Print Friendly and PDF

KEÇECİZÂDE MEHMED FUAD PAŞA

Bunlarada Bakarsınız



1815-1869 yılları arasında yaşayan Keçecizâde Mehmed Fuad Paşa Tanzimat devrinin ünlü devlet adamı ve sadrazamlarından birisidir. Tıbbiye’de okuyan daha sonra Tercüme Odası vasıtasıyla diplomasiye geçiş yapan Fuad Paşa bu arada Fransızcasını ilerletme imkânına da kavuşmuştur. 1840 yılında Londra Sefareti kâtipliğiyle Avrupa ile tanışan Fuad Paşa daha sonra İspanya ve Portekiz başkentlerinde de fevkâlade elçi olarak bulunmuştur. Bu ilk görevlerini başarıyla tamamladıktan sonra 1848 yılında Eflak-Boğdan’da çıkan isyanı bastırıp bu sırada ortaya çıkan Mülteciler Meselesi’ni de başarıyla çözüme kavuşturarak büyük bir ün kazanmıştır. Bu tarihten sonra problem çözücü bir rol üstlenen Fuad Paşa aynı başarıyı Yanya–Tirhala ile Lübnan ve Suriye’de de göstermiştir. Bu görevlerinde hem askerî harekâtı hem de diplomatik ilişkileri başarıyla yürütürken devletine önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bu arada Mısır’a giderek Tanzimat’ın uygulanması başta olmak üzere problem teşkil eden konuları da çözüme kavuşturan Fuad Paşa vergi miktarını artırarak devlete gelir sağlamayı da başarmıştır. Sultan Abdülaziz’e Mısır ve Avrupa seyahatlerinde eşlik ederek bu seyahatlerin yükünü çekerken, padişahın ve devletin itibarını korumak için de elinden geleni yapmıştır. 
Beş kez hariciye nazırlığı, iki kez de sadrazamlık yapan Fuad Paşa birinci sadaretinde devletin mâli durumuyla da yakından ilgilenmiş ve kaimeyi kaldırmıştır. Meclis-i Tanzimat ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye başkanlıkları da yapan Fuad Paşa sivil bir kişi olmasına rağmen seraskerlik görevini de yürütmüştür. Osmanlı tarihinde ilk defa “yaver-i ekrem” ünvanını alan Fuad Paşa pek çok nişanın da sahibi olmuştur. Şirket-i Hayriye Nizamnâmesi, Tuna Vilâyet Nizamnamesi ve Şura-yı Devlet gibi idarî düzenlemelerle de ilgilenen Fuad Paşa eğitime de ayrı bir önem vermiştir. Encümen-i Daniş ve Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye gibi ilmî cemiyetlerin üyesi olduğu gibi Darülfünûn açılışı için çalışmış, burada verilen konferanslara katılmış ve Galatasaray Lisesi’nin de kurucularından birisi olmuştur.  
Mustafa Reşit Paşa ve Âlî Paşa ile birlikte “Tanzimatın üç rüknünden biri” olarak kabul edilen, Âlî Paşa ile birlikte “İkinci Kuşak Tanzimatçı” sayılan Fuad Paşa devlet adamlığı, farklı kişiliği ve nükteleri ile adından sıkça bahsettirmiştir. Giyim-kuşam tarzı, bahçesindeki heykeller, yalısında verdiği partiler ve rahatlıkla yaptığı espriler ile çok fazla eleştiriler alan Fuad Paşa bu eleştirilere de ustalıkla cevap vermesini bilmiştir. Şahsında Tanzimat’ın yeniliğini temsil ederken devletin birlik ve bütünlüğünü korumak için de elinden geleni yapmıştır. Diplomatlığı ve zekice karşılıklar vermesi ile Avrupalıları bile kendisine hayran bırakan Fuad Paşa Osmanlı tarihinde ilginç bir sadrazam portresi çizmiştir. 

 

KEÇECİZÂDE MEHMED FUAD PAŞA’NIN SİYASİ VASİYETNAMESİ 

Haşmetmeab Efendimiz:  
Şunda yaşayabileceğim ya birkaç gün ya da birkaç saat kalmıştır ki onları kutsal bir görevin yerine getirilmesine hasretmek, uzun yılların ve çok acı tecrübelerin semeresi olan son fikir ve görüşlerimi dile getirerek ayaklarınız önüne sermek isterim.   Elimdeki yazı sizin göz gezdirmeniz için sunuldukta, ben bu âlemi terk etmiş olacağımdan, arz edeceğim hususları tam bir güven ile değerlendirebilirsiniz.
Mezar derinliklerinden yükselen ses, sadece sadakatten söz açar.   Cenab-ı Hakk sizi onurlu olduğu kadar da tehlikeli olan bir görevle yükümlendirmiştir. Bu görevi hakkıyla yerine getirmek için Osmanlı Devleti’nin tehlikede olduğu acı fakat önemli gerçeğini etraflı olarak mutlaka düşünmelisiniz.   Komşularımızın hızlı gelişmeleri ve atalarımızın akıl erdirilemeyecek hataları, bugün şu son derece vahim durumda bulunmalığımıza yol açmakla, böyle dehşetli bir tehlikeden korunmak için Zat-ı Şahanenizin geçmiş ile ilgiyi keserek, bizi yeni gelişme ufuklarına yöneltmeniz zorunludur.
Vatansever geçinen bazı cahiller, eski usullerle de Osmanlı’nın geçmişteki heybetinin canlandırılmasının mümkün olabileceğine sizi inandırmak isterler. Affolunmaz bir hatalı görüşün bir sonucudur bu düşünce.
Gerçi komşularımız, atalarımızın zamanındaki durumda bulunsalardı, eski usullerimiz Zat-ı Şahanenizin bütün Avrupa’ya sözünü dinletebilmesine yeterdi. Ne yazık ki komşularımız bundan iki yüzyıl önceki durumlarından pek çok ileri gidip, gelişmişler ve hepsi de bizi geride bırakmışlardır.
Gerçi biz de ilerledik. Şu anda hükümetimiz atalarımızınkinden daha fazla kaynağa sahip ve gelişmeye açıktır. Ancak bu göreli üstünlük, yüzyılımızın gereksinimleri karşısında hiç hükmünde kalır. Bugünkü günde Avrupa’da söz sahibi olarak yaşayabilmemiz için gereken şey, seleflerimizin düzeyini tutturmak ya da onlardan ileri gitmek değil, gelişme yolunda şimdiki komşularımıza yetişmek ve onlarla bu yolda gururla yarışmaktır. Düşüncemi gereğince açıklayabilmek için şöyle söyleyeyim:
İHMALLER YÜZÜNDEN MAHVOLMA FELÂKETİNDEN KURTULABİLMELİĞİMİZ,
İNGİLTERE KADAR PARAYA,
FRANSA KADAR BİLGİ AYDINLIĞINA ve
RUSYA KADAR ASKERE SAHİP OLMAKLIĞIMIZA BAĞLIDIR.
Bizim için artık önemli olan çok terakki etmek değil, fakat kesin olarak Avrupa’nın öteki ülkeleri kadar terakki etmektir.   Görkemli ülkeniz, herhangi bir Avrupa devletinden ileri gitmeliğimizi sağlayacak bütün gerekli unsurlara sahiptir. Ama böyle ilerlemek için bir şey, bütün siyasi ve idari kurumlarımızı değiştirmek mutlaka gereklidir. Geçmiş yıllarda yararları görülmüş birçok yasa ve düzenlemeler, bugünkü durumumuzda toplum için zararlı olmaktadır. Yaradılıştan kendini aşmak eğiliminde olan insan, kendi eserini kusursuzlaştırmak üzere sürekli çaba harcamak ihtiyacındadır.  
Ne mutlu ki insan tabiatının şu belirttiğim özelliği, Müslümanlık dininin özüyle tam bir uyum içerisindedir. Çünkü dinimiz dünyanın ilerlemesini ve insanlığın kusursuzlaşmasını amaçlayan bütün akideleri içermektedir.
TOPLUMUMUZUN GELİŞME YOLUNDA İLERLEMESİNİ İSLAMİYET ADINA ENGELLEMEYE KALKIŞANLAR, MÜSLÜMANLIKTAN HİÇ NASİBİNİ ALMAMIŞ, ANLAYIŞSIZ, BİLİNÇSİZ CAHİLLERDİR.
Bütün öteki dinler insan kafasının gelişmesini engelleyici bir yığın dogma ve değiştirilmez kurallar ile bağlıdır. Esrarlı perdeler ve kilisenin yanılmazlığı kavramı gibi bukağılardan arınmış olmakla, yalnız İslâmlık, bize aklımızı iyi kullanıp dünyanın terakkisi yolunda ilerlemeliliğimizi emretmekte ve değil Arabistan’da ve Müslüman ülkelerde, hatta yabancı yerlerde, Çin’de, dünyanın en ırak köşelerinde bile bilim ve beceri ışığını aramaya bizi yöneltmektedir.  
İslam’ın emrettiği bilim, başkalarının tahsil ettiği bilimden farklıdır sanılmasın. Katiyen. Bilim tektir. Akıl ve idrak dünyasını her yerde aynı güneş ışıtır ve ısıtır. Ve madem bizim inançlarımızca İslamlık, evrensel gerçekçilik ve bilginin bir ifadesidir, o halde yararlı bir buluş, yeni bir bilgi kaynağı, nerede bulunmuş olursa olsun, ister putperest ister. Müslüman arasında, ister Medine ister Paris’te olsun, her zaman İslâm’a aittir.   
Dolayısıyla, Avrupa’nın buluşu olan yeni yasa ve gelişme araçlarını bizim de benimsemeliğimize bir engel görülemez. Dinimizi gerçek özünü kavrayacak derecede iyi bilirim. Bilincim de dile getirdiğim düşünceleri tartacak kadar yerinde ve berrak. Evrenin Mutlak Hâkimi’nin kutsal huzuruna çıkmak üzere ölümlü dünyayı terk etmekte olduğum bir zamanda padişahıma, ülkeme ve dinime karşı nankörlük etmeye kalkışmayacağım apaçıktır. Bu bakımdan, sözlerime itimat buyurunuz:
AVRUPA’DAN ÖRNEK ALDIĞIMIZ KURUMLARIN HİÇBİRİNDE DİNİMİZİN ÖZÜNE AYKIRI GÖRÜLEBİLECEK HERHANGİ BİR YAN KATİYEN YOKTUR. Sizi yeminle temin ederim ki, herhangi bir devletin artık Avrupa’da varlığını sürdürebilmesi için gerekli ve zorunlu olan bu önemli kurumları İslâmlığın güvenliği için bir an önce mutlaka benimsemeliyiz. Şunu da yeminle ederek eklerim ki, Devlet’inizin yönetimini bu doğrultuda değiştirerek ıslahla dinimizin kutsallığına aykırı bir şey yapmış olmayacağımız bir yana, bütün Müslümanlara şimdiye kadar en şanlı atalarımızın düşlerinde bile akıllarından geçmemiş, en yasal ve adaletli, en övgüye yaraşır ve onurlu bir hizmette bulunmuş olacaksınız. Böyle yeniden hayat bulmamız gibi büyük bir iş, birçok sorunu içerir. Bunlar üstünde ayrıntılı olarak durmaya ne gücüm ne de yaşamak için kalan zamanım yeter. Ama kendisiyle dost ve kardeş olarak yaşadığım büyük bir adam sizin yanınızda olacaktır. Cenab-ı Hakk onu size bağışlasın!
Osmanlı Devleti’nin güvenlik ve refahına hizmet edecek bütün yolları herkesten iyi bilir. Ben, önce onun sayısız tecrübelerinden kaynaklanan olgun bilgi ve dirayetine başvurarak emin olmaksızın Zat-ı Hümayununuz’a hiçbir öneri ve öğütte bulunmamışımdır. Sizden rica ediyorum, Efendim, ondan güveninizi esirgemeyiniz. Güveniniz mutlak olsun, çünkü büyük nazırların devlet işlerindeki üstün başarıları, Büyük hükümdarları kesin itimatları sayesinde gerçekleşir. Zat-ı Şahaneniz’e vermeye kalkıştığım öğüt o sadık bendeleriniz Devlet’in ihtiyacı olan hizmetleri yerine getirirken, eşsiz yeteneklerinin cahil meslektaşlarca sekteye uğratılmasına fırsat vermemenizdir. Onun emek ve çabalarına en çok zararı dokunacak şey, kendisini anlamaktan aciz birtakım adamlarla beraber çalışmak zorunluluğunda kalması olacaktır.
ŞİMDİ DE DIŞ İLİŞKİLERİMİZ HAKKINDA BİR İKİ SÖZ SÖYLEMEK İSTERİM. ESAS BU BÂBDA (KONUDA) DEVLET’İMİZİN İŞİ BÜSBÜTÜN GÜÇTÜR. Düşmanlarımızı kendi başımıza uzaklaştırmaya iktidarımız yetmediğinden, dışarıdan dost ve müttefik aramağa mecburuz. Düşmanlarımızın haksız ve kasıtlı birçok çıkarlarının ağır baskısı altında tarihi imkansız bir zor yere sıkıştık. Haklarımızın en önemsizini bile korumak için atalarımızın ülkeler fethine sarf ettiklerinden fazla güç, beceri ve cesaret göstermemiz gerekiyor.  
Yabancı müttefiklerimiz içinde en önemlisi İNGİLTERE’dir.
Dış politika ve dostluğu, siyasî kurumları denli metindir. İngiltere’nin bize çok büyük hizmet ve yardımları dokunduğu gibi, bundan böyle yapacağı yardımlardan da vazgeçemeyiz. Her ne olursa olsun, dünyanın en sabırlı ve metin milleti olan İngilizler, bizim en önde gelen ve en son vazgeçeceğimiz müttefiklerimiz olacaklardır. Bendenizce, Bab-ı Âli’yi İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir.  
FRANSA, son derece iyi idare etmeye zorunlu olduğumuz bir müttefiktir. Bu zorunluluk, Fransa’nın etkin desteğini sağlamaktan çok, varlığımızın devamını tehlikeye koyabilecek iktidara sahip bulunmasındandır. Bu şövalye ruhlu millette duygusallık ince hesaptan fazla olduğundan, düşmanlarında bile olsa, gelişme isteği taşıyan ve haşmetli fikirlere karşı sevgi ve saygı duyarlar. Bu gönlü yüce insanların dostluğunu korumak için onların fikirlerinden geri kalmayarak, hem hayal güçlerine hem de özbenliklerine (esprit) hitab eden gelişme girişimlerinde bulunulmalı. Fransa, hakkımızdaki olumlu görüş ve umutların boşa çıktığını gördüğü gün, bizi zararlı çıkartacak ve sonumuza sebep olacak birtakım düzenlemelere bizzat kalkışacaktır.
 AVUSTURYA, Avrupa’daki özel çıkarları yüzünden düştüğü güç durum karşısında Doğu siyasetinde ölçülü davranmak zorunda kalmıştır. Kırım Savaşı sırasında işlediği büyük hatanın ve Almanya’dan sürülüp çıkarılmasının sonucunda, kendisine yöneltilecek tedbirlerin bundan böyle Kuzey’den geleceğini görmektedir. Aynı tehlike hiç kuşkusuz bizi de tehdit ettiğinden, Viyana’ca akıllı ve uzak görüşlü bir politika izlendiği sürece Avusturya, Bâb-ı Âli’nin doğal bir müttefiki olarak kalacaktır. Bir yüzyıldan aşkın Doğu’da asayişi ihlâl edip duran bu büyük bir tehlikenin tam olarak ortadan kaldırılması, Bâb-ı Âli ile Avusturya’nın ittifakı ve bu ittifakın da bütün Batılı müttefiklerimizce desteklenmesine bağlıdır.  
PRUSYA’ya gelince, şimdiye kadar Doğu sorunlarına karşı kayıtsız durmuşsa da, Alman birliğini gerçekleştirme siyaseti gereğince bizi feda edivermesi hiç de olanak dışı değildir. Ama bu birliği bir kere sağladıktan sonra, Almanya’nın kendisinin de en az öteki büyük Avrupa devletlerinin ki kadar doğu Sorunu’yla yakından ilgili çıkarları olduğunu anlamakta gecikmeyeceği muhakkaktır. Yine de Cenab-ı Hak muhafaza buyursun, Almanya, Avusturya topraklarını Avrupa vilayetlerimize düşmanlarımızın el koymasına göz yummak karşılığında zapt etmiş olmasın.
Sonunda, RUSYA’ya, Devletimizin ısrarlı düşmanına geldi söz. RUSYA’NIN DOĞU’YA DOĞRU YAYILMASI MOSKOVA’NIN KADERİNİN KAÇINILMAZ BİR YASASI. Bendeniz de bir Rus nazırı olsam İstanbul’u zapt için dünyayı altüst ederdim. Dolayısıyla, Rusya’nın saldırgan hareketleri karşısında ne şaşkınlığa düşmeli ne de şikâyetçi olmalıyız. Bugün aleyhimize ilerliyorsa, bu bir zamanlar bizim Bizans’a karşı hareketimize benzer, aradaki biçimsel ayrılığa rağmen. Bu bakımdan, Moskova istilâsına karşı salt mevcut haklarımıza dayanmaya kalkmak çocukça bir iş olur, bize gerekli olan hak, kuvvettir. Yeniden canlandırmaya boşuna çabalayacağımız eski, tarihî kuvvetimiz değil, fakat çağdaş bilim ve fikirlerin bütün Avrupa halklarına bahşettiği o dayanılmaz kuvvettir. Büyük Petro’dan beri Rusya muazzam bir gelişme kaydetti, pek yakında demiryolları sayesinde gücü bir kat daha artacak. Ama beni en çok ürküten şey, Rusya’nın yayılmacı siyasetine karşı Avrupa’da kitlelerin giderek takındığı teslimiyet ve umursamazlık havasıdır. ORTA ASYA OLAYLARI KARŞISINDA İNGİLTERE’NİN KAYITSIZLIĞI BENİ HAM ŞAŞIRTIYOR, HEM DE KORKUTUYOR. Ama beni daha da telâşlandıran husus, Kafkas isyanının bastırılmasıyla Rusya’nın durumunda ortaya çıkan değişikliktir. Hiç kuşkum kalmadı; ilerde bir çatışma koptuğunda Rusların en şiddetli saldırıları Anadolu üstüne yönelecektir. Bu bakımdan Haşmetmeab, silahlı kuvvetlerimizi düzenlemeye aralıksız gayret göstermelisiniz. Belki müttefiklerimiz yardımımıza zamanında yetişebilmek için serbest bulunamazlar Avrupa’da bir iç mücadele, ya da Rusya’da bir Bismac’ın ortaya çıkması dünyanın çehresini değiştirebilir.
Bütün devletlerin işleyebilecekleri birçok budalaca hata düşünebiliyorum; hatta böyle hatalar işlemek bir bakıma onların hakkıdır. Ama dünyanın en korkunç baskı düzeninin, yüz milyar barbarın başına geçip, onları uygarlığın bütün imkânlarıyla silahlandırarak, her adımda Fransa genişliğinde iller ve ülkeler yutmasına ve bir yanda Asya’yı silahlarıyla kuşatıp, Panslavizm aracılığıyla Avrupa’yı sinsi sinsi zayıflatırken, ilkinin biri barış sevgisi namına giriştiği protestolarla ve artık gerçekten yeni fetihlere kalkışmayacağına dair verdiği kesin karar ve sözlerle ileriye atılmasına, son derece garip bir kayıtsızlıkla göz yuman devletlerin hangi ince akla hizmet ettiklerini itiraf ederim ki tam olarak anlayabilmiş değilim. 
Rusya’dan açılan söz beni İRAN’dan da biraz bahsetmeye getiriyor. Sürekli kargaşalık içinde Şiîlik taassubu pençesinde bulunan bu ülkenin hükümeti, her zaman bizim düşmanlarımızla birlik ve anlaşma halinde olmuştur. Kırım Savaşı sırasında dahi Rusya’yla anlaşıp, amaç birliği yaptı. Düşmanca hesaplarını gerçekleştirememesi, Batı’nın ihtiyatlı ve uyanık diplomasisi sayesindedir. Bugünkü günde Şah hükümeti Petersburg kabinesinin dümen suyundadır. Bâb-ı Âli, bir yerde meşgul olmadığı sürece acz ve bilgisizlik içinde bulunan ve kendi başına bir işe kalkışamayacak olan itibarsız İran hükümeti bizimle dalaşmaya cesaret edemez. Ne var ki, Rusya ile ilk çatışmamızda, bütün tedbirli ve daha önemlisi, kör kıskançlığı yüzünden bu uzlaşmaz düşmanlarımız sırasında yerini alacaktır. Bereket versin, Bâb-ı Âli, maddî kaynaklarına ek olarak, böyle barbar bir istibdadın altında ezilen, bir sürü hükümet buhranlarıyla karşı karşıya ve her yandan Sünnî’lerle çevrilmiş bulunan bir ülkeye haddini aştırmayacak manevî imkanlara da sahiptir.Bu konudaki çıkarlarımızı etkileyen, ama tamamıyla ihmal etmiş olduğumuz birçok karmaşık sorun var. Bunlar hakkında yalnız Âli Paşa, Zat-ı Şahanenize bilgi verebilir.  
YUNANİSTAN’ı da unutmamalıyız. Gerçi kendi başına kalsa önemsiz bir ülkedir, ama kuvvetli bir düşman elinde fesat aleti haline gelir. Avrupalı şairler, bu krallık hülyasına yattıkları türkülerle bundan iki bin yıl önce yok olmuş bir ulusu yeniden canlandırmayı umdular. Homer ve Aristo’nun ülkesini canlandıralım derken, sadece bir anarşi, fesat ve haydutluk ocağı tutuşturmuş oldular. BÂB-I ÂLİ, RUMLAR ARASINDA DİRAYETLİ MEMURLAR BULABİLİR, AMA YUNANLILIK RUHU ÖZÜNDE HER ZAMAN BİZİM DAVAMIZA DÜŞMAN KALACAKTIR. Şanlı bir tarihin anıları, bizim bugünkü Rumlarımızla arasında yüzyıllarca sürmüş, yozlaşmışlık, bilgisizlik ve asalaklık da olsa, bu bencil ırkın içinde daha uzun bir zaman eski Doğu Roma İmparatorluğu’nu her türlü canbazlık kurma umudunu yaşatacaktır; o İmparatorluk ki, Yunanlıların elinde Bizans İmparatorluğu; ya da pek yarışan diğer adıyla, Aşağı İmparatorluk derekesine düşmüştür. Bu içten pazarlıklı ve garezkâr ulusun girişimlerine en etkin güvencemiz, Yunanların insanı tiksindiren boş gurur ve kendini beğenmişliği karşısında Doğulu bütün ırkların giderek artan bir nefret duymalarıdır. Bizim izlememiz gereken siyaset, Rumları öteki Hıristiyan tebaamızdan mümkün olduğunca yalıtlamaya çalışmaktır. Katolik papazların ya da Rusların kucağına itmemek kaydıyla, Bulgarları Rum kilisesinin nüfuzundan sıyırmak özellikle önemlidir. Bâb-ı Âli, Ermenilerin Rus Ortodoks Kilisesi’ ne katılmaları yolunda çevrilen dolaplara katiyen izin vermemelidir.
İnsanları din adamlarının etkisinden sıyırarak birbirleriyle daha uyumlu ilişkiler kurmalarını mümkün kılan felsefi düşüncelerin Hıristiyan tebaamız arasında gelişmesini teşvik etmek de yararlı olabilir. Ama hemen belirtmeliyim ki, BİZİM İÇİN EN BASİRETLİ SİYASET, HİÇ KUŞKUSUZ, DEVLET’İ NE OLURSA OLSUN BÜTÜN DİNÎ SORUNLARIN ÜSTÜNDE TUTMAKTIR.  
İÇİŞLERİMİZE GELİNCE, bütün çabalarımızı tek amaca yöneltmek zorundayız: Ülkemizde yaşayan çeşitli halkları kaynaştırmak. Bu kaynaşma gerçekleşmeksizin Osmanlı Devleti’nin sürdürülmesi bana gerçekten imkansız görünmektedir. Bundan böyle, bu büyük Devlet’i ne olursa olsun bütün dinî sorunların üstünde tutmaktır.
Güçlü bir Almanya, kırk milyon nüfuslu Fransa, coğrafî konumu itibariyle sağlam bir güvenlik içindeki İngiltere, bütün bu büyük milletler daha uzun süre kendi başlarına etkin ve yararlı bir şekilde sürdürebilirler. Ama bir Karadağ ya da Sırp Prensliği, veya bir Ermenistan Krallığı, ne kendilerine ne de hiç kimseye yararı dokunmayan, insanlığın gelişmesine zararlı ve dünya barışını tehdit eden anlamsız devletçikler, insanoğlunun eski çırpınışlarının zavallı kalıntıları ve yeni fetihler için kaçınılmaz birer av olmaktan öte geçemezler.  
Çağdaş Devletlerin Şekil Bulmasında Kalıcı Tek Yaklaşım, Büyük Birlikler Oluşturmaktır. Bu Bakımdan, Bizim Devlet’imizin De Mahvını Önleyecek Yegâne Yol, Onu, Bütün İnsan Unsurlarımızı Irk Ve Din Ayırımı Gözetmeksizin Kucaklayan, Geniş Ve Sağlam Bir Temel Üstünde Yeniden Bina Etmektir.
İşte bu noktada önemli güçlüklerle karşılaşıyoruz.
Hıristiyan halklarımız, kendilerini bize bağımlı kılan bağlardan birdenbire kurtuluvermiş olmakla eski efendilerinin yerine geçmeye pek hazır görünmekteler. Özellikle Ermeniler saldırgan bir tutum takındılar. Heyecanlarını yatıştırmak için, içlerinde Devlet’imizin birlikçi ilkelerini içtenlikle benimseyecek olanlarına kamu hizmetlerini açmaktan başka çare yoktur. Bizim bütün Hıristiyanlarımızın genellikle biri manevî, öteki siyasî, iki ayrı dini vardır. Bunlardan manevî olanı hükümetimizi hiçbir şekilde ilgilendirmemelidir. Ama siyasî dinleriyle ilgili her husus yakından izlenmelidir, çünkü bunlar varlığımızla bağdaşmayan, birçok görüşü içermektedir.
BİR PAŞA’NIN ALLAH’A MUSA’NIN KOYDUĞU KURALLAR ÇERÇEVESİNDE YA DA HIRİSTİYANLIK USULÜNCE TAPINMASI OLGUSU, ONUN HİZMETLERİNDE, BİLGİ VE BECERİSİNDEN KENDİMİZİ MAHRUM ETMEMİZİ HİÇ GEREKTİRMEZ. AMA AYNI PAŞA, ÜLKEMİZİN BİRLİĞİNİ AKLINDAN ÇIKARIP, BİZANS İMPARATORLUĞU HÜLYALARINA KAPILIR, YA DA BİR KİLİKYA KRALLIĞI KURULMASI EMELİNE KOŞULURSA, O ZAMAN SADIK BİR MEMUR OLMAKTAN ÇIKAR VE YERİNDEN ALINMASI ZORUNLU OLUR.  
DEVLETİ VE ÜLKENİN HERKESİN EŞİTLİĞİNE DAYANDIRILAN BİRLİĞİ BENDENİZCE, BÜTÜN KAMU GÖREVLİLERİNDEN BEKLENİLMESİ GEREKEN TEK NAS, TEK DOGMA BUDUR.
Bu bereketli ülkenin ürünlerini hakkıyla devşirebilmek için, Zat-ı Şahaneniz, her şeyden önce adalet çarkının yeniden düzenlenip ıslahına himmet buyurmalısınız. Güç, fakat bir an önce hareketi gerektiren kaçınılmaz bir iş. Bütün vatandaşların can ve mal güvenliği yasal güvence altına alındıktan sonra Hükümet-i Seniyye’nizin vazgeçilmez bir görev sayması gereken ilk tedbir yollarımızın yapımıdır. Avrupa ülkeleri kadar demiryollarına sahip olduğumuz gün, Zât-ı Hümayununuz dünyanın en önde gelen bir devletinin başında olmuş olacaksınız.  
Bunlardan başka, önemini tariften aciz kaldığımız bir sorun daha var: Kamu Eğitimi, yani toplumsal gelişmenin yegâne esası ve her maddi ve manevî büyüklüğün tükenmez kaynağı. Ordu, donanma, devlet yönetimi, hep aynı soruna bağlı. Bu esas temel atılmış olmaksızın, ilerisi için ne güç kazanmak, ne bağımsızlık, ne hükümet, ne de bir gelecek düşünemiyorum.
Dinimizin son derece aydınlık, yol gösterici özüne rağmen, bizde genel eğitim çeşitli sebeplerden çok geri kaldı. Sayısız medreselerimiz ve bunların bir işe yaramadan kullanıp durdukları nice kaynak, esaslı bir millî eğitim düzeni kurabilmeliğimiz için gerekli malzemeyi bize sağlıyor. Eğer bu güzel düşünceyi ben kendim uygulamaya bir türlü girişemediysem, araya birçok talihsiz olayın karışıp, durmuş olmasındandır. Bu girişimi benim yerime gelecek olanlara vasiyet ederim; daha yararlı ve onurlu olacak bir başka girişim düşünmeleri mümkün değildir. 
Biliyorum, Müslümanlarımızın büyük çoğunluğu beni gâvurluk ve din düşmanlığı ile suçlayacaklardır. Onları bağışları, zira ne duygularımı ne de konuştuğum dili anlayabilmezler. Bir gün gelecek, benim, yani bir gâvur ve “dinsiz yenilikçinin”, beni türlü suçlamalara boğan yobazlardan daha dindar, daha gerçek bir müslüman olduğumu idrak edeceklerdir. Maalesef çok geç olacak, ama onların elinde kaçınılmaz bir felâkete sürüklenmekte olan din ve devletin kurtuluşu uğrunda herhangi bir şehitten daha az çabalamamış olduğumu teslim edeceklerdir.
Dinî ve beşerî bütün kurumlar için geçerli olan birinci yasa, kendini koruma yasasıdır. Giriştiğimiz bütün ıslahat hareketlerinde bendeniz İslâm’ın korunmasından başka neye hizmet etmeye çabaladım. Ne var ki, kurtuluşu geçmiş önyargılara körü körüne boyun eğmek yerine, bizzat Cenab-ı Hakk’ın İslâm önünde ve yeryüzünün bütün ulusları önünde açtığı aydınlık yollarda aradım.  Zayıf ve titreyen elim artık daha fazla devam etmeme izin vermiyor.
Sözlerimi tamamlarken, bütün insanca zaafları çerçevesinde gücü yettiğince iyiyi gerçekleştirmeye çalışmış ve insan kardeşlerini her zaman sevmiş olup, artık sorumluluklarının yükü altında çökerek, vicdanı rahat, dünyayı tam bir teslimiyetle Müslüman olarak terk ederken, ruhunu rahman ve rahim olan Yüce Allah’a teslim etmekte bulunan bu sadık bendenizin ölüm döşeğindeki son sözlerini, Zat-ı Şahanenizin göz önüne almak tenezzülünde bulunmanızı istirham ederim.
Fuad, Nis
3 Ocak 1869

Kaynak: GÜMÜŞSOY Emine (ATILGAN) Keçecizâde Mehmed Fuad Paşa (1815 – 1869) [Kitap]. - Ankara : Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı 190868-Doktora Tezi, 2006 . 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar