KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİNİN OLUŞUM SÜRECİ (1918-1926)
Kürtler,
19. yüzyıla kadar Osmanlı idaresi altındaki Kürt beylikleriyle yarı otonom bir
düzen içerisinde sorunsuz yaşamışlardır. Ancak bu yüzyılda, Osmanlı'nın
yerinden idare sitemini bırakarak merkezileşme çabalarıyla birlikte, sahip
oldukları özerkliklerini kaybetmeye başlayan Kürt beyleri bir isyan dalgası
başlatmışlardır. Bu isyanları milliyetçi bir çerçevede değerlendirmek mümkün
olmasa da ilerde yaşanacakların temeli olmalarından ötürü önemlidirler.
Kürtler
gerek yaşadıkları coğrafyanın getirdiği zorluklar gerekse de feodal yaşam
alışkanlıkları sebebiyle ulus olma bilicini Fransız İhtilali ile dünyaya
yayılan süreçten daha geç yakalamışlardır. Kürtler için modern manada
milliyetçilikle karşılaşmalarına aynı topraklarda yaşadıkları Ermenilerin büyük
katkısı olmuştur. I. Dünya Savaşının son bulmasıyla birlikte Kürt
milliyetçiliği yeni bir ivme kazanmıştır. Kürtçüler için bir dönüm noktası olan
Sevr Barış Antlaşması gelecekteki İngiliz çıkarları düşünülerek bazı şartlarla
bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasını öngörmüştür. Anadolu'da verilen Milli
Mücadelenin akabinde tatbik şansı bulamayan Sevr Anlaşması yerini Lozan'a
bırakmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin ve Kürtlerin geleceğini yakından ilgilendiren Musul meselesi, Lozan
Antlaşmasıyla bir çözüme kavuşmamış ve 1926 yılına kadar İngiltere ve Türkiye
arasında yaşanacak olan bir sorun olarak kalmıştır. Genel olarak bu dönem
incelendiğinde, Kürtler için milliyetçilik faaliyetleri, çoğunlukla dini bir
kimliği olan feodal bir beyin öncülüğünde, emperyalist güçlerin güdümü altında
meydana gelen olaylar zincirinden öteye gidememiştir.
Türkiye'nin
son otuz yıllık gündeminde önemli bir yer teşkil eden Kürt ayrılıkçı terör hareketine,
bakıldığında sorunun yeni olmadığı, geçmiş yıllardan süregelen milliyetçi bir
hareketin, feodal etkilerden daha bağımsız bir uzantısı olduğu anlaşılmaktadır.
Değerlendirme
yapılacak olursa:
19.
yüzyılın sonlarından 1926 yılına kadar incelediğimiz Kürtçülük hareketleri
başlangıçta daha ziyade feodal karakterde iken gittikçe milliyetçi bir kimliğe
bürünmüştür. 19. yüzyılda meydana gelen Kürt isyanları milliyetçi bir
kapsam içerisinde tahlil etmek çok da mümkün değildir. Bu dönemdeki
hareketler esas itibariyle belli bir bölge içerisinde yarı otonom hayatlarından
memnun olarak yaşamakta olan Kürt aşiret liderlerinin Osmanlı siteminde meydana
gelen bir takım değişikliklere gösterdikleri tepkiden ibarettir. Bu isyanlar
milli bir hareketten ziyade kişisel veya mahalli çıkarların gözetilmesine
yönelik hareketlerdir.
Kürtlerin
modern manada milliyetçilikle tanışmalarına en büyük etkiyi Ermenilerle olan
ilişkilerinin yol açtığını görmekteyiz. Emperyalist
güçlerin misyonerler ve konsoloslukları vasıtasıyla Ermeniler ve diğer
Hıristiyan azınlıklarına karşı yürüttükleri faaliyetlere şahit olan Kürtler
kendi yaşadıkları topraklar üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurulması
konusundaki faaliyetlere tepki olarak milli bir refleks göstermişlerdir.
Kürt-Ermeni
ilişkilerinin yanında Kürt Milliyetçiliğinin oluşumuna sebep olan diğer bir etken
ise Hamidiye Alayları olmuştur. Bu uygulama sayesinde milliyetçiliğin
ihtiyaç duyduğu burjuva sınıfı devlet eliyle yaratılmıştır.
Aşiret
mekteplerinde okutulan Kürt çocukları başta İstanbul olmak üzere Kürtçü faaliyetleri
Kürtlerin yaşadıkları topraklarda yayma gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu
noktada Jön Türklerin de sürecin hızlanmasına bazı katkıları olmuştur.
Başlangıçta Osmanlı'nın bütünlüğünü korumak saikıyla hareket eden Jön Türklerin
içerisinde Kürt kökenli kişiler de bulunmaktaydı. İlerleyen yıllarda İttihat ve
Terakki'nin Türk milliyetçiliği ekseninde politikalar üretmesine tepki olarak
bu örgütte bulunan Kürtler de Kürtçü faaliyetler içerisine girmişlerdir.
I.
Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki yıkıcı etkisiyle birlikte
ülkedeki halkların bağımsızlık arayışları içerisine girmelerine de sebep olmuştur.
Özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın bölge üzerindeki emelleri
doğrultusunda yürüttükleri faaliyetler bu halkların bağımsızlık isteklerini
daha da kamçılamıştır.
Wilson
ilkelerinden birisi olan halkların kendi kendileri yönetmesi prensibi hızla tüm
İmparatorluğu etkisi altına almıştır. Bu dönemde Kürtçülük faaliyetleri
içerisinde bulunan kişiler kendi çıkarlarını ön planda tutarak gelecekleri için
emperyalist devletlerden medet umar bir tutum içerisinde olmuşlardır. Dünya
Savaşı ardından imzalanan
Sevr Antlaşması Kürt milliyetçileri için bir başka milat olmuştur. Taraf ülkelerce imzalanan
ancak onaylanmayan bu antlaşma hiç bir zaman hayata geçmemesine rağmen bağımsız
bir Kürt Devletinin kurulması yönünde uluslararası ilk belge olması itibariyle
Kürt milliyetçileri için bir referans özelliği taşımaktadır.
Kurtuluş Savaşının verildiği yıllarda Milli
Mücadeleyi zora sokacak bir takım Kürt faaliyetleri olsa da genel olarak
Kürtler olumsuz bir tutum sergilememişlerdir. Fakat bu tutumlarının ardında örgütlü bir yaklaşım
yoktur. Mustafa Kemal'in aşiret ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler bu
olumlu havanın oluşmasına katkı sağlamıştır. Aslında bu yıllardaki Kürtlerin
tutumlarını daha ziyade Türklerle olan dini birliktelikleriyle ve halifeliğe
olan bağlılıklarıyla açıklanabilir.
LOZAN
KONFERANSI SIRASINDA EMPERYALİSTLERİN KÜRTLER KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİNİN DAHA
KRİSTALLEŞTİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR. GÖRÜŞMELERİN BAŞ AKTÖRÜ OLAN İNGİLTERE, BU
ANTLAŞMAYLA MUSUL VE PETROL KONULARINDAKİ ÇIKARLARINA KÜRTLERİ FEDA ETMİŞTİR. Musul meselesinin çözüm süreci içerisinde Kürt
milliyetçilik faaliyetlerine daha yoğun bir şekilde bugünkü Kuzey Irak
topraklarında rastlamak mümkün olmuştur. Ancak ortak bir toplumsal talebi
yakalayamayan bu faaliyetler daha ziyade feodal bir düzeyde bu sefer Türkiye'nin
müdahaleleri ile hayat bulmaya çalışmıştır.
1900'lü
yıllarla birlikte tüm dünyada yayılan milliyetçi fikir, Kürt toplumu üzerinde
aynı etkiyi doğurduğunu söylemek çok da mümkün değildir. Kürtler açısından bu
gecikmenin başlıca nedenlerinden birisi yaşadıkları coğrafyanın yarattığı
şartlardan kaynaklanmaktadır. Dağların birbirinden ayırdığı bu toplumda merkezi
bir devlet yapısı oluşmamıştır. Bunun başlıca sebebini Kürtlerin sosyal
yapıları oluşturmaktadır. Kürtlerdeki aidiyet duygusu millet kavramından
ziyade ait olduğu aşiret, aile gibi daha alt bir yapıya aittir. Kürtlerin
bu feodal yapıya sıkı bağlılıkları milliyetçi duygularla hareket etmelerine
büyük oranda engel olmuştur. Ayrıca Kürtler milli farkındalığın
esaslarından olan kültürel ve edebiyat alanlında da oldukça geri kalmışlardır.
Bu alanlarda kendilerini ifade edebilecek ciddi eserler ortaya koymaktan
uzak olmuşlardır. Kürtçenin farklı diyalektlerde konuşulması ve bu
farklılığının zaman zaman birbirlerini dahi anlayamama boyutuna varması bunda
etkili olmuştur. DİĞER BİR NEDEN İSE İMPARATORLUK İÇERİSİNDE TEK BİR
MÜSLÜMAN MİLLETİN VARLIĞINDAN ÖTÜRÜ, KÜRTLERİN TÜRKLERDEN FARKLI BİR MUAMELE
GÖRMEMİŞ OLMALARIDIR. Bu nedenle Kürt milliyetçileri açısından Cumhuriyetin
ilanıyla birlikte halifeliğin kaldırılması yeni bir dönemi temsil etmektedir. Zira
halifeliğin kaldırılmasıyla Türkler ve Kürtler arasında önemli bir bağlılık
vasıtası olan din büyük ölçüde etkinliğini kaybetmiştir.
Gerek incelenen dönem itibariyle gerekse 1926
yılından günümüze kadar yer alan dönem içerisindeki Kürtçü faaliyetlerin hep
feodal bir yapı içerisinde zuhur ettiğini görülmektedir. Kürt milli hareketi
adı altında yürütülen çalışmaların tamamında bir büyük Kürt ailesinin adını
görmek mümkündür.[1] Bu çalışmaların derinlemesine
incelenmesi halinde kişisel çıkar ve hırsların olduğu da görülecektir. 1960
yıllarda tüm dünyada başlayan sömürgecilik sonrası milli hareketler 1961
Anayasasının sağladığı özgürlük ortamıyla Kürtleri de etkisi altına almıştır.
PKK'nın kuruluşuna zemin hazırlayan bu süreç ve sonrası Kürt milliyetçiliğinin
geçmiş dönemden farklı olarak dar bir feodal zümrenin etkisinden öte kitleselleşmiş
bir milliyetçi kimliğe dönüşmüştür.
Musul
meselesine gelindiğinde, bu toprakların Türkiye için ekonomik değerinden ziyade
milli güvenlik açısından önemi dikkate şayandır. Kürt nüfusunun çok büyük bir
kısmının Musul'un Irak'a bırakılmasıyla parçalanması Türkiye için mütemadiyen
bir tehdit yaşanmasına sebep olacaktır. Aralarında kâğıt üzerindeki çizgilerden
ibaret olan sınırların bulunduğu aynı dili, kültürü ve tarihi paylaşan
halkların birbirleri üzerindeki etkileri görmezden gelmek imkânsızdır. Bölgenin
geçmişteki enerji kaynaklarına, günümüzdeki önemiyle su kaynaklarının da
eklenmesiyle geçmişteki önemini arttırarak koruyor olması Dünya güçlerinin
buraya olan ilgilerini devam ettirmelerine sebep olacaktır.
Kaynak:
Levent İBRAL Polis Akademisi, Yüksek Lisans
Tezi-240055, Ankara - 2009
[1] Gedikpaşa Mahallesinde 2 Ekim 1908
tarihinde kurulan Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti merkezinin kuruluşunda en
tanınmış üç Kürt ailesinin üçü de yer almıştır. Şemdinan ailesinden Şeyh
Ubeydullah'ın oğlu Seyit Abdülkadir, Bedirhan ailesinden Bedirhan
Paşa'nın oğlu Mehmed Emin Ali Bedirhan, Baban ailesinden Babanzade Ahmet
Naim Bey. Bunlardan başka Dr. Şükrü Mehmet Sekban, İsmail Paşazade, Müşir Mehmet
Paşa da yer almışlardır.
Ubeydullah ailesi otonomist kanadı temsil ederken Bedirhanlar
ayrılıkçı bir görüş benimseyeceklerdir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar