye’de iki kez yayımlanmış: İlk basımı 1970’lerde, ikinci
basımı başka bir yayınevi tarafından 2002’de. Bu yazının yazıldığı 2020
Baharında kitap sadece sahaflarda bulunabiliyor.
Kitabın
ABD’de yayımlandığı 1970’lerin ortası, bilim dünyası açısından ilginç bir
dönem. O dönemde birbiriyle çok ilgisiz görünen iki çalışma alanı sessiz
sedasız yükselmeye başlıyor: Kaos araştırmaları ve davranışsal ekonomi. İlki,
kaotik görünen sistemlerin özündeki düzenli yapıları ve “kelebek etkisi” olarak
bilinen, küçük ve önemsiz bir olayın yol açabileceği devasa karmaşayı
inceliyor, ikincisi ise seneler önce, John Maynard Keynes’in ileri sürdüğü,
iktisadi davranışların özünde hayvansal güdülerin olduğu tezinin deneysel alanı
üzerine yoğunlaşıyor.
Takvimler
2020 yılının Şubat-Mart aylarını gösterdiğinde, dünya birdenbire gündeme düşen
Yeni Korona Virüsü salgını ile boğuşuyor. Sadece bir kaç ay önce büyük bir
coşkuyla yeni yıl kutlamaları yapılmış, ABD’de hisse senedi borsaları rekorlar
kırmış, işsizlik, tarihin en düşük seviyelerine gerilemiş, milyonlarca insan
tatil planları yaparken birdenbire hava değişiyor; Çin’in Wuhan kentinden
yayılan bir virüs, bütün dünyanın birinci gündem maddesi oluyor. Borsa
endeksleri kısa bir süre içinde %30 ila %50 oranında çöküyor, Dünya Sağlık
Örgütü küresel pandemi ilan ediyor, tatil rezervasyonu yapan insanlar panik
içinde rezervasyonlarını iptal ediyor, maske ve eldiven talebi karşılanamaz
hale geliyor, herkes birbirine ellerini yıkama, sosyal mesafeyi arttırma, hatta
evden dışarı hiç çıkmama tavsiyesi vermeye başlıyor. Sosyal medya kısa zaman
içinde, maskeli, eldivenli, korunaklı giysi giymiş insan resimleriyle doluyor.
Virüs
salgın haberlerinin çıkış yeri Çin’in Wuhan kenti. Wuhan, üç özelliği birden
barındıran ilginç bir kent: Vahşi hayvan pazarına sahip, korona virüs
araştırmaları yapan bir Viroloji Enstitüsü‘ne ev sahipliği ediyor,
aynı zamanda bir turizm merkezi. 21. yüzyılın ilk önemli salgını olan
SARS’ın da, yarasalara özgü bir virüsün mutasyon
geçirmesiyle Çin’deki bir hayvan pazarından kaynaklandığı düşünülüyor.
Wuhan’daki viroloji enstitüsü, 2005 yılından sonra çalışmalarını bu alana
yoğunlaştırmış ve 2010’lu yıllarda yarasalardan kaynaklanan virüslerle ilgili
önemli araştırmalara imza atmış. Doğal olarak yeni korona virüsünün dünyaya bu
kentten yayılması, pek çok soruyu da beraberinde getiriyor.
Korona
virüs salgının sonuçlarını değerlendirmeden önce, 2020 yılına girilirken
dünyayı tehdit eden bazı konulara biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor:
1.
İklim Krizi: 1970’lerden beri
bilim çevreleri, insan kaynaklı iklim değişimine dikkat çekmekte idi. 1990’larda
tahminler biraz daha kötüleşti ve dünyanın hızla ısınmakta olduğu uyarıları
yapıldı. 2010’lara gelindiğinde, tehlikenin eni konu arttığı söylenmeye
başlandı. Bütün uyarılara karşın, dünyanın en büyük devleti olan ABD’nin
başına, iklim krizini inkar eden bir başkan seçildi. Neredeyse bütün iklim
verileri, 21. yüzyılın sonlarında yeryüzünün yaşanmaz hale gelebileceğine
işaret ederken, Trump yönetimi, kendisinden önceki Obama yönetiminin imzaladığı
2015 Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı aldı. 2019 yılı biterken, 17
yaşındaki iklim aktivisti Greta Thunberg bir anda Başkan Trump’ın söylemlerine
karşı en şiddetli muhalefeti yürüten öncü haline geldi. 2019 yılı California’da
ve Avustralya’da büyük orman yangınları ile tarihe geçti, yılın sonlarında Afrika
kıtası çekirge istilası sorunu ile boğuşmakta idi.
2.
Varlık ve gelir
eşitsizliği: Konuya ilk kez Fransız ekonomist Thomas Piketty dikkat
çekmişti; yeryüzünde varlık ve gelir eşitsizliği bir yüzyıl önceki seviyelere
dönmüştü. Daha kötüsü, eşitsizlikler mevcut sistem içinde kalıcı hale gelmekte,
yoksulların sınıf atlama umudu kaybolmaktaydı. Sosyal medya, en fazla varlığa
sahip en zengin %1’in, yeryüzündeki
varlıkların yarısına sahip olduğu haberleri ile çalkalanmaya
başladı. Eşitsizliği yaratan faktörlerin başında, özellikle ABD’de bütün varlık
fiyatlarının balonlaşması gelmekteydi.
3.
Kitlesel itirazlar: 2018 sonlarında
Fransa’da başlayan Sarı Yelekliler hareketi, hız kesmeden devam
etmekteydi. ABD’de demokratik sosyalizm düşüncesi hızla yayılmakta ve ciddi bir
seçenek haline gelmekteydi. Avrupa’nın pek çok ülkesinde aşırı sağcı, göçmen
karşıtı, otoriter eğilimli parti oylarını hızla arttırmaya başlamıştı. Sol ve
sağ popülizm, yer yer mevcut ekonomik/politik statükoyu tehdit etmekteydi.
İngiltere’de izolasyonist Brexit partisi, Almanya’da aşırı sağcı AfD ciddi
birer iktidar seçeneğine dönüşmüştü.
4.
Ortadoğu’da kaos: ABD, Irak ve
Afganistan’dan çekilme, Suriye’deki varlığını azaltma kararı almıştı. Suriye’de
Rusya önemli bir güç haline gelmiş, hem Irak’ta, hem de Suriye’de İran etkisi
artmaktaydı. Türkiye’nin müdahalesiyle sorun çok boyutlu hale gelmişti ve
Libya’da iç savaş devam etmekteydi. Siyasi kaosla atbaşı giden iklim krizi
nedeniyle, yakın vadede milyonlarca insanın Ortadoğu ve Afrika’dan kuzeye göç
etmesi beklenmekteydi.
5.
Ticaret Savaşları ve
Ekonomik Durgunluk: Trump yönetiminin Çin’le başlattığı ticaret savaşları,
ülkelerin karşılıklı hamleleriyle devam etmekteydi. ABD’de düşük de olsa büyüme
başlamıştı, ancak ekonominin kırılganlıkları herkesin malumuydu. Çin ise
2000’lerin başındaki %10’un üzerindeki büyüme platosundan %5-6’lara gerilemiş,
ancak büyümeye devam etmekteydi. Çin ekonomisinin ABD ekonomisinin büyüklüğüne
2050lerde ulaşacağı tahminleri 2030’lara çekilmişti. Avrupa bölgesi
durgunluktan, Japonya ekonomisi deflasyondan bir türlü çıkamıyordu.
6.
Yaşlanan nüfus, sosyal
güvenlik ve ulusal sağlık sistemindeki açmazlar, büyüyen öğrenci borçları: Yavaşlayan
ekonomilere karşın nüfus özellikle Avrupa ve Japonya’da hızla yaşlanıyor, 1960
ve 70’lerde kazandıkları sosyal haklar sayesinde yüksek emekli maaşı alan
yaşlılara maaş ödemesi yapmak her geçen gün zorlaşıyordu. Genç işgücünü
karşılamak üzere göçmen işçi talebi, göçmen karşıtı hareketleri
güçlendiriyordu. Avrupa son 50 yılda bütün dünyaya egemen olan neo-liberalizme
direnmeyi başarmış, sosyal devlet uygulamalarından vaz geçmemişti. Bu özelliği
ile ABD’de yükselen demokratik sosyalist hareket için bir “kötü örnek” oluyor,
ulusal sağlık hizmetlerinde kamunun payının arttırılması talebini
yükseltiyordu. 2007 yılında küresel krize, eşik-altı mortgage piyasasının
çöküşü neden olmuştu. 2020’ye girilirken ABD’de öğrenci borçları 1,5 trilyon
dolara, öğrenci başına borçlar ise 40.000$’a dayanmıştı. ABD’de öğrenci
borçları hem patlamaya hazır bir balona dönüşmüş, hem de özellikle beyazlar
arasında, yabancı öğrencilere karşı bir eşitsizlik alanı ve ulusal zaaf olarak
görünmeye başlamıştı.
7.
ABD Başkanlık Seçimi: ABD’de tarihi öneme
sahip bir başkanlık seçimine gidilmekteydi. Cumhuriyetçilerin adayı Trump’ın
ikinci kez kazanması, liberal çevrelerde felaket olarak görülmekteydi ve
istisnai bir demokrasi olarak ABD’nin sonu gibi algılanmaya başlamıştı. Buna
karşın Demokratlar arasındaki yarış, 77 yaşındaki Joe Biden ile 78 yaşındaki
Sanders arasında geçmekte idi. Bu iki adaydan birinin kazanması halinde medyan
yaşı 38 olan ABD 2020’lerde, ikinci dönemi oldukça kuşkulu “seksenlik” bir
başkan tarafından yönetilecekti.
8.
Brexit: Birleşik Krallık
AB’den ayrılmıştı ve birliği oluşturan İrlanda ve İskoçya’da itirazlar
artmıştı. 93 yaşındaki Kraliçe Elizabeth sonrasında monarşinin geleceği
belirsizdi. Ana akım iki partiden Labour son seçimde tarihi bir yenilgiye
uğramış, başında Boris Johnson’ın olduğu, Brexit partisi destekli
Muhafazakarlar büyük bir seçim zaferi kazanmıştı. Londra’nın bir finans merkezi
olarak varlığını ne kadar sürdürebileceği şüpheliydi, özellikle gençler
arasında radikal solcu düşünceler büyük destek bulmaktaydı.
İşte
bu konjonktürde, 2020 yılının başlarında Wuhan’da patlak veren yeni Korona
virüs salgını bir anda bütün dünyaya yayıldı. Sene başında yaz tatilini
İtalya’da, İspanya’da geçirmeyi planlayanlar büyük bir korkuyla maskelere ve
marketlere hücum ettiler. Nükleer silah geliştirme suçlamalarına muhatap olan
ve Ortadoğu’da önemli bir güç haline dönüşmesi beklenen İran’dan kitlesel ölüm
haberleri gelmeye başladı. Bir ayın içinde İtalya ve İran’ın sağlık sistemi
çöktü. Bu yangının ortasında, Batı’da bir Pazar gece yarısı Suudi Arabistan’ın
aldığı kararla petrol fiyatları bir günün içinde %25 değer kaybetti. ABD Merkez
Bankası FED, ani bir kararla toplandı ve hiç beklenmeyen bir şekilde faizleri
düşürdü, kısa bir süre sonra da faizleri sıfıra indirdi. Bir kaç hafta içinde
bütün ülkeler sınırlarını kapatmaya, olağanüstü hal ilan etmeye başladılar.
Macron, bir senedir söz geçiremediği Sarı Yeleklilere üst perdeden konuşarak
gözdağı verdi, Fransa’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi, ordu sokağa indi.
İngiltere’de Boris Johnson, “kısa bir zaman sonra sevdiklerinizle vedalaşmak
zorunda kalacaksınız” dedi. Almanya Şansölyesi Angela Merkel nüfusun en az
%60’nın virüsten etkileneceğini söyledi. Borsalar çöktü, altın ve kripto
paralar dahil bütün varlıklar serbest düşüşe geçti. Bütün haber bültenleri
seçim sonucu yayınlar gibi ülkelerden gelen ölüm haberlerini yayınlamaya
başladı. Kitleler gönül rızasıyla evlerine çekildi. Piketty’nin “süper
yöneticiler” olarak isimlendirdiği, şirket CEO’ları, aktörler, devlet başkanları
ve aileleri, NBA ve Eurolig basketbolcuları, Korona virüs testlerinin pozitif
çıktığını açıkladılar. Netflix’de ve kablolu televizyonlarda kısa bir
süre önce servis edilen Hastalık Salgını belgeselleri izlenme rekorları
kırarken, sosyal medya kullanıcıları korkuyu ve paniği büyüterek dehşet
duygularını birbirlerine aşılamaya başladı.
Ve
bu ortamda, kimse ABD ve Çin’in üst düzey yetkililerinin ağzından virüsün
nereden kaynaklandığı ile ilgili birbirini suçlamasına dikkat bile
etmedi.
Bu
söz kime aittir bilmiyorum; denir ki, paranoyak olmamız, izlenmediğimiz
anlamına gelmez. Günümüzde soru soran herkes komplo teorisyeni olmakla
suçlanıyor. Bu kötü bir yakıştırma. Ancak komplo teorileri ne kadar saçma ve
akıldışı olursa olsun, bunlar yeryüzünde komplo olmadığı anlamına gelmez.
Unutmayalım, Reichtag Yangını Adolf Hitler’in, 1977 yılında 1 Mayıs katliamı 12 Eylül
faşizminin, Irak’ın biyolojik silah ürettiği
yalanı ülkenin “koalisyon güçleri” tarafından işgalinin önünü
açmıştı. Bilginin bol ve ucuz olduğu, buna karşın içinin tamamen boşaltıldığı
bir çağdayız.
Kimbilir, belki de
“Joker” Oyuna Girmiştir. Neler olup bittiğini seneler sonra öğrendiğimizde
dünyanın kırılgan ve çökmek üzere olan düzeni, hatta sağlık sistemi çöken
ülkelerin ulusal egemenliğini kaybetmesiyle haritalar bile değişmiş olabilir.
erişim: https://sosyonomiblog.wordpress.com/2020/03/17/joker-oyuna-girince/
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar