Print Friendly and PDF

Joker Oyuna Girince...




ABD başkanı, her gece gördüğü rüyanın bir benzerini görmüş, terden sırılsıklam olmuş bir halde, çığlıklar atarak uyanmıştır. Rüyasında bütün aile, paskalya yortusunu kutlamak üzere bir sofranın başında toplanmıştır. Herkes neşe içinde sohbet etmekte, gülmekte, eğlenmektedir. Ancak çocukluk çağındaki ABD Başkanı’nın içi içini kemirmektedir. Çocuk Başkan, bu neşeli ortamın, birazdan sofraya getirilecek yemek tepsisinin kapağı açılır açılmaz bozulacağını bilmektedir. Herkes neşe içinde şaraplarını yudumlarken, akşam yemeği nihayet, konuklara servis edilmek üzere masaya getirilir. Çocuk Başkan çığlıklar atmak ister, sesi çıkmaz. Beyaz eldivenli garson, tepsiyi masaya koyar ve kapağını kaldırır; tepside servis edilen, Başkan’ın biraz önce öldürdüğü öz kardeşinin cesedidir.
1974 yılında yayımlanan Wildcard isimli roman, bu sahne ile başlar. Romanda bilinmeyen bir  tarihte ABD’de geçen olaylar anlatılır. ABD büyük bir kaosun içinde sürüklenmektedir. Ülkenin her yanında isyanlar patlak vermiş, terörist gruplar birbirleriyle ve devletle çatışmaya başlamıştır. ABD Başkanı’nın bile canı tehlike altındadır. Kaos, Amerika’yı parçalanmaya ve dağılmaya sürüklemektedir. Bütün önlemler alınmış, ancak kaos sona erdirilememiştir. Bu kaosun ortasında ABD Başkanı’nın danışmanları, Başkan’a son bir hamle yapması için bir plan sunarlar. Bu plana wildcard (joker) adı verilir.  İsim, askeri terminolojiden alınmıştır; kaybedileceği kesin olan savaşta, son ve en dramatik hamleye bu isim verilmektedir. Başkan, günlerce kendi vicdanı ile hesaplaştıktan sonra, başka çare kalmadığına hükmeder ve planı devreye sokar.
Birkaç ay sonra, ülkenin en seçkin bilim insanları bir askeri üste toplanmaya başlarlar. Hiçbiri ne için buraya getirildiğini bilmez. Malzeme mühendisleri, önceden bilinmeyen bir metalin keşfi çalışmalarına girişirler. Genetik uzmanları yeryüzünde hiç bir canlıda olmayan bir gen dizilimi üzerinde çalışırlar. Biyologlar, hayali bir yaşam türüne ait organlar yaratmaya çalışırlar. Elektronik mühendisleri, makine mühendisleri, robotik uzmanları ne işe yarayacağı bilinmeyen bazı elektronik ve mekanik aksam üzerinde çalışırlar. Aylar süren çalışmalar sona erdiğinde, bilim kurullarının dağılmasına karar verilir.
Bilim kurulları dağıldıktan bir kaç hafta sonra, ABD’de nüfusu yoğun kentlerden birinin yakınına bir UFO düşer ve düşen cisimden etrafa bir virüs yayılmaya başlar. Kısa süre içinde virüs kitlesel ölümlere yol açar. ABD’de iç savaş ve isyanlar unutulmuş, herkes yayılmakta olan virüsün dehşetine kapılmıştır. Virüs, haftalar boyunca, sayısız can aldıktan sonra, bir gün ABD Başkanı televizyon ekranlarına çıkar ve virüse karşı aşının nihayet bulunduğunu ilan eder.
Romanın son bölümünde Başkan, ABD bayraklarıyla donatılmış büyük bir meydanda halkı selamlamaktadır. Kaos sona ermiş, iç gündemi unutturan dış tehdit bertaraf edilmiş, insanlık ve ABD nihayet selamete çıkmıştır.
Türkçe’ye Joker Oyuna Girince ismiyle çevrilen bu romanın yazarlarından Roger Bingham, bir bilim gönüllüsü. Kar amacı gütmeyen Science Network isimli bir forumun kurucusu ve yöneticisi. The Origin of Minds: Evolution, Uniqueness, and the New Science of Self (Zihinlerin Kökeni: Evrim, Benzersizlik ve Özbenlik üzerine Yeni Bilim) isimli çok ilginç bir kitabın ortak yazarlarından biri.
Joker Oyuna Girince, Türkiye’de iki kez yayımlanmış: İlk basımı 1970’lerde, ikinci basımı başka bir yayınevi tarafından 2002’de. Bu yazının yazıldığı 2020 Baharında kitap sadece sahaflarda bulunabiliyor.
Kitabın ABD’de yayımlandığı 1970’lerin ortası, bilim dünyası açısından ilginç bir dönem. O dönemde birbiriyle çok ilgisiz görünen iki çalışma alanı sessiz sedasız yükselmeye başlıyor: Kaos araştırmaları ve davranışsal ekonomi. İlki, kaotik görünen sistemlerin özündeki düzenli yapıları ve “kelebek etkisi” olarak bilinen, küçük ve önemsiz bir olayın yol açabileceği devasa karmaşayı inceliyor, ikincisi ise seneler önce, John Maynard Keynes’in ileri sürdüğü, iktisadi davranışların özünde hayvansal güdülerin olduğu tezinin deneysel alanı üzerine yoğunlaşıyor.
Takvimler 2020 yılının Şubat-Mart aylarını gösterdiğinde, dünya birdenbire gündeme düşen Yeni Korona Virüsü salgını ile boğuşuyor. Sadece bir kaç ay önce büyük bir coşkuyla yeni yıl kutlamaları yapılmış, ABD’de hisse senedi borsaları rekorlar kırmış, işsizlik, tarihin en düşük seviyelerine gerilemiş, milyonlarca insan tatil planları yaparken birdenbire hava değişiyor; Çin’in Wuhan kentinden yayılan bir virüs, bütün dünyanın birinci gündem maddesi oluyor. Borsa endeksleri kısa bir süre içinde %30 ila %50 oranında çöküyor, Dünya Sağlık Örgütü küresel pandemi ilan ediyor, tatil rezervasyonu yapan insanlar panik içinde rezervasyonlarını iptal ediyor, maske ve eldiven talebi karşılanamaz hale geliyor, herkes birbirine ellerini yıkama, sosyal mesafeyi arttırma, hatta evden dışarı hiç çıkmama tavsiyesi vermeye başlıyor. Sosyal medya kısa zaman içinde, maskeli, eldivenli, korunaklı giysi giymiş insan resimleriyle doluyor.
Virüs salgın haberlerinin çıkış yeri Çin’in Wuhan kenti. Wuhan, üç özelliği birden barındıran ilginç bir kent: Vahşi hayvan pazarına sahip, korona virüs araştırmaları yapan bir Viroloji Enstitüsü‘ne ev sahipliği ediyor, aynı zamanda bir turizm merkezi.  21. yüzyılın ilk önemli salgını olan SARS’ın da, yarasalara özgü bir virüsün mutasyon geçirmesiyle Çin’deki bir hayvan pazarından kaynaklandığı düşünülüyor. Wuhan’daki viroloji enstitüsü, 2005 yılından sonra çalışmalarını bu alana yoğunlaştırmış ve 2010’lu yıllarda yarasalardan kaynaklanan virüslerle ilgili önemli araştırmalara imza atmış. Doğal olarak yeni korona virüsünün dünyaya bu kentten yayılması, pek çok soruyu da beraberinde getiriyor.
Korona virüs salgının sonuçlarını değerlendirmeden önce, 2020 yılına girilirken dünyayı tehdit eden bazı konulara biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor:
1.      İklim Krizi: 1970’lerden beri bilim çevreleri, insan kaynaklı iklim değişimine dikkat çekmekte idi. 1990’larda tahminler biraz daha kötüleşti ve dünyanın hızla ısınmakta olduğu uyarıları yapıldı. 2010’lara gelindiğinde, tehlikenin eni konu arttığı söylenmeye başlandı. Bütün uyarılara karşın, dünyanın en büyük devleti olan ABD’nin başına, iklim krizini inkar eden bir başkan seçildi. Neredeyse bütün iklim verileri, 21. yüzyılın sonlarında yeryüzünün yaşanmaz hale gelebileceğine işaret ederken, Trump yönetimi, kendisinden önceki Obama yönetiminin imzaladığı 2015 Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı aldı. 2019 yılı biterken, 17 yaşındaki iklim aktivisti Greta Thunberg bir anda Başkan Trump’ın söylemlerine karşı en şiddetli muhalefeti yürüten öncü haline geldi. 2019 yılı California’da ve Avustralya’da büyük orman yangınları ile tarihe geçti, yılın sonlarında Afrika kıtası çekirge istilası sorunu ile boğuşmakta idi.
2.      Varlık ve gelir eşitsizliği: Konuya ilk kez Fransız ekonomist Thomas Piketty dikkat çekmişti; yeryüzünde varlık ve gelir eşitsizliği bir yüzyıl önceki seviyelere dönmüştü. Daha kötüsü, eşitsizlikler mevcut sistem içinde kalıcı hale gelmekte, yoksulların sınıf atlama umudu kaybolmaktaydı. Sosyal medya, en fazla varlığa sahip en zengin %1’in, yeryüzündeki varlıkların yarısına sahip olduğu haberleri ile çalkalanmaya başladı. Eşitsizliği yaratan faktörlerin başında, özellikle ABD’de bütün varlık fiyatlarının balonlaşması gelmekteydi.
3.      Kitlesel itirazlar: 2018 sonlarında Fransa’da başlayan Sarı Yelekliler hareketi, hız kesmeden devam etmekteydi. ABD’de demokratik sosyalizm düşüncesi hızla yayılmakta ve ciddi bir seçenek haline gelmekteydi. Avrupa’nın pek çok ülkesinde aşırı sağcı, göçmen karşıtı, otoriter eğilimli parti oylarını hızla arttırmaya başlamıştı. Sol ve sağ popülizm, yer yer mevcut ekonomik/politik statükoyu tehdit etmekteydi. İngiltere’de izolasyonist Brexit partisi, Almanya’da aşırı sağcı AfD ciddi birer iktidar seçeneğine dönüşmüştü.
4.      Ortadoğu’da kaos: ABD, Irak ve Afganistan’dan çekilme, Suriye’deki varlığını azaltma kararı almıştı. Suriye’de Rusya önemli bir güç haline gelmiş, hem Irak’ta, hem de Suriye’de İran etkisi artmaktaydı. Türkiye’nin müdahalesiyle sorun çok boyutlu hale gelmişti ve Libya’da iç savaş devam etmekteydi. Siyasi kaosla atbaşı giden iklim krizi nedeniyle, yakın vadede milyonlarca insanın Ortadoğu ve Afrika’dan kuzeye göç etmesi beklenmekteydi.
5.      Ticaret Savaşları ve Ekonomik Durgunluk: Trump yönetiminin Çin’le başlattığı ticaret savaşları, ülkelerin karşılıklı hamleleriyle devam etmekteydi. ABD’de düşük de olsa büyüme başlamıştı, ancak ekonominin kırılganlıkları herkesin malumuydu. Çin ise 2000’lerin başındaki %10’un üzerindeki büyüme platosundan %5-6’lara gerilemiş, ancak büyümeye devam etmekteydi. Çin ekonomisinin ABD ekonomisinin büyüklüğüne 2050lerde ulaşacağı tahminleri 2030’lara çekilmişti. Avrupa bölgesi durgunluktan, Japonya ekonomisi deflasyondan bir türlü çıkamıyordu.
6.      Yaşlanan nüfus, sosyal güvenlik ve ulusal sağlık sistemindeki açmazlar, büyüyen öğrenci borçları: Yavaşlayan ekonomilere karşın nüfus özellikle Avrupa ve Japonya’da hızla yaşlanıyor, 1960 ve 70’lerde kazandıkları sosyal haklar sayesinde yüksek emekli maaşı alan yaşlılara maaş ödemesi yapmak her geçen gün zorlaşıyordu. Genç işgücünü karşılamak üzere göçmen işçi talebi, göçmen karşıtı hareketleri güçlendiriyordu. Avrupa son 50 yılda bütün dünyaya egemen olan neo-liberalizme direnmeyi başarmış, sosyal devlet uygulamalarından vaz geçmemişti. Bu özelliği ile ABD’de yükselen demokratik sosyalist hareket için bir “kötü örnek” oluyor, ulusal sağlık hizmetlerinde kamunun payının arttırılması talebini yükseltiyordu. 2007 yılında küresel krize, eşik-altı mortgage piyasasının çöküşü neden olmuştu. 2020’ye girilirken ABD’de öğrenci borçları 1,5 trilyon dolara, öğrenci başına borçlar ise 40.000$’a dayanmıştı. ABD’de öğrenci borçları hem patlamaya hazır bir balona dönüşmüş, hem de özellikle beyazlar arasında, yabancı öğrencilere karşı bir eşitsizlik alanı ve ulusal zaaf olarak görünmeye başlamıştı.
7.      ABD Başkanlık Seçimi: ABD’de tarihi öneme sahip bir başkanlık seçimine gidilmekteydi. Cumhuriyetçilerin adayı Trump’ın ikinci kez kazanması, liberal çevrelerde felaket olarak görülmekteydi ve istisnai bir demokrasi olarak ABD’nin sonu gibi algılanmaya başlamıştı. Buna karşın Demokratlar arasındaki yarış, 77 yaşındaki Joe Biden ile 78 yaşındaki Sanders arasında geçmekte idi. Bu iki adaydan birinin kazanması halinde medyan yaşı 38 olan ABD 2020’lerde, ikinci dönemi oldukça kuşkulu “seksenlik” bir başkan tarafından yönetilecekti.
8.      Brexit: Birleşik Krallık AB’den ayrılmıştı ve birliği oluşturan İrlanda ve İskoçya’da itirazlar artmıştı. 93 yaşındaki Kraliçe Elizabeth sonrasında monarşinin geleceği belirsizdi. Ana akım iki partiden Labour son seçimde tarihi bir yenilgiye uğramış, başında Boris Johnson’ın olduğu, Brexit partisi destekli Muhafazakarlar büyük bir seçim zaferi kazanmıştı. Londra’nın bir finans merkezi olarak varlığını ne kadar sürdürebileceği şüpheliydi, özellikle gençler arasında radikal solcu düşünceler büyük destek bulmaktaydı.
İşte bu konjonktürde, 2020 yılının başlarında Wuhan’da patlak veren yeni Korona virüs salgını bir anda bütün dünyaya yayıldı. Sene başında yaz tatilini İtalya’da, İspanya’da geçirmeyi planlayanlar büyük bir korkuyla maskelere ve marketlere hücum ettiler. Nükleer silah geliştirme suçlamalarına muhatap olan ve Ortadoğu’da önemli bir güç haline dönüşmesi beklenen İran’dan kitlesel ölüm haberleri gelmeye başladı. Bir ayın içinde İtalya ve İran’ın sağlık sistemi çöktü. Bu yangının ortasında, Batı’da bir Pazar gece yarısı Suudi Arabistan’ın aldığı kararla petrol fiyatları bir günün içinde %25 değer kaybetti. ABD Merkez Bankası FED, ani bir kararla toplandı ve hiç beklenmeyen bir şekilde faizleri düşürdü, kısa bir süre sonra da faizleri sıfıra indirdi. Bir kaç hafta içinde bütün ülkeler sınırlarını kapatmaya, olağanüstü hal ilan etmeye başladılar. Macron, bir senedir söz geçiremediği Sarı Yeleklilere üst perdeden konuşarak gözdağı verdi, Fransa’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi, ordu sokağa indi. İngiltere’de Boris Johnson, “kısa bir zaman sonra sevdiklerinizle vedalaşmak zorunda kalacaksınız” dedi. Almanya Şansölyesi Angela Merkel nüfusun en az %60’nın virüsten etkileneceğini söyledi. Borsalar çöktü, altın ve kripto paralar dahil bütün varlıklar serbest düşüşe geçti. Bütün haber bültenleri seçim sonucu yayınlar gibi ülkelerden gelen ölüm haberlerini yayınlamaya başladı. Kitleler gönül rızasıyla evlerine çekildi. Piketty’nin “süper yöneticiler” olarak isimlendirdiği, şirket CEO’ları, aktörler, devlet başkanları ve aileleri, NBA ve Eurolig basketbolcuları, Korona virüs testlerinin pozitif çıktığını açıkladılar.  Netflix’de ve kablolu televizyonlarda kısa bir süre önce servis edilen Hastalık Salgını belgeselleri izlenme rekorları kırarken, sosyal medya kullanıcıları korkuyu ve paniği büyüterek dehşet duygularını birbirlerine aşılamaya başladı.
Ve bu ortamda, kimse ABD ve Çin’in üst düzey yetkililerinin ağzından virüsün nereden kaynaklandığı ile ilgili  birbirini suçlamasına dikkat bile etmedi.
Bu söz kime aittir bilmiyorum; denir ki, paranoyak olmamız, izlenmediğimiz anlamına gelmez. Günümüzde soru soran herkes komplo teorisyeni olmakla suçlanıyor. Bu kötü bir yakıştırma. Ancak komplo teorileri ne kadar saçma ve akıldışı olursa olsun, bunlar yeryüzünde komplo olmadığı anlamına gelmez. Unutmayalım, Reichtag Yangını Adolf Hitler’in, 1977 yılında 1 Mayıs katliamı 12 Eylül faşizminin, Irak’ın biyolojik silah ürettiği yalanı ülkenin “koalisyon güçleri” tarafından işgalinin önünü açmıştı. Bilginin bol ve ucuz olduğu, buna karşın içinin tamamen boşaltıldığı bir çağdayız.
Kimbilir, belki de “Joker” Oyuna Girmiştir. Neler olup bittiğini seneler sonra öğrendiğimizde dünyanın kırılgan ve çökmek üzere olan düzeni, hatta sağlık sistemi çöken ülkelerin ulusal egemenliğini kaybetmesiyle haritalar bile değişmiş olabilir.


erişim: https://sosyonomiblog.wordpress.com/2020/03/17/joker-oyuna-girince/

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar