KADINLARA CUMA NAMAZI FARZ MIDIR?
ÖNSÖZ
İslam, Kur'an kaynaklı ve insan eksenli bir dindir. Öğretileri Kur'an ve
Sünnet'e dayanmaktadır. Anane dini, müevvel din (bilginlerin otorite, görüş ve
yorumlarına dayanan din) ve mübeddel din (halkın örf ve yaşayışına dayanan din)
değildir. Kur'an'a göre İslam tevhid dinidir ve Şari'i sadece Allah'tır. Ne
bilginler ne de halk onda söz sahibidirler. Dolayısıyla, kimse kendisini
Allah'la birlikte dinde söz sahibi olma konumunda göremez, kişisel görüşleri ve
yorumlarını da Kur'an'ın buyrukları yerine koyamaz veya onunla eşdeğer kılamaz.
Kulluk mesuliyetinin gerçekleştirilmesinde Kur'an'a teslimiyyet ve itaat, Hz.
Peygamber'in Sünneti'ne müracaat esastır. İslam ne bilginlerin veya din
adamlarının otoritesine dayanan bir dindir ne de belli bir sınıfa aittir.
Peygamberin ve onun varisleri durumunda görülen bilginlerin vazifesi, Kur'an'ın
Nisa Suresi 58. ayetinde bildirildiği üzere, "işleri ehil olanlara
vermek, insanlar arasında hükmettikleri zaman adaletle hükmetmektir. Allah'ın
vekili olma ve O'nun adına hareket ederek Din'de hüküm koyma anlayışı Kur'an'a
aykırıdır, kimsenin de böyle bir yetkisi yoktur. Hz. Muhammed'in bir elçi ve
tebliğci olduğunu bildiren Kur'an "Ey Muhammed biz seni onlara vekil
göndermedik, sen onların vekili değilsin..." ifadeleriyle bu gerçeği
duyurmaktadır. Bu durumda, Peygamber de dâhil hiçbir insanın Allah adına hüküm
koyma ve hareket etme, Onun adına dini belli bir sınıfa ait kılma ve belli bir
sınıfı da bir takım ibadetlerden ve mükellefiyetlerden, mabetlerden ve ilim
merkezlerinden dışlama hakkı ve yetkisi bulunmamaktadır. Cuma namazının
kadınlara farziyeti meselesine işte bu çerçevede bakmak lazımdır.
İslâm, hak ve adalet, sulh ve sevgi dinidir. Haksızlıkları ortadan
kaldırarak zulmü önlemek ve zalimi ıslah etmek ister. Mazlumun haklarını
korumak ve savunmak onun başlıca hedeflerindendir. İnsanları ve cinleri
"kulluk"ta bulunmakla yükümlü tutarak bu hedefini gerçekleştirmeye
çalışır. Çünkü "Kulluk mükellefiyeti", hem Allah'ın hem de
insanların haklarını koruma ve yaşatma misyonunu kapsar. Hz. Peygamber (sas) de
nübüvvet görevini bu hedefler doğrultusunda yaptı.
Ancak, zulüm ve zalim hiçbir zaman eksik olmadı. İslam'ın ilk günlerinden
itibaren, "fıtrat Dini"ne engel olmak, Müminlere eza, cefa, baskı ve
işkence uygulamak, Müslümanları fıtrî ve İslamî haklarından mahrum etmek
suretiyle haksızlık yapmak isteyen kimseler her devirde mevcut oldular.
Üstelik, bu haksızlık ve kötülükleri yapanlar çoğu kez Müslüman Toplum'a
mensuptular. Çeşitli nedenlerle savaş meydanlarında karşı karşıya gelen,
biribirinin kanını dökerek ve canına kıyarak "kulluk mükellefiyeti"ne
aykırı hareket eden Müslüman milletler bulunduğu gibi, İslam veya Din adına
davranarak, içtihat yaparak veyahut yorumda ve açıklamada bulunarak Mümin
Toplulukların fıtrî ve İslamî bir takım haklarını ve hürriyetlerini gasbedenler
de oldu. Bu sonuncular mezheplerini ve fetvalarını, içtihatlarını ve
tefsirlerini hem bazı nasslara dayanarak hem de birtakım (nebevî!) haberleri
"mihrab" olarak kullanarak insanlara sundular. Neticede, hadis
külliyatı, "nebevî söz" veya "hadis-i nebevî"
vasıflarını taşımayan bir takım haberlerin (mevzuat) istilasına uğradı.
Müslümanların inanç, ibadet ve ahlakına bu haberlerle şekil ve yön verilme
yoluna gidildi. Kıyamet Günü ve alametleri, fiten, kader ve kaderiyye, bazı
fetihler, bölgeler milletler ve hükümdarlıklar, bir takım farz ve nafile
ibadetler hakkında çok sayıda ama birçoğu birbiriyle çelişen, İslam'ın iki
temel kaynağı Kur'an ve Sünnet'e aykırı olan haberler ortaya atıldı. Bunlar
Müslümanların düşünce ve yaşantısını etki altına aldı. Farz ibadetlerden olan
Cuma namazı da bundan yeterince nasibini alanlardan biri oldu.
Cuma namazı, İslam'da en önemli farz namaz kabul edilmesine rağmen,
günümüze gelinceye kadar İslam'ın evrenselliği gözönünde bulundurularak ve
birtakım an'anevî fikirlerden arınarak, Kur'an zaviyesinden ve ilmî zihniyetle
ele alınmış değildir. Cuma namazı ve farziyeti hakkında günümüze kadar
yazılanların bu özelliklerden uzak olduğuna inanıyoruz. Müslümanlar arasında
Cuma namazının farziyeti ve sıhhati ile ilgili tartışmalar, farklı anlayışlar
ve tereddütler işte buradan gelmektedir.
Cuma namazı hakkında gerek tefsir ve hadis kitaplarında gerekse fıkıhla
ilgili eserlerde geniş malumat mevcuttur. Fakat Cumanın vücup ve edasına dair
şartlarda ihtilaflar mevcutsa da, muhteva ve metot itibariyle hemen hemen hepsi
birbirinin aynıdır ve benzeri görüşleri paylaşmaktadır. Çünkü bu eserlerin
tamamına yakını belli mezheplere mensup kimselerce kaleme alınmış ve muayyen
bir mezhep zihniyeti doğrultusunda değerlendirilmiştir.
Türkiye'de, bazı topluluklar bir takım gerekçelerle, özellikle söz
konusu eserlerde Cuma namazının farziyeti ve sıhhati ile ilgili olarak ortaya
konulan ilkelere ve kurallara dayanarak, Cuma namazı kılmamakta, bazı
topluluklar da mevcut düzen varken Türkiye'deki müslümanlara Cuma namazının
farz olmadığını iddia etmekte, birtakım çevreler ise, hür ve mukim, olan her
erkek mükellef müslümana Cumanın farz olduğunu söylemektedir.
İşte böyle farklı ve karşıt anlayışların varlığı Cuma namazı ile alakalı
değişik vasıflarda kitapların yazılmasına ve yazdırılmasına sebep olmuştur.
Çağdaş Türk Tefsircilerinden Prof.Dr. Süleyman Ateş, fıkıhçılarından Prof.Dr.
Hayrettin Karaman ile Yunus V.Yavuz, Ekrem Doğanay, Hüsnü Aktaş, Recep Çetintaş
ve Ahmet Yılmaz gibi araştırmacılar Cuma namazına dair özel çalışmalar
yapmışlardır. Ayrıca, Doç. Dr. İsmail Hakkı Ünal'ın yönetiminde Sait Türetken tarafından
"Hadislere Göre Kadınların Cuma Namazına İştiraki Meselesi"
(A.Ü.İlahiyat Fak.,1994, basılmamış) isimli bir seminer ile Prof. İbrahim
Canan'ın hazırladığı Hadis Ansiklopedisi'nde özel bir bölüm bulunmaktadır.
Bunlardan Süleyman Ateş "Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsir" isimli
eserinde, Cuma namazı ile ilgili ayetin tefsirinde, Cuma namazı konusuna geniş
yer vermektedir. Hayrettin Karaman da Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisine yazdığı Cuma maddesinde konuyu etraflıca ele almıştır. İsimleri
anılan son beş kişiden her birinin de Cuma namazı ile ilgili müstakil
çalışmaları bulunmaktadır.
Şüphesiz her biri büyük emek mahsûlü olan bu kitapları dikkatle okudum.
Ancak gördüm ki, anılan kişilerin çalışmalarının hepsi, özellikle Recep
Çetintaş'ın kitabı, gerek kaynakları gerekse dolgun ve doyurucu muhtevası,
her seviyeden insana yönelik metot ve dili itibariyle önemli bir çalışmadır.
Birçok bakımdan yararlandığımız bu kitabın yazarı, gelenekçiliği eleştirip
karşı çıkmış olmasına rağmen, klasik kaynaklara dayanarak ilmi usûller
çerçevesinde yazdığı kitabında muhteva ve uslubü bakımından geleneksel
çerçevenin dışına çıkamamıştır. Neticede, malumu ilam kabilinden bilgiler
vermiş, hüküm ve değerlendirmelerinde mezhep imamlarının, önceki bilginlerin
görüşlerine ve açıklamalarına bağlanmak durumunda kalmıştır. Yine de, Türkçe
olarak Cuma namazı hakkında yazılmış en kapsamlı eserdir.
Konumuz, Cuma Namazının mü'min kadınlara farziyeti Meselesi'dir.
Dolayısıyla, Cuma namazının farziyeti ve sıhhatine dair Müslüman âlimler
tarafından belirlenen öteki şartlar ve boyutlar üzerinde durmadık.
Bu sebeple, İslam alimlerinin, mezhep imamlarının ve öteki müctehid
bilginlerin belirledikleri Cuma namazının farziyeti ve sıhhatine dair şartların
yeniden incelenip değerlendirilmesini fıkıhçılarımıza bırakıyoruz ve onların
Kur'an ve Sünnet ekseninde yeni yaklaşım ve bakışla yepyeni görüşler ortaya
koyacaklarına inanıyoruz.
Bir tarihçi olarak, Cuma namazının kadınlara da farz olması meselesini
ele almamız bazı kimselerce yadırganabilir. Ancak, bir ilâhiyatçı ve İslam
tarihçisi olarak Cuma namazının farziyeti konusuna Kur'an ve Sünnet ekseninde,
İslam tarihi perspektifi içinde bakmak ve fiilî sünnetteki durumunu bilimsel
olarak ortaya koymak istediğim, İslamiyetin insanlığın tamamının dini olduğuna
inandığım, Kur'an-ı Kerim'in inanç, ibadet ve ahlâk esaslarında evrensel
karakter taşıdığına ve kadın-erkek arasında bu konularda ayırım yapmadığına
içtenlikle iman ettiğim için Cuma namazının mümin kadınlara farziyeti
meselesini incelemeyi düşündüm.
Cuma namazının tıpkı diğer namazlar gibi, "mücmel, umumi ve
mutlak" olma vasıflarını haiz bir âyetle her mükellef Müslümana farz
kılındığında; dolayısıyla kadınlara farz değildir şeklinde içtihatta bulunmanın
veya bir iki kişinin verdiği habere dayanarak Cuma namazı mümin kadınlara
farz kılınmamıştır demenin, mümin kadınları Cuma namazının edasından,
nimetlerinden ve mükafaa-tından mahrum bırakmanın büyük bir yanlışlık ve zulüm
olduğuna inandığım için böyle bir çalışma yaptım.
Cuma namazının kadınlara farziyeti konusu, esas itibariyle, birbuçuk
milyar Müslüman Toplumu, hatta yedi milyarlık insanlık âlemini ilgilendiren bir
boyuta sahiptir. Dünyadaki İslam imajına etki etmektedir. İşte, dünya
Müslümanlarının hatta bütün insanlığın faydasına olduğuna içtenlikle inandığım,
Yüce dinimiz İslamiyet hakkındaki yanlış imajın batıda ve doğuda silinmesine
önemli katkıda bulunacağına kanaat getirdiğim, Allah'ın farz kıldığı bir
ibadeti, gerekçesi ne olursa olsun insanların kaldıramayacağına samimi olarak
iman ettiğim için böyle bir çalışma gerçekleştirdim. Ayrıca gerçekleri ortaya
çıkarmanın ve savunmanın, yanlışları düzeltmenin ve doğruları yerleştirmenin,
haksızlıkları ortadan kaldırmanın Müslüman ilim adamının vazife ve
mesuliyetinden olduğunu kabul ediyorum.
Ne Cuma namazının sadece mümin erkeklere farz kılındığını kabul
edenlerdenim, ne de Cuma namazı kılmayanlardanım. Türkiye'de veya başka bir
ülkede, yani ister Müslümanların çoğunlukta ve hakim durumda, isterse azınlıkta
ve zayıf durumda bulundukları memlekette olsun, Cuma namazının mutlaka bütün
mükellef müminler tarafından kılınması gerektiğine inanıyorum.
Çeşitli iddialar ve gerekçelerle bazı müminlerin farz bir ibadetten
alıkonulmalarının, bilgilenmek, bilinçlenmek ve ilahî mükafat kazanmak
haklarından mahrum bırakılmalarının yanlış olduğuna,, buna cevaz verenlerin çok
büyük bir sorumluluk yüklendiklerine kaniyim.
Cuma namazının diğer namazlardan farklı bir ibadet olmadığı, sadece
cemaat ve hutbe özellikleriyle onlardan ayrıldığı, dolayısıyla birtakım şartları
ileri sürerek Cuma namazını kılmayan mükellef müslümanların yanlış yaptıkları
düşüncesindeyim.
Şer'i delilleri kişisel görüş ve yaşayışıma uyumlayarak, geleneksel
fıkıh ve ibadet kültürünü tanımayarak, mezhep imamlarını ve müctehid âlimleri
reddederek, belli çevrelere yaranmak, belli kesimlerde şöhret yapmak amacıyla
Cuma namazının kadınlara farziyeti meselesini ele almış değilim. Böyle şeyleri
yapmak veya düşünmek ne inancımla ve yaşayışımla bağdaşır, ne de böyle
davranmaya ihtiyacım var. Benim için önemli olan Allah'ın hoşnutluğudur.
Yoksa, tanınma, meşhur olma, müptedi, modernist, reformist ve otorite
aydın ve entel sayılma, gündemde kalma gibi basit bir endişem veya art niyetim
kesinlikle yoktur. Niyetim, İslam'a ve Müslümanlara hizmet ederek Rabbimin
hoşnutluğunu ve mükâfatını kazanmaktır.
İslam'la alakalı bir meseleyi ele alırken değişmez ölçüm Kuran ve
Sünnet'tir. Gücüm ve takatim ölçüsünde bu iki kaynağın ışığında araştırma
yapmaya ve yaşamaya çalışmaktayım. İslam ahlakına uygun hareket etmek eme-lindeyim.
Bunları söylememin sebebi; kendimi övmek değil, fakat etiketleme ve tekfir etme
meselesinin çok geliştiği bir zamanda yukarıda sıraladığım etiketlerden biri
veya birkaçı ile etiketlendirilmemin veya tekfir edilmemin büyük bir yanlışlık
ve haksızlık olacağına işaret etmek içindir.
Bu çalışmam yeni bir hakikatin keşfi değil, tersine Kur'anî bir
hakikatin yeniden insanlığa duyurulmasıdır. Yüzyıllardanberi ibadet, ilim ve
amel mekanlarından mahrum edilen, sosyal, ekonomik, politik, kültürel ve ticaret
hayatının dışına atılan, cahil ve kültürsüz, mabedsiz ve mektepsiz bırakılan
bir kısım Müslümanlara, yani mümin kadınlara, ibadet konusunda yapılan bir
haksızlığı kaldırmaktır. Cuma ibadeti an'anesine, bir takım ilim adamının
içtihat ve fetvasına aykırı da olsa, Cuma namazının kadınlara da farz kılınan
bir ibadet olduğunu ispatlamaktır.
Gerekçe şu ki, Kur'an, kadın erkek bütün insanlara gönderilen ilâhî bir
kitaptır. İslam da bütün insanların dinidir. İnanç, ibadet ve ahlak esaslarında
kadın erkek ayırımı yapmaz; ilahî tekliflerinde, istitaat ölçüsünde,
mükellefiyet-lik halinde herkese hitabeder, sevap ve mükafaatı amellerine göre
insanlara verir, hiç kimsenin amelini karşılıksız bırakmaz. Vazife ve mesuliyetin
mutlaka yerine getirilmesini ister, ibadetlerin eda edilmesini emreder.
Bu bakımdan, Cuma namazı kendilerine farz kılınmamış olduğu söylenen
kadınlara zulmedildiğine inanıyorum. Cuma namazının da mümin kadınların
yetişmesine, kültürlü, bilgili ve bilinçli olmasına önemli katkıda bulunacağı
düşüncesindeyim.
Cuma namazının kadınlara farz oluşu meselesini iki yılı aşan bir süreden
beri işte bu zihniyetle araştırdım. Bu konuda kimseden etkilenmedim ve
esinlenmedim, feminist de değilim. Kur'an ve Sünnet'in yanında, ulaşabildiğim
kadarıyla ilgili kaynakları gözden geçirdim. Elde ettiğim malzeme ve malumatı
meslektaşlarımla tartıştım. Ulaştığım sonuçlan ülkemizdeki uzman ilim
adamlarının ve bazı ülkelerdeki müslüman âlimlerin bilgisine sundum. Onların
görüşlerini aldım, kanaatlerini öğrendim. Sonuç çok olumlu idi. Araştırmam, çok
dar bir kesimde kabul görmemesine, geleneğe aykırı bulunarak yadırganmasına
rağmen, meslektaşlarım arasında ve ilim çevresinde hüsnü kabul gördü ve
desteklendi. Bu vesile ile, bilgi, düşünce ve açıklamaları ile bu çalışmaya
katkıda bulunan, bana destek veren ve yardımcı olan bütün hocalarıma,
meslektaşlarıma ve özellikle Fakültemin değerli öğretim elemanlarına ayrı ayrı
teşekkür ediyorum.
Bu çalışmayı yadırgayanlar veya reddedenler, önemli ölçüde geleneğin
etkisindedirler. Alışılmamış bir şeyin söylenmesinden dolayı tepki gösterdiler,
karşı çıktılar; "camiler erkeklere dar geliyor bir de kadınlar gelirse ne
olur, kadınlar cuma namazına gelirse eve, çocuklara kim bakacak?" gibi
gerekçeler ileri sürdüler ki bunlardan hiçbiri mümin kadınların camiye
gelmesine ve kendisine farz kılınan cumayı eda etmesine engel olacak illet
değildir. Dinî ve ilmî dayanaklara da sahip bulunmamaktadır.
Yapıcı, ilmî ve İslam ahlakına uygun olma özelliklerini taşıyan her
türlü eleştiriye açığım ve bunun faydalı olacağına inanıyorum. Fakat, cehalet,
taassup, hissiyat, muhafazakarlık, husumet ve benzeri zihniyetlerle yapılan
tenkitler, tekfir, tahkir, tezyif v.s. içeren ithamlar ile, İslam ahlakına
uymayan, ilmî anlayıştan kaynaklanmayan tenkitlerin muhatabı ben değilim.
Son olarak, bu kitabı yayınlayan "Yeni Çizgi Yayınevi"
sahiplerine, kitabın daktilo, tashih ve indeksinde emeği geçen Araştırma
görevlileri Zülfikar Güngör, Hasan Kurt ve M.Mahfuz Söylemez'e teşekkürler
ediyorum.
Çalışma bizden, başarı Allah'tandır.
Sabri Hizmetli,
Mart, 1996, Ankara
……
SONUÇ DEĞERLENDİRME
Cuma namazının kadınlara farziyeti meselesini Kur'an ve sünnet
temellerinde ortaya koymaya gayret ettiğimiz bu çalışmamızda vurgulanması
gereken noktalar şunlardır:
1. Kur'an'a başvurduğumuzda gerek
yaratılış gerekse tabiî hakları itibariyle kadınla erkek arasında ayırım
yapılmadığını görürüz. Kadın erkek ayırımı (üstünlük ve aşağılık yönlerinden),
İslam'ın insan anlayışı ile uyuşmaz. Çünkü, Kur'an mantığında, insanlar
arasındaki üstünlük cinsiyet bakımından değil, takva itibariyledir. Nitekim
Ahzab sûresi 35. ayetinde bu gerçek açıklanmaktadır: "Şüphe yok ki,
müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler mümin kadınlar, taata
devamlı olan erkekler ve taata devamlı olan kadınlar, (İş ve sözlerinde) sadık
erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, Allah'tan
korkan erkekler ve Allah'tan korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka
veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan
erkekler ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkekler ve
Allah'ı çokça anan kadınlar, var ya Allah onların tamamına bir mağfiret ve
büyük bir ecir hazırlamıştır."
2. İslam, emirlerinde ve
yasaklarında umuma mücmel ve mutlak ifadelerle hitabetmiştir. Bu bakımdan
inanç, ibadet ve muamelatta kadının durumunu ele alırken, mutlaka Kur’an'î
zihniyete dayanmak gerekir. Yoksa önce görüşleri belirlemek ve sonra da uygun
görülen ayet ve hadisleri kullanarak bir konuyu İslam adına açıklamak doğru
değildir. Fakat en yaygın olan da maalesef bu yaklaşım ve çözüm tarzıdır. Yani
önce bir konu hakkında karar veriliyor; mesela, kadına cuma namazı farz
değildir, deniyor; sonra da bu fetva veya karar ayet ve hadislerle
destekleniyor. İslam kültür ve politika tarihînde bu anlayışın îlk
temsilcileri Harîciler denilen topluluk olmuştur. Önceden politik ve sosyal
kararlarını almışlar, sonra da bunlara dinden elbiseler giydirmişler 'ınılhukmü
illa lillah" (Enam, 57) nassını, siyasî ve sosyal amaçlı isyanlarının
mesnedi ve aleti yapmışlardır.
İslam adına, Kur'an ve Sünnet referans gösterilerek İslam tarihinde
kadın hakkında verilen yanlış fetva ve kararlar da böyledir. Şüphesiz, Münzel
şer’den kaynaklanmayan, müevvel dinin (şeriatın) esaslarına isnad eden fetvalar
ve fikirler yanlış ve aldatıcı olabileceği gibi, doğru ve isabetli de olabilir.
Oysa, Kur'an ve sahih sünnet'in ışığında, kadının dinî tekliflerdeki konumuna
yaklaşılır, bu iki kaynakta kadına tanınan hak ve yetkiler, kişisel
anlayışımız, ataerkil bakışımızla yorumlanıp sunulmazsa, hakiki şekliyle
belirlenirse, "İslam kadınların haklarını gasp etmiştir, kadınları
ikinci sınıf varlık kabul etmiştir, İslam erkeklerin dînidir" gibi
yüce dinimize yönelik iftiralar ve ithamlar doğrulanmayacak; tersine asılsız
olacaktır.
Gerçek şu ki, İslam, takva örtüsünde erkek kadın farklılığına (üstünlük
yönünden) son vermiş, ikileme yaklaşımları da reddetmiştir. Takva
elbisesi giyen kadının aynı elbiseyi giyen erkekten farksız olduğunu belirtmiş,
toplumda kendine elverişli hertürlü işi yapmasına da izin vermiştir. Mümin
erkeklerle mümin kadınların birbirlerinin dostları, yakınları (velileri)
olduğunu bildirmiştir.
Saadet asrında kadınlar, takva elbisesini giyinerek toplumda kendilerine
düşen vazifeleri tam olarak yerine getirmişlerdir. Namaz ve önemli toplantılar
için Mescid'e geldikleri gibi, Resulullah'ın sohbetlerine iştirak etmişler,
savaşa katılmışlar, tarım ve ticaretle de meşgul olmuşlardır. Resulullah'ın
eşlerinden Hz. Hatice bu devrin en meşhur tacirlerinden biri olduğu gibi, Hz.
Aişe de en büyük âlimlerinden biriydi.
3. İslam'da erkek ve kadının kulluğunu, hak ve mesuliyetini tesbit edip
açıklayan Allah'tır. Çünkü erkek ve kadından her biri bireysel olarak İlahî
Çağrı'nın muhatabıdır ve bizatihi yapıp yapmadıklarından sorumludur. Ataerkil
bir dinî zihniyete, ruhbanlığa veya klerje'ye benzer fonksiyonları olan bir
ulema topluluğuna yer yoktur. Ne erkeğin Allah'a kulluğu kadına, ne de kadının
kulluğu erkeğe bağımlıdır.
Nitekim, fiilî sünnete bakıldığında açıkça görülür ki, Resulullah
döneminden itibaren mümin kadınlar islam tarihi boyunca dinlerini, hak ve
yetkilerini öğrenmek amacıyla erkeklerle birlikte mescitlerde bulunmuşlar,
kulluk vazifelerini kaynağından öğrenmeye ve kimseye endekslemeden yerine
getirmeye gayret etmişlerdir. Neticede, ehliyet ve liyakatlerine göre ailede ve
cemiyette vazife ve mesuliyet yüklenmek istemişlerdir; fakat müevvel şer'(din),
mübeddel şer' engelleriyle karşılaşmışlardır.
Ve kadınların sosyal, ekonomik, politik, toplumsal ve ticarî hak ve
sorumlulukları geleneğe göre, ataerkil anlayışa dayanılarak bu iki türdeki din
anlayışı ile belirlenmiş; gerek kadın-erkek ilişkileri gerekse kadının dinî
vazife ve mesuliyetleri, fıtrat, ilahî davet, ehliyet ve liyakât temellerinden
koparılmış, ifrat ve tefrite düşülerek, kadın dabazan bir ilahe bazan da ikinci
sınıf varlık sayılarak, erkekler veya tamamına yakını erkek, olan âlimler
tarafından yeri belirlenmiştir. Bunda en etkili faktör ise İslamileşmiş dinî
zihniyet olmuştur. İslamileşmiş sosyal ve toplumsal yapı, eğitim ve kültür de
bunun için vesile yapılmıştır.
Halbuki tarihte, olumlu ve olumsuz etkileri bulunan olaylarda kadının
çok önemli rol yüklendiği inkar edilmez bir realitedir. Devletlerin kuruluş ve
yıkılış destanları, ünlü kişilerin, büyük devlet adamlarının, kahramanların,
komutanların, sanatkarların ve bilginlerin öyküleri kadının gücünü ve katılım
payını açıkça ortaya koymaktadır. Sadık Kılıç'ın ifadesiyle, "Bu,
başlatılmış ve kökleşmiş statüko bir olgudur. Gerçekte bu, sadece yanlış bir
iktisaptır. İlahî menşeli bir fatalizm değil, adı geçen gayr-i adil iktisaptan
ortaya çıkan bir ilca, bir dayatma."
4. Kur'an'î vahiy insana
seslenmektedir. İslam Çağrısı'nın muhatabı insandır. İnsan kavramı ise kadın ve
erkek türlerini birlikte kapsamaktadır. Yani herkesin dini olan İslam'a göre
kadın da insandır ve diğer insan türü ile aynı haklara sahiptir. Kur'an'ın
getirdikleri ister erkek isterse kadın olsun insan içindir. Kadın da, insan
olduğu için, mükellef, bir varlıktır.
5. Kur'an ve sahih sünnet
İslam'ında Allah Taala'ya kulluk ve bununla ilgili hükümlerde (iman, ibadet ve
muamelat esaslarında) kadın ve erkek ayırımı yoktur; insanın iki türü arasında
fark gözetilmemiştir, tersine her iki insan türü eşit tutulmuştur. Eğer bir
ayırım yapılmak istenseydi, kullukla ilgili nidalarda ve hükümlerde her iki
insan cinslerini birlikte kapsayan genel ifadeler kullanılmazdı ve "ey
erkekler..., ey kadınlar, ey iman eden erkekler, ey iman eden kadınlar, ey
oruçla mükellef olan erkekler, ey sadece kendilerine cuma namazı farz kılınan
erkekler..."gibi tabirlere yer verilirdi. Oysa "ey iman
edenler, ey insanlar! ifadeleri hem erkekleri hem de kadınları kapsamaktadır.
6. İslam'ın kadına karşı sert ve
aşağılayıcı bir yaklaşımda olduğu iddiası vardır. Bunun doğru olmadığı Kur'an'ın
sunduğu çağrı'da; inanç, ibadet ve ahlak esaslarında açıkça görülmektedir.
Ancak mümin kadına Cumanın farz olmadığı iddiası, kadınla ilgili bu iddiayı
doğrulamış olmaktadır!
Bu durumda, cuma namazı ile ilgili olup "ey iman
edenler..." genel çağrısı ve hitabı ile başlayan ayeti tefsir ederken
ve farz kıldığı ibadetle ilgili şartları belirlerken Allah'ın yapmadığı bir
ayırımı yapmak ve mümin kadınları çok önemli bir farz ibadetin dışında tutmak,
onu fitne unsuru görmek ve eve kapatıp ibadet dâhil her türlü aktivitenin
dışında tutmak Kur'an eksenli, Asr-ı Saadet uygulamalı İslam'a uygun bir
yaklaşım olamaz.
7. Kadının konumu dünyadaki düşünce sistemlerinin tamamında önemli bir
problem olageldiği gibi, İslam düşünce tarihinde de, İslam'a rağmen, sorun olma
özelliğini korumuştur.
İslam'ın, kadını doğal hakları ve yaratılışı, dinî emirlere ve nehiylere
muhatab oluşu itibariyle erkeğe eşit tuttuğu Ortaçağ dünyasında kadının durumu
çok kötü idi. Dünyadaki düşünce yapılarında erkekten aşağı kabul ediliyordu.
Bizans, Fars ve Arap düşünce sistemlerinde ikinci sınıf insandı; eşya olarak
değerlendirilerek alınıp satıldığı da olurdu.
Bu dönemde Hıristiyan âlemin temsilciliğini yapan Bizans'ta ve Avrupa'da
kadınlar okuma ve yazma öğrenme haklarına bile sahip değillerdi; onlardan
sadece ferhunde hanımlar belli bir derecede eğitim öğretim görme hakkına
sahiptiler. Hatta Orta Çağ Avrupası'nın bazı ülkelerinde kadının insan olup
olmadığı tartışılmaktaydı. Her zaman cinselliği ve zayıflığı ön plana çıkarılan
kadının Yahudi toplumda toplu ibadetlere iştirak etme hakkı yoktu. Evine hapsedilen,
çocuk bakıcısı ve evin reisi olan kocasının hizmetçisi statüsü kendisine uygun
görülen kadınların bu durumdan kurtulmak için aktif olduğu söylenemez. Hatta
uzun yüzyıllar statüsünün bu şekilde belirlenmesine razı olmuş ve tepki
gösterme yoluna gitmemiştir.
Bütün, bu durum ve yapısına rağmen, müslüman âlimler, kadının cinsellik
gücünü kullanarak erkeği etkileyeceğini ve toplumsal yapıda etkin rol
oynayabileceğini gözönünde bulundurmuşlar; dinî verileri yorumlarken kadının
sosyal ve toplumsal yaşantıya katılımını en aza indirmeye çalışmışlardır.
Oysa İslam, kadına haklarının tamamını iade etmiş ve onu erkekle
birlikte hayatın her safhasında etkin rol oynayan bir varlık konumuna
yükseltmiştir.
8. Kadının ikinci dereceye
atılması, sadece Müslüman Milletler ve devletler tarihinde yaşanılan bir olay
değildir. Tarih boyunca her, zaman ve mekanda, her dinî, idarî ve siyasî muhitte
bu böyle olmuştur. Erkeklerin, dinî metinleri kendi hakimiyetleri ve çıkarları
doğrultusunda anlayıp yorumlamaları, bunun en önemli sebebidir. Erkeği ön
planda tutan zihniyet, kültür mirası ve tecrübe de bunda etkili olmuştur.
9. Namaz, oruç, zekat, hac ve
cihad gibi ibadetler müminlerin tamamına farz kılınmıştır. Kişiyi ve toplumu
inanç, ahlak ve amel bakımından olgunlaştırıp Rabbına yakınlaştıran, Rab ile
kul münasebetlerini en iyi düzeye çıkaran, mümini Yaratıcısına kul yapan bu
ibadetleri farz kılan ilahî mesajda "ey inananlar" (ya
eyyuhelleziyne amenu) umumî hitabı kullanılmıştır. Çünkü Kur'an sadece
erkeklerin veya yalnızca kadınların Kitabı değildir; her insanın ruhî varlığını
olgunlaştıran ve ahlakını güzelleştiren, davranışlarını düzenleyen ibadetlerden
belli bir insan türünü mahrum etmemiştir. Nitekim İslam'ın tebliğcisi olan Hz.
Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) de, sözkonusu ibadetlerde tahdit, tahsis
ve takyid ifade eden açıklamalar yapmamıştır; sadece bu ibadetlerin edasına
mani olabilecek geçici, arızi ve istisnaî halleri zikretmiştir. Değilse ne
İslam bütün beşerin dini olurdu ne de kendisi insanlığın tamamına gönderilmiş
rahmet Peygamberi kabuledilirdi.
10. "Dinde zorlama yoktur..." ilahî talimatı İslam'ın
temellerindendi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hiç kimseyi inanma ve
ibadet etme konularında zorlamamıştır. Ancak o, farz kılınan ibadetleri
bildirmiş ve yapılışını göstermiştir. Gerektiğinde ibadet etmeyi teşvik ettiği
olmuşsa da herhangi bir ibadeti yerine getirmeyen kimseyi cezalandırmamış veya
o ibadeti yapmaya icbar etmemiştir. Değilse, ibadetler emirler, davetler gereği
yapılan ibadetler olmaktan çıkar, korku ve baskı, icbar ve ceza sebepleriyle
eda edilen ameller haline dönerlerdi. Yani farziyetine inanılarak, Allah'ın
emri olduğu kabul edilerek, ihlasla ve hür irade ile yapılan ibadetler olmazdı.
Zaten zorla yapılan veya yaptırılan ibadetten hiçbir fayda hasıl olmayacağı
apaçık bir gerçektir.
İbadete icbar, ayrıca, İslam'a aykırı bir davranıştır.
Böyle olmasaydı, fert ve toplum huzurunu bozan, fitneye ve günah işlemeye
yönelten davranışlar için birtakım cezalar koyan bir dinde namaz kılmayan, oruç
tutmayan, hacca gitmeyenler için de caydırıcı cezalar bulunurdu. Bu sebeple,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kadınları cuma namazı kılmaya icbar
etmiş midir? sorusu asılsız, mantıksız ve İslam'a aykırı bir sorudur.
11. Mümin kadını namaz, oruç,
zekât ve hac gibi ibadetlerle mesul tutan ilahî buyruklarla, cuma namazı ile
mükellef tutan nass arasında -hitabet ve umumilik bakımlarından bir fark
yoktur.
12. İslamiyet, gerek erkek
gerekse kadınla ilgili olsun, birtakım özel, arızî ve istisnaî durumları
"mükellefiyetle gözönünde bulundurmuştur. Hastalık, çocukluk, delilik,
yolculuk halleri bunlardandır. Bu haller istisnaî ve geçici hallerdir; insanın
tabiatı ve fıtratı ile ilgili değildir.
Ancak, müevvel şeriatta, fıtrî ve tabiî bir hal olan kadınlık, bu
özürler, arızî ve istisnaî hallerle birlikte ele alınmış ve değerlendirilmiş;
neticede ilahî talihi sebebiyle kadın birtakım hak ve dinî vecibelerin dışında
tutulmuş, cuma namazından da ıskat edilmiştir. Yani kadınlık fıtratı ve
tabiatı "özürlülük" sayılmış ve mümin kadın farz bir namaz olan
cumadan muaf tutulmuş, bu önemli ibadetin mükafaatından mahrum bırakılmıştır.
Bu ise, Kur'an islamına Resulullah'ın Sünneti'ne uymayan bir yaklaşımdır. Oysa
kadınlık ve erkeklik İslam'da ne özel ve arızî bir haldir, ne de bir ibadetin
farziyeti ve adem-i farziyeti için geçerli bir sebeptir.
13. Kur'an-ı Kerim, insanları
kulluktaki konumlarınagöre değerlendirmiş (mümin, kafir, münafık, abid, adil,
sadık, muhlis, muhsin, muttaki vs.) ve derecelendirmiştir. Farz İbadetleri
yerine getirme, derecelenme ve değerlendirme için çok önemlidir. Ayrıca Allah'a
kullukta cinsiyet ayırımı yapılmamış; erkek ve kadınların birbiriyle
yarışmaları sağlanmıştır. Cuma namazının edası da Allah'a ibadetle kullukta
bulunmanın yollarındandır.
14. İlahî emirlere, nehiylere,
hükümlere ve tekliflere erkekle aynı ölçüde muhatap olan kadın, ibadet
hayatında da aynı mükellefiyete ve haklara sahiptir.
15. Kur'an-ı Kerim kadın hakları
ile yüklü bir kitaptır, İslamiyet kadını erkekle eşit tutmuştur, sevgili
Peygamberimiz de kadınları erkeklerle eşdeğerde görmüştür; onları hiçbir konuda
kulluk ve insanlık haklarından mahrum etmemiştir.
16. Mümin kadınların Mescid'de
namaz kılmalarına ve hutbe dinlemelerine, nebevî sohbete iştirak etmelerine
engel olmayan Hz. Peygamber, cemaatle günlük namazları ve Cuma namazı ile
bayram namazlarını eda etmelerini teşvik etmiş, onlara bu konuda her türlü kolaylığı
sağlamıştır. Onlar için Mescid'de bir kapı ayırmış, namazda da kısa okumuş,
namaz için ayrı saflar düzenlemiş, Mescid'den erkeklerden sonra çıkmalarını
sağlamıştır.
17. Hz. Peygamber, evli
kadınlardan Mescid'de namaz kılmak isteyenlere kocalarının engel
çıkarmamalarını istemiştir. "Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescitlerine
gelmekten menetmeyiniz" buyurmuştur.
18. Cuma günü ve cuma namazı
İslam'da çok önemlidir. Böyle önemli bir gün ve ibadetten mümin kadınların
yararlanmaları doğal haklarındandır. Bu hakkı onlara Şari' Teala cuma namazının
edasını emreden ayetle tanımıştır. Bu kulluk hakkını onlardan almaya hiçbir
beşer yetkili kılınmamıştır ama, müevvel şer' onları bundan mahrum etmiştir.
19. Cuma namazı müminlerin hepsine
farzdır ve idare şekli ve müslümanların statüsü ne olursa olsun her ülkede
kılınabilir. Özel ve geçici durumlarda bulunanlar ile özürlüler, tabii
durumlarına ve sağlıklarına kavuşuncaya kadar bu mükellefiyetten muaftırlar.
Ne varki, İbn Kudame, eş-Şîrazî ve es-Serahsî gibi fakihlerin
eserlerinde açıkça görüldüğü üzere, "kadınlık", hastalık, yolculuk,
kölelik, amalık gibi namaz kılmaya manî "özürler'den sayılmıştır.
20. İbadetler Şari' Teala
tarafından Kur'an vahyi ile farz kılınmıştır. Hz. Peygamber ise bu farz
ibadetleri duyurmuş ve eda ediliş şeklini göstermiştir. O, hiçbir farizayı
hiçbir mümin topluluktan iskat etmemiş, hiçbir ibadeti de farz kılmamıştır.
21. Peygamberlerin varisleri
sayılan ve Allah'tan hakkıyla korkan yegane topluluk olarak tanıtılan âlimlerin
de bir ibadeti farz kılma veya farz kılınan bir ibadetten belli kesimleri
istisna etme gibi bir hakları yoktur; tahsir ve tahsis de buna dahildir. Kur'an
ve Sünnet İslam'ında (münzel şer') durumun böyle olmasına rağmen, müevvel
şeri'de (Müslüman bilginlerin ve müçtehit fakihlerin sistemleştirdiği ve
kurallaştırdığı dinî düşüncede) birtakım müminler bazı ibadetlerin edasından
istisna edilmişlerdir. Kadınların cuma namazının farziyeti dışında tutulmaları
bunun açık örneğini teşkil etmektedir.
22. İlahî nasslarda ve
Peygamber'in Sünnetinde cuma namazının edasından istisna edilmeyen kadınlar,
başlangıçtan bugüne kadar cuma namazlarını eda etmişlerdir. Cuma namazından
yasaklanmaları ve eğer eda ederlerse namazlarınn öğle namazı sayılması
fetvaları ve içtihatları ise daha sonraki dönemlerde, hilafetten saltanata
geçişle birlikte başlamıştır.
23. Cuma namazının kadınlara farz
olmadığını, fitne zuhuruna sebep olma ve evi, kocası ve eşi ile meşguliyet gibi
gerekçelerle kararlaştırıp, sonra da bu zihniyetlerini deliller getirmek ve
desteklemek için Hz. Peygambefe ait olduğu söylenen bir takım haberleri
zikredenlerin, "kadının erkeklerin toplantı yerme gelmesi caiz
değildir", "kadının camiye çıkması caiz değildir, kadının cemaatle
camide namaz kılması caiz değildir" kadının cuma namazı kılması caiz
değildir" şeklindeki fetva ve içtihatları Kur'an İslamına, Hz.
Peygamber'in Sünnetine, ashabının zihniyetine uygun düşmemekledir. Bu sözler ve
dayandığı haberler illetlidir, asılsızdır, tutarsızdır, senet ve metinleri
itibariyle de mutaarızdır. .
24. Cuma namazının kadınlara farz
olmadığı teorisini ortaya atan, erkekliği bu ibadetin farziyetiriin
şartlarından sayıp, kadınlık ilahî talihi sebebiyle müslümanların bir kısmını
kulluk hakkından dışlayan, mükellefiyetini yapmaktan alıkoyan bilginler,
fakihler, tefsirciler ve hadisciler, ilgili Kur'an ayetinin umumîlik ve
mutlaklık vasıflarını, diğer ibadetleri farz kılan ayetlerden farksızlığını
nazar-ı itibara alma yerine, bize öyle görünüyor ki geleneğin, ataerkil zihniyetin,
erkeklik egosunun etkisiyle hareket etmişler ve cuma namazının sadece erkeklere
özgü bir ibadet olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Bu baskıcı, dayatmacı ve
dışlayacı, Mümin kadınları ibadetten, kullukta bulunması icabeden Allah'tan
uzaklaştırıcı yaklaşım İslam'a aykırıdır ve her asırda müslüman toplumun en
azından yarısını oluşturan kadın müminlere de zulümdür.
25. Kur'an İslamını bir tarafa koyarak, önceden kararlaştırılan
görüşlere delil gösterilmek amacıyla rivayet edilen ve bir iki kişinin sözünden
öteye geçmeyen, müevvel şer'e dayanan haberler ile bunlara dayandırılmak
istenilen fetvalar, cuma namazı kendilerine farz olmayan kişileri belirlerken,
insan tabiatı ve fıtratı ile alakalı olan "kadınlık haliyle, delilik,
hastalık, yolculuk, çocukluk gibi geçici ve özel durumları eşit tutmuşlar veya
karıştırmışlardır; sonuçta yüzyıllar boyunca sürüp gelen yanlış bir zihniyete
ve uygulamaya sebep olmuşlardır. Çünkü bir iki kişinin haberine dayanarak
birtakım dinî teklifi birtakım müslümandan iskat etmişler, cuma namazı gibi
bazı ibadetleri erkeklere has-retmişlerdir ki, sonuçta mübeddel şer"i meydana
getirmişlerdir. Yani açıkça birtakım dinî emirlerde ve tekliflerde takyid,
tahsir ve tahsis yapmak suretiyle tadilat gerçekleştirmişlerdir. Böyle bir işe
yanaşmak veya yardımcı olmak ise, ilahî hükümleri asla değiştirilmemiş olan
İslam'ın temel esaslarına beşer hükmü karıştırılmamış olduğu inancını ortadan
kaldırmaktadır.
26. Arapça kelimelerde ve fiillerde erkeklik ve dişilik özellikleri
bulunmasına rağmen, kadın ve erkeğin topluca zikredildiği topluluğa erkek fiil
kipleriyle seslenilmektedir. Bu sebeple, Kur'an'da erkek siygasındaki hitaplar
kadınları da kapsamaktadır, yalnızca erkekler kastedilmemektedir. Kur'an'ın
inanç, ibadet ve muamelatla ilgili genel hükümlerinde durum tamamen böyledir.
Ancak, tamamen erkeklere has olan ilahî emirler ve hitaplar bunun dışındadır.
Çalışmamızda zikrettiğimiz haberlerin ortak ifadesi kadınların Hz.
Peygamber zamanında ve Raşid halifeler devrinde rahatlıkla cemaatle ibadet
ettiklerini, cuma namazını kıldıklarını, nebevî sohbetlere katıldıklarını, bu
hususlarda engellemelerle ve zorluklarla karşılaşmadıklarını göstermektedir.
Buharînin Hz. Aişe radiyallâhü anhadan rivayet ettiği şu haber de kadınların
zikredilen dönemlerde rahatça camide ibadetlerini eda ettiklerine delil teşkil
etmektedir: "Eğer Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, zamanımızdaki
kadınların ihdas ettiklerine yetişmiş olsaydı, Israiloğullarının
(kadınlarının?) menolundukları gibi, bunları (kadınları) Mescid'e gitmekten
menederdi.'
Görünen o iki, Hz. Aişe'nin bu rivayeti sonraki devirlerde bilginlerin
fetvalarına ve uygulamalarına önemli etkide bulunmuştur. Günümüze kadar olan
tarihî süreçte, buna bağlı olarak kadının cami ile ilişkisi önemli ölçüde
sınırlandırılmış, cemaatle ibadet hakkından mahrum edilmiş, caminin dışına
atılmış, kendi haline terkedilmiştir. Bu da, mümin kadının toplumda
fonksiyonlarını yerine getirmemesine, bilgisiz ve kültürsüz kalmasına, sosyal,
kültürel, politik ve ticaret hayatından uzak tutulmasına yolaçmıştır. "Kadının
cihadı, kocasına itaat etmektir, mükellefiyeti eviyle ve kocasıyla
meşguliyettir, yeri ise evidir" diyen ve ataerkil zihniyetle kadına
hak tanıyan çevreler bu durumdan faydalanmış, bu düşünceleri geçerliliğini
korudukça da rahat etmişlerdir.
Halbuki İslam âleminin yüzyıllardan beri geri kalmışlığının ve
perişanlığının ana sebeplerinden birisi kadının sosyal, ekonomik, politik,
pedegojikve ticarî hayatın dışına atılması, bilgisiz, kültürsüz ve bilinçsiz
bir yapıda tutulmasıdır. Aynı şekilde müslümanların diriliş ve uyanışı, çağdaş
uygarlık ve refah düzeyine ulaşışı da önemli ölçüde kadınların evin, ailenin,
kültür ve sanat hayatının, iş ve meslek kurumlarının asıl öğeleri konumuna
gelmeleriyle mümkün olacaktır.
27. Cuma namazının kadına farz olmadığını, bu ibadetle mükellef olmak
için erkek olmak gerektiğini iddia edenler, Kur'an'ın kadına ikinci sınıf
varlık gözüyle baktığını, doğal hasta sistemini getirdiğini ileri sürenleri
desteklemis ve doğrulamış olmaktadırlar. İslam'ın kadına karşı sert ve
aşağılayıcı bir yaklaşım sergilediği iddiasına haklılık payı vermektedirler.
28. İslam ülkelerindeki kadın
haklarından söz edilince şu iki konuyu birbirine karıştırmamak gerekmektedir;
1. İslam'ın kadına tanıdığı
haklar,
2. Müslüman erkeklerin ve
yöneticilerin kadınlara verdikleri haklar.
Müslüman ülkelerdeki kadınların sahip oldukları haklar, birinci haklar
değildir; yüzyıllardan beri Kur'an ve sünnet, top yekün müslümanlarca rafa
kaldırıldığından bunların yerine müevvel şer' konulduğundan, bu iki kaynağın
kadınlara tanıdığı haklar da iptal edildi. Bunun yerine, erkeklerin vicdanına
bırakılan bir hak anlayışı ortaya çıktı. Bugün müslüman kadınlara verilen
haklar, İslam'ın tanıdığı haklar değil, erkeklerin onlara lütfedip verdikleri,
reva gördükleri haklardır. Eğer bu konuda birtakım yanlışlıklar ve haksızlıklar
varsa bunların sorumlusu İslam değil, müslüman erkeklerdir.
Dinî nassları kendi menfaatleri doğrultusunda anlama ve yorumlama
anlayışında olan bilginler, açıklamalarında ve fetvalarında erkekliği ve erkek
cinsini ön planda tutmuşlardır. Ataerkil bakış, gelenekçi zihniyet, müevvel
şer'e bağlılık, kültür mirası da bunda etkili olmuştur.
29. İslam Tarihinde, erkeğin
mutlak hakimiyetine dayanan aile yapısı ve "an'ane dini'nde, müevvel din
anlayışında mümin erkeklere birtakım özel haklar ve yetkiler tanınırken, mümin
kadınlar İslam'ın kendilerine tanıdığı birtakım hak ve hürriyetten mahrum
edilmiştir ve hala bu zihniyet yaşamaktadır. Ancak bunun, İslam'ın
evrenselliği, erkek ve kadın cinslerine âdil bakışı ile bağdaştırılması mümkün
değildir. "Kadın kadındır. Eksik etektir. Dini ve aklı noksandır.
Evine, çocuklarına ve erkeğine hizmet etmekle meşguldür, mükelleftir. Camide,
Cuma'da ne işi var, otursun oturduğu yerde...", cami sadece erkeklerin
toplandığı, topluca ibadet ettiği yerdir, kadın oraya çıkamaz, çıkarsa fitneye
yolaçar... söylemini ortaya atan ve savunan zihniyet İslam'ın, "Hakkın
gelişiyle mutlaka yok olacağını" bildirdiği "batıl zihniyet'dir.
30. Zikredilen haberlere dayanarak
ve İslam'ın evrenselliğini göz önünde bulundurarak, Kur'an'ın kullukla alakalı
hükümlerine, inanç, ibadet ve ahlakla ilgili emirlerine bakarak rahatlıkla şunu
söyleyebiliriz: Erkeklere farz kılınan ibadetler aynı zamanda kadınlara da
farz kılınmıştır; bu konuda bir ayırım yapılmamıştır. Dolayısıyla erkeklere
farz kılınan cuma namazı kadınlara da fazdır; bunun için ayrıca delil ve kaynak
aramaya gerek yoktur, tersini savunmak ise tutarsızlık ve asılsızlıktır.
31. Cuma namazının mümin
kadınlara farz olmadığı teorisi, esas itibariyle, bir takım zayıf ahad veya
mürsel haberlere, müevvel şeriata ve ataerkil din ve cemiyet zihniyetine dayanmaktadır.
Bu konuda hiçbir sahih, meşhur ve mütevatir hadis yoktur.
32. İslam dini ve onun tebliğcisi,
uygulayıcısı olan Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) mümin kadınları
Cuma namazı kılmaktan ve Mescid'de cemaatle ibadet etmekten yasaklamamıştır.
Mümin kadınların Cuma namazı kılmasına ve camiye gelmesine karşı çıkanlar bazı
din bilginleridir. Ancak, günümüzde bu anlayış gerçekten dini asıl kaynaklarına
dayanarak bilenler arasında kabul görmemektedir. Türkiye'de ve Mısır'daki
ulemaya konumuzla ilgili görüş sorduğumuzda aldığımız cevaplar açıkça bunu
ifade etmiştir.
33. Bu durumda, cuma vakti
geldiğinde mümin kadınlar da camilere gelmeliler ve cemaatle bu dinî farizayı
ede etmelidirler. Değilse, cuma kılmayan erkekler gibi dinî yükümlülüklerini
yerine getirmemiş olurlar, onların duçar oldukları durumlara duçar olurlar.
İslam'da kadının cuma kılmasına engel olan bir nass yoktur. Fakat müevvel
şeriatta güzel ve genç kadınların camiye gelmeleri yasaklanmış, sadece yaşlı gösterişsiz
ve çirkin(!) kadınların gelmelerine cevaz verilmiştir. Bu ise çarpık bir
zihniyettir, Kur'an İslam'ına uygun görünmemektedir.
34. Mümin kadınlar cuma kılmak
için camiye gelmelidirler. Temiz ve güzel elbiseler giyinen, gusul abdestini
alan ve takva libasına bürünen mümin kadınlar camilerde kendilerine ayrılan
bölümlerde yerlerini almalıdırlar; fitneye sebep olabilecek hal ve
hareketlerden kaçınarak namazlarını eda etmelidirler: Mümin erkekler de takva
libasını giyerek camiye gelmeliler; fitneye sebep olabilecek davranışlardan
sakınarak dinî vazifelerini yerine getirmelidirler.
Çünkü cuma namaz\ mürmn erkek\ere ne kadar farz ise mümin kadınlara da o
kadar farzdır İstisnai haller harici cemaatte namaz kılmak erkek için mükâfatı
fazla bir amel ise kadın müminler için de mükâfatı çok bir ameldir.
Zaten mümin kadınlar bütün engellemelere ve kendilerini caminin dışında
tutan zihniyete rağmen, tarih boyunca camiyi terk etmemişlerdir. Malezya,
Endonezya, Türkmenistan, Tunus, Suudî Arabistan, Filistin, Türkiye gibi
müslüman ülkeler başta olmak üzere yaşadıkları ülkelerde cuma namazına
imkanları ölçüsünde gelmişler ve eda etmişlerdir. Ancak kendilerine cumanın
farz olmadığı fetvası verildiğinden, evlerinde kalarak öğle namazını kılmaları
telkin edildiğinden, kılacakları cumanın da öğle namazı kabul edileceği
söylendiğinden bu konuda fazla ısrarlı olmamışlar, büyük çoğunlukla öğle
namazını kılmakla yetinmişlerdir.
Halbuki cuma namazının kadınlara farz olmadığı tezini savunanlar, Cabir
ve Tarik'ın haberlerini zikretmekteler fakat daha ziyade mevcut sosyal şartları
esas almaktalar, fitneye sebep olma, ev, eş ve çocukla meşguliyet, kocaya
hizmet gibi şeyleri sebep göstermektedirler. Bu, onların gerçeği gizledikleri
veya görmezlikten geldiklerinden değil, mevcut şartların gereği böyle
düşündüklerinden ileri gelmektedir. Cuma ile ilgili diğer şartlar da bu
çerçevede değerlendirilmelidir.
35. Mümin kadınlar, kendilerine farz olan cuma namazını kıldıklarında,
tıpkı mümin erkekler gibi, cuma namazı sevabı alırlar, öğle namazı sevabı
değil.
36. Kadınların dünkü ve bugünkü
statüsüne ve müslüman dünyanın ortaya koyduğu manzaraya bakarak, mümin kadına
cuma namazının farziyetine dair adil bir hükme erişmek gerçekten çok zor. Her
şeyden önce müslüman topluluklar yüz yıllar boyunca bilgin otoriteli, çeviri
kaynaklı ve yorumcu nitelikli bir din anlayışına sahip oldular. Geleneğe
dayanan bir islâm düşüncesi, inanç yapısı, ibadet ve ahlak telakkisi teşekkül
etti. Camide, minber ve mihrapta, medreselerde, tekke, zaviyeler, imam hatip mektepleri
ve kurslarda devamlı olarak müslüman zihinlere cuma namazının sadece mukim ve
hür erkeklere farz olduğu, öğretildi. Erkekliğin cumanın farziyetinin ilk
şartını oluşturduğu telkin edildi. İşte böyle köklü bir geleneğe sahip olmak,
yanlış da olsa yüzyıllardan beri süre gelen bir uygulamayı değiştirmek ve mümin
kadına da cumanın farz olduğuna insanları inandırmak gerçekten zor bir iştir.
Ancak biz zoru başarmanın, ataerkil din anlayışındaki müminlere cuma namazı
hakkında doğru bilgiler vermenin de ilim adamlarının bir sorumluluğu olduğu
inancındayız. Tarihî din anlayışımız ve yaşayışımıza dayanarak hüküm vermenin
sağlıklı bir yol olmadığı düşüncesindeyiz. Tarihî din anlayışımızın, ataerkil
yaşantımızın değiştirilemez ve kaçınılmaz olduğuna inanmanın da yanlış olduğunu
savunuyoruz.
37. Tarihçi olarak belirtmek
isterim ki, dinler tarihinde, bir dinin peygamberi tebliğ vazifesini tamamlayıp
öldükten sonra, dinî meselelerle alakalı değişik açıklamalar, zamanla bölünmelere
ve ayrılığa kadar götüren yorumlar yapılmıştır. Neticede farklı dinî telakki,
mezhep ve meşrep ihtilafları ortaya çıkmış, müminler toplumu da, din anlayışı
farklılığına göre zümrelere ayrılmıştır.
Müslümanlar da dinler tarihindeki bu geleneği ve genel kuralı genelde
sürdürmüşlerdir. Ataerkil ve yorumcul temellerine dayanan bir din anlayışı ve
yaşantısını benimsemişlerdir. İslam'ın evrensel vasıflarını ve özgün ilkelerini
birçok konuda dışlamışlardır. Neticede bir kısım müslümanlar da hem İslam'a hem
de bazı ibadetlerine yabancılaşmışlardır. Birçok gerçeği dışlamışlardır. Din
anlayışları yanlış biçimlenmiş ve yaşanmıştır.
38. Kur'an'ı Kerim'in ibadetlerle
ilgili hükümleri gerek ilâhî vahyin nazil olduğu dönemdeki tarihî bilgiler
gerekse birtakım beşerî amillere dayanarak açıklanamaz. Bu bakımdan, fitne
zuhuruna sebep olmak, eşine ve çocuklarına hizmet etmek sosyal ve ekonomik
gerekçelerle, cumanın kadına farz olmadığı hükmüne varılamaz.
39. Cuma namazının kadına farz
olmadığı hükmü, ataerkil din anlayışı ve ön yargılara dayanmaktadır. Dolayısıyla
mümin erkekler ve kadınlar, yapılan telkinlere ve verilen fetvalara bakarak,
cumanın kadına farz olmadığını savunmuşlardır. "Oysa inanç ibadet ve
ahlak alanlarında tarihî sapma açısının büyümesi sonunda yerleşen sapmalarla
gerçek İslam'ın temel kaynağı herhangi bir tahrif, tebdil ve tağyire maruz
kalmadan inzal buyrulduğu şekilde durmaktadır." Dolayısıyla
"Kadınları koruyoruz ve yüklerini azaltıyoruz."diyerek cuma
ibadetiyle ilgili hükmü alt üst etmeye ve farziyetini kadınlardan kaldırmaya
kimsenin yetkisi ve hakkı yoktur. İslam dini mümin kadınları ne cuma
namazından ne de bir başka ibadetten menetmemiştir.
40. İslam'da kadın, ne ikinci
sınıf bir varlık ve şehvet, süs ve eğlence aracıdır ne de evine kapatılarak bir
takım doğal haklarından, dinî vecibelerinden mahrum edilen erkeğin hizmetçisi
yapılan bir varlıktır.
41. Cuma namazının hükmü her
bakımdan diğer namazların hükmü gibidir. Onlardan ayrıldığı yer sadece
hutbedir. Bu namaz hakkında fıkıhçıların ve hadisçilerin zikrettikleri şartların
hepsi, üzerinde delil bulunmayan şeylerdir.
42. Kur'an-ı Kerim, her ne hususta
olursa olsun, hiçbir dönemde kızlara ve kadınların zulmedilmelerine müsade
etmez. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem devrenin temel kaynağı olan
Kur'an bunu açıkça ifade ettiği gibi, Hz. Peygamber de yaşının herbir döneminde
ve yaşantısının herbir alanında kadının zulüm görmesini engelleyici tedbirler
almıştır. Ne var ki, O'nun bu gayretleri ve açıklamaları yeterince anlaşılıp
değerlendirilmemiştir. Mesela, Hz. Peygamber'in ibadet etmek isteyen kadınların
Mescid'e gelmelerine engel olunmamasını emretmesine rağmen, bazı eşler
hanımlarının cemaatle ibadet etmesine ya izin vermemişler ya da zorluk
çıkarmışlardır.
Aynı şekilde, Resulullah'ın, cemaatle Mescid'de ibadet etmeye devam
ettiği için eşi ile geçimsizliğe düşen bir hanıma, aile yuvasının yıkılmasını
ve eşlerarası ilişkilerin tamamen bozulmasını önlemek üzere,"...
namazını evinde kıl, bu daha hayırlıdır..."buyurması bazı çevrelerce "kadının
mescidi evidir, ibadetini evinde etmelidir..." şeklinde anlaşılmış ve
kullanılmıştır.
43. Birtakım insanlar, yaratılış,
inanç ve ibadet hakları v.s. itibariyle kadınla erkeği eşit tutan, ana, baba ve
yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay, kadınlara da bir pay ayıran,
kadına kişilik kazandıran İslam'ın getirdiklerinden hoşnut olmayanlar görülmüş
ve bunlar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden fetvalar istemişlerdir.
Yüce Allah'ın bu konudaki buyruğu şöyledir: "Senden kadınlar hakkında
fetva vermeni istiyorlar. Deki onlar hakkındaki fetvayı Allah size açıklıyor.
Kitap'ta, kendileri için yazılmışı vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim
kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız hakkında okunan
ayetler (bunlardandır). İyilikten ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir."
(Nisa, 127).
44. Bazı kavram, anlam, açıklama
ve yorum hataları ferdî olmaktan çıkmakta, sosyal ve toplumsal yanlışlıklara
dönüşmektedir ki, cezasını hem hataları yapanlar hem de onlara uyanlar dünyada
çekmektedirler.
Kaynak:
Prof.Dr.
Sabri HİZMETLİ, CUMA NAMAZI KADINLARA DA FARZDIR, Ankara – 1996
YORUM:
Bu yazıyla anlaşılan Cuma namazı siyasi, içtimâî ve devlet olmanın
getirdiği hükümler ile topluma farz olan namazdır.
Cuma namazının kadına farz olması konusunda ihtilaf yokken ile
uygulamanın farz olup olmadığı hakkında oluşan sorunlar kafaları
karıştırmaktadır. Eşitlik ilkesinin getirdiği uyum şartlarında
erkeğin hâkimiyet problemi yaşamasında “menfaat” ve “zarar” prensibindeki orantının
farz olabilecek ibadetleri düşürmeye kadar götürmesi “sosyal hayatın” mecburi doğurduğu
çekincelerdir diyebiliriz. Bu çekinceler
belki modern toplumda kadının Cuma namazı sorunu çözülebilmesi
kolaylaştırırken, cahilliğin arttığı devrede ters istikamette yönelim alam
içtimâi nizamın gerekçesi olarak görülmektedir.
Kadının yurdumuzda Cuma namazı kılma sorunu yoktur.
Ancak giydiği ve giyinişi hakkında hala oturmamış kriterleri vardır ve özgür
değildir. Bir kısmı özgürlüğü açılmak ve saçılmakta sonsuzluğunu iddia ederken,
diğer bir kesim inancımdan “benim giyim anlayışım” bu şekilde gerektiriyor daha
da fazla kapanmam gerekir diyerek, erkeklerin gösteremediği cesaretle
sırlanmaya çalıştığı bir giyim tarzı sorun oluşturmaktadır. Bu durumun bize
işaret ettiği nokta şartların sorunlarıyla birbirinin tetikleyici olmasıdır.
İmkânların yani refah seviyesinin artmadığı bir toplumda özgürlükler
sınırlı kalacaktır. Hayatında sorun yaşayan geleceğine güvenle bakamayan bir
toplumda erkek ve kadına farz olan bir ibadetin ifasının olmayacağı Cuma namazı
meselesinden çok iyi anlaşılmaktadır. Bazı dönemlerdeki erkek ve kadın
ilişkilerindeki gevşeme veya gerilme sadece sosyal nizamın getirisidir.
İnsanların Allah Teâlâ’ya karşı vazifelerindeki durumu kul ilişkileri bazında
aramak yanlış durum gibi gözükebilir. Bu nedenle içtimâî kontrol mekanizmasını
çalıştıramayan milletler ve devletlerin dini sığınma ve sorun giderme yeri
olarak kullanmalarındaki gibi yanlışlara düşmesi tabii durumlardandır. Çünkü
din ve inanç insanı kontrol eden en güçlü fıtrî kuvvetlerdendir. Ancak her şeyi dine mal ederek sonuç çıkarmak
ise, yetersizliğin sonucudur.
Sonuç olarak; Cuma namazı istişare, dayanışma ve toplum olmanın gereği
bir namazdır. Kadın ve erkek arasındaki sosyal dengeyi sağlamak ve hakların
paylaşımında mağdur olmamak için devletin eğitimdeki bütün engelleri kaldırması
ve her türlü desteği sağlaması gerekmektedir. Yoksa Cuma Namazı için camiye
gelip iki rekât namaz kılmak ile ne erkek ne de kadın asıl ulaşılması gereken
hakikate ve umrana ulaşabilir. Osmanlıda
Cuma namazı için hatipler vardı. O gün için özel hazırlanır, toplumu irşad için
gayret ederlerdi. Şimdi ise resmiyeti kalmış ve içi boşaltılmış bir namaz
durumundadır. Onun için kadın kardeşlerimiz üzülmesinler, erkekler sadece
camiye gidiyorlar ve geliyorlar. Kadınlar evde kalmalarıyla fazla bir zarar ve
ziyan içinde değiller.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar