KIRILMAK HAYAT BULMAKTIR
Tanrı
için kırık bir kalbi onarmak kolaydır.
Yalnız insan onu bütün, parçalarıyla O'na verirse ...
(Oscar Wilde)
Yalnız insan onu bütün, parçalarıyla O'na verirse ...
(Oscar Wilde)
Eğer bir arkadaşınız doğruyu
söyleyecek kadar kuvvetli ise hem şanslı olduğunuza şükredin ve ona da boğun
eğmenin farz olduğunu bilin. Günümüzde doğru sözlü birini bulmak çok
zordur. Bulursanız ondan bir hisse kapar, sarhoş olmuş benliğinizi ayık
tutmanıza sebep bulursunuz. Doğru yapıyoruz diye o kadar yanlış işlerimiz
vardır ki, "Ebrarların haseneleri, mukarrebler yanında günahtır"
der gibi..
Kırılmak buğdağ tanesinin kaderidir.
O ekmek olmak için iki taşın arasında kırılır. Bazen yaptığımız çocuksu
safiyane hareketlerimiz bizi kapılardan kovulmaya sebep olsa da, bu bizim
büyüme yolunda gördüğümüz ihsanlardır.
Azarladığımızda sevineceğimiz husus,
dabbağ eline düşmüş kokmuş derinin padişah sırtına ceket olmasına neden olma
müjdesidir. Bizi bizden alan sarhoşluklarımız, bazen edebin mahrumiyet
derecesine çıktığı zamanda zuhur eder. Fazla edep mahrumiyet sebebidir.
Kırıla döküle gideceğimiz yerlerde bizi uyaranları eksik kılmayan rabbime şükür
ederiz.
Kaderin kara treni hangi istasyonda
hep kaldı ki, en güzel istasyona uğrasa da bekleyeceği yoktur. Terk etmeye
mecbur eden güç, onu kopara kopara alır götürür.. Her ne kadar dostları
birbirine kavuşturan bu tren çok zaman sevenleri birbirinden ayırmıştır.
Sevenler ayrılsa da kalan hatıralar unutulması zordur. Geçmiş hayali
cihandır. Bitmeye mahkum olan beşeri hayatta çok şey beklediğimiz değil
midir, her şeyi birbirine karıştırıp duruyoruz. Fakat çirkin kabuk kırılmadan
iç can bulamadığına göre kırılmak mecburiyetimizdir. Kıranımız sevdiğiniz
olursa bu size lütfun yapıldığına işarettir.
Bir hatıramızı akatarayım.
Bir vakit üç arkadaş bir Mevlevi
Tekkesine gitmiştik. Akşam yemeğini orada yediğimizden iyilik olsun diye bizim
hanım çıkan yemekler için takviye olsun diye unutamadığım bir tepsi Hasanpaşa
köftesi yapmıştı. Tekkede semâ dersleri alırdık. Temrinleri yaptıktan sonra
yemek vakti geldi. Oturduk. Semâ çalışmalarımızda bir an Hz. Pirin bir
menkabesi kalbimize gelmişti. Eyvah dedik. Zuhurat olacak.
Hazret-i
Mevlânâ kaddesallâhu sırrahu'l-azîz Efendimizin hayâtında Mevlevî fukarasından
bir zat, bir sefer esnâsında gider iken haramiler gelip bu dervişi soymuşlar,
kamilen elbiselerini ve akçesini almışlar. O haramilerden birisi de başında
olan sikke-i şerifi alıp kendi başına koyup alay yolu ile;
"Ne
tuhaf külah!" demiş. Bir müddet sonra çıkarıp dervişe vermiş. Bir gün
Hazret-i Mevlâna Efendimiz mürîdânına ders okutur iken murakabeye varmışlar.
Bir müddet murakabede durup, sonra başını kaldırıp yine ders ile meşgul
olmuşlar. Dersten sonra, bazı yakın müridler bu esrardan sual etmişler.
Buyurmuşlar ki,
"Bir
tarihte bizim fukaramızdan bir dervişi haramîler soymuş idiler. Onlardan birisi
alay olsun diye bizim alâmet-i şerifimizi alıp başına koyup bir müddet başında
kalmış ve sikkemiz altına girmiş idi. Şimdi o adam rûhunu teslim ediyor idi.
Şeytan gelip onun imanını çalmaya çalışıp gayret ediyordu. Onun imanını
koruyarak şeytanı uzaklaştırıp ve kovdum ve imanla ruhunu teslim etti. Zira ki,
bizim alâmet-i şerifimizi az bir müddet başına koyup durdu, bize lâyık olan
budur ki, o zamanda ona imdat edelim" buyurmuşlardır.[1]
Bizim Hasanpaşaları mutfakçı sofraya
koymadı. "Eyvah" dedim. Bu da yetmemişti. bir hafta sonra olan oldu.
Tekke adabında kapıdaki ayakkabılar dışa dönük değil içeriye dönük konur. Meğer
bizim arkadaştan biri bir hafta önce kendince demiş ki, "ben bu
ayakkabıları düzelteyim, çıkarken rahat giysinler", hepsinin yönünü dışarı
çevirmiş. Ben bilmiyorum. Sofrada oturuyoruz. Şeyh efendi başladı bir nasihat
perdesinden ayakkabı meselesini açmıştı. Bir hafta sonrada bu vakıayla ayrılık
geldi, yediğimiz tatlı lokmalar boğazımızda durdu, kaldı.
Ey Pirim dedim, "bizim kara
trenin vakfı burada artık bitti gideceğiz demek ki" dedik. Bir daha
gitmek nasip olmadı. Bir rüyası da diğer arkadaş tarafından görülmüştü..
Sonradan çağırdılar ama biz hatamızı kabul ettik tozumuzu alıp oradan gittik.
Tekke yerinde devam ediyor. Ancak biz tekkeden mi tekke bizden ayrı kaldı hala
bilemedik. Bir devrandı, bu hadise bir zaman gönlümüzü yıprattı ama sonunda
herşey bitti.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi
buyurur ki, eğri ayağa eğri ayakkabı yaparlar. Bizim ayaklar eğri olunca
işimizde bazen eğrilik oluyor, burada ayakta mı suç, ayakkabıda mı, yoksa
tanrıda mı, sormaya gerek yoktur. Olan olacaktır, kader zuhur edecektir. Engel
olmak diye bir hüküm yoktur.
Hiç kimseyi,
hiçbir şeyi hor görmeyeyim diye şu işe bunu sebep ettin.
Ayak kırıldı mı
Tanrı kanat ihsan
eder.
Kuyunun dibinden
bile bir kapı açar da.
Sen ağaç üstünde
ol, kuyu dibinde bulun, buna bakma… beni gör, bana bak ki yolun anahtarı benim,
yolu ben açarım der!"
Mesnevî-i Şerif, c.III, b. 4807-09
Cevizler kırıldı;
içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
Mesnevî-i Şerif, c.I, b.706
Sayıdan dışarı
olan o saflarda "Bizler saflarız" nuruna gark olsunlar.
Söz, bu halin
övüşüne gelince kalem de kırıldı, kâğıt da yırtıldı.
Hiç deniz, bir
kaba sığar mı?
Aslanı bir kuzu
kapıp götürebilir mi?
Perde ardındaysan
perdeden çık da o şaşılacak padişahlığı gör.
Sarhoş kavim,
kadehini kırdılar ama senden sarhoş olanların özrü vardır.
Mesnevî-i Şerif, c.V, b.4194-98
[1] Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede'nin
Hatıraları, hzl. Mustafa KOÇ-Eyüb TANRIVERDİ, İstanbul, 2006, c. II, s.742
Temiz kalpli, iyi soylu, akıllı bir delikanlı deniz yoluyla Rum
kıyılarına çıktı. Kıyıdakiler onun erdemli, temiz kalpli ve akıllı biri
olduğunu görünce, eşyalarını alıp onu iyi bir yere götürdüler. Delikanlı,
günlerini burada konaklayarak geçirmeye başlamıştı ki bir gün, orada yaşayan
âbidlerin ulularından biri, delikanlıya;
"Şu mescidin tozunu alıver."
diye emretti. Delikanlı, bu emri işitir işitmez hiçbir şey demeden
oradan çıkıp gitti. Bir daha izini gören olmadı. Bunun üzerine şeyh ve
müritleri delikanlının gidişini, hizmet etmek istemediğine saydılar. Yine
bir gün müritlerden biri, onu yolda yürürken yakalayıp hemen sordu;
"Dostum! Kötü fikre uyup aldanmış oldun. Allah dostlarının
hizmetle makama erdiklerini bilmiyor muydun?" Delikanlı, yana yakıla ağlamaya
başlayıp;
"Ey
cana can katan, gönüller aydınlatan dostum! Ben orada toz-toprak görmedim. Ve
işte o an anladım ki bu yerin tozu da toprağı da benmişim. İşte bu yüzden
oradan ayrıldım."
dedi.
Tarikata giren her dervişin tek gayesi kendini hor görmektir. Yücelik
istiyorsan, alçak-gönüllü olmaya gayret et. Yücelik bir damsa, merdivenleri
alçak-gönüllülüktür. Meyve veren dal nasıl baş aşağı sallanıyorsa, akıllı insan
da alçak-gönüllü davranıp boynunu eğer.
Kaynak: Şeyh Sâdî Şirâzî -Bostan
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar