KAFALAR DA UÇAR GİDER
"Manik-depresif hastalığı varmış"
Bu tür deliliğin çok kendine özel bir iç sızısı, coşkunluğu,
yapayalnızlığı, dehşeti var.
Uçtuğunuz zaman
harikasınız.
Düşünceler olsun,
duygular olsun müthiş bir hızla, yoğunlukla üst üste geliyor, aynı kayan
yıldızlar gibi ve siz bu yıldızların peşine düşüp her an daha iyisini daha
parlağını buluyorsunuz.
Çekingenlik diye bir
şey kalmıyor, aradığınız sözcükleri, jestleri tak diye buluyorsunuz,
başkalarını büyülediğinizin kesinlikle bilincindesiniz.
Tekdüze insanlarda
ilginç yanlar keşfediyorsunuz.
Gövdenizin her yanını
müthiş bir duyarlık sarıyor, baştan çıkarmak, baştan çıkarılmak karşı konulmaz
bir istek haline geliyor.
Her şey çok kolay,
siz çok güçlüsünüz, parasal açıdan da her şeyi yapabilecek durumdasınız, üst
düzey bir keyif, coşku, mutluluk iliklerinize kadar dolmuş.
Ama bir noktadan
sonra bütün bunlar değişiyor.
Kafanıza üşüşen
fikirler çok fazla, çok hızlı; biraz önce açık seçik gördüğünüz şeyler
birbirine onulmaz biçimde karışıyor.
Bellek yok oluyor.
Arkadaşlarınızın
yüzündeki ilgi ve keyif yerini endişe ve korkuya bırakıyor.
Önceleri düzgün bir
akış içinde olan her şey birden tersine dönüyor, sinir, öfke, korku birbirini
izliyor, denetimi tümüyle elden kaçırıyorsunuz, kafanızın en karanlık
mağaralarına dalıyorsunuz.
O mağaraların orada
olduklarını bilmiyordunuz o ana dek.
Bunun sonu hiç
gelmeyecek, çünkü delilik kendi gerçekliğini yaratıyor.
Dalıyorsunuz, dalıyorsunuz, dalıyorsunuz, sonunda sadece
başkalarının hatırladığı davranışlarınız kalıyor geriye -garip, anlaşılmaz,
kendinden çıkmış, amaçsız davranışlarınız- Maninin belki de tek iyi yanı,
belleğinizi kısmen silmesi.
Peki, sonrası ne?
İlaçları aldıktan, doktora gittikten, çaresizliği,
depresyonu, aşırı dozu atlattıktan sonra ne var?
Yaşadığınız bütün o inanılmaz duyguların içinden nasıl
çıkacaksınız?
Kimler olup bitenleri anlatmama nezaketini gösteriyor?
Kim neyi biliyor?
Neler yaptım?
Neden?
Ve hepsinden kötüsü, aynı şeyler ne zaman yinelenecek?
Tabii unutmayı engelleyen, özellikle hatırlatan acı şeyler
de var -ilaçlar var, alman gereken, almaktan hoşlanmadığın, almayı unuttuğun,
aldığın, istemediğin, unuttuğun ama eninde sonunda aldığın ilaçlar- Sonra iptal
edilen kredi kartları, ödemen gereken karşılıksız çekler, işyerinde uydurmak
zorunda kaldığın türlü bahaneler, şundan bundan özür dilemeler, gelip giden
belirsiz anılar (Hay allah ne yapmıştım?) yıpranan ya da tümüyle bozulan
dostluklar, bir evliliğin yıkıntıları.
Ve her zaman, her
zaman, bir daha ne zaman olacak aynı şeyler?
Hangi duygularım gerçek?
Ben, hangi benim?
Aklına eseni yapan çılgın, kaotic, anarşik, deli kişi mi,
benim?
Çekingen, içine kapanık, çaresiz, intihara eğilimli,
karamsar, bitkin kişi mi benim?
Herhalde her ikisinden de var içimde, umarım ikisinin de
fazlası yok.
İniş çıkışlarıyla
ünlü olan Virginia Woolf ne güzel özetlemiş:
"Yeraltında dalışlarımız duygularımızı ne ölçüde
renklendiriyor?
Yani demek istediğim, herhangi bir duygu ne kadar
gerçek?"
sh:69-72
İşkence ve ıstırapla dolu bir sahnede,
Aşk seyreder deliliği bakışını değiştirmeden.
Müthiş psikozlu bir mani krizinin ardından, kaçınılmaz
olarak, uzun, kapkara, iç parçalayıcı, intihar eğilimli bir depresyon dönemine
girdim.
Bir buçuk yıldan
fazla sürdü.
Sabah gözümü açtığım
andan gece yatıncaya dek dayanılmaz ölçüde perişan durumda, en ufak bir istek,
heves, neşe duymaktan aciz dolanıyordum.
Her şey -her düşünce,
her kelime, her hareket- büyük çaba gerektiriyordu.
Bir zamanlar köpük
köpük olan her şey şimdi dümdüzdü.
Kendimi sersem,
sıkıcı, yetersiz, kalın kafalı, parıltısız, kansız, cansız, donuk ve gayet
mıymıntı hissediyordum.
Herhangi bir şeyi
doğru dürüst yapabileceğime inanmıyordum.
Kafam iyice
yavaşlamış, hiçbir işe yaramayan bir makineye dönüşmüştü sanki.
Zavallı, acınacak
ölçüde karmakarışık, girift gri hücreler yığını ancak kendime sürekli eziyet
çektirmeme, hiç durmadan ne kadar yetersiz, değersiz, karaktersiz olduğumu
yinelememe, durumumun tümüyle, çaresizce umutsuz olduğunu bir an olsun
unutmamama yetecek kadar çalışıyordu.
Yaşama böyle devam
etmenin ne anlamı olabilir?
Bu soruyu hep soruyordum kendime.
Çevremdekiler,
"Bu geçici bir dönem, geçecek, nasıl olsa iyileşeçeksin" diyorlardı
ama benim neler çektiğimi bilmiyorlardı tabii, yalnızca bildiklerini
sanıyorlardı.
Kendime üst üste
soruyordum, eğer duygularım yok olduysa, eğer hareket edemiyorsam,
düşünemiyorsam, hiçbir şeye aldırmıyorsam, yaşamanın en ufak bir sebebi
olabilir mi?
Kafamın ölüm takıntısı hayretengizdi.
Her an ölümü ya da
ölümü çağrıştıran şeyleri düşünüyordum Her yerde ölümü görüyordum.
Kafamın gözüyle
kefenler, çene bağları, ölü torbaları görüyordum.
Her şey bana her
şeyin ölü mahzeninde son bulacağını hatırlatıyordu.
Geçmişimi düşündüğümde
hep en karanlık şeyler geliyordu aklıma; bir kötü anıdan daha kötü bir anıya
atlayıp duruyordu belleğim.
Uğradığım her durak
bir öncekinden daha kasvetliydi.
Yapmam gereken en
sıradan işler bile büyük çaba istiyordu.
Saçını yıkamak
saatler sürüyor, ardından saatlerce bitkin yatıyordum; buz kalıplarını suyla
doldurmak yeteneklerimi kesinlikle aşıyordu, kimi kez gündüz giydiğim
giysilerle yatıyordum yatağa çünkü üstümdekileri çıkaramayacak kadar yorgun
hissediyordum kendimi.
…
Üstüme kilit
vurulması, bildiğim çevreden uzak kalmak, grup terapisi toplantılarına katılmak
zorunda kalmak, psikiyatrı koğuşlarının insanın onurunu kıran, mahremiyetini
silip atan havasına katlanmak düşüncesi beni dehşete düşürüyordu.
…
Gene o günlere dönersek, hiçbir şey işe yaramıyor gibiydi.
Çok iyi bir tıbbi
tedavi yöntemi uygulandığı halde ben yalnızca ölüp kurtulmayı istiyordum.
…
Derin melankoli gece
gündüz demeden, hiç durulmadan süren, sanki kalp tarafından damarlara
pompalanan bir ızdırap düzeni.
Öylesine acımasız,
dinmek bilmeyen biracı ki minicik bir umut penceresi bile açtırmıyor; kasvet
dolu, tatsız bir yaşamdan başka seçenek sunmuyor; uykusuz, harap geceler boyu
kafanıza üşüşen düşüncelere, üstünüze yığılan umutsuzluğa en ufak bir çare
tanımıyor.
…
Annem de harikaydı.
En uzun, en kötü
depresyonlarım boyunca bana sayısız yemek pişirdi, çamaşırlarımı yıkamama
yardım etti, ilaç ve doktor faturalarımı ödememe yardım etti.
Sinirli hallerime, en
sıkıcı, kasvetli hallerime katlandı, arabasıyla beni doktora, eczanelere, alışverişlere
götürdü.
Yolunu şaşıran
yavrusunu tatlılıkla ensesinden tutup geri getiren "bir ana kedi gibi,
koskocaman açtığı anacıl gözlerini üstümden ayırmadı, yolumu çok şaşırdığımda
beni güven, yiyecek ve koruma bulacağım coğrafi ve duygusal bölgelere geri
çekti.
Onun müthiş gücü
yavaş yavaş benim boşalmış iliklerime doldu.
…
Annem olmasaydı
hayatta kalamazdım.
Yapacağım bir
konuşmayı ya da dersi hazırlayıp, kürsüye çıkıp kafamın korkunç gürültüsü ve
karışıklığı yüzünden dediklerimin herhangi bir anlam taşıyıp taşımadığını
bilmeden konuştuğum çok olmuştur.
O gibi durumlarda
ayakta kalmamı sağlayan tek şey, yıllar önce annemin içime saldığı bir inançtı:
Bizi insan yapan üstünlüğümüz irademiz, cesaretimiz ve sorumluluk duygumuzdur.
Yaşamımı sarsan her
korkunç fırtınaya annemin bana sağladığı -sevgisiyle, inandığı ve inandırdığı
değerlerle- güçlü, destekleyici, yüceltici rüzgârlar sayesinde karşı
koyabildim.
Hayatın bize sunduklarının karmaşıklığı öylesine geniş,
öylesine anlayış ötesidir ki.
Sanki babam bana, huy olarak, son derece vahşi, karanlık,
adam edilmesi imkânsız bir at vermişti.
Annem ise o atı
yumuşatmayı, sevgi ve disiplin ile adam etmeyi öğretti.
Bildiği ve
bana öğrettiği bir şey daha vardı: Bir hayvanla baş etmenin en iyi yolu onu
güneşe doğru döndürmektir.
Hem mani hem de depresyon dönemlerimin şiddet içeren yanları
vardı.
Şiddetten söz etmek
kolay değildir, özellikle kadınsanız.
Çılgınca denetimden
çıkmak -fiziksel saldırıda bulunmak, avazın çıktığı kadar deli deli haykırmak,
amaçsız ve sınırsız bir koşu tutturmak, hareket halindeki bir otomobilden
kendini atmaya kalkmak- çevrenizdekileri çok korkuttuğu gibi kendinizi de
dehşet içinde bırakır.
Gözü kör mani
krizlerim sırasında bu dediklerimin hepsini, şu ya da bu zamanda, kimi kez defalarca
yaptım, bu gibi davranışları denetlemenin, anlamanın, daha da beteri
başkalarına açıklamanın ne kadar zor, ne kadar acı verici olduğunu çok iyi
biliyorum.
Nöbet biçiminde
beliren kimi krizlerimde -kapkara, taşkın mani dönemlerimde- çok sevdiğim eşyalarımı
parçaladığım, en sevdiğim insanların üstüne üstüne giderek onları da
delirttiğim olmuştur.
Kriz geçtikten sonra
utancımdan nerelere saklanacağımı bilemem.
Fiziksel şiddet ve
zor kullanımına maruz kaldım; tekme tokat yerlere fırlatıldım, iki elim arkamda
kelepçelenerek yüzüstü yere yatırıldım ve istemememe karşın yüksek dozda ilaç
verilerek yatıştırıldım.
Böylesi etkisizleştirme yöntemlerini gerektirecek biçimde
davrandıktan sonra nasıl toparlanabildiğimi bilemiyorum; dost ve sevgililerimle olan ilişkilerim de böyle karanlık,
kıyıcı ve zararlı bir enerjinin yarattığı aşırı yıpranmaya nasıl dayandılar onu
da anlamıyorum.
Bu tür aşırı şiddet
olaylarını izleyen günler, aynı intihar teşebbüsü sonrası yaşanan günler gibi
olayla ilintili herkeste çok derin yaralar açar.
Dylan Thomas şöyle
yazmış:
Garip, itici bir güçtür mani, harab eder, kanı ateşe verir.
Neyse ki insanın
kanında ateş olması, kimi kez akademik tıp dünyasında yararlı olabiliyor,
özellikle üniversitede sürekli bir göreve getirilmek isteyenler için.
Sh:113-126
.
Kaynak: Kay Redfield Jamison, Durulmayan Bir
Kafa, Bir Delilik ve Duygu durumları Güncesi, İngilizce aslından çeviren: Pınar
Kür
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar