Print Friendly and PDF

KÖLE AYAKLANMALARI


Roma işgücü sıkıntısı çekiyordu ve bunun doğal sonucu olarak da bir faal köle piyasası işliyordu. Bu kölelerin kaynağı başlıca savaş esirleriyle köle tacirlerinin geliştirdikleri veya Roma ile barış halindeki bölgelerden cebren kaçırdıkları insanlardı. Bu sonuncular ara­sında büyük çoğunluk Mısırlı ve Suriyelilerden oluşuyordu. O kadar Titus Livius (en önemli üç tarihçiden biri, M.Ö. 59/64-M.S. 17) M.Ö. 191'ın Suri­yeli ve Asyalılarına genera hominum servitate nata deyimini kullanmıştı. Za­yıf sülâlelerin idaresinde Kilikya ve Suriye korunmasızken korsan ve köle ta­cirleri buralara serbestçe giriyorlardı. Köle ihracı çok kârlı olup alabildiğine kolaydı: büyük Delos pazarı yakındı ve bu merkezde günde onbin köle girip sevkedilebiliyordu. Suriye ve Kilikya'dan İtalya'ya varan sayı tam olarak bi­linmemekle birlikte M.Ö. 135'de Sicilya'daki köle ordusunda çoğunluğu Suriyeli ve Kilikyalı olan yaklaşık 60.000 adam bulunuyordu. İtalya'da bunların çok daha kalabalık olduklarından hiç şüphe yok. Bu yüzyılın sonlarında İtalya ve eyaletlere köle ithali işini etkin Romalı şirketler ele almıştı. Bunlar eski doğu alanlarında çalışmaya devam etmekle birlikte Bithynia da bunlara dahil edilmişti, o kadar ki 102'de buranın kralı neredeyse bütün hür halkının eyalet­lerde köle olarak çalıştığından şikâyetçiydi. Bunun gibi daha başka Asya böl­gelerinin de bulunduğu şüphesizdir.
Köle ayaklanmalarının öyküleri işbu köle muhaceretinin büyük hacmini teyidediyor.
Köle sahiplerinin çoğu fazla hümanist sayılmazdı...
Bunların ilk İtalya'da ikinci Kartaca Savaşı'nın bitiminden sonra üç yıl Latin kentlerde yer almıştı. 198'de Kartacalı rehinelerin familiae (hizmetkârların tümü)si Setia'da kendi milliyetlerinden öbür kölelerle birlikte hareket etmişler ve hareket Norba ve Circeii'yi tehdit etmiş; beşyüz köle tutuk­lanıp cezalandırılmış. İki yıl sonra Etruria'da daha tehlikeli bir ayaklanma vaki olmuş olup ve köleler ancak bir Roma lejyonunun sert müdahalesi sonunda dağıtılabilmiş. Apulia'da köleler, açık patlamalar yerine eşkiyalıkla kendilerini kurtarmaya çalışmışlar. Sonunda eşkiya güruhundan 9000 kişi mahkûm edil­miş.
Sosyal tarih açısından fazla önemli olmamakla birlikte bu ilk hareket, çok daha ciddilerine yol açacaktı.
Öbürlerine geçmeden önce Roma'da köleliğin tarihinde iki belirgin olguya işaret edelim. Bunlardan ilki azad etme (olma) nın kolaylığı idi; öbürü de azad edilmiş kölelerin yurttaşlar sınıfına geçme kolaylığı oluyordu. Her ne kadar bunlar çoğu kez proletarya içinde sayıldıklarından proletaryayı saran oy verme sınırlamasına dahil olmuşlarsa da uzun süre özel siyasî sınırlama çekmemişlerdi. Bunun sonucunda, liberti'Ier, sınıf olarak özel siyasî sınırlamalara so­kulmaları, kendilerini hissettirecek ve korkutabilecek derecede artmış olmaları nedeniyle idi.
Asıl büyük köle hareketleri
Büyük çap ve kapsamlı ihtilalci sarsıntıların ilki Sicilya'da. M.Ö. yakla­şık bir buçuk asır önce vaki olmuştu. Köle Savaşı adı altında tarihe geçerek gerçekte ezilenlerin, onları ezenlere karşı bu ilk ciddî hareketinde sınıf duy­gusu az çok münhasıran egemen olmuş ve bayrağı altında, birleşik ve korku­tucu kitleler halinde, hiçbir bağımlılık ve milliyet tefriki yapmadan, hür prole­ter ve köleleri, kent adamı ve kırsal kesim sakinlerini toplamayı bilmişti.
Her şeyden önce işbu ünlü destanın evveliyatını ortaya çıkarıp onun, ilk çağlardan itibaren Grek ve Latin etkilerinin kesiştikleri, ruhun Helen idealine doğru çok açık bir eğilimini her zaman muhafaza ettiği ve maddî yaşamın Latin dehasının damgasını yediği bir adanın toprağında vaki olmasına yardım eden nedenleri saptamak gerekir.
Sicilya'da ilk Grek kolonileri, metropolün sitelerinin örgütlenmesini az çok aynen tatbik etmişlerdi. Aynı nedenler aynı sonuçlara burada da götürüyordu ve Grek kentlerini aralıksız sarsan sosyal çatışmalar, kaçınılmaz şekilde ve ilke veçhelerini muhafaza ederek yeni mekânlarda yeniden meydana geliyordu. Böylece de Roma Devleti'nin kapılarında — Sicilya'ya, haklı olarak, "Roma­nın bir dış mahallesi" adı verilmişti — ışıkları Romulus'un kentinde farklı şekilde Romalıların gönlüne yansıyan ve adanın fethinden çok önce çeşitli yorumları intaç eden sönmez bir başkaldırı odağı yaratılmıştı.
Sirakuza'da kuruluşundan yaklaşık bir yüzyıl önce bir sosyal ihtilâl kay­dediliyor. Ayrıntılarına girmeyeceğimiz bu harekette halk ve köleler birleşerek varlıklıları def ediyorlar, kentin idaresine el koyup sürgünlerin mülklerini ara­larında paylaşıyorlar.
Bu halkın hükümeti ancak altı yıl sürecek ve Uranlıkta son bulacaktı. Grek sitelerinde mutad olduğu veçhile. Çok kanlı olaylara sahne olmuştu ada. bu arada.
Bu koşullarda Romalıların gelişinin adanın varlıklı sınıfı tarafından kabul edilişi kolaylıkla anlaşılır; yerli büyük mülk sahipleriyle ada toprağında büyük işler kurmuş olan zengin Romalılar arasında en candan anlaşma hızla yerleşmişti ama hiç kimse, atılmış olan tohumların bir gün yeşerebileceğini düşün­müyordu.
Kısa süre sonra Ada halkının genel veçhesi kökünden değişecekti. Nispeten çok küçük Cumhuriyet memuru ve Sicilyalı ve Romalı büyük mülk sahibi sayısına karşın, dünyanın her köşesinden getirilmiş, en değişik dilleri konu­şan, en çeşitli tanrılara tapan yüzbinlerce köle bulunuyordu. Bu ilk çığ, ikinci Kartaca Savaşı'nın sonuna tekabül eder. Köle olarak satılan hesab edilemeyecek kadar kalabalık esir yığınları galiplerden köle tacirlerine, bunlardan da daima işgücünü artırmayı düşünen büyük toprak sahiplerine geçmişti. Bu sa­dece işin başıydı. Bir yirmi yıl kadar sonra. Kuzey Yunanistan ve Epir’in fethedilmesiyle yeni köle kitleleri piyasaya sürülecekti. Sadece bu sonuncu böl­gede 150.000 esir alınmıştı ve bu, Roma kapitalizminin emrine o kadar köle demekti.
Ama bütün bunlar, Kartaca'nın nihaî ve kat’î tahribiyle geride kalacaktı. İşte o zaman bir köle el emeğinin gerçek bir göçü vaki olmuştu. Bu büyük Af­rika sitesini yıkarak Romalılar, mükemmelen örgütlenmiş ve eğitilmiş, Kartacalı büyük mülk sahiplerine ait olmuş ve işe çok iyi alıştırılmış geniş işçi kol­larıyla karşılaşmışlardı. Bu bölüklerin çoğu Sicilya'ya yöneltilmiş ve tarımsal işlerde istihdam edilmişlerdi. Bunların arasında Sami unsur çoğunluktaydı. Aralarında Grekler ve böylece hiç beklemedikleri şekilde vatanlarına iade edilmiş olan Sicilyalılar da bulunuyordu.
Bu insan sürüsünde bir imtiyazlı kategori tefrik ediliyordu: genç, gürbüz, gözü pek erkekler arasından seçilen sürü çobanları. Arkadaşlarının mahrum oldukları bazı kayırmalardan faydalanıyorlardı. İşleri gereği olan yer değiştirebilme kabiliyetinin yanısıra bunlara silâh talimleri yaptırılıyor ve sürülerini eşkiyaya karşı korumak üzere ellerine silâh bile veriliyordu. Ama bu hürriyet kuruntusuna karşın efendileri, bunların varlıklarının koşullarıyla hiçbir surette ilgilenmiyorlardı. Yiyeceklerini, giyeceklerini, yatacak yerlerini kendileri bula­caklardı. Bu itibarla büyük yollar üzerinde rastladıkları, ellerinde efendinin verdiği "pasaport" bulunmayan yolcuları buna yardımcı kılmaları doğal olu­yordu...
Ve irili ufaklı ayaklanma silsileleri. Kimi kaçıp mağaraları sığındı, yeni bir hareketi bekledi, kimi daha başından çarmıhta can verdi. Bu hareketlerin ^rihte kalıcı iz bırakmış ilkinde, köle Devlet'inin müstakbel hükümdar, "pey­gamber Eunus", başrolü oynamıştı. Bu Suriyeli kölenin öyküsü, serüven ro­manlarının en uydurma türlerini andırır.
M.Ö. II. yy'ın sonlarına doğu Filistin bir Mehdi bekliyordu. Eunus’un sahneye girişi de, İsa vaazının başlangıçlarıyla çok fazla benzerlik de arzediyor-.. Bu hususlarda ihtiyatlı olunması gereğinin yanısıra kitlelerin ona, do­ğaüstü bir varlık, tanrının vahiylerini alan bir keşif ve dolayısıyla da esrarengiz bir güç sahibi gözüyle bakmış oldukları bir vakıadır. Kısaca Eunus, ihti­lâlci hareketlerin tarihinde büyük vahiy veya tanrı ilhamına mazhar kişilerin yolunu açmıştı. Bu karismatik kişilere kitleler, nihaî, kesin sanılan mutlulukların fethi bahis konusu olduğunda, daima kaderlerini emanet etmeyi yeğlerler. Bütün Ortaçağ boyunca Eunus'un sayısız taklitçisi çıkacak olup Reform ça­ğında da bütün bir mümtaz harekete geçiriciler takımı, ve bunlar arasında Thomas Münzer, birçok fiillerinde Sicilyalı kölelerin önderiyle şaşırtıcı bir benzerlik arzedeceklerdir.
M.Ö. 135-132 arasında Sicilya'da Romalılara karşı patlak veren köle ayaklanmasının bu lideri karismatik Eunus, Suriye doğumlu olup Sicilya'nın Enna kentinde köleydi. Yaklaşık yetmişbin köleyi örgütleyerek 135'te kenti ele geçirmişti. Antiokhos adıyla kendini kral ilân etmiş, kısa süre içinde Sicilya'­nın orta ve doğu kesimlerinin büyük bölümünün denetimi altına almayı başar­mıştı. Üstüne gönderilen orduları ağır bir yenilgiye uğratmışsa da Konsül Lucius Calpurnius Fiso 133'te Enna'ya ulaşmıştı. Onun halefi Publius Rupilius ertesi yıl ayaklanmayı bütünüyle bastıracak, yakalanan Eunus, zindanda ölecekti.
*
*   *
Bu aynı çağda, antik köleliğin bütün büyük merkezlerinde, milyonlarca insan sanki aynı düşünce ile çalkanıyor gibiydi: zincirlerini kırmak ve kaybol­muş hürriyetlerine kavuşmak. Sanki esrarengiz yeraltı mecralarıyla aralarında bağlantı kuruyorlar ve birbirlerine, isyanın seyrine dair bilgileri aktarıyorlardı. Sicilya'da kardeşlerinin elde ettikleri başarının ilk şayiasında Yunanistan ve Küçük Asya kıyıları kölelerinin başkaldırmaları basitçe rastlantının işi ola­mazdı. Bunun önceden, uzun uzadıya tasarlanıp düşünülmüş ve tezahür etmek için kararlaştırılmış işareti bekleyen bir anlaşmanın sonucu olduğu hissini ve­riyor. Mamafih bütün bu girişimler bir yere varamıyor ve mahallî idareler, efendilerin yardımıyla işi derhal boğuyorlardı. Bunu yapabilmeleri de hareke­tin başında, âsilerin eylemini örgütleyip bunu yönetme kabiliyetinden yoksun şeflerin bulunmasıydı. Bu arada Akdeniz bölgesinde aralıklarla patlayan nice eyleme benzer basit bir kaçak köle ayaklanması, bastırılabilmesi için bütün bir komşu Devlet'ler koalisyonunu ve Roma gücünün çok sert müdahalesini ge­rektirecek kadar geniş çapta bir ihtilâl girişimine dönüşmüştü. Keyfiyet, baş­larda âsi kölelerin yakınma ve özlemleriyle hiç alâkası olmayan basit bir rast­laşma sayesinde vaki olmuştu.
M.Ö. 133'ün yazında, Bergama kralı III. Attales, cinayet ve ahlâk dışı davranışlarla dolu bir yaşamdan sonra ölüyor ve muazzam serveti ve Devlet'ini bir vasiyetname ile Roma halkına bırakıyor. Ama ortaya, babası Eumenes'in bir köle harpist kadından olma bir gayrimeşru kardeşi çıkıveriyor. Genç Aristonikos, Attales'in aile erkânına uyguladığı âkibetten korkarak, saraydan uzak bir gizli yaşam sürdürmüştü. Etrafına yandaşlar sağlamayı başarmış Aristonikos, kendini tahta vâris ilân edip halkını Romalılara bırakan vasiyetnameyi iptal edeceğini bildiriyor. Herhalde yurttaşlarının milliyetçi duygularına güve­niyordu ve ülkesinin yabancıya karşı bağımsızlığını savunmayı üstleniyordu. Bazı ikinci derecede nahiyeleri kendisine bağlamayı başarıyorsa da büyük site­ler, geleceği meçhul bir talip için Romalılarla bozuşmayı göze alamıyorlar ve hatta Ephesos, bu sonunculardan bu işi kökünden tasfiye etme talimatını alı­yor. Başlarda Aristonikos ard arda mağlûb oluyor ama aklına "dâhiyane" bir fikir geliyor: bölgede düzensiz eşkiyalık hareketlerine tevessül eden kaçak kö­lelere sesleniyor ve bunlara sadece hürriyeti değil, ama asıl içinde ne efendi ne köle, ne fakir ne zenginin bulunmayacağı, herkesin eşit olacağı ve "Güneş’in Sitesi" adını alacak bir Devlet'i de vaadediyor. Onunla birleşecek olanların hepsi bu müstakbel devlete dahil olacak ve güneş'in yurttaşı tesmiye edilecek. Bunda herhalde, âsi kölelerin başlıca kitlesini oluşturan Suriyeliler arasında çok yaygın güneş kültünün hesabı da yatıyordu. Nitekim Sicilya'nın Suriyeli köleleri herşeyden önce teşebbüslerini tanrılarının himayesine tevdi etmiş­lerdi... Bu hile son derece başarılı olmuş, krallığın her köşesinde köleler, baskı altında olanlar, her perdeden gayrimemnunlar ona doğru akın etmişler. Bir anda mağlûb taht davacısı korkunç bir hasma dönüşmüştü ve birçok kenti ele geçirivermişti. Heryerde fakirler ona koşuyor, zenginler talan edilip servet­lerine el konuyor ve böylece de bir kamu hâzinesi oluşuyor. O denli zenginleşiliyor ki Trakyalı paralı askerlerle birlikler takviye ediliyor. Ama Aristonikos'u özellikle cezbeden, Attales'in bıraktığı muazzam servet olup başlıca he­defi, Bergama üzerine yürümek oluyor. Kentin erkânı bundan hayli kaygıla­nıyor ve onun taktiğinden esinlenerek, o güne kadar ihmal edilip aşağılanmış yurttaşlarına medenî hakların tamamını vaadediyor. Krala ait ve kamu kölele­rini de kendilerine bağlamak için (herşeye rağmen, kendilerinkinden vazgeç­mek istemiyorlardı) bunları siyasî hakları olmayan yerleşik yabancı sınıfına yükseltiyorlar. Attales'in kullandığı ve bunun ölümüyle işsiz kalan yabancı pa­ralı askerleri orada tutmak için, yurttaşlık hakkıyla donatıyorlar. Bütün bun­lara tehditleri de eklemeyi ihmal etmiyorlar.
Bu arada Aristonikos terakki etmeye devam ediyor ve birbiri ardına kent­leri ele geçiriyor. Bir nevî dünya çapında üne kavuşuyor ve Romanın bazı entektüel çevrelerinde teşebbüsünün seyri büyük ilgi uyandırıyor. Stoacı feylosoflar Güneş'in Sitesi'nin mucidine Zenon'un bir tilmizi gözüyle bakar olu­yorlar. Gracchus'ların büyüğünün eski hocası, talihsiz Blossius, öğrencisinin fecî âkibetinden sonra, onu Tiberius'un başlıca ilham kaynaklarından biri ola­rak gören yetkililerden korkarak Aristonikos'a sığınıyor, bu yeni Devlet'in oluşmasından onunla işbirliği yapmaya karar veriyor. İsyan şiddet kazanıyor ve az sonra komşu Bithynia ve Kappadokya Devlet'lerinin sınırlarına dayanı­yor. Cysikos (Sızık) kenti, Romalılardan yardım arıyor.
Roma başlarda bu işte hayli gevşek davranıyor. KUçiik Asya'ya gönder­diği kişiler beceriksiz çıkıyor (ayrıntılarına girmiyoruz). Ama sonunda artık bir ciddî askerî müdahalenin geciktirilemeyeceği anlaşılıyor ve 131 'de Sicilya isyanı bastırılır bastırılmaz Aristonikos'a karşı dönülmesi bahis konusu olu­yor. Mütefikler, Bithynia kralı II. Nikomedes, Pontos kralı V. Mihridat. Kap­padokya kralı V. Ariarathes, Pamphlagonia kralı I. Pylaemenes. Roma seferî kıtalarına iltihak etmeye "davet ediliyorlar". "Hastalık"ın onlara da sirayet et­mesinden korkan bu kralcıklar. "davet’e icabet etmekte yarışıyorlar.
Ve kabiliyetsiz komutanlar yüzünden zaman kaybından sonra Roma bek­lenebileceği gibi. Andronikos'un hakkından nihayet gelecek, destanın kahra­manı da zincire vurulmuş olarak Roma'da boğdurulacaktı.
Ve bu destan, Anadolu'nun içinde yaşanmıştı...
Az çok öbürlerindekilerine benzeyen olaylarla dolu Sicilya'nın ikinci köle isyanına (yakl. M.Ö. 105) girmeyeceğiz ve konuyu, gladyatör ayaklanması­nın (M.Ö. 73-71) önderi Spartacus'un öyküsüne girmeden, hareketinin bir toplumsal devrim sayılmasa da XVIII. yy sonlarında Adam Weishaupt, daha sonra da Kari Liebknecht ve Rosa Luxemburg gibi devrimcilere ve Alman Spartakistlerine (1916-19) esin kaynağı olmuş olduğunu belirterek kapataca­ğız.

*
*  *
Grek dünyası ister istemez efendisi Romalıdan birşeler kapacaktı ki bunla­rın arasında gladyatör gösterileri zevki de vardı. Bunlar en erken M.Ö. 7O'da Grek Doğu'da, Romalı general Lucullus bu tür döğüşleri büyük ölçüde tertip ettiğinde görülmüştü; bunları daha sonra Grek eşrafı, masraflarını karşılaya­rak sergiletecekti ve bunlar çok tutulacaktı. Hattâ kadın gladyatörleri görülü­yordu. Louis Robert'in deyimiyle "Grek toplumu Roma'dan gelmiş bu hasta­lıktan kangren olmuştu. Bu, Grek dünyasının Romalılaşmasının başarısıdır' •
Her ne kadar birçok farklı topluma dair belge ve kanıtlarda genel sonuç çıkarmak çoğu kez tehlikeli ise de birçok köleli toplumda, köleye merhametsizce davranışın bu kurumu ayakta tuttuğu ve amacına en iyi hizmet ettiği doğru gibidir. Bir sabık kölenin şu ifadelerinde hayli doğru yanlar var: "Kölenizi tokatlayıp dövünüz, onu aç ve cansız bırakınız, efendisinin zincirini köpek gibi takip edecektir; ama onu iyi doyurup giydirin, ılımlı çalıştırın, ona rahatlık sağlayın, hürriyet düşleri görmeye başlayacaktır. Ona kötü bir etendi veriniz, iyi bir efendi arzulayacaktır; ona iyi bir efendi veriniz, kendi efendisi olmayı arzulayacaktır".
Hıristiyanlığın köleliğe karşı tamamen yeni ve daha iyi bir tavır aldığı çoğu kez söylenmişse de bunun muhteşem bir yalan olduğu her vesileyle ayan olmaktadır. İsâ bunu, Ahd-i Atik'te kabul edildiği gibi, çevrenin bir olgusu olarak görmüş, muakıpları da bildiğimiz Greko-Roman görüşü kabul ve uyarlamışlardır. Aziz Augustinus, hiç değilse köleliğin prensip itibariyle kötü bir şey olduğunu itiraf etmiş ama her zaman in­sanı şaşırtan fevkalâde sapkın hüneriyle bunu Âdem'in günahı dolayısıyla Tanrı'nın beşeri cezalandırması olarak tefsir etmiş. Hıristiyan yazarlar köleliği önlemek çabalarını çoğu kez tebarüz ettirmişlerse de bunun Hıristiyan sürüsü­nün dışına teşmil etmemişler ve zımnî olarak da inanmayanların köleleştirilmesini, hele bunun sonunda tanassur vaki olursa, caiz ve hattâ takdire değer bulmuşlardır. Hıristiyanlık, bu itibarla, XV. ilâ XVIII. yy'ın köle ticaretinde çok müspet rol oynanacaktı. Aziz Pavlus, bizim Hz. Mevlânâ gibi, siyasî yetkelere mukavemetin Tanrı'nın fermanına mukavemet demek olup dolayısıyla mah­kûmiyeti müstelzim olduğunu açık seçik ifade etmemiş miydi?
Özellikle kölelerle ilgili bir itiraz şekli de fabl olmaktadır. İmparator Augustus'un azadlısı, ve I. yy'ın ilk yarısında Latince Yazan Phaedrus, Aisopos’un fabl'ları divanından çok faydalanmış. (Bu sonuncusunun da M.Ö. VI. yy'ın başında yaşamış bir eski köle olduğunu biliyoruz). Üçüncü Kitab'ının Prolog'unda büyüleyici bir bölüm bulunuyor. Orada niçin fabl'ın icadedildiğini anlatacağını söylüyor: bu, köleye, mücazat korkusuyla yüksek sesle ifade etme cesaretini bulmadığı hislerini biçim değiştirmiş şekilde söyleme olanağını sağlıyor; ama Phaedrus'un kafasında, fabl'ların kılık değiştirmiş kahramanları olarak sadece köleler bulunmuyordu.*
* Amerikada zencilerin boksta neden ileri oldukları sorulduğunda siyahilerin cevabı "beyazları dövebilmenin tek yoludur" şeklinde.
İki boğa arasında döğüşten dehşete kapılmış bir kurbağa hakkındaki bir Parça, kurbağanın şu sözleriyle başlıyor: "güçlüler kavga ettiklerinde aşağıdakilerin başı belâya girer".*
* Bu konuda bir anımızı zikretmeden geçemeyeceğiz. Askerlik hizmetimiz yıllarında subaylara emir eri tahsis edilirdi. İki yüzbaşının arası açıldığında, birbirlerinin emir erini döverlerdi....
 Ve bu Üçüncü Kitab'ın Epilog'unun sonunda da Ennius'tan iktibas ediyor: "Bir halk adamı (plebeius) için alenen homurdan­mak, dinî şeylere hürmetsizliktir". "Hürriyetin ne denli tatlı şey olduğunu ka­nıtlamaya matuf bir başka fabl'da kurt, köpek tarafından kendi efendisine hiz­met etmeye tam ikna edileceği zaman köpeğin boynunun zincirle yaralanmış olduğunun farkına varıyor; bunun ne demek olduğunu kavrayarak köpeğe kullukta katılmayı reddediyor. Yine sadece köle ile değil de genel olarak fakirle (pauperes) ilgili bir fabl'da Phaedrus şöyle başlıyor: "Devleti denetleyen kişi­nin değişmesi, fakire durumunda bir değişme getirmiyor, o sadece efendi de­ğiştiriyor".
Bu fabl'da yaşlı, çekingen bir adam, çayırda eşeğini otlatıyor. Derken bir düşman ordusunun yaklaştığını görüyor. Yaşlı adam, yakalanmak­tan kurtulmak üzere eşeğine birlikte kaçmak için yalvarıyor; ama eşek mahza düşmanın ona iki yükü bir arada taşıtıp taşıtmayacağını soruyor; sahibi bunu yapacaklarını tahmin etmediğini söyleyince, hareket etmeyi reddediyor: "Benim kimin hizmetkârı olduğum beni ne ilgilendirir diyor" bir seferde sadece bir yük taşıdıktan sonra?"
İnsanın aklına halk masallarımız, deyişlerimiz, atasözlerimiz... gelmiyor mu?... Devam edelim.
Şimdi de köle olmayan, aksine, Telmessus'lu (Fethiye cıvan) bir Hele­nistik bilgin olan Daphitas'ın öyküsü. Bu zat Bergama krallarını, Lydia ve Phrygia'yı idare etmiş olan Lysimachus'un (Makedonyalı general, satrap, kral) hâzinesini "törpülemek"le itham ederek tahkir etmekle kalmayıp onlara doğruca "mor iz" (deri üzerinde halat veya kırbaçla yapılan bere) diye hitabediyor. Kralları bir insanın sırtında kamçı izlerine benzetiyor. Birçok bilgin Grek Doğusu'nda sosyal gerçekleri görüp Daphitas için, kralların, zalim olarak, insanların sırtında "mor iz" oldukları vakıasını kavramakta nâkıs kalmış­lar, ifadeden Attalî krallarının kendilerinin bir zamanlar "bere, çürükle" veya "kamçıyla mor" köle olmuş oldukları manasını çıkarmışlar. Bu arada Daphitas'ın bu devlet büyüğüne karşı ağır cürümünü hayatiyle ödediği söyleniyor: Strabon'a göre, Manisa civarında Thorax Dağı* üzerinde çarmıha gerilmiş.
* Menderes (Meandros) Magtıesia'sı yakınında bir dağın adı (Strabon XIV. 1.39). Helen dilinde hem "Göğüs", hem de "göğsü koruyan zırh' demektir (Bilge Umar.— Türkiye'de tarihsel adlar. İst 1993. s. 785).
*
*   *
Sh: 176-184
Kaynak: Burhan OĞUZ, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, I. Baskı: Haziran 1997,İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar