KİTAPLAR ARASINDA/ TAHA AKYOL
MAURICE Duverger’nin
ünlü eserlerinden biri “Halksız Demokrasi” adlı kitabıdır.[ Maurice Duverger, Halksız Demokrasi, Dördüncü Yayınevi,
İstanbul 1969.]
Sanki bugünkü Türkiye’yi anlatır. Bir
hastalığın arazlarının herkeste aynı olması gibi, demokrasinin “parçalanma”
hastalığı da çeşitli ülkelerde benzer arazlar yaratıyor:
“Bir demokraside çok
sayıda ve zayıf partiler varsa, o ülke iyi yönetilemez, halk siyasetten soğur
ve siyaset ‘merkezin hükümranlığı’ altına girer.” (Sf. 159, 192 vd.)
Yıllardan beri
Türkiye bu durumda değil mi?
De Gaulle’ün 1960’ta
getirdiği yan başkanlık sisteminden önceki Fransa’da da böyleydi. Çok sayıda
ve zayıf partilerin kaygan koalisyonları yüzünden o zamanki Fransa’da şu
şekilde berbat bir üçlü siyaset tablosu vardı:
Kötü yönetim: Hükümetler güçsüzdür
ve ortalama ömürleri ancak 1 yıldır. (Sf. 160)
Programsız siyaset: Sürekli
koalisyonlarda partiler kişiliksizleşmiş, programlan “müphem” hale gelmiştir.
Duverger buna “partiler anarşisi” demektedir. Tabii, hükümetler de bu hale düşmüştür.
(Sf. 196)
Siyasi entrika: Siyaset,
Duverger’nin deyimiyle “kombinezonlar, entrikalar, türlü oyunlar, ardı arkası
gelmeyen yeniden seçimler ve çekişmeler” durumuna düşmüştür. (Sf. 280)
HALKTAN güç alan
büyük sağ ve sol kitle partileri olmayınca, hepsi birbirine benzeyen,
kişiliksiz partilerin oluşturduğu “ortanın bataklığı” siyasete hükmeder. (Sf.
192)
Sağın ve solun
ılımlılarını bir araya getiren ‘renksiz’ koalisyonlar, “yurttaşların bir
politika seçme imkânlarını yok eder” ve halk siyasetten soğur. (Sf. 220)
Jakobenizm Fransız
kültürünü parçalamış, güçlü merkez sağ ve solun oluşmasını engellemiş,
‘ödünsüzlüğü’, ideolojik bağnazlığı yüceltmiştir. Bu yüzden Fransa, mesela,
“ne irtica, ne ihtilal” diye ifade edilen ikilemlere saplanmıştır. Yani:
“Kral ve asiller
dönmeyecektir. Restorasyon (irtica) olmayacaktır. Fakat gerçek bir demokrasiye
gitmek de yok...” (Sf. 183)
Bu yüzden Fransız
siyasi kültüründe sağ ve sol çeşitleri bulunan derin bir “Bonapartizm”
geleneği oluşmuştur: Kitle destekli yan askerî yönetim türleri...
Ya da “ortacılığın”
egemenliği! Bu yüzden:
“Fransa’da reform
ancak ihtilallerle yapılır... İhtilaller arasındaki dönemlerde pek az şey
yapılır.” (Sf. 166)
HALBUKİ Jakobenizm
belasına uğramamış İngiltere’de iki büyük ve disiplinli sağ ve sol kitle
partisi geleneği güçlüdür, rejim de istikrarlı ve başarılıdır. (Sf. 196-199)
Fransa’da ise
parçalı, kavgalı, bol hamasetli bir siyasi kültür oluşmuş ve Fransa’ya zarar
vermiştir, öyle bir milliyetçilik bile zarar vermiştir:
“Fransız
milliyetçisinin acaip milliyetçiliği... Canlı, somut ve var olan Fransa’yı
yıkmak ve yerine ‘Efsanevi Fransa’yı koymak için yanıp tutuşmak...” (Sf. 172)
Fransız solu da,
aynı şekilde:
“Romantik, aşırı,
her şeyi tenkitten hoşlanan, günlük idareciliği küçümseyen, katı doktrinci ve
içine kapanıktır... İngiliz ve İskandinav solcularının gerçekçi ve pragmatik
tutumuna sahip değildir.” (Sf. 167) Duverger, çözüm olarak, aşırıları da içine
alan disiplinli ve büyük merkez sağ ve sol partileri, iki kanatlı demokrasiyi
savunur.
De Gaulle’ün
getirdiği yan başkanlık sisteminde başkanı halkın seçmesi sağı sağda, solu
solda birleşmeye yöneltmiş, Fransa “ortanın bataklığından” kurtulmuştur.
Duverger’nin yan başkanlık sistemine karşı duyduğu kuşkular da haksız
çıkmıştır. (Sf. 274 vd.)
Türkiye siyasi
sistemini toparlamadıkça, koalisyonlarla büyük icraat yapamayacağı gibi, halkın
gerçekten yönetime yön verdiği, bürokrasinin gerçekten millî iradeye tâbi
olduğu bir demokrasiyi de gerçekleştiremez.
Anlamayana davul
zuma az! Yaşadığımız bunca sorun bile az!
Sh:227-229
HAFIZ Esad öldü.
Sistemini ortaya koymak için Barry Rubin’den alıntılar yapmak istiyorum.
Rubin’in kitabı “Modem Diktatörler, Üçüncü Dünya’da Despotluğun Tarihi” adını
taşıyor. [Barry Rubin, Modern Dictators, A History of Tyranny in the Third World, London 1987.]
Biz Suriye diktatörü
Esad’a bakalım:
“ 1928’de,
Suriye’nin geri bir bölgesi olan kuzeybatıda fakir bir Alevi köylü ailesinin
çocuğu olarak dünyaya geldi. Latakia’da yüksek okula gitti, 14 yaşındayken
gizli Baas Partisi’ne girdi ve Fransızlara karşı yeraltı faaliyetlerine
katıldı. Resmî biyografisine bakılırsa, I948’de İsrail’e karşı savaşta gönüllü
olarak yer aldı. 1954’te pilot oldu. Esad’ın üye olduğu cunta 1963’te darbe
yaparak Baas rejimini kurdu. Esad, kendisi gibi Alevi olan Salah Cedid’in liderliğini
destekledi. Savunma Bakanı olan Esad, I970’te Cedid’i devirdi ve hapse attı.
Cedid hâlâ hapistedir.” (Sf. 202)
Bu hayat tarzı sert
ve hesaplı bir diktatörü yetiştirmeye müsaittir. Esad, Kaddafı gibi kontrolsüz
heyecanların adamı değildir:
“Esad, devrimci
heyecan patlamaları yaratmak için değil, iyi belirlenmiş, iyi tarif edilmiş
hedeflere ulaşmak için terörü kullanır... Terörizmi aynı zamanda siyasi,
diplomatik ve askerî strateji ile takviye eder... Suriye, terörizmi daha etkin
ama daha az riskle uygulama konusunda, Libya, FKÖ ve İran’dan daha
başarılıdır!” (Sf. 208)
ESAD’IN terör
siyasetinde tipik örnek, 16 yıl süreyle PKK’yı beslemiş olmasıdır. Türkiye’den
hem Hatay’ı koparmak hem Dicle ve Fırat sularından aslan payını kapmak için,
yıllarca PKK’yı destekledi ama kendisi hiç riske girmedi. Sonunda Türkiye savaşı
göze aldığını gösterince Esad, sessiz sedasız dize geldi, Apo’yu ülkesinden
çıkardı... Sonrası malum...
Esad’ın Suriye’deki
30 yıllık diktatörlüğünün iki önemli unsuru, ideoloji ve teşkilat
faktörleridir:
“Baasçılık modern
bir diktatörlük için gereken ideolojiyi ve yapılanmayı sağlar. Kendini
bilimsel, modernleştirici, Batı karşıtı ve popülist demokratik olarak görür...”
Şu tespit özellikle
önemlidir:
“Baas dilinde
‘hürriyet’ kavramı birey haklarını değil (dışa karşı) ulusal egemenliği,
ittifaksızlığı ve emperyalizm karşıtlığını ifade eder... Rejim, vatanseverlik
üzerinde bir tekele sahiptir, muhalifler bilirler ki, derhal ve şiddetle
cezalandırılacaklardır.” (Sf. 202)
Çünkü muhalefet,
vatan hainliğidir!
Rubin, muhalif
Müslüman Kardeşler’i destekledikleri için Hama şehrinde 20 000 kişinin
öldürüldüğünü, infaz ve işkencenin rejiminin temel araçlarından biri olduğunu
yazar. (Sf. 206 207) Arap milliyetçisi Esad, Humeyni’nin baş destekçisiydi aynı
zamanda! Bölgedeki dengeleri Batı aleyhine çevirmek için!
HİTLER’İN “Führer
Prensipleri” vardı, Mao’nun “Kızıl Kitap”ı vardı... Kaddafı’nin “Üçüncü Yol”u
var... Bunların eleştirilmesi sadece yasak değil, “vatana ihanet” sayılır...
(Sf. 15 vd.)
Baas Partisi “yeni
bir kabile olmuştur.” “En kritik ve önemli görevlere Esat akrabalarını
getirmiştir.
Kardeşi Rifat Esad
yıllar boyu gizli polis şefi olarak muhalifleri işkencelerle ezdi, Ebu Nidal
gibi kanlı teröristleri besledi. Esad’ın yeğeni Adnan, Irak’taki Cumhuriyet
Muhafızlan’nın aynısı olan özel askerî gücün başındadır. Orduya subay, partiye
üye alınırken önce “sadakat”lerine bakılır. İşte “kabile” budur. (Sf. 202-203)
Ben onun için Suriye
ordusundan ‘aykırı’ bir hareket geleceğini sanmıyorum. İşte “kabile”nin
‘Parlamento’ kolunda gözyaşlan arasında oğul Beşir Esad yeni cumhurbaşkanı
seçilmek üzeredir. [Bu satırlar Milliyet’te 12 Haziran 2000’de yayımlanmıştı.
Beşir Esad, başkan olarak başta oturmaya devam ediyor. Tabii yeni kuşak olduğu
için babası kadar fanatik ve kapalı değil.]
Sh:309-310
HAFIZ Esad
hakkında Barry Rubin'den alıntılar yapmak istiyorum. Rubin'in kitabı "Modern
Diktatörler, Üçüncü Dünya'da Despotluğun Tarihi"adını taşıyor. (Moderns
Diktators, A History of Tyranni in the Therd World, London 1987.)
Kitapta Castro var, Humeyni ve Kaddafi var, Pinochet ve Nukrumah var.
İdeolojilerin sis perdesinin ardındaki ortak totalitarizm gerçeğini gözler
önüne seriyor.
Önce Esad'ı yetiştiren ortam:
"1928'de,
Suriye'nin geri bir bölgesi odan kuzeybatıda fakir bir Alevi köylü ailesinin
çocuğu olarak dünyaya geldi. Latakia'da yüksekokula gitti, 14 yaşındayken gizli
Baas partisine girdi ve (Suriyenin egemeni olan) Fransızlara karşı yeraltı
faaliyetlerine katıldı. Resmi biyografisine bakılırsa, 1948'de İsrail'e karşı
savaşta gönüllü olarak yer aldı. 1954'te pilot oldu. Esad'ın üye olduğu cunta
1963'te darbe yaparak Baas rejimini kurdu. Esad, kendisi gibi Alevi olan Salah
Cedid'in liderliğini destekledi. Savunma Bakanı olan Esad, 1970'te Cedid'i
devirdi ve hapse attı. Cedid hala hapistedir." (Sf. 202)
Bu hayat tarzı sert ve hesaplı bir diktatörü yetiştirmeye müsaittir.
* * *
RUBİN'E göre,
Salah Cedid daha aşırı ve maceracı idi, Esad ise hesaplı. Esad'ın 30 yıllık
diktatörlüğünün iki önemli unsuru, ideoloji ve teşkilat faktörleridir:
"Baasçılık
modern bir diktatörlük için gereken ideolojiyi ve yapılanmayı sağlar. Kendini
bilimsel, modernleştirici, Batı karşıtı ve popülist - demokratik olarak
görür..."
Şu tespit özellikle önemlidir:
"Baas
dilinde 'hürriyet' kavramı birey haklarını değil, (dışa karşı) ulusal
egemenliği, ittifaksızlığı ve emperyalizm karşıtlığını ifade eder... Rejim,
vatanseverlik üzerinde bir tekele sahiptir, muhalifler bilirler ki, derhal ve
şiddetle cezalandırılacaklardır." (Sf. 202)
Çünkü muhalefet, vatan hainliğidir!
Rubin, muhalif Müslüman Kardeşler'i destekledikleri için Hama şehrinde 20 bin
kişinin öldürüldüğünü, infaz ve işkencenin rejiminin temel araçlarından biri
olduğunu yazar. (Sf. 206 - 207)
Esad, Humeyni'nin baş destekçisiydi aynı zamanda! Bölgedeki dengeleri Batı
aleyhine çevirmek için!
Esad Türkiye'ye karşı da PKK'yı besleyerek 15 yıl süreyle kan akıtmış ve
kanların karşılığında Hatay'ı ve Fırat sularını almayı da 'hesaplamıştı.'
* * *
BAAS partisi
totaliter bir cihazdır. Rubin, "parti yeni bir kabile
olmuştur" diyor. "En kritik ve önemli görevlere
akrabalarını getirdiğini"belirtiyor.
Kardeşi Rifat Esad yıllar boyu gizli polis şefi olarak muhalifleri işkencelerle
ezdi, Ebu Nidal gibi kanlı teröristleri besledi. Esad'ın yeğeni Adnan,
Irak'taki Cumhuriyet Muhafızları'nın aynısı olan özel askeri gücün başındadır.
Orduya subay, partiye üye alınırken önce "sadakat"lerine
bakılır. İşte "kabile" budur. (Sf.202 - 203)
Ben onun için Suriye ordusundan 'aykırı' bir hareket geleceğini sanmıyorum.
İşte "kabile"nin 'Parlamento' kolunda gözyaşları arasında oğul
Beşir Esad yeni cumhurbaşkanı seçilmek üzeredir.
30 yılda 'sistem'in neden adam yetiştiremediği ve neden herkesin 34 yaşındaki
'oğul'a teslim olduğu belli...
Yine de 'oğul' Batı'da okumuş; babasının yasakladığı faksı, cep telefonunu,
interneti kullanıyormuş. Beşir'in liderliğinde kardeş Suriye halkının adım adım
dünyaya açılmasını, iyi komşuluğa, ekonomik pragmatizme ve dengeli bir şekilde
demokrasiye yönelmesini diliyorum.
Erişim:
http://www.milliyet.com.tr/2000/06/12/yazar/akyol.html
ERMENİ meselesi konusundaki önemli
kaynaklardan biri Bilal Şimşir'in "Malta Sürgünleri" adlı
eseridir. (Bilgi Yayınevi, Ankara 1985)
Diplomat Bilal
Şimşir bu konuda İngiliz Dışişleri arşivindeki belgeleri de incelemiştir.
Yıl 1919...
İngilizler İstanbul'da önde gelen vatansever politikacı ve aydınları tutuklayıp
Malta Adası'na sürgün ediyorlar.
Toplam 140
devlet adamı ve aydın... İslamcı aydın sadrazam Sait Halim Paşa, Türkçü
düşünür Ziya Gökalp, Batılılaşmacı Hüseyin Cahit bunlar arasındadır. Hepsi
katıksız vatanseverdir. İngilizler bunları
hem "savaş suçlusu", hem "Ermeni kırımının
suçlusu" olarak yargılamak kararındadır. İşte, İstanbul'daki İngiliz
amirali Webb'in hükümetine gönderdiği telgraf:
"Ermenilere
zulmeden herkesi cezalandırmak için Türkleri toptan idam etmeli... Cezalandırma
işlemi, hem Türk imparatorluğunu parçalayarak milleti cezalandırma, hem de
yüksek görevlileri ibret verici bir şekilde yargılayarak kişileri cezalandırma
biçiminde olmalı..." (Sf. 70)
* * *
İNGİLİZLER buna hazırlanırken Tevfik
Paşa başkanlığındaki İstanbul hükümeti bir girişimde bulunur: Madem yargılama
yapılacak, öyleyse tarafsız bir uluslararası mahkeme kurulsun, hakimler
İsviçre, İspanya gibi tarafsız ülkelerden seçilsin!.. (Sf. 208 vd.)
İngilizlerde bir telaş! Savaş galibi İngiltere hemen 'tarafsız' ülkelere baskı
yapar. Onlar da bir soruna bulaşmamak için hâkim vermezler! Ve İngiltere Sevr Andaşması'nın
230. maddesine şu hükmü koydurur: "Osmanlı hükümeti Kırım suçlularını
Müttefikler'e teslim etmeyi taahhüt eder. Hâkim seçme yetkisi Müttefikler'indir
ve Osmanlı hükümeti bu mahkemeyi tanımakla yükümlüdür!"
İlk yargılama Batum'daki İngiliz askeri mahkemesinde başlar ama mahkeme bir
türlü karar veremez, çünkü delil (kanıt) yoktur. Sonra Malta
sürgünlerini yargılamak için bütün İngiliz devlet organları seferler olur;
"delil" bulacaklardır. Bu arada İstanbul'daki Ermeni Patrikliği "100
Suçlu Türk" diye bir dosya vermiştir.
Sonra bir dava açılmıştır ama davada tek kanıt yoktur, Gotthard Jaeschke'nin
belirttiği gibi "dağ fare doğurmuştur." (Sf. 233)
* * *
İSTANBUL'DA bütün Osmanlı arşivi didik didik
edilmiş, Ermeni Patrikhanesi'nin verdiği dosya kılı kırk yararak incelenmiştir.
İngiliz arşivleri taranmıştır... Delil yok! İngiliz Yüksek Komiseri,
Londra'daki Lord Curzon'dan yardım ister:
"Soykırıma dair Amerikan hükümetinin elinde bol miktarda belge
bulunduğu kuşkusuzdur..." (Sf. 239)
İngiltere resmen
Amerika'dan "tez elden delil gönderilmesini" ister. Amerika'daki
İngiliz Büyükelçisi'nin resmi cevabı:
"Amerikan arşivlerinde Türkler aleyhine hiçbir delil
bulunamamıştır..." (Sf. 244)
Ve İngiliz
Başsavcılığı'nın 29 Eylül 1921'de İngiliz Dışişleri'ne gönderdiği yazı: "Malta'daki sürgünleri mahkum ettirme şansımız hemen hemen
sıfırdır..." (Sf. 245)
Bu arada artık
Milli Mücadele zaferler kazanmaktadır. Ankara hükümeti bazı İngiliz esirlere
karşılık Malta sürgünlerinin serbest bırakılması ister, anlaşma imzalanır Malta
boşalır... Adalet yoluyla sonuç
alamayanlar, şimdi ABD Temsilciler Meclisi'nden siyasi karar çıkararak "kişileri"
ve bir "millet"i 'siyaseten' mahkum ettirmek istiyorlar!
Sh:203-204
HİZBULLAHÇILARIN akıl almaz vahşetini anlamak
için Erich Fromm'un "İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri" adlı
eseri son derece önemlidir. (Payel Yayınları İstanbul 1984, iki cilt)
Psikoloji
biliminin büyük isimlerinden ve çağımızın büyük düşünürlerinden biri olan
Fromm, "zalimane saldırganlık" kavramını işler:
"Zalimane saldırganlık
yalnızca insana özgüdür ve hayvan içgüdüsünden türememiştir... Zalimane
saldırganlık insandaki zihinsel işleyişin bir parçasıdır..."
Vahşi hayvanlar
aç oldukları zaman ya da korunma içgüdüsüyle canlılara saldırır. İntikam ve kin
duyguları yoktur, avlarını işkence duygusuyla parçalamazlar. Sırtlanın ceylana
saldırmasının sebebi, sadece "fizyolojik yönden yaşamını sürdürme"
içgüdüsüdür. (Cilt 1. sf. 339 vd.)
Teröristler ve
hele de Hizbullah türü teröristler, vahşi hayvanlardan daha 'aşağı', daha vahşidirler;
kin ve intikamla saldırırlar, "zalimane saldırgan"dırlar...
* * *
FROMM, fanatiklerin ve teröristlerin "zihinlerinin
işleyiş biçimine" dikkat çeker. Hitler bir örnektir:
"Hitler'i okumaya
yönlendiren güdü, bilgi isteği değil, başkalarını ve kendisini inandırma
tutkusuna elverişli malzeme toplama gereksinmesiydi... Önyargılarını
doğrulayarak dolaysız heyecansal doyum elde etmek istiyordu... Kendisine uyan
malzemeleri derliyordu..." (Cilt 2, sf. 241)
Tipik bir fanatik
yarı aydın... Gelenekler içinde yaşayan
köylülerden Hitler, Stalin, Apo, Velioğlu çıkmaz...
Hepimiz okuduklarımızdan bizi doğrulayan bilgileri
daha bir benimseriz. Ama fanatikte bu, objektiflik ve analiz melekesinin
tamamen kaybedilmesi düzeyine çıkmıştır. Fanatik, bu sebeple, her şeyi kolayca
ak kara (bizden düşman) diye tasnif eder. "Hain" kelimesini
marazi derecede sık kullanmaları bundandır.
Terör, bu kafanın
"kara" (düşman, hain, dönek) saydıklarına karşı öldürücü ve
yıkıcı eyleme geçme aşmasıdır.
* * *
CESET TUTKUSU... Fromm'un deyimiyle "ölüseverlik",
yani "nekrofili."
Cesetle
cinsel temas tutkunu sapıklar gibi, bunlar da ceset tutkunudurlar. Cesetleri,
içlerindeki "zalimane yıkıcılığın" zafer anıtları gibi
görürler!
Hitler belli...
Stalin neden milyonları işkencelerle öldürttü?
"İnsanlar üzerinde mutlak
yönetme ve denetim gücüne sahip olduğunu göstermek için... Bundan sadist bir
haz alırdı..." (Cilt 1,
sf. 32 vd.)
Naziler,
Stalinciler, Pol Potçular, Talibanlar, terör yapan PKK'lılar, Hizbullahçılar...
Hepsi, "zalimane yıkıcı" tiplerdir.
Fromm, "ceset"lerle
simgelenen "zalimane yıkıcılığın" psikolojik (kişilik
bozukluğu) ve zihinsel (fanatizm) yönlerinden başka, "çeşitli toplumsal
koşullar"ın etkilerine de dikkat çeker. (Cilt 1, sf. 338)
"Toplumsal koşullar" bakımından, PKK terörünü
besleyen "etnik nefret"le İran ve Ortadoğu türü "devrimci
İslam" öfkesini birleştirmeleri, Hizbullahçıların "katmerli
vahşet"ini yaratmıştır.
Devlet elbette ki
bunları ezmelidir... Ama bakınız, 35 yıldır terörle uğraşıyoruz. Terörleri
besleyen "toplumsal koşulları" iyileştirmenin yolu ekonomik
gelişmenin hızlanması ve terörsüz demokratik ifade kanallarının
genişletilmesidir.
Sh:267-268
Kaynak: Taha Akyol,
Kitaplar Arasında, Doğan Kitapçılık I.
baskı / Haziran 2002 İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar