KETENCİZÂDE MEHMED RÜŞTÜ EFENDİ KADDESELLÂHÜ SIRRAHU’L AZÎZ (1834-1916)
“Mezârın üzre elbet
ehl-i diller bir duâ eyler
O devlet sana besdir kim o şâha reh-güzâr oldun”
O devlet sana besdir kim o şâha reh-güzâr oldun”
Erzurum topraklarından yetişmiş eşsiz değerlerin
başında Ketencizâde Hacı Hafız Mehmed Rüştü Efendi, Erzurum’da doğmuştur.
1914 (1332) yılında Envar-ı Şarkî
Matbaası’nda “İstirham” adıyla basılan Mevlidinin sonundaki
“Ne
ilmim var, ne âmâlim, ne malım
Ne
hayr u tâata kaldı mecalim
Erişti
seksene gafletle sâlim
Aceb
rûz-ı cezada n’ola hâlim”
dörtlüğünden çıkardığımız sonuca göre 1834
yılında doğmuş oluyor.
Babası keten bezi alıp satmakla geçinen
Rizeli Bekir Efendi adında bir kişidir. Bu yüzden Mehmed Rüştü Efendi “KETENCİZÂDE”
diye anılmıştır.
Tüm öğrenimini Erzurum medreselerinde
yapmış, icazetname (diploma)sını burada almış ve üne yine bu kentte ulaşmıştır.
Cemaleddin Server
REVNAKOĞLU’nun
deyimiyle “kendi çağında ve çapında her zaman tek ve rakipsiz kalmış”
olan Ketencizâde, bir süre Kavak Camiinde müezzinlik yapmış. Daha sonraları Ulu
Camii gibi büyük bir camiye imam-hatip olmuş. Uzun yıllar burada görev yaptığı
için “Ulu Camii İmamı” olarak ta tanınmıştır.
Ketencizâde Mehmed Rüştü Efendi, bir yandan
da Nakşibendî tarikatına gönül vermiştir. İlk olarak Kishalı (Tortumlu) H.
Feyzullah Efendiye bağlanmıştır. Onun ölümünden sonra Ketencizâde, Erzurum’a
küsüp ayrılmış. Oldukça uzun bir zaman gurbet elde gezmiş, dolaşmış. Bir ara
Hacc’a giderek bu dinî görevi de yerine getirmiş. Bu arada nice insan-ı
kâmilleri ziyaret etmiş, derdine derman aramış. Derken Bursalı Şeyh Süleyman
Efendi’yi bulmuş, ona gönül vermiş. Gerek gönlünün dolması ve gerekle
kutsal toprakları ziyaret etmesi yavaş yavaş eski sağlığına ulaşmasını
sağlamış. Günleri neşe içerisinde geçerken Erzurum’un esir düştüğünü büyük
üzüntüyle öğrenmiş. Böyle kederli bir vaziyette İstanbul’a gelmiş. Ne var ki,
doğduğu kentin içinde bulunduğu durum orada daha fazla kalmasına izin vermemiş
ve artık geri dönmeye karar vermiş. Tabii derdi yeniden tazelenen Ketencizâde,
bu kez gönülden bağlı kalmıştır.
Ketencizade’nin hakkında bildiklerimizden
biride evli olduğudur. Fakat kaç çocuğu hakkında tam bilgimiz yoktur. Bu konuda “Güz Destanından” anlaşılana
göre erkek çocuğu yoktur. Rivayetlere göre Şakire ve Sakine adlı iki
kızı varmış. Fakat onlarında çocuğu olmamıştır. Esma adında manevi bir kızı var
olduğu rivayetleride bulunmaktadır.
Ketencizade’nin 1962 yılında Salim Bağcı
tarafından yeni mezarlığı için hazırlanan aşağıda sunduğumuz mezartaşındaki
kitabeye göre:
Hüvel
Baki
“Kalbi
mahzun, ciğeri hûn, bülbül-veş dildâdedir
Sönmez
aşkın sebebi içtiği bir bâdedir
Hem
hafız Rüştü derler idi, hem hatip
Üslûbu
gayet akıcı, lisanı hoş-sâdedir
Tam
Seferberlik içinde gitti ukbaya
331
yılında ölüme amâdedir
1962
Eylülünde nakleden
Şairi
(mağfûr hüve) bizzat Ketâncizâde'dir.”
ölüm tarihi rumî 1331 (1915/16) yılıdır.
26 Eylül 1962 tarihli Milletin Sesi
gazetesinde yer alan “Ketencizâde Kimdir?” başlıklı yazıya göre ise —C.
S. Revnakoğlu'nun Ketencizâde hakkında hazırladığı kitaptan öğrenildiği
söylenenvefat tarihi—12 Mayıs 1332, yani 25 Mayıs 1916 tarihidir.
Biz bunlardan onun hakkında en geniş
araştırma yapmış olan Revnakoğlu'nun verdiği tarihi daha doğru buluyoruz.
Nitekim büyüklerimiz “Ketencizâde, Erzurum Rus işgalindeyken ve de seksen
yaşının üzerindeyken vefat etmiştir.” derken Divanından aldığımız aşağıdaki
beyitlerde onun Erzurum'un son kez düşman eline düşüşünü gördüğünü anlıyoruz :
“...Dediler Erzurum’u
düşman almış Esârette ahâli cümle kalmış
Cemel gibi dize çöktüm
duyunca Müyesser olmadı kalmak doyunca...”
(Mesnevi)
Demek ki, 1916 yılındaki bu üzücü olaya
tanık olmuştur. Sonra Erzurum’un işgalini, şehir halkının çektiği çileleri dile
getirdiği Divanında yer alan Mesnevi nin tarih mısraında
“Gelip ibretle bak ahz-ı
belâ lafza olur tarih” 1334
görüleceği üzere hicrî 1334 (1916) yılı
veriliyor ki, bu da Ketencizâde’nin daha önceki bir tarihte vefat etmiş
olmayacağını gösterir.
Diğer yandan merhumun yattığı yer uzun
zaman pek bulunamamıştır. O zamanın valisi Fahrettin Akkutlu, belediye başkam
Hadi Koçak’e birçok hayırsever kişinin yardımlarıyla, özellikle de C. S.
Revırakoğlu’nun araştırmaları sayesinde Ketencizâde’nin Yetim Hoca ve Sarı gümrükçü
ile birlikte yattıkları kabristan bulunmuştur. Daha sonra 1962 yılının 28 Eylül
günü Cuma namazından sonra seçkin bir
kitlenin katıldığı toplulukla üç büyük kişi “Asrî Mezarlık” ta “Meşhurlar
Suffesi” adıyla hazırlanan bugünkü yerlerine bakiyeleri nakledilmiştir.
Ketencizâde, hafızdır, âlimdir,
mütefekkirdir mutasavvıftır, hatiptir sairdir hattattır, kâmil insandır, gönül
adamıdır. Ayrıca onu Erzurum tarihi ile ilgili manzumeleri nedeniyle kentin
manzum bir tarihçisi Hatta bazı günlük olayları yansıtmasından ötürü kentin
vakanüvisi de sayabiliriz. Kısacası tüm bu nitelikleri kendisinde toplamış
ustun yetenekli bir kişidir.
O, her insanda bulunmayacak derecede doğru,
dürüst, görevine bağlı, temiz ahlâk sahibi, alçak gönüllü, çalışkan bir insandır.
Yeri geldiğinde son söyleyeceğini ilkten söyleyen ve yeri geldiğinde de doğru
bildiğini budaktan esirgemeyen, haramdan çok korkan, Hakk’tan-hakikatten yana
birisidir.
Oldukça kültürlü bir insan olduğu, yaptığı
tahsil ve edindiği bilgiler eserlerinden anlaşılmaktadır. Arapça ve Farsça'yı
çok iyi bilir, özellikle yaşadığı dönemde Erzurum'da Farsça'yı en iyi bilen
kişilerden biri olduğu söylenilmektedir.
Onda kalabalıktan kaçma diye bir şey
yoktur. Tam tersine halk ile haşır-neşir, hoş-sohbet bir meclis adamıdır. Aynı
zamanda çok hazır cevaptır da...
Kimi zaman bol bol güldüren, kimi zaman bol
bol düşündüren Ketencizâde, çoğu zaman da öğüt veren, yol gösteren bir insan
kimliği taşır.
Ketencizâde çok yönlü bir sanatçıdır.
Ketencizâde, gazeller, kasideler,
seciyyeler, manzum tarihler, mersiyeler, veladetiyyeler yazmıştır. Fakat
bunların büyük çoğunluğu kaybolmuştur. Bizim derleyebildiklerimiz öyle
sanıyoruz ki, az bir kısmıdır. Buna
örnek olarak o günün Erzurum'undaki otuz iki esnaf teşekkülüne yazdığı
manzumeleri gösterebiliriz. Uzun zaman aramamıza rağmen ancak bunların yedi
tanesini bulabildik, diğer yirmisini ise bulamadık.
Şairimiz toplumu ilgilendiren olaylara
hiçbir zaman seyirci kalmamıştır. Kiminin doğan çocuğuna, kiminin ölen
büyüğüne, kiminin yaptırdığı binaya, kimilerinin de kış ortasında zorluk
çekmemeleri için dilinin döndüğünce birşeyler söylemiş, öğütler vermiştir. İşte
bunlar gösteriyor ki, Ketencizâde çok sayıda eser vermiştir. Ne yazık ki,
günümüze çoğu ulaşamamıştır.
Onun şiirleri sayesinde Erzurum'un tarihi,
o günkü yaşayışı, yapılan ve kimi kişileriyle ilgili bilgi edinebiliyoruz.
Böylesine günlük konulan şiirleştirirken gösterdiği beceri onun bilgisini,
şairliğini, sanat gücünü ve hatta Erzurum'u, Erzurumluyu nasıl tanıdığını
göstermeye yeter sanırız.
Ketencizâde, hem medreselerde okutulan
bilgilere sahip olması, hem de tarikat ehli bir kişi olması dolayısıyla
şiirlerinde Tekke ve özellikle Divan edebiyatı geleneğine bağlıdır. Bu yüzden
bol ve güçlü eserler vermiş, ardında zengin bir şiir mirası bırakmıştır.
Ketencizâde'nin musikiden de oldukça iyi
anladığı şiirlerinden anlaşılıyor. Nitekim bazıları bestelenmiş izlenimi
verirler. Bunda musikişinas kişilerin bulunduğu topluluklara, irfan
meclislerine, tekkelere girip çıkmış olmasının da büyük etkisi vardır. Bu
sayede de kimi gazelleri tarikat ehli kişilerin, gazelhanların dillerinde
yaşaya yaşaya günümüze kadar gelebilmiştir.
Ketencizâde Mehmed Rüştü Efendi,
şiirlerinde kimi zaman “Ketencizâde”, kimi zaman “Rüşdi”, kimi zaman da
“Ketencizâde Rüşdi” mahlaslarını kullanmıştır.
İyi bir hattattır. Onun birbirinden güzel
hat levhaları Erzurum’un tarihi camilerinde görmek mümkündür. Özellikle “talik” yazıda sağladığı başar,
tartışılmaz. Bu yazı türünde Erzurum'un yetiştirdiği hattatların başında gelir.
Ketencizâde’nin oldukça güzel bir el hattı
vardır. Gerek hatta (yazıda), gerek yerleştirişte ve gerekse tezyinatta
(süslemede) başarılı olduğu söylenebilir. Bugün kimde ve nerede olduğu
bilinemeyen elyazması Kur’an-ı Keriminin, eline geçenler tarafından yıllarca
gizli bölmelerde büyük titizlikle saklanmış olması, satıldığı zamanlarda da
gününe göre oldukça yüksek fiyatlarla satılmış olması Ketencizâde'nin hattının
değerini göstermeye yeter sanırız.
Ne yazık ki, Ketencizâde’nin çok az sayıda
levhası günümüze ulaşabilmiştir.
Ketencizâde’nin Erzurum'un yalnızca
edebiyatında değil, tarihinde de başlı başına bir yeri olduğunu daha önce de
belirtmiştik. Ketencizâde'nin tesbit edebildiğimiz manzum olarak hazırladığı
mezartaşı kitabelerinin tümünün tarihî değerleri büyüktür. Çünkü bunların her
biri Erzurum tarihinin birer parçasını aydınlatmaya yarayan tarihî belgelerdir.
Onun hazırladığı bu manzum kitabeler genellikle yörede tanınmış, iz bırakmış
kişilere aittir. İşte bu kitabeler, hem o kişilerin mezarlarının Onun
demirciler için yazdığı,
Yansam
da ocak gibi gamım eylemem izhar
Sokma beni ateşlere ey çarh-ı cefakâr
Sokma beni ateşlere ey çarh-ı cefakâr
Gürcükapı’daki
Leblebici Hacı Ahmet Usta için yazdığı,
Nevcivanlar
ekli derse leblebi
Pir olanda istemez kuvvet habi
Pir olanda istemez kuvvet habi
Bezzazlara
için,
Hor görme sakın sanatını sıdk ile sa’y et
Ser mezhebimiz Hazret-i Numan idi bezzaz
Hor görme sakın sanatını sıdk ile sa’y et
Ser mezhebimiz Hazret-i Numan idi bezzaz
Seyfullah
Çeşmesi için,
Hudaya teşnegân-ı Kerbelâ ervâhını şâd et
Okuyup besmele nûş edeni her gamdan azat et
Niyâzımdır ki Seyfullah Efendi ber- murâd olsun
Kamu sevdikleriyle ömr ü ikbâlini müzdâd et
Bu zibâ çeşmeye “feyz-i hayatı” eyledi tarih
Hudaya teşnegân-ı Kerbelâ ervâhını şâd et
Okuyup besmele nûş edeni her gamdan azat et
Niyâzımdır ki Seyfullah Efendi ber- murâd olsun
Kamu sevdikleriyle ömr ü ikbâlini müzdâd et
Bu zibâ çeşmeye “feyz-i hayatı” eyledi tarih
Yurdunun
güzelliklerini, güzel sevgisi halinde anlatan Ketencizâde’nin yine meselâ Erzurum'un üç buçuk saat kuzey doğusunda,
soğuk sıcak iki çermiği ve bir de küçük şelâlesi olan, hakikaten şirin ve
yazlık ova köylerinden “Akdağ”ı öğmek için ise:
Erzurum'da her kimin
seyrangehi Akdağ ola,
Görmeye cevr ü meşakkat,
cism ü cânı sağ ola,
Bir teferrüçgâhtır kim
belde içre misli yok,
Bed nazarlardan,
kederlerden bütün irağ ola.
kaybolmalarını önlemiş, hem de bizlerin o
kişiler hakkında az-çok bilgi sahibi olmamızı sağlamıştır.
Ketencizâde, ebced hesabıyla tarih
düşürmede de ustadır. Onun önemli yanlarından birisi de budur!. Özellikle
hazırladığı levhalar için ebced hesabıyla düşürdüğü tarih mısraları yapıldığı
her bakımından büyük tarihî değer taşır. Ayrıca başlı başına tarih düşürmede
ustalığını göstermek için yazdığı, bol bol tarih düşürdüğü manzumeleri de vardır.
Aşağıda Erzurum'da Narmanlı Mahallesi,
Tabakhane Cadddesi, 56 daki A. Hamit Bey Konağı için yazdığı ve Haşim Karpuz’un
“Eski Erzurum Evleri” üzerine yaptığı araştırma sırasında tesbit ederek resmini
çektiği kaside (inşa levhası) yeni harflerle sunulmuştur.
Zehi
tarzı nevin gayret de ra'nâ bir müferrih ca
Rızayı
Hakk için Abdülhamid bey eyledi inşa
Otursun
cümle evlâd ü iyaliyle bekâm olsun
Umârım
iki âlemde olalar her cihet â’lâ
Görenler
barek okusun ihlâs ile daim
Dua'yı
hayr edenler derd ü mihnet görmesin kat â
Yapıldı
hatır-ı dilber gibi çok nakd ile lâkin
Perişan
oldu hasidler yıkıldı hane-i a'da
Gülistan-ı
cihanda gonca-veş babı açıldıkça
Kapansın
çeşm-i zâlim düşmen-i îman ola rüsva
İmaret
oldu kat kat dostların yağ bağladı cismi
Ehibba,
esdikaayı şad ü handan eylesin Mevlâ
Açıldı
sine-i âşık gibi her cânibe revzen
Sanasın
naz u işve eylemiyor mahbûb-i müstesna
Muhabbet
asi için fer'a olursa asla raci'dir
Kişinin
kalbine nazır olur çün Hâlik-ül-eşyâ
Hudayâ
Hızr-ı tevfikin bize her dem refik eyle
Umarız
lûtfunu ya Rab eğer dünya eğer ukba
Alıp
her mısraın ser harfini cana hesab eyle
Sana
tâ kim görüne Rüşdî gibi tarihi ra'nâ
Vezan
olsun Ketencizâde bâd- rıza-yı hakk
Ne
dünyada elem çeksin ne ukbada keder asla
Bütün mısraların ilk harfleri ebced
değerlerinin toplamı 1305 (hicri) tarihini vermektedir.
11 Beyitten meydana gelen kasidenin altında
tezyinatlı bir kısım içerisinde iki madalyon mevcuttur. Bu iki madalyon
üzerinde damla biçimli sahalar üzerinde Arapça olarak, kasidenin nazımı Ketencizâde
Rüşdi Efendinin olduğu belirtilmiştir. Ayrıca talik olan hattın hattatının
Erzurum Müftüsü Ömer Fazıl Efendinin oğlu Abdullah Edip olduğu yazılarak en
sonda ebced hesabı gösterilmiştir. Ebced hesabı gerçek ten 1305 hicri,
1887/1888 miladi tarihini vermektedir.
(Tarih
Yolunda Erzurum, Sayı : 1 (17), Haziran 1980)
Ketencizâde'nin şiirleri gibi, diğer
alanlarda verdiği eserlerinden de birçoğunu kaybolmuş olmaları nedeniyle
bulamadık. Onların bulunamamasının en büyük nedeni, Rus işgali ile Ermeni
mezalimi sırasındaki tahribattır. Sonra kültür hayatındaki büyük değişiklik,
eski eserlere olan ilginin azalmış olması ve yakınlarının kalmaması gibi
nedenleri ¿e sayabiliriz.
Onun tespit edebildiğimiz eserleri
şunlardır :
1—
Mevlid
A — İSTİRHAM (Yazma
Mevlid) :
Aynı adlı “matbu mevlid “in asıl elyazmasıdır. Hicri Receb 1324 (Ağustos,
1906)'da Hüseyin Avni tarafından kaleme alınmıştır. “Matbu”nun son sayfasında
yer alan açıklama niteliğindeki bitim sayfası sonradan “yazma”ya da eklenmiştir.
Bu yüzden birbirlerinin aynısıdırlar. Zaten bu “yazma” mevlidi halen elinde
bulunduran İbrahim özdemir'e her yıl okuması için (o zamanlar) komşusu olan
Ketencizâde’nin evlatlığı Esma abla vermiştir.
B — İSTİRHAM (Matbu
Mevlid)
: 1332 (1914) yılında Erzurum Envâr-ı Şarkî Matbaası'nda basılmıştır. Halen
mevcudu vardır.
C — NAĞMETU'R-RUH : Bu adı taşıyan ve
Mevlidin diğer nüs-halarındaki birkaç bolümün [(İstirham va. 1/a-b), (Der Beyân
ı Miracı Hatemü’l Enbiya Salla Aleyhi Halikul Eşyâ va. 1 l/b, 12/a-b, 13/a-b,
14/a-b, 15/a)] yer almadığı bu eksik nüsha (İstanbul) Millet Kütüphanesi (Ali
Emir! Kısmında (Kayıt No : 900/2) bulunmaktadır. Erzurum eski mebuslarından
Yeşilzade Mehmed Saîih Efendi tarafından 1351 (1935)'de bağışlanmış olan bu
nüsha, 1320 (1902) yılında Karahanoğîu Mustafa Muhtar tarafından istinsah
edilmiştir.
2—
Divan
Müellif nüshası değildir. Basılıp
basılmadığını bilmiyoruz. Bizim elimizdeki, halen H. Nazif Şehidoğlu’ndaki
yazma nüshadır. Aslının ne zaman yazıldığı belirtilmeyen bu nüsha sonradan 1959
da İbrahim Toraman tarafından kaleme alınmıştır. Bu nüshanın içerisinde yer
alan birkaç gazel, kaside ve tahmisi bazı kişilerin özel def terlerinde,
birkaçını sözlü olarak, birkaçını da Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özeğe
Kütüphanesindeki (29037 nolu) cönkün içerisinde aynen bulduk. Bunlar Divanın H.
Nazif Şehidoğlu'ndaki yazma nüshanın doğruluğunu göstermesi açısından büyük
önem taşımaktadır.
Hemen hemen her divanda olduğu gibi
Ketencizâde’nin Divanında da tevhid, münacât, na't, kasideler, gazeller,
kıtalar, müfredler, müstezatlar tahmisler... vardır.
“Müretteb halde” olmayan Divanı biz
müretteb hale getirdik.
3—
Yazma Kur an-ı Kerîm
Ketencizâde'nin kendi hattıyla yazılmış
olan Kur an-ı Kerim'in çok aramamıza rağmen ne kendisini, ne de bir izini
bulabildik.
4—
Levhaları
Bu (inşa) levhaların kimileri hatt
sanatının inceliklerini göstermesi bakımından, kimileri de yapılış nedenlerini
anlatması bakımından değerlidir.
KETENCÎZADE'NÎN ÜNLÜ
DEVRİYESİ (NUN İLE BAŞLAYIP BİTEN İNŞÂ LEVHA)
Aşağıya tümünü aldığımız, Ketencizâde’nin
büyük değer taşıyan bu inşa levhası başlı başına bir san'at eseridir. Bakılınca
çok emek sarf edildiği hemen anlaşılır. (63 x 46 cm.) boyutlarındaki -kıblegâh
olarak da asılan bu levhayı Erzurumlu eski ailelerle bazı camii ve mescidlerde
bulmak mümkündür. (Lalapaşa Camii’nde, Ketencizâde Mescidi’nde olduğu gibi...)
Kendine ait elyazmasının yanı sıra bu
levhanın matbusu da mevcuttur. Zaten ellerde mevcut bulunanlar matbudur. (h.
1310 tarihlidir.)
Bu levha, iki bölümden oluşmaktadır. Üstte
halkalardan oluşan bir bölüm; altta ise bir saksının bulunduğu bölüm yer alır.
Halkaların ve saksının içerisi manzum bir biçimde yazılmıştır. Asıl değerli
olan halkalardan oluşan üstteki bölümdür. Halkaların tam ortasında yer
alan NUN (j) harfi bütün beyitlerin (yani
halkaların) başlangıç ve bitiş harfidir. İçeriden dışan doğru hareket ederken
de, son olarak içeriye girerken de hep NUN (ن) harfini gözönünde bulundurmak gerekir.
Ancak bu biçimde okunabilir; yoksa ne okunulabilir, ne de bir anlam çıkar.
Ketencizâde, NUN ile başlayıp biten bu
Devriye’sini Kırım Şahı Şahin Giray'dan esinlenerek yazmıştır. Şahin Giray
Devriyesinin ortasında YA (ى) harfini kullanmıştır ki, bu harf içeriden dışarıya çıkarken
başlattığı kelimeyi YA olarak okutturur, içeriye tekrar girerken ise bitirdiği
kelimeyi (İ) ile okutturur. Bu bakımdan Ketencizâde'nin levhasında böyle bir
durumla karşılaşılmaz. Zaten onunkisini üstün kılan yanlardan birisi de budur.
Divanında bu çok emek verdiği Devriyesinin
şifresini çözüp de okuyabilenler için şöyle diyor:
“Bakıp devriyeme kim
kılsa dikkat
Huda'dan her cihanda
bula izzet”
(Halkaların
bulunduğu üstteki bölümün okunuşu)
Nâr-ı
aşkın setr ederdim dilde ey mahbûb-ı Hakk
Halka
ifşâ etmek ister dembedem didemde kan
Nâka-veş
her hâre meyil etmek dilerdi dil dedim
İncelirsin
rişte-tek münkir olur hep şâdumân
Nâm-daşım
kıssa amma anlara talîm-i aşk
Eylerim
sâyende ey Peygamber i âhir-zamân
Nâm-ı
zibâm duyanlar nâ-bedid etti kamu
Her
ne varı var ise senden dilerler hep âmân
Nâm-ı
Ahmed ârî olsa çünki harf-i Mimden
Sırr-i
vahdetten haber söylerdi ehl-i zahirân
Nârâ
can attıysa ger pervâne âciz dertten
Âşık-ı
sâdık olur mu râhat-ı nefse uyan
Nây-veş
sûrâh sûrâh olmayan âşık değil
Cân-ı
âşık terkeder etmez özün ez-nâdümân
Nâmdânna
nazar etmek ne mümkün âşıkın
Gonce-i
vasim dilerler ermeden ömre hazân
Nâz-i
handânın umanlar rişte-tek incelmeden
Peyk-i
lütfün anlara olsa n'ola müjde-resân
Nâs
rumûz-i aşktan gâfildir ey mihr-i münîr
Gün
doğanda nâ-bedid olmaz mı necm-i Kehkeşân
Nâ-şekîb
olmuş ise ger iyd-i vasla âşıkın
Tâ
n olunmaz çünki hivrin gibi yok bâr-ı girân
Nâr-ı
kürbet âşıka söyler ki Hak’tan bil beni
Çâresinde
âciz olmuştur etibbâ-yı zamân
Na-mizâc-ı
aşk olan ister mi çâre özgeden
RUŞDİ-i
bî-çâre âşıktır, değil ez-şâirân
Rikkat
üzre nazar et resmine bakma sâde
Fâ
i lâ tün Fa i lâ tün Fa i la tün Fa i Iün
(Saksının bulunduğu alttaki bölümün okunuşu)
Çunki
sûrette değil her ne ki var manâda
Cümle
ebyâta rakamlarla işaret yazdım
Okuyanlar
olalar tarifeden
Bu
rakamlar yazılan dâireden taşra dahi
Şu
iki dâirenin harflerini al yâd'a
Yani
bu harfleri bir hoşça hesab etsen eğer
Sâl-i
tarihi sana elbet olur âmâde
Nâr
ı aşkın diyerek bed' edegör cananım
Râbt
kıl harfleri sehv etmeyesin imlâda
Lübb
ü kalb ins ile cin mâden ü nokta birdir
Noktanın
sırrım say et bulasın eşyâda
Nutka
bak nokta bu ziynettir ey cân peder
Noktanın
dersini al medrese-i suğrâda
Nokta-i
nefsini bilmezse eğer bir âlim
Ne
kaziyye yapacak mahkeme-i kübrâda
Nokta-i
kalbini Hakk lâ yetecezzâ kılmış
Hakk
a ver kalbini, kalma bu kuru sevdâda
Nokta-veş
dâire-i havf u recâdan çıkma
Mutekîd
olmayanın kaldı seri kavgada
Cümle
şey' mazhar-ı esmâ-i İlâhi olmuş
Kâmil
oldur ki müsemmâyı bula esmâda
Böyle
bir kâmili bul kendini teslim eyle
Katre-i
nefsin ere râhat ede deryâda
Cümle
esrârını Hakk nokta-i âdemde komuş
Bileyim
dersen eriş dest-i sahih üstâda
Bir
nefes sohbet i merdân ilâhı yektir
Olmadan
yüz sene hodbinlikle takvada
Ekmeyen
biçmedi bu mezra'ada velhâsıl
Saç
amel tohumunu harman edesin ferdâda
Noktadan
al haberi merci’ ve mebde birdir
Şer’in
ahkâmına bak eyle amel dünyâda
Olan
Allah ve Resûliyile u'lül emre muti
Her
dü-âlemde olur mertebe-i ulyâda
Noktanın
mazharıdır aslı veliyyi niâmın
Avn-i
Hak’la erişir ruhu anın imdada
Asi
içün fer'i seven aslı sever ey salik
Hakk
içün halkı seven tez erişür irşada
Ehl-i
îmân ne kadar var ise Hakk'ın dilerim
Şad
u handan ola dünyâda gerek ukbâda
Garaz
ancak okuyub RÜŞDİ ehibbâ diyeler
Mazhar-ı
lutf-ı Huda ola KETENCİZÂDE
Fâ i lâ tün Fe i lâ tün
Fe i la tün Fe i Iün
5—
(Mezar taşlarındaki) Kitabeleri
Ketencizâde’nin yörenin oldukça tanınmış
kişilerinin mezartaşlarına yazılmaları için hazırladığı bu manzum kitabeler hem
onların mezarlarının kaybolmamasını sağlamış, hem de bizlere o kişiler hakkında
az-çok bilgi vermiştir. Ketencizâde’nin çeşmelere de kitabe hazırladığı
olmuştur.
Soğukçeşme
Sokak'taki Tekke Şeyhlerinden Eşref Efendi'nin Mezartaşı Kitabesi
Olunca
şeyhim İsmail Sırrı âzim-i dergâh
Bi-avn'illah
gelip ruh hin oldu ana hem-rah
Fedâ
kıldı Hudâya kebş-i ruhun şehr i Şevval’da
Nazar
kıl nice teslim oldu hem-nâm-ı zebîh'ullah
Tarîk-ı
Kâdirî Şeyhi Tokatlızâde ye rahmet
Zihî
âlim, zihî kâmil, zihî ârif, zihî agâh
Nice
evlâd suveri mânevisi kaldı dünyâda
N
olur ahvâlimiz şimden gerü derler bizim eyvah
Füyûzât-ı
ah, lafzı ki târih oldu manada
Oku bir fatiha ihlâs ile
RÜŞDİ ana her gâh
H. 1310
Me fâ î lün Me fâ i lün
Me fâ î lün Me fâ i lün
1— Bağdat'ta uzun bir zaman Mevlânâ Halid
kaddesellâhü sırrahu’l azîze hizmet eden, aynı zamanda onun halifeliğini de
yapan Kishah H. Feyzullah Efendi günün birinde şeyhi tarafından Erzurum’a irşad
etmek üzere yedi yıllığına doğduğu kente gönderilmiş.
Böyle bir görevle Erzurum'a gelen Şeyh H.
Feyzullah Efendi seherde dolaşırken, daha toy bir delikanlı olan Ketencizâde M.
Rüştü Efendi ile karşılaşırlar. Bu sırada Rüştü Efendi’nin dilinde şöyle bir
beyit söylenmekteymiş :
“Ma'şûka
âşıktan evvel yetişir aşkın âteşi
Şem'i gör ki yandırmadı yanmadan pervâneyi”
Şem'i gör ki yandırmadı yanmadan pervâneyi”
Henüz daha tanımadığı H. Feyzullah Efendiye
yaklaştığında Onun da aynı sözleri söylediğini duymuş. O anda kendisine manevi
bir ışık gösterildiğini sezmiş. Şeyhin ellerine kapanmış, intisap etmek
istemiş. Fakat Şeyh Efendi Hz. acele etmemesi gerektiğini söylemiş ve “Hele,
bir istihareye yat ondan sonra gel” demiş,
Ma'şûkuna ulaşan Ketencizâde, akşamı
beklemeksizin abdest alıp iki rekât namaz kılmış. Sonra mollaların ders gördüğü
Alipaşa Medreseleri'nde gündüzden istihareye yatmış. Rüyasında Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizi, âl-i âbasını ve silsile takibiyle bütün
velileri, en sağda da H. Feyzullah Efendi yi görmüş. O mübarek zatların
ellerini öpmek, dualarını almak için her birinin yanına ayrı ayrı gitmiş. O
gittiği anda da hepsi Hz. Âdem aleyhisselâm ve Havva’nın tevbe duası olan
“Rabbena zalemna enfusena Ve in lem
tağfirlena ve terhemna lenekunenne minel hasirin.” Meali: “Ey Rabbimiz! Biz
nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, elbette büyük
ziyana uğrayanlardan olacağız.”(Araf-23) ayet-i kerimesini okumuşlar. En son bu
ayet; okuyan H. Feyzullah Efendi’nin de elini öptükten sonra irkilmiş,
uyanmış... O sırada Şeyh Efendi, Karaköse (mahallesindeki) Medreselerinde
bulunmaktaymış. Ketencizâde, Alipaşa Medreselerinden Karaköse Medreseleri ne
bir solukta koşa koşa gelmiş. Kapıyı vurup içeri girmiş ki, H. Feyzullah Efendi
aynen rüyasında okuduğu ayet-i kerimeyi okumaktadır. Hemen el öpmüş, O Mübareğe
intisap etmiş,
(Erzurum Eski Müftülerinden H. Osman Bektaş Hocadan derlenmiştir.)
2— Ketencizâde Mehmed Rüştü Efendi gençlik
yıllarında Hızır Aleyhisselam’ı görmek ister. Onun bu isteğini öğrenen babası
bir gün şöyle demiş:
— Oğlum Rüştü, Hızır Aleyhisselam’ı görmek
istermisin?
Ketencizâde, elbette isterim, deyince
babası şunları söylemiş:
— Öyle ise Ulucami’ye devam et. Kırk sabah
namazı kıl. Hızır Aleyhisselam’ı görmezsen gel yanıma.
Ketencizâde, babasının bu sözü üzerine her
sabah namaz için Ulucamii’ye gider olmuş. O kadar hevesle gitmiş ki camiin
temizliğini, müezzinliğini yapmış. Hasretle Hızır Aleyhisselamla görüşmeyi arzu
etmiş. Fakat kırkıncı gün sabah banyo yapması gerekmiş. Yıkanması, camiye
yetişmesi zaman almış. Nerdeyse namaz bitecekken namaza yetişmiş. İçinden “Yazık,
otuzdokuz gün zamanında geldik, son gün Hızır’ı göreceğimiz zamanda geç kaldık.
Olacakşey mi!” diye geçirmiş. Ketencizade bu düşüncelerle camiden çıkarken
yanına bir ihtiyar yaklaşmış.
— Gurban, niye böyle telaşlısın? demiş. O
da :
— Sorma, bugün Hızır’ı görecektim. Ona
yetişemedim. Telaşım, acelem bu yüzdendir.
Yaşlı adam da,
— Yavrum daha gençsin. Hızır’ı daha çok
görürsün, demiş.
Ulucami’nin kapısından beraber çıkıp
karşıya geçmişler. Yaşlı adam Ulucami’nin tam karşısındaki türbede yatan Ebu
İshak Kazirunî Hazretlerinin türbesini göstererek,
— Gurban Ebu İshak’ı bilir misin? Çok büyük
zattır. Benim de askerlik arkadaşımdır. Gel hele birer fatiha okuyalım, demiş.
Birer fatiha okuduktan sonra ayrılmışlar. Yaşlı adam Erzurum Kalesi’ne çıkan
sokağa, Ketencizâde de Taşmağazalar tarafına doğru yönelir. Ketencizâde’nin az
sonra yaşlı adamın “Ebu İshak büyük bir zattır. Benim de askerlik
arkadaşımdır.” sözlerini hatırlar. Bu nasıl olur. Ebu İshak 700 yıl önce
yaşamış bir zattır, nasıl asker arkadaşı olur, diye düşününce yaşlı adamın
Hızır Aleyhisselam olduğunu anlamış. Hemen geri dönüp ara sokağa koşmuş, ama
Hızır Aleyhisselam sır olmuş, kaybolmuş. Öyle ya 700 yıl önce yaşamış bir zatla
nasıl asker arkadaşı olabilirler? Tabi o anda karşılaştığı bu yaşlı adamın
Hızır aleyhisselâmolduğunu anlamış. Hemen geriye dönüp ara sokağa koşmuş. Ne
var ki, Hızır aleyhisselâm sır olmuş..
Böylece hiç ummadığı bir anda karşılaştığı
Hızır aleyhisselâmı elinden kaçırmıştır.. Daha sonraları da Ketencizâdenin
Hızır aleyhisselâmla birkaç kez karşılaştığı yine söylenmektedir.
(Kadıköy esnafından Erzurumlu H. Vefa Acar'dan derlenmiştir.)
3 — Ketencizâde nin babası Bekir Efendi,
Gürcü Mehmed Camii'nde Kisbalı Şeyh Feyzullah Efendiden devamlı ders alırmış. O
sıralarda henüz daha çocuk olan Ketencizâde Mehmed Rüştü Efendinin yaramazlığı
da oldukça fazlaymış. Bu durum Şeyh Efendinin bile kulağına gitmiş.. Bir gün
ders bitiminde Şeyh H. Feyzullah Efendi ile Bekir Efendi birlikte Emir Şeyh
Camii'ne aşağı gelirlerken karşı taraftan (bakalların sırasından) da Rüştü
Efendi onlardan habersizce geliyormuş. O sırada babası Rüştü Efendiyi Şeyh
Efendi’ye işaret ederek “İşte köleniz efendim!.” demiş. Şeyh H. Feyzulah
Efendi de tam işte o zaman ufak bir nazar etmiş. Ketencizâde o anda meczûp
olmuş, gönülden bağlanmış. Ne yazık ki mükemmel bir duruma gelmeden de Şeyh
Efendi dünyasını değiştirmiş.. Hatta H. Feyzullah Efendi ölmeden kısa bir süre
önce de Ketencizâde yi tam yetiştirmediğini imâ ederek, “Bir talebemizi de
can-keş bırakıyoruz” demiş.
(Erzurum Merkez
Vaazlardan H. Lütfullah Bingöl hocadan derlenmiştir)
4-Ketencizâde
merhumun beşaltı yaşlarında bir oğlu varmış Bu çocuk bir gün arkadaşlarıyla
birlikte kapıda oynarken, çocuklardan birisi ona “piç” demiş. O sırada
oradan geçen bir adam bu lafın daha — den tanıdığı Ketencizâde nin oğluna denildiğini
duymuş. Daha yemeden bu lafı acele Ketencizâde ye yetiştirmiş.
“Hoca
efendi senin oğlu’na piç dediler.” Ketencizâde’nin kafası çok bozulmuş. Derhal eve koşmuş,
karısına demiş ki .
“Ben bu
çocuğa bugüne kadar bir parça olsun haram lokma yedirmedim. Bende bir kusur
yoktur. Her ne kusur varsa şendedir. Sana akşama kadar mühlet veriyorum. İyi
düşün taşın kusurunu bul.. Buldun buldun yoksa seni hiç anlamam boşarım”
Kadıncağız
akşama kadar düşünüp taşınmış, kendi kendin; helak etmiş. Bir türlü bir kusuru
kabahati var mı hatırlayamamış. Aksam olunca Ketencizâde eve gelmiş. “Buldun
mu kusurun? hatan nedir hatırladın mı?” diye sormuş, Karısı eline ayağına
yapışmış
“Ser,
bilirsin bir kusurum, bir hatam var mı? bulamadım. Her ne de varsa sen affet
Affetmek büyüklüğün şanındandır.. Bu güne kadar her ne dedinse yaptım, yapma
dediklerini yapmadım. Sen bilirsin yuvamızı yıkma”
Ketencizâde
“ben anlamam” diyor, başka birşey aklına gelmiyormuş. Hele dinle bak ki “Hoca
efendi, şöyle bir şeyden olur mu? Hatırlarsan ben bu oğlana hamileyken sen bana
bir çift iskarpin ısmarlamışım. Bittiği sıra iskarpinleri kunduracının çırağı
olan on-onbir yaşlarındaki bir ermeni uşağı getirmişti. Çocuk öyle güzeldi ki
ben de heveslendim. Allah Teâlâ’ya yalvardım ki
“Allah’ım
böyle güzel bir oğlan da bana ver.Allah da dilediğimi kabul etti ki bu oğlan
dünyaya geldi. Acaba hatam bu olabilir mi?”
Ketenci
Efendi “vallaha ben bilmem. Şimdi kalk ikimiz de apdest alıp, ikişer rekat
namaz kılalım” Namazdan sonra çocuğun yatağının önüne gelmişler. Hoca
Efendi dua etmiş, karısı amin demiş. Hoca Efendi dua etmiş karısı ‘amin' demiş.
Bir ara Ketenci demiş ki
“Ya Rabbi
bu uşak hayırlı olacaksa ve de eğer böyle bir düşünceden olmuşsa canını al.
Yoksa onu bizlere bağışla” Kadın da amin demiş.
Ketencizâde
karısına demiş ki
“Hadi kalk
yorganı aç bakalım oğlan ne yapıyor.”
Kadıncağız
yorganı açmış bakmış ki, çocuk simsiyah kesilmiş, ruhunu teslim etmiş.. Tabii
kadıncağız vurunup dövünmüş ama elden ne gelir?..
(Kuyumcu H. Mahir
Altuniş ten derlenmiştir.)
5— Ketencizâde Rüştü Efendi, rivayete göre
çok sigara içermiş. Babasının yanında da
içemediğinden tez tez çıkar, sigarasını içer gelirmiş. Oğlunu aşın derecede
seven, onun bir anlık bile ayrılmasına dayanamayan, yalnızca bir tek oğul
babası olan Bekir Efendi görünün nuru Rüştü Efendinin yanından ayrılmaması için
sigara içmesine izin vermeyi bile düşünürmüş...
Ketencizâde’nin sigaraya olan aşın
düşkünlüğü Hasankale’de “dersiâmlık” yapan Mustafa Cafer Efendi Hocanın da
kulağına gitmiş. Hiç tanımadığı Ketencizâde’ye çok hayıflanmış, çok kızmış.
Aradan pek zaman geçmeden başına öyle bir ağrı dikilmiş ki sormayın.. Bu ağrıyı
uzun zaman çekmiş.
M. Cafer Efendi bir gün Erzurum'a gelmiş
Memişağa Sokağına yukarı giderken şimdi Ketencizâde Mescidi diye bilinen o
zamanlar medrese olan yerin biraz alçak olan kapısı dikkatini çekmiş. Kimindir,
kim vardır diye merakla kapıyı itelemiş bakmış. Kapı açılınca o an bahçede olan
Ketenci başını kaldırmış bakmış ki Cafer Efendi. Hemen demiş ki “Buyur Cafer
Efendi..” Cafer Efendi ise o güne kadar hiç karşılaşmadığı, hiç tanışmadığı bu
adamın kendisini tanımasına hayret etmiş. Ketencizâde M. Cafer Efendi yi buyur
edip oturtmuş, hoş safa ettikten sonra kendisini tanıtmış, mollalara da
“Hoca Efendiye de hele
bir çubuk doldurun”
demiş. M. Cafer Efendi de o güne kadar hiç içmediği bir şeyi, arkasında
kendisine hayıflandığı Ketencizâde'nin elinden içmiş, içtikçe de başının ağrısı
kesilmiş. Tabi, kendisini hiç görmediği halde tanıyan, sigara içmesi yüzünden
kendisine haksızca dil uzattığı bu Ketencizâde'nin ne mertebede bir insan
olduğunu anlamış.
(Tüccar
Lütfü Kocabey'den derlenmiştir.)
6— Ketencizâde'nin imam olduğu Ulu Camiye
her gün Pabuçcu Baba diye biri gelirmiş. Bu zatın üzeri kir, pas içerisinde;
hatta üstü-başı bit doluymuş. Rüştü Efendi ise çok titiz bir insanmış. Pabuçcu
Baha'nın bu haliyle her zaman camiye gidip gelmesi onu çok rahatsız edermiş.
Ketencinin böyle rahatsız olması da Pabuçcu Baba'nın canını sıkarmış. Birgün
Babuçcu Baba Ketencizâde ye demiş ki : “Beni öyle et ki bu camiden, bu
cemaattan ayırmayasın!” Ketencizâde merhumun da bu söze canı sıkılmış ve
Pabuçcu Baba yı mollalara yaman bir dövdürmüş. Onun da canı yanmış olacak ki,
beddua etmiş :
“Seni çöplüğün başında
kalasın”
Gel zaman, git zaman birgün, Seferberlik'ten önceki Büyük Deprem zamanında
barakasını çöplüğün başında bulmuş! Tabi durumu hemen kavramış. Bu olay üzerine
Rüştü Pabuçcu Babayı buldurmuş ve ondan özür dilemiş, hayır duasını almış, ona
yeni giyecekler vermiş. Pabuçcu Baba da “Allah seni bir daha çöplüğün
babında bırakmasın” diye dua etmiş.
(Kuyumcu H. Mahir
Altuniş’ten derlenmiştir )
7— Ketencizâde, bir gün Ceride-i Erzurum’a
gitmiş. Bu gazeten yazı işleri müdürü hem talebesi, hem de damadıymış. Müdüre
demiş ki, Ceride nin bugünkü münacâtı (başîığı)na şunları yazın
“Yâ Rab, yok mu bu
uğursuz gecelerin bir seheri, bir sabah:
Yoksa mahşerde mi
göstereceksin bu bî-çâre kullara felahı?”
Akşama damadı eve gelmiş, gazete de
söylenilen başlıkla çıkmış. Ketencizâde, otur demeden oturmayan, karşısında her
zaman el pençe divan duran damadına sormuş :
“Ne var, ne yok yavrumm.
Bugünkü Ceride-i Erzurum çıktı mı? Benim söylediğim başlık koyuldu mu?. Damat biraz sessizce :
“Koyuldu, efendim” demiş. Ketencizâde : “Evladım
sen biraz cansız söyledin, acep niye? Yoksa başlığı beğenmedin mi?”.
Damattan hiç ses çıkmamış. Bir kez daha Ketencizâde :
“Yavrum niye sükût
ettin?”
diye sorunca damat izin alarak şöyle konuşmuş : “Efendim, haddim olmayarak
konuşacağım. Bugünlere hamdolsun! Narmanlı Camiinde hatm-ı hacegân okunuyor..
Lalapaşa Camii'nde her sabah H. Haşıl Efendi Hz.leri zikrullah yaptırıyor..
Sonra çok şükür tekkelerimiz açık, medreselerimiz açık.. Hal beyleyken bu
başlık ağır olmadı mı hocam?”
Ketencizâde Mehmed Rüştü Efendi de :
“Yok yavrum yok, ben. Bu
gün için söylemedim. Ciğerim yandı yarın için, gelecek günler için söyledim.
Yoksa bu gün için değil. Elbette bu günlere şükürler olsun” demiş.
(Kuyumcu H. Mahir
Altuniş'ten derlenmiştir.)
8— Ketencizâde, ölümünden çok kısa bir süre
Önce Alvarlı Mehmed Efendi’nin babası H. Hüseyin Efendi yi ziyarete gitmiş,
helallik almış. Kalkarken de sarılmışlar birbirlerine. Tam o sırada Ketencizâde
H. Hüseyin Efendi’ye “Biz artık ahirete intikal ediyoruz. Fakat sizler,
şanlı geleceksiniz” demiş. Hakikaten Rus işgalinin bu son aylarınca
Ketencizâde merhum Hakk’a yürümüş. Bir süre sonra da tam Erzurum'un Moskof’tan
temizlendiği günde, H. Hüseyin Efendi şehadet şerbetini içmiş. Nitekim merhum,
Ketenrizâde'nin de daha önceden söylediği gibi ahirete şanlı bir şekilde,
intikal etmiştir.
(Tüccar
Lütfü Kocabeyden derlenmiştir.)
9— Ketenrizâde’nin vaazlık yaptığı da
bilinmektedir. Bir gün vaazın da şunları söylemiş:
"Öyle
bir zaman gelecek ki, o zamanda kara cübbeliler ile beyaz köynek (gömlek) liler
dağdaki eşkıyadan daha merhametsiz, daha gaddar olacaklardır."
(Eski
Tüccarlardan H. Faik Elmalı'dan derlenmiştir.)
10— Ketencizâde hakkında oldukça bilgi
sahibi olan, hatta birçok eserini görmüş olan H. Mahir Altuniş onun hattatlığı
için şunları söylüyor : “Mübarek, elinin tarzı bozulur diye kapı
tokmaklarına bile vurmazmış. O güzel elleriyle çok antika Kur’ân-ı Kerîm
yazarmış."
(Kuyumcu
H. Mahir Altuniş'ten derlenmiştir.)
11— Ketencizâde merhum, Ulu Cami nin itikâf
bölmesine kırk hurma ve biraz da su alarak girermiş. Başka hiçbir şey ne
yermiş, ne de içermiş. Fakat o kırk günlük çilenin bitiminde koluna birkaç kişi
girerek onu oradan çıkarırlarmış. Öyle bir durumda olurmuş ki, bir deri bir
kemik! Görenler tanıyamazmış bile... İşte mübarek Ketencizâde’nin ihtikâfa
girmesi bile bambaşkaymış.
(Dervişağa
Camii eski imamlarından H. İbrahim Gürgür Hocadan derlenmiştir.)
Na’t
ı şerif ve Hâk-pây-ı saâdet-ı peygamberiyyeye gönderilen arz-ı hâl suretidir :
Ey
dil yine hem-râh olarak bâd-ı sabâya
Azm
et taraf-ı dergeh-i mahbûb-ı Hudâya
Yüzler
sürüp ol hâk-i ıtır-nâk-i latife
Ah
eyleyerek ağlayarak başla recâya
Sıdk
üzre salât ile selâm eyleyip evvel
Bed'
eyle niyâza şeh-i iklim i bekâya
De
ki seni Hallâk-ı cihân âleme rahmet
Gönderdi
şeref geldi şehim her dü-serâya
Hâk-âverin
iksirdir ey şâhid-i Levlâk
Kim
dest-res olsa erişir hayr-ı gınâya
Her
zerresi bir dürr-i girân mâyedir anın
Kim
nâ'il olursa nazar etmez kimyâya
Kim
cânına hırz eyler ise nüsha-i aşkın
Elbette
o cân uğramaya sû-i kazâya
Her
derde devâyı sana bahş eyledi
Mevlâ
Elbette bulur çâre gelen dâr-ı şifâya
Ey
hikmet-i hak üzre hâkim kande bu âciz
Lokman
dahi bin cân ile tâlib o devâya
Her
kim ki dahîlek sanadır iki cihânda
Eltâf-ı
Hudâ ile erer izz ü alâya
Ta'zîm
ile ismin anan ey mefhar-i âlem
Bî-rayb
bulur her dü-serâ izzet ü pâye
Geldik
der-i in'âmma el boş, yüzü kara
Me’luf-ı
kadîmiz şehim ihsan u atâya
O
nûr-ı mücessem senin evsâf-ı cemilin
Bildirmek
içün nâzil olupdur nice aya
Ey
ümmî-lakab ya ni kütübhâne-i allâm
İlmine
eder hazret-i Kur ân kifâye
Esrârını
ancak sana bildirdi o allâm
Hayret
getirir noktası kutbu'l-ulemâya
Gülzâr-ı
cihânda ne ki halk eyledi Hallâk
Sensin
sebeb ancak bu kadar neşv ü nemâya
Senden
güzelim Ka'be-i maksûda erildi
Beyt
içre ne hâcet bakıla kıble-nümâya
Ümmîd
ederim cennet-i vaslın gece gündüz
Hicrin
bana dûzah gibidir koyma o caya
Bu
hılkat-ı eşyaya sebeb sensin efendim
Eşyâ
yine senden bulur her vech ile vâye
Feryâdıma
efgânıma lutfunla nigâh et
Derdinle
tenim inlemede benzedi nâya
Çirkâb-ı
ma asîde harâb oldu vücûdum
Bir
berk-i giyâh gibi gönül uydu hevâya
Meccânen
eger cürmümü afv etmeseMevlâ
Nice
gideyim mahkeme-i rûz-ı cezâya
Sen
hâmi-i ümmetsin eyâ ma'den-i şefkat
Şefkat
buyurup âsîleri eyle himâye
Bî-çârelere
çâre şefâ'atle olur hep
Çünki
iki şeydir elimizde bize mâye
Eltâf-ı
Hudâ eyle şefâat dü-cihânda
Bir
hısn-ı haşindir bütün erbâb-ı hatâya
Yakdı
beni ser-tâ-be-kadem âteş-i gaflet
Salsan
n'ola ey nahl-i kerem farkıma sâve
Bir
bende-i nâçiz ki çâkerine yazıldım
Sâyende
baş eğmem vükelâya vüzerâya
Hasta
dilimin merhemi sende durur ancak
Yok
fâ'ide sordumsa da pek çok hükemâya
Pergâr-sıfat
merkez-i aşk üzre dolandım
Cânâ
gireli dâ'ire-i havf u recâya
Şâhım
dilerim aşk ile bu hâne-i kalbim
Ancak
dola dola kim kalmaya yer hubb-ı sivâya
Ümmetlerini
vuslat içün da vet edende
Ah
n’ola muhâtab olabilsem o nidaya
Hurşîd-i
cemâlin umarız ey şeh-i kevneyn
Hayra
getirir kim baka mahsûf olan aya
Ömrüm
bütün isyân ile geçdi nideyim âh
Adem
düşicek zelle içün bunca bükâya
Bir
tıfîın olunca peder ü mâderi mevcûd
Her
derdini söyler ya anaya ya ataya
Ey
menba'-ı şefkat ebeveynim sana kurbân
Zerre nice nisbet olunur şems-i duhâya
Yok
hüsn-i amel peyki ecel gelmege hâzır
Şeytân
ile nefs aldı beni böyle araya
Bilmem
n'ideyim pençe-i a'dâda esirim
Ey
şâh-ı cihân merhamet eyle üserâya
Mahlûkda
yok ben gibi âsî vü perîşân
Ihsânını
mebzûl buyurun böyle gedâya
Asûde
olup görmeye hiç mihnet-i dâreyn
Sâyende
erişsin o dahi kûy-ı rızâya
Vasfın
ki senin câna safâ, ruha gıdâdır
Uşşâk
temeyvül edemez özge gıdâya
Na'tın
ki Bilâl okur idi vakt-i seherde
Aşk
ile felekler de yanardı o sadâya
Ancak
seni vasf etmek içün Hazret-i İzid
Ben
anladığım bu hâli verdi şu arâya (?)
Tâ
vird i zebân eyleyeler medh-i şerifin
Rûzî
kıla in amini kısm-ı bülegâya
Hassân
gibi RÜŞDİ kuluna atf-ı nigâh et
Sâyende
o da mâlik ola hüsn-i edâya
*************
Bu
kıllet-i ömr içre o denlü güneh etdim
Yüz
binde biri sığmaya bu arz u semâya
Leyk
sana ümmet ki beni eyledi Mevlâ
Hâşâ
ki beni uğrada âlâm u cefâya
Bu
ni'met-i uzmâya bedel Hazret-i Hakk a
Var
ömrümü sarf eylesem az hamd ü senaya
Her
demde hezârân salavât ruhuna olsun
Yârânına
ahbâbma ashâb-ı safâya
Olsun
dahi evlâdına ahfâdına cümle
Hem
cümle cemâ1atına hem âl-i abâya
Ediyye
ne vâki' ola mabeyni salâteyn
Elbette
icâbet olacakdır o du'âya
Bu
âciz ti bî çâre perîşân u zülfe
Sen
sâhib olunca eder Allah vikâye
Münker
yere sarf oldu bu nakdine-i ömrüm
Ahz
edemedim su geleli dâr-ı fenâya
Pünhân
u ayân etdiğim isyan heme ma’lûm
Mümkin
mi kusûrum çekeyim semt-i hafâya
Tevhîd
edip Allah'ı seni kim ede tasdik
Ümmîd
ederim düşmeye o câh-ı gavâva
Bir
dil ki ola aşk ile ma’mûr u müsellem
Hâşâ
ki adû rahne ura böyle binâya
Ey
ekrem-i âlî bana rahm et ki fakirim
Muhtâclığım
benzemez özge fukaraya
RÜŞDÎ
kuluna avn ü inayet ola dâiim
Dâ'im
ola RÜŞDİ kuluna avn u inâve
Ol
denlü salât ile selâm ola sana kim
İzz
ü şerefin tek ana da olmaya gâve
Mef û lü
Me fâ I lü Me fâ i lü Fe û lün
Medine-i Münevvere’de manzar-ı saadet olan
makamdı mübârekden kubbe-i sa’âdet göründükde zuhûr eden na’t-ı şerif :
Yâ
Nebiyyallah Cenâb-ı Hakk seni kılmış habib
Sebebden
bâğ-ı vahdetde sen oldun andelîb
Enbiyâ
vü evliyâ senden devâ ister kamu
Çün
hakim-i mutlakm mülkünde bir sensin tabîb
Kûy-ı
pâkinde nice şahlar gezer subh u mesâ
Ağlayıp
feryâd edip boynun büküp ister nasîb
Niceler
bu hâk-i pâke geldi yüzler sürdüler
Geldi
mi eyâ benim-tek böyle bir miskin garîb
Dest-gîr
ol yâ Resûlallah emândır el-emân
Nefs
elinde âciz oldum çok eder mekr ü firîb
Nîm-nigehle
her dü-âlemde kulun mesrûr kıl
Bu
gedâvı pâdişâh etse çerâğ olmaz acîb
Senden
özge yâ kime RÜŞDİ dahılek söylesin
Yâ
Nebiyyallah Cenâb-ı Hakk seni kılmış habîb
Fâ i lâ
tün Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lün
Gazel
Garîk-i bahr-i isyânım dahilek ya Resulallah
Gedâyım, çok perişânım dahilek ya Resulallah
Cihanda kalmadı bir cürüm kim ben yapmadım anı
Sana geldim pişmânım dahilek ya Resulallah
Gelen müflis der-i in'amına mamûr olur mutlak
Bana rahm et ki virânım dahilek ya Resulallah
Heva-yı nefse uydum nefsim uydu dev meluna
Neden uydum nemidânem dahilek ya Resulallah
Sakalım ak, yüzüm kara, yaşım heftâde yetmiştir
Velâkin ehl-i imânım dahilek ya Resulallah
Cihanda zerre denlü ateşe takat getürmezken
Cehennemde nice yanam dahilek ya Resulallah
Ketencizâde-veş cümle günahkâre şefaat kıl
Bu hâl üzre duahanım dahilek ya Resulallah
Gazel
Yıldız âsâ geceler gözleyen ey mâh seni
Seyreder gün gibi elbette sehergâg seni
İsm-i a'zâmın senin nâm-ı şerifin oldu
Buldu hüsrân-ı ebed, bilmeyen eyvah seni
İsmini vird-i zebân eyleyen irşâd oldu
Hakk'ı bildi bilen ey mürşid-i agâh seni
Kim bugün yârin ola, yarın olurmuş yârin
İki âlemde bize yâr ede Allah seni
Nâil-i feyzin olan ârif-i billah oldu
Enbiyâ cündüne Hakk kıldı şehinşah seni
Âlem-i gayb u şühud sırrı sanadır mekşuf
Kıldı Hakk mahrem-i esrâr-ı haremgâh seni
Sâyeveş hâk-ı mezellette koma Rüşdi kulun
Kıl şefaat göre hak-bîn ile her gâh seni
Âşığım Ben Sana
Âşığım ben sana rûz-u ezelden
Sen benim şâhımsın ben senin benden
İster öldür kulun ister çırağ et
Râzıyım her ne ki gelirse senden
Cismim de senindir bu cân da senin
Mukîm de senin mihmân da senin
Derdim de senindir dermân da senin
Ben senden geçemem cân çıksa tenden
Sana kulluk için cihâna geldim
Leyk gayet yaman zamâna geldim
Bed-huylar elinden amâna geldim
Ayırma Rüşdî'yi hulk-ı hasenden
Güz Mesârif Destanı
Mevsimi geldi efendi git pelit al, dal da al
Çam, kavak, sorhun, tezek, saçma dahi herhâlde al
Tuz, çaşır, peynir, güzel yaprak bu günlerde gelir
Bir kuru tatlı erik, hurma ile yağ, bal da al
Sebze, kişmiş, bademiçi,
fındıkiçi çok getir
Köme, pestil, bamyaya bak her ne var bakkalda al
İki yüz batman kadar un parası ver köylüye
Gendime, bulgur da gelsin, mercimek, şalgam da al
İşine elbette adem ihtiyat etmek gerek
Hasılı tut pendimi, kurbanlığı Şevval'da al
Et gelince zerzevat günden güne elbet gelir
İki yük ala pirinç alınca bir gırbal da al
Ademe bir şan imiş ahırda hayvan beslemek
Adımız var, şanımız var bari birkaç mal da al
Ot, saman, yonca ile arpa alınca dikkat et
Üç sepet, iki kürek, ahır yüzüne sal da al
At, katır, merkep, öküz lazımsa ihmal eyleme
Bir çekiç, bir kerpeten, çokca döğülmüş nal da al
İki top çilvari, üç top basma, on el havlusu
Üç tulum, beş top gezi, lahuri bir top şal da al
Vakıa bunlarsız olmaz bir çiçek gördüm bugün
Çarşıya git bir su'al et, bul anı dellal da al
Bir kazan, iki soba, bir lamba, üç çay güğümü
İki-üç seccade, iki hâlı, üç mangal da al
Biz de inci var velakin az olunca ar olur
Şimdilik çok istemem bundan otuz miskal da al
Otuzaltı tane altun, top dahi lazım bize
İki altun kordela saat, kıza halhal da al
"Ya bize çarşaf' dedi, "alası yok burda" dedim
Otuz altun Bağdad'a ba-posta et irsal da al
Küp, güveç, çömlek, çanak, fincan, tabak subardağı
Bir fıçı gaz, çokça boru, kapıya mandal da al
Pek ucuz bir makine gördüm piyango malıdır
Nerde ise oğlanı ardınca anın sal da al
Kakula, tarçın, biber, hem zencefil malumunuz
Çay, şeker daim alırsın bak da o emsalda al
Çok makama ile güllaç ve şurup, şehriyye hem
Her zaman lâzım bize attardan tutkal da al
Evdeki, hariçteki hizmetçiler muhtaçtır
Her ne isterlerse sor da, onlara partal da al
Bunca eşyayı kim alsın, kuvvetim yoktur dedim
"Mollalar gelsin efendi, bir iki hammal da al"
Neyleyim bilmem ki cebimde yoktur bir beyaz
Bu hayâl mekkaresi ikdam eder ki al da al
Elde para yok ise eşyaları ahzetmeğe
Eyleyip dainleri temin biraz imhâl da al
Parasız ancak bu alemde günah almak olur
Para yoktur söylesem havf eylerim der: çal da al
Kim güvensin bu cihanda bir tıfıl oğlum da yok
Dedi: sıdk ile Huda'dan isteyip etf'al da al
Bu kadar masraf ne kar ile olur sordum dedi:
"Doktor ol, ya avukat, ya dağda ol kattal da al"
Dedim ikbalim olaydı gelmez idim âleme
Dedi: "Ömründe yalan söz söyleme, ikbal de al"
Ah! dedim hâlim yaman; dedi ki: "tut rah-ı rıza"
Lutf-ı Hak'la himmet-i peygamberi hoş-hâl da al
Kesb-i rahat etmeğe alemde yol yok mu? dedim
Dedi: "Terk-i rahat-ı dünyada kıl ikmal da al"
Bildiği hâlde gönül o rahatı almaz dedim
"Hakk'a yalvar" dedi, Hakk kılsm anı meyyal da al
Ey civan ergenliğin bil kadrini, rahat yaşa
Ben de bir iş isterim derse bu bahre dal da al
Bulmak istersen eğer Rüşdi meta-ı izzeti
Kendini gene-i kanaat içre kıl, idhâl da al
Lutfuna mazhar buyur ya Rab Ketencizâde'yi
Cürmünü meccânen afv et koyma bu işgalda al
Köme, pestil, bamyaya bak her ne var bakkalda al
İki yüz batman kadar un parası ver köylüye
Gendime, bulgur da gelsin, mercimek, şalgam da al
İşine elbette adem ihtiyat etmek gerek
Hasılı tut pendimi, kurbanlığı Şevval'da al
Et gelince zerzevat günden güne elbet gelir
İki yük ala pirinç alınca bir gırbal da al
Ademe bir şan imiş ahırda hayvan beslemek
Adımız var, şanımız var bari birkaç mal da al
Ot, saman, yonca ile arpa alınca dikkat et
Üç sepet, iki kürek, ahır yüzüne sal da al
At, katır, merkep, öküz lazımsa ihmal eyleme
Bir çekiç, bir kerpeten, çokca döğülmüş nal da al
İki top çilvari, üç top basma, on el havlusu
Üç tulum, beş top gezi, lahuri bir top şal da al
Vakıa bunlarsız olmaz bir çiçek gördüm bugün
Çarşıya git bir su'al et, bul anı dellal da al
Bir kazan, iki soba, bir lamba, üç çay güğümü
İki-üç seccade, iki hâlı, üç mangal da al
Biz de inci var velakin az olunca ar olur
Şimdilik çok istemem bundan otuz miskal da al
Otuzaltı tane altun, top dahi lazım bize
İki altun kordela saat, kıza halhal da al
"Ya bize çarşaf' dedi, "alası yok burda" dedim
Otuz altun Bağdad'a ba-posta et irsal da al
Küp, güveç, çömlek, çanak, fincan, tabak subardağı
Bir fıçı gaz, çokça boru, kapıya mandal da al
Pek ucuz bir makine gördüm piyango malıdır
Nerde ise oğlanı ardınca anın sal da al
Kakula, tarçın, biber, hem zencefil malumunuz
Çay, şeker daim alırsın bak da o emsalda al
Çok makama ile güllaç ve şurup, şehriyye hem
Her zaman lâzım bize attardan tutkal da al
Evdeki, hariçteki hizmetçiler muhtaçtır
Her ne isterlerse sor da, onlara partal da al
Bunca eşyayı kim alsın, kuvvetim yoktur dedim
"Mollalar gelsin efendi, bir iki hammal da al"
Neyleyim bilmem ki cebimde yoktur bir beyaz
Bu hayâl mekkaresi ikdam eder ki al da al
Elde para yok ise eşyaları ahzetmeğe
Eyleyip dainleri temin biraz imhâl da al
Parasız ancak bu alemde günah almak olur
Para yoktur söylesem havf eylerim der: çal da al
Kim güvensin bu cihanda bir tıfıl oğlum da yok
Dedi: sıdk ile Huda'dan isteyip etf'al da al
Bu kadar masraf ne kar ile olur sordum dedi:
"Doktor ol, ya avukat, ya dağda ol kattal da al"
Dedim ikbalim olaydı gelmez idim âleme
Dedi: "Ömründe yalan söz söyleme, ikbal de al"
Ah! dedim hâlim yaman; dedi ki: "tut rah-ı rıza"
Lutf-ı Hak'la himmet-i peygamberi hoş-hâl da al
Kesb-i rahat etmeğe alemde yol yok mu? dedim
Dedi: "Terk-i rahat-ı dünyada kıl ikmal da al"
Bildiği hâlde gönül o rahatı almaz dedim
"Hakk'a yalvar" dedi, Hakk kılsm anı meyyal da al
Ey civan ergenliğin bil kadrini, rahat yaşa
Ben de bir iş isterim derse bu bahre dal da al
Bulmak istersen eğer Rüşdi meta-ı izzeti
Kendini gene-i kanaat içre kıl, idhâl da al
Lutfuna mazhar buyur ya Rab Ketencizâde'yi
Cürmünü meccânen afv et koyma bu işgalda al
Bu cihâna geleli hayli
zamân oldu bana
Öyle sandım ki kadîm
üzre mekân oldu bana
Gün-be-gün za’fdan her
hâl yamân oldu bana
Anladım göçmek için
cümle nişân oldu bana
Cân gibi dost dediğim
düşmen-i cân oldu bana
Düşmen öz bahtım imiş
şimdi ayân oldu bana
Yâr idim herkes ile
cümlelere bâr oldum
Gülşen-i dehrde bir
gonca iken hâr oldum
Allah Allah ne aceb
küşte-i ağyâr oldum
Hâsılı minnet ü gam
çekmede bî-zar oldum
Cân gibi dost dediğim
düşmen-i cân oldu bana
Düşmen öz bahtım imiş
şimdi ayân oldu bana
Ne içündür bilemem kıldı
ehibbâ nefret
Hem-demim hem-rehim hep
eyledi terk-i sohbet
Zerre ihsânı olan kıldı
çekilmez minnet
Çekilir yük mü nedir
bunda da bilmem hikmet
Cân gibi dost dediğim
düşmen-i cân oldu bana
Düşmen öz bahtım imiş
şimdi ayân oldu bana
Sağ iken ağzı olanlar
diler elbette yemek
Beşerin hâli budur
bizleri zannetme melek
Söylemek şekva ise âteş
olur söylememek
Hayrı Allah içün et,
kılma etek öptürmek
Cân gibi dost dediğim
düşmen-i cân oldu bana
Düşmen öz bahtım imiş
şimdi ayân oldu bana
Aslı pâk nesli güzel
kimse semâhat eyler
Mükrime bil ki le’im
kimse hıyânet eyler
Havf-ı Mevlâ’sı olan
işte sadâkat eyler
Tâm tevekkülde olan
Rüşdî kanâ’at eyler
Cân gibi dost dediğim
düşmen-i cân oldu bana
Düşmen öz bahtım imiş
şimdi ayân oldu bana
Böyle bir bezm-i
muhabbet her zamân ister gönül
Yâr ile ağyârdan hâlî
mekân ister gönül
İhtiyâr oldum elimde
ihtiyârım kaldı
İhtiyâr oldukça
nev-civân ister gönül
Aşkdan bir bâde nûş et
her kederden sâlim ol
Görmez misin her zamân darü’l-amân
ister gönül
Çok da yakma cânımı
âhımdan eyle istinâb
Ey felek rûz-ı cezâda
kana kan ister gönül
Zulmü çok eyler
güzellerden feragat eylemiş
Âşıkânın hâline bir
mihribân ister gönül
Şâh-ı hûbân nakd-i cân
ister metâ-ı vuslata
Ol sebebden Rüşdî dâima
terk-i cân ister gönül
Hulk u hûyı hûb olanlar
âlemi zîbâ görür
Aşk ile Mecnûn olanlar
halkı hep Leylâ görür
Sâlik-i râh-ı hakîkat
tefrika bilmez nedir
Deyrde ruhbânı görse
tâlib-i Mevlâ görür
Ehl-i irfân olmağa sa’y
et bâsiret ehli ol
Çeşm-i ibretle bakanlar
katreyi deryâ görür
Eşk-i sûret suda görmüş
aksini mihr ü mehin
Nitekim nakşa doyar
münkir anı İsâ görür
Sırr-ı vahdetten
haberdâr olmayan gâfillere
Her ne esrârı haber
versen anı eşyâ görür
Kim müsemmâyı
Ketencizâde-veş maksûd ede
Her ne şey görse cihânda
mazhar-ı esmâ görür
Kaynak:
Erzurumlu Ketencizâde Mehmed Rüştü Efendi,
hzl: Naci ELMALI, 9.10.1984, Elli
Matbaası , Ankara
NACİ ELMALI
1956
yılında Erzurum'da doğdu. 1977 yılında Erzurum Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirdi. Halen serbest çalışmakta ve
Erzurumlu ilgili araştırmalarıyla
tanınmaktadır. Yazarın basıma hazır eserleri şunlardır :
1
— Erzurumlu Şairler,
2 — Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu Folkloru.
2 — Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu Folkloru.
Erişim:
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar