KENDİSİ OLAMAYAN İNSAN Berberi İçin Yalnızca Bir Kelledir
İnsan insanın kurdu mudur?
Çobana gereksinim duyan kuzu mudur?
İnsan doğuştan saldırgan mıdır yoksa doğası
sevgi midir?
Sevgi dolu bir insan bazı şartlar altında
katil bile olabiliyorsa (örneğin, çocuğunu öldürmeye çalışan birini öldüren
anne).
Bu, insan gerçeğini uç noktalardaki tariflerde
ve deneyimlerde bulamayız, demek oluyor.
İnsan, hümanistik psikolojinin babası Amerikan
Psikoloji Derneği Başkanı Abraham Maslow'un dediği gibi, "kendini gerçekleştirmek" isteyen bir varlıktır.
Kendini gerçekleştirmek ancak özgürlük içinde olabilir. Kişinin özgürlüğü ise
her durumda kendisini olduğu gibi ifade edebilmesiyle mümkündür.
Kendini olduğu gibi ifade etmekten korkan
insan ise uçlara yönelir. Ya aşırı katı ve saldırgan olur ya aşırı yumuşak ve
pasif. Ya suçlu hep başkalarıdır ya da hep kendisidir. Seçimlerinde insan
kendisini de başkalarını da nesneleştirir. Nesneler kullanılmak içindir. O
zaman Manipülasyon, insanları kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda
kullanma yöntemlerinin adıdır, diyoruz.
Kendini gerçekleştiren kişi insanları sever,
nesneleri kullanır ama aynı zamanda nesnelere saygı da duyar. Manipülatör,
nesneleri sever, insanları kullanır ve onları nesneleştirir.
Kendini gerçekleştiren kişi yeri geldiğinde
kızar, sever, etkin olur, yumuşak olur, "kötü insan" olur, "iyi
insan" olur; ama hep kendisi olur. Manipülatör ise, her insanın doğasında
bulunan duygulardan ya da davranış biçimlerinden bazılarını ağırlıklı olarak
kullanır. Kendini ifade etmek yerine bu duygular ve davranışlar onun için
yöntem haline gelmiştir.
Satın almayı
düşünmediğimiz bir arabayı bize satmaya çalışan oto galerisi sahibi veya
oğlunun kariyerini düşünerek onun gideceği okulu dikkatli bir şekilde seçmeye
çalışan sorumluluk sahibi baba bir manipülatördür.
Kendisine ait hiçbir
görüşü katmadan, yalnızca başkalarından öğrendiklerini öğrencilerine aktaran
bir eğitimci, büyükbabasının kendisiyle oynamasını sağlamak için çeşitli
cilveler yapan çocuk, kötü diksiyonunun dikkat çekmemesi için patronuna cinsel
çekiciliğini kullanan sekreter, sıkıcı olduğunu düşündüğü bir partinin sonunda
basitçe davet edildiği için teşekkür etmek yerine "Mükemmel bir
partiydi!" diyen konuk bir manipülatördür.
Hoşuna giden pahalı
bir giysiyi ailesine aldırtmak için çeşitli yolları deneyen genç, başkalarının
zamanını ve yeteneğini parayla satın alarak yalnızca kendi başına başarıya
ulaşmaya çalışan "başarılı" iş adamı/kadını, bir işe başvurduğunda
işin gerektirdiği özellikleri öğrenmekten önce kendisine getireceği
avantajları öğrenmek isteyen kişi, çalışarak altmış beş dolar kazanabileceği
yerde devletin verdiği altmış iki dolarlık işsizlik tazminatından faydalanan
kişi bir manipülatördür.
Gerçek maaşını
karısından gizleyerek kendi zevklerinde harcamak üzere kendisine bir bütçe
oluşturan kişi, kocasına onun maddi durumunu göz önüne almadan istediği
elbiseyi aldırmak için çeşitli davranışlara başvuran kadın, önemli din adamlarının
incinmesini önlemek için dini vecibeleri tümüyle yerine getiriyormuş gibi
görünmeye çalışan politikacı, kendiişleriyle meşgul olan oğullarının ve
kızlarının dikkatlerini kendi üzerine çekmek için hastalıklarını kullanan ebeveyn,
iktidara geldiğinde yeni vergiler koymak dışında her türlü sözü rahatça veren
parti lideri bir manipülatördür.
Hepimiz birer manipülatörüz. İster bilinçlice,
ister bilinçsizce olsun beşikten mezara kadar kullandığımız bu manipülasyonlar
doğal özelliklerimizi yitirmemize neden oluyor. Bizi nesnelere indirgeyerek
kontrol edilmeye açık hale getiriyor.
Elbette kullandığımız
tüm bu manipülatif davranış biçimleri kötü niyetli değildir. Ancak büyük
çoğunluğu zararlıdır. Manipülasyonlar yaşamınızı, kariyerimizi mahvedebilir.
Hümanistik psikoloji ile uğraşan biri için modem insanın bu manipülatif yaşam
tarzı ile tüm kendiliğindenliğini yitirdiğini, kendisini direkt ve yaratıcı
bir şekilde ifade edebilme özelliğini yitirerek kaygılı bir robot haline
getirdiğini, tüm uğraşısının geçmişte kaybettiklerini geri getirmek ve geleceğini
garantilemek olduğunu, duygularından bahsetse bile onları canlı olarak
yaşamadığını görmek çok üzücü. Sorunlarından bahsetme konusunda oldukça
yetenekli olmasına karşın bu sorunlarla başa çıkabilme konusunda oldukça zayıf
olduğunu görmek ve yaşamını entellektüel duruma indirgeyerek kelimelerin
içinde boğulduğunu görmek de çok üzücü. Manipülatör, gardrobunda gizlediği
birçok maskesi olmasına karşın, yalnızca yaşıyor olmanın gerçek zenginliğinin
bile farkında değildir.
1-Diktatör: Diktatör gücünü
abartır. Hükmeder, emir verir, otoriter davranır ve kurbanlarını kontrol etmek
için her yönteme başvurur. Diktatörler karşımıza Otoriter Anne, Otoriter Baba,
Despot Yönetici, "Otorite" Uzman ve küçük "Tanrı" olarak
çıkabilir.
2-Zayıf: Genellikle diktatörün kurbanı rolündedir. Diktatörle başa çıkabilme
konusunda oldukça yeteneklidir. Duyarlılığını abartır. Unutur, işitmez, pasif
ve sessizdir. Karşımıza Evhamlı, "Tilki gibi Aptal", Kolay Vazgeçen,
Şaşkın, Utangaç olarak çıkabilir.
3-Hesapçı: Kontrolünü abartarak
uygular. Aldatır, yalan söyler, sürekli üste çıkar ve başkalarını kontrol eder.
Karşımıza Baskıcı Satıcı, Baştan Çıkana Zampara, Poker Oyuncusu, Dolandırıcı,
Şantajcı, Akılcı olarak çıkabilir.
4-Arsız: Hesapçının tam karşıtında yer alır. O da bağımlılığını abartarak ifade
eder. Yönetilmek, kandırılmak ve bakım ister. Başkalarının kendi sorumluluğunu
üstlenmesini ister. Günlük yaşamda karşımıza Parazit, Sulu Göz, Ebedi Çocuk,
Hastalık Hastası (hipokondriyak), Önemsenme Hastası, Aciz olarak çıkabilir.
5-Kabadayı: Saldırgandır, zalim,
acımasız ve kabadır. Tehditlerde bulunarak kontrol etmeye çalışır. Aşağılayan,
Nefret Eden, Maço, Tehditçi olarak karşımıza çıkabilir. Kadın olanları Fahişe
veya Dırdırcı Ev Kadını olarak karşımıza çıkabilir.
6-İyi insan: Bakım üstlenme, sevme
gibi özelliklerini abartarak ifade eder ve kibarlığıyla öldürür. Onunla başa
çıkmak kabadayıyla başa çıkmaktan daha zordur. İyi insanla kavga edemezsiniz. Kabadayı
ile iyi insan arasındaki bir çatışmada iyi insan daima kazanır. Karşımıza
Memnun Edici, Yumuşak Başlı, Kokmaz Bulaşmaz, Erdemli Kişi, Fedakar Kişi,
Organizatör Kişi olarak çıkabilir.
7-Yargıç: Eleştirici
özelliklerini abartarak ifade eder. Kimseye güvenmez, suçlayıcıdır,
reddedicidir, kolay affetmez. Karşımıza Her Şeyi Bilen, Suçlayan, Utandırıcı,
Öfkeli, Kı- yaslayıcı, İntikamcı, Kesinlikçi, Koşullayıcı olarak çıkabilir.
8-Koruyucu: Yargıcın karşı
kutbunda yer alır. Verdiği destek sözleri sonsuzdur. Başkalarını şımartır.
Aşırı ilgi gösterir. Bireylerin kendi ayakları üzerinde durmasına ve büyümesine
izin vermez. Kendi ihtiyaçlarından çok başkalarının arzu ve ihtiyaçlarıyla
ilgilenir. Karşımıza, Anaç Tavuk, Savunucu, Başkaları jVdma Utanan, Kollayıcı,
Fedakar, Kurtarıcı, Yardımcı, Bencil Olmayan olarak çıkabilir.
Manipülatör yukarıdaki özelliklerden
birini veya birkaç tipin özelliklerini abartılı bir biçimde taşır. Genellikle bu tiplerden biri bizde güçlüyse,
çevremizdeki bireylere zıttını yansıtırız, onları hedef tahtası haline
getiririz. Örneğin; Zavallı Kadın kendisine Diktatör bir eş seçer. Onu edilgen
yollarla kontrol eder.
Kendini gerçekleştiren
birey, duygularına güvenir, isteklerini ve tercihlerini serbestçe ifade eder.
Başkalarının isteklerine ve kötü davranışlarına duyarlıdır ve isteyene yardım
elini uzatır. Saldırganlığı etkili ve yapıcıdır. Öte yandan manipülatör ise
gerçek duygularını saldırganlıktan dalkavukluğa kadar varabilen davranışlar
arkasında gizleme alışkanlığı edinmiştir. Yalnızca kendi arzularını
gerçekleştirmeye çalışır. Hiç değilse bile kendini gerçekleştirme
potansiyelinin farkında olmayan kişi de kısmen bir manipülatör olarak değerlendirilebilir.
Her birimiz tüm
manipülatif potansiyellerimizle bir grup oluşturuyoruz. Herhangi bir grubu,
hepimizin içinin dışarıya çıkmış halidir..
1-Güvensizlik:
"Manipülasyonun temel nedeni, öz destek ile çevresel destek arasında
yatan ebedi çelişkidir."
Örneğin işveren, işçisinin müşteriye yaklaşımında özgün tavrını ve yapısını
dikkate almaz, onun müşteriyle nasıl ilişki kuracağını gösteren kuralları
belirler. Her bir işçinin müşteriyle ilişkisinde, kendine özgü tarzına
güvenmez. İşçinin doğal yetenekleri yerine, şirketin el kitabında belirtilen
kurallara uyması şart koşulur. Bu hem işçinin bireysel onuruna hem de müşteriye
bir hakarettir.
Modern toplumda
çalışan da havadan kazanmaya eğilimlidir. Yeteneğini ve performansını
sergilemeden haklar ve ayrıcalık talep eder. Kendi öz desteğine güvenmeyen
insan kurtuluşu başkalarına güvenmekte arar. Ama başkalarına da tam anlamıyla
güvenemediği için kendisine destek sağlamak amacıyla başkalarını manipüle
eder. Hem de birisinin kuyruğuna takılıp onu yönlendirmek ister: Araba
kullanmak istemeyen kişinin yan koltukta oturup sürücüye nasıl araba
kullanılacağını öğretmeye kalkması gibi. Bu tür manipülasyonu tanımlayan tek
bir sözcük vardır: Güvensizlik. Her birimizde var olan doğal dengeye
güvenemiyoruz. İçimizdeki denge sade ve hissederek yaşamamızı sağlar. Kendimize
olan güvensizliğin nedeni büyük ölçüde çocukluğumuza dayanır. Çocukluğumuzda
bize isteklerimizi ifade etmek yerine onları kontrol altına almamız gerektiği
söylendi.
2-Sevgisizlik:
Erich Fromm modern insanda ortaya çıkan manipülasyonun ikinci nedeninin
sevgi açlığı olduğunu söyler. İki insan arasındaki doruk ilişkinin adı
sevgidir. Sevgi, insanı olduğu gibi bilmek ve kabul etmektir. Tüm dinler,
komşuları da kendimizi sevdiğimiz gibi sevmemizi söyler. Ama kaç kişi kendisini
sevmeyi biliyor. Çoğumuz, kendimizi sevmeden komşumuzu sevemeyeceğimizin bile
farkında değiliz.
Ne kadar mükemmel ve hatasız görünürsek o kadar
sevilebileceğimizi sanırız. Genellikle bunun tam tersi olur. İnsani
zayıflıklarımızı içtenlikle ne kadar çok itiraf edersek, o kadar seviliriz. Sevgi, elde edilmesi
kolay bir şey değildir. Bu yüzden manipülatör umutsuzca bir alternatif arar.
Başkasının üzerinde tam bir hâkimiyet kurmak ister. Gücünü, kişinin kendisi
gibi düşünmesini, kendisi gibi hissetmesini, kendi istediğini istemesini
sağlayarak oluşturmaya çalışır, onu bir nesneye, kendi nesnesine dönüştürmek
ister.
3-Güçsüzlük:
Varoluşçular her birimizin risklerle ve yaptırımlarla kuşatıldığını
söyler. James Bugental her davranışımızın suya atılmış bir taş gibi etrafımızda
halka halka etki yarattığını dile getirir. Her an, bizim bilgimiz dışında, başımıza
gelebileceklerin sayısı ve potansiyeli sınırsızdır. Modern insan varoluşun bu
gerçeği karşısında kendisini güçsüz hisseder. Bugental'e göre pasif manipülatör
şöyle düşünür: "Başıma gelecekleri kontrol etme
gücüne sahip olmadığıma göre, kontrol tümüyle benim dışımda." Yaşamındaki bu belirsizlik
pasif manipülatörü çaresiz ve güçsüz hissettirir. Kendisini tümüyle bir nesne
haline getirir. Bu çaresizliğiyle otomatikman aktif manipülatörün bir kurbanı
gibi görünür. Ama hiç de böyle değildir. Bu pasif manipülatörün sinsi bir
tuzağıdır. Perls'in işaret ettiği gibi, etken ve edilgen arasındaki çatışmada
çoğunlukla kazanan edilgen olur. Örneğin, çocuklarıyla baş edemeyen anne hastalanır.
Hastalığından gelen acizliği, bir ölçüde çocuklarını kontrol etmesini sağlar.
Diğer taraftan aktif
manipülatör kurbanlarının güçsüzlüklerinden yararlanır, onları kontrol ederek
tatmin yaşar. Kendi güçsüzlüklerini itiraf etmekten korkan ebeveynler sıklıkla
çocuklarını kendilerine aşırı derecede bağımlı kılarlar ve çocuklarının her
türlü bağımsızlık çabalarını engellerler. Genellikle ebeveyn etken, çocuk
edilgendir. Ve "eğer" tekniğinin sıkça kullanıldığını görürüz. "Eğer yemeğini bitirirsen televizyon
seyredebilirsin.", "Eğer ev ödevini bitirirsen arabayı
alabilirsin." Doğal olarak modern çocuk da kısa zamanda bu tekniği öğrenir. "Eğer
çimleri biçersem ne kadar para alırım?", "Eğer bugün kardeşime
bakarsam hafta sonunu arkadaşımda geçirebilir miyim?"
Gerçek aktif bir
manipülatör kükremeyi seçebilir: "Söylediğimi yap ve soru
sorma!" Bunu işte de görüyoruz: "Şirketin
yüzde elli biri benim. Bu üniformayı giyecekler! Çünkü ben öyle
istiyorum." Eğitimde de görüyoruz. Bir zamanlar ders verdiğim kolejin kurucusu şöyle
derdi: "Binalar mavi olduğu sürece hangi renk oldukları beni
ilgilendirmez!"
Manipülasyonun bu dördüncü nedenine Jay Haley, Eric Berne ve william
Glasseı'in yazılarında sık sık rastlıyoruz. Haley şizofrenlerle ilgili
çalışmalarda şizofrenlerin yakın insan ilişkilerinden had safhada korktuklarıNI
ve bu tür ilişkilerden kaçtıklarım tespit etti. Berne, insanların duygularını
kontrol etmek amacıyla oyunlar oynadıklarını ve bu yolla yakınlaşmadan
kaçındıklarını söylüyor. Glasseı’e göre bağlanma korkusu insanların temel korkularından
biridir. Manipülatör, yakınlaşma ve bağlanma korkusuyla insanlarla yüzeysel
ilişkiler kurar.
Albert Ellis, her birimizin yetişme sürecinde yaşam hakkında bazı mantıksız
varsayımları öğrendiğimizi söyler. Bunlardan biri, herkes tarafından onaylanma
gerekliliğidir. Pasif manipülatör, insanlarla açık ve dürüst bir ilişki kurmak
yerine herkesi memnun etmeye çalışır, çünkü yaşamını bu aptalca varsayım
üzerine kurmuştur.
Birkaç yıl önce elime "Bir
İnek Los Angeles'da Yaşayamaz" adlı bir makale geçti. Makale'de
akrabalarını kaçak olarak Amerika'ya sokan bir Meksikalıdan bahsetmekteydi.
Onlara dedi ki: "Bakın bu Amerikalılar oldukça nazik insanlardır, ancak çok
hassas oldukları bir nokta vardır: onların birer ceset olduklarını hiçbir
zaman hissettirmemelisiniz!" Bence bu cümle günümüz insanının
"hastalığını" oldukça iyi tarif ediyor. Modern insan ölüdür, o
adeta iplerini başkasının eline vermiş bir kukladır. "Temkinli" hareket eden ama
duygularını yitirmiş bir canlıdır. "Güvenilir"
biridir, ancak canlı amaçlarını, arzularını, anlamını kaybetmiştir. Bu yüzden de yaşamı oldukça sıkıcıdır, boş ve
anlamsızdır. Yaşamının anlamını başkalarını kontrol ve manipüle ederek
kazanmaya çalışır. Ama uyguladığı manipülasyonlar yansıyarak kendisine geri
döner.
Modern insan "ölmüş", yapmacık ve
insanlıktan uzak olduğunu kabul etmek istemez. İçindeki boşluğun farkına varan
bazıları ise değişimin nasıl yapılacağını bilemez. Değişim risk almayı
gerektirir. "Ölü bir canlı" olduğunun farkına
varan ve insanlığını yeniden kazanmak isteyen kişi, kendini gerçekleştirmek
istiyor demektir.
Bahsedilen ölülükten canlılığa (ya da
manipülasyondan kendini gerçekleştirmeye) geçiş süreci psikiyatri ve psikolojinin amacı
olan hastalıktan sağlığa geçiş süreci ile aynı anlama geliyor. Bu geçiş
sürecinde insanın manipülasyonlarını farkına varması birinci basamaktır. Bu
noktada değişim zaten başlar. Değişimin sürmesi ise insanın umutlu olmasına
bağlıdır. Bu manipülasyonların her birinden kendini gerçekleştiren
davranışların doğabileceğini umut etmelidir. Umut olmazsa değişiklik de olmaz.
Erik Erickson'un dediği gibi: "Derin ruhsal rahatsızlıklarla umutsuzluk duygusu arasında
oldukça yakın ilişkiler bulunur." İnsanın kendisi bir
yana, çağdaş psikiyatri ve psikoloji bile uzun süre umuttan yoksun kalmıştır,
ancak Freud sonrası gelişmeler hızla bu umudu yapılandırmaktadır.
Tıbbi anlamda kabul edilen sağlık ve hastalık kavramları da
artık değişmektedir. Artık hastaların önemli bir kısmı psikoz ya da nevroz
grubuna kolayca sokulamıyor. Gerçekte hasta,
yaşamla ilgili problemleri olan ve kendisine zarar verebilecek manipülasyon
paternleri geliştirmiş bir insandır.
Daha da önemlisi
"Ruh hastalığı" terimi bu insanları tarif etmekte başarısızdır. Thomas Szasz yazılarında bu
insanlar için bir tıbbi tanı modeli geliştirmenin ve hastaya bir etiket
yapıştırmanın anlamsız olduğunu belirtir. Çünkü bu yapıldığında esas olarak uyumsuz davranış problemi arka
plana itilir. Ruhsal problem, sanki bir bedensel hastalıkmış gibi ele alınmaya
başlar. Böyle bir durum hastanın problemli yaşamaya devam etmesi için bir
bahane haline de gelebilir. "Ben hastayım, yapamam."; "Beni suçlama, ben
nevrotiğim"; "Takıntılarım bunlara neden oluyor üzgünüm" gibi.
Manipülatör dediğimizde, başkalarını ve kendisini nesneler olarak
algılayan ve bu nesneleri sömürerek, kullanarak ve kontrol ederek kendisine
zarar veren kişiyi kastediyoruz. Her insan bir dereceye kadar bir manipülatör
olmasına karşın (ben de bu özelliğimi kabul ediyorum), modern hümanistik
psikoloji insanın bu manipülasyonlardan kurtularak kendini gerçekleştirmesine
yardımcı olabilir.
Kendini gerçekleştiren insan, kendisini ve başkalarını kendisine özgü
potansiyelleri olan bireyler olarak kabul eden ve böylece kendi kişiliğini iyi
ifade edebilmiş insandır.
Her birimizde hem manipülatör hem de kendini gerçekleştiren insan
özellikleri beraberce yer alır. Ama biz çaba göstererek kendimizi daha çok
gerçekleştirebiliriz.
William Glasseı'e göre
o sorumsuz biridir. İlk önce kendi sorumluluklarını üstlenmelidir. Eric
Berne'e göre o bir oyuncu, Albert Ellis'e göre o mantıksız varsayımlara göre
davranan biri, Everett Shostrom'a göre ise o öncelikle bir manipülatördür ve
işe, bu manipülatif davranışlarının farkına varmakla başlamalıdır. İkinci
olarak ona anlaşılır amaçlar sunulmalıdır. Bu amaçlar onu yaşamını tam
anlamıyla geliştirecek şekilde motive etmelidir.
Problemli
insanı Shostrom basitçe manipülatör olarak tanımlıyor. Bu insan hem kendisini
hem de başkalarını yalnızca "nesneler" olarak algılamakta ve bu
"nesneleri" sömürerek, kullanarak ve kontrol ederek kendisine zarar
vermektedir. O halde amaç manipülasyonlardan kurtularak
kendini gerçekleştirmektir: Kendini gerçekleştiren kişi kendisini ve
başkalarını "nesneler" olarak değil onları "özne" olarak
gerçek değerleriyle algılar. Kendisine zarar veren manipülasyonlarını kendisini
gerçekleştirici davranışlara dönüştürmeyi başarmıştır.
Shostrom "hasta" ya da nevrotik
değil herkesin kendisinde keşfettiği manipülasyon davranışlarından bir şeylere
sahip olduğu varsayımından hareketle "etken" ve "edilgen"
bireyleri ele alan oldukça kullanışlı bir "Manipülatif Tanısal
Sistem" geliştirmiştir.
Geleneksel tıbbın amacı bir tanı koymak ve bu
tanıya göre uygun tedaviyi uygulamaktır. Ancak bu psikiyatri için geçerli
değildir. Çünkü sonuçta tanı ne olursa olsun uygulanan ana tedavi psikoterapidir!
Glasser'in de dediği gibi "Kızıl hastalığı, sıtma ya da frengide uygulanan hastalığa
özgü tedavi yöntemleri psikiyatride yoktur. Uygulanan psikoterapi çoğu
psikiyatrik durumlarda birbirine çok benzemektedir." Bu sisteme göre kişinin uyguladığı değişik
manipülasyonlar ortaya çıkarılmakta ve hastada değişim gerçekleşmektedir.
Klasik psikiyatrik tanı ise (hastaların
şizofrenik, kompulsif vs. olarak damgalanması) konan tanıdan haberi olan
hastada huzursuzluk ve güvensizlik yaratarak problemi daha karmaşık hale
getirmekte ve tanıdan haberdar edilmeyen hastada ise korku ve kendisinden şüphe
gibi olumsuz duygular uyandırmaktadır.
Profesyonel terapist, bu manipülatif tanı
sisteminin nispeten basit olduğuna bakarak bu yöntemi küçümsememelidir; zira
deneyim bu sistemin etkili bir şekilde değişime götürdüğünü gösteriyor.
Hastada kendini gerçekleştirme yönünde köklü değişiklikler ortaya çıkıyor. Bu
iyileşme, yıllarca psikiyatrik yöntemlerle elde edilebilen vasat
iyileşmelerden çok daha fazlasını sunmaktadır.
Sonuç olarak bu
bilgiler ile nispeten olgun yaşta olan erişkinlerin de kullandıkları
manipülasyonların farkına varmalarını ve alternatif olarak kendini
gerçekleştirme yöntemlerini görmelerini sağlayacağını umuyoruz. Kendilerini
bunalmış hisseden manipülatörler belki de profesyonel yardımdan daha çok fayda
görebilirler. İleride profesyonel bireylerin liderliğinde sürdürülen kendini
gerçekleştirme yönelimlerini geliştirme amaçlı fikirlerin yaygınlaşacağı
düşünülebilir. Eğer insan
böyle bir toplulukta kendisini ifade etmeyi öğrenebilirse belki de
manipülasyonlarının farkına varacak ve bunları değiştirerek daha zengin bir
yaşam sürmenin kapılarını açmış olacaktır.
"Kendiniz olmayı" veya Kierkegaard'ın dediği gibi "gerçekte
olduğunuz kişi olmayı" tavsiye ediyoruz (bunun tam olarak anlamını bilen
kaç kişi var acaba?). Buna şunu ekleyebiliriz: "Ne kadar
aptalca, saçma veya gülünç olursa olsun, kendim olabilirim ve kendimi
sevmeliyim."
Derleme
yapılan Kaynak:
Everett L. SHOSTROM, Kendisi Olamayan İnsan Berberi İçin Yalnızca Bir Kelledir Türkçesi: Dr. Kağan KOCATEPE, Kuraldışı, 1997,İstanbul
Everett L. SHOSTROM, Kendisi Olamayan İnsan Berberi İçin Yalnızca Bir Kelledir Türkçesi: Dr. Kağan KOCATEPE, Kuraldışı, 1997,İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar