“KENDİNİ TANI” - İ. Haluk KAYNAK
Nefis maddî yapımızın
devamı için gerekli istek ve arzulardır. Nefis maddî güçtür. Maddenin devamı
ve neslin idamesi için çalışır. Nefis yine maddî güç olan akıl ile çalışır.
Şöyle: insanın maddî yapısı biyolojiktir. Milyonlarca hücrenin bir araya
gelmesinden ibarettir. Tek bir hücre canlıdır. Havaya, suya, muayyen bir
hararete ihtiyacı vardır. Kan damarları ile beslenir, sinirlerle emir alır
verir. Devamlı hareket halindedir. Gelişir, çoğalır, her canlı gibi ölür,
devamlı yenilenir. Her hücre, bulunduğu hücrenin vazifelerini yaparlar. Beyin
kumanda merkezleridir. İstek ve arzular oraya duyurulur. Yaşama arzusu, sevgi
ve huzurda olma isteği onlarında kaderidir. Bulundukları ortama uymasını
bilirler. Hepsinde canlılığı temin eden de ruhtur. Hastalıklarımız onların
hastalığıdır. İhtiyaçlarımız onların ihtiyaçlarıdır. Meselâ, canımız su istese,
o istiyordur, onun suya ihtiyacı vardır. Aldığımız bütün gıdalardan onlar
yarayanını alırlar. Organlarımızın rahat çalışması, bizim sıhhatimizin iyilik
belirtisidir. Aksamalar yine bizim hata ve dikkatsizliğimizden meydana
gelmektedir. Onların da istirahata ihtiyaçları vardır. Devamlı çalışmak
onlarıda yorar, eskitir. Nefis dediğimiz işte bu maddî biyolojik yapıyı akıl
daima yönetir. Hayat boyu daima onun istek ve arzularına boyun eğer. Bu
istekler, canlıya verilmiş yaşama arzusundan doğar. Nefse devamlı uyan akıl,
egoist, maddeci, şehvetperest olur. Yani insanın hayvani tarafı gelişir.
Nefis yalnız kendisini
düşürür, akla da devamlı bu telkini yapar. Akıl, Nefsin ayakta durmasıyla
kaimdir. Nefsin ölümü, aklın sonudur. Akıl bunu bilir, ona devamlı taviz verir,
fakat ahlâkta değişir. Aklın başkasını düşünebilmesi, fedakârlıkta bulunması
Nefse ters düşer. Cimri adamın aklı nefsinin devamlı kontrolü altındadır.
Nefis de terbiye edilir. İstekler akıl ve irade ile kontrol altına alınır.
Hareketler ölçülü ve sınırlı olur. Acılar bastırılır, istekler başka yöne
çevrilebilir. Oruç gayet güzel bir Nefis terbiyesidir. Nefsi aklın kontrolü
altına vermektir ki, insana hayvan olmadığını hatırlatmaktadır. Akıl nefsi
kontrol altına almakta, kendisi de imanın kontrolü altına girmektedir. İşte insanlık
burada başlar, tekâmül burada başlar.
İnsan yaşaması için çok
şeyin lüzum olmadığını, bu anda anlar. Yemek için yaşanmayacağını, çok servetin
lüzumlu olmadığını burada anlar. Netice, insan olmanın bilincine varır. Nefisi
için yaşayanlar insanlıktan uzaktır.
Gayeleri ölmeyecekmiş gibi çalışmak, dünyada varlık içinde yaşamak, yemek, içmek, şahsının ve
neslinin bekasım sağlamak, kabil olursa, onların da çalışmadan rahat
yeme içmelerim sağlayacak ortamı yaratmak, yani servet ve para bırakabilmek.
Ne yazık ki çağımızda
iyi insan olarak gösterilen, revaçta olanlar bunlar. Hâlbuki dünyaya insan
olarak gelmek, nefsin esiri olmak demek değildir. İnsanın bir de insanlık
tarafı vardır. Komşuluklar, dostluklar, yardımlaşmalar, fedakârlıklar, tevazu,
hoşgörü, iyilikler, ziyaretler, başkalarının sevinç ve kederlerine iştirak,
sevgiler bu gibi ulvi hisler Nefisten gelemez. İnsanın insan doğması kâfi
değildir. Hareketleri onun insan olduğunu kanıtlamalıdır.
Nefis her canlının
yaşaması için şarttır. Hayvan nefsi ile yaşar. Küçük bir aklı da vardır, onu
idare eder. Avım yakalamak için koşacak, gizlenecek, yani kendine göre
çalışacaktır. Onu parçalayacak, yiyecek, bir kısmını eşine ve yavrularına
yedirecektir. Yaşamak için bu gereklidir. Bunu yapar. Şahsın bekasını ve
neslini idame ettirir. İnsan Nefsi için ne yapar. Aklı ile çalışır. Hayvanın
arkasından koşmaz. Hayvanı yani avını ehlileştirir. Çoğaltır, kasaptan gider
kesilmiş, temizlenmiş olarak alır, yer, kamını doyurur, çocuklarına yedirir.
Demek isterim ki, Nefis
her iki canlıda da aynıdır, aynı gaye peşindedir. Yaşamak arzusu, ölmemek için
yemek, sevgi, yavrusunu, eşini himaye, şahsın ve neslin devamını sağlama.
Peki, insanı hayvandan
ayıran ne olacaktır?
Nefis ile müşterek tarafları
şüphesiz ki, akıl olacaktır. Nefsin kontrolü altında olan akıl da insanı insan
etmez. İmanın kontrolü altında olan akıl, Nefsi de kontrol altına alır, insanı
insan eder.
Nefis terbiye edilir.
Cinsi arzulara gem vurulur. Bütün dava, aklı iyi ve doğru yola sokmaktır. Doğru
yol İman yoludur. İman yolu da Allah yoludur. Nefsi, maddî gücümüzü tamdık.
Aklın bu iki güç arasındaki önemli yerini de gördük.
Bu üç unsuru kısaca
özetlersek insanın karakteri ortaya çıkacaktır. Nefis aklı kontrol altına
alırsa, insan dünya varlığına, maddeye önem verecek, yaşamak için ne gerekli
ise onu yapacak. Bencil, gururlu, kibirli, azametli, mütehakkim, ben bilirim
iddiasında, kendini beğenmiş, cebi zengin bir tip ortaya çıkacaktır.
İman aklı kontrol
altına alırsa mütevazi, yardımsever, fedakâr, başkalarını seven ve kırmaktan
korkan, kalbi zengin bir tip ortaya çıkacaktır. Birinin yolu dünya yolu, fena
ahlâk. Diğerinin yolu Allah yolu, iyi ahlâk. Akıl imandan gelen sesi dinlerse vicdanının
sesini duyar. Akıl Nefisten gelen sesi duyarsa, Şeytanın sesini duyar. İyi ve
fenanın tarifi de budur. Hiç kimse devamlı iyi ve devamlı fena olamaz. Fena,
başkalarına fena olabilir, kendine iyidir. İyi, başkalarına iyi ise kendisine
de iyidir. İyi doğru yoldadır. Bir terazi düşünelim, ortada akıl, bir kefe
iman, diğeri Nefis, Akıl ne tarafa giderse o taraf ağır basacak, iyi ve fena
arasında, iyi ahlâk, fena ahlâk, vicdan sesi, şeytan sesi, ahiret yolu, dünya
yolu; Allah Teâlâ’yı tanıma veya tanıyamama, tekâmül edebilme veya edememe,
ulvi hisler, hayvani hisler..
İşte bunları
araştırmak, bulmak, aklın yerini, önemini tayin etmek insanın kendisini
tanımasıdır.
Akıl, iman ve nefsi
gördükten sonra bunlarda, her üçünde de mevcut olan bir unsur var. Oda
Sevgidir. Sevginin imandaki, akıldaki nefisteki rolü nedir, nereden gelir,
sevgi nedir?
Sh: 19-20
Din akıldır. Din
ilimdir. Din dünya içindir. Din Allah tarafından gönderilmiş, insanlar
tarafından kabul edilmiştir, insanları yanlış yola sevk eden din yoktur. Dinler
de, Dünyada her şey gibi tekâmüle tabidir.
Din yaratıcıyı tanımak,
onun istediği gibi olmayı öğütler. Bütün dinler mukaddes, Allah Teâlâ
tarafından gönderilmiş, dört kitap da mükemmeldir. Dini akıl bulur ve kabul
eder. Akılsızın dini olmaz. Din iman işidir. İmanın kontrolü altındaki akıl
inanç sahibi olursa, din bulunur. İnançsız din olmaz. İnanç ise imandadır. Şu
veya bu dinden olmak insanların iradeleriyle değildir. Hangi ana babadan,
hangi dinden gönderilmişlerse o dini kabul ederler. Dini inançlar köklüdür,
Cemiyetin malıdır. Kolay değiştirilemezler.
Dinler insanları bir
arada tutar, toplumları oluşturur, insanları iyi ahlâklı olmaya çağırır. Zaten
insanın imanında bu vardır. İman aklı kontrol altına alırsa iyi ahlâk, inanç ve
din doğar. Her şeyde olduğu gibi Din de sevgi ile gelişir. Sevgi doğuştan,
maddî ve manevî yapımızda vardır. Din dışta değil içtedir, akıldadır, aklın
kabulü iledir. Allah Teâlâ’yı akıl nasıl kabul eder ve düşünürse öyledir. Allah
Teâlâ aklın tekâmülü ile tanınacağına göre ve her aklın da tekâmülü başka
olduğuna göre, düşüncelerde, tariflerde başka başka olaraktır. Bu tariflerin,
düşüncelerin hepsi de doğrudur. Çünkü Allah her şeydir, her şeyde vardır.
Din Allaha yöneliştir.
Bu yöneliş iman ve inanç yolu ile olur. Akıl yolu ile din ilimdir. Din Allah
Teâlâ’yı tanımak ve sevmek, her isteği ondan dilemek, onun yap dediğini
yapmak, yapma dediğini yapmamaktır.
Allah sevgisi dindir.
Bütün dinlerin anlatmak istedikleri de budur. Allah Teâlâ’yı seven, ve ona
yöneliktir. Allah Teâlâ’ya yönelik olan iman ve inanç sahibidir. Tabii olarak
her şeyi ondan bilecek, her şeyi ondan isteyecektir. Onun yap dediğini yapmak,
yapma dediğini yapmamak İbadettir.
İbadetler her dinde
başka başka şekillerde olduğu gibi, ayni dinde dahi çeşitli şekiller de
olmaktadır.
İbadetler niçin
yapılır?
Yaratıcıyı
düşündüğümüzü, sevdiğimizi göstermek için. İbadeti gösterilen, öğretilen
şekilde yapmayan, yapamayan, başka türlü yapan veya hiç yapmayan dinsiz
değildir, Allah Teâlâ’nın sevgisinden mahrum değildir, Allah Teâlâ’yı sevmiyor
da değildir.
Müslümanlıkta beş şart
vardır. Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekât vermek, Hacca gitmek, Kelimeyi Şehadet
getirmek. Gerçi bunların hepsinin ayrı ayrı mükâfatları vardır. Bu beş şartı
yerine getiren de, birini mesela, kelimeyi Şehadet getiren de Müslümandır.
Bütün dinlerin esası Allah Teâlâ’yı tanımak ve sevmektir. Allah Teâlâ bütün
kâinatı ve içerisindeki insanı sevgi ile varetmiştir. O, bu varlık içerisinde
eserini sever. Dinlidir, dinsizdir, Hristiyan’dır, Müslümandır diye de tefrik
etmez. Tefrik etse idi böyle yaratmaz, herkesi bir dinin sahibi ederdi. Dinler
de tekâmüle tabidir. Akıl tekâmül ettikçe en mütekâmilini arayıp bulacaktır.
Aklın tekâmülü ile ilim, din değil, Allah Teâlâ dahi hissedilip bulunacaktır.
Bu tekâmül sonsuzdur. Bu devrin aklı artık Puta, Ateşe, Güneşe tapmıyor, Tek
Tanrıya inanmıştır. Her şeyi O'nun yaptığını ve ondan olduğunu bilir. Netice
Ona bağlıdır, O’nu sever. Bu sevgi de Ondan gelir, O'nun bizi sevmesindendir.
Doğuşta bu sevgi ile doğarız. Bu ruhumuzda mevcuttur. O sevgi, yalnız
imamınızda değil, aklımızda ve Nefsimizde de vardır. O sevgi ile Dünyada her
şeyi severiz.
Maddî sevgilerimizin
güç ve kaynağı, ruhumuzdaki Onun bize verdiği manevî sevgiden gelir. Bunu
düşünebilmek, neyi ve kimi niçin sevebildiğimizi ayırdedebilmek, bunun
kaynağını bulmak tekâmüldür. işte bu tekâmül nispetinde o kaynakta O’nu
bulacağız.
O, Allah’tır. Allah
Teâlâ’nın bizlere lûtfudur, sevgisidir, işte o sevgiyi Ona yönelterek, O'nu severek
O’na varacağız. Allah sevgidir, O'na sevgi ile varılır. Dinler de O’nu
düşünmeyi, O’nu sevmeyi bize öğretir, ibadethaneler O’na sevgimizi
gösterdiğimiz yerlerdir. Ben seni seviyorum, demek ve göstermek de kâfi
değildir. Aklın bunu kabulü, imanla birleşmesi, Onu içten duyması şarttır.
Her Din sahibi hatta dinsiz, kendi aklına göre, tekâmülüne göre O’nu bulacak
tekâmül edecektir. Her dinin yolu Allah yoludur.
Din Dünya için, akıl
içindir. Din insanın içerisindedir, İlimdir, İlim yardımcısıdır. Aklın ilim
yolu ile dini tekâmül edebilmesi için İmanla birleşmesi lâzımdır. Çünkü İnanç
olmazsa Din olamaz, ilim olarak kalır. İnanç İmandadır. İnanç teslimiyettir,
Kabuldür. Her Din, Allaha sevgi ve inancın sembolüdür. Her insan, cinsi, ırkı,
rengi, düşüncesi ne olursa olsun birdir, Allah Teâlâ’nın kuludur, aynı
yaratıcıya tapar.
Bütün dinler,
İnsanoğluna O’na yönelik, O’nun için iyi olmayı, doğru yolda olmayı, bütün
yaratılanları sevmeyi, her şeyi ondan istemeyi, bir- birlerimize faydalı olmayı
gösterir, öğretir ve ister. İnsana bu alışkanlığı kazandırmaya çalışır.
Şu muhakkak ki,
İnsanoğlu tekâmülü nispetinde, O’ndan aldığı güçle sevgi ile O'nu anlayabilir
ve tanır. Bu gün tanıyamazsa, yarın tanır, Gençlikte tanıyamazsa ihtiyarlıkta
tanır. Bu dünyada tanıyamazsa öbür dünyada tanır. Fakat mutlak tanır.
Dünyaya gelişin gayesi,
bir vazife, bir tekâmül geçirmedir. Gönderen de büyük yaratıcı olduğuna göre,
O'nu dünyada tanımak ve sevmek gerek. Bunu bu Dünyada yapmazsak, O'nu kendi
içimizde duyamazsak tekâmül edemez, vazifemizi de yapamayız. Tekâmül de
O’nunladır. O vardır, Tekâmül de vardır. Onsuz tekâmül olmaz.
Dünya bilgisi tahsili
bizi yükseltir, bize maddî menfaat da sağlar. Menfaatler da hudutsuzdur.
İstekler bitmez, huzursuzluklar da artar. Bilelim ki huzur, O’nu sevmededir.
O’nu seven O’na yönelik yaptığı işlerde sevgi ile O’nun içindir. Tekâmül
başlamıştır, huzur başlamıştır İmanın kontrolü altındaki aklın, sevgi ve inanç
ile yaptığı ibadet İnsanoğluna Allah Teâlâ yolunda düşünebilme yeteneğini
kazandıracaktır.
Ne düşünecek? Allah
Teâlâ’yı, onun büyüklüğünü, onun bizlere lûtfunu, onun istediklerini, onun
rızasını, sevgisini daha çok kazanmayı düşünecektir. O’nun sevgisine layık,
O’nun istediği gibi olmayı düşünecektir. İçimizdeki O’na karşı olan sevgi, inanç
bizi düşündürür. Bu düşünce bizi bir şeyler yapmaya sevkeder. Hiç olmazsa Hamd
ve Şükür ihtiyacı hissettirir. İşte bu Dindir.
Haddizatında insanoğlu
bu büyük varlığa sevgisini nasıl göstereceğini bilemez, aciz içerisindedir.
İşte İbadetler bu
sevginin, bu inancın, bu düşüncenin neticesidir. Çeşitli dinler olduğu gibi,
çeşitli ibadet şekilleri de vardır.
Sh: 33-35
Kaynak: İ. Haluk KAYNAK, Kendini Tanı, 1976, Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar