KEÇECİZÂDE MEHMED FUAD PAŞA
1815-1869 yılları arasında yaşayan Keçecizâde
Mehmed Fuad Paşa Tanzimat devrinin ünlü devlet adamı ve sadrazamlarından
birisidir. Tıbbiye’de okuyan daha sonra Tercüme Odası vasıtasıyla diplomasiye
geçiş yapan Fuad Paşa bu arada Fransızcasını ilerletme imkânına da kavuşmuştur.
1840 yılında Londra Sefareti kâtipliğiyle Avrupa ile tanışan Fuad Paşa daha
sonra İspanya ve Portekiz başkentlerinde de fevkâlade elçi olarak bulunmuştur.
Bu ilk görevlerini başarıyla tamamladıktan sonra 1848 yılında Eflak-Boğdan’da çıkan
isyanı bastırıp bu sırada ortaya çıkan Mülteciler Meselesi’ni de
başarıyla çözüme kavuşturarak büyük bir ün kazanmıştır. Bu tarihten sonra
problem çözücü bir rol üstlenen Fuad Paşa aynı başarıyı Yanya–Tirhala ile
Lübnan ve Suriye’de de göstermiştir. Bu görevlerinde hem askerî harekâtı hem de
diplomatik ilişkileri başarıyla yürütürken devletine önemli hizmetlerde
bulunmuştur. Bu arada Mısır’a giderek Tanzimat’ın uygulanması başta olmak üzere
problem teşkil eden konuları da çözüme kavuşturan Fuad Paşa vergi miktarını
artırarak devlete gelir sağlamayı da başarmıştır. Sultan Abdülaziz’e Mısır ve
Avrupa seyahatlerinde eşlik ederek bu seyahatlerin yükünü çekerken, padişahın
ve devletin itibarını korumak için de elinden geleni yapmıştır.
Beş kez hariciye nazırlığı, iki kez de
sadrazamlık yapan Fuad Paşa birinci sadaretinde devletin mâli durumuyla da
yakından ilgilenmiş ve kaimeyi kaldırmıştır. Meclis-i Tanzimat ve Meclis-i
Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye başkanlıkları da yapan Fuad Paşa sivil bir kişi
olmasına rağmen seraskerlik görevini de yürütmüştür. Osmanlı tarihinde ilk defa
“yaver-i ekrem” ünvanını alan Fuad Paşa pek çok nişanın da sahibi olmuştur.
Şirket-i Hayriye Nizamnâmesi, Tuna Vilâyet Nizamnamesi ve Şura-yı Devlet gibi
idarî düzenlemelerle de ilgilenen Fuad Paşa eğitime de ayrı bir önem vermiştir.
Encümen-i Daniş ve Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye gibi ilmî cemiyetlerin üyesi
olduğu gibi Darülfünûn açılışı için çalışmış, burada verilen konferanslara
katılmış ve Galatasaray Lisesi’nin de kurucularından birisi olmuştur.
Mustafa Reşit Paşa ve Âlî Paşa ile birlikte
“Tanzimatın üç rüknünden biri” olarak kabul edilen, Âlî Paşa ile birlikte
“İkinci Kuşak Tanzimatçı” sayılan Fuad Paşa devlet adamlığı, farklı kişiliği ve
nükteleri ile adından sıkça bahsettirmiştir. Giyim-kuşam tarzı, bahçesindeki
heykeller, yalısında verdiği partiler ve rahatlıkla yaptığı espriler ile çok
fazla eleştiriler alan Fuad Paşa bu eleştirilere de ustalıkla cevap vermesini
bilmiştir. Şahsında Tanzimat’ın yeniliğini temsil ederken devletin birlik ve
bütünlüğünü korumak için de elinden geleni yapmıştır. Diplomatlığı ve zekice
karşılıklar vermesi ile Avrupalıları bile kendisine hayran bırakan Fuad Paşa
Osmanlı tarihinde ilginç bir sadrazam portresi çizmiştir.
KEÇECİZÂDE MEHMED FUAD PAŞA’NIN SİYASİ
VASİYETNAMESİ
Haşmetmeab Efendimiz:
Şunda yaşayabileceğim ya birkaç gün ya da
birkaç saat kalmıştır ki onları kutsal bir görevin yerine getirilmesine
hasretmek, uzun yılların ve çok acı tecrübelerin semeresi olan son fikir ve
görüşlerimi dile getirerek ayaklarınız önüne sermek isterim. Elimdeki yazı sizin göz gezdirmeniz için
sunuldukta, ben bu âlemi terk etmiş olacağımdan, arz edeceğim hususları tam bir
güven ile değerlendirebilirsiniz.
Mezar derinliklerinden yükselen ses, sadece
sadakatten söz açar. Cenab-ı Hakk sizi
onurlu olduğu kadar da tehlikeli olan bir görevle yükümlendirmiştir. Bu görevi
hakkıyla yerine getirmek için Osmanlı Devleti’nin tehlikede olduğu acı fakat
önemli gerçeğini etraflı olarak mutlaka düşünmelisiniz. Komşularımızın hızlı gelişmeleri ve
atalarımızın akıl erdirilemeyecek hataları, bugün şu son derece vahim durumda
bulunmalığımıza yol açmakla, böyle dehşetli bir tehlikeden korunmak için Zat-ı
Şahanenizin geçmiş ile ilgiyi keserek, bizi yeni gelişme ufuklarına yöneltmeniz
zorunludur.
Vatansever geçinen bazı cahiller, eski
usullerle de Osmanlı’nın geçmişteki heybetinin canlandırılmasının mümkün
olabileceğine sizi inandırmak isterler.
Affolunmaz bir hatalı görüşün bir sonucudur bu düşünce.
Gerçi komşularımız, atalarımızın zamanındaki
durumda bulunsalardı, eski usullerimiz Zat-ı Şahanenizin bütün Avrupa’ya sözünü
dinletebilmesine yeterdi. Ne yazık ki komşularımız bundan iki yüzyıl önceki
durumlarından pek çok ileri gidip, gelişmişler ve hepsi de bizi geride
bırakmışlardır.
Gerçi biz de ilerledik. Şu anda hükümetimiz
atalarımızınkinden daha fazla kaynağa sahip ve gelişmeye açıktır. Ancak bu
göreli üstünlük, yüzyılımızın gereksinimleri karşısında hiç hükmünde kalır.
Bugünkü günde Avrupa’da söz sahibi olarak yaşayabilmemiz için gereken şey,
seleflerimizin düzeyini tutturmak ya da onlardan ileri gitmek değil, gelişme
yolunda şimdiki komşularımıza yetişmek ve onlarla bu yolda gururla yarışmaktır.
Düşüncemi gereğince açıklayabilmek için şöyle söyleyeyim:
İHMALLER YÜZÜNDEN MAHVOLMA FELÂKETİNDEN
KURTULABİLMELİĞİMİZ,
İNGİLTERE KADAR PARAYA,
FRANSA KADAR BİLGİ AYDINLIĞINA ve
RUSYA KADAR ASKERE SAHİP OLMAKLIĞIMIZA
BAĞLIDIR.
Bizim için artık önemli olan çok terakki
etmek değil, fakat kesin olarak Avrupa’nın öteki ülkeleri kadar terakki
etmektir. Görkemli ülkeniz,
herhangi bir Avrupa devletinden ileri gitmeliğimizi sağlayacak bütün gerekli
unsurlara sahiptir. Ama böyle ilerlemek için bir şey, bütün siyasi ve idari
kurumlarımızı değiştirmek mutlaka gereklidir. Geçmiş yıllarda yararları
görülmüş birçok yasa ve düzenlemeler, bugünkü durumumuzda toplum için zararlı
olmaktadır. Yaradılıştan kendini aşmak eğiliminde olan insan, kendi eserini
kusursuzlaştırmak üzere sürekli çaba harcamak ihtiyacındadır.
Ne mutlu ki insan tabiatının şu belirttiğim
özelliği, Müslümanlık dininin özüyle tam bir uyum içerisindedir. Çünkü dinimiz
dünyanın ilerlemesini ve insanlığın kusursuzlaşmasını amaçlayan bütün akideleri
içermektedir.
TOPLUMUMUZUN GELİŞME YOLUNDA İLERLEMESİNİ
İSLAMİYET ADINA ENGELLEMEYE KALKIŞANLAR, MÜSLÜMANLIKTAN HİÇ NASİBİNİ ALMAMIŞ,
ANLAYIŞSIZ, BİLİNÇSİZ CAHİLLERDİR.
Bütün öteki dinler insan kafasının
gelişmesini engelleyici bir yığın dogma ve değiştirilmez kurallar ile bağlıdır.
Esrarlı perdeler ve kilisenin yanılmazlığı kavramı gibi bukağılardan arınmış
olmakla, yalnız İslâmlık, bize aklımızı iyi kullanıp dünyanın terakkisi yolunda
ilerlemeliliğimizi emretmekte ve değil Arabistan’da ve Müslüman ülkelerde,
hatta yabancı yerlerde, Çin’de, dünyanın en ırak köşelerinde bile bilim ve
beceri ışığını aramaya bizi yöneltmektedir.
İslam’ın emrettiği bilim, başkalarının tahsil
ettiği bilimden farklıdır sanılmasın. Katiyen. Bilim tektir. Akıl ve idrak
dünyasını her yerde aynı güneş ışıtır ve ısıtır. Ve madem bizim inançlarımızca
İslamlık, evrensel gerçekçilik ve bilginin bir ifadesidir, o halde yararlı bir
buluş, yeni bir bilgi kaynağı, nerede bulunmuş olursa olsun, ister putperest
ister. Müslüman arasında, ister Medine ister Paris’te olsun, her zaman İslâm’a
aittir.
Dolayısıyla, Avrupa’nın buluşu olan yeni yasa
ve gelişme araçlarını bizim de benimsemeliğimize bir engel görülemez. Dinimizi
gerçek özünü kavrayacak derecede iyi bilirim. Bilincim de dile getirdiğim
düşünceleri tartacak kadar yerinde ve berrak. Evrenin Mutlak Hâkimi’nin kutsal
huzuruna çıkmak üzere ölümlü dünyayı terk etmekte olduğum bir zamanda
padişahıma, ülkeme ve dinime karşı nankörlük etmeye kalkışmayacağım apaçıktır.
Bu bakımdan, sözlerime itimat buyurunuz:
AVRUPA’DAN ÖRNEK ALDIĞIMIZ KURUMLARIN
HİÇBİRİNDE DİNİMİZİN ÖZÜNE AYKIRI GÖRÜLEBİLECEK HERHANGİ BİR YAN KATİYEN
YOKTUR. Sizi yeminle temin ederim ki, herhangi bir devletin artık Avrupa’da
varlığını sürdürebilmesi için gerekli ve zorunlu olan bu önemli kurumları
İslâmlığın güvenliği için bir an önce mutlaka benimsemeliyiz. Şunu da yeminle
ederek eklerim ki, Devlet’inizin yönetimini bu doğrultuda değiştirerek ıslahla
dinimizin kutsallığına aykırı bir şey yapmış olmayacağımız bir yana, bütün
Müslümanlara şimdiye kadar en şanlı atalarımızın düşlerinde bile akıllarından
geçmemiş, en yasal ve adaletli, en övgüye yaraşır ve onurlu bir hizmette
bulunmuş olacaksınız. Böyle yeniden hayat bulmamız gibi büyük bir iş, birçok
sorunu içerir. Bunlar üstünde ayrıntılı olarak durmaya ne gücüm ne de yaşamak
için kalan zamanım yeter. Ama kendisiyle dost ve kardeş olarak yaşadığım büyük
bir adam sizin yanınızda olacaktır. Cenab-ı Hakk onu size bağışlasın!
Osmanlı Devleti’nin güvenlik ve refahına
hizmet edecek bütün yolları herkesten iyi bilir. Ben, önce onun sayısız
tecrübelerinden kaynaklanan olgun bilgi ve dirayetine başvurarak emin
olmaksızın Zat-ı Hümayununuz’a hiçbir öneri ve öğütte bulunmamışımdır. Sizden
rica ediyorum, Efendim, ondan güveninizi esirgemeyiniz. Güveniniz mutlak olsun,
çünkü büyük nazırların devlet işlerindeki üstün başarıları, Büyük hükümdarları
kesin itimatları sayesinde gerçekleşir. Zat-ı Şahaneniz’e vermeye kalkıştığım
öğüt o sadık bendeleriniz Devlet’in ihtiyacı olan hizmetleri yerine getirirken,
eşsiz yeteneklerinin cahil meslektaşlarca sekteye uğratılmasına fırsat
vermemenizdir. Onun emek ve çabalarına en çok zararı dokunacak şey, kendisini
anlamaktan aciz birtakım adamlarla beraber çalışmak zorunluluğunda kalması
olacaktır.
ŞİMDİ DE DIŞ İLİŞKİLERİMİZ HAKKINDA BİR İKİ
SÖZ SÖYLEMEK İSTERİM. ESAS BU BÂBDA (KONUDA) DEVLET’İMİZİN İŞİ BÜSBÜTÜN GÜÇTÜR.
Düşmanlarımızı kendi başımıza uzaklaştırmaya iktidarımız yetmediğinden,
dışarıdan dost ve müttefik aramağa mecburuz. Düşmanlarımızın haksız ve
kasıtlı birçok çıkarlarının ağır baskısı altında tarihi imkansız bir zor yere
sıkıştık. Haklarımızın en önemsizini bile korumak için atalarımızın ülkeler
fethine sarf ettiklerinden fazla güç, beceri ve cesaret göstermemiz
gerekiyor.
Yabancı müttefiklerimiz içinde en önemlisi
İNGİLTERE’dir.
Dış politika ve dostluğu, siyasî kurumları
denli metindir. İngiltere’nin bize çok büyük hizmet ve yardımları dokunduğu
gibi, bundan böyle yapacağı yardımlardan da vazgeçemeyiz. Her ne olursa olsun, dünyanın
en sabırlı ve metin milleti olan İngilizler, bizim en önde gelen ve en son
vazgeçeceğimiz müttefiklerimiz olacaklardır. Bendenizce, Bab-ı Âli’yi
İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense birkaç vilayetimizi elden çıkmış
görmek daha iyidir.
FRANSA,
son derece iyi idare etmeye zorunlu olduğumuz bir müttefiktir. Bu zorunluluk,
Fransa’nın etkin desteğini sağlamaktan çok, varlığımızın devamını tehlikeye
koyabilecek iktidara sahip bulunmasındandır. Bu şövalye ruhlu millette
duygusallık ince hesaptan fazla olduğundan, düşmanlarında bile olsa, gelişme
isteği taşıyan ve haşmetli fikirlere karşı sevgi ve saygı duyarlar. Bu
gönlü yüce insanların dostluğunu korumak için onların fikirlerinden geri
kalmayarak, hem hayal güçlerine hem de özbenliklerine (esprit) hitab eden
gelişme girişimlerinde bulunulmalı. Fransa, hakkımızdaki olumlu görüş ve
umutların boşa çıktığını gördüğü gün, bizi zararlı çıkartacak ve sonumuza sebep
olacak birtakım düzenlemelere bizzat kalkışacaktır.
AVUSTURYA,
Avrupa’daki özel çıkarları yüzünden düştüğü güç durum karşısında Doğu
siyasetinde ölçülü davranmak zorunda kalmıştır. Kırım Savaşı sırasında işlediği
büyük hatanın ve Almanya’dan sürülüp çıkarılmasının sonucunda, kendisine
yöneltilecek tedbirlerin bundan böyle Kuzey’den geleceğini görmektedir. Aynı
tehlike hiç kuşkusuz bizi de tehdit ettiğinden, Viyana’ca akıllı ve uzak
görüşlü bir politika izlendiği sürece Avusturya, Bâb-ı Âli’nin doğal bir
müttefiki olarak kalacaktır. Bir yüzyıldan aşkın Doğu’da asayişi ihlâl edip
duran bu büyük bir tehlikenin tam olarak ortadan kaldırılması, Bâb-ı Âli ile
Avusturya’nın ittifakı ve bu ittifakın da bütün Batılı müttefiklerimizce
desteklenmesine bağlıdır.
PRUSYA’ya
gelince, şimdiye kadar Doğu sorunlarına karşı kayıtsız durmuşsa da, Alman
birliğini gerçekleştirme siyaseti gereğince bizi feda edivermesi hiç de olanak
dışı değildir. Ama bu birliği bir kere sağladıktan sonra, Almanya’nın
kendisinin de en az öteki büyük Avrupa devletlerinin ki kadar doğu Sorunu’yla
yakından ilgili çıkarları olduğunu anlamakta gecikmeyeceği muhakkaktır. Yine de
Cenab-ı Hak muhafaza buyursun, Almanya, Avusturya topraklarını Avrupa
vilayetlerimize düşmanlarımızın el koymasına göz yummak karşılığında zapt etmiş
olmasın.
Sonunda, RUSYA’ya, Devletimizin
ısrarlı düşmanına geldi söz. RUSYA’NIN DOĞU’YA DOĞRU YAYILMASI MOSKOVA’NIN
KADERİNİN KAÇINILMAZ BİR YASASI. Bendeniz de bir Rus nazırı olsam İstanbul’u
zapt için dünyayı altüst ederdim. Dolayısıyla, Rusya’nın saldırgan hareketleri
karşısında ne şaşkınlığa düşmeli ne de şikâyetçi olmalıyız. Bugün aleyhimize
ilerliyorsa, bu bir zamanlar bizim Bizans’a karşı hareketimize benzer, aradaki
biçimsel ayrılığa rağmen. Bu bakımdan, Moskova istilâsına karşı salt mevcut haklarımıza
dayanmaya kalkmak çocukça bir iş olur, bize gerekli olan hak, kuvvettir.
Yeniden canlandırmaya boşuna çabalayacağımız eski, tarihî kuvvetimiz değil,
fakat çağdaş bilim ve fikirlerin bütün Avrupa halklarına bahşettiği o
dayanılmaz kuvvettir. Büyük Petro’dan beri Rusya muazzam bir gelişme
kaydetti, pek yakında demiryolları sayesinde gücü bir kat daha artacak. Ama
beni en çok ürküten şey, Rusya’nın yayılmacı siyasetine karşı Avrupa’da
kitlelerin giderek takındığı teslimiyet ve umursamazlık havasıdır. ORTA
ASYA OLAYLARI KARŞISINDA İNGİLTERE’NİN KAYITSIZLIĞI BENİ HAM ŞAŞIRTIYOR, HEM DE
KORKUTUYOR. Ama beni daha da telâşlandıran husus, Kafkas isyanının
bastırılmasıyla Rusya’nın durumunda ortaya çıkan değişikliktir. Hiç kuşkum
kalmadı; ilerde bir çatışma koptuğunda Rusların en şiddetli saldırıları Anadolu
üstüne yönelecektir. Bu bakımdan Haşmetmeab, silahlı kuvvetlerimizi düzenlemeye
aralıksız gayret göstermelisiniz. Belki müttefiklerimiz yardımımıza zamanında
yetişebilmek için serbest bulunamazlar Avrupa’da bir iç mücadele, ya da
Rusya’da bir Bismac’ın ortaya çıkması dünyanın çehresini değiştirebilir.
Bütün devletlerin işleyebilecekleri birçok
budalaca hata düşünebiliyorum; hatta böyle hatalar işlemek bir bakıma onların
hakkıdır. Ama dünyanın en korkunç baskı düzeninin, yüz milyar barbarın başına
geçip, onları uygarlığın bütün imkânlarıyla silahlandırarak, her adımda Fransa
genişliğinde iller ve ülkeler yutmasına ve bir yanda Asya’yı silahlarıyla
kuşatıp, Panslavizm aracılığıyla Avrupa’yı sinsi sinsi zayıflatırken, ilkinin
biri barış sevgisi namına giriştiği protestolarla ve artık gerçekten yeni
fetihlere kalkışmayacağına dair verdiği kesin karar ve sözlerle ileriye
atılmasına, son derece garip bir kayıtsızlıkla göz yuman devletlerin hangi ince
akla hizmet ettiklerini itiraf ederim ki tam olarak anlayabilmiş değilim.
Rusya’dan açılan söz beni İRAN’dan da
biraz bahsetmeye getiriyor. Sürekli kargaşalık içinde Şiîlik taassubu
pençesinde bulunan bu ülkenin hükümeti, her zaman bizim düşmanlarımızla birlik
ve anlaşma halinde olmuştur. Kırım Savaşı sırasında dahi
Rusya’yla anlaşıp, amaç birliği yaptı. Düşmanca hesaplarını
gerçekleştirememesi, Batı’nın ihtiyatlı ve uyanık diplomasisi sayesindedir.
Bugünkü günde Şah hükümeti Petersburg kabinesinin dümen suyundadır. Bâb-ı Âli,
bir yerde meşgul olmadığı sürece acz ve bilgisizlik içinde bulunan ve kendi
başına bir işe kalkışamayacak olan itibarsız İran hükümeti bizimle dalaşmaya
cesaret edemez. Ne var ki, Rusya ile ilk çatışmamızda, bütün tedbirli ve daha
önemlisi, kör kıskançlığı yüzünden bu uzlaşmaz düşmanlarımız sırasında yerini
alacaktır. Bereket versin, Bâb-ı Âli, maddî kaynaklarına ek olarak, böyle
barbar bir istibdadın altında ezilen, bir sürü hükümet buhranlarıyla karşı
karşıya ve her yandan Sünnî’lerle çevrilmiş bulunan bir ülkeye haddini
aştırmayacak manevî imkanlara da sahiptir.Bu konudaki çıkarlarımızı etkileyen,
ama tamamıyla ihmal etmiş olduğumuz birçok karmaşık sorun var. Bunlar hakkında
yalnız Âli Paşa, Zat-ı Şahanenize bilgi verebilir.
YUNANİSTAN’ı da unutmamalıyız. Gerçi kendi başına kalsa önemsiz bir ülkedir,
ama kuvvetli bir düşman elinde fesat aleti haline gelir. Avrupalı şairler,
bu krallık hülyasına yattıkları türkülerle bundan iki bin yıl önce yok olmuş
bir ulusu yeniden canlandırmayı umdular. Homer ve Aristo’nun ülkesini
canlandıralım derken, sadece bir anarşi, fesat ve haydutluk ocağı tutuşturmuş
oldular. BÂB-I ÂLİ, RUMLAR ARASINDA DİRAYETLİ MEMURLAR BULABİLİR, AMA
YUNANLILIK RUHU ÖZÜNDE HER ZAMAN BİZİM DAVAMIZA DÜŞMAN KALACAKTIR. Şanlı bir tarihin
anıları, bizim bugünkü Rumlarımızla arasında yüzyıllarca sürmüş, yozlaşmışlık,
bilgisizlik ve asalaklık da olsa, bu bencil ırkın içinde daha uzun bir zaman
eski Doğu Roma İmparatorluğu’nu her türlü canbazlık kurma umudunu yaşatacaktır;
o İmparatorluk ki, Yunanlıların elinde Bizans İmparatorluğu; ya da pek yarışan
diğer adıyla, Aşağı İmparatorluk derekesine düşmüştür. Bu içten pazarlıklı ve
garezkâr ulusun girişimlerine en etkin güvencemiz, Yunanların insanı
tiksindiren boş gurur ve kendini beğenmişliği karşısında Doğulu bütün ırkların
giderek artan bir nefret duymalarıdır. Bizim izlememiz gereken siyaset,
Rumları öteki Hıristiyan tebaamızdan mümkün olduğunca yalıtlamaya çalışmaktır.
Katolik papazların ya da Rusların kucağına itmemek kaydıyla, Bulgarları Rum
kilisesinin nüfuzundan sıyırmak özellikle önemlidir. Bâb-ı Âli, Ermenilerin Rus
Ortodoks Kilisesi’ ne katılmaları yolunda çevrilen dolaplara katiyen izin
vermemelidir.
İnsanları din adamlarının etkisinden
sıyırarak birbirleriyle daha uyumlu ilişkiler kurmalarını mümkün kılan felsefi
düşüncelerin Hıristiyan tebaamız arasında gelişmesini teşvik etmek de yararlı
olabilir. Ama hemen belirtmeliyim ki, BİZİM İÇİN EN BASİRETLİ SİYASET, HİÇ
KUŞKUSUZ, DEVLET’İ NE OLURSA OLSUN BÜTÜN DİNÎ SORUNLARIN ÜSTÜNDE TUTMAKTIR.
İÇİŞLERİMİZE GELİNCE, bütün çabalarımızı tek amaca yöneltmek
zorundayız: Ülkemizde yaşayan çeşitli halkları kaynaştırmak. Bu kaynaşma
gerçekleşmeksizin Osmanlı Devleti’nin sürdürülmesi bana gerçekten imkansız
görünmektedir. Bundan böyle, bu büyük Devlet’i ne olursa olsun bütün dinî
sorunların üstünde tutmaktır.
Güçlü bir Almanya, kırk milyon nüfuslu
Fransa, coğrafî konumu itibariyle sağlam bir güvenlik içindeki İngiltere, bütün
bu büyük milletler daha uzun süre kendi başlarına etkin ve yararlı bir şekilde
sürdürebilirler. Ama bir Karadağ ya da Sırp Prensliği, veya bir Ermenistan
Krallığı, ne kendilerine ne de hiç kimseye yararı dokunmayan, insanlığın
gelişmesine zararlı ve dünya barışını tehdit eden anlamsız devletçikler,
insanoğlunun eski çırpınışlarının zavallı kalıntıları ve yeni fetihler için
kaçınılmaz birer av olmaktan öte geçemezler.
Çağdaş Devletlerin Şekil Bulmasında Kalıcı
Tek Yaklaşım, Büyük Birlikler Oluşturmaktır. Bu Bakımdan, Bizim Devlet’imizin
De Mahvını Önleyecek Yegâne Yol, Onu, Bütün İnsan Unsurlarımızı Irk Ve Din
Ayırımı Gözetmeksizin Kucaklayan, Geniş Ve Sağlam Bir Temel Üstünde Yeniden
Bina Etmektir.
İşte bu noktada önemli güçlüklerle
karşılaşıyoruz.
Hıristiyan halklarımız, kendilerini bize
bağımlı kılan bağlardan birdenbire kurtuluvermiş olmakla eski efendilerinin
yerine geçmeye pek hazır görünmekteler.
Özellikle Ermeniler saldırgan bir tutum takındılar. Heyecanlarını
yatıştırmak için, içlerinde Devlet’imizin birlikçi ilkelerini içtenlikle
benimseyecek olanlarına kamu hizmetlerini açmaktan başka çare yoktur. Bizim
bütün Hıristiyanlarımızın genellikle biri manevî, öteki siyasî, iki ayrı dini
vardır. Bunlardan manevî olanı hükümetimizi hiçbir şekilde ilgilendirmemelidir.
Ama siyasî dinleriyle ilgili her husus yakından izlenmelidir, çünkü bunlar
varlığımızla bağdaşmayan, birçok görüşü içermektedir.
BİR PAŞA’NIN ALLAH’A MUSA’NIN KOYDUĞU
KURALLAR ÇERÇEVESİNDE YA DA HIRİSTİYANLIK USULÜNCE TAPINMASI OLGUSU, ONUN
HİZMETLERİNDE, BİLGİ VE BECERİSİNDEN KENDİMİZİ MAHRUM ETMEMİZİ HİÇ GEREKTİRMEZ.
AMA AYNI PAŞA, ÜLKEMİZİN BİRLİĞİNİ AKLINDAN ÇIKARIP, BİZANS İMPARATORLUĞU
HÜLYALARINA KAPILIR, YA DA BİR KİLİKYA KRALLIĞI KURULMASI EMELİNE KOŞULURSA, O
ZAMAN SADIK BİR MEMUR OLMAKTAN ÇIKAR VE YERİNDEN ALINMASI ZORUNLU OLUR.
DEVLETİ VE ÜLKENİN HERKESİN EŞİTLİĞİNE
DAYANDIRILAN BİRLİĞİ BENDENİZCE, BÜTÜN KAMU GÖREVLİLERİNDEN BEKLENİLMESİ
GEREKEN TEK NAS, TEK DOGMA BUDUR.
Bu bereketli ülkenin ürünlerini hakkıyla
devşirebilmek için, Zat-ı Şahaneniz, her şeyden önce adalet çarkının yeniden
düzenlenip ıslahına himmet buyurmalısınız. Güç, fakat bir an önce hareketi
gerektiren kaçınılmaz bir iş. Bütün vatandaşların can ve mal güvenliği yasal
güvence altına alındıktan sonra Hükümet-i Seniyye’nizin vazgeçilmez bir görev
sayması gereken ilk tedbir yollarımızın yapımıdır. Avrupa ülkeleri kadar
demiryollarına sahip olduğumuz gün, Zât-ı Hümayununuz dünyanın en önde gelen
bir devletinin başında olmuş olacaksınız.
Bunlardan başka, önemini tariften aciz
kaldığımız bir sorun daha var: Kamu Eğitimi, yani toplumsal gelişmenin
yegâne esası ve her maddi ve manevî büyüklüğün tükenmez kaynağı. Ordu, donanma,
devlet yönetimi, hep aynı soruna bağlı. Bu esas temel atılmış olmaksızın,
ilerisi için ne güç kazanmak, ne bağımsızlık, ne hükümet, ne de bir gelecek
düşünemiyorum.
Dinimizin son derece aydınlık, yol gösterici
özüne rağmen, bizde genel eğitim çeşitli sebeplerden çok geri kaldı. Sayısız
medreselerimiz ve bunların bir işe yaramadan kullanıp durdukları nice kaynak,
esaslı bir millî eğitim düzeni kurabilmeliğimiz için gerekli malzemeyi bize
sağlıyor. Eğer bu güzel düşünceyi ben kendim uygulamaya bir türlü
girişemediysem, araya birçok talihsiz olayın karışıp, durmuş olmasındandır. Bu
girişimi benim yerime gelecek olanlara vasiyet ederim; daha yararlı ve onurlu
olacak bir başka girişim düşünmeleri mümkün değildir.
Biliyorum, Müslümanlarımızın büyük çoğunluğu
beni gâvurluk ve din düşmanlığı ile suçlayacaklardır. Onları bağışları, zira ne
duygularımı ne de konuştuğum dili anlayabilmezler. Bir gün gelecek, benim, yani bir gâvur ve
“dinsiz yenilikçinin”, beni türlü suçlamalara boğan yobazlardan daha dindar,
daha gerçek bir müslüman olduğumu idrak edeceklerdir. Maalesef çok geç olacak,
ama onların elinde kaçınılmaz bir felâkete sürüklenmekte olan din ve devletin
kurtuluşu uğrunda herhangi bir şehitten daha az çabalamamış olduğumu teslim
edeceklerdir.
Dinî ve beşerî bütün kurumlar için geçerli
olan birinci yasa, kendini koruma yasasıdır. Giriştiğimiz bütün ıslahat
hareketlerinde bendeniz İslâm’ın korunmasından başka neye hizmet etmeye
çabaladım. Ne var ki, kurtuluşu geçmiş önyargılara körü körüne boyun eğmek
yerine, bizzat Cenab-ı Hakk’ın İslâm önünde ve yeryüzünün bütün ulusları önünde
açtığı aydınlık yollarda aradım. Zayıf
ve titreyen elim artık daha fazla devam etmeme izin vermiyor.
Sözlerimi tamamlarken, bütün insanca zaafları
çerçevesinde gücü yettiğince iyiyi gerçekleştirmeye çalışmış ve insan
kardeşlerini her zaman sevmiş olup, artık sorumluluklarının yükü altında
çökerek, vicdanı rahat, dünyayı tam bir teslimiyetle Müslüman olarak terk
ederken, ruhunu rahman ve rahim olan Yüce Allah’a teslim etmekte bulunan bu
sadık bendenizin ölüm döşeğindeki son sözlerini, Zat-ı Şahanenizin göz önüne
almak tenezzülünde bulunmanızı istirham ederim.
Fuad, Nis
3 Ocak 1869
Kaynak: GÜMÜŞSOY Emine
(ATILGAN) Keçecizâde Mehmed Fuad Paşa
(1815 – 1869) [Kitap]. - Ankara : Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı 190868-Doktora Tezi, 2006 .
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar