Print Friendly and PDF

LEONARDO DA VİNCİ’NİN YAZILARINDAN



Hzl: Augusto Marinoni,
Çeviren: Kemal Atakay
Önemli Not: Okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyoruz. Kitabın kısmî içeriğine kolayca ulaşıp bilgi sahibi olmak isteyenlere yardımcı olmak ve düşünce bütünlüğüne yardımcı olsun diye konular [Olabildiği kadar] birer başlık altında toparlanmaya çalışılmıştır. Bu şekilde Leonardo Da Vinci’nin fikir hayatına daha iyi bakma imkânı ve okuyana kolaylık olması düşünülmüştür.
Orijinal tercüme eserden seçtiğimiz konular, başlıkları DÜŞÜNCELER-MASALLAR-HAYVAN KİTABI-KEHANETLER-NÜKTELER-ÖNSÖZLER başlığı altındaki kısımlardır. Esere sahip olanlar yerlerini kolayca bulabilir. Numaralar alıntı kaynak ile birebir örtüşmektedir. (hzl)
10 . Masal: [Fare ile Gelincik]. Gelincik, küçük yuvasındaki fareyi kıstırmış, sürekli gözetimi altında tutarak teslim olmasını bekliyor ve küçük bir delikten farenin içinde bulunduğu büyük tehlikeyi gözlüyormuş. Bu arada, kedi gelip birden gelinciği yakalamış ve oracıkta yutuvermiş. Bunun üzerine fare, birkaç fındığını Jüpiter’e adak olarak sunmuş, onun ilahi gücüne elinden geldiğince şükretmiş ve daha önce yitirdiği özgürlüğe kavuşmak için deliğinden dışarı çıkmış; ama kedinin pençeleri ve dişleri, hemen o özgürlüğü yaşamıyla birlikte elinden alıvermiş.
**
80. Kehânet: İçlerinde Birçok Hazine Olan Sandıklar Üzerine. Ceviz ağaçlarının, ağaçların ve öteki bitkilerin içinde çok büyük hazineler bulunacak, orada gizli duran.
**
**
11. Düşünce: Ve birçokları gözboyamaların ve sahte mucizelerin ticaretini yapar, saf halkı aldatırlar; aldatmacalarını bilen birisi ortaya çıkacak olursa da, onu cezalandırırlar.
**
113. Kehânet: Keşişlerin Kiliseleri ve Yaşadıkları Yerler Üzerine. Birçokları, işlerini, yorucu uğraşlarını, hem geçim, hem üstbaş olarak yoksulluklarını bırakıp, bolluk içinde ve görkemli binalarda yaşamaya başlayacak – bunu, Tanrıya yakın olmanın aracı gibi göstererek.

**
38. Kehânet: Çok Eskiden Ölmüş Olan Azizleri İçin Yaşayan Keşişlerin Dini Üzerine. Ölmüş olanlar, bin yıl sonra, başka birçok yaşayanın geçim kaynağı olacaklar.
**
76. Kehânet: Azizlerin Resimlerine Tapma Üzerine, insanlar, işitmeyen insanlara konuşacaklar; gözleri açık olacak, ama görmeyecekler; başkalarıyla konuşacak, ama karşılık alamayacaklar; kulakları olup işitmeyene yakaracak, kör olana mum yakacaklar…[ Kehanet, sonradan yırtılmış olan yaprağın alt kenarında devam ediyordu. Okunabilen sözler şöyle: “sağırlara… büyük -ile… kral” (“« sardı… can gra… re”).]
**
111. Kehânet: Ayini Yöneten Rahipler Üzerine. Birçokları, uğraşlarını yerine getirmek için, son derece pahalı giysiler giyecekler; bu, ayin giysileri örnek alınarak yapılıyormuş gibi görünecek.
**
112. Kehânet: Günah Çıkaran Keşişler Üzerine. Mutsuz kadınlar, özgür iradeleriyle, erkeklere bütün cinsel arzularını, utanç verici ve son derece gizli eylemlerini ifşa edecekler.[ Metnin ilk biçimi şöyledir: Cinsel arzular içindeki kadınların kendileri ve başka erkeklerle yaptıklarını bilmek isteyen pek çok kişi olacak; biçare kadınlar, bütün gizli, utanç verici eylemlerini ortaya döküp, sefillikleri ve bayağılıklarıyla ödüllendirecekler onları dinleyenleri. Sonra bu metin silinmiş, onun yerine yaprağın kenarına yukarıda aktardığımız biçim yazılmıştır.
**
114. Kehânet: Cenneti Satma Üzerine. Büyük kitleler, asla kendilerinin olmamış olan ve kendi tasarrufları dışındaki son derece değerli şeyleri, o şeylerin sahibinin izni olmadan açıkça ve rahatlıkla satacaklar ve adalet bunu engellemeyecek.
**

115. Kehânet: Gömülmek Üzere Götürülen Ölüler Üzerine. Ey budalalıkları insanoğlunun, ey göz alıcı çılgınlıklar! Sıradan insanlar, görme yetisini hepten yitirmiş olanların yolunu aydınlatmak için pek çok mum taşıyacaklar. [Metnin ilk kısmı (“Ey budalalıkları insanoğlunun, ey göz alıcı çılgınlıklar!”) sonradan, kehanetin sonuna yazılmış, ama yanına şu uyarı eklenmiştir: “Bu iki sövgü sözü, tümcenin başına alınmalı.”]
**
135. Kehânet: Cenaze Törenleri, Tören Alayları, Fenerler, Çanlar ve Katılımcılar Üzerine, insanlara, onların haberi olmaksızın, çok büyük payeler verilecek, şaşaalı törenler düzenlenecek.
**
136. Kehânet: Yaygın Olan Üzerine. Çaresizin biri pohpohlanacak; onu pohpohlayanlar, o çaresizi aldatan, soyan ve öldüren kişiler olacaklar her zaman.
**
94. Düşünce: Bütün hayvanlar acı içinde, göğü yakınışlarla dolduruyor; ormanları yok ediyor, dağları kazıp açıyorlar ürettikleri madenlere el koymak için. Ama Tanrıya övgüler düzen bu kişiler için, vatana ve insan soyuna büyük bir şevkle zarar veren bu kişiler için daha aşağılayıcı ne söyleyebilirim ki?
**
7. Nükte: Nükte [Çamaşırcı Kadın ve Rahip], Kadının teki çamaşır yıkıyormuş ve soğuktan elleri kıpkırmızı kesilmiş; oradan geçen bir rahip, hayretle bu kırmızılığın nereden kaynaklandığını sormuş; kadın ona: “Altımda ateş var, o yüzden böyle oluyor,” demiş. Bunun üzerine rahip, onu rahibeden çok rahip yapan organına el atmış, kadının yanına yaklaşıp tatlı ve yumuşak bir sesle rica etmiş: “Hatırım için, şu mumu ucundan yakabilir misin?”
**
17. Kehânet: İnsanlar, en korktukları şeyin peşine düşecekler.
Yani, çaresizliğe düşmemek için çaresiz olacaklar.
**
111. Düşünce: Bazıları vardır ki, yiyecek için bir geçit, dışkı artırıcısı ve kenef doldurucusundan başka adla adlandırılmamaları gerekir, çünkü onların eliyle -dünyada farklı görünse bile- hiçbir erdem hayata geçirilmez, çünkü onlardan geriye dolu keneflerden başka şey kalmaz.
**
53. Düşünce: Kıskançlık düzmece suçlamalarla, yani karaçalmayla yaralar; bu da erdemi ürkütür.
**
72. Düşünce: Yitirilebilen şeye zenginlik denmez. Gerçek mülkümüz ve sahibinin gerçek ödülü, erdemdir. Erdemi yitirmek olanaksızdır, yaşam bizi bırakmadıkça, bizi bırakmaz o. Malı mülkü ve dışsal zenginliği ise, her zaman korkarak tut elinde; bunlar çoğu zaman onları yitiren sahiplerini aşağılanma ve alayla baş başa bırakırlar.
**
108. Düşünce: Sana kulluk ederim Tanrım, önce doğal olarak sana duymam gereken sevgi yüzünden, ikinci olarak da insanların yaşamlarını kısaltmayı ya da uzatmayı bildiğin için.
**
16. Düşünce: Deneyden onda olmayan şeyi bekleyen kişi, akıldan uzaklaşmış olur.
**
41. Hayvan Ktb: Alep Balığı. Alep, suyun dışında yaşamaz.
**
43. Hayvan Ktb: Kuğu. Kuğu, hiç lekesiz, bembeyazdır ve ölürken tatlı bir ezgi söyler, bu ezgi yaşamını sonlandırır.
**
100. Kehânet: Dişi Domuzlardan Yapılan Sucuklar Üzerine. İtalyan kadınlarından büyük bir bölümünün hem göğüsleri kesilecek, hem yaşamlarına son verilecek.[ Kehanetin devamında, silinmiş olan şu söz yer alır: “bedenlerinde küçük yavruları olduğu halde” (“elle avendo ipiccolifıglioletti in corpo”).]
**
108. Kehânet: Batan Gemiler Üzerine. Cansız dev gövdelerin, dizginsizce, kalabalıklar halinde insanları yaşamlarının yok oluşuna sürükledikleri görülecek.
**
119. Kehânet: Ognisantınin Boşaltılması Üzerine. Birçokları evlerini terk edecek, varını yoğunu yanında götürecek ve yaşamak için başka ülkelere gidecek.
**
161. Kehânet: Ot Biçme Üzerine. Sayısız yaşam sönüp gidecek ve yeryüzünün üzerinde sayısız delik oluşacak.
**
162. Kehânet: On Yılda Bir Gövde Yapıları Değişen İnsanların Yaşamı Üzerine. Ölen insanlar, kendi bağırsaklarının içinden geçecekler.
**
5. Kehânet: İnsanların başına öyle amansız bir hastalık gelecek ki, kendi tırnaklarıyla kendi etlerini parçalayacaklar.
Uyuz.
**
10. Kehânet: Öyle bir kuşak gelecek ki, insanlar birbirlerinin konuşmasını anlamayacaklar.
Yani, bir Türkle bir Alman.
**

87. Kehânet: Kav Üzerine. Taş ve demirle, daha önce görülmeyen şeyler görülür hale gelecek.
**
88. Kehânet: Yenen Öküzler Üzerine. Çiftçiler, kendi işçilerini yiyecekler.
**
89. Kehânet: Yatağı Toplamak İçin Dövme Üzerine. İnsanlar öyle nankör hale gelecekler ki, onları hiçbir bedel almadan ağırlayanı sopalarla dövecekler; öyle ki, iç organlarının büyük bir bölümü yerlerinden uğrayacak ve gövdesine dolanacak.
**
91. Kehânet: Şehirlerin Surlarının, Hendeklerinin Suyunda Yansıması Üzerine. Büyük şehirlerin yüksek surlarının, hendekleri içinde altüst oldukları görülecek.
**
103. Kehânet: Hiçbir Rengin Ayırt Edilemediği Gece Üzerine. Öyle bir an gelecek ki, renkler birbirinden ayırt edilemeyecek; tam tersine, hepsi siyahın niteliğine bürünecek.
**
104. Kehânet: Kendiliklerinden Asla Kimseye Zarar Vermeyen Kılıçlar ve Mızraklar Üzerine. Kendi başına uysal ve zararsız olan, kötü yoldaşları aracılığıyla korkunç ve yabanıl hale gelecek ve büyük bir acımasızlıkla birçok kişinin yaşamını elinden alacak – inlerinden çıkan ruhsuz bedenler bu kişileri savunmasa, daha da çoğunu öldürürdü.
Yani, demir zırhlar.
**
1. Kehânet: Aslan soyunun, tırnaklı pençeleriyle toprağı açtığı ve oluşan derin çukurlara buyruğundaki öteki hayvanlarla birlikte kendini gömdüğü görülecek.
**
2. Kehânet: Topraktan karanlıklara bürünmüş hayvanlar çıkacak, beklenmedik biçimde insan soyuna saldıracaklar ve insan soyu, vahşi ısırıklarla kanı dağılıp saçılarak, onlar tarafından yutulacak.
**
3. Kehânet: Gene: İğrenç kanatlı tür havada süzülecek, insanlara ve hayvanlara saldıracak, çığlıklar arasında onlarla beslenecek: Karınlarını kırmızı kanla dolduracaklar.
**
4. Kehânet: Parçalanmış etlerden kanın çıktığı, insanların üstünde çizgiler halinde aktığı görülecek.
**
6. Kehânet: Bitkilerin yapraksız kaldığı ve ırmakların akışlarını durdurduğu görülecek.
**
7. Kehânet: Denizin suyu dağların yüksek doruklarından yukarı, göğe doğru yükselecek ve sonra yeniden insanların evleri üstüne düşecek.
Yani, bulutlar yoluyla.
**
8. Kehânet: Delice esen rüzgârların ormanlardaki dev ağaçları Doğu’dan Batı’ya taşıdığı görülecek.
Yani, deniz yoluyla.
**
9. Kehânet: insanlar, kendi azıklarını atacaklar.
Yani, toprağa ekerek.
**
11. Kehânet: Babaların kız çocuklarını erkeklerin kösnüllüğüne bağışlayıp erkekleri ödüllendirdikleri ve geçmişteki her tür gözetimi bir yana bıraktıkları görülecek.
Kızlar evlendiklerinde.
**
12. Kehânet: İnsanlar, kuşlara dönüşmüş olarak mezarlarından çıkacak; öteki insanlara saldırıp, ellerinden ve sofralarından yemeklerini alacaklar.
Sinekler. [ Sineklerin cesetlerden doğduğu varsayımına dayalı bir söz.]
**
13. Kehânet: Annelerinin derisini yüzerek, üstündeki deriyi tersyüz edecek birçokları olacak.
Toprağı işleyenler.
**
14. Kehânet: Ölülerin sözlerine kulak verenler mutlu olacaklar. iyi eserleri okuyup onlara uymak.
**
15. Kehânet: Tüyler insanları kuşlar gibi göğe doğru yükseltecek.
Yani, o tüylerin yazdığı harfler yoluyla.
**
18. Kehânet: Ayrı şeyler birleşecek ve öyle bir güç edinecekler ki, insanlara yitik belleklerini geri kazandıracaklar.
Yani, ayrı şeritlerden yapılan ve insanlara ilişkin şeylerin ve olayların anısını koruyan papirüsler.
**
19. Kehânet: Ölülerin kemiklerinin, hızlı bir hareketle, onları sallayıp atanın talihini çizdiği görülecek.
Zarlar.
**
23. Kehânet: Hayvanların derileri, çığlıklar ve küfürlerle insanları sessizliğinden edecek.
Şenlik dansları.
**
24. Kehânet: Çoğu kez, ayrışık şey, büyük birliğin nedeni olacak.
Yani, ayrışık sazlardan yapılmış olup, dokumanın iplerini birleştiren tarak.
**
25. Kehânet: Hayvanların derilerinden geçen hava, insanları sıçratacak. Yani, insanları dans ettiren gayda.
**
26. Kehânet: Dövülen Ceviz Ağaçları Üzerine. En iyi meyve verenleri en çok dövülecek, yavruları koparılacak ve derileri yüzülecek ya da soyulacak ve kemikleri kırılıp parçalanarak.
**
27. Kehânet: Heykeller Üzerine. Yazık! Ne görüyorum? Yeniden çarmıha gerilmiş Kurtarıcı.
**
29. Kehânet: Yazılarda Var Olan Dokunma Hissini Koruyan Hayvan Derileri Üzerine. İnsan, hissin giysisi olan derilerle ne kadar çok konuşursa, o kadar bilgelik edinir. [Deri, gerek canlı bedenle birleştiğinde dokunma hissinin (duyusunun) aracı olduğu, gerek parşömene dönüştürüldüğünde yazıyla insanın Düşünce: ya da hislerini bir araya getirdiği için “hissin giysisi”dir.]
**
30. Kehânet: Mayasız Ayin Ekmeğini Bedenlerinde Tutan Rahipler Üzerine. O zaman, Tanrının Bedeninin durduğu bu bedenlerden neredeyse hepsinin, açıkça, kendi başlarına dünyanın çeşitli yollarında yürüdükleri görülecek.
**
31. Kehânet: Ve otlarla beslenenler, geceyi güne döndürecekler.
İçyağı [mum].
**
32. Kehânet: Ve birçok kara ve deniz hayvanı, yıldızların arasına çıkacak.
Gezegenler.
**
33. Kehânet: Ölülerin canlıları çeşitli yerlere taşıdıkları görülecek.
Arabalar ve gemiler.
**
34. Kehânet: Birçoklarının ağzından yiyecek çekilip alınacak.
Fırınlardan.
**
35. Kehânet: Fırın Üzerine. Yiyecekleri ağızlarında olanlar, başkalarının eliyle o yiyecekten yoksun bırakılacaklar.
Fırın.
**
36. Kehânet: Satılık Çarmıha Gerili İsa Heykelleri Üzerine. Hem çarmıha gerili İsa’nın, hem şehit azizlerinin [parayla] satıldığını görüyorum gene.
**
37. Kehânet: Hastalardan Geçinen Hekimler, insanlar öyle zavallı bir hale düşecekler ki, başkalarının onların acıları ya da gerçek zenginliklerini yitirişleri üzerinden çıkar sağlamalarından hoşnut olacaklar.
Yani, sağlık.
**
39. Kehânet: Yapı Harcına Dönüşüp, Hapishane Duvarlarının Yapımında Kullanılan Taşlar Üzerine. Taşların çoğu, ateşin onları yok edeceği gün gelinceye dek, birçok insanın özgürlüğünü elinden alacaklar.
**
40. Kehânet: Meme Emen Çocuklar Üzerine. Birçok Fransisken, Dominiken ve Benedikten, başka kereler başkalarının yediklerini yiyecekler ve aylarca susacak, konuşamayacaklar. •
**
41. Kehânet: Denizin Kıyıya Attığı ve Kabukları İçinde Çürüyen İstiridyeler ve Deniz Salyangozları Üzerine. Ah, niceleri, öldükten sonra kendi evlerinde çürüyecekler, çevrelerine pis bir koku yayarak.
**
42. Kehânet: Kışın karın altında gizlenen her şey, yazın açığa çıkarılıp belirgin kılınacak.
Gizli kalamayan yalan için söylenmiştir.
**
44. Kehânet: Gömlekle Çalışan Köylüler Üzerine. Doğu tarafından karanlıklar gelip, İtalya’yı örten göğü koyu siyaha boyayacak.
**
45. Kehânet: Berberler Üzerine. Bütün insanlar Afrika’ya kaçacaklar.
**
46. Kehânet: İncelenmek Üzere. Hem ayları, hem geleneksel törenleri düzene sok, aynısını gündüz ve gece için yap.
**
47. Kehânet: Testereler Üzerine. Birçokları, ellerinde kesici demiri tutarak, birbirlerine saldıracaklar. Bu kişiler, yorgunluk dışında herhangi bir zarar vermeyecekler birbirlerine, çünkü biri ne kadar ileri atılırsa, öteki o kadar geriye çekilecek. Ama araya girecek olanın vay haline, çünkü sonunda parça parça kesilmiş kalacak.
**
48. Kehânet: İpek Çıkrığı. Acı dolu bağırışlar, keskin çığlıklar, işkenceyle soyulan ve sonunda çıplak ve kıpırtısız bırakılanların boğuk ve bastırılmış sesleri işitilecek: Ve bu, her şeyi döndüren devindirici yüzünden olacak.
**
49. Kehânet: Ekmeği Fırının Ağzına Koyup Çıkarma Üzerine. İnsanların bütün şehirlerde, ülkelerde, şatolarda, kır evlerinde ve evlerde, yeme arzusu yüzünden, hiçbir savunma olanağı olmaksızın, birbirlerinin ağzından yiyeceklerini aldıkları görülecek.
**
50. Kehânet: İşlenen Topraklar. Yeryüzünün tersyüz olduğu, karşıt yarıkürelere baktığı ve en yırtıcı hayvanların inlerini açığa çıkardığı görülecek.
**
51. Kehânet: Tohum Ekme Üzerine. O zaman, sağ kalan insanların büyük bir bölümü, sakladıkları azıklarını kuşlara ve kır hayvanlarına yem olsun diye evlerinden dışarı atacak, bu azıklarla hiçbir biçimde ilgilenmeyecekler.
**
52. Kehânet: Çamurlu İrmakların Toprakları Alıp Götürmesine Yol Açan Yağmurlar Üzerine. Gökten bir şey gelip, o göğün altında uzanan Afrika’nın büyük bir bölümünü Avrupa’ya, Avrupa’nınkini
Afrika’ya doğru sürükleyecek ve çeşitli bölgeler büyük bir çalkantıyla birbirine karışacak.
**
53. Kehânet: Tuğla ve Harç Fırınları Üzerine. Sonunda toprak, günler süren yangın nedeniyle kırmızı kesilip taşlar küle dönecek.
**
54. Kehânet: Yanan Odunlar Üzerine. Büyük ormanlardaki ağaçlar ve çalılar küle dönecek.
**
55. Kehânet: Ve Haşlanan Balıklar. Suda yaşayan hayvanlar, kaynar sularda ölecekler.
**
56. Kehânet: Zeytin Ağaçlarından Düşüp, Aydınlatan Zeytinyağını Bize Veren Zeytinler. O bize besin ve ışık verecek olan, büyük bir güçle aşağı inecek gökten.
**
57. Kehânet: Ökseyle Kuş Avlamamızı Sağlayan Kukumavlar ve Baykuşlar üzerine. Birçokları kafesi kırılarak ölecek ve karanlıktan çıkıve- ren korkunç yaratıklar yüzünden birçoklarının gözleri yuvalarından uğrayacak.
**
58. Kehânet: Kenevir Kâğıdına Dönüşen Keten Üzerine. O daha önce aşağılanmış, işkence edilmiş ve dövüle dövüle şehit edilmiş olan, saygi görüp onurlandırılacak, ilkeleri saygı ve sevgiyle dinlenecek.
**
60. Kehânet: Dövülüp Kırbaçlananlar Üzerine. İnsanlar, kabuğu soyulmuş ağaçların kabukları altında saklanacak ve elleriyle kendi kendilerine vurarak, bağıra bağıra şehit düşecekler.
**
61. Kehânet: Kösnüllük Üzerine. En güzel şeylere öfkelenecek, en çirkin kısımlarını arayıp elde ederek kullanacaklar; ama sonra zarar görüp pişmanlıkla kendilerine gelerek, kendilerine pek hayran olacaklar.
**
62. Kehânet: Cimri Üzerine. Birçokları, büyük bir çaba ve hevesle, onları hep korkutmuş olan şeyin peşine düşecek çılgınca, kötülüğünü bilmeden.
**
63. Kehânet: Yaşlandıkça Cimrileşen, Oysa Az Ömürleri Kaldığından Cömertleşmeleri Gereken Kişiler Üzerine. En deneyimli ve sağduyulu kabul edilen kişilerin, nesnelere en az gereksinme duydukları bir dönemde, onları en büyük hasislikle arayıp korudukları görülecek.
**
64. Kehânet: Çukur Üzerine. Sayıklama ya da çılgınlık, akıl hastalığı biçiminde söyle bunu. Birçokları, alındıkça büyüyen o şeyden almak için çırpınıp duracaklar. [“Kehanetler”in, dost meclislerinde ve büyük bir olasılıkla Ludovico il Moro’nun sarayında sorulmak üzere hazırlanmış bilmeceler olduğu genel olarak kabul edilir. Burada italikle verilen ilk tümce, bu görüşün açık kanıtlarından biridir.]
**
65. Kehânet: Kuştüyü Yastık Üstüne Konulan Ağırlık Üzerine. [Elyazmasında başlık (“Kuştüyü Yastık Üstüne Konulan Ağırlık Üzerine”) silinmiştir.] Ve birçok gövdenin, başlarını kaldırınca gözle görülür şekilde büyüdükleri; kaldırdıkları başlarını yeniden indirince, büyüklüklerinin hemen azaldığı görülecek.
**
66. Kehânet: Bit Kırma Üzerine. Ve ne kadar çok hayvan avlarlarsa, ellerinde o kadar az hayvan bulunacak olan birçok avcı olacak; aynı şekilde, bunun tersine, ne kadar az hayvan avlarlarsa, ellerinde o kadar çok av olacak.
**
67. Kehânet: iki Kovadaki Suyu Tek İple Çekme Üzerine. Ve birçokları uğraşıp duracaklar, ama aşağı çektikleri şey, onlar ne kadar çekerlerse, karşı hareketle onlardan o kadar uzaklaşacak.
**
68. Kehânet: Bağırsağa Giren Sosis. Birçokları bağırsakları yuva bilip, kendi bağırsaklarında oturacak.
**
69. Kehânet: Domuzların Dilleri ve Bağırsak İçindeki Danalar. Ne pis şey, bir hayvanın dilinin ötekinin makatında olduğu görülecek.
**
70. Kehânet: Hayvan Derisinden Yapılan Elekler Üzerine. Hayvanların yiyeceğinin, ağızları dışında derilerinin her yerinden geçtiği ve aksi taraftan toprağa kadar nüfuz ettiği görülecek. [Bu kehaneti silinmiş iki başlık izler: Delpieno delle ocbe ile De’ lumi ebe siportano innanti a morti (“Ölülerin Önünde Taşınan Mumlar Üzerine”).]
**
71. Kehânet: Fenerler Üzerine. Güçlü boğaların amansız boynuzları, gece ışığını rüzgârların amansızca esişinden koruyacaklar.
**
72. Kehânet: Yataklardaki Kuştüyleri Üzerine. Uçan yaratıklar, kendi tüyleriyle insanları taşıyacaklar.
**
73. Kehânet: Takunyayla Yürürken Ağaçların Üstüne Çıkan Kişiler. Öyle büyük çamurlar olacak ki, insanlar yaşadıkları yerlerdeki ağaçların üstünde yürüyecekler.
**
74. Kehânet: Öküz Derisinden Yapılan Ayakkabıların Tabanları Üzerine. Ülkenin birçok kesiminde, insanların büyük hayvanların derileri üstünde yürüdükleri görülecek.
**
75. Kehânet: Gemiyle Yolculuk Etmek Üzerine. Büyük rüzgârlar olacak; bu rüzgârlar yüzünden, Doğu’daki şeyler Batı’daki şeylere dönüşecek; Güney deki şeyler ise, büyük ölçüde rüzgârların seyrine karışıp, uzak beldeler boyunca o seyri izleyecekler.
**
78. Kehânet: Kişiyle Birlikte Hareket Eden Gölge Üzerine. İnsan ve hayvan biçim ve şekillerinin, insanları ve hayvanları nereye kaçarlarsa kaçsınlar takip ettikleri görülecek. Ve biri ne kadar hareket ederse, öteki de o kadar hareket edecek, ama dönüştükleri farklı büyüklükler olağanüstü görünecek göze.
**
79. Kehânet: Güneşin Gölgelen ve Aynı Anda Suda Yansımaları Üzerine. Çoğu kez, bir kişinin üç kişiye dönüştüğü ve hepsinin onun peşinden gittiği görülecek ve çoğu zaman içlerinden biri, en güvenilir olanı, onu terk edecek.
**
81. Kehânet: Yatmaya Giderken Mumu Söndürmek Üzerine. Birçokları, çok acele nefes verdikleri için, görme duyularını ve çok geçmeden bütün duyularını yitirecekler.
**
82. Kehânet: Katırların Kulaklarındaki Çanlar Üzerine. Avrupa’nın birçok kesiminde boy boy çalgıların farklı nağmeler çıkardıkları işitilecek, çok yakından duyanlara büyük bir eziyet olacak bu.
**
83. Kehânet: Eşekler Üzerine. Büyük çabanın karşılığı, açlık, susuzluk, rahatsızlık, sopa vurmalar ve dürtmelerle ödenecek.[ Kehanetin devamında, silinmiş olan şu sözler yer alır: “ve küfürlerle ve büyük kabalıklarla” (“e bestemmie egran villanie”).]
**
85. Kehânet: Mahmuzlardaki Yıldızlar Üzerine. İnsanların, yıldızlardan ötürü, hızlı herhangi bir hayvanla aynı ölçüde son derece hızlı oldukları görülecek.
**
86. Kehânet: Ölü Değnek. Ölülerin hareketleri, acı ve gözyaşıyla, çığlıklarla birçok canlının kaçışmasına yol açacak.
**
92. Kehânet: Bulanık ve Toprağa Karışmış Akan Su Üzerine, Havaya Karışmış Toz ve Sis Üzerine ve Isısıyla Her Biriyle Karışan Ateş Üzerine. Bütün temel öğelerin büyük bir dönüşle birbirine karıştığı, kâh dünyanın merkezine doğru, kâh göğe doğru sürüklendiği; kimi zaman Güney kesimlerinden çılgınca Kuzey’in soğuğuna, kimi zaman Doğu’tan Batı’ya, böyle bu yarıküreden ötekine aktığı görülecek.
**
93. Kehânet: Herhangi Bir Noktadan iki Yarıküreyi Birbirinden Ayırmak Mümkündür. Bütün insanlar birden yarıküre değiştirecekler.
**
94. Kehânet: Herhangi Bir Noktada Doğuyu Batıdan Ayırmak Mümkündür. Bütün canlılar, Doğu’dan Batıya; aynı şekilde Kuzey’den Güneye hareket edecekler.
**
95. Kehânet: Ölü Odunları Taşıyan Suların Hareketi Üzerine. Cansız bedenler kendiliklerinden hareket edecek ve çevrelerindeki kişilerin zenginliklerini ellerinden alarak, kuşaklarca ölüyü kendileriyle birlikte götürecekler.
**
96. Kehânet: Yendiklerinde Civciv Vermeyen Yumurtalar Üzerine. Ah! Ne çoklarına doğum yasaklanmış olacak!
**
98. Kehânet: İğdiş Edilen Hayvanlar Üzerine. Erkek soyunun büyük bir bölümü, hayaları alındığından üreme yetisinden yoksun kalacak.
**
99. Kehânet: Sütünden Peynir Yapılan Hayvanlar Üzerine. Küçük yavruların sütü alınacak.
**
101. Kehânet: Kutsal Cuma Günü Dökülen Gözyaşları Üzerine. Avrupa’nın dört bir yanında, büyük kalabalıklar tek bir kişinin ölümüne ağlayacaklar. [Kehanetin devamında, silinmiş olan şu söz yer alır: “Doğu’da ölmüş olan” (“morto in oriente”).]
**
102. Kehânet: İğdiş Hayvan Boynuzundan Yapılan Bıçakların Sapları Üzerine. Hayvanların boynuzlarında keskin demirler görülecek; bunlarla kendi türlerinden birçoklarının canını alacaklar.
**
105. Kehânet: Tuzaklar ve Kapanlar Üzerine. Birçok ölü, öfkeyle hareket edecek; canhları yakalayıp bağlayacak, ölüp yok olmalarını isteyen düşmanları için alıkoyacaklar onları.
**
107. Kehânet: Ateş Üzerine. Küçük bir başlangıçtan doğup, hemen büyüyecek o. Hiçbir canlı şeye saygısı olmayacak; aksine, gücü sayesinde, hemen her şeyi bir başka şeye dönüştürme gücü olacak.
**
118. Kehânet: Gemiyle Yolculuk Etmek Üzerine. Toroslar ve Sina’daki, Apeninler ve Talas’taki büyük ormanların ağaçlarının havanın gücüyle Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güneye sürüklendiği ve buralardaki büyük insan kitlelerini havayla alıp götürdüğü görülecek.
Ah, ne çok yakarı, ne çok ölü, ne çok ayrılış dostlar ve akrabalardan! Ah, niceleri bir daha göremeyecekler yörelerini ve yurtlarını ve mezarsız, kemikleri dünyanın çeşitli yerlerine saçılmış olarak ölecekler!
**
120. Kehânet: Ölüleri Anma Günü Üzerine. Ve niceleri, onlara mumlar taşıyarak, ölmüş atalarına yas tutacak!
**
121. Kehânet: Sözcükleri Harcayarak Büyük Zenginliğe Kavuşan ve Cenneti Bağışlayan Keşişler Üzerine. Görünmez paralar, onları harcayanlara utku getirecek.
**
122. Kehânet: Öküz Boynuzundan Yapılmış Yaylar Üzerine. Birçokları, sığır boynuzları yüzünden acık bir ölümle ölecekler.
**
123. Kehânet: Hıristiyanlar Üzerine. Oğul’a inanıp, yalnızca Anne adına tapmaklar yapan nice kimseler.
**
124. Kehânet: Daha Önce Canlı Olan Yiyecek Üzerine. Canlı bedenlerin büyük bir bölümü, öteki canlıların bedenlerinden geçecek; yani, oturulmayan evler, parça parça oturulan evlere geçecek, onlara bir yarar sağlayacak ve onların dertlerini kendileriyle birlikte götürecekler.
Başka bir deyişle: İnsanın yaşamı, yediği şeylerden oluşur; bu yedikleri, insanın ölü olan kısmını kendileriyle birlikte götürürler. [[Aynı konuda yazılmış kısa bir bölümü, yaprağın yırtılmış olması nedeniyle belli sözler (“e le mangiano… morte rifarâ… ma non e”) dışında okumak olanaksızdır.]
**
125. Kehânet: Tahtaların Üstünde Uyuyan Kişiler Üzerine. Ormanlar ve kırlarda doğan insanlar, ağaçların arasında uyuyacak, yemek yiyecek ve yaşayacaklar.
**
126. Kehânet: Düş Görme Üzerine, insanlar gökte yeni yıkımları; gökten aşağı inen alevlerin, adeta uçarcasına göğe yükselip korkuyla ondan kaçtığını görür gibi olacaklar. Her tür hayvanın insan dilini konuştuğunu işitecekler, hemen tek tek dünyanın çeşitli kesimlerine koşturacaklar, kıpırdamadan; karanlıkta büyük bir görkeme tanık olacaklar. Ey insanoğlu denen mucize, hangi çılgınlık seni buralara sürükledi! Her tür hayvanla konuşacaksın, onlar da seninle insan diliyle konuşacaklar. Büyük yüksekliklerden düşüp, sağ salim çıktığını göreceksin, akarsular sana eşlik edecek. [Metnin devamını, yaprağın alt kenarının yırtılmış olması nedeniyle belli sözler (“<? miste. .. te col lor rapido corso userâ car… in madre e soreüe… erat coîli a… an di s… animi… le penne”) dışında okumak olanaksızdır.]
**
131. Kehânet: Kundaktaki Bebekler Üzerine. Ey sahil şehirleri! içinizde kadınlı erkekli şehirlileri görüyorum: Dillerinizi anlamayacak olan kişilerce kollarınız ve bacakları sağlam bağlarla sımsıkı bağlanmış. Ve ancak kendi aranızda acı gözyaşları, iç geçirmeler ve yakınmalarla acılarınızı ve yitik özgürlüğünüzü hafifletebileceksiniz, çünkü sizi bağlayan sizi anlamayacak, siz de onu anlamayacaksınız.
**
132. Kehânet: Fare Yiyen Kediler Üzerine. Sizde, Afrika şehirleri, yeni doğmuş bebeklerinizin kendi evlerinde ülkenizin en amansız ve yırtıcı hayvanlarınca parça parça edildiği görülecek.
**
133. Kehânet: Değnek Vurulan Eşekler Üzerine. Ey ihmalkâr doğa, niçin yanlı davranıp, çocuklarından bazılarına merhametli ve iyi annelik, ötekilere pek acımasız ve merhametsiz üvey annelik ediyorsun? Çocuklarının, ellerine hiçbir şey geçmeden, başkalarına köle verildiğini görüyorum ben; yaptıkları iyiliklerin karşılığı, ödül yerine çok büyük eziyetlerle ödeniyor ve bütün ömürlerini onlara kötülük edene yarar sağlayarak geçiriyorlar.
**
134. Kehânet: Kehanetlerin Bölümleri. İlkinde, akıllı canlılarla ilgili şeyleri işle; İkincisinde, akıldan yoksun canlıları; üçüncüsünde, bitkileri; dördüncüsünde, törenleri; beşincisinde, görenekleri; akıncısında, olgular, kararlar ya da tartışmaları; yedincisinde, doğada olamayacak durumları (sözgelimi, “o şeyden ne kadar alırsan, o kadar büyür” gibi); büyük meseleleri sona sakla, zayıf olanlarını başta ver; önce kötülükleri, sonra cezaları göster. Sekizinci bölümde, felsefi konuları işle.[ Bu ve 46 numaralı metin, Leonardo nun nasıl Kehanetleri düzenlenmeye ve derlenmeye değer bulduğunu ortaya koyar.]
**
137. Kehânet: Güneş Işınının Çarpması. Onu örttüğünü sanan kişinin onun tarafından örtüldüğü şey belirecek.
**
138. Kehânet: Para ve Altın Üzerine. Derin uçurumlardan, dünyadaki bütün halklara ter döktürüp eziyet çektirecek olan çıkacak – halklar ondan yardım görmek için büyük çabalara, kaygılara, ter dökmeye katlanacaklar.
**
139. Kehânet: Yoksulluk Korkusu Üzerine. Kötü ve korkunç yaratık, insanlara öyle korku salacak ki, insanlar neredeyse deliler gibi ondan kaçtıklarını sanırken, büyük bir hızla onun sınırsız güçlerine koşacaklar.
**
140. Kehânet: Öğüt Üzerine. Ve ona gereksinme duyan için son derece gerekli olan kişi bilinmeyecek; bilindiğinde de, olabildiğince aşağılanacak.
**
141. Kehânet: Kehanet Üzerine. Bütün müneccimler iğdiş edilecek.
Yani, genç horozlar.
**
142. Kehânet: Ben, gönlümce, bir, iki, on ya da daha fazla sözcük söyleyeceğim; birçok kişinin aynı anda aynı şeyi söylemesini, yani hemen benim söylediklerimi söylemelerini istiyorum, ama beni görmeyecekler ve kendi kendime söylediğim şeyi işitmeyecekler.
Bunlar, senin saydığın saatler olacak; sen bir tanesini söylediğinde, senin gibi saatleri sayan başka herkes, aynı anda seninle aynı rakamı söyleyecek.
**
143. Kehânet: Leyleklerin Taşıdığı Yılanlar Üzerine. Göğün en yukarılarında, upuzun yılanların kuşlarla boğuştuğu görülecek.
**
144. Kehânet: Hendekten ve Kalıptan Çıkan Toplar. O, toprağın altından korkunç çığlıklarıyla çıkacak ve çevresinde duranları şaşkına çevirecek; soluğuyla insanları öldürüp, şehirleri ve kaleleri yok edecek.
**
146. Kehânet: Ölüler, toprağın altından çıkacak ve vahşi hareketleriyle dünyadan sayısız insanı kovacaklar.
Toprağın altından çıkan demir ölüdür, ama onunla birçok insanı öldüren silahlar yapılır.
**
147. Kehânet: Ulu dağlar, deniz kıyılarından uzak olmalarına karşın, denizi yerinden edecekler.
Bunlar, dağlardan aldıkları toprakları taşıyıp deniz kıyılarına boşaltan nehirlerdir; toprağın girdiği yerden de, deniz kaçar.
**
148. Kehânet: Bulutlardan akan suyun doğası öyle değişecek ki, dağların yamaçlarında hiç hareket etmeden uzun süre duracak. Ve bu, farklı şekillerde birçok yerde olacak.
Lapa lapa yağan, sudan oluşan kar.
**
149. Kehânet: Dağlardaki büyük kayalar öyle ateş saçacaklar ki, birçok dev ormanın kütüklerini ve birçok vahşi ve evcil hayvanı yakacaklar.
Ateşi -sıra sıra odunları yakan, ormanları yok eden, hayvanların etinin pişirildiği ateşi- tutuşturan çakmaktaşı.
**
150. Kehânet: Ah, ne çok büyük bina yok olacak ateş yüzünden!
Topların ateşinden.
**
151. Kehânet: Öküzler, şehirlerin yıkımlarının nedeni olacaklar büyük ölçüde; atlar ve sığırlar da öyle.
Topları çektikleri için.
**
152. Kehânet: Birçokları, kendi yıkımları içinde büyüyecekler.
Karın üstünde yuvarlanan kartopu.
**
153. Kehânet: Kalabalık kitleler, benliklerini ve adlarını unutarak, ölü gibi serilecekler başka ölülerin kalıntıları üzerine.
Kuş tüyleri üstünde uyuma.
**
154. Kehânet: Doğu taraflarının Batıya, Güney taraflarının Kuzeye sürüklendiği görülecek, böylece dünyanın dört bir yanı büyük bir gürültü, coşmuşluk ve sarsıntıyla iç içe geçecek.
Batıya sürüklenecek olan Doğu rüzgârı.
**
155. Kehânet: Güneş ışınları, topraktaki ateşi tutuşturacak; bu ışınlarla, göğün altındaki şey alev alacak ve ışınlar onun engeline çarpıp kırılarak aşağıya geri dönecekler.
Yakıcı ayna ateşi tutuşturur; bununla fırın ısıtılır; fırının da dibi kendi göğünün altındadır.
**
156. Kehânet: Denizin büyük kısmı, göğe doğru kaçacak ve uzun bir süre geri dönmeyecek.
Yani, bulutlar yoluyla.
**
157. Kehânet: Buğday ve Öteki Tohumlar Üzerine. İnsanlar, yaşamlarını sürdürmek için ayırdıkları azıkları evlerinden dışarı atacaklar.
**
158. Kehânet: Aşıları Besleyen Ağaçlar Üzerine. Annelerle babaların, kendi çocuklarından çok üvey çocuklarından hoşlandıkları görülecek.
**
159. Kehânet: Buhurdan Üzerine. Beyaz giysiler içindekiler, çalımlı bir yürüyüşle, kendilerine hiç zarar vermeyenlere metal ve ateşle gözdağı vererek yürüyecekler.
**
163. Kehânet: Tulumlar Üzerine. Keçiler, şarabı şehirlere getirecekler.
**
164. Kehânet: Kunduracılar, insanlar, eserlerinin yıpranıp parçalandığını seyretmekten zevk alacak.
**
165. Kehânet: Kişinin Geceleyin Işıkta Yere Vuran Gölgesi Üzerine. İnsan biçiminde dev şekiller belirecek; bunlar insana ne kadar yaklaşırlarsa, dev boyutları o kadar küçülecek.
**
166. Kehânet: Gümüş ve Altından Zengin Yükler Taşıyan Katırlar Üzerine. Birçok hazine ve büyük servet, dört ayaklı hayvanların sırtına yüklenecek; onlar bunları çeşitli yerlere taşıyacaklar.
**
167. Kehânet: Öğüt ve Sefalet Üzerine. İşte, ne kadar gerek duyarsak, o kadar reddettiğimiz bir şey. En çok ihtiyacı olanın, yani cahillerin pek gönülsüzce kulak verdikleri öğütten söz ediyorum.
İşte, ne kadar korkar ve ne kadar kaçarsan, o kadar yaklaştığın bir şey. Sen kaçtıkça, seni daha sefil ve çaresiz kılan sefaletten söz ediyorum.
**
168. Kehânet: İnsanların çok arzu ettikleri, ama elde ettiklerinde bilemedikleri şey nedir?
Uyumak.
**
169. Kehânet: Şarap iyidir, ama [onun yüzünden] su içilmeden kalır. Sofrada.
**
170. Kehânet: Bir Mumun Işığı. İşte, ne kadar alabilirsen al, gene de büyüklüğü asla azalmayacak olan bir şey.
**
171. Kehânet: Ateş. İşte, ne kadar kötü ve zararlı olursa, o kadar yaklaştığın bir başka şey.
**
172. Kehânet: Arılar Üzerine. Topluluk halinde birlikte yaşarlar; başkaları, ballarını almak için onları yok eder. Çok büyük birçok halk, kendi evlerinde yok edilecek…
**
173. Kehânet: Babasından önce doğanım ben; öldürdüm üçte birini insanların; sonra döndüm karnına annemin.
**
174. Kehânet: Ey Mağribi, ölüyorum ben, maneviyatınla beni desteklemezsen; nasıl da acı benim için yaşamak, bir bilsen!

1. Hayvan Ktb: Erdem Sevgisi. İncir kuşu, söylendiğine göre, şöyle bir kuşmuş: Bir hastanın karşısına götürüldüğünde, söz konusu hasta ölmek üzereyse, bu kuşbaşını çevirir, ona asla bakmazmış; ama hasta kurtulacaksa, bu kuş gözünü ondan hiç ayırmaz, hatta o kişinin her tür hastalıktan kurtulmasını sağlarmış.
Benzeri şekilde, erdem sevgisi, bayağı ya da kötü şeye asla bakmaz, aksine hep dürüst ve erdemli şeylerde kendini gösterir ve tıpkı yeşil ormanlarda çiçekli dallar üstündeki kuşlar gibi, soylu ruhu yuvası bilir. Ve bu sevgi kendini, esenlikte değil, zor koşullarda daha çok belli eder, tıpkı en karanlık yeri bulduğunda en çok parlayan ışık gibi.
**
2. Hayvan Ktb: Kıskançlık. Çaylak hakkında şunu okuruz: Yuvadaki yavrularının aşırı büyüdüğünü görünce, kıskançlıktan yanlarını gagalar ve onları aç bırakırmış.
**
3. Hayvan Ktb: Neşe. Neşe, her küçük şeyle neşelenip, çok çeşitli, şen hareketlerle öten horoza uygun düşen bir özelliktir.
**
4. Hayvan Ktb: Üzüntü. Üzüntü, kuzguna benzer: Kuzgun yeni doğan yavrularının beyaz olduğunu görünce, büyük bir acıyla uzaklaşır, hazin bir yakınmayla onları terk eder ve üstlerinde birkaç siyah tüy görmedikçe onları beslemezmiş.
**
5. Hayvan Ktb: Barış. Kunduz hakkında şunu okuruz: Peşine düşüldüğünde, bunun, hayalarındaki iyileştirici güç için olduğunu bilir, daha fazla kaçamayıp durur ve avcılarla barış içinde olmak için, keskin dişleriyle hayalarını koparıp bunları düşmanlarına bırakırmış.
**
6. Hayvan Ktb: Öfke. Ayı, söylendiğine göre, ballarını almak için arıların yuvalarına gittiğinde, arılar onu sokmaya başlar, o da bunun üzerine balı bırakıp intikama koşarmış; ancak hiçbirinden intikamını alamayınca, öfkesi çılgınlığa dönüşür ve kendisini yere atarak ellerini ayaklarını oynatır, boşuna arılara karşı kendisini korumaya çalışırmış.
**
8. Hayvan Ktb: Açgözlülük. Karakurbağası, toprakla beslenir ve hep zayıf kalır, çünkü asla doymaz; topraksız kalacak diye pek korkar.
**
9. Hayvan Ktb: Minnetsizlik. Güvercinler, minnetsizliğin bir simgesidirler, çünkü artık başkalarınca beslenme gereği duymadıkları yaşa geldiklerinde, babalarıyla kavga etmeye başlarlar ve bu kavga, genç güvercin babasını kovuncaya, onun eşini elinden alıp kendi eşi kıhncaya kadar devam eder.
**
10. Hayvan Ktb: Acımasızlık. Basilisk öyle acımasızdır ki, zehirli bakışıyla hayvanları öldüremediğinde, otlarla bitkilere döner ve gözlerini onlara dikip, onları kurutur.
**
11. Hayvan Ktb: Cömertlik. Kartal için denir ki, ne kadar aç olursa olsun, avının bir kısmını çevresindeki kuşlara bırakırmış; bu kuşlar, kendi besinlerini kendileri bulamadıkları için, zorunlu olarak kartala bağlı olur ve bu sayede besine ulaşırlarmış. [Elyazmasındaki başlık “acıma ya da minnet”tir, ancak ilk sözcük silinmiştir.]
**
12. Hayvan Ktb: Disiplin. Kurt, sürü hayvanlarının olduğu bir ağılın çevresinde ihtiyatla dolaşırken, kazara bir kapana basıp ses çıkarırsa, bu hatadan ötürü kendisini cezalandırmak için kendi ayağını ısırırmış.
**
13. Hayvan Ktb: Övgü ya da Pohpohlama. Siren öyle tatlı ezgiler söyler ki, denizcileri uyutur; sonra gemilere çıkıp uyuyan denizcileri öldürürmüş.
**
14. Hayvan Ktb: Temkinlilik. Karınca, doğal öngörüsüyle, yazın, filizlenmesinler diye tohumları öldürerek kış için besin toplar ve zamanı gelince bunlarla beslenir.
**
15. Hayvan Ktb: Delilik. Yabanıl boğa, kırmızı renginden nefret ettiği için, avcılar bir ağacın gövdesini kırmızıyla kaplarlar; boğa o ağaca koşar ve büyük bir öfkeyle boynuzlarını oraya geçirir, bunun üzerine avcılar onu öldürürler.
**
16. Hayvan Ktb: Adalet. Adalet erdemini arılar kralına benzetebiliriz: Arılar kralı, her şeyi akılla düzenleyip düzene sokar; buna bağlı olarak, bazı arılar çiçeklere gitmeye, bazıları çalışmaya, bazdan eşekarıla- rıyla savaşmaya, bazıları pislikleri temizlemeye, bazıları krallarına eşlik ve refakat etmeye koşulur. Ve kral yaşlanıp kanatsız kaldığında, arılar onu taşırlar; içlerinden biri görevini ihmal edecek olursa, kesinlikle bağışlanmaz, cezalandırılır.
**
17. Hayvan Ktb: Hakikat. Keklikler birbirlerinin yumurtalarını çalarlar çalmasına, ama bu yumurtalardan doğan yavrular, her zaman gerçek annelerine dönerler.
**
18. Hayvan Ktb: Sadakat ya da Bağlılık. Turnalar, krallarına o kadar sadık ve bağlıdırlar ki, gece o uyuduğunda, içlerinden bazıları çayırda dolaşıp uzaktan nöbet tutar; bazıları onun yanında kalır, her biri ayağında bir taş tutarmış, olur da uykuya yenik düşerse, taş yere düşsün, gürültü çıkarsın ve hepsi yeniden uyansınlar diye. Bazıları ise, hep birlikte kralın çevresinde uyur; üstelik, krallarına hizmette kusur etmemek için, her gece sırayla yaparlar bunu.
**
19. Hayvan Ktb: Sahtelik. Tilki, bir saksağan, küçükkarga ya da benzeri kuş sürüsü gördüğünde, hemen ağzı açık kendini yere atıp ölü numarası yapar; bu kuşlar, dilini gagalamak istediklerinde, tilki onların başını kapıverir.
**
20. Hayvan Ktb: Yalan. Köstebeğin çok küçük gözleri vardır, hep toprak altında durur ve gizli kaldığı sürece yaşar, ama gün ışığına çıkar çıkmaz oracıkta ölüverir, çünkü başkalarınca fark edilir. Yalan da öyle.
**
21. Hayvan Ktb: Yiğitlik. Aslan asla korkmaz, aksine büyük bir cesaret ve yabanıl bir saldırıyla kalabalık avcı topluluğuyla savaşır, her zaman ona ilk zarar verene zarar vermeye çalışır.
**
22. Hayvan Ktb: Korku ya da Ödleklik. Tavşan hep korkar ve sonbaharda ağaçlardan düşen yapraklar, her zaman korkmasına, çoğu zaman da kaçmasına yol açar.
**
23. Hayvan Ktb: Yüce Gönüllülük. Şahin, yalnızca iri kuşları avlar ve küçük kuşlarla beslenmekten ya da çürümüş et yemektense, ölmeyi yeğler.
**
24. Hayvan Ktb: Övüngenlik. Tavus, okuduğumuza göre, bu kötü huya öteki hayvanlardan daha yatkındır, çünkü hep kuyruğunun güzelliğini seyreder, kuyruğunu tekerlek biçiminde açar ve ötüşüyle çevresindeki hayvanların bakışını üzerine çeker.
Ve bu, kötü huylar arasında alt edilmesi en zor olanıdır.
**
25. Hayvan Ktb: Kararlılık. Kararlılık, anka kuşuyla özdeştir: Anka kuşu, doğanın bir gereği olarak yeniden doğması gerektiğini bildiğinden, onu yok eden yakıcı alevlere kararlılıkla katlanır ve sonra yeniden doğar.
**
26. Hayvan Ktb: Kararsızlık. Kırlangıç, kararsızlığın tipik örneğidir; çünkü en küçük rahatsızlığa katlanamadığından, sürekli hareket halindedir.
**
27. Hayvan Ktb: Dayanıklılık. Deve, var olan en şehvetli hayvandır ve dişi bir devenin peşinden kilometrelerce yol gitmekten yüksünmez; ama annesiyle ya da kız kardeşleriyle sürekli bir arada olsa da, onlara asla dokunmaz, kendini denetlemeyi çok iyi bilir.
**
28. Hayvan Ktb: Dayanıksızlık. Tekboynuz, ölçüsüzlüğü ve kendine hâkim olamayışı yüzünden, güzel kızlara olan düşkünlüğünden ötürü, yırtıcılığını ve yabanıllığını unutur, her tür tedbiri bir yana bırakarak, oturan kıza gider, onun kucağında uykuya dalar; böylece avcılar onu yakalarlar.
**
29. Hayvan Ktb: Alçakgönüllülük. Alçakgönüllülüğün en üstün örneğini, her hayvana boyun eğen kuzuda görürüz; kuzular, kafese kapatılmış aslanlara yiyecek olarak verildiklerinde, onlara kendi anneleri gibi boyun eğerler, öyle ki çoğu kez aslanların onları öldürmek istemediği görülmüştür.
**
30. Hayvan Ktb: Kibir. Doğan, kendini beğenmişliği ve kibrinden ötürü, öteki bütün yırtıcı kuşlara egemen olmak ve onlardan üstün olmak ister, tek olmayı arzular. Ve pek çok kez, doğanın, kuşların ecesi kartala saldırdığı görülmüştür.
**
31. Hayvan Ktb: Yetingenlik. Yabaneşeği, su içmek için pınara gidip suyu bulanık bulduğunda, ne kadar susamış olursa olsun, içmeye yanaşmaz ve suyun durulmasını bekler.
**
32. Hayvan Ktb: Oburluk. Akbaba, o kadar boğazına düşkündür ki, bir leşi yemek için kilometrelerce yol katetmekten yüksünmez; bu yüzden orduların peşinden gider.
**
33. Hayvan Ktb: iffet. Üveyik, eşini asla aldatmaz; çiftlerden biri ölürse, öteki sonsuza dek iffetini korur, asla yeşil dala konmaz ve asla duru su içmez.
**
34. Hayvan Ktb: İffetsizlik. Yarasa, dizginsiz şehveti yüzünden, çiftleşme konusunda hiçbir genel yasa tanımaz; tam tersine, tesadüfen bir arada oluşlarına göre, erkek erkekle, dişi dişiyle ilişkiye girer.
**
35. Hayvan Ktb: 35 [1]. Ölçülülük. Kakım, ölçülülüğünden ötürü, günde yalnızca bir kere yemek yer; çamurlu bir ine kaçmaktansa, avcıların onu yakalamasına razı olur.
Saflığına leke sürmemek için.
35 [2]. Ölçülülük Bütün Kötü Alışkanlıkları Dizginler. Kakım, kirlenmektense, ölmeyi yeğler.
**
36. Hayvan Ktb: Kartal. Kartal, yaşlandığında, öyle yükseğe uçar ki, kanatları yanar ve doğa sığ suya düşerek gençliğine yeniden kavuşmasına izin verir. Yeni doğan yavruları, güneşe bakamıyorlarsa, onları beslemez. Hiçbir kuş, ölmek istemiyorsa, onun yuvasına yaklaşmaz. Hayvanlar ondan çok korkarlar, ama o onlara zarar vermez: Her zaman avının kalanını bırakır.
**
37. Hayvan Ktb: Lumerpa: Un. Bu kuşun anayurdu Asya’dır; öyle güçlü bir ışık saçar ki, kendi gölgesini yok eder; öldüğünde, bu ışığı yitirmez ve tüyleri asla dökülmez, ama kopan tüy bir daha ışıldamaz.
**
38. Hayvan Ktb: Pelikan. Bu kuş, yavrularına büyük bir sevgi besler ve yuvasında yavrularını yılan tarafından öldürülmüş bulduğunda, kendi yüreğini deler ve akan kanıyla yavrularını yıkayarak onları hayata döndürür.
**
39. Hayvan Ktb: Semender. Bu hayvanın sindirim organları yoktur; yalnızca ateşle beslenir ve sık sık ateşle yeniler derisini.
Semender, ateşte arındırır derisini: Erdem/güç uğruna.
**
40. Hayvan Ktb: Kameleon. Bu hayvan, havayla yaşar ve havada bütün kuşlara yem olur; o nedenle, daha güvende olmak için, uçarak bulutların üstüne çıkar ve ardından gelen kuşu tutamayacak denli hafiflemiş havaya ulaşır.
Bu yüksekliğe ancak göklerin -yani, kameleonun uçtuğu yerin- armağanı bir yetisi olanlar gidebilir.
**
42. Hayvan Ktb: Devekuşu. Bu kuş, demiri kendi besinine dönüştürür. Yumurtalarını bakışıyla kuluçkaya yatırır.
**
44. Hayvan Ktb: Leylek. Bu kuş, tuzlu su içerek kötülükten arınır; eşinin kendisini aldattığını görürse, onu terk eder; yaşlandığında yavruları ona bakarlar ve ölünceye kadar beslerler.
**
45. Hayvan Ktb: Cırcırböceği. Bu hayvan, ötüşüyle guguk kuşunun sesini bastırır. Yağın içinde ölür ve sirkenin içinde yeniden canlanır; çok sıcak havalarda öter.
**
46. Hayvan Ktb: Yarasa. Bu hayvan, ne kadar çok ışık varsa, o kadar kör hale gelir ve güneşe ne kadar çok bakarsa, o kadar körleşir.
**
Erdemin olduğu yerde duramayan kötü huy için [söylenmiştir].[ Bu tümce, elyazmasınm kenarına eklenmiştir.]
**
47. Hayvan Ktb: Keklik. Bu kuş, dişiyken erkeğe dönüşür ve ilk cinsiyetini unutur; kıskançlıktan, öteki kekliklerin yumurtalarını çalar ve bunların üstüne kuluçkaya yatar, ama doğan yavrular gerçek annelerinin peşinden giderler.
**
48. Hayvan Ktb: Kırlangıç. Bu kuş, kırlangıçotuyla yeni doğan kör yavrularının gözlerini açar.
**
49. Hayvan Ktb: istiridye: ihanetin Simgesi. [“İhanetin Simgesi” sözü, satır arasına eklenmiştir.] İstiridye, dolunayda bütünüyle açılır; yengeç onu gördüğünde, içine bir taş ya da tahta parçası atar ve istiridye bir daha kapanamaz; bunun üzerine yengece yem olur.
Sırrını söylemek üzere ağzını açan ve art niyetli dinleyicisinin avı haline gelen kişinin yaptığı da budur.
**
50. Hayvan Ktb: Basilisk: Acımasızlık”. Bütün yılanlar, bu yaratıktan kaçarlar. Gelincik, sedefotu aracılığıyla onunla savaşır ve onu öldürür. [“Acımasızlık” sözcüğü, satır arasına eklenmiştir.]
Erdemin simgesi sedefotu.
**
52. Hayvan Ktb: Ejderha. Bu yaratık, filin bacaklarını bağlar, fil üstüne düşer, ikisi birden ölürler; [fil] ölürken, intikamını almış olur. “[Fil] ölürken intikamını almış olur” sözü sonradan eklenmiştir.
53. Hayvan Ktb: Yılan. Dişi yılan çiftleşirken ağzını açar, çiftleşmenin sonunda dişlerini kenetler ve kocasını öldürür; sonra, gövdesinde büyüyen yavrulan, karnını yırtıp annelerini öldürürler.
**
54. Hayvan Ktb: Akrep. Açken akrebin üstüne fırlatılan tükürük, onu öldürür.
Tıpkı nefse bağlı illetleri ortadan kaldırıp yok eden ve erdemlere yolu açan nefse hâkim olma gibi.
**
55. Hayvan Ktb: Timsah: ikiyüzlülük. Bu hayvan, insanı yakalayıp oracıkta öldürür; öldürdükten sonra, ağlamaklı bir sesle ve pek çok göz- yaşıyla onun için ağlar ve ağlaması sona erince onu acımasızca yutar.
En küçük şey için gözyaşlarına boğulan, kendini kaplan yürekli gösteren ve başkasının dertleri karşısında acınaklı bir çehre takınıp, içinden bunlara sevinen ikiyüzlünün yaptığı da budur.
**
56. Hayvan Ktb: Karakurbağası. Karakurbağası, güneş ışığından kaçar; zorla güneş altında tutulursa, o kadar şişer ki, başı altta gizli kalır ve kendini bu ışınlardan korur.
Aydınlık ve ışıklı erdemin düşmanı kişinin yaptığı da budur: O, erdemin karşısında, ancak zorla, şişirme bir cesaretle durabilir.
**
57. Hayvan Ktb: Tırtıl: Genel Olarak Erdemin Simgesi. Yoğun bir çaba, olağanüstü bir ustalık ve ince bir işçilikle kendi çevresinde yeni yuvasını ören tırtıl, sonra renkli ve güzel kanatlarla o yuvadan dışarı çıkar, bu kanatlarla göğe doğru yükselir.
**
58. Hayvan Ktb: Örümcek. Örümcek, kendi içinden ustalıklı ve olağanüstü ağı dışarı çıkarır; ağ, bu güzelliğe yakaladığı avla karşılık verir.
**
59. Hayvan Ktb: Aslan. Bu hayvan, kükremesiyle, doğduklarından üç gün sonra yavrularını uyandırır, onların bütün uyuşmuş duyularını açar ve ormandaki bütün vahşi hayvanlar kaçarlar.
Bunu erdemin çocuklarına benzetebiliriz; onlar, övgünün sesiyle uyanırlar ve giderek daha yükseğe çıkaran değerli çalışmalarla kendilerini geliştirirler; bütün bayağı kişiler ise, o ses karşısında kaçar, erdemlilerden uzak dururlar.
Keza, aslan, geçtiği yol düşmanlarınca bilinmesin diye ayak izlerini gizler.
Bu, tasarılarını düşman bilmesin diye, zihnindeki gizleri saklaması gereken kumandanlar için de geçerlidir.
**
60. Hayvan Ktb: Tarantula. Tarantulanın ısırığı, kişinin, düşüncesine -yani, ısırıldığı anda düşünmekte olduğu şeye- takılıp kalmasına yol açar.
**
61. Hayvan Ktb: Baykuş ve Kukumav. Bu kuşlar, onlarla alay edenleri, canlarını alarak cezalandırırlar; doğa, beslenmeleri için böyle bir düzen öngörmüş.
**
62. Hayvan Ktb: Fil. Büyük fil, insanlarda seyrek bulunan doğa vergisi özelliklere -dürüstlük, sağduyu, adalet ve dinine bağlılık- sahiptir; öyle ki, ay hilal biçimini aldığında, bu hayvanlar ırmaklara gider, orada törenle yıkanıp arınırlar; sonra, gezegeni selamlayıp ormanlara geri dönerler. Ve hastalandıkları zaman, sırtüstü uzanır, adak sunmak istercesine göğe doğru otlar atarlar. Fil, yaşlılıktan dişleri döküldüğünde, onları toprağa gömer. İki dişinden biçim beslenmek için kökleri sökmede kullanır, ötekinin ucunu savaşmak için saklar. Avcıların eline geçtiklerinde ve yorgunluğa yenik düştüklerinde, dişlerini topraktan çıkarıp onlarla özgürlüklerine kavuşurlar. Merhametlidirler ve tehlikeleri bilirler. Ve içlerinden biri, yalnız ve yolunu yitirmiş birisine rastlarsa, seve seve onu yitirdiği yola geri götürür. Bir insanı görmeden onun ayak izlerini görürse, tuzaktan kuşkulanır, bu yüzden durup soluğunu üfler, öteki filleri uyarır; sıraya girip ihtiyatla yol alırlar. Filler, hep sıra halinde yürürler: En yaşlıları önden gider, yaşça ikinci olanı sona geçer, böylece sırayı tamamlamış olurlar. Utandıkları için, yalnızca geceleri ve gizlice çiftleşirler; çiftleşmenin ardından, önce ırmakta yıkanır, öyle sıraya girerler. Öteki hayvanlar gibi dişiler için birbirleriyle kavgaya tutuşmazlar; öyle iyi yüreklidir ki, doğası gereği, kendinden güçsüzlere zarar vermeyi hiç istemez ve bir koyun sürüsüne rastlarsa, onları ayaklarıyla ezmemek için hortumuyla kenara koyar; kışkırtılmadıkça asla herhangi bir şeye zarar vermez.
İçlerinden biri çukura düştüğünde, ötekiler dallarla, toprak ve taşlarla çukuru doldurur; onun kolayca özgür kalacağı şekilde çukuru yükseltirler. Domuzların gürültüsünden çok korkarlar ve geriye doğru kaçarlarken, ayaklarıyla düşmanları kadar kendilerine de zarar verirler. Irmakları çok sever ve çevrelerinde dolaşırlar, çok ağır oldukları için yüzemezler. Taşları yutarlar ve ağaçların gövdeleri gözde yiyecekleridir. Sıçanlardan nefret ederler. Sinekler, filin kokusundan çok hoşlanır, üstüne konarlar, fil derisini büzüp katlarını sıkıştırır ve sinekleri öldürür. Nehirleri geçtiklerinde, yavrularını suyun akış yönüne gönderir, suyun bir bütün halindeki seyri onları alıp götürmesin diye kendileri akışa karşı set oluştururlar.
Ejder, filin gövdesinin altına atılır, kuyruğuyla onun bacaklarını kenetler, kanatları ve pençeleriyle yanlarına sarılır ve dişlerini boğazına geçirir ve fil üstüne düşünce, ejder ezilir: Böylece, düşmanının ölümüyle, intikamını almış olur.
**
63. Hayvan Ktb: Ejderha. Bunlar, birlikte gezer, hasır örgüler gibi birbirlerine kenetlenir, başlarını yukarı kaldırarak sığ bataklıkları geçer ve daha iyi bir otlak buldukları yere kadar yüzerler; böyle birlik olmasalar, boğulurlardı. Böyle bir sonuca ulaştırır birlik olma.
**
64. Hayvan Ktb: Yılanlar. Çok büyük bir hayvan olan yılan, havada bir kuş gördüğünde, öyle güçlü soluk alır ki, kuşları ağzına çeker. Roma ordusunun konsülü Marcus Regulus, ordusuyla böyle bir hayvanın saldırısına maruz kalmış ve neredeyse bozguna uğramıştır. Bir mancınıkla öldürülen bu hayvanın boyu, 125 ayak, yani 64.5 arşınmış. Başıyla, bir ormandaki bütün ağaçların boyunu aşıyormuş.
**
65. Hayvan Ktb: Boa Yılanları. Bu, çok büyük bir yılan olup, kıpırdayamayaca- ğı şekilde ineğin bacaklarına dolanır, sonra onu öyle emer ki, neredeyse kurutur, imparator Claudius döneminde, Vatikan Tepesinde bu tür bir yılan öldürülmüş; yılanın içinde, yuttuğu bir çocuğun gövdesi olduğu gibi duruyormuş.
**
66. Hayvan Ktb: Makli: Uyurken Yakalanır. Bu hayvanın anayurdu, İskandinavya adasıdır. Çok uzun boynu ve kulakları onu farklı kılmasa, büyük bir at biçimindedir. Geriye doğru yürüyerek ot yer, çünkü üst dudağı o kadar uzundur ki, ileriye doğru yürüse, dudağı otları örterdi. Bacakları tek parça halindedir; bu yüzden, uyumak istediğinde, bir ağaca yaslanır ve avcılar, her zaman uyuduğu yeri belirleyip, ağacı neredeyse boydan boya keserler; sonra o uyumak için ağaca yaslandığında, uykusunda yere düşer. Ve avcılar bu yolla onu yakalarlar, onu yakalamaya yönelik başka her yöntem boşunadır, çünkü inanılmaz bir hızla koşar.
**
67. Hayvan Ktb: Bizon: Kaçarken Zarar Verir. Bu hayvanın anayurdu Paionia olup, at gibi yeleli ensesi vardır. Öteki bütün kısımlarıyla boğayı andırır; bir farkla: Boynuzları o şekilde içe kıvrıktır ki, tos atamaz. Bu yüzden, tek kurtuluş yolu kaçmak olup, bu kaçış sırasında geçtiği 400 arşınlıkbir alana dışkısını bırakır; bu dışkı, değdiği yeri ateş gibi yakar.
**
68. Hayvan Ktb: Aslanlar, Leoparlar, Panterler, Kaplanlar. Bunlar, tırnaklarını kınında tutar, bir tek avlarının ya da düşmanlarının üstündeyken dışarı çıkarırlar.
**
69. Hayvan Ktb: Dişi Aslan. Dişi aslan, yavrularım avcıların elinden koruduğunda, mızraklardan korkmamak için gözlerini yere eğer, amacı, kaçışı yüzünden yavrularını tutsak bırakmamaktır.
**
70. Hayvan Ktb: Aslan. Bu öylesine korkunç hayvan, boş kağnıların gürültüsünden, keza horozların ötüşünden korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmaz. Horozları gördüğünde çok korkar ve korkmuş bir çehreyle horozun ibiğine bakar; yüzü örtüldüğünde, aşırı derecede rahatsız olur.
**
71. Hayvan Ktb: Afrika’daki Panterler. Bu hayvanın biçimi dişi aslanla aynıdır, ama daha uzun bacakları vardır ve gövdesi daha ince ve uzundur. Her yanı beyaz olup, gül-bezemeler şeklinde benek benek siyah lekeleri vardır. Bütün hayvanlar onu görmekten zevk duyarlar; yüzü korkunç olmasa, hep çevresinde dururlardı. Panter bunu bildiğinden yüzünü gizler, çevresindeki hayvanlar da rahatlayıp, bunca güzelliği doya doya seyredebilmek için yaklaşırlar, o zaman panter hemen en yakındakini kapıp, oracıkta yutar.
**
72. Hayvan Ktb: Develer. Çift hörgüçlü develer iki, Arap develeri tek hörgüçlü olur; savaşta hızlı ve yük taşımada son derece yararlıdırlar. Bu hayvan, kural ve ölçü konusunda son derece titizdir; alıştığından fazla yükü olursa hareket etmez, çok uzun yola koşulduğunda da aynısını yapar: Birden durur, dolayısıyla tüccarlar durduğu yerde konaklamak zorunda kalırlar.
**
73. Hayvan Ktb: Kaplan. Bu hayvanın anayurdu Hirkanya’dır; kürkündeki çeşitli lekelerden ötürü panteri andırır ve son derece atik bir hayvandır. Avcı, kaplanın yavrularını bulduğunda, onları hemen alıp kaçar, yavruları aldığı yere aynalar koyar ve hızlı atının sırtında bir an önce kaçar. Kaplan döndüğünde, yerde duran aynaları görür; aynalarda kendisini görünce, yavrularını gördüğünü sanır ve pençeleriyle eşeleyince aldatıldığının farkına varır. Bunun üzerine, yavrularının kokusu aracılığıyla avcının peşine düşer ve avcı onu gördüğünde yavrularından birini bırakır, kaplan onu alıp yuvasına götürür, sonra hemen avcının yanında bitiverir, avcı kayığına bi- ninceye dek bunu yapmayı sürdürür.
**
74. Hayvan Ktb: Katoblepas. Bu hayvanın anayurdu, Habeşistan’da, Nigrika- po gölü yakınlarındadır. Çok büyük bir hayvan değildir, gövdesinin her yanıyla tembeldir ve başı o kadar büyüktür ki, taşımakta zorluk çeker, öyle ki başını hep yere doğru eğik tutar; yoksa, insanlar için büyük bir bela olurdu, çünkü gözlerini diktiği kişi oracıkta ölür.
**
75. Hayvan Ktb: Basilisk. Bu hayvanın anayurdu Sirenayka bölgesi olup, on iki parmaktan büyük değildir ve başında tacı andıran bir leke vardır. Islığıyla bütün yılanları kaçırır; yılana benzer, ama kıvrıla kıvrıla değil, ortasından yukarısı dik ilerler. Söylendiğine göre, bunlardan biri at üstündeki birisi tarafından bir mızrakla öldürüldüğünde, zehri mızrağın üstünden aşağı akıp yalnızca adamı değil, atı da öldürmüş. Hayvan yemlerini bozar, üstelik yalnızca değdiklerini değil, üstlerine üflediklerini de. Otları kurutur, taşları parçalar.
**
76. Hayvan Ktb: Gelincik ya da Bayağı Gelincik. Bu hayvan, basiliskin inini bulduğunda, saçtığı idrarının kokusuyla onu öldürür; bu idrarın kokusu, çoğu kez gelinciğin kendisini de öldürür.
**
77. Hayvan Ktb: Boynuzlu Yılan. Bu hayvanın küçük, hareket eden dört boynuzu vardır; böylece, beslenmek istediklerinde, bu küçük boynuzlar dışında bütün gövdelerini yaprakların altında gizlerler; boynuzları hareket ettikçe, kuşlar bunların oynaşan küçük solucanlar olduklarını sanır, onları kapmak için alçalırlar ve boynuzlu yılan birden çevrelerine dolanıp onları yutar.
**
78. Hayvan Ktb: Amfisbena. Bu hayvanın, biri olması gereken yerde, öteki kuyruğunda iki başı vardır – sanki tek bir yerden zehir püskürtmesi yetmiyormuş gibi.
**
79. Hayvan Ktb: Cirit-Yılan. Bu yılan, ağaçların üstünde durur, ok gibi fırlar, vahşi hayvanların arasına dalar ve onları öldürür.
**
80. Hayvan Ktb: Engerek Yılanı. Bu hayvanın ısırığına karşı tek çare, ışınlan yerleri hemen kesmektir. Bu böylesine zararlı hayvan, eşine öyle büyük bir sevgi besler ki, her zaman birlikte dolaşırlar. Talihsizlik sonucu ikisinden birisi öldürülürse, öteki inanılmaz bir hızla onu öldüren kişinin peşine düşer; intikam için öyle kararlı ve isteklidir ki, her tür güçlüğü aşar; bütün orduların yanından geçip, yalnızca kendi düşmanına zarar vermeye çalışır. Her tür uzaklığı aşar ve ondan uzak durmanın tek yolu, suyun karşı yakasına geçmek ya da büyük bir hızla kaçmaktır. İçeri dönük gözleri ve büyük kulakları vardır, görmeden çok işitmeyle hareket eder.
**
81. Hayvan Ktb: Ikneumon. Bu hayvan, engerek yılanının can düşmanıdır; anayurdu Mısır’dır ve bulunduğu yerin yakınlarında bir engerek yılanı gördüğü zaman, hemen Nil’in kumuna ya da çamuruna koşar ve onunla her yanını çamura bular, sonra güneşin altında üzerini kurutur, yeniden her yanına çamur sürer, böylece birkaç kez kendini kurutarak, gövdesinde zırhı andıran bir tabaka oluşturur, sonra engereğe saldırır ve onunla çok iyi mücadele eder, fırsatını bulunca boğazından yakalayıp onu boğar.
**
82. Hayvan Ktb: Timsah. Bu hayvanın anayurdu Nil’dir, dört ayağı vardır, karada ve suda [çevresine] zarar verir, yeryüzünde onun dışında dilsiz hayvan yoktur ve yalnızca üst çenesini hareket ettirerek ısırır. Büyüdüğünde boyu kırk ayağı bulur, pençeleri ve her darbeye dayanıklı bir derisi vardır. Gündüz karada, gece ise suda durur. Timsah, balıklarla beslendiğinde, Nil’in kıyısında ağzı açık uyur ve küçücük bir kuş olan sinekkuşu hemen ağzına girer, dişlerinin arasında zıplayıp, iç ve dış tarafta kalan yiyecekleri gagasıyla toplar, böylece onu zevkli bir gevşeme içine sokup ağzını bütünüyle açmasını, bu şekilde uykuya dalmasını sağlar. Ikneumon bunu görünce, hemen timsahın ağzının içine atlar, karnını ve bağırsaklarını deşer, en sonunda onu öldürür.
**
83. Hayvan Ktb: Yunus. Doğa, hayvanlara öyle bir bilgi vermiştir ki, kendi yararlarına olan şeyleri bilmenin ötesinde, düşmanlarının zararına olan şeyleri de bilirler; buna bağlı olarak, yunus, sırtına konulmuş yüzgeçlerin kesişinin ne kadar güçlü ve timsahın kamının ne kadar [6 Metnin sonunda, sonradan silinmiş olan “yeşil kertenkeleye benzer” sözü yer almaktadır.] yumuşak olduğunu bilir; böylece, timsahla savaşırken onun altına girer, karnını kesip bu yolla onu öldürür.
Timsah, kaçanlara dehşet saçar, ama onu kovalayanlara karşı ödlek mi ödlektir.
**
84. Hayvan Ktb: Suaygırı. Bu hayvan, aşırı ağırlaştığını hissettiğinde, diken ya da kesilmiş sazların kalıntılarını aramaya başlar ve bir damarı açılıncaya kadar bunlara sürtünür; kanını gereğince akıttıktan sonra, kendini çamura bulayıp yarayı iyileştirir. Biçimi az çok atı andırır, ayrık tırnakları, eğri kuyruğu, yabandomuzunun dişlerini andıran dişleri ve yeleli ensesi vardır. Suyla ıslanmadıkça derisine bir şey işlemez. Tarlalardaki bitkilerle beslenir; tarlalara, geri geri giderek girer, oradan dışarı çıkıyormuş gibi görünmek için.
**
85. Hayvan Ktb: Aynak. Bu kuş leyleği andırır ve kendini hasta hissettiğinde, kursağını suyla doldurup gagasıyla kendisine tenkıye yapar.
**
86. Hayvan Ktb: Geyikler. Bu hayvan, “uzunbacaklı” denen örümcek tarafından ısırıldığını hissettiğinde, yengeç yer ve zehirden kurtulur.
**
87. Hayvan Ktb: Kertenkele. Bu hayvan, yılanlarla savaşırken, eşekmarulu yer ve kurtulur.
**
88. Hayvan Ktb: Kırlangıç. Bu kuş, kırlangıçotu özüyle kör doğan yavrularının görmesini sağlar.
**
89. Hayvan Ktb: Gelincik. Bu hayvan, sıçanları kovalarken, önce sedefotu yer.
**
90. Hayvan Ktb: Yabandomuzu. Bu hayvan, sarmaşık yiyerek rahatsızlığını iyileştirir.
**
91. Hayvan Ktb: Yılanlar. Bu hayvan, kendini yenilemek istediğinde, başından başlayarak eski derisini atar; bir gündüz bir gece içinde değişir.
**
92. Hayvan Ktb: Panter. Bu hayvan, iç organları dışarı döküldükten sonra bile, hâlâ köpeklerle ve avcılarla savaşır.
**
93. Hayvan Ktb: Bukalemun. Bu hayvan, daima, üstünde durduğu şeyin rengine bürünür, bu yüzden filler onları üstünde durdukları yapraklarla birlikte yutarlar.
**
94. Hayvan Ktb: Kuzgun. Bu hayvan, bukalemunu öldürdüğünde, defneyle arınır.
**
95. Hayvan Ktb: Öngörü Üzerine. Horoz, kanatlarını üç kez çırpmadan ötmez. Papağan, daldan dala geçerken, önce gagasını koymadığı yere ayaklarını koymaz.
**
96. Hayvan Ktb: [Yeşil Kertenkele]. insana sadık yeşil kertenkele, onun uyuduğunu gördüğünde, yılanla mücadele eder ve onu alt edemediğini görürse, insanın yüzüne koşar ve yılan uyuyan adama zarar vermesin diye onu uyandırır.
30 . Masal: [Canı Sıkılan Taş]. Suların yakınlarda açığa çıkardığı büyükçe bir taş, taşlı bir yolun kenarındaki nefis bir korunun tam sona erdiği yerde, biraz yüksek bir noktada, çimlerin, çeşit çeşit, renk renk çiçeklerin arasında duruyor ve aşağısındaki yola yerleştirilmiş pek çok taşı görüyormuş. Bulunduğu yerden kendini bırakıp aşağı düşmek gelmiş içinden, kendi kendine şöyle diyormuş:
“Ne işim var burada bu otlarla? Ben şu kız kardeşlerimle birlikte yaşamak istiyorum.” Ve kendini bırakıp, birlikte olmayı arzuladığı arkadaşlarının yanına düşerek, hevesli yolculuğunu tamamlamış; orada bulunmasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, arabaların tekerlekleri, nal vurulmuş atların ve yoldan geçenlerin ayakları onu sürekli rahatsız etmeye başlamış. Kimi zaman birisi tarafından eziliyor, kimi zaman üstü çamurla ya da bir hayvanın pisliğiyle kaplı dikiliyor, o yalnızlığın ve huzurun hüküm sürdüğü yerdeki, daha önce ayrıldığı mekânına bakıyormuş boşuna.
Yalnız ve huzurlu yaşamlarını bırakıp şehirlere gelmek, bin bir dertle boğuşan insanların arasında yaşamak isteyen kişilerin başına bu gelir.
**
9. Nükte: [Keşiş ile Tüccar]. Fransisken keşişleri, belli dönemlerde oruç tutar, bu oruçlar sırasında manastırlarında et yemezler; ama yolculuk ederken, bağışlarla yaşadıkları için, önlerine konulanı yeme izinleri vardır. Bu keşişlerden ikisi, bir yolculuk sırasında bir hanın lokantasında tüccarın birine denk gelmiş; onunla aynı sofraya oturmuşlar. Hanın yoksulluğundan ötürü, sofraya yalnızca küçük bir ızgara piliç getirilmiş; tüccar, bunun kendisi için az olduğunu görünce, keşişlere dönüp şöyle demiş: “Yanlış hatırlamıyorsam, siz bu dönemde manastırlarınızda hiçbir tür et yemezsiniz.” Bu sözler üzerine keşişler, kuralları gereği, sözü uzatmadan bunun doğru olduğunu belirtmek zorunda kalmışlar; böylece tüccar amacına kavuşmuş ve tavuğu yemiş, keşişler de kalanla idare etmeye çalışmışlar.
Yemekten sonra, üçü birlikte yola çıkmışlar; bir süre yolculuk ettikten sonra, oldukça büyük ve derin bir ırmağın kıyısına ulaşmışlar. Hepsi yalınayak oldukları için -keşişler yoksullukları, öteki ise cimriliği yüzünden-, yol arkadaşlığı gereği, çorapsız keşişlerden birisinin tüccarı omzuna alarak sudan geçirmesi gerekmiş; böylece, tahta ayakkabılarını öteki keşişe emanet edip, adamı omzuna almış.
Ama keşiş tam ırmağın ortasında tarikatının bir başka kuralını anımsamış; birden durup, Aziz Kristof gibi, başını omzuna yük bindiren kişiye doğru kaldırıp: “Söylesene, üzerinde hiç para var mı?” demiş. “Elbette,” demiş öteki, “benim gibi tüccarlar başka türlü yola çıkabilir mi sanıyorsunuz siz?” “Ah!” demiş keşiş, “Tarikatımız üstümüzde para taşımamızı yasaklıyor.” Ve tüccarı suya atıvermiş. Tüccar, bunun, daha önce yaptığı haksızlığın şakacı bir yolla intikamının alınması olduğunu fark etmiş; hoşnutlukla gülümseyerek, biraz da utançtan yüzü kızararak, dostça katlanmış intikama.
**
115. Düşünce: Horatius: “Tanrı bütün iyilikler için yüksek bir bedel ödetir bize: külfet.” Bu sözün dayandığı Horatius dizesinin aslı şöyledir: “Nil sine magno vita labore dedit morta- libus (“Büyük bir çaba almadan, yaşam hiçbir şey vermez ölümlülere”) (Yergi X, 59-60).
**
1 . Masal: [Kurtbağrı ile Karatavuk]. Kurtbağrı, taze meyve yüklü ince dallarını münasebetsiz karatavuklar keskin tırnakları ve gagalarıyla didikledikleri için, karatavuklardan birine yana yakıla yalvarıyormuş: “Madem nefis meyvelerimi koparıp alıyorsun, bari beni güneşin kavurucu ışınlarından koruyan yapraklarımı elimden alma ve keskin tırnaklarınla yumuşak kabuğumu deşip çıkarma!” Buna karatavuk kaba paylamalarla karşılık vermiş: “Sus bakalım, yaban çalısı! Doğanın sana bu meyveleri benim beslenmem için verdiğini bilmiyor musun? Dünyada bana bu besini sağlamak için var olduğunu görmüyor musun? Bilmiyor musun, seni cahil, önümüzdeki kış ateşe besin ve yiyecek olacağını?” Ağaç, bu sözleri sabırla, gözleri dolarak dinlemiş. Kısa bir süre sonra, karatavuk ağa yakalanmış, onu hapsedecekleri bir kafes yapmak için bazı dalları kesmişler; öteki dalların arasında, kafesin çubuklarını yapmak kurtbağrına nasip olmuş; ağaç, karatavuğun özgürlüğünü yitirmesinin nedeni olduğunu görüp sevinerek, şu sözleri söylemiş: “Ey karatavuk, ben buradayım, senin dediğin gibi ateş henüz beni yok etmiş değil; sen benim yandığımı görmeden, ben senin tutsak alındığını göreceğim.
3 . Masal: [Kestane Ağacı ile İncir Ağacı]. Kestane ağacı, incir ağacının üstünde birisini görünce -adam, ağacın dallarını kendine doğru büküyor, dallardaki olgun meyveleri koparıyor, bunları açık ağzına atıyor ve sert dişleriyle ezip yok ediyormuş-, uzun dallarını silkeleyip gürültülü bir hışırtıyla şöyle demiş: “Ey incir ağacı, benden ne kadar daha az korumuş seni doğa! Bak, bende tatlı yavrularımı nasıl korunaklı yaratmış: Önce üstlerini ince bir zarla kaplamış, onun üstüne dışı sert, içi yumuşak kabuğu yerleştirmiş ve bana yaptığı bunca iyilikle -yavrularıma hazırladığı sağlam barınakla- yetinmeyerek, insan eli bana zarar veremesin diye bu kabuğun üstüne sık ve sivri dikenler koymuş.” Bunun üzerine, incir ağacı yavrularıyla birlikte gülmeye başlamış ve kahkahaları sona erince, şöyle demiş: “insanoğlu öyle beceriklidir ki, dallarının arasına attığı sırıklar, taşlar ve sopalarla seni meyvelerinden etmesini bilir; yere düştüklerinde onları ayaklarıyla ya da taşlarla ezer, böylece yavruların korunaklı yuvalarından dışarı çıkarlar, parçalanmış ve sakatlanmış olarak. Oysa, bana elleriyle özenle dokunuyor, senin gibi taşlarla ve sopalarla değil.”
4 . Masal: [Kelebek ile Mum Alevi], Havada rahatça uçabilmekle yetinmeyen kendini beğenmiş gezgin kelebek, mumun çekici alevine dayanamayarak, ona doğru uçmaya karar vermiş; ama ince kanatları mumun içinde yanınca, neşeyle giriştiği hareket, çektiği acının nedeni olmuş. Ve her yanı kavrulmuş bir halde şamdanın dibine düşen zavallı kelebek, epey ağlayıp dert yandıktan sonra, ıslak gözlerindeki yaşları silerek başını yukarı kaldırıp şöyle demiş: “Ah, sahte ışık, geçmişte benim gibi nicelerini aldatıp, acınacak hallere düşürmüş olmalısın! Ah, madem ışığı görmek istiyordum, güneşi pis içyağının sahte ışığından ayırt edebilmem gerekmez miydi?”
5 . Masal: [Ceviz ile Çan Kulesi], Bir karganın yüksek bir çan kulesinin üstüne taşıdığı, neyse ki bir yarığın içine düşerek onun ölümcül gagasından kurtulan ceviz, duvara yalvarmış: Onu böyle yüce ve görkemli yaratan ve bunca güzel, sesi böylesine soylu çanlarla donatan Tanrı’nın hatırı için, kendisine yardım edemez miymiş; saygın babasının yeşil dalları altına düşemediği, onun kat kat yapraklarının örttüğü pek toprağın üstünde olamadığı için, ne olur onu yüzüstü bırakmasınmış; çünkü kendisini karganın acımasız gagasında bulduğunda, ondan kaçarsa, ömrünü küçük bir delikte tamamlayacağına yemin etmiş. Bu sözler üzerine duvar, merhamete gelip cevizi düştüğü yerde korumaya razı olmuş. Ve çok geçmeden, ceviz açmaya, taşların boşlukları arasına kök salmaya, bu boşlukları genişletmeye ve boş kabuğundan dışarı dal budak salmaya başlamış; bu dallar, kısa sürede binanın üstünde boy vermiş ve kıvrık kökler büyüyerek duvarları açmaya, eski taşları yerlerinden sökmeye başlamış. O zaman duvar, kendi yıkımına neden olduğu için çok geç ve boşuna sızlanmış, kısa sürede taşları açılmış, büyük kısmı yok olup gitmiş.
6 . Masal: [Maymun ile Yavru Kuş], Maymun, küçük kuşların olduğu bir yuva bulunca, zevkten dört köşe, yanlarına gitmiş; ama kuşlar artık uçabildikleri için, yalnızca en küçüklerini alabilmiş. Elinde kuşla, pek neşeli, kendi yuvasına yollanmış; minik kuşu dikkatle süzüp öpmeye başlamış ve tutkulu bir aşkla o kadar çok öpmüş, evirip çevirmiş ve sıkmış ki, hayvan elinde kalmış.
Çocuklarına ceza vermeyip, bu yüzden kötü sonla karşılaşan kişiler için anlatılır bu .
7 . Masal: [Söğüt, Saksağan ve Kabak Çekirdekleri], Çaresiz söğüt, ince dallarının geliştiğini ya da istediği büyüklüğe ulaşıp göğe yükseldiklerini görme zevkinden mahrum kaldığını fark edince (yakınındaki asma ve başka birkaç bitki, hep güdük, budanmış ve yıpranmış halde kalmasına neden oluyormuş), olanca gücünü toplamış ve düş gücünün kapılarını ardına kadar açmış; sürekli düşünüyor, bitkiler âlemini gözden geçiriyor, “içlerinden hangisiyle işbirliğine gidebilirim, hangisinin dallarımın yardımına ihtiyacı yok?” diye düşünüyormuş. Bir süreyi bu yaratıcı düşüncelerle geçirdikten sonra, birden aklına kabak gelivermiş; büyük bir neşeyle bütün dallarını silkeleyip, arzuladığı amaca uygun arkadaşı bulduğunu -çünkü kabak, bağlanmaktan çok, başkalarını bağlamaya daha elverişlidir- düşünmüş ve bu karara varınca dallarını göğe doğru dikmiş; arzusuna aracı olacak dost bir kuşu beklemeye koyulmuş. Bu sırada saksağanın yanına yaklaştığını görünce, ona şöyle demiş: “Ey soylu kuş, ne olur, bu sabah açlıktan gözü dönmüş acımasız doğan seni yutmak istediğinde dallarımın arasında bulduğun yardım hatırına, kanatlarını dinlendirmen gerektiğinde sık sık üstümde çekildiğin istirahatler ve dallarımın arasında eşlerinle oynaşırken yaşadığın zevkler hatırına; ne olur, kabağı bul ve ondan birkaç çekirdeğini iste, filizlenince onlara kendi canımdan doğmuş gibi bakacağımı söyle; kısacası -gerçi senin gibi bir dil ustasına bunu öğretmem gerekmez ama- onu inandırmak için ne söz söylemen gerekiyorsa söyle. Bana bunu yaparsan, dallarımın çatalı üstünde ailenle birlikte yuvanı seve seve ağırlarım, tek kuruş kira almadan.” Bunun üzerine saksağan, söğütle birkaç yeni koşul üzerinde anlaştıktan sonra (bu koşullardan en önemlisi, söğüdün üstüne hiçbir yılan ya da sansarı kabul etmeyecek olmasıymış), kuyruğunu dikip başını öne eğmiş ve ağırlığını kanatlarına vererek daldan havalanmış; akıp giden havada kanat çırparak, dümen-kuyruğunun yön vermesiyle bir oraya bir buraya ilgiyle yönelerek, bir kabağa ulaşmış ve güzel bir selam ve güzel birkaç sözle, gerekli çekirdekleri ondan almış. Çekirdekleri götürdüğü söğüt tarafından güler yüzle karşılanmış; ayağıyla söğüdün yanındaki toprağı eşelemiş, gagasıyla taneleri daire oluşturacak şekilde ekmiş. Taneler kısa sürede büyümeye, dal budak salmaya başlayıp, söğüdün bütün dallarını kaplamış ve iri yapraklarıyla onu güneşin ve göğün güzelliğinden yoksun bırakmışlar. Ve bunca kötülük yetmezmiş gibi, daha sonra bu kabaklar oransız ağırlıklarıyla söğüdün yumuşak dallarının uçlarını yere doğru çekmeye başlamış, dallarda tuhaf bükülmelere ve çarpıklıklara yol açmışlar. Bunun üzerine söğüt, kabakları üstünden atıp düşürmek için boş yere silkelenmiş; birkaç günü bu tür bir aldanma içinde -çünkü kabağın sıkı ve sağlam tutunması, bu tür düşünceleri boşa çıkarıyormuş- geçirdikten sonra, rüzgârın geçtiğini görünce, ondan yardım dilemiş ve rüzgâr şiddetle esmiş; o zaman, yaşlı ve boş gövdesi köklerine kadar iki kısma ayrılıp iki parça halinde yere düşmüş ve söğüt boş yere kendi kendine hayıflanıp, asla iyi gün yüzü görmemek için doğduğunu öğrenmiş.
8 . Masal: [Alev ile Mum]. Alevler, bir ayı aşkın bir süredir cam fırınındaymışlar; güzel ve ışıltılı bir şamdandaki bir mumun kendilerine yaklaştığını görünce, büyük bir hevesle, ona ulaşmak için debelenmeye başlamışlar. Aralarından biri, doğal yolunu terk etmiş; beslendiği kor parçasının içinden kendini çekip öteki uçtan, küçük bir yarıktan dışarı çıkmış, yakınındaki mumun üstüne atılmış ve büyük bir iştah ve açgözlülükle onu yutup neredeyse tüketmiş. Ömrünü uzatmak isteyince, daha önce çıktığı fırına boşuna dönmeye çalışmış, çünkü mumla birlikte o da giderek küçülüp ölüme boyun eğmiş; böylece, sonunda, bütün kız kardeşlerini görkemli ve uzun bir yaşam ve güzellik içinde bırakarak, gözyaşları ve pişmanlıkla dumana dönüşmüş.
11 . Masal: [Dil Yarası]. Dişlerin ısırdığı dilin ı.
12 . Masal: [Kibirli Sedir Ağacı], Güzelliğiyle kurumlanan sedir ağacı, çevresindeki ağaçlan küçümseyip önünden çekilmelerini sağlamış; sonra, rüzgâr, hiçbir engelle karşılaşmadığı için, onu kökünden söküp yere savurmuş.
13 . Masal: {Karınca ile Darı Tanesi], Karınca, bir darı tanesi bulmuş; tane, karıncanın eline düştüğünü görünce bağırmış: “Lütfeder de, üreme arzumu gerçekleştirmeme izin verirsen, kendim gibi yüz darı tanesi vereceğim sana.” Öyle de olmuş.
14 . Masal: [Örümcek ile Üzüm Salkımı]. Örümcek, tatlılığından ötürü arıların ve çeşitli sineklerin sık sık uğradıkları bir üzüm salkımı bulunca, tuzağı için çok uygun bir yer bulduğunu düşünmüş. İnce ağıyla salkıma yerleşip yeni yuvasına girdikten sonra, orada her gün, üzüm tanelerinin arasındaki boşlukların oluşturduğu açıklıklarda durup, bir hırsız gibi, onu fark etmeyen çaresiz hayvanlara saldırıyormuş. Ama birkaç gün geçtikten sonra, bağbozucu bu üzümü kesip ötekilerin yanına koyunca, üzümlerle birlikte örümcek de ezilmiş. Ve böylece üzüm, aldatan örümceğin de, aldatılan sineklerin de kapanı ve tuzağı olmuş.
15 . Masal: [Akasma]. Akasma, kendi çalılığından memnun olmadığı için, dallarıyla yolu aşıp karşıdaki çalılığa tutunmuş; bunun üzerine, yoldan geçenlerce kırılmış.
16 . Masal: [Eşek ve Buz], Eşek, derin bir gölün buzu üstünde uykuya dalmış, ısısı buzu eritmiş ve eşek, çaresiz, suyun altında uyanıp oracıkta boğulmuş.
17 . Masal: [Alçakgönüllü Kar]. Kendisini çok yüksek bir dağın en tepesinde duran bir taşın üstüne tutunmuş bulan küçük kar parçası, hayallere dalıp düşünmeye ve kendi kendine şöyle demeye başlamış:
“Şimdi, küçücük bir kar parçası olarak, böylesine yüksek bir yere yerleştiğimi ve buradan görebildiğim onca karın benden daha aşağıda olmasına aldırmadığımı düşünmeyecekler mi? Minik cüssemin bu yüksekliği hak etmediği kesin; çünkü küçük olsam da, güneşin dün yoldaşlarıma yaptığını kendi gözlerimle gördüm: Güneş birkaç saat içinde yok etti onları ve bu, gereğinden daha yüksek bir yere yerleştikleri için oldu. Ben güneşin öfkesinden kaçmak, alçakgönüllü davranmak ve küçük cüsseme uygun bir yer bulmak istiyorum.” Ve kendisini aşağı atarak, yükseklerden öteki karların üstünden yuvarlanarak aşağı inmeye başlamış; ama ne kadar alçak bir yer aradıysa, büyüklüğü o kadar artmış, öyle ki inişi bir tepenin üstünde son bulduğunda, neredeyse onu üstünde tutan tepeden daha küçük olmadığını görmüş; üstelik, o yaz güneşin yok ettiği son kar o olmuş.
Alçakgönüllülük ederek yücelenler için anlatılır bu .
18 . Masal: [Sabırsız Doğan]. Doğan, ördeğin, önünden kaçıp suya dalarak gizlenmesi karşısında artık daha fazla dayanamayarak, onun gibi suyun altından peşine düşmek istemiş ve tüyleri ıslanınca suyun içinde kalmış; bu arada, havaya yükselen ördek, boğulmakta olan doğanla alay ediyormuş.
19 . Masal: [Örümcek ile Eşekarısı]. Örümcek, aldatıcı ağıyla sineği yakalamak isterken, o ağın üstünde eşekarısı tarafından acımasızca öldürülmüş.
20 . Masal: {Kartal ile Baykuş]. Kartal, baykuşla alay etmek isterken, kanatlarıyla ökseye yakalanmış ve bir adam onu alıp öldürmüş.
21 . Masal: [Hırslı Sedir Ağacı], Sedir ağacı, tepesinde güzel ve iri bir meyve vermeyi arzuladığı için, özsuyunun olanca gücüyle onu biçimlendirmeye koyulmuş; meyve, büyüyünce, ağacın yüksek ve dik tepesinin eğilmesine neden olmuş.
22 . Masal: [Kıskanç Şeftali Ağacı], Şeftali ağacı, komşusu ceviz ağacında bittiğini gördüğü pek çok meyveyi kıskanarak, aynısını yapmaya karar vermiş; kendi meyveleriyle kendine öyle yük bindirmiş ki, meyvelerin ağırlığı onu yukarı çekip, köklerinden sökülü ve kırılmış bir halde bırakmışlar toprağa.
23 . Masal: [Ceviz Ağacı ve Yolcular], Ceviz ağacı, bir yolun kenarında yolculara bereketli meyvelerini gösteriyor, yolculardan her biri onu taşlıyormuş.
24 . Masal: {İncir Ağacı], Meyvesiz durduğu için kimse bakmıyormuş incir ağacına; meyve verip insanlarca övülmek isteyince, onlar tarafından bükülüp kırılmış.
25 . Masal: [İncir Ağacı ile Karaağaç], İncir ağacı, karaağacın yanında duruyor ve onun dallarında meyve olmadığını, gene de ham incirlerinin güneşini engellediğini görüyormuş; bunun üzerine ona çıkışarak şöyle demiş: “Hey, karaağaç, önümde durmaya utanmıyor musun? Ama bekle, hele bir meyvelerim olgunlaşsın, görürsün hanyayı konyayı.” Ama incir ağacının meyveleri olgunlaştığında, bir askerî birliğin yolu oraya düşmüş; askerler, incirleri almak için ağacın dallarını koparmış, parçalamış, kırmışlar. İncir ağacı böyle dalları kırık dururken, karaağaç sormuş ona: “Ey incir ağacı, meyvesiz olmak mı daha iyiydi, yoksa onlar yüzünden böyle zavallı bir hale düşmek mi?”
26 . Masal: [Kibirli Ateş ve Tencere], Ilık küllerin arasındaki küçük bir korda küçük bir ateş, korda kalan azıcık özle ucu ucuna ve çaresizce kendini besliyormuş; o sırada aşçı kadın, her zamanki gibi ocakta yemek hazırlamak üzere çıkagelmiş; odunları ocağa koyup, neredeyse sönmek üzere olan ateşten küçük bir alevi kibritle canlandırmış, onunla sıralı odunları tutuşturmuş, tencereyi ocağın üstüne koyup, hiçbir şeyden kuşkulanmadan, içi rahat, oradan ayrılmış.
Bunun üzerine, üstüne yerleştirilen kuru odunlarla neşesi yerine gelen ateş, yükselmeye başlamış: Odunların arasındaki boşluklarda bulunan havayı itiyor, odunların arasında şakacı ve oyunbaz bir geçişle sarmallar çiziyormuş.
Odunların arasındaki boşluklardan yayılmaya başlayarak, bu boşlukları eğlenceli birer pencereye dönüştürüyor ve dışarı ışıl ışıl alevler saçarak, kapalı mutfaktaki karanlığı kovuyormuş; bu arada, çoktan büyüyen alevler, neşeyle çevrelerindeki havayla şakalaşıyor, tatlı bir çıtırtıyla güzel sesler çıkarıyorlarmış.
Ateş, artık odunların iyice üstüne çıktığını ve bir hayli irileştiğini görünce, uysal ve sakin mizacını bir yana bırakıp, kurumlu ve katlanılmaz bir kibre kapılmış, birkaç odunun üstünde neredeyse üstün öğenin tamamını yanı sıra sürüklediğine inandırmış kendini.
Ve irileşen alevler, çoktan ocağı çepeçevre çatırtılar ve kıvılcımlı ışıltılarla doldurmaya başlıyor, hep birlikte havaya doğru yükseliyor; en kendini beğenmiş alevler ise, üstteki tencerenin dibine çarpıyorlarmış.
27 . Masal: [Ardıç Kuşları ile Baykuş]. Ardıç kuşları, bir adamın baykuşu yakalayarak, ayaklarını sımsıkı bağlarla bağlayıp özgürlüğünü elinden almasına çok sevinmişler. Bu baykuş, daha sonra, ökse aracılığıyla, ardıçların özgürlüklerini değil, canlarını yitirmelerine neden olmuş.
Bu masal, yöneticilerinin özgürlüğünü yitirdiğini görüp buna sevinen; sonra bu yolla kendileri her tür destekten yoksun kalıp, düşmanlarının gücüne bağlı hale gelen ve özgürlüklerinden, çoğu zaman da canlarından olan ülkeler için anlatılır.
28 . Masal: [Pire]. Köpek, bir kuzunun postu üstünde uyurken, pirelerinden biri, yağlı yünün kokusunu alıp, köpekle beslenmektense, orasının daha iyi yaşanacak ve köpeğin dişleriyle tırnaklarına göre daha güvenli bir yer olması gerektiğine karar vermiş ve daha fazla düşünmeden, köpeği bırakıp sık yünün içine girmiş. Bin bir meşakkatle tüylerin kökleri arasından geçmeye çalışmış; epey ter döktükten sonra, bunun boşa çaba olduğunu görmüş; çünkü tüyler o kadar sıkmış ki, neredeyse birbirine değiyormuş ve pirenin derinin tadına bakabileceği yer yokmuş. O yüzden, uzun bir çaba ve yorgunluğun ardından, köpeğine geri dönmeyi istemeye başlamış; ama köpek çoktan gittiği için, uzun bir pişmanlıktan, acı gözyaşların- dan sonra, mecburen açlıktan ölmüş.
29 . Masal: [Ovüngen Ustura]. Ustura bir gün kını yerine geçen sapından çıkıp güneşin altına yatmış, güneşin gövdesinde yansıdığını görmüş; bu onu pek gururlandırmış ve geçmişini düşünerek kendi kendine şöyle demeye başlamış:
“Şimdi ben, daha yeni çıktığım o dükkâna mı döneceğim? Elbette, hayır; Tanrılar hazzetmez böyle görkemli bir güzelliğin öyle bayağı bir hale düşmesinden! Hangi çılgınlık köylülerin köpüklü sakallarını tıraş etmeye, böylesine bayağı bir iş yapmaya itebilir ki beni! Bu beden böyle işler için mi? Elbette, değil. Gözlerden uzak bir yere saklanıp hayatımı orada sakince dinlenerek geçirmek istiyorum.” Ve böylece, birkaç ay gizli kaldıktan sonra, bir gün açık havaya geri dönmüş ve kınından dışarı çıktığında, paslı bir testereyi andırdığını görmüş, yüzeyi de artık parlak güneşi yansıtmıyormuş. Yararsız bir pişmanlıkla, boş yere çaresiz haline ağlamış, kendi kendine şöyle demiş:
“Ah, artık yitirdiğim öylesine keskin ağzımı berberde çalıştırmak çok daha iyiymiş! Nerede o ışıltılı yüzey? Belli ki, bu rahatsız edici ve çirkin pas onu yok etmiş!”
Aynı şey, alıştırma yerine, kendini tembelliğe teslim eden zihinlerin başına gelir; onlar, tıpkı yukarıdaki ustura gibi, keskin kavrayışlarını yitirirler ve cehaletin pası biçimlerini bozar.
31 . Masal: [Kelebek ile Mum Işığı]. Daldan dala konan renkli kelebek, kararan havada dolaşırken bir ışık görüp hemen ona doğru yönelmiş ve çevresinde daireler çizdiği ışığın olağanüstü güzelliği karşısında şaşırıp kalmış; yalnızca görmekle yetinmeyip, güzel kokulu çiçeklere yaptığını yapmak için karşısında durmuş ve uçuşunu ayarlayıp büyük bir hevesle ışığın içinden geçmiş. Işık, kelebeğin kanat uçlarını, bacaklarını ve öteki kısımlarını yakıp eritmiş. Işığın dibine düşen kelebek, böyle güzel şeyden herhangi bir kötülük ya da zarar gelebileceğini aklı almadığı için, hayretle olayın nereden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyormuş. Kalan gücünü iyice topladıktan sonra, yeni bir uçuş denemiş ve ışığın içinden geçer geçmez, her yanı kavrulu, o ışığı besleyen yağın içine düşüvermiş ve ancak yıkımının nedenini düşünebilecek kadar aklı kaldığından, şöyle demiş ona: “Ey lanet olası ışık, ben sende mutluluğumu bulduğumu sanıyordum; boşuna ağlıyorum çılgın arzuma, yakıcı ve zararlı doğanı kendi yıkımımla öğrendim.” Buna ışık şu karşılığı vermiş: “Beni doğru dürüst kullanmasını bilmeyene böyle yaparım ben.”
Karşılarında çekici ve dünyasal zevkleri görüp, tıpkı kelebek gibi, niteliklerini düşünmeden onlara koşan kişiler için anlatılır bu masal; onlar, uzun bir deneyimden sonra, utanç ve yitimle öğrenirler bu zevklerin iç yüzünü.
32 . Masal: [Taş ile Ateş Çubuğu]. Taş, ateş çubuğu kendisine vurunca, çok şaşırmış ve sert bir sesle ona şöyle demiş:
“Ne hakla bana eziyet ediyorsun? Beni rahat bırak; belli ki beni başkasıyla karıştırıyorsun, ben asla kimseyi incitmedim.” Buna ateş çubuğu şu karşılığı vermiş: “Sabırlı olursan, kendinden olağanüstü bir sonucun doğduğunu göreceksin.” Bu sözler üzerine taş sakinleşmiş, sabırla vuruşlara katlanmış ve olağanüstü ateşin -gücüyle sonsuz işler gören ateşin- kendisinden doğduğunu görmüş.
Çalışmalarının başlarında korkan, ama bu çalışmaları sabırla sürdürüp onlara hükmedebilecek hale geldikten sonra, onlardan olağanüstü sonuçlar doğduğunu gören kişiler için anlatılır bu masal.
34 . Masal: [‘Zambak ve Akıntı]. Zambak, Ticino kıyısına yerleşmiş ve akıntı zambakla birlikte kıyıyı alıp götürmüş.
35 . Masal: [İstiridye, Fare ve Kedi], İstiridye, balıkçının kulübesindeki öteki balıklarla birlikte deniz kenarına boşaltıldığı için, fareden onu denize götürmesini rica etmiş. Fare, istiridyeyi yemeyi kafasına koyduğundan, ona açılmasını söylemiş ve onu ısırmış; istiridye, kabuğunu kıstırıp fareyi durdurmuş. Kedi gelip fareyi öldürmüş.
36 . Masal: [Köylü ile Asma], Köylü, asmanın sağladığı yararları görünce, onu dik tutmak için birçok destekle desteklemiş; meyveyi aldıktan sonra, sırıkları çıkarıp asmanın yere düşmesine neden olmuş ve onun destekleriyle ateş yakmış.
37 . Masal: [Yengecin Ölümü]. Yengeç, taşın altında, oraya giren balıkları yakalamak için dururken, dalgayla birlikte taşlar yıkıcı bir güçle aşağı düşmüş ve dönerek düşerken yengeci paramparça etmişler.
38 . Masal: [Örümcek ve Üzüm]. Örümcek üzümlerin arasında duruyor, bu üzümlerle beslenen sinekleri yakalıyormuş. Bağbozumu zamanı gelmiş ve örümcek üzümlerle birlikte ezilmiş.
39 . Masal: [Asma ve Yaşlı Ağaç]. Yaşlı bir ağacın üstündeki yaşlı asma, o ağacın yıkılmasıyla yere düşmüş ve düşkün yoldaşı yüzünden yok olup gitmiş.
40 . Masal: [Akarsu], Akarsu, yatağına o kadar çok toprak ve taş taşımış ki, daha sonra yer değiştirmek zorunda kalmış.
41 . Masal: [Ağ ve Balıklar], Balıkları yakalaması gereken ağı, balık akını alıp götürmüş.
42 . Masal: [Kartopu], Kartopu, karlı dağlardan yuvarlanıp aşağı inerken, cüssesi çoğaldıkça çoğalmış.
43 . Masal: [Söğüt], Uzun filizleriyle başka her bitkiyi aşacak şekilde büyüyen söğüt, her yıl budanan asmayla birlikte olduğu için, o da hep budanır, güdük kalırmış.
44 . Masal: [Suyun Pişmanlığı], Su, görkemli denizde temel öğesine kavuşunca, havanın üstüne çıkma arzusuna kapılmış ve temel öğe ateşin desteğiyle ince buhar halinde yukarı yükselip, adeta havanın inceliğine bürünmüş; ama iyice yukarı çıkıp, daha ince ve soğuk havaya ulaştığında, ateş onu terk etmiş. Ve küçük taneler yan yana sıkışıp birleşince ve ağırlaşıp düşmeye başlayınca, suyun kibri yok olmuş ve gökten yere düşmüş; yerde kuru toprak onu emmiş, toprağın içinde uzun süre hapis kalan su, işlediği kusurdan ötürü pişman olmuş.
45 . Masal: [Mum Işığı], Işık, mumun üstündeki doymak bilmez ateştir. Mum tükenince, o da tükenir.
46 . Masal: [Şarabın İntikamı], Sarhoşun içtiği şarap.
Bu şarap, içenden intikamını alır.
47 . Masal: Ak Kâğıdın, Kendisini Lekelediğini Gördüğü Kara Mürekkebi Küçümsemesi. Kâğıt, her yanının mürekkebin koyu siyahıyla lekelendiğini görünce, ondan dert yanar; mürekkep, üstüne yazdığı sözcüklerle onun korunmasının nedeni olduğunu gösterir kâğıda.
48 . Masal: [Ateşle Su], Ateş, tencereye koyulan suyu ısıtırken, suyun, temel öğelerin kralı ateşin üstünde durmayı hak etmediğini söyleyerek, suyu kaynata kaynata tencereden taşırmış; bunun üzerine su, ona saygıyla boyun eğdiğini göstermek için aşağı inmiş ve ateşi boğmuş.
49 . Masal: [Ressam ile Doğa]. Ressam, doğayla tartışıp yarışır.
50 . Masal: [Bıçak]. Yapay silah bıçak, insanı doğal bir silah olan tırnaklarından yoksun bırakır.
51 . Masal: [Ayna ile Kraliçe]. Ayna, içinde kraliçenin aksini barındırdığı için pek böbürlenir, ama kraliçe gidince, öyle bayağı kalakalır.
52 . Masal: [Demir]. Ağır demir eğeyle öyle ince hale gelir ki, küçük bir rüzgâr onu alıp götürüverir.
53 . Masal: [Bitki, Sırık ve Dikenler]. Bitki, yanına dikilen kuru ve eski sırıktan, çevresini saran kuru dikenlerden yakımyormuş. Oysa, biri onu dik tutuyor; öteki, kötü arkadaşlardan koruyormuş.
54 . Masal: [Kalem ile Kalemtıraş], Kalemtıraş, kalemin zorunlu ve aynı zamanda yararlı yoldaşıdır, çünkü biri olmadan ötekinin pek bir değeri yoktur.
**
1. Nükte: [Kılıçlı Adam]. Adamın biri, bir başkasının belinde kocaman bir kılıç görünce, şöyle demiş: “Vah zavallı! Uzun zamandır bu silaha bağlı görüyorum seni; ellerin serbest olduğuna göre, niçin çıkarıp özgürlüğüne kavuşmuyorsun?”
Buna öteki şu karşılığı vermiş: “Seni ilgilendirmez, kaldı ki eski hikâye bu.”
Öteki, bu sözlerdeki alayı fark edip, şu karşılığı vermiş: “Seni tanırım: Bu dünyada o kadar az şey bilirsin ki, sana söylediğim her şey senin için yenidir sanıyordum.”
**
2. Nükte: [Söz Oyunu]. Adamın teki, çeşit çeşit, birbirinden güzel numaralar bildiğini öne sürüp bununla övününce, çevresindekilerden biri: “Öyle bir numara biliyorum ki, istediğim kişinin üstünden külotu çeker alırım,” demiş. Öteki, övüngen olanı, üstünde külot olmadığı için: “Daha neler! Numaran bana sökmez; bir çift çorabına bahse var mısın?” demiş. Oyunu öneren, bahsi kabul etmiş; bir külot almış, çorabına bahse girenin yüzünde şöyle bir gezdirip çekmiş. Ve bahsi kazanmış.
**
3. Nükte: [Tuhaf Göz Rengi], Adamın teki, bir tanıdığına: “Gözlerinin rengi bir tuhaf olmuş,” demiş. Öteki, bunun sık sık başına geldiğini söylemiş. İlki: “Peki, hiç mi tedavi görmedin? Ne zaman oluyor bu?” diye sormuş. Öteki, karşılık vermiş: “Gözlerim, ne zaman çirkin yüzünü görse, o pek berbat görüntünün yarattığı şokla hemen sararıp tuhaf bir renge bürünüyor.”
**
4. Nükte: [Gene Tuhaf Göz Rengi], Bir adam, bir başkasına: “Gözlerinin rengi bir tuhaf olmuş,” demiş. Öteki karşılık vermiş: “Gözlerim, çirkin yüzünü görüyorlar da, ondan.”
**
5. Nükte: [En Tuhaf Şeylerin Olduğu Yer], Bir adam: “Doğduğum yer, dünyadaki en tuhaf şeylerin olduğu yerdir,” demiş. Öteki karşılık vermiş: “Sen, orada doğmuş birisi olarak, bunun kanıtısın tuhaf ve çirkin varlığınla.”
6. Nükte: Nükte [Geceleyin İki Yolcu], İki kişi gece tekinsiz bir yolda yürürlerken, öndeki büyük bir gürültüyle yellenmiş; arkadaşı ona: “Görüyorum ki, beni gerçekten seviyorsun,” demiş. “Nasıl?” demiş öteki. Arkadaşı karşılık vermiş: “Düşmeyeyim, kaybolup senden uzak kalmayayım diye, yelindeki -pardon, belindeki- kemeri uzatıyorsun bana.”
**
10. Nükte: [Arkadaş ile Karaçalan]. Adamın biri, bir arkadaşıyla içli dışlı olmaya son vermiş, çünkü bu kişi, adamın öteki arkadaşları hakkında kötü şeyler söylüyormuş. Mesafeli davranmaya başladığı arkadaşı, bir gün ona dert yanmış, epey dert yandıktan sonra, onca dostluğu unutmasının nedenini söylemesini rica etmiş. Bunun üzerine öteki karşılık vermiş: “Seni sevdiğim için seninle artık içli dışlı olmak istemiyorum-, başkalarına benimle, yani dostunla ilgili kötü sözler ettiğinde, onlar üzerinde, benim üzerimde olduğu gibi, kötü bir izlenim bırakmanı -başkalarına benimle, yani dostunla ilgili kötü şeyler söyleyen kişi konumuna düşmeni- istemem. O yüzden, artık içli dışlı olmadığımız için, birbirimize düşman olduğumuzu sanacaklar ve sen, âdetin olduğu üzere, benim hakkımda kötü konuştuğunda, içli dışlı olduğumuzdaki kadar yerilmeyeceksin.”
**
11. Nükte: Nükte [Pythagoras’ın İzinden]. Adamın biri, Pythagorasın öğretisinden yola çıkarak, daha önce çeşitli kereler dünyaya gelmiş olduğunu kanıtlamaya çalışıyor; bir başkası, konuşmasını bitirmesine fırsat vermiyormuş; bunun üzerine ilki, bu ötekine şöyle demiş: “İşte, başka kereler dünyaya geldiğimin kanıtı: Senin değirmenci olduğunu hatırlıyorum.” Öteki, bu sözlerle alaya alındığını fark ederek, karşısındakinin doğruyu söylediğini kabul etmiş; zaten o da, karşısındakinin kendisine un taşıyan eşek olduğunu hatırlıyor- muş.
**
12. Nükte: Nükte [Bir Ressam ve Çocukları/. Bir ressama, ölü şeyleri o kadar güzel resmetmesine rağmen, çocuklarının niçin bu kadar çirkin olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine ressam, resimleri gündüz, çocukları ise gece yaptığını söylemiş.
**
13. Nükte: Bir Gencin Bir Yaşlıya Söylediği Söz. Yaşlı bir adam, bir genci başkalarının önünde aşağılıyor, cesurca ondan korkmadığını gözler önüne seriyormuş; bunun üzerine genç, yaşlı adama, ilerlemiş yaşının diline ya da gücüne oranla ona daha iyi kalkan olduğunu söylemiş.
**
14. Nükte: Nükte [Hasta Adam]. Ölmek üzere olan hasta bir adam, kapıya vurulduğunu işitmiş ve uşaklarından birine kapıya kimin vurduğunu sorunca, uşak Madonna Bona [“İyi Kadın” anlamına gelir.] adında bir kadın olduğunu söylemiş. Bunun üzerine, hasta adam, ellerini göğe kaldırıp, yüksek sesle Tanrı’ya şükretmiş; sonra uşaklarına, ölmeden önce iyi bir kadın görebilmek için -hayatı boyunca hiç görmediği bir şeymiş bu- kadını hemen içeri almalarını söylemiş.
**
15. Nükte: Nükte [Uykucu]. Birisine yataktan kalkması, çünkü güneşin çoktan doğduğu söylenmiş; o da şu karşılığı vermiş: “Güneş kadar yolum ve işim olsa, ben de çoktan kalkardım; ama pek az yol gitmem gerektiği için, henüz kalkmayacağım.”
**
16. Nükte: [Zarıaatkâr ile Soylu]. Bir zanaatkâr, belirli bir amacı olmaksızın, sık sık bir asilzadeyi ziyaret ediyormuş; bunun üzerine, asilzade bunu niçin yaptığını sormuş. Adam, beyefendinin sahip olamayacağı zevkleri tatmak için oraya geldiğini söylemiş; çünkü o da, halktan insanlar gibi, kendisinden daha güçlü kişileri görmekten zevk alıyormuş. Oysa, beyefendi ancak kendisinden daha aşağı konumdakileri görebiliyormuş; bu yüzden de, beyefendiler bu zevkten yoksun kalıyorlarmış.
**
17. Nükte: [Yolcu ve Vergi]. Modena’ya giden birisi, şehre giriş vergisi olarak beş para ödemek durumunda kalmış. Bunun üzerine hayret çığlıkları atmaya başlamış, çevresinde birçok kişi toplanmış; ona bunca hayretin nereden kaynaklandığını sorduklarında, Maso şu karşılığı vermiş: “Kişi başına şehre giriş vergisinin topu topu beş para olmasına nasıl şaşırmayayım ki? Floransa’da sırf aletimi içeri sokmak için on duka ödemek zorunda kaldım, oysa burada takım taklavatımı ve vücudumun kalanını şu azıcık vergiyle içeri sokabiliyorum. Tanrı bu şehri ve onu yöneteni koruyup esirgesin!”
**
18. Nükte: [Tezgâh ve Mızrak], Adamın biri, bir kadının mızrak gösterisinde hedef tahtasını tutmaya hazırlandığını görünce, tahtaya bakmış, sonra kendi mızrağı gözüne ilişip haykırmış: “Ah, bu da pek küçük işçiymiş böyle büyük iş için!”
**
19. Nükte: [Kız ile Rahip]. Bir kız, bir rahibe kendininki yerine bir dişi keçinin yarığını gösterip, bir gümüş lira almış, böylece onu aldatmış.
**
20. Nükte: [Kadın ve Kötü Yol]
Kadın, “Uç Hakikat” adlı kötü ve çamurlu bir yolu geçerken, elleriyle iç-eteğini önden ve arkadan sıyırıp, yarığıyla kıçına dokunup: “Al sana kötü yol!” demiş.
**
21. Nükte: Nükte [Macarlar]. Macar dukalarının üzerinde niçin çift haç vardır?
**
22. Nükte: [Budala’]. Aşırı serpilmiş budalanın teki, sulak yerde yetişen kabak ya da kavun ya da sağanak yağmurlar yüzünden pörsümüş erik gibi. Yo, tam oturmadı söylediklerin; biliyor musun kime benziyor? Tam Gello’lu bir ahmak, başı kazınmış; ama lahana ya da kabak yaprağı yok ki, soyulan derisini süzsün. Sen söyle Sandro, sence neye benziyor? Sana doğruyu söyleyeceğim, hiç hazzetmedim ondan.
**
23. Nükte: [Başrahip]. Varese’deki Santa Maria del Monte Kilisesinin başrahibiyle ilgili nükte: Atmaca yerine eli kolu bağlanıp Dük’e gönderilmesi. [Bu not, bilinen bir öyküye gönderme içerir. Lodovico Carbone’nin Cento Trenta Novelle o Facetie (Yüz Otuz Öykü ya da Fıkra) adlı kitabının 108.’si (yay. haz. Abd- el Kader Salza, Livorno, s. 74) şöyledir: Ferrara Dükü, bir gün Carpaneto belediye başkanına bir buyruk gönderir; buyrukta “capias accipitrem et mitte nobis Kgatum in sacculo ne aufugiaf (“atmacayı yakala, kaçmasın diye bir torbaya koyup bize gönder”) yazılıdır. Latincesi kıt olan belediye başkanı, kendisi gibi Latinceden pek anlamayan damadıyla birlikte accipitrem (“atmacayı”) sözcüğünün acciprete (“başrahip”) olduğu sonucuna varır. Bunun üzerine ikisi başrahibi tutuklayıp bir çuvala koyar, öylece Ferrara’ya götürürler. Belli ki, Milano’da fıkradaki belli ayrıntılar değişmiş, Ferrara Dükü’nün yerini Milano Dükü, Carpaneto başrahibinin yerini Santa Maria del Monte Kilisesi’nin başrahibi almış.]
**
24. Nükte: [Evlilik Dışı]. Birisi, dürüst bir adamı meşru olmamakla suçlamış. Bunun üzerine o dürüst kişi, insan soyu çerçevesinde ve doğa yasasına göre meşru olduğunu; onun ise piç olduğunu, çünkü insani olmaktan çok hayvanca alışkanlıkları olduğunu, insanların yasaları açısından da meşruluğunun kesin olmadığını söylemiş.
**
25. Nükte: Nükte [Hırsız ile Tüccar]. Bir hırsız, tanıdığı bir tüccarın dükkânındaki kasasında epey parasının olduğunu bildiği için, adamın parasını çalmayı aklına koymuş ve gece yarısı o tüccarın dükkânına girerek amacını gerçekleştirmeye koyulmuş; tam o sırada, dükkânın sürgüsü açılmış. Ve tüccar büyük bir korkuyla, hırsızın ışığının görüldüğü kapı aralıklarına gözlerini dayayarak, hemen dışarıdan sürgüyü kapatmış; hırsızı dükkânın içine hapsettikten sonra, mülki amirin evine koşmuş. Hırsız, içeride hapis kalınca, hemen kendini kurtaracak bir yola başvurmuş: Tüccarın iki şamdanını yakıp, cebinden bir iskambil destesi çıkarmış, bir kısmını -kötü kâğıtları- yere atmış, bir o kadarını da -iyi kâğıtları- elinde tutmuş, böylece mülki amiri beklemeye başlamış. Amir atlılarıyla birlikte gelir gelmez, kapının sürgüsünün açıldığını işiten dükkândaki hırsız bağırmış: “Tanrı şahidimdir ki, beni buraya senden kazandığım paraları ödememek için hapsettin. Ama yemin ederim, bana olan borcunu ödeyeceksin. Kaybetmek istemeyen, oynamaz. Beni biraz da zorla oynattın; sonra, kaybedince, kendi paralarınla ve benimkilerle dükkândan kaçtın, arkandan koşmayayım diye de beni içeri hapsettin.” Sözünü bitirince, tüccarın elini cebinden çekmek için elini onun cebine uzatmış. Bunun üzerine atlılar, hırsızın dolandırıldığını sanıp, kendisinin olduğunu söylediği paraları tüccarın ona vermesini sağlamışlar.
**
26. Nükte: Nükte [Yoksul ile Zengin]. Yoksulun biri, büyük bir senyörün uşağından, efendisine gidip bir kardeşinin geldiğini, onunla mutlaka görüşmesi gerektiğini söylemesini istemiş. Uşak, kendisine söyleneni iletince, bu kardeşi içeri alması söylenmiş. Yoksul kişi senyörün karşısına geldiğinde, hepsi Hz. Âdem’in soyundan geldikleri için kendisinin onun kardeşi olduğunu ve mal mülkün kötü paylaştırıldığını göstermiş; senyörden kendisini bu yoksulluktan kurtarmasını rica etmiş, çünkü sadakalarla güçbela yaşayabiliyormuş. Senyör, bu isteğin son derece makul olduğunu söyleyip, haznedara iletmiş ve yoksula bir kuruş bağışta bulunmuş. Bunun üzerine yoksul çok şaşırmış ve bunun bir kardeş için yeterli olmadığını söylemiş. O zaman senyör, onun gibi birçok kardeşi olduğunu, her birine çok verirse kendisine hiçbir şey kalmayacağını ve mal paylaşımı için bu kuruşun yeterli olduğunu söylemiş. Ve böylece, makul bir hükme vararak, ona mirastan bu tek kuruşu ayırmış.
5. Düşünce: Bilim komutandır, uygulama ise askerler.
**
6. Düşünce: Nasıl istemeden yemek yeme sağlığa zararlıysa, gönülsüz çalışma da belleği bozar ve bellek aldığı hiçbir şeyi koruyamaz.
**
7. Düşünce: işitenin kulağına hoş gelmeyen sözler, onu usandırır ya da öfkelendirir. Ve çoğu zaman bunun belirtisini görürsün: Bu tür dinleyiciler bol bol esnerler. Dolayısıyla, sana iyi davranmalarını istediğin kişilerin önünde konuşurken, bu tür bıkkınlık belirtileri gördüğünde, konuşmanı kısa tut ya da değiştir; başka türlü davranacak olursan, o zaman arzu ettiğin hoş karşılanma yerine, nefret ya da düşmanlık kazanırsın.
Ve bir kişinin konuştuğunu işitmeden, onun neden zevk aldığını görmek istiyorsan, onunla konuşurken söz ettiğin konuları değiştir; onun esnemeden ya da kaşlarını çatmadan ya da çeşitli başka hareketler yapmadan dikkat kesildiğini gördüğün an, sözünü ettiğin şeyin, onun hoşlandığı şey olduğundan emin olabilirsin, vb.
**
8. Düşünce: Bilimler Üzerine. Matematik bilimlerinden birinin uygulanamadığı ya da matematik bilimleriyle bağlantının olmadığı yerde hiçbir kesinlik yoktur.
**
9. Düşünce: Ey, şeyler üzerine düşünen kişi, doğanın olağan yoldan kendi kendine ortaya çıkardığı şeyleri bilmekle övünme! Kendi zihninle tasarladığın şeylerin amacını biliyorsan, o zaman sevin.
**
10. Düşünce: Bilim Olmadan Uygulamaya Geçenlerin Hatası Üzerine. Bilimsiz uygulamaya sevdalananlar, dümensiz ya da pusulasız gemiye binen, nereye gittiğinden asla emin olamayan denizciler gibidirler.
**
13. Düşünce: Deney -yaratıcı doğa ile insan soyu arasındaki yorumcu- insanlar arasında doğanın nasıl kesin bir zorunlulukla iş gördüğünü, kılavuzu aklın ona öğrettiğinden başka türlü davranamayacağını öğretir bize.
**
14. Düşünce: 14 [1]. Doğada hiçbir sonuç nedensiz değildir; nedeni anlarsan, deneye gerek kalmaz.
14 [2]. Şeylerdeki nedeni yadsıyan kişi, cahilliğini açığa vurmuş olur.
**
15. Düşünce: a) Deney asla yanılmaz; yalnızca yargılarımız yanılır – de- neyden, kendi deneyimlerimizden kaynaklanmayan bir sonuç beklentisi içine girerek. Çünkü bir neden söz konusu olduğunda, onu izleyen şeyin, o nedenin gerçek sonucu olması zorunludur, baştan bir engel olmaması koşuluyla. Ve bir engel söz konusu ise, sözünü ettiğimiz nedeni izlemesi gereken sonuç, bu engel belirttiğimiz nedenden ne kadar güçlüyse, ondan o kadar pay alır.
b) Deney asla yanılmaz; deneyden onun gücü dahilinde olmayan şeyler bekleyerek yargılarımız yanılır yalnızca, insanlar haksız yere deneyden yakınır, ağır eleştirilerle onu yanıltıcı olmakla suçlarlar. Ama deneye ilişmeyin ve bu yakınmayı kendi cehaletinize yöneltin; bu cehaletiniz, boş ve budalaca arzulara kapılmanıza, deneyden onun gücü kapsamında olmayan şeyler beklemenize, onun yanıltıcı olduğunu söylemenize yol açıyor.-
c) insanlar haksız yere masum deneyden yakınır, onu hatalar ve yanlış kanıtlarla [yüklü olmakla] suçlarlar.
**
17. Düşünce: Göz, Güneş Işını ve Zihnin Nasıl Var Olan En Hızlı Hareketler Olduğu Üzerine. Güneş, doğuda belirir belirmez, hemen ışınlarıyla batıya ilerler; bu ışınlar, üç tinsel güçten oluşur: Bir başka deyişle, parlaklık, ısı ve bunların nedeni olan biçimin niteliği.
Göz, açılır açılmaz, yarıküremizdeki bütün yıldızları görür.
Zihin, bir anda doğudan batıya atlar; bütün öteki tinsel şeyler, hız açısından bu üçünden çok farklıdır.
**
18. Düşünce: Bilimin işleyiş düzenine, daha önce belirttiğimiz sonuçtan kaynaklanan herhangi bir genel ilke ekleme eleştirilmemelidir.
**
19. Düşünce: Zamanla değişedurur her şey.
**
20. Düşünce: Neden verili olduğunda, doğa gerçekleştirilebilecek en kısa yoldan sonucu gerçekleştirir.
**
21. Düşünce: Doğanın gerçekleştirdiği hiçbir eylem, aynı araçlarla daha kısa yoldan gerçekleştirilemez.
**
22. Düşünce: Nedenler verili olduğunda, doğa olabilecek en kısa yollardan sonuçları ortaya çıkarır.
**
23. Düşünce: Her araç, onu ortaya çıkaran deneyimle kullanılmalıdır.
**
24. Düşünce: Soru: Azizler çıplak mıdır?
**
**
27. Düşünce: Nasıl kendi içinde bölünmüş her krallık yok olursa, farklı çalışma alanlarına bölünen her yetenek de yolunu şaşırır ve zayıflar.
**
28. Düşünce: Nasıl duyum [duyular], duyumsal olana [duyularla algılanabilir olana] yöneliyorsa, seven de sevdiği şeye yönelir, onunla birleşip aynı şey haline gelir.
Edim, birlikten doğan ilk şeydir.
Sevilen şey bayağı ise, seven bayağılaşır.
Birleşilen şey onunla birleşen için uygunsa, bundan zevk, haz ve doyum doğar.
Seven sevilene kavuştuğunda, orada durur.
Yük yere bırakıldığında, orada durur.
Nesneyi anlığımızla tanırız.
**
29. Düşünce: Dört gizilgüç vardır: Bellek ve anlık, arzu ve tutku. İlk ikisi zihinsel, ötekiler duyumsaldır.
Beş duyudan görme, işitme ve koku alma pek engellenemez; dokunma ile tatma ise öyle değildir.
Koku alma, köpekte ve öteki obur hayvanlarda tat almayla bağlantılıdır.
**
30. Düşünce: Bütün tinsel gizilgüçler birinci ya da ikinci nedenden ne kadar uzaklaşırlarsa, o kadar yer kaplarlar ve değerleri o kadar azalır.
**
31. Düşünce: Bütün bilgimizin kaynağı duyulardır.
**
32. Düşünce: Her kişi her zaman dünyanın ortasında, hem kendi yarıküresinin altında, hem bu dünyanın merkezi üstünde bulunur.
**
33. Düşünce: Yeni araştırma için hiçbir şey yazmak mümkün değil, zaten ne bekliyorum ki senden?
**
34. Düşünce: Duyular yere [yeryüzüne] özgüdür; akıl, düşündüğünde, onların dışında durur.
**
35. Düşünce: Irmakların dokunduğun suyu, gidenin sonuncusu ve gelenin ilkidir. Şimdiki zaman da öyle.
**
36. Düşünce: Her eylemin hareket yoluyla yapılması gerekir.
Bilmek ve istemek, insana özgü iki eylemdir.
Ayırt etmek, hükmetmek, öğüt vermek, insana özgü edimlerdir. Bedenimiz göğün, gök ise tinin buyruğundadır.
**
37. Düşünce: Karşılaştırma Pişmemiş bir çömlek kırıldığında onarılabilir, pişmiş olanı ise onarılamaz.
**
39. Düşünce: Gerçekliğe karşı koyuşlar, pişmanlığa dönüşür.
**
40. Düşünce: Bilgi, umudun çocuğudur, umut ise…
**
41. Düşünce: Burada doğa birçok hayvanda ya da hayvana anne olmaktan çok acımasız bir üvey anne, bazılarına da üvey anne değil, şefkatli bir anne olmuş gibi görünüyor.
**
43. Düşünce: Zorunluluk, doğanın efendisi ve kılavuzudur.
Zorunluluk, doğanın özü ve yaratıcısıdır, dizgini ve ebedi kuralıdır.
**
44. Düşünce: Yapılan iyiliklerin anısı, nankörlük karşısında kırılgandır.
**
45. Düşünce: Arkadaşını gizlice yer ve açıkça öv.
**
47. Düşünce: Geçmiş konusunda yalancı olma.
**
48. Düşünce: Hiçbir şeyden korkma, ‘adının kötüye çıkmasından korktuğun kadar.
**
49. Düşünce: Koldaki neredeyse gizli ünle yok olup gider yorgunluk.[ Büyük bir olasılıkla, alegorik bir çizim için yazılmış bir söz.]
**
51. Düşünce: Hiçbir şeyden korkma, adının kötüye çıkmasından korktuğun kadar. Bu kötü ün, kötü alışkanlıklardan doğar.
**
52. Düşünce: Umut öldüğünde, boşluk doğar.
**
54. Düşünce: Ün, uçup havaya yükselir, çünkü erdemli şeyler Tanrı’nın dostudur. Kötü ün bunun tersi olarak görülmelidir, çünkü bütün eylemleri Tanrı’ya karşıdır ve aşağı yönelir.
**
55. Düşünce: Çubuk altın ateşte saflaştırılır.
**
57. Düşünce: Ağaç, getirdiği yıkımla intikamını alır onu kesenden.
**
58. Düşünce: Aldatanı öldürmekten kaçın; çünkü [onun için en büyük ceza] dürüst davrandığında, sözüne inanılmamasıdır.
**
59. Düşünce: Hatasını düzeltebilen kişiden öğüt al.
**
60. Düşünce: Adalet; güç, kavrayış ve kararlılık gerektirir ve kraliçe arıya benzer.
**
61. Düşünce: Kötülüğü cezalandırmayan kişi, kötülük yapılmasını buyurmuş olur.
**
62. Düşünce: Yılanı kuyruğundan tutan, sonra onun tarafından ısırılır.
**
63. Düşünce: Çukur, onu kazanın üstüne yıkılır.
**
64. Düşünce: Şehvetini dizginleyemeyen, hayvanlarla yoldaşlık etsin.
**
65. Düşünce: Nefse hâkimiyet: En büyük hâkimiyet de odur, en küçüğü de.
**
66. Düşünce: Az düşünen, çok yanılır.
**
67. Düşünce: Başta karşı koymak, sonda karşı koymaktan daha kolaydır.
**
69. Düşünce: Gence akıl danışarak hareket eden, zararı göze alsın.
**
70. Düşünce: Sonu iyi düşün.
Önce sonu göz önünde bulundur.
**
73. Düşünce: Zamanı boşa harcayan kişi, dostunu yitirir ve asla parası olmaz.
**
74. Düşünce: Eşek olup geyik olduğunu sanan… Atasözünün devamı şöyle: “hendeği atlarken gerçeğin farkına varır.’
**
75. Düşünce: Şu zavallı günlerimizi çeşitli uğraşlara ayırıp değerlendirmenin yolları yöntemleri yok değil; günlerimizi harcamamak ve boşa, övgüsüz, ölümlülerin zihinlerinde kendimizden herhangi bir anı bırakmaksızın geçirmemek, bizi daha mutlu etmeli. Şu zavallı [yaşam] seyrimiz boşa geçmesin diye.
**
76. Düşünce: En büyük mutluluk, mutsuzluğun nedeni; kusursuz bilgelik ise, budalalığın nedeni olacaktır.
**
77. Düşünce: Gençliğinde, yaşlılığının zararını telafi edecek şeyi edin. Ve yaşlılığın besininin bilgelik olduğunu anlarsan, gençliğinde öyle davranırsın ki, yaşlılığında besinin eksik olmaz.
**
78. Düşünce: Yargı gücümüz, değişik zamanlarda yapılmış şeyleri, onlara özgü, gerekli uzaklık içinde yargılamaz; çünkü gençliğimizin gerilerde kalmasıyla birlikte, yıllarca önce olup bitmiş birçok şey şimdiye yakın, yakın pek çok şey de eski [geçmişte kalmış] gibi görünecektir; göz de uzaktaki şeylerle ilgili olarak böyle yapar: Güneş aydınlattığı için o uzaktaki şeyler göze yakın görünür, yakın birçok şey de uzak.
**
82. Düşünce: Tehditlerdir tek silahı, tehdit edilen kişinin.
**
83. Düşünce: Talih nereye girerse, kıskançlık orayı kuşatma altına alıp saldırır ve talih nereden ayrılırsa, oraya acı ve pişmanlık bırakır.
**
84. Düşünce: İyi yürüyen, nadiren düşer.
**
85. Düşünce: Düzenleme, efendinin eseridir; işletme/çalıştırma, kölenin edimidir.
**
86. Düşünce: Doğadan budala ve kendi çabasıyla bilge olan, doğal olarak konuştuğunda ya da eylemde bulunduğunda budala görünür, yapay tutumlarında ise bilge.
**
87. Düşünce: Sabra ilişkin Bir Benzetme. Sabır haksızlıklara karşı tıpkı giysilerin soğuğa karşı yaptığını yapar; soğuk arttıkça giysilerini çoğaltırsan, o soğuk sana zarar veremez. Benzeri biçimde, büyük haksızlıklarda daha da sabırlı olursan, o haksızlıklar zihnine zarar veremez.
**
88. Düşünce: Uçup giden yaş gizlice yol alır ve insanı aldatır; hiçbir şey yıllardan daha hızlı değildir ve erdem eken, ün biçer.
**
89. Düşünce: Yüce Tanrıyı çocuk olarak gösterdiğimde, beni hapse attınız; şimdi büyük haliyle resmedersem, daha kötüsünü yaparsınız.
**

92. Düşünce: Dolandırıcıların bedenleri, insanların tanrılara küfürlerinin bir meyvesidir.
**
93. Düşünce: Zekânın tutkusu, şehveti kovar.
**
95. Düşünce: Aristoteles, Etili in Üçüncü Kitabında şöyle der: İnsan, yalnızca yapma ya da yapmama gücüne sahip olduğu şeylerde övgüyü ya da yergiyi hak eder.
**
96. Düşünce: Sözcükler donuyor ağzında ve Etna Dağında [olsan] buz yapardın onlarla.
**
97. Düşünce: Nasıl işlemeyen demir paslanırsa ve su kokuşur ya da soğukta donarsa, öyle bozulur işletilmeyen zekâ.
**
98. Düşünce: Yaban, yabandan korunandır.
**
101. Düşünce: Duyarlık arttıkça, acının yoğunluğu da artar. [Anlamı net olmayan bir tümce; özgün metin şöyle: “Dov’e ilpiü sentimento, li epiü, ne’ martin, gran martin.”]
**
102. Düşünce: Demetrius, bilgisiz cahillerin sözleri ve sesi ile gereksiz havayla şişmiş karnın çıkardığı sesler ve gurultular arasında fark olmadığını söylüyordu.
Bunu söylerken haksız da değildi, çünkü ona göre bu kişilerin sesi nereden çıkardıkları -vücutlarının alt tarafından mı, ağızlarından mı- önemli değildi, ikisi de değeri ve özü itibarıyla aynıydı.
**
103. Düşünce: Nasıl arsızlık yoksulluğun kalkanıysa, budalalık da utancın kalkanıdır.
**
104. Düşünce: Ferisiler, yani aziz pederlerimiz.
**
106. Düşünce: İyi bir kişi hakkında kötü konuşmak ne ise, kötü bir kişi hakkında iyi konuşmak da odur.
**
109. Düşünce: Ortaya çıkan eserin o eseri üreten kişiyle birlikte öldüğü çalışmalardan uzak dur.
**
110. Düşünce: Ustasını aşmayan öğrenci, kötü bir öğrencidir.
**
112. Düşünce: a) Hiç kuşkusuz, ışık karanlığa göre neyse, hakikat de yalana göre odur ve bu hakikat, kendi içinde o kadar mükemmeldir ki, sıradan ve aşağı konularla uğraştığında bile, yüce ve çok yüksek düşüncelerin üstünü örten belirsizlikleri ve yalanları eşsiz biçimde aşar, çünkü yalan zihnimizin vazgeçilmez öğelerinden biri olsa da, bu, şeylere ilişkin hakikatin ince zekâların -aylak zihinlerin değil ama- üstün besini olduğu gerçeğini değiştirmez.
b) Yalan öyle bayağıdır ki, Tanrı hakkında yüce şeyler söylediğinde bile, Tanrı’sının yüceliğini elinden alır; hakikat ise öyle üstündür ki, en küçük şeyleri övdüğünde bile, bu şeyler soylu hale gelir.
c) Ama sen ki hayallerle yaşıyorsun, sen, kesin, doğal ve çok yükseklerde olmayan şeylerden çok, büyük ve kesin olmayan şeyler hakkında yanıltıcı açıklamalar ve söz oyunlarından hoşlanırsın.
**
114. Düşünce: Bir günde zengin olmak isteyen, bir yıl içinde darağacını boylar.
**
116. Düşünce: Hakikat, tek çocuğuydu zamanın.
**
117. Düşünce: Başkalarını incitenin kendisi de güvende değildir.
**
118. Düşünce: Korku her şeyden hızlı doğar.
**
119. Düşünce: Bağışta bulunan, üstündeki giysiyi bağışlamaz.
**
120. Düşünce: Erdemine göre bedenin olsaydı, bu dünyada yerin olmazdı.
**
121. Düşünce: Çocukların elindeki ekmek gibi artır saygınlığını.
**
123. Düşünce: Nesne/konu, algıya yön verir.
**
124. Düşünce: Bazı şeyleri ne amaç edin, ne yap, onlara sahip olmamanın sana azim verdiğini görüyorsan.
**
125. Düşünce: Düşünen ve büyük bir bilgi birikimi olan kişilerin aksine, kaba, görgüsüz ve bilgisi kıt insanların güzel bir bedeni de, çeşit çeşit organı da hak ettiklerini sanmam; tek hak ettikleri, yiyeceğin girip çıkacağı bir torba: Gerçekten de, olsa olsa bir yiyecek geçidi gibi görülebilir onlar, çünkü bana öyle geliyor ki, ses ve görünümleri dışında insanlıktan nasiplerini almamışlar ve kalan her şeyleri hayvandan epey aşağı.
**
126. Düşünce: insanlar, haksız yere zamanın su gibi akıp gittiğinden yakınır, onu aşırı hızlı olmakla suçlar, zamanın yeterli bir akışı olduğunu fark etmezler; ama doğanın bize armağan ettiği güçlü bellek, uzun süre önce olmuş ve geçmişte kalmış her şeyi şimdi buradaymış gibi görmemizi sağlar.
**
128. Düşünce: Ay, yoğun ve ağır, yoğun ve ağır, nasıl duruyor, ay?
97. Kehânet: Karınlarındaki Yumurtalarla Yenen Balıklar Üzerine. Sayısız kuşak, gebelerin ölümü yüzünden yok olup gidecek.
**
116. Kehânet: Kızların Çeyizleri Üzerine. Eskiden, genç kızları erkeklerin şehvet ve saldırısından, ne akrabalarının gözetimiyle, ne taştan kalelerle korumak mümkün iken; öyle bir an gelecek ki, bu kızların babaları ve akrabaları, kızları zengin, soylu ve çok güzel olsa da, onlarla birlikte olmak isteyen erkeklere çok büyük paralar vermek zorunda kalacaklar. Doğanın, dünyaya yararsız ve yaratılmışlar âlemini bozan şey olarak insan soyunu yok etmek istediği besbelli.
**
160. Kehânet: Oğlaklar Üzerine. Hirodes’in zamanı geri gelecek, çünkü masum çocuklar dadılarının elinden alınacak ve acımasız insanların neden olduğu korkunç yaralardan ötürü ölecekler.
**
7. Hayvan Ktb: Minnet: Söylendiğine göre, minnet erdemi en çok saksağan denen kuşlarda bulunurmuş; saksağanlar, anne-babalarından aldıkları yaşam ve besinin değerini bilerek, anne-babalarının yaşlandığını gördüklerinde onlara bir yuva yapar, onları buraya yerleştirip beslerlermiş; gagalarıyla yaşlı ve yıpranmış tüylerini temizler, gene esenlik içinde olsunlar diye bazı şifalı otlarla gözlerini iyi ederlermiş.
71. Düşünce: Uğradığımız her zarar, acı bir iz bırakır belleğimizde; en büyük zarar, yani ölüm hariç: O, yaşamla birlikte belleği de öldürür.
**
2. Düşünce: Başkalarının Ölümüyle Yaşam Buluruz. Ölen şeyde duyumsal olmayan yaşam kalır; bu, canlıların mideleriyle yeniden birleşince, bir kez daha duyumsal ve zihinsel yaşama kavuşur.
**
79. Düşünce: Ey uykucu, nedir uyku? Uyku ölüme benzer. Öyleyse, yaşarken uykuyla kendini zavallı ölülere benzetecek yerde, niçin ölümden sonra kusursuz bir yaşamın olmuş gibi görünmeni sağlayacak işler yapmıyorsun?
80. Düşünce: İnsanoğlu ve hayvanlar yiyeceğin geçit ve kanalı, canlıların gömütü, ölülerin uğrak yeridirler; başkalarının ölümünü kendilerine yaşam, kendilerini çürümüşlüğün mahfazası kılarak.
**
100. Düşünce: Nasıl iyi geçirilmiş bir gün güzel bir uykuyla sonuçlanıyorsa, iyi geçirilmiş bir yaşam da güzel bir ölümle sonuçlanır.
**
127. Düşünce: Keten, ölüme ve ölümlülerin çürümesine adanmıştır. Ölüme, kuşların, hayvanların ve balıkların tuzak ve ağları yoluyla; çürümeye, ölülerin gömülürken sarıldıkları keten bezler yoluyla – o bezlerin içinde çürürler. Şu davar ki, suya yatırılıp çürümeye başlamamışsa, keten lifinden ayrılmaz; onunla yapılmalı cenaze çelenkleri ve süsleri.
**
33 . Masal: [Örümcek]. Anahtar deliğinde huzur bulacağını sanan örümcek, ölümü bulmuş.
**
84. Kehânet: At Sırtındaki Askerler Üzerine. Büyük hayvanların nice kişiyi büyük bir hızla yok oluşa ve ani ölüme götürdüğü görülecek.
Havada ve karada renk renk hayvanların insanları amansızca yok oluşa götürdükleri görülecek.
**
18. Önsöz: Ey bu beden-düzenimizin gözlemcisi, başkasının ölümüyle ona ilişkin bilgi veriyorsun diye üzülme, yazarımız olanca zihin gücüyle böyle kusursuz bir aygıt üzerinde duruyor diye sevin.
**
51. Hayvan Ktb: Engerek Yılanı. Bu hayvan, dişlerinde ani ölümü taşır ve büyü sözlerini işitmemek için kuyruğuyla kulaklarını tıkar.
**

10. Önsöz: Ruhun tanımını düşünmeyi keşişlere, halktan kişilerin pederlerine bırakıyorum, onlar esin yoluyla bütün gizleri bilirler.
Kutsal kitaplara karışma; çünkü onlar en yüce hakikattir.
**
20. Önsöz: Ve sen ki, ey insan, bu çabamda doğanın olağanüstü eserlerini görüyorsun; onu yok etmenin çok kötü bir şey olduğu hükmüne varıyorsan, insanın canına kıymanın çok daha kötü bir şey olduğunu düşün, insanın bu dışsal biçimi olağanüstü bir kurgu gibi görünüyorsa sana, onun bu mimari içinde yaşayan ruha göre bir hiç olduğunu unutma. Gerçekten de ruh, ne olursa olsun Tanrısal bir şeydir; öyle ki, bırak kendi eseri içinde gönlünce yaşasın ve öfken ya da kötülüğün böyle bir canı -aslına bakılırsa, o cana değer vermeyen kişi, onu hak etmez- yok etmesin; çünkü ruh hiç istemeden ayrılır bedenden ve kanımca ağlaması ve acısı nedensiz değildir.
Sağlığını korumak için elinden geleni yap; hekimlerden ne kadar sakınırsan, bunu o kadar çok başarırsın, çünkü onların ilaçları simyanın ürünü olup, bu konuda yazılmış kitapların sayısı, tıp üzerine yazılmış kitaplardan az değildir.
**
1. Düşünce Ruh Üzerine. Toprağın toprağı sıkıştırarak deviniminde, çarpılan kısımlar az hareket eder. Suyun çarptığı su, çarpılan yer etrafında daireler oluşturur. Ses havada uzun mesafe [kateder]. Ateşin içinde daha uzun. Zihin evrenin içinde daha da [uzun]. Ama zihin sonlu olduğu için, sonsuzluğa uzanamaz.
**
38. Düşünce: Ruh, bedenin çöküşüyle çökemez asla; o, bedende, orgun ses çıkarmasını sağlayan havanın işlevini görür: Orgun bir borusunun bozulması, o borudan ötürü, havanın iyi etkisinin ortaya çıkmamasına neden olur.
**
42. Düşünce: Her beden, varlığını sürdürmesi için gerekli uzuv ve sıvılardan oluşur; bu gereklilik iyi bilinir ve bedenin varlığını sürdürmesi, bir zamanlar bu beden biçimini kendi yuvası olarak seçmiş olan ruhun gözetimindedir.
Balığa bak: Zorunlu olarak suyla sürekli temas halinde olduğu için; ruhu, doğanın kızı, pulların bitişme yerleri arasında bulunan gözeneklerle belirli bir kaygan sıvının oluşmasını sağlar, bu kaygan sıvı, balığın ayrılmaz bir parçası olup, ziftin gemi için ne işlevi varsa, bu suyun da balık için o işlevi vardır.
**
91. Düşünce: Ruhun bedeninde nasıl yaşadığını görmek isteyen, o bedenin her günkü konutunu nasıl kullandığına baksın; başka bir deyişle, konutu düzenden yoksun ve dağınıksa, ruhunun oturduğu bedeni de düzensiz ve dağınık olacaktır.
**
99. Düşünce: Cornelius Celsus. En büyük iyilik, bilgeliktir, en büyük kötülük ise, bedenin acı çekmesi. İki şeyden, yani ruh ile bedenden oluştuğumuz, bunlardan ilki daha iyi, beden ise daha kötü olduğu için; bilgelik daha iyi kısma özgüdür, en büyük kötü ise daha kötü ve kötünün kötüsü kısma. Nasıl ruhtaki en iyi şey bilgelikse, bedendeki en kötü şey de acıdır. O halde, nasıl en büyük kötü, bedensel acıysa, bilgelik de ruhtaki, yani bilge kişideki en büyük iyidir ve başka hiçbir şey onunla karşılaştırılamaz.
**
113. Düşünce: Ruh, daha önce ayrıldığı beyne kavuşunca, beyin şu sözleri söylemiş:
“Ey benden ayrılan mutlu, talihli ruh! Benim elimde, hiç istemesem de, bu pek iyi bilinen insan var. Alçaklığın barınağıdır o, en büyük iyilik bilmezliğin tipik göstergesi, bütün kötü huyların yoldaşıdır.
Ama niye sözlerle kendimi boşuna yoruyorum ki?
Günahların en büyüğü yalnızca onda [insanda] bulunur. Ve içlerinden biraz iyi birisi çıkarsa, öteki insanlar bana davrandıklarından farklı davranmazlar ona; gerçekten de, benim vardığım sonuç şu: Onların dostu olman kötü olur, düşmanı olman daha da kötü.”
(Ve olgun ve iyi bir insan varsa, öteki insanlar bana davrandıklarından farklı davranmazlar ona. O kişinin yakını olman kötü olur, ondan uzak olman daha da kötü.)
**
122. Düşünce: O öz saklı burada, falanca şairin erdemli ruhunun büründüğü.
**
59. Kehânet: Temel ilkeleri Öğreten Kitaplar Üzerine. Ruhsuz bedenler, huzurlu bir ölüm için yararlı savsözlerini, ilkelerini verecekler bize.
**
7. Önsöz: Perspektife, Yani Gözün İşlevine Giriş. Şuna bir bak, ey okur: Ruhun ve yaşamın -kanıtlanması olanaksız şeyler- ne olduğunu tanımlamak isteyen eski yazarlarımıza inanabiliyoruz da; deneyle her zaman açıkça bilinip kanıtlanabilen şeyleri, yüzyıllarca gözardı etmiş ve yanlış olduklarını düşünmüşüz. Deneyle işlevini öylesine açıkça bildiğimiz göz bile şimdiye dek sayısız yazarca belli bir biçimde tanımlanmış; oysa deney yoluyla ben onun farklı olduğunu görüyorum.
**
5. Önsöz: Önsöz. İyi insanlar doğaları gereği bilmeyi arzularlar.
Biliyorum: Birçokları, bu yapıtın yararsız olduğunu söyleyecek; bunlar, Demetriusun, ağızlarındaki sözcüğün kaynağı olan havaya, alt kısımlarından çıkan havadan daha fazla önem vermediğini söylediği kişiler olacaklar. Onlar, yalnızca bedensel zenginliği, zevki arzu eden, ruhun besini ve tek gerçek zenginliği bilginin zevkinden bütünüyle yoksun olan kişilerdir; çünkü nasıl ruh bedenden değerli ise, ruhun zenginliği de bedeninkinden soyludur. Ve çoğu zaman, bunlardan birinin bu yapıtı eline aldığını görünce, maymun gibi burnuna götürür mü ya da bana yiyecek bir şey olup olmadığını sorar mı diye kuşkuya kapılıyorum.
**
77. Kehânet: Rüya Görme Üzerine, insanlar yürüyecek, ama hareket etmeyecekler; orada olmayan kişiyle konuşacak, konuşmayanı işitecekler.
**
4. Düşünce: Doğa, deneyimde hiç [var] olmamış sonsuz nedenlerle doludur.
**
50. Düşünce: Cinsel arzu, üremenin nedenidir.
İştah, yaşamı ayakta tutan şeydir.
Korkaklık ya da çekingenlik, yaşamı uzatan şeydir.
Acı, organın/bedenin kurtuluşudur.
**
16. Kehânet: İnsanın eserleri, ölümlerinin nedeni olacak.
Kılıçlar ve mızraklar.
**
20. Kehânet: Öküzler, boynuzlarıyla ateşi ölümünden koruyacaklar.
Fener.
**
21. Kehânet: Ormanlar, kendi ölümlerinin nedeni olacak olan çocuklar doğuracaklar.
Balta sapı.
**
28. Kehânet: İnsanın Bir Mezar Olan Ağzı Üzerine. Kötü ve şiddete dayalı bir ölümle yaşamlarını yitirenlerin mezarlarından büyük gürültüler yükselecek.
**
43. Kehânet: Küçükkargalar ve Sığırcıklar Üzerine. Güvenip de onun yanında yaşayanlar, büyük bir kargaşayla karşılaşacaklar, hemen hepsi acımasız bir ölümle ölecek. Ve annelerle babaların, aileleriyle birlikte, acımasız hayvanlarca yutulup öldürüldükleri görülecek.
**
90. Kehânet: Önce öldürülüp Sonra Yenen Şeyler Üzerine. Onlar, kendilerini besleyeni öldürecek, acımasız ölümle son bulan işkenceler edecekler.
**
12. Düşünce: Herkes para biriktirmeyi arzular, yaşamın yok edicisi hekimlere vermek için. Dolayısıyla, [hekimlerin] zengin olmaları kaçınılmaz.
**
22. Kehânet: İnsanlar, yaşamlarının nedeni olan şeyi acımasızca dövecekler. Buğdayı dövecekler.
**
56. Düşünce: Duvarı yıkan, altında kalır.
**
9 .Masal: [Şarap ve Müslümanlar], Üzümün Tanrısal içkisi şarap, kendisini işli, altın bir kabın içinde ve Muhammed [sallallâhü aleyhi ve sellem] peygamberin sofrasında bulunca, bunca onur karşısında göğsü kabarmış; sonra hemen tersi bir düşünceye kapılıp şöyle demiş kendi kendine: “Ne yapıyorum ben? Niçin seviniyorum ki? Ölümün kıyısında olduğumu, bu kabın altın yuvasından ayrılıp insan bedeninin çirkin ve kokuşmuş inlerine gireceğimi, orada güzel kokulu ve hoş bir içkiden çirkin ve bayağı idrara dönüşeceğimi fark etmiyor muyum? Üstelik, bunca bela yetmiyormuş gibi, bir de uzun bir süre, çirkin keselerin içinde, insanoğlunun bağırsaklarından çıkan öteki kokuşmuş ve pis maddeyle birlikte uzanmak zorunda kalacağım.” Göğe haykırmış: Bunca derdin intikamının alınmasını, artık böyle bir aşağılanmaya son verilmesini ve o ülke bütün dünyadaki en güzel ve en iyi üzümleri ürettiği için, hiç olmazsa bunlardan şarap yapılmamasını istemiş. Bunun üzerine Iupiter, Muhammed peygamberin [sallallâhü aleyhi ve sellem] içtiği şarabın* özünün, beynine çıkmasını sağlamış; şarap onu öyle kötü etkilemiş, öyle çılgına çevirmiş ve öyle çok hataya yol açmış ki, kendine gelince, hiçbir Asyalının şarap içmemesi için yasa çıkarmış. Böylece, bağlar meyveleriyle birlikte özgür kalmışlar.
* İslâmî kaynaklara göre Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin içki içtiğine dair bir bilgi yoktur. (Yay.N.)
**
46. Düşünce: Tehlikelerden korkan kişi, o tehlikeler yüzünden yok olmaz.
**
68. Düşünce: Hiçbir öğüt/bilgi, tehlike altındaki gemilerden verileni kadar güvenilir değildir.
**
106. Kehânet: Metaller Üzerine. Işıksız ve karanlık mağaralardan çıkacak o, bütün insan soyuna büyük acılar, tehlikeler ve ölüm getirecek olan; izinden gidenlere, birçok acının ardından zevk verecek; ama yanında yer almayanı, cefa ve yıkımla öldürecek. O, sonsuz hainlikler yapacak; kötü kişilerin sayısını artırıp onları cinayetlere, soygunlara ve bayağı işlere ikna edecek; yandaşlarını kuşku içinde tutacak; özgür şehirlerin yönetimlerini ellerinden alacak; birçok kişinin canına kıyacak; birçok dolandırıcılık, aldatma ve ihanetle insanları birbirine düşürüp onlara acı çektirecek. Ey canavar, cehenneme geri dönsen ne kadar daha iyi olurdu insanlar için! Onun yüzünden büyük ormanlar ağaçlarından yoksun kalacak; onun yüzünden sayısız hayvan yaşamını yitirecek.
**
109. Kehânet: Bir Ülkeden Ötekine Mektup Yazma Üzerine. Çok uzak ülkelerdeki insanlar birbirleriyle konuşacak, birbirlerinin söylediklerine karşılık verecekler.
**
110. Kehânet: Sonsuz Olan ve Sonsuz Sayıda Çizgiye Bölünmüş Olan (Öyle ki, Bu Çizgilerden Biri Her Yaman Her Kişinin Ayakları Arasındadır) Yarıküreler Üzerine. Her iki yarıküredeki insanlar birbirleriyle konuşacak, birbirlerine dokunacak, kucaklaşacak ve birbirlerinin dilini anlayacaklar.
**
127. Kehânet: Karıncalar Üzerine. Birçok topluluk, kendilerini, yavrularını ve azıklarını karanlık mağaralarda saklayacak ve orada, karanlık yerlerde, aylarca kendilerini ve ailelerini besleyecek, başka yapay ya da doğal ışık olmaksızın.
**
8. Nükte: Nükte [Rahip ile Ressam] Kutsal Cumartesi günü, kilise cemaatinin evlerini dolaşarak, âdet olduğu üzere evlere kutsal su serpen bir rahip, bir ressamın odasına gelmiş; burada ressamın resimlerinden bazılarına aynı sudan serpince, ressam epey bozularak rahibe dönmüş, resimlerine niçin böyle su serptiğini sormuş. Bunun üzerine rahip, göreneğin böyle olduğunu ve bunu yapmakla yükümlü olduğunu; iyi de ettiğini, iyilik edenin, karşılığını iyilikle, üstelik fazlasıyla alacağını; Tanrının yeryüzünde yapılan her iyiliğe yukarıdan yüz iyilikle karşılık verileceğini vaat ettiğini söylemiş. Bunun üzerine ressam, rahibin dışarı çıkmasını beklemiş, yukarıdaki pencereye gitmiş, rahibin üzerine koca bir kova su boşaltıp, şöyle demiş: “İşte, resimlerimin yarısını mahvettiğin kutsal suyla yaptığın her iyiliğe karşı, dediğin gibi, yukarıdan yüz katı gönderiliyor sana.”
**
2 . Masal: [Defne, Mersin ve Armut Ağacı], Defne ile mersin, armut ağacının kesildiğini görünce, yüksek sesle bağırmışlar: “Ey armut ağacı, nereye gidiyorsun? Hani nerede olgun meyvelerin olduğundaki kibrin? Artık sık yapraklarınla gölge etmeyeceksin bize.”
Bunun üzerine, armut ağacı şu karşılığı vermiş: “Ben beni kesen çiftçiyle gidiyorum, o beni usta bir heykelcinin işliğine götürecek; heykelci, sanatıyla, beni Tanrı Jüpiter’in biçimine büründürecek, tapınağa adanacağım ve insanlar Jüpiter yerine bana tapacaklar. Oysa sen, sık sık dallarının kırılıp koparılması tehlikesiyle karşı karşıyasın: insanlar, beni onurlandırmak için çevreme koyacaklar o dalları.”
**
3. Düşünce: Hareket, her tür yaşamın nedenidir.
**
90. Düşünce: Yaşamayı öğrendiğime inandığımda, ölmeyi de öğreneceğim.
**
26. Düşünce: Soru: Bütün sonsuzlar eşit midir, yoksa biri ötekinden büyük müdür?
Yanıt: Her sonsuz ebedidir ve ebedi şeyler süreklilik açısından eşittirler; ama yaşam süresi açısından eşit değildirler, çünkü ilk kopup eyleme geçen, daha uzun süre geçirmiştir, ama gelecekteki süre [hepsi için] eşittir.
**
81. Düşünce: Gözüpeklik yaşam tehlikesi demek olduğuna göre, korku da yaşam güvenliği demektir.
**
105. Düşünce: İyi geçirilmiş yaşam, uzundur.
**
107. Düşünce: Zorluk çekmemek için kendini zora sokan adam delinin dik âlâsıdır ve büyük bir uğraşla elde ettiği iyi şeylerin tadını çıkarma umuduyla yaşamı geçip gider.

117. Kehânet: İnsanın Acımasızlığı Üzerine. Yeryüzünde, birbirleriyle sürekli savaşan -büyük yitimler ve çoğu zaman iki taraftan ölümlerle- canlılar görülecek. Bunlar kötülükte sınır tanımayacaklar; güçlü kollarıyla, evrendeki büyük ormanların ağaçlarından çoğunu talan edecekler. Ve karınlarını doyurduktan sonra, arzularının besini canlı her şeye ölüm, acı, cefa, korku ve kaçış getirmek olacak. Ve ölçüsüz kibirleriyle, göğe doğru yükselmek isteyecekler, ama gövdelerinin aşırı ağırlığı onları aşağıda tutacak. Yerin üstünde ya da altında ya da denizlerde peşine düşülmeyen, yerinden edilmeyen ya da huzuru bozulmayan hiçbir şey kalmayacak ve bir ülkedekiler yerinden edilip başka bir ülkeye götürülecek.[ “Nulla cosa reterâ sofra la terra, o sotto la terra e l’acqua, che non” (Yerin üstünde ya da altında ya da denizlerde … bir şey kalmayacak”) sözü ya yanlışlıkla, ya düşünülüp sonradan gerçekleştirilmeyen bir değişiklik amacıyla silinmiştir.] Bu canlıların gövdesi, öldürdükleri bütün canlıların mezarı ve geçiş noktası haline gelecek. Ey dünya, nasıl oluyor da kendini açmıyorsun? Onları derin uçurum ve mağaralarına at, artık göğe gösterme böylesine acımasız ve insafsız canavarı.
**
128. Kehânet: Arılar Üzerine. Ve başka birçoklarının erzakları ve besinleri ellerinden alınacak ve nedensiz yere başkalarınca suya gömülecek ya da boğulacaklar. Ey Tanrının adaleti, niçin uyanıp görmüyorsun yaratıklarına böyle zulüm edildiğini?
**
129. Kehânet: Koyunlar, İnekler, Keçiler ve Benzerleri Üzerine. Sayısız kimsenin küçük yavruları ellerinden alınacak, bu yavrular boğazlanıp en vahşi şekilde parça parça edilecekler.
**
130. Kehânet: Cevizler, Zeytinler, Meşe Palamutları, Kestaneler ve Benzerleri Üzerine. Birçok yavru, acımasız sopa vuruşlarıyla kendi annelerinin kucaklarından alınacak, yere atılıp parça parça edilecekler.
**
145. Kehânet: Tanrıya tapınmak için ışığı veren, boğulacak.
Balmumu yapan arılar.
1. Önsöz: Onlar gibi, eski yazarlardan alıntılar veremesem de, onların efendilerinin ecesi deneyimi vererek, çok daha büyük ve daha değerli bir şey sunuyorum. Onlar, kendilerinin değil, başkalarının çabalarını üstlerine geçirip onlarla süsleniyor, şişiniyor, gösteriş yapıyorlar; ama bana kendi çabalarımı çok görüyorlar. Bir yaratıcı olarak beni küçümsüyorlarsa, yaratıcı olmayan, başkalarının yapıtlarının borazanı ve yineleyicisi olan onların çok daha fazla yerilmesi gerekir.
**
2. Önsöz: Önsöz. Yaratıcı ve doğa ile insan arasındaki ilişkinin yorumcusu kişileri, başkalarının yapıtlarının yineleyicisi ve borazanı olanlarla kıyaslarken, aynanın dışındaki nesneyi aynada beliren görüntüsüne kıyasla nasıl düşünüyorsak öyle düşünmeli, başka türlü değerlendirmemeliyiz; çünkü biri, kendi başına bir şeydir, öteki ise bir hiç. Doğadan pek az pay almış kişiler onlar, çünkü yalnızca yapay özelliklerle donanmışlar; bu da olmasa, hayvan sürüleri sınıfına koyardım onları.[ Leonardo, “yapay” (“accidentale”) ile “doğal’ı (“naturale”) karşı karşıya getirir. “Yapay” sıfatı, doğa vergisi şeylerin aksine, insanın eseri olan şeyleri gösterir. Bu durumda, “borazanlar” doğal yetilerle (zekâ, vb) değil, yalnızca “yapay” (kendi çabalarının, yoğun çalışmalarının ürünü) yetilerle donanmışlardır.]
**
3. Önsöz: Birçokları, benim deneylerimin, deneye dayanmayan kendi hükümlerince büyük saygı gösterdikleri bazı kişilerin yetkesine karşı olduğunu öne sürüp, doğal olarak beni eleştirebileceklerini sanacaklar; şu noktayı gözardı ederek: Benim yaptıklarım, gerçek hükmedici olan yalın ve saltık deneyden doğar.
**
4. Önsöz: Önsöz. Özellikle yararlı ya da eğlendirici bir konu bulamadığımı görünce (çünkü benden önce doğanlar, yararlı ve gerekli bütün konulan kendileri için seçmişler); yoksulluğundan ötürü panayıra en son gelen ve bir şey edinmenin başka yolunu bulamadığından, başkalarının daha önce gördüğü ve değeri düşük olduğu için kabul etmeyip reddettiği ne varsa onları alan kişi gibi davranacağım. Ben, birçok alıcıdan arta kalan bu küçümsenmiş ve reddedilmiş malları zayıf gövdemle yüklenecek; büyük şehirlerde değil, yoksul köylerde dolaşarak dağıtacak; sunduğum şeyin hak ettiği karşılık neyse onu alacağım.
**
6. Önsöz: Önsöz. Çok iyi biliyorum: Edebiyatçı olmadığımdan ötürü, ukala birileri, kültürsüz olduğumu öne sürüp beni haklı olarak eleştirebileceklerini sanacaklar. Budala takımı! Bu kişiler bilmiyorlar ki, pekâlâ şunu söyleyerek, Marius un Romalı soylulara verdiği karşılığı verebilirim: “Başkalarının çabalarıyla kendilerini süsleyip bezeyenler, bana kendi çabalarımı çok görüyorlar.” Edebiyat kültüründen yoksun olduğum için, ele almak istediğim konuyu gereğince söze dökemeyeceğimi söyleyecekler. Şu var ki, bu kişiler benim konularımın, başkalarının sözlerinden çok, deneyden çıkarsanması gereken şeyler olduğunu bilmiyorlar. Deney, iyi yazmış olanların yol göstericisi olmuştur; o nedenle, onu yol göstericim seçip, her olguda onun adını anacağım. .
**
8. Önsöz: Bu kurallar, doğruyu yanlıştan ayırman içindir; bu, insanların olanaklı şeyleri, üstelik daha ölçülü bir tutumla amaç edinmelerini, senin de cahilliğe gömülmemeni sağlar; oysa, cahilliğe gömülme bir sonuca ulaştırmadığı için, umutsuzlukla kendini hüzne kaptırmana yol açacaktır.
**
9. Önsöz: Kurallarımın Sonucu. Bana: “Senin bu kuralların hangi sonucu doğurur, neye yararlar?” diyecek olursan, şu karşılığı veririm sana: Bu kurallar, mühendisleri ve araştırmacıları dizginleyip, kendi kendilerine ya da başkalarına olanaksız şeyler vaat etmelerine ve deli ya da dolandırıcı addedilmelerine engel olur.
**
11. Önsöz: Yetkeli yazarları gündeme getirerek tartışan kişi, kavrayış yetisinden değil, daha çok belleğinden yararlanmış olur.
**
12. Önsöz: İyi kültür, doğal bir yetiden kaynaklanır; ve sonuçtan çok nedeni övmek gerektiği için, doğal yetiden yoksun kültürlü bir kişi- dense, doğal yetisi olan kültürsüz bir kişiyi övmeyi yeğlerim.
**
13. Önsöz: Bazı yorumculara karşı: Onlar, dil araştırmalarının ve bilimlerin doğmasına kaynaklık eden eski yaratıcıları yerer ve ölmüş yaratıcılara karşı şövalyelik taslarlar.
**
14. Önsöz: Anadilimde o kadar çok sözcük var ki, zihnimdeki kavramı iyi dile getirebileceğim sözcüklerin olmayışından çok, şeyleri iyi anlayabilmeyi dert etmem gerek.
**
15. Önsöz: Doğa gözlemlerine dayalı araştırmalarda, gözlemcilere en çok ışık zevk verir; matematiğin büyük özellikleri arasında araştırmacıların zihinlerine en soylu yücelmeyi getireni ise, tanıtlamanın kesinliğidir. Öyleyse, bütün insan gelenekleri ve araştırma kolları arasında perspektife öncelik tanımak gerekir. Perspektif alanında, ışığın karmaşık yayılışı, yalnızca matematiğin değil, fiziğin de utkusunu içeren, her ikisinin çiçekleriyle bezenmiş tanıtlamalarla serimlenir. Bu olgunun dolaylı anlatımlarla serimlenen ilkelerini ben özlü bir kısalıkla ele alacağım; konuya uygun olarak, onları hem doğal niteliklerine göre, hem matematiksel tanıtlamalarla işleyeceğim, kimi zaman nedenlerden sonuçları, kimi zaman sonuçlardan nedenleri çıkarsayarak; ayrıca, vardığım sonuçlara, onlar arasında yer almasalar da, onlardan çıkar- sanabilecek bazı şeyleri ekleyerek. Böylece, her şeyin ışığı Tanrı, beni aydınlatırsa, ışık konusunu ele alacak, bu yapıtı üç kısma böleceğim. [Bu bölüm özgün olmayıp, sözcüğü sözcüğüne John Peckham’ın Latince Perspectiva (Perspektif) kitabından çevrilmiştir.]
**
16. Önsöz: Sen, bu çizimlere bakmaktansa, anatominin yapılışını görmenin daha iyi olduğunu söylüyorsun. Bu çizimlerde tek bir şekil üzerinden gösterilen şeylerin hepsini gözlemek mümkün olsaydı, söylediğin haklı olurdu; bu şekle baktığında, olanca dikkatini versen de, ancak birkaç damarı görecek, o birkaçı hakkında bilgi edineceksin. Ben, onlara ilişkin tam ve gerçek bilgiye ulaşmak için, ondan fazla kadavrayı parçaladım, bütün organları yok ederek, damarların çevresinde bulunan etin tamamını, damarları kanatmadan -kılcal damarlardaki önemsiz kanama dışında- çok küçük parçacıklar halinde çıkararak. Ve çoğu zaman tek bir kadavra yetmiyordu, bütün çalışma sona erinceye kadar birçok kadavra üzerinde aşama aşama ilerlemek gerekiyordu; farklılıkları görmek için bu işlemi iki kez yaptım.
Böyle bir şeye ilgin varsa, belki de içinin bulanması buna engel olacaktır; bu sana engel olmuyorsa, gece vakti, bu kesilmiş, derisi yüzülmüş ve korkunç görünümlü kadavralarla birlikte yaşama korkusu engel olacaktır. Bu da engel olmuyorsa, böyle bir serimleme için gereken çizim yeteneğin olmayacaktır.
Ya da çizim yeteneğin vardır da, bu yeteneğe perspektif bilgisi eşlik etmiyordur; o zaman, geometrik serimleme yöntemlerini ve kasların güçlerini ve nitel değerini hesaplama yöntemini bilmeyebilirsin. Ya da belki sabrın yoktur, o yüzden gerekli kararlılığı gösteremezsin.
Bütün bu şeylerin bende olup olmadığını, yazdığım 120 bölüm ortaya koyacak; bu bölümlerde ne cimrilik engel oldu bana, ne ihmal, tek engel zamandı. Sağlıcakla kal.[ Bu bölüm “Proemio della Anatomia” (“Anatomiye Giriş”) olarak bilinir.]
**
17. Önsöz: Ey yazar, çizimin burada gerçekleştirdiği eksiksiz canlandırmayı hangi harflerle böyle kusursuzca yazıya dökeceksin? Çizimi bilmediğin için, anlaşılmaz şekilde yazıyorsun ve şeylerin gerçek şekillerine ilişkin yetersiz bilgi aktarıyorsun. Yüzeyle çevrili herhangi bir somut cismin şeklinden söz etmen gerektiğinde, sen kendini aldatarak, bu yetersiz bilginin dinleyeni bütünüyle tatmin edebileceğini sanıyorsun. Ama sana yalnızca körlerle konuşurken sözcükleri kullanman gerektiğini hatırlatırım. Ya da sözcüklerle insanların gözlerine değil, kulaklarına seslenmek istiyorsan, özlü ve doğal şeylerden söz et ve göze ait şeyleri kulak içinmiş gibi göstermeye çalışma, çünkü ressamın yapıtı seni fersah fersah aşacaktır.
Bir kitap dolusu yazmadan bu kalbi hangi harflerle betimleyeceksin? Ve ne kadar fazla ayrıntıya girersen, o kadar dinleyenin aklını karıştırır, hep yorumculara gerek duyarsın, ya da deneyime geri dönmen gerekir; sizde deneyim çok azdır ve eksiksiz bilgi vermeyi arzuladığın konunun bütününe oranla pek az şey hakkında bilgi verir.
**
19. Önsöz: insanlara varlıklarının birincil ya da belki de ikincil nedeninin kökenini gösteriyorum.
**
21. Önsöz: insanların öteki saçma ve olanaksız saflıkları arasında, bazılarının devridaim çarkı dedikleri sürekli devinim araştırmalarına rastladım. Bu araştırma, yüzyıllarca, su ve savaş makineleri ve öteki incelikli düzenekler üzerine çalışmaktan hoşlanan hemen herkesi meşgul etmiş; uzun araştırmalara, deneylere ve büyük harcamalara mal olmuştur. Ve sonunda hep bu kişilerin başına simyacıların başına gelen gelmiştir: Küçük bir parça yüzünden, bütünün gözden kaçırılması. Şimdi benim niyetim, bu araştırmacılar tarikatına bu sadakayı vermek, yani bu küçük yapıt var olduğu sürece bu araştırmadan el etek çekmelerini sağlamak. Ayrıca, bu sayede, yazdıklarımı okuyanlar başkalarına vaat ettikleri şeyleri yerine getirebilecek; halkların hükümdarlarına ve yöneticilerine vaat edip gerçekleştiremedikleri şeyler yüzünden sürekli kaçmak zorunda kalmayacaklar. Görmüştüm, anımsıyorum: Çeşitli yerlerden birçok kişi, çocukça saflıklarından ötürü, büyük bir kazanç umuduyla Venedik şehrine gelip ölü suyun içine değirmenler kurmuşlardı; epey para harcadıktan sonra bu düzeneği hareket ettiremeyince, oradan apar topar ayrılmak zorunda kalmışlardı.[ Yani, çeşitli araçlarla durağan suyu -sözgelimi, bataklık, kuyu ya da deniz suyunu- yukarı kaldırmışlardı; amaçları, kaldırılan bu suyun, inerken, değirmenlerdeki suyun işlevini görmesiydi. Ey budalalar, ey gerçekten doğal yetenekten yoksun insancıklar, derdiniz ne sizin?]
**
22. Önsöz: Ey sürekli devinim üzerine kafa yoranlar, böyle bir araştırma uğruna ne boş tasarımlar yarattınız! Altın arayıcılarının safına katılın!
**
23. Önsöz: Doğanın eserlerini anlamak, bir şairin kitabını anlamaktan ne kadar da zormuş!
Kaynak: / Leonardo da Vinci, Yayına hazırlayan: Augusto Marinoni, Özgün adı: Şeritti Letterari, Çeviren: Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları – 3058, Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi – 75 Mart- 2010, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar