Print Friendly and PDF

KEFİRİN İNSANLAR ÜZERİNDEKİ İMMÜNOMODÜLATÖR (Bağışıklık Sistemine) ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI



Probiyotikler, canlı mikrobiyal besin içerikleri olarak tanımlanabilirler. Belirli miktarda alındıklarında tüketicilerde olumlu sağlık etkileri oluşturabilirler. Probiyotikler olumlu etkilerini değişik mekanizmalarla ortaya koyarlar. Bunlar arasında patojen mikroorganizma kolonizasyonunu, hücre adezyonu ve invazyonlarını önlemeleri ve ayrıca direkt antimikrobiyal aktiviteleri ve konak bağışıklık cevabını ayarlamaları sayılabilir.
Probiyotik olarak tanımlanabilen mikroorganizma türevlerinin içinde asidofiluslar ve bifiduslar sayılabilir. Bunlar faydalı bakteri ürünleri olup, bağırsaklarda normalde mevcutturlar. Stres, yanlış beslenme, antibiyotik ve oral kontraseptik kullanımı normal bakteri ve mantar dengesini bozabilirler.
Probiyotiklerin klinik yararlılıkları açısından en güçlü etkileri arasında laktoz intolerasyonu semptomlarının önlenmesi, akut diarenin tedavisi, antibiyotik ilişkili gastrointestinal yan etkilerin azaltılması, önlenmesi ve alerjik bulguların tedavisi sayılabilir.
Probiyotikler canlı mikroorganizmalar olup, mukozal ve sistemik bağışıklığı ayarlayarak konağa etki ederler. Mide barsak sistemindeki mikrobiyal dengeyi sağlarlar. Probiyotik mikroorganizmalar vücut mukozal yüzey ve sindirim bölgelerinde yerleşmiş bakteri ve mantarlardan ibarettirler. Vücutta mevcut flora topluluğunda yerleşik mikroorganizmalar hem olumlu hem de olumsuz yönde etki gösterebilecek canlı etkenler olup belirli bir dengede bulunmaktadırlar. Sindirim sisteminin önemli bir bölümünü oluşturan bağırsaklarda, ilaç kullanımı veya hastalıklar sırasında açığa çıkan zararlı bakteriler, aynı bölgede bulunan iyi huylu bakterilere karşı atağa geçerler ve böylece bağırsağa yerleşmeye çalışırlar. Probiyotik bakteri suşları ise bağırsak duvarına tutunarak, bu zararlı etkenlerin içeriye girmesini önlerler.
Klinik çalışmalar göstermektedir ki, probiyotikler, rota virüs diaresi, antibiyotik ilişkili diare, Clostiridium difficile diaresi ve turist diaresini de içeren bir takım diare türü rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılabilir.
Çağımızın fiziksel ve ruhsal stresleri bağışıklık sistemimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Beslenme yetersizlikleri, giderek artan ömür sonucu yaşlılık ve geriatrik hastalıklar, günlük artan iş yoğunluğu ve buna ek olarak gelecekten kaygı, insanları enfeksiyon hastalıklarına, kansere, depresyona ve otoimmün rahatsızlıklara mâdur bırakmaktadır. Özellikle batı toplumlarında rafine gıdaların tüketiminin artması ve buna bağlı rahatsızlıklar, bu toplum insanlarının daha temiz ve katkısız doğal ürünleri tüketmelerine ön ayak olmaktadır.
İşte biz de bu çalışmamızda Kafkasya'nın dağlık kesimlerinde yaşamış kabilelerin sağlık işareti olarak gördükleri bir probiyotik türü olan kefirin bağışıklık sistemimiz üzerindeki immünomodülatör etkilerini gözlemlemeyi amaçladık.
Bakterilerin vücudumuza zararlı ve hastalıklara neden olduğu kanısı uzun yıllar kabul görmüştür. Oysa günümüzde sayıları giderek artan bilimsel araştırma sonuçları canlı mikroorganizmaların bazı hastalıkların tedavisinde, hatta önlenmesinde kullanılabileceğine işaret etmektedir. Genelde "doğal" olanı kullanma ve tüketme alışkanlığının bulunması probiyotiklere olan ilgiyi arttırmıştır. Çeşitli gastrointestinal sistem hastalıklarının tedavisinde yardımcı, çocuklarda allerjik reaksiyonların ortaya çıkışını geciktirmede etkin, kadınlarda vajinal ve üriner sistem enfeksiyonlarının tedavi ve önlenmesinde yararlı olduğu ortaya konulmuştur (1-6).
Besinlerle birlikte veya ayrı olarak alınan, mukozal ve sistemik immüniteyi düzenleyerek, bağırsaklarda besinsel ve mikrobiyal dengeyi sağlayarak konakçının sağlığını olumlu yönde etkileyen bu canlı mikroorganizmalara "probiyotik" adı verilir. "Pro" ve "biota" olmak üzere iki kısımdan oluşan bu terim "for life" (yaşam için) anlamını taşımakta olup, antibiyotik teriminin anlamca karşıtıdır. Patojen bakterilerin kontrolu için patojen olmayan bakterilerin kullanılması anlamına gelir. Probiyotiklere "biyoterapötik ajanlar" da denir. Probiyotik ile tedaviye "bakteriyel yerine koyma tedavisi", "bakteriyoterapi" ve "patojen mikroorganizmaların patojen olmayanlar ile kontrolu tedavisi" şeklinde adlandırmalar da yapılmaktadır (7-13).
Probiyotik kavramı ilk kez XIX. yüzyılın başlarında Nobel ödülü sahibi Elie Metchnikoff tarafından gündeme getirilmiştir. Metchnikoff, Bulgar köylülerinin uzun yaşamalarının fazlaca fermente süt ürünü tüketmelerine bağlı olduğunu belirtmiştir (5, 9, 14).
Taş devri insanları önemli derecede daha az tuz, yağ ve şeker tüketmekte idiler, iki kat daha fazla mineral, 10 kat daha fazla bitkisel kaynaklı lif, 20 kattan daha fazla bitkisel antioksidan, 50 kattan daha fazla omega-3 yağ asitleri ve milyarlarca kat daha fazla canlı bakteri almaktaydılar. Tükettikleri besinlerin çoğu iyice fermente edilmiş besinlerdi. (tahıllar, inek sütü gibi). Son zamanlarda elde edilen veriler, doğal ve işlenmemiş besinlerden çoğunlukla enerji yoğunluğu yüksek işlenmiş besinlere geçişle kronik hastalıkların sıklığının arttığı konusuna dikkat çekmektedir.
Kronik hastalık sıklığının artışı ile bitkisel kaynaklı lif ve antioksidan tüketiminin azalması arasında açık bir etkileşim vardır. Kişi başına tüketilen şeker 1850 yılında yılda 0,5 kg iken, 2000 yılında yılda 50 kg'a yükselmiş durumdadır
Bağırsak mukozasının alanı 200 m2 olup, deri yüzeyinin 100 katıdır. Bu yüzey insan vücudunu yaklaşık olarak 1014 mikroorganizmadan ayırmaktadır10,16. İnsanların bitkiler ve organizmalar olmaksızın yaşamaları düşünülemez. Bu nedenle vücut yüzey ve boşlukları bir organizma tabakası ile kaplı durumdadır. Kalın bağırsaklarda 1-2 kg, deride 200 gr, ağız boşluğu, akciğerler ve vajenin her birinde 20'şer gr, burunda 10 gr, gözde 1 gr mikroorganizma vardır. İnsan vücudunda ökaryotik hücre sayısının (1013) 10-20 katı prokaryotik hücre (1014) bulunmaktadır. İçerdikleri genetik materyalin büyüklüğü ise vücudun diğer kısımlarındaki genlerin 30 katıdır. Sağlıklı bireylerin bağırsaklarındaki mikrorganizma türü sayısı yaklaşık olarak 500'dür. Vücudumuza yararlı olan bu mikroorganizmalar zararlı mikroorganizmaları kontrol altında tutar, sindirim ve besin ögesi emilimine yardımcı olur (5, 11, 12, 16, 17, 18, 19).
Fermente edilmiş günlük ürünler dünya insanlarının diyetlerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bunlar bağırsak sisteminin uyarımı dâhilinde çok geniş bir spektrumda fizyolojik ve terapotik etkilere sahiptirler (20). İmmün cevapların özellikli ve nonspesifik olarak artımında laktik asit bakterilerinin olumlu etkileri değişik çalışmalarda gösterilmiştir (21). Bu açıdan mikroorganizmaların canlı ve belirgin dozda olmaları önemlidir (22, 23, 24). Probiotik mikroorganizmalar olumlu etkilerini iki mekanizma yoluyla ortaya çıkarırlar: Birincisi; canlı mikrobiyal hücrelerin direkt etkileriyle (probiyotikler) ve bu hücrelerin metabolitlerin indirekt etkileri yoluyla (biyojeniklik) Biyojenikler intestinal mikroflorayı etkilemeden sağlık açısından faydalı etkilerini aldıkları yiyecek komponentleri aracılığı ile açığa çıkarırlar (25). Fermente sütlerdeki en önemli biyojenikler fermentasyona yönelik ortamda bulunmayan peptitlerdir.
Genel anlamda bu şöyle belirlenmiştir ki, pozitif sağlık etkilerini ortaya çıkarabilmek için günlük ürünlerdeki probiotik mikroorganizmaların canlı olmaları gerekmektedir. Öte yandan, canlı mikroorganizmaların yerine canlı olmayanların kullanılması ekonomik olarak cazibedar olabilir, çünkü buzdolabında bekletmek için gereksinimlerin azaltılmasınına ve raf ömrünün uzatılmasına olanak sağlarlar. Buna ek olarak, fermentasyon yerine pastörize edilen ürünler, probiyotiklerin potansiyel kullanma spektrumunu, gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi zorunlu kullanma koşullarında desteklemektedirler (26). Fermente sütlerin farelerde kullanılması, doz bağımlı bir şekilde IgA üreten hücrelerdeki artış gibi değişik bağışık cevaplar üzerinde önemli etkilerle sonuçlanmıştır (27). Kefir krema kıvamında, hafif ekşimsi tadı olan fermente bir süt içeceğidir (28). Kefir adı, kef'ten türetilmiş olup, Türkçe mutluluk verici tat olarak tanımlanmıştır. İlk kefir granüllerine veya kefirin ilk kez üretildiği zamana ait bir tarihi kayıt bulunmamaktadır. Şu bilinmektedir ki, kefir granülleri ilk kez Rusyada, Kuzey Kafkasya dağlık bölgesindeki kabilelerden gelmektedir. Bu bölge Karadeniz'le Hazar denizi arasında doğu batı yönündedir. Hâlâ üretilmekte olan ürünler kefir, kiaphur, kefyr, kefer, knaphon, kepi ve kipe adlarını almaktadırlar (29).
Kefir de diğer bazı fermente ürünler gibi yeterli doz ve sürede verilirse insan ve hayvan organizmalarında sağlık için katkıları olan probiyotik olarak nitelendirilen fermente bir ürün grubundadır. Bu noktadan hareketle kefir de probiyotikler arasında değerlendirilebilir.
Atalarımız uzun yıllardan beri bakterileri besinlerin saklanmasında fermentasyon amaçlı ve hiç bir yan etki gözlenmeksizin kullanmışlardır. Bu nedenle de, probiyotik mikroorganizmaların seçiminde atalarımızın kullandıklarına ağırlık verilmiştir. Örneğin, yoğurt böyle bir besindir; Laktobacillus ve Bifidobacterium suşları içermektedir (28, 29, 30, 31).
1.      Normal insan bağırsağı kökenli olmalıdır.
2.      Stabil olmalıdır, düşük pH ve safra tuzları gibi olumsuz çevre koşullarından etkilenmeden bağırsakta metabolize olmalıdır.
3.      Güvenilir olmalıdır, kullanıldığı insan ve hayvanda yan etki oluşturmamalıdır.
4.      Bağırsak hücrelerine tutunabilmeli ve kolonize olabilmelidir.
5.      Karsinojenik ve patojenik bakterilere ters etkili olmalıdır.
6.      Antimikrobiyal maddeler üretmelidir.
7.      Konakta hastalıklara direnç artışı gibi yararlı etkiler oluşturma yeteneğinde olmalıdır.
8.      Antibiyotiklere dirençli olmalıdır. Antibiyotiğe bağlı (diyare) ortaya çıkan hastalıklarda bağırsağın mikrobiyolojik içeriğini düzeltmek amacı ile kullanabileceğinden, bağırsaktaki antibiyotiklerden etkilenmemelidir.
9.      Minimum etki dozları bilinmediğinden, canlı hücrelerde büyük miktarda bulunabilmelidir.
10.   Üretim ve depolama sırasında canlılığını ve aktivitelerini koruyabilmelidir.
11.   Ayrıca, probiyotik bakterilerin kesinlikle patojenler ile kontamine olmaması ve patojenik özelliğe sahip olmaması gerekmektedir (32).
1.      Patojen mikroorganizmaların üremelerine engel olur.
2.      Bağırsak pH'sını düşürür.
3.      Bakterisidal proteinler salgılar.
4.      Paneth hücreleri ve epitel hücrelerinde defensin yapımını uyarır.
5.      Kolonizasyonlarına direnç gösterir (ekolojik nişleri kaplayarak).
6.      Nitrik oksit yapımını arttırır.
7.      Patojenlerin epitele tutunma ve epiteli istila etmesine engel olur.
8.      MUC2'yi uyararak tutunmalarına engel olur.
9.      Müküs yapımını uyarır.
10.   Rho'ya bağımlı ya da bağımsız yollarla epitelin istilasını önler.
11.   Epitel ve mukozanın engel oluşturma işlevini güçlendirir.
12.   Bütirat da dâhil kısa zincirli yağ asitleri oluşturur.
13.   Müküs yapımını arttırır.
14.   Engel oluşturan kısımların bütünlüğünü arttırır.
15.   Konakçının immün yanıtını değiştirir.
16.   IL-10, TGF-B ve Cox2 (PGE2) ekspresyon ve salınımını arttırır.
17.   Salgısal IgA yapımını arttırır.
18.   TNF-a ve INF-y ekspresyonunu azaltır.
19.   Regülatuar T hücrelerini aktive eder.
20.   Natural killer hücre aktivitesini arttırır.
21.   Dendritik hücre fenotip ve işlevlerini düzenler.
22.   NF-.B ve AP-1 yolaklarını düzenler.
23.   PPAR-.'yı uyarır.
24.   Apoptozu düzenler.
25.   IL-10 ekspresyon ve salgılanmasını sağlar.


Kaynakça
GÖNÜLATEŞ Dr. Nurettin Kefirin İnsanlar Üzerindeki İmmünomodülatör Etkilerinin Araştırılması [Kitap]. - Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı  : [s.n.], Isparta - 2008.
Kefir Kafkasya'da yaşayan insanların sıklıkla kullandıkları sütün mayalandırılmasıyla elde edilen bir süt ürünüdür. Son yıllarda Avrupa ve Amerika’da yapılmaya başlanmış ve ülkemizde de Ziraat Fakültelerinin Teknolojisi bölümlerinde üretilmekte olup, sınırlı miktarda satışı yapılmaktadır.
Kefir, Kefir  taneleri ile elde edilen Kafkas orjinli etilalkol ve laktik Asit fermantasyonlarının bir arada oluştuğu tarihi geçmişi olan bir süt içeceğidir. Kefir çok karışık mikrobiyolojik yapıya sahiptir. Boyutları 0,5-3 cm arsasında değişir ve fındık yada Buğday tanesi büyüklüğünde beyaz, beyaz-sarı arasında renklerde küçük karnabahar veya patlamış mısır görünümündedir.
İnsanlar kendi hücrelerinin 10 katı sayıdaki (100 trilyon) faydalı bağırsak mikrobu ile ortak bir yaşam sürdürmektedir. Faydalı bağırsak mikropları (probiyotikler) çeşitli yararlarının yanında dış ortamdan gelen zehirli Maddelerin kana geçmesini engelleyen koruyucu bir bağırsak tabakası oluştururlar. Bağırsaktaki Sağlıklı mikrop dengesinin,Zararlı mikroplar lehine değişmesi, yani bağırsaktaki mükemmel dengenin bozulması çok sayıda ivegen ve müzmin hastalığa yol açar.
Son yıllarda rafine gıdaların tüketimindeki artışa paralel olarak, turşu, kefir, boza, çeşitli salamuralar gibi geleneksel Fermantasyon gıdalarının az tüketilmesi, süt ve Yoğurt gibi fazla tüketilenlerin ise ekşimesin ya da kesmesin diye pastörize edilmesi ya da Antipiyotik katılması vücudumuzun mükemmel probiyotik dengesini alt üst etmiştir.
Kefir yapılışında kullanılan süt kaynatılır ve metal olmayan (tercihan cam) bir kap içinde ılıtılır (süt temiz ise kaynatılmayabilir).
Üzerindeki kaymak tabakası alınır ve 1 çorba kaşığı kadar kefir mayası atılır ve süt iyice karıştırılır.
Kabın kapağı kapatılır ve süt 20-25 C 'de kalacak şekilde kap bir yere bırakılır. Mayalanacak kab soba ya da kalorifer yakınına getirilir. Çevre ısısı düşük ise kabın etrafı bezle sarılır. Kabın 20-30°C' lerde olması sağlanır. Kap içindeki süt normal olarak 18-24 Saat sonra pıhtılaşır. Maya miktarı düşük ve ortam soğuk ise pıhtılaşma gecikir. Mayalanmış süt madeni olmayan bir tel süzgeçten ya da tülbentten süzülür. Süzgeç üzerinde kalan daneler tekrar maya olarak kullanılır. Kefir mayası (taneleri) hemen kullanılmayacaksa ağzı kapalı bir Cam  kavanoz içinde buzdolabında saklanır. Bazıları kefir tanelerini saklamadan önce yıkarlar. Eğer yıkama yapacaksanız kefir tanelerinin Zarar görmemesi için klorsuz Su kullanın. Saklanmak istendiği Zamana daneleri örtecek kadar bardağa su koymak gerekir.
Kefirin anavatanı Kafkaslardır. İlk kez Batı Asya’ da Türkler tarafından yapılan ve günümüzde pek çok ülkeye yayılan fermente bir süt ürünüdür. Kafkasyalılar Kefiri su yerine içmekte ve gençlik iksiri olarak kullanmaktadırlar. Kafkaslardan dünyanın her tarafına yayılan Türkler bu içeceklerini beraberinde dünyanın her tarafına götürmüşler ve yaymışlardır. Şu anda bilimsel araştırma yapan fakülteler başta olmak üzere kuruluşlar Kefirin  faydaları üzerinde ciddi çalışmalar yapmakta ve önemli sonuçlara ulaşmaktadırlar.
Kullanımı ( içimi ) ve hazmı çok kolay olan kefir hücre yenileme özelliğine sahiptir. Mucize içecek kefir özellikle bağırsaklardaki maddelerin küreselleşmesini önlediğinden ömür uzatıcı olduğuna inanılır. Kafkasyalıların kefirin yararlarını bildiklerinden çocuklarına su gibi içirirler. Kafkasya’ da yüzyıldan fazla yaşamak çok sıra dışı bir durum değildir. Protein, yağ , laktoz ve Minereller bakımından hayli zengin ilaç tedavisi kesilmeden kullanıldığı zaman kandaki kötü kollestrolü azaltır, tansiyonu düşürür, idrarı sulandırır, vücuttan atılması gereken maddelerin gidişini kolaylaştırıyor, bağırsak hareketlerini hızlandırıyor, bulaşıcı, sarılık , eklem hastalıkları, ishal , kabız , kan kaybı, idrar torbası hastalıları, doğum sorunları, şeker düşürüyor ve en önemlisi KANSERİ GECİKTİRİYOR... Hazmının kolay, proteince zengin oluşu nedeni ile Kefir hastalar ve çocuklar için önemli bir besindir. Hatta 20-30 günlük çocuklara bile Günde bir iki kaşık içirilmesi önerilmektedir. Doktorlara hastalarına ilaçların yanında birde kefir içmelerini tembihliyor.
Ayrıca yapılan araştırmalarda kefirin Kadın ve erkeklerde cinsel gücü arttırdığı da bildirilmiştir. Hücre yenileme sayesinde de kadınlar tarafından cilt maskesi olarak kullanıldığı da bilinmektedir.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Emel SEZGİN, Japonya’ da fareler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre kefirin içinde yer Alan  maddelerin kanseri %53,6 oranında azalttığını ve ayrıca kefirin kanseri önleyici ilaçlarla kullanılması halinde kanserin tekrarlanma riskinin %67 oranında azalttığını da ortaya çıkarttığını belirtmiştir
Ayrıca kefir sinirsel rahatsızlıklara, iştahsızlık ve uykusuzluk içinde yararlı olmaktadır. Ülser yüksek tansiyon , bronşit, Astım hastalarının tedavisinde de kullanılmaktadır.
Kefiri yaşı ne olursa olsun her yaştaki insan kullanabilir. Yan etkisi yoktur. Çocuklara bile rahatlıkla verilebilir.
Kefir, vücut direncini arttırıyor, sindirim sistemine yararlı oluyor. Bağırsakta kanser oluşturan etkenleri engelliyor. İlaç değil ama, kanser hastası olanlar, bu özellikleri nedeniyle kefiri tercih ediyor... Yapılan çalışmalar, kefirin, iştahsızlık ve uykusuzluğa da iyi geldiğini göstermiştir.
Kefir Tanesi; fındık ya da buğday büyüklüğünde, renkleri beyaz, beyaz-sarı arasında küçük karnabahar veya patlamış mısır görünümündedir. Boyutları 0,5-3 cm arasında değişir. Taneler sütü fermente edici rol oynar, en önemli özelliği fermantasyon sonunda süzülerek tekrar kullanılabilmesidir. Kefir taneleri kazein ve birbirleri ile ortak yaşayan mikroorganizmaların meydana getirdiği jelatinimsi koloniler oluştururlar. Çok karışık bir mikrobiyolojik yapıya sahiptir. Değişik araştırmacılar, değişik bölgelerden aldıkları kefir tanelerinde farklı sayıda, oranda ve cinste mikroorganizma tespit etmiştir. Tanede genel olarak laktik asit bakterileri, laktozu fermente eden ve edemeyen mayalar mevcuttur. Bazı tanelerde enterokok ve koliform grubu bakterilere de rastlanmıştır. Kefir tanesinde saf toz halde liyofilize kültürler üretilmiştir. Avrupa ülkelerinde ve A.B.D. de genellikle saf kültürlerden kefir üretilirken , Rusya , Asya , Doğu Avrupa ve Ortadoğu bugüne kadar laboratuvar koşullarında kefir tanesi üretmek mümkün olmamıştır.
Kefir, vücudun temel fonksiyonlarında ve çeşitli faaliyetlerinde kullanılan Mineraller ve esansiyel aminoasitler bakımından zengindir. Kefirde  bulunan Proteinler  kısmi sindirimi yapılabilen ve bu nedenle vücut tarafından kolay değerlendirilebilir yapılardır. Kefirde bol miktarda bulunan ve esansiyel amino Asitlerden  bir tanesi olan triptofanın, Mineral maddelerden kalsiyum ve Magnezyum sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı etkisi olduğu bilinmektedir. Vücudumuzda en çok bulunan ikinci mineral madde olan fosfor, hücre gelişimi ve enerji ihtiyacının karşılanması için karbonhidratların, yağların ve Proteinler kullanımında kolaylık sağlamaktadır. Kefir B12, B1 ve K vitamini bakımından da zengindir. B u vitaminlerin yeterli alınması durumunda gerek böbrek, karaciğer ve sinir sistemine gerekse deri rahatsızlıklarına sayısız fayda sağladığı bilinmektedir.
Kefir yoğurda ya da ayrana benzer. Zaten benzer şekilde mayalanır. Bekletildikçe tadı ekşir ve çok az olan Alkol  oranı artar.
Kefirin bilinen bir zararı yoktur. Çok nadir olarak bazı kişiler yeni başladıklarında fazla kefir içmeye tahammül edemezler. Bu kişiler kefir miktarını yavaş yavaş artırmalıdır. Bazı kişiler toksinlerden temizlenirken toksinlerin geçtiği dokularda bir takım rahatsızlıklar oluşabilir. Kısa bir süre sonra, toksinler vücut dışına çıkacak ve kişi kendini çok iyi hissedecektir (iyileşme krizi).
Kefir tanelerini, Ege Ziraat fakültesi gibi bazı fakültelerden, aktarlardan ya da tanıdıklarınızdan temin edebilirsiniz.
Bazı firmalar hazır kefir de satmaya başlamıştır.
Kefirinizin ucuz ve istediğiniz kıvamda olması için mümkünse kendiniz yapın.
Kefir taneleri karnabahar görünümünde fakat lastik kıvamındadır. Kefir tanelerinin dışında kefiran denilen bir yapışkan bir zar(f) vardır. Yararlı bakteriler ve mantarlar kendi yaptıkları bu zarın içinde yaşarlar
Kefir taneleriniz büyük ise bunu kesmeyin, aksi halde kefiran metalden zarar görebilir. En iyisi hafifçe elinizle sıkmadan ayırmaktır.
Kuru kefir taneleri birkaç mayalamadan sonra yok olabilir. Ama ıslak maya eğer iyi bakılırsa sonsuza kadar sağlıklı kalır (şimdiye kadar nasıl geldi!) Kefir tanelerini sıkmayın, metal değdirmeyin, temiz tutun. Uzun süre kullanmayacaksanız soğuk bir yerde (tercihan buzdolabında) tutun. Daha uzun süre saklamak isteyenler derin dondurucuya koyabilirler.
Mayanın miktarı ne kadar fazla ve mayalama süresi ne kadar uzunsa kefir taneleri de o kadar büyük olur. Fakat belli bir noktadan sonra üreme yavaşlar. Tane ve su ayrılırsa tekrar ekilirse taneler daha çabuk büyür.
Bu genellikle oda sıcaklığında 24 saat içinde gerçekleşir. Kefir tanelerine kürdan sokun. Ayakta duruyorsa kefir mayalanmıştır. Mayaladığınız kefirde taneler (yukarıda) ile peyniraltı Suyu  (whey) (aşağıda) arasındaki sınır keskinleşmişse kefir olmuştur.
Kefiriniz tatlı ise ve ekşi seviyorsanız mayalanma süresini 48 Saate kadar uzatın. Kefir ekşidikçe faydası artar. Ayrıca alkol miktarı da artar. Tatlı kefir istiyorsanız mayalanma süresin 24 saaten fazla uzatmayın ve kefiri buzdolabında saklayın. Kefirinizin daha katı olmasın istiyorsanız ayırdığınız kefir ayranını birkaç saat buzdolabında tutun.
Eğer bir süre kefir yapmayacaksanız, mayayı buzdolabının rafına koyun. Böylece kefirin üremesi yavaşlayacaktır. Birkaç gün bu şekilde fazla değişmeden durabilir. Eğer daha uzun süre tutmak istiyorsanız, kefir tanelerini örtecek kadar kaba süt koyun ve kabı dondurucuya koyun. Böylelikle birkaç hafta süre ile kefir aşırı bir üreme göstermez.
En tercih edileni Eski ve Orta Asya Türklerinin yaptığı gibi çiğ keçi sütüdür. Diğer hayvanların sütü de olabilir. Yemlenen değil otlayan hayvanların sütünü tercih edin. Market sütleri iyi bir tercih değildir. Bunlar içinden günlük şişe sütlerini tercih edin. Kutu sütlerini tercih etmeyin (zaten bazıları da mayalanmıyor).
Ne kadar yoğurt yiyorsanız o kadar. Önce bir çay bardağı için sonra miktar gittikçe arttırın. Genellikle 250-1000 mL kadar tüketilmektedir. Müzmin hastalığı olan kişilerin en az bir litre kadar kullanması tavsiye edilmektedir.
Kefir Sıcak yemeklerin üzerine eklenebilir ve hatta pişirilebilir de. Kefirden maksimal etkiyi sağlayabilmek istiyorsanız ısıya maruz bırakmayın. Çünkü bu içindeki faydalı mikropları öldürecektir.
Evet yapılabilir. Fakat verilen Sıvının içinde kefir mikroplarının hayatiyetini sürdürebileceği herhangi bir şeker bulunmalıdır. Meyve suyu ya da şekerli su ile yapılan Kefire su kefiri denmektedir. Bu kefirlerin mayalanması genellikle daha uzun sürmektedir.
Her ikisi de sütün Fermantasyonu sonucu elde edilir. Görünüş olarak birbirlerine çok benzerler Yoğurt prebiyotiktir yani probiyotiklerin üremesini artarır. Kefir probiyotiktir. Yani kendisi yararlı mikroorganizmadır.
Yoğurtta mikroorganizma olarak sadece bifidobakterler ve laktobasiller bulunur (market Yoğurdu ise onlar da yok !!). Kefirde ise bunlara ilaveten Lactobacillus Caucasus, Leuconostoc, asetobacter ve streptokok gibi bakteriler ile Saccharomyces kefir and Torula kefir gibi mantarlar bulunur. Sonuç olarak evde yapılan yoğurt sağlığınız için çok iyidir kefir ise ondan da iyidir.
Kefir tümör oluşumunu engellemekte ya da var olanın ilerlemesini azaltmaktadır.
Kefir içindeki mikroorganizmalar bol miktarda Vitaminler (K vit, B1 vitamini, pan-totenik Asit niasin, folik asit B12, ve biyotin) sentezi yaparlar. Kefir mikroorganizmalarının ürettiği biyotin diğer B kompleks Vitaminlerin emilimini de artırır.
Mikrobik enfeksiyonlara karşı direnci arttırır, Serinletici aromasıyla kronik yorgunluğu giderir, Stres  azaltır, sakinleştirir ve kolesterolü düşürür, Sinir sistemini güçlendirir, Uykusuzluğu ve sinirsel depresyonu ortadan kaldırır, Damar sertliğini ve kas kasılmalarını önler, Yüksek tansiyonu düzenler ve dengeler, Kan bozukluklarını giderir ve kanı temizler, Karaciğer rahatsızlıklarını iyileştirir, Cildi güzelleştirir ve parlaklık verir, Egzema ve benzeri deri hastalıklarına iyi gelir, Yara ve yanıkların hızla iyileşmesini sağlar, İdrar yolu iltihaplarını tedavi eder, Mide ve bağırsak rahatsızlıklarına iyi gelir, Safra kesesi ve böbrek hastalıklarına iyi gelir, Sindirim sistemini mükemmel şekilde düzenler, Sağlıklı diyet için önemlidir, kilo almayı önler.
Bebeklikden ergenliğe kadar; kemiklerin ve dişlerin oluşumu ile sağlıklı dokuların ve kasların gelişimini olumlu etkiler. Vücudun gelişmesi için gerekli olan vitamin, mineral ve protein desteğini sağlar. Bağışıklık sistemini güçlendirdiği için mikrobik enfeksiyonlara karşı direnci arttırır. Aşırı çikolata, şeker ve sakız tüketen çocukların sağlık risklerini azaltır. Diş çürüklerini önler. Şekerin özümlenmesini sağlar ve şekeri enerjiye dönüştürür. İştah açar ve beslenmeye güçlü destek oluşturur. Asabi hastalıklarda rahatlatıcı görevi görür. İshale ve kabızlığa karşı etkindir. Kansızlığı önler ve kan bozukluğunu giderir. Tırnakların sağlıklı kalmasını sağlar. Görme yeteneğini güçlendirir. Kesiklerin ve yaraların hızla iyileşmesini sağlar. Zekâ gelişimine önemli katkı ve zihinsel aktiflik sağlar. Astım ve Alerjiye karşı direnç oluşturur. Çocukların büyümesinde doğal koruma ve güvenli beslenme sağlayan nefis bir süt içeceğidir. Büyümeye güçlü destek sağlar. Boy uzamasına ve sağlıklı gelişime yardımcı olur. Ergenlik dönemine Pozitif etkinlik katar. Hormon dengesinin kuruluşuna yardımcı olur. İhtiyaç duyulan enerji için mükemmel destek verir. Zihinsel ve fiziksel gelişime benzersiz katkı sağlar. Beyin hücrelerini aktifleştirir ve beyinsel dinamizmi arttırır. Aşırı şişmanlamaya veya zayıflamaya karşı frenleyici görev üstlenir. Sindirim sistemini inşa eder ve tam beslenme sağlar. Sindirim esnasında protein sentezine olumlu yardım eder. Bağırsak florasını inşa eder. Böbrek fonksiyonlarını düzenler. Vitamin ve mineraller arasında işbirlikçi yapısıyla simbiotik çimento görevi görür. Cilt güzelliğine ve parlaklığına olumlu etkiler yapar. Ciltteki yağlanmayı ve kepeklenmeyi önler. Saçları kuvvetlendirir. İç ve dış kanamalarda kanamaları durdurmaya yardımcı olur. Yanıkların hızlı iyileşmesini sağlar. Dokuları tamir eder. Vücudun Sıvı dengesini optimum seviyede tutar. DNA sentezini ve yenilenmesini olumlu etkiler. Hücrelerin Oksijen almasında etkili görev üstlenir. Gençlik döneminin etkin, enerjik ve aktif bir dönem olmasında unutulmaz bir partnerdir. Gençlik ve dinçlik duygusunun sürekliliğini sağlar. Yorgunluk ve strese karşı koruyucu bir kalkandır. Cinsel fonksiyonların devamlılığında aktiflik kazandırır. Vücudun bütün organlarının uyumlu ve senkronize çalışmasını düzenler. Kanı temizler, klosterolü dengeler ve yüksek tansiyonu düşürür. Damar sertliğini ve Kalp krizi  riskini önler. Uykusuzluğu giderir. Spor yapanlar için enerji deposudur. Ferahlatıcı hoş kukusu ve benzersiz tadıyla rahatlık verir, dinlendirir ve gevşetir. Yemeklerde keyfinize keyif katar. Hazmı kolaylaştırır. Diyet yapanlar için en ideal içecektir. Kilo aldırmaz ve beslenme sentezi oluşturur. Kemoterapi tedavisi sürerken vücudun güçlü kalmasını ve beslenmenin devamlılığını sağlar. Kas kasılmalarını ve krampları önler. Selülitlere karşı etkindir. Yağ dokularını çözümleyici fonksiyon içerir. Sindirim sistemindeki trafiği düzenler. Birçok hastalığın oluşumunu ilk başlangıçtan itibaren hemen önler. Başta üreme hormonları östrojen, progesteron, testesteron olmak üzere kortizon, ensülin, trioid, serotonin ve adrenal hormonları üzerine olumlu etkiler yapar. Mide asitleri ile salgıların düzenli ve verimli üretilmesine katkıda bulunur. Alkol alanlar açısından kaybolan vitaminlerin geri alımında tam bir takviye sağlar. Zehirlenmelere karşı kanı temizler. Vücuda giren siyanürü etkisizleştirir. Saç dökülmesini azaltır. Doğum kontrol hapı ve idrar söktürücü ilaç alanlara yardımcı olur. Antibiyotik ilaçlar vücuttaki tüm Vitaminleri ve bakterileri öldürdüğünden; doğal savunma ve savaş ordularını kurarak doğal antibiyotik görevi üstlenir. Sinir sistemini sürekli reorganize ettiğinden çelik gibi güçlü yapı oluşturarak sakinlik ve rahatlık verir. Antioksidan özellikleri ile hücre yenilenmesine katkı sağlar. Menopoz dönemindeki riskleri azaltır. Aşırı yıpranmayı ve yaşlanmayı yavaşlatır. Damar sertliğini engeller. Uzun ve sağlıklı bir ömür trendine yönelik metabolizmanın mimarıdır. Kemiklerin ve kasların güçlü kalmasına destek sağlar. Osteoporoz ve Alzheimer hastalığına karşı direnç oluşturur. Prostat ve Bağırsak kanseri başta olmak üzere birçok kanseri önleyici etkisi olduğu bilinmektedir. Adale kasılmaları ile felce karşı etkindir. Ellerdeki titremeler ile bellek zayıflığını ve dikkat azalmasını önler. Kronik güçsüzlüğe karşı kuvveti arttırır. Sinir iltihaplarına bağlı olarak el ve ayaklardaki uyuşma ile karıncalanmaları azaltır. Görme zayıflığını ve Katarakt oluşumunu engeller. Serbest radikallerin, ağır metallerin ve zehirli Gazların vücuttaki olumsuz etkilerini azaltır. Kronik depresyona karşı olumlu iyileştirmeler yapar. Genç yaşlanmayı sistemize eder. Mutlu bir yaşlılık dönemi için vazgeçilmez doğal bir dosttur.

Kurşun, organizmaya genel olarak hava yoluyla (solunarak), daha az olarak de sindirim yoluyla (su ve gıdalar aracılığıyla) alınır. Cilt yoluyla emilim sınırlıdır.
Solunum yoluyla alınan kurşun akciğerlerden, sindirim yoluyla alınan kurşun mide sıvısında çözülerek ve mideden emilerek, cilt yoluyla emilen kurşun ise ciltaltı damarlar aracılığıyla kana karışır.
Kurşun, kan aracılığıyla karaciğer, böbrekler, akciğer, beyin, dalak, kalp ve kaslara ulaşır. Esas yerleşim yeri kemikler ve dişlerdir. Yetişkinlerde organizmadaki kurşunun yaklaşık % 94’ü diş ve kemiklerde bulunur. Kan aracılığıyla organizmada dolaşan kurşun, idrar, dışkı ve terlemeyle organizma dışına atılmaya çalışılır.
Kurşunun organizmadaki hedefi öncelikle sinir sistemidir. Kurşun etkilenimi sonucu;
- Parmaklar, el ve ayak bileklerinde güçsüzlük oluşur,
- Kan yapım sürecinin bozulması sonucu anemi (kansızlık) gelişir,
- Kan basıncında yükselme (hipertansiyon) oluşabilir,
- Hafıza kaybı ve konsantrasyon problemleri yaşanabilir,
- Yüksek düzeyde etkilenmede beyin ve böbrekler zarar görebilir,
- Yüksek düzeyde etkilenmede erkeklerde sperm yapımı zarar görebilir,
- Dişetlerinde çizgilenme (Burton çizgisi) görülebilir,
- Gebelerde bebeğin beyin gelişimine zarar verebilir.
Ani (akut) zehirlenme:
Kısa sürede yoğun kurşun etkilenimi sonucu ortaya çıkar. Salgılarda artış ve kusma, şiddetli karın ağrısı (barsak kolikleri), idrar çıkarmada zorluk oluşabilir. Ölümle sonuçlanabilir.
Yavaş (kronik) zehirlenme:
Cilt ve mukozalarda solukluk, genel yorgunluk ve bitkinlik, baş ve eklem ağrıları, iştahsızlık, mide-barsak bozuklukları, kabızlık. Anemi (kansızlık) bulguları ile birlikte kanda kurşun seviyesi yüksekliği ve idrarda hemoglobin sentezi bozulmasına bağlı delta amino levülinik asit ile koproporfirin tespit edilir.
Zehirlenme düzeyi arttıkça tabloya şiddetli karın ağrısı, bulantı, kusma, kabızlık, ciltte kurşuna özel gri-sarımsı solukluk, uç sinirlerde felçler (sıklıkla elde), şiddetli baş ağrısı ve huzursuzluk, dalgınlık, damar daralmaları sonucu organ yetmezlikleri (özellikle böbrek) eklenebilir.
Cıva; hava, su, gıdalar ve deri yoluyla vücuda girer. Su ve gıdalar ile alınan cıva mide ve incebarsaktan, solunum yoluyla alınan ise akciğerlerden kana karışır. Deri yoluyla emilim sınırlıdır. Gıdalarda ağırlıklı olarak methylmercury formu bulunur ve bu formun yaklaşık olarak % 95’i sindirim sisteminden emilir. Oda ısısında kolayca buharlaşan cıvanın solunum yoluyla etkilenimi de önem taşır.
Kana karışan cıva organizmada haftalar ve aylarca kalabilir, en fazla beyin ve böbrekleri etkiler ve bu organlarda birikir. Atılımı dışkı ve idrar yoluyla olur. Gebelerde bebek üzerine etkilidir ve inorganik cıva bileşikleri anne sütüne de geçer. Sinir sistemi cıvadan en fazla etkilenen yapıdır. Sinir sistemi etkilenimi ile beyin ve böbreklerde birikim sonucu ortaya çıkan bulgular:
- Davranış değişiklikleri (aşırı hassasiyet, korku ve sinirli davranışlar),
- El, kol, bacaklar ve başta titremeler,
- Hafızada bozulma ve his kaybı,
- Görme alanı daralması, işitme kaybı, konuşma bozukluğu,
- Kaslarda koordinasyon kaybı,
Böbreklerdeki birikim sonrası böbreğin kanı filtre etme fonksiyonu azalır ve bunun sonucu olarak da atılamayan cıvadan etkilenim daha da artar.
Cıvanın ani (akut) etkilenimi sonucu görülen bulgular ise:
- Mide-barsak bozukluğu bulguları,
- İdrar çıkartamamaya varan böbrek bozukluk bulguları,
- Soluk almada zorlanma (soluk borusu ve bronşlarda irritasyon),
- Kan basıncı ve kalp hızında artış,
- Deride kızarıklık ve gözlerde hassasiyet,
- Ağız ve dişetlerinde yara oluşumu, salya artışı, dişlerde dökülmeler.
Gebelikte ve emzirme döneminde etkilenme bebek üzerince ciddi zararlara yol açabilmektedir. Bebeğin zeka gelişimi olumsuz etkilenmekte, koordinasyon bozukluğu, görme kaybı, kas gücü azalması, konuşma bozukluğu gibi bulgular ortaya çıkabilmektedir.
Hayvan deneylerinde; bebek gelişimi ve sperm üretimi üzerinde olumsuz etkileri olduğu, erken doğum ve düşüklerde artışında neden olduğu gözlemlenmiştir
Cıva, çevrede doğal olarak bulunan bir elementtir. Metal formunda, cıva tuzu veya organik cıva bileşikleri halinde, bulunabilir.
Metalik cıva çeşitli ev eşyalarında; barometrede, termometrede ve floresan lambalarda, kullanılır. Bu aletlerde bulunan cıva kapalı bir şekilde haznelerinde bulunduğundan tehlikesizdir ve sağlık problemi yaratmaz. Fakat, termometre kırıldığında buharlaşan cıvanın solunmasıyla ciddi oranda cıvaya maruz kalınabilir. Bu durum; sinir, beyin ve böbrek zedelenmeleri, akciğer tahrişi, göz tahrişi, deri dökülmesi, kusma ve ishal gibi zararlı etkilere neden olabilir.
Cıva gıdalarda doğal olarak bulunmaz. Fakat, insanlar tarafından tüketilen balık gibi gıdalar yoluyla besin zinciri içerisinde kendilerine yer bulur ve yayılabilirler. Balıktaki cıva konsantrasyonu içinde yaşadığı suda bulunan cıva konsantrasyonundan daha fazladır. Tarlalardaki çevresel kirlenmeden dolayı et önemli miktarda cıva ihtiva edebilir. Bitkisel ürünlerde cıva bulunmaz, fakat tarımsal uygulamalar esnasında cıva içeren spreylerin kullanılmasıyla sebzelerden ve diğer ürünlerden insan vücuduna taşınabilir.
Cıvanın insanlar üzerinde birçok olumsuz etkisi vardır. Başlıca olumsuz etkileri şunlardır:
Sinir sistemi bozukluklarına sebep olur:
Beyin fonksiyonlarına zarar verir
DNA ve kromozomlara zarar verir
Alerjik reaksiyonlara, deri isiliklerine, yorgunluğa ve baş ağrısına yol açar
üreme ile ilgili negatif etkiler; spermlere zarar vermek, sakat doğumlar ve düşük doğum gibi.
Beyin fonksiyonlarının zarar görmesi, öğrenme bozukluğuna, kişilik değişikliklerine, titremeye, görünüm bozukluklarına, sağırlığa, kas koordinasyon kaybına ve hafıza kaybına yol açar. Kromozomların zarar görmesi ise mongolizme yol açar.
Gıdalara bağlı cıva zehirlenmesi çok nadir olmakla beraber, cıvadan kaynaklanan neredeyse tüm zehirlenmeler çevre kirliliğine bağlıdır.
Kadmiyum, gıdalar, içme suyu, hava, sigara ve çalışma ortamı havasıyla insan vücuduna girebilmektedir. Ciltten emilimi yoktur. Vücuda giren kadmiyum çok yavaş olarak böbrekler ve dışkı ile dışarıya atılır. Böbrekler ve karaciğer tarafından elemine edilmeye çalışılırken bu organlar ciddi biçimde zarar görürler. Ayrıca, su ve gıdalarla alınımında mide-barsak sistemi ile solunum sistemi ile alınan kadmiyum da akciğerlere zarar verir.
Sindirim yoluyla alınan kadmiyumun yaklaşık % 5’i, solunum yoluyla alınanın ise yaklaşık % 30’u organizmaya girerek kan dolaşımına karışır. Atlımı çok yavaş olduğu için organizmada birikir. Organizmada yarılanma süresi oldukça uzundur (15-20 yıl).
Solunum yoluyla ani ve çok miktarda alınması durumunda, burun, boğaz ve akciğer de tahrişe neden olur. Öksürük, yutma zorluğu, göğüs ağrısı, terleme, titreme, çarpıntı gibi bulgular sonrasında akciğer ödemi de gelişebilir. Solunum yoluyla yoğun miktar kadmiyum alınımı ölüme de neden olabilir.
Ağız yoluyla çok miktarda alındığında, bulantı, mide ağrısı, ishal, baş dönmesi, baş ağrısı, sindirim bozukluğu gibi bulgular sonrası baygınlık oluşabilir.
Uzun süreli ve yavaş etkilenim sonrası; aşırı yorgunluk, solunum yolu problemleri, soluma zorluğu, böbreklerde fonksiyon bozukluğu, sindirim sisteminde etkilenme ve karaciğer zararları ortaya çıkar. Böbreklerin kadmiyumla zarar görmesi sonrasında kemik kırıklarının kolaylaştığı görülmüştür.
Uluslararası kanser araştırmaları ajansı (IARC) ve EPA kadmiyumun insanlarda karsinojen olabileceğini belirtmişlerdir.
Hava, su ve gıdalar yoluyla alınan arsenik hızla organizmaya girer ve vücuda dağılır. Cilt yoluyla emilim ve etkilenim hızı diğer yollardan daha kısıtlıdır. Organizmada karaciğer tarafından zararsız organik forma dönüştürülmeye çalışılır, böbrekler aracılığıyla idrar yoluyla atılır. Diğer salgı sistemleri ve dışkıyla da daha az oranda atılırlar.
Arsenik bileşikleri öncelikle kılcal damarları etkiler ve dolaşım bozukluğu yaratırlar. Kemik iliği ve dokularda bozulmalara neden olur. Uzun dönemli etkilenim sonucu cilt kanseri oluşumuna yol açabilir.
Arsenik bileşikleri organizmada fazlaca birikmezler ve genellikle yarılanma süreleri 2 gündür. Karaciğer, böbrekler, kemikler, cilt ve tırnaklar depolanma alanlarıdır.
Akut (ani) etkilenimle oluşan sağlık sorunları: Solunum yoluyla yoğun etkilenim sonucu oluşur. Kramplı öksürük nöbeti yanında solunum güçlüğü, göğüs ağrısı, mide-barsak bozukluğu ve sinir sistemi etkileri oluşur. Kusma, ishal, mide krampı, baş ağrısı, dalgınlık, titreme ve bilinç kaybı gelişebilir. Ciltten giriş yerinde kızarıklık, yara ve hassasiyet oluşur. Göz, burun, yutak, boğazda hassasiyet yaratır. Burun septumunda (orta bölme) delinmeye neden olabilir.
Kronik (uzun erimli) etkilenimle oluşan sağlık sorunları:
- Cilt reaksiyonları, ciltte kalınlaşma ve renk koyulaşması (pigmentasyon), saç dökülmesi ve tırnaklarda kolay kırılmalar görülür. Ciltte lekeleri bulunan kişilerde bu reaksiyonlara bağlı kanser oluşumunu kolaylaştırır.
- Kemik iliği etkilenimi sonucu kansızlık (anemi),
- Kalp ritim bozukluğu,
- Kılcal damar etkilenimi sonucu dolaşım bozukluğu ve cilt renginde bozulma ve gangrenli dolaşım bozukluğu yaraları,
- Sarılık ile seyredebilen karaciğer ve böbrek fonksiyon bozukluğu,
- Gözde konjunktiva ve kornea hastalıkları,
- Ağır bronşit,
- Arsenik az miktarda da olsa anne sütüne geçebilmektedir.
- Cilt, karaciğer, mesane, böbrek, prostat, akciğer ve solunum yolu kanserleri oluşumunda rol oynamaktadır. IARC (Uluslar arası kanser araştırmaları ajansı) tarafından arsenik, insanlar için kanserojen olarak belirtilmiştir. EPA (Çevre koruma ajansı) da bilinen insan karsinojeni olarak tanımlamıştır.
Solunum yoluyla organizmaya giren krom partikülleri akciğerde önce birikir. Burada depolanan krom partikülleri zaman içinde ve yavaşça dolaşım sistemine geçer ve vücuda dağılır. Böbreklerden süzülen krom idrar yoluyla organizmadan uzaklaştırılır. Gıdalar ve su ile sindirim sistemi aracılığıyla alınan kromun büyük kısmı birkaç gün içinde dışkıyla atılır. Bu yoldan alınan kromun çok az kısmı ince barsaktan emilerek kana karışır. Gıdalarla alınan III değerli krom, ince barsak ve mideden dolaşıma katılır ve organizmanın fonksiyonlarında (şeker, yağ ve protein metabolizmasında) işlev görür. Cilt yoluyla emilim de sınırlıdır.
Kromun organizmada neden olabildiği etkileri;
- Krom, kuvvetli oksidan etkisi nedeniyle hücreleri parçalayabilir ve zarara uğratabilir.
- VI değerli krom bileşikleri III değerli krom bileşiklerinden çok daha toksiktir ve bunlar ciltte hassasiyet yaratır, ciltte alerjik reaksiyon oluşturabilir veya yaraların oluşumuna yol açabilir.
- Akciğerde biriken krom, bronş kanserine neden olabilir. Sigara içenlerde bu etki artabilir. Krom ve bileşikleriyle uzun süre çalışanlarda akciğer kanseri oranı, diğer toplum kesimi ile karşılaştırıldığında 100- 1.000 kez daha fazla olduğu saptanmıştır.
- Yüksek miktarda (2 mikrogram/m3’den fazla) krom solunması durumunda solunum yolu ve özellikle burunda yaralara kadar varan hassasiyet ve rahatsızlık yaratarak burun orta duvarında (septum) delinmeye neden olabilir.
- Çalışma ortamı havasında yüksek miktarda krom bulunursa, alerjik akciğer hastalıkları ve astma ataklarına neden olabilir.
- Sindirim yoluyla yüksek miktarda (kazayla) krom VI alınması, mide ülseri, böbrekler ve karaciğerde fonksiyon bozulması ve ölüme neden olabilir.
Kromun akut (ani) etkilenimiyle oluşan sağlık sorunları:
• Gözde konjunktivit ve kornea zararları,
• Ciltte alerjik reaksiyon ve zor iyileşen yaralar,
• Sindirim yoluyla alınma sonrasında ağızda, midede ağrı ve yaralar, yutma güçlüğü, kusma ve kanlı ishal,
• Solunum yoluyla yoğun alınım sonrası burun, üst solunum yolları ve akciğerde tahriş,
• Sindirim yoluyla yoğun miktarda alınması sonrası dolaşım bozukluğu, kramplar, bilinç kaybı, böbrek yetmezliği, koma ve ölüm oluşabilir.
Bilimsel deliller, havada bulunan ağır metal bileşenlerinin insanlar için genotoksik kanserojen kaynağı olduğunu gösteriyor.
Stronsiyum (Sr)
Suda çözünmeyen stronsiyum bileşikleri kimyasal reaksiyonlar sonucunda suda çözünür hale gelebilirler. Suda çözünen bileşikler çözünmeyenlere göre insan sağlığını daha fazla tehdit eder. Bu sebeple, suda çözünen stronsiyum bileşikleri suyu kirletebilecek özelliğe sahiptirler. Fakat, içme suyundaki konsantrasyonları çok düşüktür.
İnsanlar, hava ve toz soluyarak, gıda ve içecek tüketerek yada stronsiyum içeren toprakla temas ederek düşük miktarlarda radyoaktif stronsiyuma maruz kalabilirler. İnsanlar çoğunlukla stronsiyumu yeme ve içme yoluyla alırlar.
Gıdalardaki stronsiyum konsantrasyonu stronsiyumun insan vücudundaki konsantrasyonunu etkiler. Tahıllar, yapraklı sebzeler ve süt ürünleri önemli miktarda stronsiyum içeren gıda maddeleridir.
İnsanların birçoğu için stronsiyum alımı orta derecededir. Az miktarda bile insan sağlığına zararı olduğu düşünülen tek stronsiyum bileşiği stronsiyum kromattır. Stronsiyum kromatın akciğer kanserine yol açtığı bilinmektedir. Fakat insanların stronsiyum kromata maruz kalma riski şirketlerdeki güvenlik önlemleri sayesinde büyük ölçüde azaltılmıştır. Böylece stronsiyum kromat artık önemli bir sağlık riski taşımamaktadır.
Genellikle yüksek stronsiyum konsantrasyonlarının alımı insan sağlığı için büyük bir tehlike olarak görülmemektedir. Sadece bir kişinin stronsiyuma alerjik reaksiyon gösterdiği belirlenmiş, bunun haricinde tespit edilen bir vaka olmamıştır. Çocuklarda, yüksek oranda stronsiyum alımı sağlık için riskli olabilir, kemik gelişimi ile ilgili problemlere sebep olabilir.
Stronsiyum tuzlarının deri döküntülerine ve cilt ile ilgili diğer problemlere sebep olduğuna rastlanmamıştır. Çok yüksek miktarlardaki stronsiyum alımı kemik gelişimini olumsuz etkileyebilir. Fakat bu etki, stronsiyum alımı kg (vücut ağırlığı) için gram seviyelerinde olursa görülür. Gıdalarda ve içme suyundaki stronsiyum seviyeleri belirtilen sorunlara sebep olacak kadar yüksek değildir.
Çevre kirliliği nedeniyle süt ve ürünlerine arsenik, cıva, kadmiyum ve kurşun gibi ağır metallerin bulaştığı, bu maddelerin vücutta birikmeye başlamalarıyla birçok ciddi hastalığa yol açabildikleri iddia edildi.
Konya İl Kontrol Laboratuvarı Kalıntı Laboratuvar Şefi ziraat yüksek mühendisi Ömer Osman Kılıç, yaptığı açıklamada, günümüzün en büyük sorunlarından birisinin teknolojiye paralel olarak artan ve yaşamı olumsuz etkileyen çevre kirliliği olduğunu belirtti.
Kirlenen çevre nedeniyle miktarları giderek artan ve önemli kirleticilerden biri olan ağır metallerin çevrede bulaşıcı kaynaklar haline geldiğini vurgulayan Kılıç, gıda maddelerine bulaşan ağır metallerin gıda zinciri yoluyla insan vücuduna ulaştığını bildirdi.
Ağır metallerin bulunduğu gıdaların tüketilmesi durumunda içindeki metal miktarına bağlı olarak ani ölümlerin görülebildiği sağlık sorunlarının ortaya çıkabileceğini dile getiren Kılıç, şunları kaydetti:
''Ağır metaller konusunda dikkat edilmesi gereken gıdalardan biri de beslenme açısından büyük önem taşıyan sütlerdir. Ağır metaller süt ve süt ürünlerine su, hava, yem ve üretim aşamasında kullanılan ekipmanlar yoluyla bulaşabiliyor. Arsenik, cıva, kadmiyum, bakır, nikel, kurşun gibi ağır metallerin birikimleri ve yüksek dozda alınmaları durumunda vücutta tehlikeli biyokimsayal yıkımlara neden olurlar. Bu metaller özellikle merkezi sinir sistemi, karaciğer, böbrek, dalak ve dolaşım sistemini olumsuz etkiler.''
Vücutta birikmeye başlamalarıyla birlikte ağır metallerin sinir sistemi bozuklukları, baş dönmeleri, iştahsızlık, kalp ve damar hastalıkları, kanser, anemi, ani ölümler ve tanımlanmamış birçok hastalığa yol açabildiklerini belirten Kılıç, ağır metallerin sütlere gübre, kanalizasyon atıkları, egzoz atıkları ile yeşil alanlardan geçebildiğini bildirdi.
Dünya Sağlık Örgütü'nün süt ve ürünlerindeki ağır metaller üzerinde hassas olduğunu ve bu konuda araştırmalar yapıldığını vurgulayan Kılıç, şöyle devam etti:
''Türkiye'de yapılan araştırmalarda özellikle endüstriyel bölgelerde yapılan çalışmalarda kritik değerlerin üzerinde ağır metal içeren süt ve ürünlerine rastlanmıştır. Konya'daki laboratuvarda yaptığımız araştırmalarda da ağır metalin bulaştığı, limitlerin üzerinde miktarların bulunduğu süt ve ürünlerine rastladık. Bu metallerin gıdalardan uzaklaştırılması ve temizlenmesi son derece zor ve masraflıdır.''


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar