KADER DEĞİŞMESEDE
"Onlar dedi de mi oldu, olacağı için mi
söylediler."
Sevenler vardır.
Sevilenlerde. Acılarda sevinçlerle. Hepsi kaderin pençesindedir, elimizden bir
şey gelmez. Hayatımız kaderin dediği gibi olmaktır. Kabul etsekte etmesekte. Bu
kabulculüğün ortamında, incinen/inciten hayatlar bulununca bizim söylemek
istediğimiz, bildiklerinde ısrar edenler ile duymamakta kararlı olanlar
hakkındadır.
Allah'ın bir
garip kulu, çıkılmasına imkân olmayan bir dalışla, kaderin çarklarına elini
sokar, aldırış etmeden, kınanmadan korkmadan "Düzeltmek sana mı
kaldı", "bir göreceğine bin görsün", sözlerine aldırmadan..
Kader gelecektir,
onu Allah Teâlâ bilir. Ancak bazı kullar vardır, dedikleri çıksın diye, hayatı
etkileyen, dinlemeyen, dinletemeyen, kader kendi çarhın başına almıştır.
Burada
dinlemeyene cahil, dinletemeyene aciz diyebilir miyiz?
İtham olunmayan
kader, olması gerekene doğru akarken, nerede insanoğlu kazasını yapar ki? Belki
de olmuş olması yazgısı mıdır?
Söz Hakkındır,
doğruluğunu gösterir. Kader rüzgârı, varlık kapılarını ardına kadar açmadan
önce kelâm vardı. Açılmış olanları da karanlıklara katmak kadere mi bağlandı?.
Her şekilde hayata varlık ve yokluk ile girer yüzünü gösteren ışık kayboldu.
Hayat, bir film değil ki, tekrar aynı kareyi seyretme fırsatını bizlere versin.
Bir kere oynamak hakkımız olan bir hayatımız var.
-Değişmez mi?
-Kader anın
içinde anlar ile değiştirilir, değiştirmek isteyeni varsa. Ancak ısrarlar
vardır haklı ve haksızcasına, birde olsun/olmasın dediğimiz prensipler.
Kader
bilginin/anlayışın doğru ve yanlış ile alakalı bir husus olsa idi, hep iyilerin
kazanması gerekirdi. Kötülerin en çok kazandığı bir dünyada yaşıyorsak, bu
demek ki, kötülük ve iyilik kaderin çok etkilendiği bir şey değildir.
Burada söylemek
istediğimiz kadere bağlı sırlara vakıf olan ajanlardır. Onlar görüneni başka,
geleceği ise başka türlü bilenlerdir. Onların Allah Teâlâ ile bir
alışverişleri, yakınlıkları vardır ki melekler dahi buna hayret ederler. Onlar
tanrı değil, ortak değil, hiçbir şey değil gibi dünyada yaşarlar.
Seçildiklerini bilinmemecesine, seçilmişlerdir.
İşte Allah
Teâlâ'nın bu kulları kaderi etkilerler. Bunlar kalbur gönülleriyle, iyide
kötüde tecelliye mazhar olmuşlardır. Bunun en garip örneği de şeytanın
varlığıdır ki, Rabbini en iyi bilen ve isyanına binlerce dayanak bulandır. Bilir ve sürekli isyan eder. Bu onun kader
etkisinde bulunuşunun işaretidir. Onun durumu yani kötülüğe teşvik edişi
bilindiği halde Allah Teâlâ izin vermiş, o da isyanıyla sebatından vazgeçmemiş,
kaderin topunu meydanda çeviri durmaktadır. Onun tersi Hızır ve ekipleri
sınıfında gibi iyi kullar vardır.
Onlarda kötülüğün bertarafı için çalışırlar.
Hayat kötülüğün
ve iyiliğin bir savaşı mıdır?
İyiler neden
kabul edilmekte son sıralarda kalır, kötüler doğruları geçmektedirler?
Yaratılmışların
hayat refleksleri, olağan şeylerin vasıflarındaki ince çizgilerin üzerindeki
hareketi ve imkan ve imkansızlığı bir
karışıklık sebebi midir?
Bu dünya
cümbüşünde kader, orta oyunu içinde
tuluat eden pişekarın haline benzer. Seyirciye gözünün takılıp irticalen
söylemek istediğinin gayrısı bir sözü söylemesi gibidir. Oyun oynanır, sonuç
değişmez. Fakat kelimeler cümleler yerlerinden çıkmış, alakasız bir şekilde
söylenmiş gitmiştir. Sorulduğunda "o sözleri neden söyledin"
dediğimizde cevap, "sevgilim gelmişti, bana bir nazar attı, bende ona bir
nükte ile cevap göndereyim dedim, replikler karıştı, toparlanmam biraz değişik
şekilde oldu. Yoksa o zamana kadar ne onu düşündüm, nede hazırlık yapmıştım.
Olsun, sonuçta yine hikâye önceden bildiğimiz ve kurguladığımız gibi
bitti." İçerik değişir gibi olsa da sonuçta hedeflenenle aynıydı."
-O karışıklık
istenilen bir şey miydi?
Sevdiğimiz emek
verdiğimiz birini düşünelim. Ne yaparsak yapalım, kaderini değiştirmek mümkün
olmuyor/olmayacaktır. O olacağına doğru giderken kalitesiz yakıt almış arabaya
iyi yakıt ilave etmeye benzer. O iyi yakıttan araba etkilenmez. Araba, tekleye
tekleye gitse de yolundan çıkmayacak ve mecburen gidilmesi gereken yere
gidecektir.
Yıllar geçip,
geriye döndüğümüzde "neden o sözü tutmadım" diyecek çok insan
tanırsınız. Onlar bunu söylerken pişmanlıklarını değil kendilerinin
anlayışsızlarına bağlarlar.
-Pişman olacak
kimseler kimlerdir?
-Hiçbir menfaati
olmadan hayatınıza girmiş, zamanını harcamış, vaktini size hibe etmiş insanları
incitenlerdir. Eğer böyle birisi ile karşılaştıysanız korkun. Onun bütün
söyledikleri çıkacaktır. Çünkü o insanın harcadığı zaman, aslında Hakk'ın
harcandığı ve feda edildiği mevhibelerdir. O harcanan o kişi değil, Hakk'ın
bizzat kendisidir.
Hakk, gelecekte
kulunun mazeretine açık kapı bırakmaz/bırakmak istemez. Derki, "ben
uyarıcılar gönderdiğimde, dinlemediğin o sözler sana karşılıksız söylendiğini
mi zannediyordun. Onların bugün karşılığı alınacaktır. On yıllar geçse de
hiçbir menfaati olmadan sana yönelen o iyi kalbin bedeli senden alınmayacak mı?
Olacak bütün şeyler olacaktı. Fakat bir şans tanındıysa, bunu da anlaman
gerekirdi. Sen ise çıktığın ulu dağların tepelerinde, bencil davranışların
nefsinin taşkınlığına sebep olup, seni aşağılara itip bıraktı."
"İnsanın bir
kaderi vardır ve değişkenide yoktur. Mesela ölümlü olmak onun kaderidir. Ancak
kendisiyle devam eden bir silsileyi kırması/kırmaya çalışması onun zarara
bulaşmasına neden olur. Dünyaya gelişine sebep olan zincirin halkası sayemizde
kırıldıysa, yüzyılları taşıyan bir emeğin semeresi kopmuş demektir. Bir de
yalnız kalan halkayı, bağlamak yerine toprağa gömüp kaybetmeye çalışıyorsan, o
daha ayrı bir kötülüktür. Toprak insanın ölümüyle sevinmiş olsaydı,
defnedenleri üzerine bastırmazdı. Hangi defineci gelip sırladığın o halkayı
yerinden çıkaracak ki? Bu olmayacak. Kaç umuduna kavuşmuş defineci görüldü ki?
Kırılan zincirin,
yeni baştan dizilmesi için yaratılış kanunlarını hareket ettirmek, kaybedilen
zamanın hesabını sormak ve ceza vermekle sorunlar çözülecek, düzen geri
gelecek mi?
-Gelmeyecek."
Burada
mahcubiyetle karışık infilak eden bir çığlık vardır. " Ben nerede hata
yaptım". "Böyle olsun istemiyordum", der gibi. Ancak günümüz
insanı geçmişinden kopuk yaşıyor. Doğruları bulmak için geçmişin tecrübe
edilmiş bağlarına artık itibar etmiyor. Bulundukları konumlarında doğruluk ve
eğrilikle değil, hakkın sırlarına kavuştuğu kadarıyla isim bulan varlıklar,
kaderin ölüm fermanını imzaladığında, dönüşü olmayan karanlık yurdun gölgeleri
gibi gelip geçiyor.
İyi ve kötünün
tercihinde insan kendini nerede görmek isterse istesin, takım tutar gibi uç
noktayı bulanların peşine düşmeyi benliğinde ihtiyaç duyar. Eksik yönünü
tuttuğu ile tamamlar. Her neyi tamamlarsak tamamlayalım, bir şeyin farkında
olmalıyız. O da kaderin muammalı cilvesi
ve en büyük şansızlığı, yardım edici diye bahsettiğimiz insanlarla
karşılaşmaktır. Onlar kaderi bilmeden, doğrusuyla söylemişlerdir. Söyledikleri
kaderde olmasa bile, onlar doğru çıksın diye, Allah Teâlâ eylemleri yaratmış,
iyilikleri ve kötülüğü var etmiştir. Bu karşılıksız yapılan işlerin bir nevi
tahsilidir.
Bu kişileri
dinlemenin karşılığı, uymak veya uymamak seçeneği ile önünüze geldiğinde,
nefsinize ağır gelen her husus, muhakkak hayra açılan bir kapıdır. Nefis ise
rahat ve gaflet olan herşeye rağbet eder. Bazı şeyler iğne deliği gibi görünse
de deveye geniş gelir, bu nefsin ayaklar altına alınmasıyla elde edilmiş
kabiliyettir.
Neticede Hakk
dostlarını bulmak, şerefine ulaşmak iyiliği, teslimiyyet ile birleşmektir.
Hakk dostunu
tanımak istiyor musunuz?
Onların bakışları
dünyaya çevrilmediğinden, maddi şeylerle bulamazsınız.
-Peki…
Gelecek,
günümüzde bizimledir. Geleceği gelecekte bulmak yerine, bugün bir atılım
yapmalı, ayan olan hakikatin sahibi olmak için, söz dinlemeyi kabullenmeliyiz.
Daha önce dediğimiz gibi dinlesekte yine kaderimiz değişmeyecektir. Ancak
ölümden sonraki hayatta kendimizi savunacak bir desteğimiz delilimiz olsun. O
da "Ya Rabbi bir kul olarak bu kadar yapabildim" diyebilecek
kadar.
Ötelerden haber
gelmiyor, diye her şeyi inkâr etmeninde bir gereği yoktur. Nasıl geldiğimizi
bilemeyerek başladığımız bir hayatın, bitişi de nasıldır, demenin manasız oluşu
gibi. Öncesiz ve sonsuzluğun arasında bulduğumuz karşılıksız fırsatları,
hafakanlar ile geçirmemeli, gizemli olmaktan kaçınmalıyız. Bir gün bu sayfaları dürecek saatin
geleceğini bildiğimize göre, ya varsa denilenlerle, hep bir gün sonrasında,
kazancımızın ne olacağını bilemediğimiz varlığımızı, bugünün literatüründe
iyiler diye anılan sınıfta adımızı andırmaya çalışmalıyız..
Belki
"İyilerden" yazarlar diye…
Yalancı
dünyaya konup göçenler
Ne
söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde
türlü türlü otlar bitenler
Ne
söylerler, ne bir haber verirler
Kiminin
başında biter ağaçlar
Kiminin
başında sararır otlar
Kimi
masum, kimi güzel yiğitler
Ne
söylerler, ne bir haber verirler
Toprağa
gark olmuş nazik tenleri
Söylemeden
kalmış tatlı dilleri
Gelin
duadan unutman bunları
Ne
söylerler, ne bir haber verirler
Kimisi
dördünde, kimi beşinde
Kimisinin
tâcı yoktur başında
Kimi
altı, kimi yedi yaşında
Ne
söylerler, ne bir haber verirler
Kimisi
bezirgân, kimisi hoca
Ecel
şerbetini içmek de güç a
Kimi
ak sakallı, kimi pir koca
Ne
söylerler, ne bir haber verirler
Yunus
der ki gör takdirin işleri
Dökülmüşler
kirpikleri kaşları
Başları
ucunda hece taşları
Ne
söylerler, ne bir haber verirler
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar