LEONARDO DA VİNCİ’NİN YAZILARINDAN
Hzl: Augusto
Marinoni,
Çeviren: Kemal Atakay
Çeviren: Kemal Atakay
Önemli Not: Okunması gereken
kitaplardan olduğunu düşünüyoruz. Kitabın kısmî içeriğine kolayca ulaşıp bilgi
sahibi olmak isteyenlere yardımcı olmak ve düşünce bütünlüğüne yardımcı olsun
diye konular [Olabildiği kadar] birer başlık altında toparlanmaya
çalışılmıştır. Bu şekilde Leonardo Da Vinci’nin fikir hayatına daha iyi bakma
imkânı ve okuyana kolaylık olması düşünülmüştür.
Orijinal tercüme eserden seçtiğimiz
konular, başlıkları DÜŞÜNCELER-MASALLAR-HAYVAN
KİTABI-KEHANETLER-NÜKTELER-ÖNSÖZLER başlığı altındaki kısımlardır. Esere sahip
olanlar yerlerini kolayca bulabilir. Numaralar alıntı kaynak ile birebir
örtüşmektedir. (hzl)
10 . Masal: [Fare ile Gelincik].
Gelincik, küçük yuvasındaki fareyi kıstırmış, sürekli gözetimi altında tutarak
teslim olmasını bekliyor ve küçük bir delikten farenin içinde bulunduğu büyük
tehlikeyi gözlüyormuş. Bu arada, kedi gelip birden gelinciği yakalamış ve
oracıkta yutuvermiş. Bunun üzerine fare, birkaç fındığını Jüpiter’e adak olarak
sunmuş, onun ilahi gücüne elinden geldiğince şükretmiş ve daha önce yitirdiği
özgürlüğe kavuşmak için deliğinden dışarı çıkmış; ama kedinin pençeleri ve
dişleri, hemen o özgürlüğü yaşamıyla birlikte elinden alıvermiş.
**
80. Kehânet: İçlerinde Birçok Hazine
Olan Sandıklar Üzerine. Ceviz ağaçlarının, ağaçların ve öteki bitkilerin içinde
çok büyük hazineler bulunacak, orada gizli duran.
**
**
11. Düşünce: Ve birçokları
gözboyamaların ve sahte mucizelerin ticaretini yapar, saf halkı aldatırlar;
aldatmacalarını bilen birisi ortaya çıkacak olursa da, onu cezalandırırlar.
**
113. Kehânet: Keşişlerin Kiliseleri
ve Yaşadıkları Yerler Üzerine. Birçokları, işlerini, yorucu uğraşlarını, hem
geçim, hem üstbaş olarak yoksulluklarını bırakıp, bolluk içinde ve görkemli
binalarda yaşamaya başlayacak – bunu, Tanrıya yakın olmanın aracı gibi
göstererek.
**
38. Kehânet: Çok Eskiden Ölmüş Olan
Azizleri İçin Yaşayan Keşişlerin Dini Üzerine. Ölmüş olanlar, bin yıl sonra,
başka birçok yaşayanın geçim kaynağı olacaklar.
**
76. Kehânet: Azizlerin Resimlerine
Tapma Üzerine, insanlar, işitmeyen insanlara konuşacaklar; gözleri açık olacak,
ama görmeyecekler; başkalarıyla konuşacak, ama karşılık alamayacaklar;
kulakları olup işitmeyene yakaracak, kör olana mum yakacaklar…[ Kehanet,
sonradan yırtılmış olan yaprağın alt kenarında devam ediyordu. Okunabilen
sözler şöyle: “sağırlara… büyük -ile… kral” (“« sardı… can gra… re”).]
**
111. Kehânet: Ayini Yöneten Rahipler
Üzerine. Birçokları, uğraşlarını yerine getirmek için, son derece pahalı
giysiler giyecekler; bu, ayin giysileri örnek alınarak yapılıyormuş gibi
görünecek.
**
112. Kehânet: Günah Çıkaran Keşişler
Üzerine. Mutsuz kadınlar, özgür iradeleriyle, erkeklere bütün cinsel
arzularını, utanç verici ve son derece gizli eylemlerini ifşa edecekler.[
Metnin ilk biçimi şöyledir: Cinsel arzular içindeki kadınların kendileri ve
başka erkeklerle yaptıklarını bilmek isteyen pek çok kişi olacak; biçare
kadınlar, bütün gizli, utanç verici eylemlerini ortaya döküp, sefillikleri ve
bayağılıklarıyla ödüllendirecekler onları dinleyenleri. Sonra bu metin
silinmiş, onun yerine yaprağın kenarına yukarıda aktardığımız biçim
yazılmıştır.
**
114. Kehânet: Cenneti Satma Üzerine.
Büyük kitleler, asla kendilerinin olmamış olan ve kendi tasarrufları dışındaki
son derece değerli şeyleri, o şeylerin sahibinin izni olmadan açıkça ve
rahatlıkla satacaklar ve adalet bunu engellemeyecek.
**
115. Kehânet: Gömülmek Üzere
Götürülen Ölüler Üzerine. Ey budalalıkları insanoğlunun, ey göz alıcı
çılgınlıklar! Sıradan insanlar, görme yetisini hepten yitirmiş olanların yolunu
aydınlatmak için pek çok mum taşıyacaklar. [Metnin ilk kısmı (“Ey budalalıkları
insanoğlunun, ey göz alıcı çılgınlıklar!”) sonradan, kehanetin sonuna yazılmış,
ama yanına şu uyarı eklenmiştir: “Bu iki sövgü sözü, tümcenin başına
alınmalı.”]
**
135. Kehânet: Cenaze Törenleri,
Tören Alayları, Fenerler, Çanlar ve Katılımcılar Üzerine, insanlara, onların
haberi olmaksızın, çok büyük payeler verilecek, şaşaalı törenler düzenlenecek.
**
136. Kehânet: Yaygın Olan Üzerine.
Çaresizin biri pohpohlanacak; onu pohpohlayanlar, o çaresizi aldatan, soyan ve
öldüren kişiler olacaklar her zaman.
**
94. Düşünce: Bütün hayvanlar acı
içinde, göğü yakınışlarla dolduruyor; ormanları yok ediyor, dağları kazıp
açıyorlar ürettikleri madenlere el koymak için. Ama Tanrıya övgüler düzen bu
kişiler için, vatana ve insan soyuna büyük bir şevkle zarar veren bu kişiler
için daha aşağılayıcı ne söyleyebilirim ki?
**
7. Nükte: Nükte [Çamaşırcı Kadın ve
Rahip], Kadının teki çamaşır yıkıyormuş ve soğuktan elleri kıpkırmızı kesilmiş;
oradan geçen bir rahip, hayretle bu kırmızılığın nereden kaynaklandığını
sormuş; kadın ona: “Altımda ateş var, o yüzden böyle oluyor,” demiş. Bunun
üzerine rahip, onu rahibeden çok rahip yapan organına el atmış, kadının yanına
yaklaşıp tatlı ve yumuşak bir sesle rica etmiş: “Hatırım için, şu mumu ucundan
yakabilir misin?”
**
17. Kehânet: İnsanlar, en
korktukları şeyin peşine düşecekler.
Yani, çaresizliğe düşmemek için
çaresiz olacaklar.
**
111. Düşünce: Bazıları vardır ki,
yiyecek için bir geçit, dışkı artırıcısı ve kenef doldurucusundan başka adla
adlandırılmamaları gerekir, çünkü onların eliyle -dünyada farklı görünse bile-
hiçbir erdem hayata geçirilmez, çünkü onlardan geriye dolu keneflerden başka
şey kalmaz.
**
53. Düşünce: Kıskançlık düzmece
suçlamalarla, yani karaçalmayla yaralar; bu da erdemi ürkütür.
**
72. Düşünce: Yitirilebilen şeye
zenginlik denmez. Gerçek mülkümüz ve sahibinin gerçek ödülü, erdemdir. Erdemi yitirmek
olanaksızdır, yaşam bizi bırakmadıkça, bizi bırakmaz o. Malı mülkü ve dışsal
zenginliği ise, her zaman korkarak tut elinde; bunlar çoğu zaman onları yitiren
sahiplerini aşağılanma ve alayla baş başa bırakırlar.
**
108. Düşünce: Sana kulluk ederim
Tanrım, önce doğal olarak sana duymam gereken sevgi yüzünden, ikinci olarak da
insanların yaşamlarını kısaltmayı ya da uzatmayı bildiğin için.
**
16. Düşünce: Deneyden onda olmayan
şeyi bekleyen kişi, akıldan uzaklaşmış olur.
**
41. Hayvan Ktb: Alep Balığı. Alep,
suyun dışında yaşamaz.
**
43. Hayvan Ktb: Kuğu. Kuğu, hiç
lekesiz, bembeyazdır ve ölürken tatlı bir ezgi söyler, bu ezgi yaşamını
sonlandırır.
**
100. Kehânet: Dişi Domuzlardan
Yapılan Sucuklar Üzerine. İtalyan kadınlarından büyük bir bölümünün hem
göğüsleri kesilecek, hem yaşamlarına son verilecek.[ Kehanetin devamında,
silinmiş olan şu söz yer alır: “bedenlerinde küçük yavruları olduğu halde”
(“elle avendo ipiccolifıglioletti in corpo”).]
**
108. Kehânet: Batan Gemiler Üzerine.
Cansız dev gövdelerin, dizginsizce, kalabalıklar halinde insanları yaşamlarının
yok oluşuna sürükledikleri görülecek.
**
119. Kehânet: Ognisantınin
Boşaltılması Üzerine. Birçokları evlerini terk edecek, varını yoğunu yanında
götürecek ve yaşamak için başka ülkelere gidecek.
**
161. Kehânet: Ot Biçme Üzerine.
Sayısız yaşam sönüp gidecek ve yeryüzünün üzerinde sayısız delik oluşacak.
**
162. Kehânet: On Yılda Bir Gövde
Yapıları Değişen İnsanların Yaşamı Üzerine. Ölen insanlar, kendi bağırsaklarının
içinden geçecekler.
**
5. Kehânet: İnsanların başına öyle
amansız bir hastalık gelecek ki, kendi tırnaklarıyla kendi etlerini
parçalayacaklar.
Uyuz.
**
10. Kehânet: Öyle bir kuşak gelecek
ki, insanlar birbirlerinin konuşmasını anlamayacaklar.
Yani, bir Türkle bir Alman.
**
87. Kehânet: Kav Üzerine. Taş ve
demirle, daha önce görülmeyen şeyler görülür hale gelecek.
**
88. Kehânet: Yenen Öküzler Üzerine.
Çiftçiler, kendi işçilerini yiyecekler.
**
89. Kehânet: Yatağı Toplamak İçin
Dövme Üzerine. İnsanlar öyle nankör hale gelecekler ki, onları hiçbir bedel
almadan ağırlayanı sopalarla dövecekler; öyle ki, iç organlarının büyük bir
bölümü yerlerinden uğrayacak ve gövdesine dolanacak.
**
91. Kehânet: Şehirlerin Surlarının,
Hendeklerinin Suyunda Yansıması Üzerine. Büyük şehirlerin yüksek surlarının,
hendekleri içinde altüst oldukları görülecek.
**
103. Kehânet: Hiçbir Rengin Ayırt
Edilemediği Gece Üzerine. Öyle bir an gelecek ki, renkler birbirinden ayırt
edilemeyecek; tam tersine, hepsi siyahın niteliğine bürünecek.
**
104. Kehânet: Kendiliklerinden Asla
Kimseye Zarar Vermeyen Kılıçlar ve Mızraklar Üzerine. Kendi başına uysal ve
zararsız olan, kötü yoldaşları aracılığıyla korkunç ve yabanıl hale gelecek ve
büyük bir acımasızlıkla birçok kişinin yaşamını elinden alacak – inlerinden
çıkan ruhsuz bedenler bu kişileri savunmasa, daha da çoğunu öldürürdü.
Yani, demir zırhlar.
**
1. Kehânet: Aslan soyunun, tırnaklı
pençeleriyle toprağı açtığı ve oluşan derin çukurlara buyruğundaki öteki
hayvanlarla birlikte kendini gömdüğü görülecek.
**
2. Kehânet: Topraktan karanlıklara
bürünmüş hayvanlar çıkacak, beklenmedik biçimde insan soyuna saldıracaklar ve
insan soyu, vahşi ısırıklarla kanı dağılıp saçılarak, onlar tarafından
yutulacak.
**
3. Kehânet: Gene: İğrenç kanatlı tür
havada süzülecek, insanlara ve hayvanlara saldıracak, çığlıklar arasında
onlarla beslenecek: Karınlarını kırmızı kanla dolduracaklar.
**
4. Kehânet: Parçalanmış etlerden
kanın çıktığı, insanların üstünde çizgiler halinde aktığı görülecek.
**
6. Kehânet: Bitkilerin yapraksız
kaldığı ve ırmakların akışlarını durdurduğu görülecek.
**
7. Kehânet: Denizin suyu dağların
yüksek doruklarından yukarı, göğe doğru yükselecek ve sonra yeniden insanların
evleri üstüne düşecek.
Yani, bulutlar yoluyla.
**
8. Kehânet: Delice esen rüzgârların
ormanlardaki dev ağaçları Doğu’dan Batı’ya taşıdığı görülecek.
Yani, deniz yoluyla.
**
9. Kehânet: insanlar, kendi
azıklarını atacaklar.
Yani, toprağa ekerek.
**
11. Kehânet: Babaların kız
çocuklarını erkeklerin kösnüllüğüne bağışlayıp erkekleri ödüllendirdikleri ve
geçmişteki her tür gözetimi bir yana bıraktıkları görülecek.
Kızlar evlendiklerinde.
**
12. Kehânet: İnsanlar, kuşlara
dönüşmüş olarak mezarlarından çıkacak; öteki insanlara saldırıp, ellerinden ve
sofralarından yemeklerini alacaklar.
Sinekler. [ Sineklerin cesetlerden
doğduğu varsayımına dayalı bir söz.]
**
13. Kehânet: Annelerinin derisini
yüzerek, üstündeki deriyi tersyüz edecek birçokları olacak.
Toprağı işleyenler.
**
14. Kehânet: Ölülerin sözlerine
kulak verenler mutlu olacaklar. iyi eserleri okuyup onlara uymak.
**
15. Kehânet: Tüyler insanları kuşlar
gibi göğe doğru yükseltecek.
Yani, o tüylerin yazdığı harfler
yoluyla.
**
18. Kehânet: Ayrı şeyler birleşecek
ve öyle bir güç edinecekler ki, insanlara yitik belleklerini geri
kazandıracaklar.
Yani, ayrı şeritlerden yapılan ve
insanlara ilişkin şeylerin ve olayların anısını koruyan papirüsler.
**
19. Kehânet: Ölülerin kemiklerinin,
hızlı bir hareketle, onları sallayıp atanın talihini çizdiği görülecek.
Zarlar.
**
23. Kehânet: Hayvanların derileri,
çığlıklar ve küfürlerle insanları sessizliğinden edecek.
Şenlik dansları.
**
24. Kehânet: Çoğu kez, ayrışık şey,
büyük birliğin nedeni olacak.
Yani, ayrışık sazlardan yapılmış
olup, dokumanın iplerini birleştiren tarak.
**
25. Kehânet: Hayvanların
derilerinden geçen hava, insanları sıçratacak. Yani, insanları dans ettiren
gayda.
**
26. Kehânet: Dövülen Ceviz Ağaçları
Üzerine. En iyi meyve verenleri en çok dövülecek, yavruları koparılacak ve
derileri yüzülecek ya da soyulacak ve kemikleri kırılıp parçalanarak.
**
27. Kehânet: Heykeller Üzerine.
Yazık! Ne görüyorum? Yeniden çarmıha gerilmiş Kurtarıcı.
**
29. Kehânet: Yazılarda Var Olan
Dokunma Hissini Koruyan Hayvan Derileri Üzerine. İnsan, hissin giysisi olan
derilerle ne kadar çok konuşursa, o kadar bilgelik edinir. [Deri, gerek canlı
bedenle birleştiğinde dokunma hissinin (duyusunun) aracı olduğu, gerek
parşömene dönüştürüldüğünde yazıyla insanın Düşünce: ya da hislerini bir araya
getirdiği için “hissin giysisi”dir.]
**
30. Kehânet: Mayasız Ayin Ekmeğini
Bedenlerinde Tutan Rahipler Üzerine. O zaman, Tanrının Bedeninin durduğu bu
bedenlerden neredeyse hepsinin, açıkça, kendi başlarına dünyanın çeşitli
yollarında yürüdükleri görülecek.
**
31. Kehânet: Ve otlarla beslenenler,
geceyi güne döndürecekler.
İçyağı [mum].
**
32. Kehânet: Ve birçok kara ve deniz
hayvanı, yıldızların arasına çıkacak.
Gezegenler.
**
33. Kehânet: Ölülerin canlıları
çeşitli yerlere taşıdıkları görülecek.
Arabalar ve gemiler.
**
34. Kehânet: Birçoklarının ağzından
yiyecek çekilip alınacak.
Fırınlardan.
**
35. Kehânet: Fırın Üzerine.
Yiyecekleri ağızlarında olanlar, başkalarının eliyle o yiyecekten yoksun
bırakılacaklar.
Fırın.
**
36. Kehânet: Satılık Çarmıha Gerili
İsa Heykelleri Üzerine. Hem çarmıha gerili İsa’nın, hem şehit azizlerinin
[parayla] satıldığını görüyorum gene.
**
37. Kehânet: Hastalardan Geçinen
Hekimler, insanlar öyle zavallı bir hale düşecekler ki, başkalarının onların
acıları ya da gerçek zenginliklerini yitirişleri üzerinden çıkar
sağlamalarından hoşnut olacaklar.
Yani, sağlık.
**
39. Kehânet: Yapı Harcına Dönüşüp,
Hapishane Duvarlarının Yapımında Kullanılan Taşlar Üzerine. Taşların çoğu,
ateşin onları yok edeceği gün gelinceye dek, birçok insanın özgürlüğünü elinden
alacaklar.
**
40. Kehânet: Meme Emen Çocuklar
Üzerine. Birçok Fransisken, Dominiken ve Benedikten, başka kereler başkalarının
yediklerini yiyecekler ve aylarca susacak, konuşamayacaklar. •
**
41. Kehânet: Denizin Kıyıya Attığı
ve Kabukları İçinde Çürüyen İstiridyeler ve Deniz Salyangozları Üzerine. Ah,
niceleri, öldükten sonra kendi evlerinde çürüyecekler, çevrelerine pis bir koku
yayarak.
**
42. Kehânet: Kışın karın altında
gizlenen her şey, yazın açığa çıkarılıp belirgin kılınacak.
Gizli kalamayan yalan için
söylenmiştir.
**
44. Kehânet: Gömlekle Çalışan
Köylüler Üzerine. Doğu tarafından karanlıklar gelip, İtalya’yı örten göğü koyu
siyaha boyayacak.
**
45. Kehânet: Berberler Üzerine.
Bütün insanlar Afrika’ya kaçacaklar.
**
46. Kehânet: İncelenmek Üzere. Hem
ayları, hem geleneksel törenleri düzene sok, aynısını gündüz ve gece için yap.
**
47. Kehânet: Testereler Üzerine.
Birçokları, ellerinde kesici demiri tutarak, birbirlerine saldıracaklar. Bu
kişiler, yorgunluk dışında herhangi bir zarar vermeyecekler birbirlerine, çünkü
biri ne kadar ileri atılırsa, öteki o kadar geriye çekilecek. Ama araya girecek
olanın vay haline, çünkü sonunda parça parça kesilmiş kalacak.
**
48. Kehânet: İpek Çıkrığı. Acı dolu
bağırışlar, keskin çığlıklar, işkenceyle soyulan ve sonunda çıplak ve
kıpırtısız bırakılanların boğuk ve bastırılmış sesleri işitilecek: Ve bu, her
şeyi döndüren devindirici yüzünden olacak.
**
49. Kehânet: Ekmeği Fırının Ağzına
Koyup Çıkarma Üzerine. İnsanların bütün şehirlerde, ülkelerde, şatolarda, kır
evlerinde ve evlerde, yeme arzusu yüzünden, hiçbir savunma olanağı olmaksızın,
birbirlerinin ağzından yiyeceklerini aldıkları görülecek.
**
50. Kehânet: İşlenen Topraklar.
Yeryüzünün tersyüz olduğu, karşıt yarıkürelere baktığı ve en yırtıcı
hayvanların inlerini açığa çıkardığı görülecek.
**
51. Kehânet: Tohum Ekme Üzerine. O
zaman, sağ kalan insanların büyük bir bölümü, sakladıkları azıklarını kuşlara
ve kır hayvanlarına yem olsun diye evlerinden dışarı atacak, bu azıklarla
hiçbir biçimde ilgilenmeyecekler.
**
52. Kehânet: Çamurlu İrmakların
Toprakları Alıp Götürmesine Yol Açan Yağmurlar Üzerine. Gökten bir şey gelip, o
göğün altında uzanan Afrika’nın büyük bir bölümünü Avrupa’ya, Avrupa’nınkini
Afrika’ya doğru sürükleyecek ve
çeşitli bölgeler büyük bir çalkantıyla birbirine karışacak.
**
53. Kehânet: Tuğla ve Harç Fırınları
Üzerine. Sonunda toprak, günler süren yangın nedeniyle kırmızı kesilip taşlar
küle dönecek.
**
54. Kehânet: Yanan Odunlar Üzerine.
Büyük ormanlardaki ağaçlar ve çalılar küle dönecek.
**
55. Kehânet: Ve Haşlanan Balıklar.
Suda yaşayan hayvanlar, kaynar sularda ölecekler.
**
56. Kehânet: Zeytin Ağaçlarından
Düşüp, Aydınlatan Zeytinyağını Bize Veren Zeytinler. O bize besin ve ışık
verecek olan, büyük bir güçle aşağı inecek gökten.
**
57. Kehânet: Ökseyle Kuş Avlamamızı
Sağlayan Kukumavlar ve Baykuşlar üzerine. Birçokları kafesi kırılarak ölecek ve
karanlıktan çıkıve- ren korkunç yaratıklar yüzünden birçoklarının gözleri
yuvalarından uğrayacak.
**
58. Kehânet: Kenevir Kâğıdına
Dönüşen Keten Üzerine. O daha önce aşağılanmış, işkence edilmiş ve dövüle
dövüle şehit edilmiş olan, saygi görüp onurlandırılacak, ilkeleri saygı ve
sevgiyle dinlenecek.
**
60. Kehânet: Dövülüp Kırbaçlananlar
Üzerine. İnsanlar, kabuğu soyulmuş ağaçların kabukları altında saklanacak ve
elleriyle kendi kendilerine vurarak, bağıra bağıra şehit düşecekler.
**
61. Kehânet: Kösnüllük Üzerine. En
güzel şeylere öfkelenecek, en çirkin kısımlarını arayıp elde ederek
kullanacaklar; ama sonra zarar görüp pişmanlıkla kendilerine gelerek,
kendilerine pek hayran olacaklar.
**
62. Kehânet: Cimri Üzerine.
Birçokları, büyük bir çaba ve hevesle, onları hep korkutmuş olan şeyin peşine
düşecek çılgınca, kötülüğünü bilmeden.
**
63. Kehânet: Yaşlandıkça Cimrileşen,
Oysa Az Ömürleri Kaldığından Cömertleşmeleri Gereken Kişiler Üzerine. En
deneyimli ve sağduyulu kabul edilen kişilerin, nesnelere en az gereksinme
duydukları bir dönemde, onları en büyük hasislikle arayıp korudukları
görülecek.
**
64. Kehânet: Çukur Üzerine.
Sayıklama ya da çılgınlık, akıl hastalığı biçiminde söyle bunu. Birçokları,
alındıkça büyüyen o şeyden almak için çırpınıp duracaklar. [“Kehanetler”in,
dost meclislerinde ve büyük bir olasılıkla Ludovico il Moro’nun sarayında
sorulmak üzere hazırlanmış bilmeceler olduğu genel olarak kabul edilir. Burada
italikle verilen ilk tümce, bu görüşün açık kanıtlarından biridir.]
**
65. Kehânet: Kuştüyü Yastık Üstüne
Konulan Ağırlık Üzerine. [Elyazmasında başlık (“Kuştüyü Yastık Üstüne Konulan
Ağırlık Üzerine”) silinmiştir.] Ve birçok gövdenin, başlarını kaldırınca gözle
görülür şekilde büyüdükleri; kaldırdıkları başlarını yeniden indirince,
büyüklüklerinin hemen azaldığı görülecek.
**
66. Kehânet: Bit Kırma Üzerine. Ve
ne kadar çok hayvan avlarlarsa, ellerinde o kadar az hayvan bulunacak olan
birçok avcı olacak; aynı şekilde, bunun tersine, ne kadar az hayvan avlarlarsa,
ellerinde o kadar çok av olacak.
**
67. Kehânet: iki Kovadaki Suyu Tek
İple Çekme Üzerine. Ve birçokları uğraşıp duracaklar, ama aşağı çektikleri şey,
onlar ne kadar çekerlerse, karşı hareketle onlardan o kadar uzaklaşacak.
**
68. Kehânet: Bağırsağa Giren Sosis.
Birçokları bağırsakları yuva bilip, kendi bağırsaklarında oturacak.
**
69. Kehânet: Domuzların Dilleri ve
Bağırsak İçindeki Danalar. Ne pis şey, bir hayvanın dilinin ötekinin makatında
olduğu görülecek.
**
70. Kehânet: Hayvan Derisinden
Yapılan Elekler Üzerine. Hayvanların yiyeceğinin, ağızları dışında derilerinin
her yerinden geçtiği ve aksi taraftan toprağa kadar nüfuz ettiği görülecek. [Bu
kehaneti silinmiş iki başlık izler: Delpieno delle ocbe ile De’ lumi ebe
siportano innanti a morti (“Ölülerin Önünde Taşınan Mumlar Üzerine”).]
**
71. Kehânet: Fenerler Üzerine. Güçlü
boğaların amansız boynuzları, gece ışığını rüzgârların amansızca esişinden
koruyacaklar.
**
72. Kehânet: Yataklardaki Kuştüyleri
Üzerine. Uçan yaratıklar, kendi tüyleriyle insanları taşıyacaklar.
**
73. Kehânet: Takunyayla Yürürken
Ağaçların Üstüne Çıkan Kişiler. Öyle büyük çamurlar olacak ki, insanlar
yaşadıkları yerlerdeki ağaçların üstünde yürüyecekler.
**
74. Kehânet: Öküz Derisinden Yapılan
Ayakkabıların Tabanları Üzerine. Ülkenin birçok kesiminde, insanların büyük
hayvanların derileri üstünde yürüdükleri görülecek.
**
75. Kehânet: Gemiyle Yolculuk Etmek
Üzerine. Büyük rüzgârlar olacak; bu rüzgârlar yüzünden, Doğu’daki şeyler
Batı’daki şeylere dönüşecek; Güney deki şeyler ise, büyük ölçüde rüzgârların
seyrine karışıp, uzak beldeler boyunca o seyri izleyecekler.
**
78. Kehânet: Kişiyle Birlikte
Hareket Eden Gölge Üzerine. İnsan ve hayvan biçim ve şekillerinin, insanları ve
hayvanları nereye kaçarlarsa kaçsınlar takip ettikleri görülecek. Ve biri ne
kadar hareket ederse, öteki de o kadar hareket edecek, ama dönüştükleri farklı
büyüklükler olağanüstü görünecek göze.
**
79. Kehânet: Güneşin Gölgelen ve
Aynı Anda Suda Yansımaları Üzerine. Çoğu kez, bir kişinin üç kişiye dönüştüğü
ve hepsinin onun peşinden gittiği görülecek ve çoğu zaman içlerinden biri, en
güvenilir olanı, onu terk edecek.
**
81. Kehânet: Yatmaya Giderken Mumu
Söndürmek Üzerine. Birçokları, çok acele nefes verdikleri için, görme
duyularını ve çok geçmeden bütün duyularını yitirecekler.
**
82. Kehânet: Katırların
Kulaklarındaki Çanlar Üzerine. Avrupa’nın birçok kesiminde boy boy çalgıların
farklı nağmeler çıkardıkları işitilecek, çok yakından duyanlara büyük bir
eziyet olacak bu.
**
83. Kehânet: Eşekler Üzerine. Büyük
çabanın karşılığı, açlık, susuzluk, rahatsızlık, sopa vurmalar ve dürtmelerle
ödenecek.[ Kehanetin devamında, silinmiş olan şu sözler yer alır: “ve
küfürlerle ve büyük kabalıklarla” (“e bestemmie egran villanie”).]
**
85. Kehânet: Mahmuzlardaki Yıldızlar
Üzerine. İnsanların, yıldızlardan ötürü, hızlı herhangi bir hayvanla aynı
ölçüde son derece hızlı oldukları görülecek.
**
86. Kehânet: Ölü Değnek. Ölülerin
hareketleri, acı ve gözyaşıyla, çığlıklarla birçok canlının kaçışmasına yol
açacak.
**
92. Kehânet: Bulanık ve Toprağa
Karışmış Akan Su Üzerine, Havaya Karışmış Toz ve Sis Üzerine ve Isısıyla Her
Biriyle Karışan Ateş Üzerine. Bütün temel öğelerin büyük bir dönüşle birbirine
karıştığı, kâh dünyanın merkezine doğru, kâh göğe doğru sürüklendiği; kimi
zaman Güney kesimlerinden çılgınca Kuzey’in soğuğuna, kimi zaman Doğu’tan
Batı’ya, böyle bu yarıküreden ötekine aktığı görülecek.
**
93. Kehânet: Herhangi Bir Noktadan
iki Yarıküreyi Birbirinden Ayırmak Mümkündür. Bütün insanlar birden yarıküre
değiştirecekler.
**
94. Kehânet: Herhangi Bir Noktada
Doğuyu Batıdan Ayırmak Mümkündür. Bütün canlılar, Doğu’dan Batıya; aynı şekilde
Kuzey’den Güneye hareket edecekler.
**
95. Kehânet: Ölü Odunları Taşıyan
Suların Hareketi Üzerine. Cansız bedenler kendiliklerinden hareket edecek ve
çevrelerindeki kişilerin zenginliklerini ellerinden alarak, kuşaklarca ölüyü
kendileriyle birlikte götürecekler.
**
96. Kehânet: Yendiklerinde Civciv
Vermeyen Yumurtalar Üzerine. Ah! Ne çoklarına doğum yasaklanmış olacak!
**
98. Kehânet: İğdiş Edilen Hayvanlar
Üzerine. Erkek soyunun büyük bir bölümü, hayaları alındığından üreme yetisinden
yoksun kalacak.
**
99. Kehânet: Sütünden Peynir Yapılan
Hayvanlar Üzerine. Küçük yavruların sütü alınacak.
**
101. Kehânet: Kutsal Cuma Günü
Dökülen Gözyaşları Üzerine. Avrupa’nın dört bir yanında, büyük kalabalıklar tek
bir kişinin ölümüne ağlayacaklar. [Kehanetin devamında, silinmiş olan şu söz
yer alır: “Doğu’da ölmüş olan” (“morto in oriente”).]
**
102. Kehânet: İğdiş Hayvan
Boynuzundan Yapılan Bıçakların Sapları Üzerine. Hayvanların boynuzlarında
keskin demirler görülecek; bunlarla kendi türlerinden birçoklarının canını
alacaklar.
**
105. Kehânet: Tuzaklar ve Kapanlar
Üzerine. Birçok ölü, öfkeyle hareket edecek; canhları yakalayıp bağlayacak,
ölüp yok olmalarını isteyen düşmanları için alıkoyacaklar onları.
**
107. Kehânet: Ateş Üzerine. Küçük
bir başlangıçtan doğup, hemen büyüyecek o. Hiçbir canlı şeye saygısı olmayacak;
aksine, gücü sayesinde, hemen her şeyi bir başka şeye dönüştürme gücü olacak.
**
118. Kehânet: Gemiyle Yolculuk Etmek
Üzerine. Toroslar ve Sina’daki, Apeninler ve Talas’taki büyük ormanların
ağaçlarının havanın gücüyle Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güneye sürüklendiği ve
buralardaki büyük insan kitlelerini havayla alıp götürdüğü görülecek.
Ah, ne çok yakarı, ne çok ölü, ne
çok ayrılış dostlar ve akrabalardan! Ah, niceleri bir daha göremeyecekler
yörelerini ve yurtlarını ve mezarsız, kemikleri dünyanın çeşitli yerlerine
saçılmış olarak ölecekler!
**
120. Kehânet: Ölüleri Anma Günü
Üzerine. Ve niceleri, onlara mumlar taşıyarak, ölmüş atalarına yas tutacak!
**
121. Kehânet: Sözcükleri Harcayarak
Büyük Zenginliğe Kavuşan ve Cenneti Bağışlayan Keşişler Üzerine. Görünmez
paralar, onları harcayanlara utku getirecek.
**
122. Kehânet: Öküz Boynuzundan
Yapılmış Yaylar Üzerine. Birçokları, sığır boynuzları yüzünden acık bir ölümle
ölecekler.
**
123. Kehânet: Hıristiyanlar Üzerine.
Oğul’a inanıp, yalnızca Anne adına tapmaklar yapan nice kimseler.
**
124. Kehânet: Daha Önce Canlı Olan
Yiyecek Üzerine. Canlı bedenlerin büyük bir bölümü, öteki canlıların
bedenlerinden geçecek; yani, oturulmayan evler, parça parça oturulan evlere
geçecek, onlara bir yarar sağlayacak ve onların dertlerini kendileriyle
birlikte götürecekler.
Başka bir deyişle: İnsanın yaşamı,
yediği şeylerden oluşur; bu yedikleri, insanın ölü olan kısmını kendileriyle
birlikte götürürler. [[Aynı konuda yazılmış kısa bir bölümü, yaprağın yırtılmış
olması nedeniyle belli sözler (“e le mangiano… morte rifarâ… ma non e”) dışında
okumak olanaksızdır.]
**
125. Kehânet: Tahtaların Üstünde
Uyuyan Kişiler Üzerine. Ormanlar ve kırlarda doğan insanlar, ağaçların arasında
uyuyacak, yemek yiyecek ve yaşayacaklar.
**
126. Kehânet: Düş Görme Üzerine,
insanlar gökte yeni yıkımları; gökten aşağı inen alevlerin, adeta uçarcasına
göğe yükselip korkuyla ondan kaçtığını görür gibi olacaklar. Her tür hayvanın
insan dilini konuştuğunu işitecekler, hemen tek tek dünyanın çeşitli
kesimlerine koşturacaklar, kıpırdamadan; karanlıkta büyük bir görkeme tanık
olacaklar. Ey insanoğlu denen mucize, hangi çılgınlık seni buralara sürükledi!
Her tür hayvanla konuşacaksın, onlar da seninle insan diliyle konuşacaklar.
Büyük yüksekliklerden düşüp, sağ salim çıktığını göreceksin, akarsular sana
eşlik edecek. [Metnin devamını, yaprağın alt kenarının yırtılmış olması
nedeniyle belli sözler (“<? miste. .. te col lor rapido corso userâ car… in
madre e soreüe… erat coîli a… an di s… animi… le penne”) dışında okumak
olanaksızdır.]
**
131. Kehânet: Kundaktaki Bebekler
Üzerine. Ey sahil şehirleri! içinizde kadınlı erkekli şehirlileri görüyorum:
Dillerinizi anlamayacak olan kişilerce kollarınız ve bacakları sağlam bağlarla
sımsıkı bağlanmış. Ve ancak kendi aranızda acı gözyaşları, iç geçirmeler ve
yakınmalarla acılarınızı ve yitik özgürlüğünüzü hafifletebileceksiniz, çünkü
sizi bağlayan sizi anlamayacak, siz de onu anlamayacaksınız.
**
132. Kehânet: Fare Yiyen Kediler
Üzerine. Sizde, Afrika şehirleri, yeni doğmuş bebeklerinizin kendi evlerinde
ülkenizin en amansız ve yırtıcı hayvanlarınca parça parça edildiği görülecek.
**
133. Kehânet: Değnek Vurulan Eşekler
Üzerine. Ey ihmalkâr doğa, niçin yanlı davranıp, çocuklarından bazılarına
merhametli ve iyi annelik, ötekilere pek acımasız ve merhametsiz üvey annelik
ediyorsun? Çocuklarının, ellerine hiçbir şey geçmeden, başkalarına köle
verildiğini görüyorum ben; yaptıkları iyiliklerin karşılığı, ödül yerine çok
büyük eziyetlerle ödeniyor ve bütün ömürlerini onlara kötülük edene yarar
sağlayarak geçiriyorlar.
**
134. Kehânet: Kehanetlerin
Bölümleri. İlkinde, akıllı canlılarla ilgili şeyleri işle; İkincisinde, akıldan
yoksun canlıları; üçüncüsünde, bitkileri; dördüncüsünde, törenleri;
beşincisinde, görenekleri; akıncısında, olgular, kararlar ya da tartışmaları;
yedincisinde, doğada olamayacak durumları (sözgelimi, “o şeyden ne kadar
alırsan, o kadar büyür” gibi); büyük meseleleri sona sakla, zayıf olanlarını
başta ver; önce kötülükleri, sonra cezaları göster. Sekizinci bölümde, felsefi
konuları işle.[ Bu ve 46 numaralı metin, Leonardo nun nasıl Kehanetleri
düzenlenmeye ve derlenmeye değer bulduğunu ortaya koyar.]
**
137. Kehânet: Güneş Işınının
Çarpması. Onu örttüğünü sanan kişinin onun tarafından örtüldüğü şey belirecek.
**
138. Kehânet: Para ve Altın Üzerine.
Derin uçurumlardan, dünyadaki bütün halklara ter döktürüp eziyet çektirecek
olan çıkacak – halklar ondan yardım görmek için büyük çabalara, kaygılara, ter
dökmeye katlanacaklar.
**
139. Kehânet: Yoksulluk Korkusu
Üzerine. Kötü ve korkunç yaratık, insanlara öyle korku salacak ki, insanlar
neredeyse deliler gibi ondan kaçtıklarını sanırken, büyük bir hızla onun
sınırsız güçlerine koşacaklar.
**
140. Kehânet: Öğüt Üzerine. Ve ona
gereksinme duyan için son derece gerekli olan kişi bilinmeyecek; bilindiğinde
de, olabildiğince aşağılanacak.
**
141. Kehânet: Kehanet Üzerine. Bütün
müneccimler iğdiş edilecek.
Yani, genç horozlar.
**
142. Kehânet: Ben, gönlümce, bir,
iki, on ya da daha fazla sözcük söyleyeceğim; birçok kişinin aynı anda aynı
şeyi söylemesini, yani hemen benim söylediklerimi söylemelerini istiyorum, ama
beni görmeyecekler ve kendi kendime söylediğim şeyi işitmeyecekler.
Bunlar, senin saydığın saatler
olacak; sen bir tanesini söylediğinde, senin gibi saatleri sayan başka herkes,
aynı anda seninle aynı rakamı söyleyecek.
**
143. Kehânet: Leyleklerin Taşıdığı
Yılanlar Üzerine. Göğün en yukarılarında, upuzun yılanların kuşlarla boğuştuğu
görülecek.
**
144. Kehânet: Hendekten ve Kalıptan
Çıkan Toplar. O, toprağın altından korkunç çığlıklarıyla çıkacak ve çevresinde
duranları şaşkına çevirecek; soluğuyla insanları öldürüp, şehirleri ve kaleleri
yok edecek.
**
146. Kehânet: Ölüler, toprağın
altından çıkacak ve vahşi hareketleriyle dünyadan sayısız insanı kovacaklar.
Toprağın altından çıkan demir
ölüdür, ama onunla birçok insanı öldüren silahlar yapılır.
**
147. Kehânet: Ulu dağlar, deniz
kıyılarından uzak olmalarına karşın, denizi yerinden edecekler.
Bunlar, dağlardan aldıkları
toprakları taşıyıp deniz kıyılarına boşaltan nehirlerdir; toprağın girdiği
yerden de, deniz kaçar.
**
148. Kehânet: Bulutlardan akan suyun
doğası öyle değişecek ki, dağların yamaçlarında hiç hareket etmeden uzun süre
duracak. Ve bu, farklı şekillerde birçok yerde olacak.
Lapa lapa yağan, sudan oluşan kar.
**
149. Kehânet: Dağlardaki büyük
kayalar öyle ateş saçacaklar ki, birçok dev ormanın kütüklerini ve birçok vahşi
ve evcil hayvanı yakacaklar.
Ateşi -sıra sıra odunları yakan,
ormanları yok eden, hayvanların etinin pişirildiği ateşi- tutuşturan
çakmaktaşı.
**
150. Kehânet: Ah, ne çok büyük bina
yok olacak ateş yüzünden!
Topların ateşinden.
**
151. Kehânet: Öküzler, şehirlerin
yıkımlarının nedeni olacaklar büyük ölçüde; atlar ve sığırlar da öyle.
Topları çektikleri için.
**
152. Kehânet: Birçokları, kendi
yıkımları içinde büyüyecekler.
Karın üstünde yuvarlanan kartopu.
**
153. Kehânet: Kalabalık kitleler,
benliklerini ve adlarını unutarak, ölü gibi serilecekler başka ölülerin
kalıntıları üzerine.
Kuş tüyleri üstünde uyuma.
**
154. Kehânet: Doğu taraflarının
Batıya, Güney taraflarının Kuzeye sürüklendiği görülecek, böylece dünyanın dört
bir yanı büyük bir gürültü, coşmuşluk ve sarsıntıyla iç içe geçecek.
Batıya sürüklenecek olan Doğu
rüzgârı.
**
155. Kehânet: Güneş ışınları,
topraktaki ateşi tutuşturacak; bu ışınlarla, göğün altındaki şey alev alacak ve
ışınlar onun engeline çarpıp kırılarak aşağıya geri dönecekler.
Yakıcı ayna ateşi tutuşturur;
bununla fırın ısıtılır; fırının da dibi kendi göğünün altındadır.
**
156. Kehânet: Denizin büyük kısmı,
göğe doğru kaçacak ve uzun bir süre geri dönmeyecek.
Yani, bulutlar yoluyla.
**
157. Kehânet: Buğday ve Öteki
Tohumlar Üzerine. İnsanlar, yaşamlarını sürdürmek için ayırdıkları azıkları
evlerinden dışarı atacaklar.
**
158. Kehânet: Aşıları Besleyen
Ağaçlar Üzerine. Annelerle babaların, kendi çocuklarından çok üvey
çocuklarından hoşlandıkları görülecek.
**
159. Kehânet: Buhurdan Üzerine.
Beyaz giysiler içindekiler, çalımlı bir yürüyüşle, kendilerine hiç zarar
vermeyenlere metal ve ateşle gözdağı vererek yürüyecekler.
**
163. Kehânet: Tulumlar Üzerine.
Keçiler, şarabı şehirlere getirecekler.
**
164. Kehânet: Kunduracılar,
insanlar, eserlerinin yıpranıp parçalandığını seyretmekten zevk alacak.
**
165. Kehânet: Kişinin Geceleyin
Işıkta Yere Vuran Gölgesi Üzerine. İnsan biçiminde dev şekiller belirecek;
bunlar insana ne kadar yaklaşırlarsa, dev boyutları o kadar küçülecek.
**
166. Kehânet: Gümüş ve Altından
Zengin Yükler Taşıyan Katırlar Üzerine. Birçok hazine ve büyük servet, dört
ayaklı hayvanların sırtına yüklenecek; onlar bunları çeşitli yerlere
taşıyacaklar.
**
167. Kehânet: Öğüt ve Sefalet
Üzerine. İşte, ne kadar gerek duyarsak, o kadar reddettiğimiz bir şey. En çok
ihtiyacı olanın, yani cahillerin pek gönülsüzce kulak verdikleri öğütten söz
ediyorum.
İşte, ne kadar korkar ve ne kadar
kaçarsan, o kadar yaklaştığın bir şey. Sen kaçtıkça, seni daha sefil ve çaresiz
kılan sefaletten söz ediyorum.
**
168. Kehânet: İnsanların çok arzu
ettikleri, ama elde ettiklerinde bilemedikleri şey nedir?
Uyumak.
**
169. Kehânet: Şarap iyidir, ama
[onun yüzünden] su içilmeden kalır. Sofrada.
**
170. Kehânet: Bir Mumun Işığı. İşte,
ne kadar alabilirsen al, gene de büyüklüğü asla azalmayacak olan bir şey.
**
171. Kehânet: Ateş. İşte, ne kadar
kötü ve zararlı olursa, o kadar yaklaştığın bir başka şey.
**
172. Kehânet: Arılar Üzerine.
Topluluk halinde birlikte yaşarlar; başkaları, ballarını almak için onları yok
eder. Çok büyük birçok halk, kendi evlerinde yok edilecek…
**
173. Kehânet: Babasından önce
doğanım ben; öldürdüm üçte birini insanların; sonra döndüm karnına annemin.
**
174. Kehânet: Ey Mağribi, ölüyorum
ben, maneviyatınla beni desteklemezsen; nasıl da acı benim için yaşamak, bir
bilsen!
1. Hayvan Ktb: Erdem Sevgisi. İncir
kuşu, söylendiğine göre, şöyle bir kuşmuş: Bir hastanın karşısına
götürüldüğünde, söz konusu hasta ölmek üzereyse, bu kuşbaşını çevirir, ona asla
bakmazmış; ama hasta kurtulacaksa, bu kuş gözünü ondan hiç ayırmaz, hatta o
kişinin her tür hastalıktan kurtulmasını sağlarmış.
Benzeri şekilde, erdem sevgisi, bayağı
ya da kötü şeye asla bakmaz, aksine hep dürüst ve erdemli şeylerde kendini
gösterir ve tıpkı yeşil ormanlarda çiçekli dallar üstündeki kuşlar gibi, soylu
ruhu yuvası bilir. Ve bu sevgi kendini, esenlikte değil, zor koşullarda daha
çok belli eder, tıpkı en karanlık yeri bulduğunda en çok parlayan ışık gibi.
**
2. Hayvan Ktb: Kıskançlık. Çaylak
hakkında şunu okuruz: Yuvadaki yavrularının aşırı büyüdüğünü görünce,
kıskançlıktan yanlarını gagalar ve onları aç bırakırmış.
**
3. Hayvan Ktb: Neşe. Neşe, her küçük
şeyle neşelenip, çok çeşitli, şen hareketlerle öten horoza uygun düşen bir
özelliktir.
**
4. Hayvan Ktb: Üzüntü. Üzüntü,
kuzguna benzer: Kuzgun yeni doğan yavrularının beyaz olduğunu görünce, büyük
bir acıyla uzaklaşır, hazin bir yakınmayla onları terk eder ve üstlerinde
birkaç siyah tüy görmedikçe onları beslemezmiş.
**
5. Hayvan Ktb: Barış. Kunduz
hakkında şunu okuruz: Peşine düşüldüğünde, bunun, hayalarındaki iyileştirici
güç için olduğunu bilir, daha fazla kaçamayıp durur ve avcılarla barış içinde
olmak için, keskin dişleriyle hayalarını koparıp bunları düşmanlarına
bırakırmış.
**
6. Hayvan Ktb: Öfke. Ayı,
söylendiğine göre, ballarını almak için arıların yuvalarına gittiğinde, arılar
onu sokmaya başlar, o da bunun üzerine balı bırakıp intikama koşarmış; ancak
hiçbirinden intikamını alamayınca, öfkesi çılgınlığa dönüşür ve kendisini yere
atarak ellerini ayaklarını oynatır, boşuna arılara karşı kendisini korumaya
çalışırmış.
**
8. Hayvan Ktb: Açgözlülük.
Karakurbağası, toprakla beslenir ve hep zayıf kalır, çünkü asla doymaz;
topraksız kalacak diye pek korkar.
**
9. Hayvan Ktb: Minnetsizlik.
Güvercinler, minnetsizliğin bir simgesidirler, çünkü artık başkalarınca
beslenme gereği duymadıkları yaşa geldiklerinde, babalarıyla kavga etmeye
başlarlar ve bu kavga, genç güvercin babasını kovuncaya, onun eşini elinden
alıp kendi eşi kıhncaya kadar devam eder.
**
10. Hayvan Ktb: Acımasızlık.
Basilisk öyle acımasızdır ki, zehirli bakışıyla hayvanları öldüremediğinde,
otlarla bitkilere döner ve gözlerini onlara dikip, onları kurutur.
**
11. Hayvan Ktb: Cömertlik. Kartal
için denir ki, ne kadar aç olursa olsun, avının bir kısmını çevresindeki
kuşlara bırakırmış; bu kuşlar, kendi besinlerini kendileri bulamadıkları için,
zorunlu olarak kartala bağlı olur ve bu sayede besine ulaşırlarmış.
[Elyazmasındaki başlık “acıma ya da minnet”tir, ancak ilk sözcük silinmiştir.]
**
12. Hayvan Ktb: Disiplin. Kurt, sürü
hayvanlarının olduğu bir ağılın çevresinde ihtiyatla dolaşırken, kazara bir
kapana basıp ses çıkarırsa, bu hatadan ötürü kendisini cezalandırmak için kendi
ayağını ısırırmış.
**
13. Hayvan Ktb: Övgü ya da
Pohpohlama. Siren öyle tatlı ezgiler söyler ki, denizcileri uyutur; sonra
gemilere çıkıp uyuyan denizcileri öldürürmüş.
**
14. Hayvan Ktb: Temkinlilik.
Karınca, doğal öngörüsüyle, yazın, filizlenmesinler diye tohumları öldürerek
kış için besin toplar ve zamanı gelince bunlarla beslenir.
**
15. Hayvan Ktb: Delilik. Yabanıl
boğa, kırmızı renginden nefret ettiği için, avcılar bir ağacın gövdesini
kırmızıyla kaplarlar; boğa o ağaca koşar ve büyük bir öfkeyle boynuzlarını
oraya geçirir, bunun üzerine avcılar onu öldürürler.
**
16. Hayvan Ktb: Adalet. Adalet
erdemini arılar kralına benzetebiliriz: Arılar kralı, her şeyi akılla
düzenleyip düzene sokar; buna bağlı olarak, bazı arılar çiçeklere gitmeye,
bazıları çalışmaya, bazdan eşekarıla- rıyla savaşmaya, bazıları pislikleri
temizlemeye, bazıları krallarına eşlik ve refakat etmeye koşulur. Ve kral
yaşlanıp kanatsız kaldığında, arılar onu taşırlar; içlerinden biri görevini
ihmal edecek olursa, kesinlikle bağışlanmaz, cezalandırılır.
**
17. Hayvan Ktb: Hakikat. Keklikler
birbirlerinin yumurtalarını çalarlar çalmasına, ama bu yumurtalardan doğan
yavrular, her zaman gerçek annelerine dönerler.
**
18. Hayvan Ktb: Sadakat ya da
Bağlılık. Turnalar, krallarına o kadar sadık ve bağlıdırlar ki, gece o
uyuduğunda, içlerinden bazıları çayırda dolaşıp uzaktan nöbet tutar; bazıları
onun yanında kalır, her biri ayağında bir taş tutarmış, olur da uykuya yenik
düşerse, taş yere düşsün, gürültü çıkarsın ve hepsi yeniden uyansınlar diye.
Bazıları ise, hep birlikte kralın çevresinde uyur; üstelik, krallarına hizmette
kusur etmemek için, her gece sırayla yaparlar bunu.
**
19. Hayvan Ktb: Sahtelik. Tilki, bir
saksağan, küçükkarga ya da benzeri kuş sürüsü gördüğünde, hemen ağzı açık
kendini yere atıp ölü numarası yapar; bu kuşlar, dilini gagalamak
istediklerinde, tilki onların başını kapıverir.
**
20. Hayvan Ktb: Yalan. Köstebeğin
çok küçük gözleri vardır, hep toprak altında durur ve gizli kaldığı sürece yaşar,
ama gün ışığına çıkar çıkmaz oracıkta ölüverir, çünkü başkalarınca fark edilir.
Yalan da öyle.
**
21. Hayvan Ktb: Yiğitlik. Aslan asla
korkmaz, aksine büyük bir cesaret ve yabanıl bir saldırıyla kalabalık avcı
topluluğuyla savaşır, her zaman ona ilk zarar verene zarar vermeye çalışır.
**
22. Hayvan Ktb: Korku ya da
Ödleklik. Tavşan hep korkar ve sonbaharda ağaçlardan düşen yapraklar, her zaman
korkmasına, çoğu zaman da kaçmasına yol açar.
**
23. Hayvan Ktb: Yüce Gönüllülük.
Şahin, yalnızca iri kuşları avlar ve küçük kuşlarla beslenmekten ya da çürümüş
et yemektense, ölmeyi yeğler.
**
24. Hayvan Ktb: Övüngenlik. Tavus,
okuduğumuza göre, bu kötü huya öteki hayvanlardan daha yatkındır, çünkü hep
kuyruğunun güzelliğini seyreder, kuyruğunu tekerlek biçiminde açar ve ötüşüyle
çevresindeki hayvanların bakışını üzerine çeker.
Ve bu, kötü huylar arasında alt
edilmesi en zor olanıdır.
**
25. Hayvan Ktb: Kararlılık.
Kararlılık, anka kuşuyla özdeştir: Anka kuşu, doğanın bir gereği olarak yeniden
doğması gerektiğini bildiğinden, onu yok eden yakıcı alevlere kararlılıkla
katlanır ve sonra yeniden doğar.
**
26. Hayvan Ktb: Kararsızlık.
Kırlangıç, kararsızlığın tipik örneğidir; çünkü en küçük rahatsızlığa
katlanamadığından, sürekli hareket halindedir.
**
27. Hayvan Ktb: Dayanıklılık. Deve,
var olan en şehvetli hayvandır ve dişi bir devenin peşinden kilometrelerce yol
gitmekten yüksünmez; ama annesiyle ya da kız kardeşleriyle sürekli bir arada
olsa da, onlara asla dokunmaz, kendini denetlemeyi çok iyi bilir.
**
28. Hayvan Ktb: Dayanıksızlık.
Tekboynuz, ölçüsüzlüğü ve kendine hâkim olamayışı yüzünden, güzel kızlara olan
düşkünlüğünden ötürü, yırtıcılığını ve yabanıllığını unutur, her tür tedbiri
bir yana bırakarak, oturan kıza gider, onun kucağında uykuya dalar; böylece
avcılar onu yakalarlar.
**
29. Hayvan Ktb: Alçakgönüllülük.
Alçakgönüllülüğün en üstün örneğini, her hayvana boyun eğen kuzuda görürüz;
kuzular, kafese kapatılmış aslanlara yiyecek olarak verildiklerinde, onlara
kendi anneleri gibi boyun eğerler, öyle ki çoğu kez aslanların onları öldürmek
istemediği görülmüştür.
**
30. Hayvan Ktb: Kibir. Doğan,
kendini beğenmişliği ve kibrinden ötürü, öteki bütün yırtıcı kuşlara egemen
olmak ve onlardan üstün olmak ister, tek olmayı arzular. Ve pek çok kez,
doğanın, kuşların ecesi kartala saldırdığı görülmüştür.
**
31. Hayvan Ktb: Yetingenlik.
Yabaneşeği, su içmek için pınara gidip suyu bulanık bulduğunda, ne kadar
susamış olursa olsun, içmeye yanaşmaz ve suyun durulmasını bekler.
**
32. Hayvan Ktb: Oburluk. Akbaba, o
kadar boğazına düşkündür ki, bir leşi yemek için kilometrelerce yol katetmekten
yüksünmez; bu yüzden orduların peşinden gider.
**
33. Hayvan Ktb: iffet. Üveyik, eşini
asla aldatmaz; çiftlerden biri ölürse, öteki sonsuza dek iffetini korur, asla
yeşil dala konmaz ve asla duru su içmez.
**
34. Hayvan Ktb: İffetsizlik. Yarasa,
dizginsiz şehveti yüzünden, çiftleşme konusunda hiçbir genel yasa tanımaz; tam
tersine, tesadüfen bir arada oluşlarına göre, erkek erkekle, dişi dişiyle
ilişkiye girer.
**
35. Hayvan Ktb: 35 [1]. Ölçülülük.
Kakım, ölçülülüğünden ötürü, günde yalnızca bir kere yemek yer; çamurlu bir ine
kaçmaktansa, avcıların onu yakalamasına razı olur.
Saflığına leke sürmemek için.
35 [2]. Ölçülülük Bütün Kötü
Alışkanlıkları Dizginler. Kakım, kirlenmektense, ölmeyi yeğler.
**
36. Hayvan Ktb: Kartal. Kartal,
yaşlandığında, öyle yükseğe uçar ki, kanatları yanar ve doğa sığ suya düşerek
gençliğine yeniden kavuşmasına izin verir. Yeni doğan yavruları, güneşe
bakamıyorlarsa, onları beslemez. Hiçbir kuş, ölmek istemiyorsa, onun yuvasına
yaklaşmaz. Hayvanlar ondan çok korkarlar, ama o onlara zarar vermez: Her zaman
avının kalanını bırakır.
**
37. Hayvan Ktb: Lumerpa: Un. Bu
kuşun anayurdu Asya’dır; öyle güçlü bir ışık saçar ki, kendi gölgesini yok
eder; öldüğünde, bu ışığı yitirmez ve tüyleri asla dökülmez, ama kopan tüy bir
daha ışıldamaz.
**
38. Hayvan Ktb: Pelikan. Bu kuş,
yavrularına büyük bir sevgi besler ve yuvasında yavrularını yılan tarafından
öldürülmüş bulduğunda, kendi yüreğini deler ve akan kanıyla yavrularını yıkayarak
onları hayata döndürür.
**
39. Hayvan Ktb: Semender. Bu
hayvanın sindirim organları yoktur; yalnızca ateşle beslenir ve sık sık ateşle
yeniler derisini.
Semender, ateşte arındırır derisini:
Erdem/güç uğruna.
**
40. Hayvan Ktb: Kameleon. Bu hayvan,
havayla yaşar ve havada bütün kuşlara yem olur; o nedenle, daha güvende olmak
için, uçarak bulutların üstüne çıkar ve ardından gelen kuşu tutamayacak denli
hafiflemiş havaya ulaşır.
Bu yüksekliğe ancak göklerin -yani,
kameleonun uçtuğu yerin- armağanı bir yetisi olanlar gidebilir.
**
42. Hayvan Ktb: Devekuşu. Bu kuş,
demiri kendi besinine dönüştürür. Yumurtalarını bakışıyla kuluçkaya yatırır.
**
44. Hayvan Ktb: Leylek. Bu kuş,
tuzlu su içerek kötülükten arınır; eşinin kendisini aldattığını görürse, onu
terk eder; yaşlandığında yavruları ona bakarlar ve ölünceye kadar beslerler.
**
45. Hayvan Ktb: Cırcırböceği. Bu
hayvan, ötüşüyle guguk kuşunun sesini bastırır. Yağın içinde ölür ve sirkenin
içinde yeniden canlanır; çok sıcak havalarda öter.
**
46. Hayvan Ktb: Yarasa. Bu hayvan,
ne kadar çok ışık varsa, o kadar kör hale gelir ve güneşe ne kadar çok bakarsa,
o kadar körleşir.
**
Erdemin olduğu yerde duramayan kötü
huy için [söylenmiştir].[ Bu tümce, elyazmasınm kenarına eklenmiştir.]
**
47. Hayvan Ktb: Keklik. Bu kuş,
dişiyken erkeğe dönüşür ve ilk cinsiyetini unutur; kıskançlıktan, öteki
kekliklerin yumurtalarını çalar ve bunların üstüne kuluçkaya yatar, ama doğan
yavrular gerçek annelerinin peşinden giderler.
**
48. Hayvan Ktb: Kırlangıç. Bu kuş,
kırlangıçotuyla yeni doğan kör yavrularının gözlerini açar.
**
49. Hayvan Ktb: istiridye: ihanetin
Simgesi. [“İhanetin Simgesi” sözü, satır arasına eklenmiştir.] İstiridye,
dolunayda bütünüyle açılır; yengeç onu gördüğünde, içine bir taş ya da tahta
parçası atar ve istiridye bir daha kapanamaz; bunun üzerine yengece yem olur.
Sırrını söylemek üzere ağzını açan
ve art niyetli dinleyicisinin avı haline gelen kişinin yaptığı da budur.
**
50. Hayvan Ktb: Basilisk:
Acımasızlık”. Bütün yılanlar, bu yaratıktan kaçarlar. Gelincik, sedefotu
aracılığıyla onunla savaşır ve onu öldürür. [“Acımasızlık” sözcüğü, satır
arasına eklenmiştir.]
Erdemin simgesi sedefotu.
**
52. Hayvan Ktb: Ejderha. Bu yaratık,
filin bacaklarını bağlar, fil üstüne düşer, ikisi birden ölürler; [fil]
ölürken, intikamını almış olur. “[Fil] ölürken intikamını almış olur” sözü
sonradan eklenmiştir.
53. Hayvan Ktb: Yılan. Dişi yılan
çiftleşirken ağzını açar, çiftleşmenin sonunda dişlerini kenetler ve kocasını
öldürür; sonra, gövdesinde büyüyen yavrulan, karnını yırtıp annelerini
öldürürler.
**
54. Hayvan Ktb: Akrep. Açken akrebin
üstüne fırlatılan tükürük, onu öldürür.
Tıpkı nefse bağlı illetleri ortadan
kaldırıp yok eden ve erdemlere yolu açan nefse hâkim olma gibi.
**
55. Hayvan Ktb: Timsah: ikiyüzlülük.
Bu hayvan, insanı yakalayıp oracıkta öldürür; öldürdükten sonra, ağlamaklı bir
sesle ve pek çok göz- yaşıyla onun için ağlar ve ağlaması sona erince onu
acımasızca yutar.
En küçük şey için gözyaşlarına
boğulan, kendini kaplan yürekli gösteren ve başkasının dertleri karşısında
acınaklı bir çehre takınıp, içinden bunlara sevinen ikiyüzlünün yaptığı da
budur.
**
56. Hayvan Ktb: Karakurbağası.
Karakurbağası, güneş ışığından kaçar; zorla güneş altında tutulursa, o kadar
şişer ki, başı altta gizli kalır ve kendini bu ışınlardan korur.
Aydınlık ve ışıklı erdemin düşmanı
kişinin yaptığı da budur: O, erdemin karşısında, ancak zorla, şişirme bir
cesaretle durabilir.
**
57. Hayvan Ktb: Tırtıl: Genel Olarak
Erdemin Simgesi. Yoğun bir çaba, olağanüstü bir ustalık ve ince bir işçilikle
kendi çevresinde yeni yuvasını ören tırtıl, sonra renkli ve güzel kanatlarla o
yuvadan dışarı çıkar, bu kanatlarla göğe doğru yükselir.
**
58. Hayvan Ktb: Örümcek. Örümcek,
kendi içinden ustalıklı ve olağanüstü ağı dışarı çıkarır; ağ, bu güzelliğe yakaladığı
avla karşılık verir.
**
59. Hayvan Ktb: Aslan. Bu hayvan,
kükremesiyle, doğduklarından üç gün sonra yavrularını uyandırır, onların bütün
uyuşmuş duyularını açar ve ormandaki bütün vahşi hayvanlar kaçarlar.
Bunu erdemin çocuklarına
benzetebiliriz; onlar, övgünün sesiyle uyanırlar ve giderek daha yükseğe
çıkaran değerli çalışmalarla kendilerini geliştirirler; bütün bayağı kişiler
ise, o ses karşısında kaçar, erdemlilerden uzak dururlar.
Keza, aslan, geçtiği yol
düşmanlarınca bilinmesin diye ayak izlerini gizler.
Bu, tasarılarını düşman bilmesin
diye, zihnindeki gizleri saklaması gereken kumandanlar için de geçerlidir.
**
60. Hayvan Ktb: Tarantula.
Tarantulanın ısırığı, kişinin, düşüncesine -yani, ısırıldığı anda düşünmekte
olduğu şeye- takılıp kalmasına yol açar.
**
61. Hayvan Ktb: Baykuş ve Kukumav.
Bu kuşlar, onlarla alay edenleri, canlarını alarak cezalandırırlar; doğa,
beslenmeleri için böyle bir düzen öngörmüş.
**
62. Hayvan Ktb: Fil. Büyük fil,
insanlarda seyrek bulunan doğa vergisi özelliklere -dürüstlük, sağduyu, adalet
ve dinine bağlılık- sahiptir; öyle ki, ay hilal biçimini aldığında, bu
hayvanlar ırmaklara gider, orada törenle yıkanıp arınırlar; sonra, gezegeni
selamlayıp ormanlara geri dönerler. Ve hastalandıkları zaman, sırtüstü uzanır,
adak sunmak istercesine göğe doğru otlar atarlar. Fil, yaşlılıktan dişleri
döküldüğünde, onları toprağa gömer. İki dişinden biçim beslenmek için kökleri
sökmede kullanır, ötekinin ucunu savaşmak için saklar. Avcıların eline
geçtiklerinde ve yorgunluğa yenik düştüklerinde, dişlerini topraktan çıkarıp
onlarla özgürlüklerine kavuşurlar. Merhametlidirler ve tehlikeleri bilirler. Ve
içlerinden biri, yalnız ve yolunu yitirmiş birisine rastlarsa, seve seve onu
yitirdiği yola geri götürür. Bir insanı görmeden onun ayak izlerini görürse,
tuzaktan kuşkulanır, bu yüzden durup soluğunu üfler, öteki filleri uyarır;
sıraya girip ihtiyatla yol alırlar. Filler, hep sıra halinde yürürler: En
yaşlıları önden gider, yaşça ikinci olanı sona geçer, böylece sırayı tamamlamış
olurlar. Utandıkları için, yalnızca geceleri ve gizlice çiftleşirler;
çiftleşmenin ardından, önce ırmakta yıkanır, öyle sıraya girerler. Öteki
hayvanlar gibi dişiler için birbirleriyle kavgaya tutuşmazlar; öyle iyi
yüreklidir ki, doğası gereği, kendinden güçsüzlere zarar vermeyi hiç istemez ve
bir koyun sürüsüne rastlarsa, onları ayaklarıyla ezmemek için hortumuyla kenara
koyar; kışkırtılmadıkça asla herhangi bir şeye zarar vermez.
İçlerinden biri çukura düştüğünde,
ötekiler dallarla, toprak ve taşlarla çukuru doldurur; onun kolayca özgür
kalacağı şekilde çukuru yükseltirler. Domuzların gürültüsünden çok korkarlar ve
geriye doğru kaçarlarken, ayaklarıyla düşmanları kadar kendilerine de zarar
verirler. Irmakları çok sever ve çevrelerinde dolaşırlar, çok ağır oldukları
için yüzemezler. Taşları yutarlar ve ağaçların gövdeleri gözde yiyecekleridir.
Sıçanlardan nefret ederler. Sinekler, filin kokusundan çok hoşlanır, üstüne
konarlar, fil derisini büzüp katlarını sıkıştırır ve sinekleri öldürür.
Nehirleri geçtiklerinde, yavrularını suyun akış yönüne gönderir, suyun bir
bütün halindeki seyri onları alıp götürmesin diye kendileri akışa karşı set
oluştururlar.
Ejder, filin gövdesinin altına
atılır, kuyruğuyla onun bacaklarını kenetler, kanatları ve pençeleriyle
yanlarına sarılır ve dişlerini boğazına geçirir ve fil üstüne düşünce, ejder
ezilir: Böylece, düşmanının ölümüyle, intikamını almış olur.
**
63. Hayvan Ktb: Ejderha. Bunlar,
birlikte gezer, hasır örgüler gibi birbirlerine kenetlenir, başlarını yukarı
kaldırarak sığ bataklıkları geçer ve daha iyi bir otlak buldukları yere kadar
yüzerler; böyle birlik olmasalar, boğulurlardı. Böyle bir sonuca ulaştırır
birlik olma.
**
64. Hayvan Ktb: Yılanlar. Çok büyük
bir hayvan olan yılan, havada bir kuş gördüğünde, öyle güçlü soluk alır ki,
kuşları ağzına çeker. Roma ordusunun konsülü Marcus Regulus, ordusuyla böyle
bir hayvanın saldırısına maruz kalmış ve neredeyse bozguna uğramıştır. Bir
mancınıkla öldürülen bu hayvanın boyu, 125 ayak, yani 64.5 arşınmış. Başıyla,
bir ormandaki bütün ağaçların boyunu aşıyormuş.
**
65. Hayvan Ktb: Boa Yılanları. Bu,
çok büyük bir yılan olup, kıpırdayamayaca- ğı şekilde ineğin bacaklarına
dolanır, sonra onu öyle emer ki, neredeyse kurutur, imparator Claudius
döneminde, Vatikan Tepesinde bu tür bir yılan öldürülmüş; yılanın içinde,
yuttuğu bir çocuğun gövdesi olduğu gibi duruyormuş.
**
66. Hayvan Ktb: Makli: Uyurken
Yakalanır. Bu hayvanın anayurdu, İskandinavya adasıdır. Çok uzun boynu ve
kulakları onu farklı kılmasa, büyük bir at biçimindedir. Geriye doğru yürüyerek
ot yer, çünkü üst dudağı o kadar uzundur ki, ileriye doğru yürüse, dudağı
otları örterdi. Bacakları tek parça halindedir; bu yüzden, uyumak istediğinde,
bir ağaca yaslanır ve avcılar, her zaman uyuduğu yeri belirleyip, ağacı
neredeyse boydan boya keserler; sonra o uyumak için ağaca yaslandığında,
uykusunda yere düşer. Ve avcılar bu yolla onu yakalarlar, onu yakalamaya
yönelik başka her yöntem boşunadır, çünkü inanılmaz bir hızla koşar.
**
67. Hayvan Ktb: Bizon: Kaçarken
Zarar Verir. Bu hayvanın anayurdu Paionia olup, at gibi yeleli ensesi vardır.
Öteki bütün kısımlarıyla boğayı andırır; bir farkla: Boynuzları o şekilde içe
kıvrıktır ki, tos atamaz. Bu yüzden, tek kurtuluş yolu kaçmak olup, bu kaçış
sırasında geçtiği 400 arşınlıkbir alana dışkısını bırakır; bu dışkı, değdiği
yeri ateş gibi yakar.
**
68. Hayvan Ktb: Aslanlar, Leoparlar,
Panterler, Kaplanlar. Bunlar, tırnaklarını kınında tutar, bir tek avlarının ya
da düşmanlarının üstündeyken dışarı çıkarırlar.
**
69. Hayvan Ktb: Dişi Aslan. Dişi aslan,
yavrularım avcıların elinden koruduğunda, mızraklardan korkmamak için gözlerini
yere eğer, amacı, kaçışı yüzünden yavrularını tutsak bırakmamaktır.
**
70. Hayvan Ktb: Aslan. Bu öylesine
korkunç hayvan, boş kağnıların gürültüsünden, keza horozların ötüşünden
korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmaz. Horozları gördüğünde çok korkar ve
korkmuş bir çehreyle horozun ibiğine bakar; yüzü örtüldüğünde, aşırı derecede
rahatsız olur.
**
71. Hayvan Ktb: Afrika’daki
Panterler. Bu hayvanın biçimi dişi aslanla aynıdır, ama daha uzun bacakları
vardır ve gövdesi daha ince ve uzundur. Her yanı beyaz olup, gül-bezemeler
şeklinde benek benek siyah lekeleri vardır. Bütün hayvanlar onu görmekten zevk
duyarlar; yüzü korkunç olmasa, hep çevresinde dururlardı. Panter bunu bildiğinden
yüzünü gizler, çevresindeki hayvanlar da rahatlayıp, bunca güzelliği doya doya
seyredebilmek için yaklaşırlar, o zaman panter hemen en yakındakini kapıp,
oracıkta yutar.
**
72. Hayvan Ktb: Develer. Çift
hörgüçlü develer iki, Arap develeri tek hörgüçlü olur; savaşta hızlı ve yük
taşımada son derece yararlıdırlar. Bu hayvan, kural ve ölçü konusunda son
derece titizdir; alıştığından fazla yükü olursa hareket etmez, çok uzun yola
koşulduğunda da aynısını yapar: Birden durur, dolayısıyla tüccarlar durduğu yerde
konaklamak zorunda kalırlar.
**
73. Hayvan Ktb: Kaplan. Bu hayvanın
anayurdu Hirkanya’dır; kürkündeki çeşitli lekelerden ötürü panteri andırır ve
son derece atik bir hayvandır. Avcı, kaplanın yavrularını bulduğunda, onları
hemen alıp kaçar, yavruları aldığı yere aynalar koyar ve hızlı atının sırtında
bir an önce kaçar. Kaplan döndüğünde, yerde duran aynaları görür; aynalarda
kendisini görünce, yavrularını gördüğünü sanır ve pençeleriyle eşeleyince
aldatıldığının farkına varır. Bunun üzerine, yavrularının kokusu aracılığıyla
avcının peşine düşer ve avcı onu gördüğünde yavrularından birini bırakır,
kaplan onu alıp yuvasına götürür, sonra hemen avcının yanında bitiverir, avcı
kayığına bi- ninceye dek bunu yapmayı sürdürür.
**
74. Hayvan Ktb: Katoblepas. Bu
hayvanın anayurdu, Habeşistan’da, Nigrika- po gölü yakınlarındadır. Çok büyük
bir hayvan değildir, gövdesinin her yanıyla tembeldir ve başı o kadar büyüktür
ki, taşımakta zorluk çeker, öyle ki başını hep yere doğru eğik tutar; yoksa,
insanlar için büyük bir bela olurdu, çünkü gözlerini diktiği kişi oracıkta
ölür.
**
75. Hayvan Ktb: Basilisk. Bu
hayvanın anayurdu Sirenayka bölgesi olup, on iki parmaktan büyük değildir ve
başında tacı andıran bir leke vardır. Islığıyla bütün yılanları kaçırır; yılana
benzer, ama kıvrıla kıvrıla değil, ortasından yukarısı dik ilerler.
Söylendiğine göre, bunlardan biri at üstündeki birisi tarafından bir mızrakla
öldürüldüğünde, zehri mızrağın üstünden aşağı akıp yalnızca adamı değil, atı da
öldürmüş. Hayvan yemlerini bozar, üstelik yalnızca değdiklerini değil,
üstlerine üflediklerini de. Otları kurutur, taşları parçalar.
**
76. Hayvan Ktb: Gelincik ya da
Bayağı Gelincik. Bu hayvan, basiliskin inini bulduğunda, saçtığı idrarının
kokusuyla onu öldürür; bu idrarın kokusu, çoğu kez gelinciğin kendisini de
öldürür.
**
77. Hayvan Ktb: Boynuzlu Yılan. Bu
hayvanın küçük, hareket eden dört boynuzu vardır; böylece, beslenmek
istediklerinde, bu küçük boynuzlar dışında bütün gövdelerini yaprakların
altında gizlerler; boynuzları hareket ettikçe, kuşlar bunların oynaşan küçük
solucanlar olduklarını sanır, onları kapmak için alçalırlar ve boynuzlu yılan
birden çevrelerine dolanıp onları yutar.
**
78. Hayvan Ktb: Amfisbena. Bu
hayvanın, biri olması gereken yerde, öteki kuyruğunda iki başı vardır – sanki
tek bir yerden zehir püskürtmesi yetmiyormuş gibi.
**
79. Hayvan Ktb: Cirit-Yılan. Bu
yılan, ağaçların üstünde durur, ok gibi fırlar, vahşi hayvanların arasına dalar
ve onları öldürür.
**
80. Hayvan Ktb: Engerek Yılanı. Bu
hayvanın ısırığına karşı tek çare, ışınlan yerleri hemen kesmektir. Bu
böylesine zararlı hayvan, eşine öyle büyük bir sevgi besler ki, her zaman
birlikte dolaşırlar. Talihsizlik sonucu ikisinden birisi öldürülürse, öteki
inanılmaz bir hızla onu öldüren kişinin peşine düşer; intikam için öyle kararlı
ve isteklidir ki, her tür güçlüğü aşar; bütün orduların yanından geçip,
yalnızca kendi düşmanına zarar vermeye çalışır. Her tür uzaklığı aşar ve ondan
uzak durmanın tek yolu, suyun karşı yakasına geçmek ya da büyük bir hızla
kaçmaktır. İçeri dönük gözleri ve büyük kulakları vardır, görmeden çok
işitmeyle hareket eder.
**
81. Hayvan Ktb: Ikneumon. Bu hayvan,
engerek yılanının can düşmanıdır; anayurdu Mısır’dır ve bulunduğu yerin
yakınlarında bir engerek yılanı gördüğü zaman, hemen Nil’in kumuna ya da
çamuruna koşar ve onunla her yanını çamura bular, sonra güneşin altında üzerini
kurutur, yeniden her yanına çamur sürer, böylece birkaç kez kendini kurutarak,
gövdesinde zırhı andıran bir tabaka oluşturur, sonra engereğe saldırır ve
onunla çok iyi mücadele eder, fırsatını bulunca boğazından yakalayıp onu boğar.
**
82. Hayvan Ktb: Timsah. Bu hayvanın
anayurdu Nil’dir, dört ayağı vardır, karada ve suda [çevresine] zarar verir,
yeryüzünde onun dışında dilsiz hayvan yoktur ve yalnızca üst çenesini hareket
ettirerek ısırır. Büyüdüğünde boyu kırk ayağı bulur, pençeleri ve her darbeye
dayanıklı bir derisi vardır. Gündüz karada, gece ise suda durur. Timsah,
balıklarla beslendiğinde, Nil’in kıyısında ağzı açık uyur ve küçücük bir kuş
olan sinekkuşu hemen ağzına girer, dişlerinin arasında zıplayıp, iç ve dış
tarafta kalan yiyecekleri gagasıyla toplar, böylece onu zevkli bir gevşeme
içine sokup ağzını bütünüyle açmasını, bu şekilde uykuya dalmasını sağlar.
Ikneumon bunu görünce, hemen timsahın ağzının içine atlar, karnını ve
bağırsaklarını deşer, en sonunda onu öldürür.
**
83. Hayvan Ktb: Yunus. Doğa,
hayvanlara öyle bir bilgi vermiştir ki, kendi yararlarına olan şeyleri bilmenin
ötesinde, düşmanlarının zararına olan şeyleri de bilirler; buna bağlı olarak, yunus,
sırtına konulmuş yüzgeçlerin kesişinin ne kadar güçlü ve timsahın kamının ne
kadar [6 Metnin sonunda, sonradan silinmiş olan “yeşil kertenkeleye benzer”
sözü yer almaktadır.] yumuşak olduğunu bilir; böylece, timsahla savaşırken onun
altına girer, karnını kesip bu yolla onu öldürür.
Timsah, kaçanlara dehşet saçar, ama
onu kovalayanlara karşı ödlek mi ödlektir.
**
84. Hayvan Ktb: Suaygırı. Bu hayvan,
aşırı ağırlaştığını hissettiğinde, diken ya da kesilmiş sazların kalıntılarını
aramaya başlar ve bir damarı açılıncaya kadar bunlara sürtünür; kanını
gereğince akıttıktan sonra, kendini çamura bulayıp yarayı iyileştirir. Biçimi
az çok atı andırır, ayrık tırnakları, eğri kuyruğu, yabandomuzunun dişlerini
andıran dişleri ve yeleli ensesi vardır. Suyla ıslanmadıkça derisine bir şey
işlemez. Tarlalardaki bitkilerle beslenir; tarlalara, geri geri giderek girer,
oradan dışarı çıkıyormuş gibi görünmek için.
**
85. Hayvan Ktb: Aynak. Bu kuş
leyleği andırır ve kendini hasta hissettiğinde, kursağını suyla doldurup gagasıyla
kendisine tenkıye yapar.
**
86. Hayvan Ktb: Geyikler. Bu hayvan,
“uzunbacaklı” denen örümcek tarafından ısırıldığını hissettiğinde, yengeç yer
ve zehirden kurtulur.
**
87. Hayvan Ktb: Kertenkele. Bu
hayvan, yılanlarla savaşırken, eşekmarulu yer ve kurtulur.
**
88. Hayvan Ktb: Kırlangıç. Bu kuş,
kırlangıçotu özüyle kör doğan yavrularının görmesini sağlar.
**
89. Hayvan Ktb: Gelincik. Bu hayvan,
sıçanları kovalarken, önce sedefotu yer.
**
90. Hayvan Ktb: Yabandomuzu. Bu
hayvan, sarmaşık yiyerek rahatsızlığını iyileştirir.
**
91. Hayvan Ktb: Yılanlar. Bu hayvan,
kendini yenilemek istediğinde, başından başlayarak eski derisini atar; bir
gündüz bir gece içinde değişir.
**
92. Hayvan Ktb: Panter. Bu hayvan,
iç organları dışarı döküldükten sonra bile, hâlâ köpeklerle ve avcılarla
savaşır.
**
93. Hayvan Ktb: Bukalemun. Bu
hayvan, daima, üstünde durduğu şeyin rengine bürünür, bu yüzden filler onları
üstünde durdukları yapraklarla birlikte yutarlar.
**
94. Hayvan Ktb: Kuzgun. Bu hayvan,
bukalemunu öldürdüğünde, defneyle arınır.
**
95. Hayvan Ktb: Öngörü Üzerine.
Horoz, kanatlarını üç kez çırpmadan ötmez. Papağan, daldan dala geçerken, önce
gagasını koymadığı yere ayaklarını koymaz.
**
96. Hayvan Ktb: [Yeşil Kertenkele].
insana sadık yeşil kertenkele, onun uyuduğunu gördüğünde, yılanla mücadele eder
ve onu alt edemediğini görürse, insanın yüzüne koşar ve yılan uyuyan adama
zarar vermesin diye onu uyandırır.
30 . Masal: [Canı Sıkılan Taş].
Suların yakınlarda açığa çıkardığı büyükçe bir taş, taşlı bir yolun kenarındaki
nefis bir korunun tam sona erdiği yerde, biraz yüksek bir noktada, çimlerin,
çeşit çeşit, renk renk çiçeklerin arasında duruyor ve aşağısındaki yola
yerleştirilmiş pek çok taşı görüyormuş. Bulunduğu yerden kendini bırakıp aşağı
düşmek gelmiş içinden, kendi kendine şöyle diyormuş:
“Ne işim var burada bu otlarla? Ben
şu kız kardeşlerimle birlikte yaşamak istiyorum.” Ve kendini bırakıp, birlikte
olmayı arzuladığı arkadaşlarının yanına düşerek, hevesli yolculuğunu
tamamlamış; orada bulunmasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra,
arabaların tekerlekleri, nal vurulmuş atların ve yoldan geçenlerin ayakları onu
sürekli rahatsız etmeye başlamış. Kimi zaman birisi tarafından eziliyor, kimi
zaman üstü çamurla ya da bir hayvanın pisliğiyle kaplı dikiliyor, o yalnızlığın
ve huzurun hüküm sürdüğü yerdeki, daha önce ayrıldığı mekânına bakıyormuş
boşuna.
Yalnız ve huzurlu yaşamlarını
bırakıp şehirlere gelmek, bin bir dertle boğuşan insanların arasında yaşamak
isteyen kişilerin başına bu gelir.
**
9. Nükte: [Keşiş ile Tüccar].
Fransisken keşişleri, belli dönemlerde oruç tutar, bu oruçlar sırasında
manastırlarında et yemezler; ama yolculuk ederken, bağışlarla yaşadıkları için,
önlerine konulanı yeme izinleri vardır. Bu keşişlerden ikisi, bir yolculuk
sırasında bir hanın lokantasında tüccarın birine denk gelmiş; onunla aynı
sofraya oturmuşlar. Hanın yoksulluğundan ötürü, sofraya yalnızca küçük bir
ızgara piliç getirilmiş; tüccar, bunun kendisi için az olduğunu görünce,
keşişlere dönüp şöyle demiş: “Yanlış hatırlamıyorsam, siz bu dönemde
manastırlarınızda hiçbir tür et yemezsiniz.” Bu sözler üzerine keşişler,
kuralları gereği, sözü uzatmadan bunun doğru olduğunu belirtmek zorunda
kalmışlar; böylece tüccar amacına kavuşmuş ve tavuğu yemiş, keşişler de kalanla
idare etmeye çalışmışlar.
Yemekten sonra, üçü birlikte yola
çıkmışlar; bir süre yolculuk ettikten sonra, oldukça büyük ve derin bir ırmağın
kıyısına ulaşmışlar. Hepsi yalınayak oldukları için -keşişler yoksullukları,
öteki ise cimriliği yüzünden-, yol arkadaşlığı gereği, çorapsız keşişlerden
birisinin tüccarı omzuna alarak sudan geçirmesi gerekmiş; böylece, tahta
ayakkabılarını öteki keşişe emanet edip, adamı omzuna almış.
Ama keşiş tam ırmağın ortasında
tarikatının bir başka kuralını anımsamış; birden durup, Aziz Kristof gibi,
başını omzuna yük bindiren kişiye doğru kaldırıp: “Söylesene, üzerinde hiç para
var mı?” demiş. “Elbette,” demiş öteki, “benim gibi tüccarlar başka türlü yola
çıkabilir mi sanıyorsunuz siz?” “Ah!” demiş keşiş, “Tarikatımız üstümüzde para
taşımamızı yasaklıyor.” Ve tüccarı suya atıvermiş. Tüccar, bunun, daha önce
yaptığı haksızlığın şakacı bir yolla intikamının alınması olduğunu fark etmiş;
hoşnutlukla gülümseyerek, biraz da utançtan yüzü kızararak, dostça katlanmış intikama.
**
115. Düşünce: Horatius: “Tanrı bütün
iyilikler için yüksek bir bedel ödetir bize: külfet.” Bu sözün dayandığı
Horatius dizesinin aslı şöyledir: “Nil sine magno vita labore dedit morta-
libus (“Büyük bir çaba almadan, yaşam hiçbir şey vermez ölümlülere”) (Yergi X,
59-60).
**
1 . Masal: [Kurtbağrı ile
Karatavuk]. Kurtbağrı, taze meyve yüklü ince dallarını münasebetsiz
karatavuklar keskin tırnakları ve gagalarıyla didikledikleri için,
karatavuklardan birine yana yakıla yalvarıyormuş: “Madem nefis meyvelerimi
koparıp alıyorsun, bari beni güneşin kavurucu ışınlarından koruyan yapraklarımı
elimden alma ve keskin tırnaklarınla yumuşak kabuğumu deşip çıkarma!” Buna
karatavuk kaba paylamalarla karşılık vermiş: “Sus bakalım, yaban çalısı!
Doğanın sana bu meyveleri benim beslenmem için verdiğini bilmiyor musun?
Dünyada bana bu besini sağlamak için var olduğunu görmüyor musun? Bilmiyor
musun, seni cahil, önümüzdeki kış ateşe besin ve yiyecek olacağını?” Ağaç, bu
sözleri sabırla, gözleri dolarak dinlemiş. Kısa bir süre sonra, karatavuk ağa
yakalanmış, onu hapsedecekleri bir kafes yapmak için bazı dalları kesmişler;
öteki dalların arasında, kafesin çubuklarını yapmak kurtbağrına nasip olmuş;
ağaç, karatavuğun özgürlüğünü yitirmesinin nedeni olduğunu görüp sevinerek, şu
sözleri söylemiş: “Ey karatavuk, ben buradayım, senin dediğin gibi ateş henüz
beni yok etmiş değil; sen benim yandığımı görmeden, ben senin tutsak alındığını
göreceğim.
3 . Masal: [Kestane Ağacı ile İncir
Ağacı]. Kestane ağacı, incir ağacının üstünde birisini görünce -adam, ağacın
dallarını kendine doğru büküyor, dallardaki olgun meyveleri koparıyor, bunları
açık ağzına atıyor ve sert dişleriyle ezip yok ediyormuş-, uzun dallarını
silkeleyip gürültülü bir hışırtıyla şöyle demiş: “Ey incir ağacı, benden ne
kadar daha az korumuş seni doğa! Bak, bende tatlı yavrularımı nasıl korunaklı
yaratmış: Önce üstlerini ince bir zarla kaplamış, onun üstüne dışı sert, içi
yumuşak kabuğu yerleştirmiş ve bana yaptığı bunca iyilikle -yavrularıma
hazırladığı sağlam barınakla- yetinmeyerek, insan eli bana zarar veremesin diye
bu kabuğun üstüne sık ve sivri dikenler koymuş.” Bunun üzerine, incir ağacı
yavrularıyla birlikte gülmeye başlamış ve kahkahaları sona erince, şöyle demiş:
“insanoğlu öyle beceriklidir ki, dallarının arasına attığı sırıklar, taşlar ve
sopalarla seni meyvelerinden etmesini bilir; yere düştüklerinde onları
ayaklarıyla ya da taşlarla ezer, böylece yavruların korunaklı yuvalarından
dışarı çıkarlar, parçalanmış ve sakatlanmış olarak. Oysa, bana elleriyle özenle
dokunuyor, senin gibi taşlarla ve sopalarla değil.”
4 . Masal: [Kelebek ile Mum Alevi],
Havada rahatça uçabilmekle yetinmeyen kendini beğenmiş gezgin kelebek, mumun
çekici alevine dayanamayarak, ona doğru uçmaya karar vermiş; ama ince kanatları
mumun içinde yanınca, neşeyle giriştiği hareket, çektiği acının nedeni olmuş.
Ve her yanı kavrulmuş bir halde şamdanın dibine düşen zavallı kelebek, epey
ağlayıp dert yandıktan sonra, ıslak gözlerindeki yaşları silerek başını yukarı
kaldırıp şöyle demiş: “Ah, sahte ışık, geçmişte benim gibi nicelerini aldatıp,
acınacak hallere düşürmüş olmalısın! Ah, madem ışığı görmek istiyordum, güneşi
pis içyağının sahte ışığından ayırt edebilmem gerekmez miydi?”
5 . Masal: [Ceviz ile Çan Kulesi],
Bir karganın yüksek bir çan kulesinin üstüne taşıdığı, neyse ki bir yarığın
içine düşerek onun ölümcül gagasından kurtulan ceviz, duvara yalvarmış: Onu
böyle yüce ve görkemli yaratan ve bunca güzel, sesi böylesine soylu çanlarla
donatan Tanrı’nın hatırı için, kendisine yardım edemez miymiş; saygın babasının
yeşil dalları altına düşemediği, onun kat kat yapraklarının örttüğü pek
toprağın üstünde olamadığı için, ne olur onu yüzüstü bırakmasınmış; çünkü
kendisini karganın acımasız gagasında bulduğunda, ondan kaçarsa, ömrünü küçük
bir delikte tamamlayacağına yemin etmiş. Bu sözler üzerine duvar, merhamete
gelip cevizi düştüğü yerde korumaya razı olmuş. Ve çok geçmeden, ceviz açmaya,
taşların boşlukları arasına kök salmaya, bu boşlukları genişletmeye ve boş
kabuğundan dışarı dal budak salmaya başlamış; bu dallar, kısa sürede binanın
üstünde boy vermiş ve kıvrık kökler büyüyerek duvarları açmaya, eski taşları
yerlerinden sökmeye başlamış. O zaman duvar, kendi yıkımına neden olduğu için
çok geç ve boşuna sızlanmış, kısa sürede taşları açılmış, büyük kısmı yok olup
gitmiş.
6 . Masal: [Maymun ile Yavru Kuş],
Maymun, küçük kuşların olduğu bir yuva bulunca, zevkten dört köşe, yanlarına
gitmiş; ama kuşlar artık uçabildikleri için, yalnızca en küçüklerini alabilmiş.
Elinde kuşla, pek neşeli, kendi yuvasına yollanmış; minik kuşu dikkatle süzüp
öpmeye başlamış ve tutkulu bir aşkla o kadar çok öpmüş, evirip çevirmiş ve
sıkmış ki, hayvan elinde kalmış.
Çocuklarına ceza vermeyip, bu yüzden
kötü sonla karşılaşan kişiler için anlatılır bu .
7 . Masal: [Söğüt, Saksağan ve Kabak
Çekirdekleri], Çaresiz söğüt, ince dallarının geliştiğini ya da istediği
büyüklüğe ulaşıp göğe yükseldiklerini görme zevkinden mahrum kaldığını fark
edince (yakınındaki asma ve başka birkaç bitki, hep güdük, budanmış ve
yıpranmış halde kalmasına neden oluyormuş), olanca gücünü toplamış ve düş
gücünün kapılarını ardına kadar açmış; sürekli düşünüyor, bitkiler âlemini
gözden geçiriyor, “içlerinden hangisiyle işbirliğine gidebilirim, hangisinin
dallarımın yardımına ihtiyacı yok?” diye düşünüyormuş. Bir süreyi bu yaratıcı
düşüncelerle geçirdikten sonra, birden aklına kabak gelivermiş; büyük bir
neşeyle bütün dallarını silkeleyip, arzuladığı amaca uygun arkadaşı bulduğunu
-çünkü kabak, bağlanmaktan çok, başkalarını bağlamaya daha elverişlidir-
düşünmüş ve bu karara varınca dallarını göğe doğru dikmiş; arzusuna aracı
olacak dost bir kuşu beklemeye koyulmuş. Bu sırada saksağanın yanına
yaklaştığını görünce, ona şöyle demiş: “Ey soylu kuş, ne olur, bu sabah açlıktan
gözü dönmüş acımasız doğan seni yutmak istediğinde dallarımın arasında bulduğun
yardım hatırına, kanatlarını dinlendirmen gerektiğinde sık sık üstümde
çekildiğin istirahatler ve dallarımın arasında eşlerinle oynaşırken yaşadığın
zevkler hatırına; ne olur, kabağı bul ve ondan birkaç çekirdeğini iste,
filizlenince onlara kendi canımdan doğmuş gibi bakacağımı söyle; kısacası
-gerçi senin gibi bir dil ustasına bunu öğretmem gerekmez ama- onu inandırmak
için ne söz söylemen gerekiyorsa söyle. Bana bunu yaparsan, dallarımın çatalı
üstünde ailenle birlikte yuvanı seve seve ağırlarım, tek kuruş kira almadan.”
Bunun üzerine saksağan, söğütle birkaç yeni koşul üzerinde anlaştıktan sonra
(bu koşullardan en önemlisi, söğüdün üstüne hiçbir yılan ya da sansarı kabul etmeyecek
olmasıymış), kuyruğunu dikip başını öne eğmiş ve ağırlığını kanatlarına vererek
daldan havalanmış; akıp giden havada kanat çırparak, dümen-kuyruğunun yön
vermesiyle bir oraya bir buraya ilgiyle yönelerek, bir kabağa ulaşmış ve güzel
bir selam ve güzel birkaç sözle, gerekli çekirdekleri ondan almış. Çekirdekleri
götürdüğü söğüt tarafından güler yüzle karşılanmış; ayağıyla söğüdün yanındaki
toprağı eşelemiş, gagasıyla taneleri daire oluşturacak şekilde ekmiş. Taneler
kısa sürede büyümeye, dal budak salmaya başlayıp, söğüdün bütün dallarını
kaplamış ve iri yapraklarıyla onu güneşin ve göğün güzelliğinden yoksun
bırakmışlar. Ve bunca kötülük yetmezmiş gibi, daha sonra bu kabaklar oransız
ağırlıklarıyla söğüdün yumuşak dallarının uçlarını yere doğru çekmeye başlamış,
dallarda tuhaf bükülmelere ve çarpıklıklara yol açmışlar. Bunun üzerine söğüt,
kabakları üstünden atıp düşürmek için boş yere silkelenmiş; birkaç günü bu tür
bir aldanma içinde -çünkü kabağın sıkı ve sağlam tutunması, bu tür düşünceleri
boşa çıkarıyormuş- geçirdikten sonra, rüzgârın geçtiğini görünce, ondan yardım
dilemiş ve rüzgâr şiddetle esmiş; o zaman, yaşlı ve boş gövdesi köklerine kadar
iki kısma ayrılıp iki parça halinde yere düşmüş ve söğüt boş yere kendi kendine
hayıflanıp, asla iyi gün yüzü görmemek için doğduğunu öğrenmiş.
8 . Masal: [Alev ile Mum]. Alevler,
bir ayı aşkın bir süredir cam fırınındaymışlar; güzel ve ışıltılı bir
şamdandaki bir mumun kendilerine yaklaştığını görünce, büyük bir hevesle, ona
ulaşmak için debelenmeye başlamışlar. Aralarından biri, doğal yolunu terk
etmiş; beslendiği kor parçasının içinden kendini çekip öteki uçtan, küçük bir
yarıktan dışarı çıkmış, yakınındaki mumun üstüne atılmış ve büyük bir iştah ve
açgözlülükle onu yutup neredeyse tüketmiş. Ömrünü uzatmak isteyince, daha önce
çıktığı fırına boşuna dönmeye çalışmış, çünkü mumla birlikte o da giderek
küçülüp ölüme boyun eğmiş; böylece, sonunda, bütün kız kardeşlerini görkemli ve
uzun bir yaşam ve güzellik içinde bırakarak, gözyaşları ve pişmanlıkla dumana dönüşmüş.
11 . Masal: [Dil Yarası]. Dişlerin
ısırdığı dilin ı.
12 . Masal: [Kibirli Sedir Ağacı],
Güzelliğiyle kurumlanan sedir ağacı, çevresindeki ağaçlan küçümseyip önünden
çekilmelerini sağlamış; sonra, rüzgâr, hiçbir engelle karşılaşmadığı için, onu kökünden
söküp yere savurmuş.
13 . Masal: {Karınca ile Darı
Tanesi], Karınca, bir darı tanesi bulmuş; tane, karıncanın eline düştüğünü
görünce bağırmış: “Lütfeder de, üreme arzumu gerçekleştirmeme izin verirsen,
kendim gibi yüz darı tanesi vereceğim sana.” Öyle de olmuş.
14 . Masal: [Örümcek ile Üzüm
Salkımı]. Örümcek, tatlılığından ötürü arıların ve çeşitli sineklerin sık sık
uğradıkları bir üzüm salkımı bulunca, tuzağı için çok uygun bir yer bulduğunu
düşünmüş. İnce ağıyla salkıma yerleşip yeni yuvasına girdikten sonra, orada her
gün, üzüm tanelerinin arasındaki boşlukların oluşturduğu açıklıklarda durup,
bir hırsız gibi, onu fark etmeyen çaresiz hayvanlara saldırıyormuş. Ama birkaç
gün geçtikten sonra, bağbozucu bu üzümü kesip ötekilerin yanına koyunca, üzümlerle
birlikte örümcek de ezilmiş. Ve böylece üzüm, aldatan örümceğin de, aldatılan
sineklerin de kapanı ve tuzağı olmuş.
15 . Masal: [Akasma]. Akasma, kendi
çalılığından memnun olmadığı için, dallarıyla yolu aşıp karşıdaki çalılığa
tutunmuş; bunun üzerine, yoldan geçenlerce kırılmış.
16 . Masal: [Eşek ve Buz], Eşek,
derin bir gölün buzu üstünde uykuya dalmış, ısısı buzu eritmiş ve eşek,
çaresiz, suyun altında uyanıp oracıkta boğulmuş.
17 . Masal: [Alçakgönüllü Kar].
Kendisini çok yüksek bir dağın en tepesinde duran bir taşın üstüne tutunmuş
bulan küçük kar parçası, hayallere dalıp düşünmeye ve kendi kendine şöyle
demeye başlamış:
“Şimdi, küçücük bir kar parçası
olarak, böylesine yüksek bir yere yerleştiğimi ve buradan görebildiğim onca
karın benden daha aşağıda olmasına aldırmadığımı düşünmeyecekler mi? Minik
cüssemin bu yüksekliği hak etmediği kesin; çünkü küçük olsam da, güneşin dün
yoldaşlarıma yaptığını kendi gözlerimle gördüm: Güneş birkaç saat içinde yok
etti onları ve bu, gereğinden daha yüksek bir yere yerleştikleri için oldu. Ben
güneşin öfkesinden kaçmak, alçakgönüllü davranmak ve küçük cüsseme uygun bir
yer bulmak istiyorum.” Ve kendisini aşağı atarak, yükseklerden öteki karların
üstünden yuvarlanarak aşağı inmeye başlamış; ama ne kadar alçak bir yer
aradıysa, büyüklüğü o kadar artmış, öyle ki inişi bir tepenin üstünde son
bulduğunda, neredeyse onu üstünde tutan tepeden daha küçük olmadığını görmüş;
üstelik, o yaz güneşin yok ettiği son kar o olmuş.
Alçakgönüllülük ederek yücelenler
için anlatılır bu .
18 . Masal: [Sabırsız Doğan]. Doğan,
ördeğin, önünden kaçıp suya dalarak gizlenmesi karşısında artık daha fazla
dayanamayarak, onun gibi suyun altından peşine düşmek istemiş ve tüyleri
ıslanınca suyun içinde kalmış; bu arada, havaya yükselen ördek, boğulmakta olan
doğanla alay ediyormuş.
19 . Masal: [Örümcek ile Eşekarısı].
Örümcek, aldatıcı ağıyla sineği yakalamak isterken, o ağın üstünde eşekarısı
tarafından acımasızca öldürülmüş.
20 . Masal: {Kartal ile Baykuş].
Kartal, baykuşla alay etmek isterken, kanatlarıyla ökseye yakalanmış ve bir
adam onu alıp öldürmüş.
21 . Masal: [Hırslı Sedir Ağacı],
Sedir ağacı, tepesinde güzel ve iri bir meyve vermeyi arzuladığı için,
özsuyunun olanca gücüyle onu biçimlendirmeye koyulmuş; meyve, büyüyünce, ağacın
yüksek ve dik tepesinin eğilmesine neden olmuş.
22 . Masal: [Kıskanç Şeftali Ağacı],
Şeftali ağacı, komşusu ceviz ağacında bittiğini gördüğü pek çok meyveyi
kıskanarak, aynısını yapmaya karar vermiş; kendi meyveleriyle kendine öyle yük
bindirmiş ki, meyvelerin ağırlığı onu yukarı çekip, köklerinden sökülü ve
kırılmış bir halde bırakmışlar toprağa.
23 . Masal: [Ceviz Ağacı ve
Yolcular], Ceviz ağacı, bir yolun kenarında yolculara bereketli meyvelerini
gösteriyor, yolculardan her biri onu taşlıyormuş.
24 . Masal: {İncir Ağacı], Meyvesiz
durduğu için kimse bakmıyormuş incir ağacına; meyve verip insanlarca övülmek
isteyince, onlar tarafından bükülüp kırılmış.
25 . Masal: [İncir Ağacı ile
Karaağaç], İncir ağacı, karaağacın yanında duruyor ve onun dallarında meyve
olmadığını, gene de ham incirlerinin güneşini engellediğini görüyormuş; bunun
üzerine ona çıkışarak şöyle demiş: “Hey, karaağaç, önümde durmaya utanmıyor
musun? Ama bekle, hele bir meyvelerim olgunlaşsın, görürsün hanyayı konyayı.”
Ama incir ağacının meyveleri olgunlaştığında, bir askerî birliğin yolu oraya
düşmüş; askerler, incirleri almak için ağacın dallarını koparmış, parçalamış,
kırmışlar. İncir ağacı böyle dalları kırık dururken, karaağaç sormuş ona: “Ey
incir ağacı, meyvesiz olmak mı daha iyiydi, yoksa onlar yüzünden böyle zavallı
bir hale düşmek mi?”
26 . Masal: [Kibirli Ateş ve
Tencere], Ilık küllerin arasındaki küçük bir korda küçük bir ateş, korda kalan
azıcık özle ucu ucuna ve çaresizce kendini besliyormuş; o sırada aşçı kadın,
her zamanki gibi ocakta yemek hazırlamak üzere çıkagelmiş; odunları ocağa
koyup, neredeyse sönmek üzere olan ateşten küçük bir alevi kibritle
canlandırmış, onunla sıralı odunları tutuşturmuş, tencereyi ocağın üstüne
koyup, hiçbir şeyden kuşkulanmadan, içi rahat, oradan ayrılmış.
Bunun üzerine, üstüne yerleştirilen
kuru odunlarla neşesi yerine gelen ateş, yükselmeye başlamış: Odunların
arasındaki boşluklarda bulunan havayı itiyor, odunların arasında şakacı ve
oyunbaz bir geçişle sarmallar çiziyormuş.
Odunların arasındaki boşluklardan
yayılmaya başlayarak, bu boşlukları eğlenceli birer pencereye dönüştürüyor ve
dışarı ışıl ışıl alevler saçarak, kapalı mutfaktaki karanlığı kovuyormuş; bu
arada, çoktan büyüyen alevler, neşeyle çevrelerindeki havayla şakalaşıyor,
tatlı bir çıtırtıyla güzel sesler çıkarıyorlarmış.
Ateş, artık odunların iyice üstüne
çıktığını ve bir hayli irileştiğini görünce, uysal ve sakin mizacını bir yana
bırakıp, kurumlu ve katlanılmaz bir kibre kapılmış, birkaç odunun üstünde
neredeyse üstün öğenin tamamını yanı sıra sürüklediğine inandırmış kendini.
Ve irileşen alevler, çoktan ocağı
çepeçevre çatırtılar ve kıvılcımlı ışıltılarla doldurmaya başlıyor, hep
birlikte havaya doğru yükseliyor; en kendini beğenmiş alevler ise, üstteki
tencerenin dibine çarpıyorlarmış.
27 . Masal: [Ardıç Kuşları ile
Baykuş]. Ardıç kuşları, bir adamın baykuşu yakalayarak, ayaklarını sımsıkı
bağlarla bağlayıp özgürlüğünü elinden almasına çok sevinmişler. Bu baykuş, daha
sonra, ökse aracılığıyla, ardıçların özgürlüklerini değil, canlarını yitirmelerine
neden olmuş.
Bu masal, yöneticilerinin
özgürlüğünü yitirdiğini görüp buna sevinen; sonra bu yolla kendileri her tür
destekten yoksun kalıp, düşmanlarının gücüne bağlı hale gelen ve
özgürlüklerinden, çoğu zaman da canlarından olan ülkeler için anlatılır.
28 . Masal: [Pire]. Köpek, bir
kuzunun postu üstünde uyurken, pirelerinden biri, yağlı yünün kokusunu alıp,
köpekle beslenmektense, orasının daha iyi yaşanacak ve köpeğin dişleriyle
tırnaklarına göre daha güvenli bir yer olması gerektiğine karar vermiş ve daha
fazla düşünmeden, köpeği bırakıp sık yünün içine girmiş. Bin bir meşakkatle
tüylerin kökleri arasından geçmeye çalışmış; epey ter döktükten sonra, bunun
boşa çaba olduğunu görmüş; çünkü tüyler o kadar sıkmış ki, neredeyse birbirine
değiyormuş ve pirenin derinin tadına bakabileceği yer yokmuş. O yüzden, uzun
bir çaba ve yorgunluğun ardından, köpeğine geri dönmeyi istemeye başlamış; ama
köpek çoktan gittiği için, uzun bir pişmanlıktan, acı gözyaşların- dan sonra,
mecburen açlıktan ölmüş.
29 . Masal: [Ovüngen Ustura]. Ustura
bir gün kını yerine geçen sapından çıkıp güneşin altına yatmış, güneşin
gövdesinde yansıdığını görmüş; bu onu pek gururlandırmış ve geçmişini düşünerek
kendi kendine şöyle demeye başlamış:
“Şimdi ben, daha yeni çıktığım o
dükkâna mı döneceğim? Elbette, hayır; Tanrılar hazzetmez böyle görkemli bir
güzelliğin öyle bayağı bir hale düşmesinden! Hangi çılgınlık köylülerin köpüklü
sakallarını tıraş etmeye, böylesine bayağı bir iş yapmaya itebilir ki beni! Bu
beden böyle işler için mi? Elbette, değil. Gözlerden uzak bir yere saklanıp
hayatımı orada sakince dinlenerek geçirmek istiyorum.” Ve böylece, birkaç ay
gizli kaldıktan sonra, bir gün açık havaya geri dönmüş ve kınından dışarı
çıktığında, paslı bir testereyi andırdığını görmüş, yüzeyi de artık parlak
güneşi yansıtmıyormuş. Yararsız bir pişmanlıkla, boş yere çaresiz haline
ağlamış, kendi kendine şöyle demiş:
“Ah, artık yitirdiğim öylesine
keskin ağzımı berberde çalıştırmak çok daha iyiymiş! Nerede o ışıltılı yüzey?
Belli ki, bu rahatsız edici ve çirkin pas onu yok etmiş!”
Aynı şey, alıştırma yerine, kendini
tembelliğe teslim eden zihinlerin başına gelir; onlar, tıpkı yukarıdaki ustura
gibi, keskin kavrayışlarını yitirirler ve cehaletin pası biçimlerini bozar.
31 . Masal: [Kelebek ile Mum Işığı].
Daldan dala konan renkli kelebek, kararan havada dolaşırken bir ışık görüp
hemen ona doğru yönelmiş ve çevresinde daireler çizdiği ışığın olağanüstü
güzelliği karşısında şaşırıp kalmış; yalnızca görmekle yetinmeyip, güzel kokulu
çiçeklere yaptığını yapmak için karşısında durmuş ve uçuşunu ayarlayıp büyük
bir hevesle ışığın içinden geçmiş. Işık, kelebeğin kanat uçlarını, bacaklarını
ve öteki kısımlarını yakıp eritmiş. Işığın dibine düşen kelebek, böyle güzel
şeyden herhangi bir kötülük ya da zarar gelebileceğini aklı almadığı için,
hayretle olayın nereden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyormuş. Kalan gücünü
iyice topladıktan sonra, yeni bir uçuş denemiş ve ışığın içinden geçer geçmez,
her yanı kavrulu, o ışığı besleyen yağın içine düşüvermiş ve ancak yıkımının
nedenini düşünebilecek kadar aklı kaldığından, şöyle demiş ona: “Ey lanet
olası ışık, ben sende mutluluğumu bulduğumu sanıyordum; boşuna ağlıyorum çılgın
arzuma, yakıcı ve zararlı doğanı kendi yıkımımla öğrendim.” Buna ışık şu
karşılığı vermiş: “Beni doğru dürüst kullanmasını bilmeyene böyle yaparım ben.”
Karşılarında çekici ve dünyasal
zevkleri görüp, tıpkı kelebek gibi, niteliklerini düşünmeden onlara koşan
kişiler için anlatılır bu masal; onlar, uzun bir deneyimden sonra, utanç ve
yitimle öğrenirler bu zevklerin iç yüzünü.
32 . Masal: [Taş ile Ateş Çubuğu].
Taş, ateş çubuğu kendisine vurunca, çok şaşırmış ve sert bir sesle ona şöyle
demiş:
“Ne hakla bana eziyet ediyorsun?
Beni rahat bırak; belli ki beni başkasıyla karıştırıyorsun, ben asla kimseyi
incitmedim.” Buna ateş çubuğu şu karşılığı vermiş: “Sabırlı olursan, kendinden
olağanüstü bir sonucun doğduğunu göreceksin.” Bu sözler üzerine taş
sakinleşmiş, sabırla vuruşlara katlanmış ve olağanüstü ateşin -gücüyle sonsuz
işler gören ateşin- kendisinden doğduğunu görmüş.
Çalışmalarının başlarında korkan,
ama bu çalışmaları sabırla sürdürüp onlara hükmedebilecek hale geldikten sonra,
onlardan olağanüstü sonuçlar doğduğunu gören kişiler için anlatılır bu masal.
34 . Masal: [‘Zambak ve Akıntı].
Zambak, Ticino kıyısına yerleşmiş ve akıntı zambakla birlikte kıyıyı alıp
götürmüş.
35 . Masal: [İstiridye, Fare ve
Kedi], İstiridye, balıkçının kulübesindeki öteki balıklarla birlikte deniz
kenarına boşaltıldığı için, fareden onu denize götürmesini rica etmiş. Fare,
istiridyeyi yemeyi kafasına koyduğundan, ona açılmasını söylemiş ve onu
ısırmış; istiridye, kabuğunu kıstırıp fareyi durdurmuş. Kedi gelip fareyi
öldürmüş.
36 . Masal: [Köylü ile Asma], Köylü,
asmanın sağladığı yararları görünce, onu dik tutmak için birçok destekle
desteklemiş; meyveyi aldıktan sonra, sırıkları çıkarıp asmanın yere düşmesine
neden olmuş ve onun destekleriyle ateş yakmış.
37 . Masal: [Yengecin Ölümü].
Yengeç, taşın altında, oraya giren balıkları yakalamak için dururken, dalgayla
birlikte taşlar yıkıcı bir güçle aşağı düşmüş ve dönerek düşerken yengeci
paramparça etmişler.
38 . Masal: [Örümcek ve Üzüm].
Örümcek üzümlerin arasında duruyor, bu üzümlerle beslenen sinekleri
yakalıyormuş. Bağbozumu zamanı gelmiş ve örümcek üzümlerle birlikte ezilmiş.
39 . Masal: [Asma ve Yaşlı Ağaç].
Yaşlı bir ağacın üstündeki yaşlı asma, o ağacın yıkılmasıyla yere düşmüş ve
düşkün yoldaşı yüzünden yok olup gitmiş.
40 . Masal: [Akarsu], Akarsu,
yatağına o kadar çok toprak ve taş taşımış ki, daha sonra yer değiştirmek
zorunda kalmış.
41 . Masal: [Ağ ve Balıklar],
Balıkları yakalaması gereken ağı, balık akını alıp götürmüş.
42 . Masal: [Kartopu], Kartopu,
karlı dağlardan yuvarlanıp aşağı inerken, cüssesi çoğaldıkça çoğalmış.
43 . Masal: [Söğüt], Uzun
filizleriyle başka her bitkiyi aşacak şekilde büyüyen söğüt, her yıl budanan
asmayla birlikte olduğu için, o da hep budanır, güdük kalırmış.
44 . Masal: [Suyun Pişmanlığı], Su,
görkemli denizde temel öğesine kavuşunca, havanın üstüne çıkma arzusuna
kapılmış ve temel öğe ateşin desteğiyle ince buhar halinde yukarı yükselip,
adeta havanın inceliğine bürünmüş; ama iyice yukarı çıkıp, daha ince ve soğuk
havaya ulaştığında, ateş onu terk etmiş. Ve küçük taneler yan yana sıkışıp
birleşince ve ağırlaşıp düşmeye başlayınca, suyun kibri yok olmuş ve gökten
yere düşmüş; yerde kuru toprak onu emmiş, toprağın içinde uzun süre hapis kalan
su, işlediği kusurdan ötürü pişman olmuş.
45 . Masal: [Mum Işığı], Işık, mumun
üstündeki doymak bilmez ateştir. Mum tükenince, o da tükenir.
46 . Masal: [Şarabın İntikamı],
Sarhoşun içtiği şarap.
Bu şarap, içenden intikamını alır.
47 . Masal: Ak Kâğıdın, Kendisini
Lekelediğini Gördüğü Kara Mürekkebi Küçümsemesi. Kâğıt, her yanının mürekkebin
koyu siyahıyla lekelendiğini görünce, ondan dert yanar; mürekkep, üstüne
yazdığı sözcüklerle onun korunmasının nedeni olduğunu gösterir kâğıda.
48 . Masal: [Ateşle Su], Ateş,
tencereye koyulan suyu ısıtırken, suyun, temel öğelerin kralı ateşin üstünde
durmayı hak etmediğini söyleyerek, suyu kaynata kaynata tencereden taşırmış;
bunun üzerine su, ona saygıyla boyun eğdiğini göstermek için aşağı inmiş ve
ateşi boğmuş.
49 . Masal: [Ressam ile Doğa].
Ressam, doğayla tartışıp yarışır.
50 . Masal: [Bıçak]. Yapay silah
bıçak, insanı doğal bir silah olan tırnaklarından yoksun bırakır.
51 . Masal: [Ayna ile Kraliçe].
Ayna, içinde kraliçenin aksini barındırdığı için pek böbürlenir, ama kraliçe
gidince, öyle bayağı kalakalır.
52 . Masal: [Demir]. Ağır demir
eğeyle öyle ince hale gelir ki, küçük bir rüzgâr onu alıp götürüverir.
53 . Masal: [Bitki, Sırık ve
Dikenler]. Bitki, yanına dikilen kuru ve eski sırıktan, çevresini saran kuru
dikenlerden yakımyormuş. Oysa, biri onu dik tutuyor; öteki, kötü arkadaşlardan
koruyormuş.
54 . Masal: [Kalem ile Kalemtıraş],
Kalemtıraş, kalemin zorunlu ve aynı zamanda yararlı yoldaşıdır, çünkü biri
olmadan ötekinin pek bir değeri yoktur.
**
1. Nükte: [Kılıçlı Adam]. Adamın
biri, bir başkasının belinde kocaman bir kılıç görünce, şöyle demiş: “Vah
zavallı! Uzun zamandır bu silaha bağlı görüyorum seni; ellerin serbest olduğuna
göre, niçin çıkarıp özgürlüğüne kavuşmuyorsun?”
Buna öteki şu karşılığı vermiş:
“Seni ilgilendirmez, kaldı ki eski hikâye bu.”
Öteki, bu sözlerdeki alayı fark
edip, şu karşılığı vermiş: “Seni tanırım: Bu dünyada o kadar az şey bilirsin
ki, sana söylediğim her şey senin için yenidir sanıyordum.”
**
2. Nükte: [Söz Oyunu]. Adamın teki,
çeşit çeşit, birbirinden güzel numaralar bildiğini öne sürüp bununla övününce,
çevresindekilerden biri: “Öyle bir numara biliyorum ki, istediğim kişinin
üstünden külotu çeker alırım,” demiş. Öteki, övüngen olanı, üstünde külot
olmadığı için: “Daha neler! Numaran bana sökmez; bir çift çorabına bahse var
mısın?” demiş. Oyunu öneren, bahsi kabul etmiş; bir külot almış, çorabına bahse
girenin yüzünde şöyle bir gezdirip çekmiş. Ve bahsi kazanmış.
**
3. Nükte: [Tuhaf Göz Rengi], Adamın
teki, bir tanıdığına: “Gözlerinin rengi bir tuhaf olmuş,” demiş. Öteki, bunun
sık sık başına geldiğini söylemiş. İlki: “Peki, hiç mi tedavi görmedin? Ne
zaman oluyor bu?” diye sormuş. Öteki, karşılık vermiş: “Gözlerim, ne zaman
çirkin yüzünü görse, o pek berbat görüntünün yarattığı şokla hemen sararıp
tuhaf bir renge bürünüyor.”
**
4. Nükte: [Gene Tuhaf Göz Rengi],
Bir adam, bir başkasına: “Gözlerinin rengi bir tuhaf olmuş,” demiş. Öteki
karşılık vermiş: “Gözlerim, çirkin yüzünü görüyorlar da, ondan.”
**
5. Nükte: [En Tuhaf Şeylerin Olduğu
Yer], Bir adam: “Doğduğum yer, dünyadaki en tuhaf şeylerin olduğu yerdir,”
demiş. Öteki karşılık vermiş: “Sen, orada doğmuş birisi olarak, bunun kanıtısın
tuhaf ve çirkin varlığınla.”
6. Nükte: Nükte [Geceleyin İki
Yolcu], İki kişi gece tekinsiz bir yolda yürürlerken, öndeki büyük bir
gürültüyle yellenmiş; arkadaşı ona: “Görüyorum ki, beni gerçekten seviyorsun,”
demiş. “Nasıl?” demiş öteki. Arkadaşı karşılık vermiş: “Düşmeyeyim, kaybolup
senden uzak kalmayayım diye, yelindeki -pardon, belindeki- kemeri uzatıyorsun
bana.”
**
10. Nükte: [Arkadaş ile Karaçalan].
Adamın biri, bir arkadaşıyla içli dışlı olmaya son vermiş, çünkü bu kişi,
adamın öteki arkadaşları hakkında kötü şeyler söylüyormuş. Mesafeli davranmaya
başladığı arkadaşı, bir gün ona dert yanmış, epey dert yandıktan sonra, onca
dostluğu unutmasının nedenini söylemesini rica etmiş. Bunun üzerine öteki
karşılık vermiş: “Seni sevdiğim için seninle artık içli dışlı olmak
istemiyorum-, başkalarına benimle, yani dostunla ilgili kötü sözler ettiğinde,
onlar üzerinde, benim üzerimde olduğu gibi, kötü bir izlenim bırakmanı
-başkalarına benimle, yani dostunla ilgili kötü şeyler söyleyen kişi konumuna düşmeni-
istemem. O yüzden, artık içli dışlı olmadığımız için, birbirimize düşman
olduğumuzu sanacaklar ve sen, âdetin olduğu üzere, benim hakkımda kötü
konuştuğunda, içli dışlı olduğumuzdaki kadar yerilmeyeceksin.”
**
11. Nükte: Nükte [Pythagoras’ın
İzinden]. Adamın biri, Pythagorasın öğretisinden yola çıkarak, daha önce
çeşitli kereler dünyaya gelmiş olduğunu kanıtlamaya çalışıyor; bir başkası,
konuşmasını bitirmesine fırsat vermiyormuş; bunun üzerine ilki, bu ötekine
şöyle demiş: “İşte, başka kereler dünyaya geldiğimin kanıtı: Senin değirmenci
olduğunu hatırlıyorum.” Öteki, bu sözlerle alaya alındığını fark ederek,
karşısındakinin doğruyu söylediğini kabul etmiş; zaten o da, karşısındakinin
kendisine un taşıyan eşek olduğunu hatırlıyor- muş.
**
12. Nükte: Nükte [Bir Ressam ve
Çocukları/. Bir ressama, ölü şeyleri o kadar güzel resmetmesine rağmen,
çocuklarının niçin bu kadar çirkin olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine ressam,
resimleri gündüz, çocukları ise gece yaptığını söylemiş.
**
13. Nükte: Bir Gencin Bir Yaşlıya
Söylediği Söz. Yaşlı bir adam, bir genci başkalarının önünde aşağılıyor,
cesurca ondan korkmadığını gözler önüne seriyormuş; bunun üzerine genç, yaşlı
adama, ilerlemiş yaşının diline ya da gücüne oranla ona daha iyi kalkan
olduğunu söylemiş.
**
14. Nükte: Nükte [Hasta Adam]. Ölmek
üzere olan hasta bir adam, kapıya vurulduğunu işitmiş ve uşaklarından birine
kapıya kimin vurduğunu sorunca, uşak Madonna Bona [“İyi Kadın” anlamına gelir.]
adında bir kadın olduğunu söylemiş. Bunun üzerine, hasta adam, ellerini göğe
kaldırıp, yüksek sesle Tanrı’ya şükretmiş; sonra uşaklarına, ölmeden önce iyi
bir kadın görebilmek için -hayatı boyunca hiç görmediği bir şeymiş bu- kadını
hemen içeri almalarını söylemiş.
**
15. Nükte: Nükte [Uykucu]. Birisine
yataktan kalkması, çünkü güneşin çoktan doğduğu söylenmiş; o da şu karşılığı
vermiş: “Güneş kadar yolum ve işim olsa, ben de çoktan kalkardım; ama pek az
yol gitmem gerektiği için, henüz kalkmayacağım.”
**
16. Nükte: [Zarıaatkâr ile Soylu].
Bir zanaatkâr, belirli bir amacı olmaksızın, sık sık bir asilzadeyi ziyaret
ediyormuş; bunun üzerine, asilzade bunu niçin yaptığını sormuş. Adam,
beyefendinin sahip olamayacağı zevkleri tatmak için oraya geldiğini söylemiş;
çünkü o da, halktan insanlar gibi, kendisinden daha güçlü kişileri görmekten
zevk alıyormuş. Oysa, beyefendi ancak kendisinden daha aşağı konumdakileri
görebiliyormuş; bu yüzden de, beyefendiler bu zevkten yoksun kalıyorlarmış.
**
17. Nükte: [Yolcu ve Vergi].
Modena’ya giden birisi, şehre giriş vergisi olarak beş para ödemek durumunda
kalmış. Bunun üzerine hayret çığlıkları atmaya başlamış, çevresinde birçok kişi
toplanmış; ona bunca hayretin nereden kaynaklandığını sorduklarında, Maso şu
karşılığı vermiş: “Kişi başına şehre giriş vergisinin topu topu beş para olmasına
nasıl şaşırmayayım ki? Floransa’da sırf aletimi içeri sokmak için on duka
ödemek zorunda kaldım, oysa burada takım taklavatımı ve vücudumun kalanını şu
azıcık vergiyle içeri sokabiliyorum. Tanrı bu şehri ve onu yöneteni koruyup
esirgesin!”
**
18. Nükte: [Tezgâh ve Mızrak],
Adamın biri, bir kadının mızrak gösterisinde hedef tahtasını tutmaya
hazırlandığını görünce, tahtaya bakmış, sonra kendi mızrağı gözüne ilişip
haykırmış: “Ah, bu da pek küçük işçiymiş böyle büyük iş için!”
**
19. Nükte: [Kız ile Rahip]. Bir kız,
bir rahibe kendininki yerine bir dişi keçinin yarığını gösterip, bir gümüş lira
almış, böylece onu aldatmış.
**
20. Nükte: [Kadın ve Kötü Yol]
Kadın, “Uç Hakikat” adlı kötü ve
çamurlu bir yolu geçerken, elleriyle iç-eteğini önden ve arkadan sıyırıp,
yarığıyla kıçına dokunup: “Al sana kötü yol!” demiş.
**
21. Nükte: Nükte [Macarlar]. Macar
dukalarının üzerinde niçin çift haç vardır?
**
22. Nükte: [Budala’]. Aşırı
serpilmiş budalanın teki, sulak yerde yetişen kabak ya da kavun ya da sağanak
yağmurlar yüzünden pörsümüş erik gibi. Yo, tam oturmadı söylediklerin; biliyor
musun kime benziyor? Tam Gello’lu bir ahmak, başı kazınmış; ama lahana ya da
kabak yaprağı yok ki, soyulan derisini süzsün. Sen söyle Sandro, sence neye
benziyor? Sana doğruyu söyleyeceğim, hiç hazzetmedim ondan.
**
23. Nükte: [Başrahip]. Varese’deki
Santa Maria del Monte Kilisesinin başrahibiyle ilgili nükte: Atmaca yerine eli
kolu bağlanıp Dük’e gönderilmesi. [Bu not, bilinen bir öyküye gönderme içerir.
Lodovico Carbone’nin Cento Trenta Novelle o Facetie (Yüz Otuz Öykü ya da Fıkra)
adlı kitabının 108.’si (yay. haz. Abd- el Kader Salza, Livorno, s. 74)
şöyledir: Ferrara Dükü, bir gün Carpaneto belediye başkanına bir buyruk
gönderir; buyrukta “capias accipitrem et mitte nobis Kgatum in sacculo ne
aufugiaf (“atmacayı yakala, kaçmasın diye bir torbaya koyup bize gönder”)
yazılıdır. Latincesi kıt olan belediye başkanı, kendisi gibi Latinceden pek
anlamayan damadıyla birlikte accipitrem (“atmacayı”) sözcüğünün acciprete
(“başrahip”) olduğu sonucuna varır. Bunun üzerine ikisi başrahibi tutuklayıp
bir çuvala koyar, öylece Ferrara’ya götürürler. Belli ki, Milano’da fıkradaki
belli ayrıntılar değişmiş, Ferrara Dükü’nün yerini Milano Dükü, Carpaneto
başrahibinin yerini Santa Maria del Monte Kilisesi’nin başrahibi almış.]
**
24. Nükte: [Evlilik Dışı]. Birisi,
dürüst bir adamı meşru olmamakla suçlamış. Bunun üzerine o dürüst kişi, insan
soyu çerçevesinde ve doğa yasasına göre meşru olduğunu; onun ise piç olduğunu,
çünkü insani olmaktan çok hayvanca alışkanlıkları olduğunu, insanların yasaları
açısından da meşruluğunun kesin olmadığını söylemiş.
**
25. Nükte: Nükte [Hırsız ile
Tüccar]. Bir hırsız, tanıdığı bir tüccarın dükkânındaki kasasında epey
parasının olduğunu bildiği için, adamın parasını çalmayı aklına koymuş ve gece
yarısı o tüccarın dükkânına girerek amacını gerçekleştirmeye koyulmuş; tam o
sırada, dükkânın sürgüsü açılmış. Ve tüccar büyük bir korkuyla, hırsızın
ışığının görüldüğü kapı aralıklarına gözlerini dayayarak, hemen dışarıdan
sürgüyü kapatmış; hırsızı dükkânın içine hapsettikten sonra, mülki amirin evine
koşmuş. Hırsız, içeride hapis kalınca, hemen kendini kurtaracak bir yola
başvurmuş: Tüccarın iki şamdanını yakıp, cebinden bir iskambil destesi
çıkarmış, bir kısmını -kötü kâğıtları- yere atmış, bir o kadarını da -iyi
kâğıtları- elinde tutmuş, böylece mülki amiri beklemeye başlamış. Amir
atlılarıyla birlikte gelir gelmez, kapının sürgüsünün açıldığını işiten
dükkândaki hırsız bağırmış: “Tanrı şahidimdir ki, beni buraya senden kazandığım
paraları ödememek için hapsettin. Ama yemin ederim, bana olan borcunu
ödeyeceksin. Kaybetmek istemeyen, oynamaz. Beni biraz da zorla oynattın; sonra,
kaybedince, kendi paralarınla ve benimkilerle dükkândan kaçtın, arkandan
koşmayayım diye de beni içeri hapsettin.” Sözünü bitirince, tüccarın elini
cebinden çekmek için elini onun cebine uzatmış. Bunun üzerine atlılar, hırsızın
dolandırıldığını sanıp, kendisinin olduğunu söylediği paraları tüccarın ona
vermesini sağlamışlar.
**
26. Nükte: Nükte [Yoksul ile Zengin].
Yoksulun biri, büyük bir senyörün uşağından, efendisine gidip bir kardeşinin
geldiğini, onunla mutlaka görüşmesi gerektiğini söylemesini istemiş. Uşak,
kendisine söyleneni iletince, bu kardeşi içeri alması söylenmiş. Yoksul kişi
senyörün karşısına geldiğinde, hepsi Hz. Âdem’in soyundan geldikleri için
kendisinin onun kardeşi olduğunu ve mal mülkün kötü paylaştırıldığını
göstermiş; senyörden kendisini bu yoksulluktan kurtarmasını rica etmiş, çünkü
sadakalarla güçbela yaşayabiliyormuş. Senyör, bu isteğin son derece makul
olduğunu söyleyip, haznedara iletmiş ve yoksula bir kuruş bağışta bulunmuş.
Bunun üzerine yoksul çok şaşırmış ve bunun bir kardeş için yeterli olmadığını
söylemiş. O zaman senyör, onun gibi birçok kardeşi olduğunu, her birine çok
verirse kendisine hiçbir şey kalmayacağını ve mal paylaşımı için bu kuruşun
yeterli olduğunu söylemiş. Ve böylece, makul bir hükme vararak, ona mirastan bu
tek kuruşu ayırmış.
5. Düşünce: Bilim komutandır,
uygulama ise askerler.
**
6. Düşünce: Nasıl istemeden yemek
yeme sağlığa zararlıysa, gönülsüz çalışma da belleği bozar ve bellek aldığı
hiçbir şeyi koruyamaz.
**
7. Düşünce: işitenin kulağına hoş
gelmeyen sözler, onu usandırır ya da öfkelendirir. Ve çoğu zaman bunun
belirtisini görürsün: Bu tür dinleyiciler bol bol esnerler. Dolayısıyla, sana
iyi davranmalarını istediğin kişilerin önünde konuşurken, bu tür bıkkınlık
belirtileri gördüğünde, konuşmanı kısa tut ya da değiştir; başka türlü
davranacak olursan, o zaman arzu ettiğin hoş karşılanma yerine, nefret ya da
düşmanlık kazanırsın.
Ve bir kişinin konuştuğunu
işitmeden, onun neden zevk aldığını görmek istiyorsan, onunla konuşurken söz
ettiğin konuları değiştir; onun esnemeden ya da kaşlarını çatmadan ya da
çeşitli başka hareketler yapmadan dikkat kesildiğini gördüğün an, sözünü
ettiğin şeyin, onun hoşlandığı şey olduğundan emin olabilirsin, vb.
**
8. Düşünce: Bilimler Üzerine.
Matematik bilimlerinden birinin uygulanamadığı ya da matematik bilimleriyle
bağlantının olmadığı yerde hiçbir kesinlik yoktur.
**
9. Düşünce: Ey, şeyler üzerine
düşünen kişi, doğanın olağan yoldan kendi kendine ortaya çıkardığı şeyleri
bilmekle övünme! Kendi zihninle tasarladığın şeylerin amacını biliyorsan, o
zaman sevin.
**
10. Düşünce: Bilim Olmadan
Uygulamaya Geçenlerin Hatası Üzerine. Bilimsiz uygulamaya sevdalananlar,
dümensiz ya da pusulasız gemiye binen, nereye gittiğinden asla emin olamayan
denizciler gibidirler.
**
13. Düşünce: Deney -yaratıcı doğa
ile insan soyu arasındaki yorumcu- insanlar arasında doğanın nasıl kesin bir
zorunlulukla iş gördüğünü, kılavuzu aklın ona öğrettiğinden başka türlü
davranamayacağını öğretir bize.
**
14. Düşünce: 14 [1]. Doğada hiçbir
sonuç nedensiz değildir; nedeni anlarsan, deneye gerek kalmaz.
14 [2]. Şeylerdeki nedeni yadsıyan
kişi, cahilliğini açığa vurmuş olur.
**
15. Düşünce: a) Deney asla yanılmaz;
yalnızca yargılarımız yanılır – de- neyden, kendi deneyimlerimizden
kaynaklanmayan bir sonuç beklentisi içine girerek. Çünkü bir neden söz konusu
olduğunda, onu izleyen şeyin, o nedenin gerçek sonucu olması zorunludur, baştan
bir engel olmaması koşuluyla. Ve bir engel söz konusu ise, sözünü ettiğimiz
nedeni izlemesi gereken sonuç, bu engel belirttiğimiz nedenden ne kadar
güçlüyse, ondan o kadar pay alır.
b) Deney asla yanılmaz; deneyden
onun gücü dahilinde olmayan şeyler bekleyerek yargılarımız yanılır yalnızca,
insanlar haksız yere deneyden yakınır, ağır eleştirilerle onu yanıltıcı olmakla
suçlarlar. Ama deneye ilişmeyin ve bu yakınmayı kendi cehaletinize yöneltin; bu
cehaletiniz, boş ve budalaca arzulara kapılmanıza, deneyden onun gücü
kapsamında olmayan şeyler beklemenize, onun yanıltıcı olduğunu söylemenize yol
açıyor.-
c) insanlar haksız yere masum
deneyden yakınır, onu hatalar ve yanlış kanıtlarla [yüklü olmakla] suçlarlar.
**
17. Düşünce: Göz, Güneş Işını ve
Zihnin Nasıl Var Olan En Hızlı Hareketler Olduğu Üzerine. Güneş, doğuda belirir
belirmez, hemen ışınlarıyla batıya ilerler; bu ışınlar, üç tinsel güçten
oluşur: Bir başka deyişle, parlaklık, ısı ve bunların nedeni olan biçimin niteliği.
Göz, açılır açılmaz, yarıküremizdeki
bütün yıldızları görür.
Zihin, bir anda doğudan batıya
atlar; bütün öteki tinsel şeyler, hız açısından bu üçünden çok farklıdır.
**
18. Düşünce: Bilimin işleyiş
düzenine, daha önce belirttiğimiz sonuçtan kaynaklanan herhangi bir genel ilke
ekleme eleştirilmemelidir.
**
19. Düşünce: Zamanla değişedurur her
şey.
**
20. Düşünce: Neden verili olduğunda,
doğa gerçekleştirilebilecek en kısa yoldan sonucu gerçekleştirir.
**
21. Düşünce: Doğanın
gerçekleştirdiği hiçbir eylem, aynı araçlarla daha kısa yoldan
gerçekleştirilemez.
**
22. Düşünce: Nedenler verili
olduğunda, doğa olabilecek en kısa yollardan sonuçları ortaya çıkarır.
**
23. Düşünce: Her araç, onu ortaya
çıkaran deneyimle kullanılmalıdır.
**
24. Düşünce: Soru: Azizler çıplak
mıdır?
**
**
27. Düşünce: Nasıl kendi içinde
bölünmüş her krallık yok olursa, farklı çalışma alanlarına bölünen her yetenek
de yolunu şaşırır ve zayıflar.
**
28. Düşünce: Nasıl duyum [duyular],
duyumsal olana [duyularla algılanabilir olana] yöneliyorsa, seven de sevdiği
şeye yönelir, onunla birleşip aynı şey haline gelir.
Edim, birlikten doğan ilk şeydir.
Sevilen şey bayağı ise, seven
bayağılaşır.
Birleşilen şey onunla birleşen için
uygunsa, bundan zevk, haz ve doyum doğar.
Seven sevilene kavuştuğunda, orada
durur.
Yük yere bırakıldığında, orada
durur.
Nesneyi anlığımızla tanırız.
**
29. Düşünce: Dört gizilgüç vardır:
Bellek ve anlık, arzu ve tutku. İlk ikisi zihinsel, ötekiler duyumsaldır.
Beş duyudan görme, işitme ve koku
alma pek engellenemez; dokunma ile tatma ise öyle değildir.
Koku alma, köpekte ve öteki obur
hayvanlarda tat almayla bağlantılıdır.
**
30. Düşünce: Bütün tinsel
gizilgüçler birinci ya da ikinci nedenden ne kadar uzaklaşırlarsa, o kadar yer
kaplarlar ve değerleri o kadar azalır.
**
31. Düşünce: Bütün bilgimizin
kaynağı duyulardır.
**
32. Düşünce: Her kişi her zaman
dünyanın ortasında, hem kendi yarıküresinin altında, hem bu dünyanın merkezi
üstünde bulunur.
**
33. Düşünce: Yeni araştırma için
hiçbir şey yazmak mümkün değil, zaten ne bekliyorum ki senden?
**
34. Düşünce: Duyular yere
[yeryüzüne] özgüdür; akıl, düşündüğünde, onların dışında durur.
**
35. Düşünce: Irmakların dokunduğun
suyu, gidenin sonuncusu ve gelenin ilkidir. Şimdiki zaman da öyle.
**
36. Düşünce: Her eylemin hareket
yoluyla yapılması gerekir.
Bilmek ve istemek, insana özgü iki
eylemdir.
Ayırt etmek, hükmetmek, öğüt vermek,
insana özgü edimlerdir. Bedenimiz göğün, gök ise tinin buyruğundadır.
**
37. Düşünce: Karşılaştırma Pişmemiş
bir çömlek kırıldığında onarılabilir, pişmiş olanı ise onarılamaz.
**
39. Düşünce: Gerçekliğe karşı
koyuşlar, pişmanlığa dönüşür.
**
40. Düşünce: Bilgi, umudun
çocuğudur, umut ise…
**
41. Düşünce: Burada doğa birçok
hayvanda ya da hayvana anne olmaktan çok acımasız bir üvey anne, bazılarına da
üvey anne değil, şefkatli bir anne olmuş gibi görünüyor.
**
43. Düşünce: Zorunluluk, doğanın
efendisi ve kılavuzudur.
Zorunluluk, doğanın özü ve
yaratıcısıdır, dizgini ve ebedi kuralıdır.
**
44. Düşünce: Yapılan iyiliklerin
anısı, nankörlük karşısında kırılgandır.
**
45. Düşünce: Arkadaşını gizlice yer
ve açıkça öv.
**
47. Düşünce: Geçmiş konusunda
yalancı olma.
**
48. Düşünce: Hiçbir şeyden korkma,
‘adının kötüye çıkmasından korktuğun kadar.
**
49. Düşünce: Koldaki neredeyse gizli
ünle yok olup gider yorgunluk.[ Büyük bir olasılıkla, alegorik bir çizim için
yazılmış bir söz.]
**
51. Düşünce: Hiçbir şeyden korkma,
adının kötüye çıkmasından korktuğun kadar. Bu kötü ün, kötü alışkanlıklardan
doğar.
**
52. Düşünce: Umut öldüğünde, boşluk
doğar.
**
54. Düşünce: Ün, uçup havaya
yükselir, çünkü erdemli şeyler Tanrı’nın dostudur. Kötü ün bunun tersi olarak
görülmelidir, çünkü bütün eylemleri Tanrı’ya karşıdır ve aşağı yönelir.
**
55. Düşünce: Çubuk altın ateşte
saflaştırılır.
**
57. Düşünce: Ağaç, getirdiği yıkımla
intikamını alır onu kesenden.
**
58. Düşünce: Aldatanı öldürmekten
kaçın; çünkü [onun için en büyük ceza] dürüst davrandığında, sözüne
inanılmamasıdır.
**
59. Düşünce: Hatasını düzeltebilen kişiden
öğüt al.
**
60. Düşünce: Adalet; güç, kavrayış
ve kararlılık gerektirir ve kraliçe arıya benzer.
**
61. Düşünce: Kötülüğü
cezalandırmayan kişi, kötülük yapılmasını buyurmuş olur.
**
62. Düşünce: Yılanı kuyruğundan
tutan, sonra onun tarafından ısırılır.
**
63. Düşünce: Çukur, onu kazanın
üstüne yıkılır.
**
64. Düşünce: Şehvetini
dizginleyemeyen, hayvanlarla yoldaşlık etsin.
**
65. Düşünce: Nefse hâkimiyet: En
büyük hâkimiyet de odur, en küçüğü de.
**
66. Düşünce: Az düşünen, çok
yanılır.
**
67. Düşünce: Başta karşı koymak,
sonda karşı koymaktan daha kolaydır.
**
69. Düşünce: Gence akıl danışarak
hareket eden, zararı göze alsın.
**
70. Düşünce: Sonu iyi düşün.
Önce sonu göz önünde bulundur.
**
73. Düşünce: Zamanı boşa harcayan
kişi, dostunu yitirir ve asla parası olmaz.
**
74. Düşünce: Eşek olup geyik
olduğunu sanan… Atasözünün devamı şöyle: “hendeği atlarken gerçeğin farkına
varır.’
**
75. Düşünce: Şu zavallı günlerimizi
çeşitli uğraşlara ayırıp değerlendirmenin yolları yöntemleri yok değil;
günlerimizi harcamamak ve boşa, övgüsüz, ölümlülerin zihinlerinde kendimizden
herhangi bir anı bırakmaksızın geçirmemek, bizi daha mutlu etmeli. Şu zavallı
[yaşam] seyrimiz boşa geçmesin diye.
**
76. Düşünce: En büyük mutluluk,
mutsuzluğun nedeni; kusursuz bilgelik ise, budalalığın nedeni olacaktır.
**
77. Düşünce: Gençliğinde,
yaşlılığının zararını telafi edecek şeyi edin. Ve yaşlılığın besininin bilgelik
olduğunu anlarsan, gençliğinde öyle davranırsın ki, yaşlılığında besinin eksik
olmaz.
**
78. Düşünce: Yargı gücümüz, değişik
zamanlarda yapılmış şeyleri, onlara özgü, gerekli uzaklık içinde yargılamaz;
çünkü gençliğimizin gerilerde kalmasıyla birlikte, yıllarca önce olup bitmiş
birçok şey şimdiye yakın, yakın pek çok şey de eski [geçmişte kalmış] gibi
görünecektir; göz de uzaktaki şeylerle ilgili olarak böyle yapar: Güneş
aydınlattığı için o uzaktaki şeyler göze yakın görünür, yakın birçok şey de
uzak.
**
82. Düşünce: Tehditlerdir tek
silahı, tehdit edilen kişinin.
**
83. Düşünce: Talih nereye girerse,
kıskançlık orayı kuşatma altına alıp saldırır ve talih nereden ayrılırsa, oraya
acı ve pişmanlık bırakır.
**
84. Düşünce: İyi yürüyen, nadiren
düşer.
**
85. Düşünce: Düzenleme, efendinin
eseridir; işletme/çalıştırma, kölenin edimidir.
**
86. Düşünce: Doğadan budala ve kendi
çabasıyla bilge olan, doğal olarak konuştuğunda ya da eylemde bulunduğunda
budala görünür, yapay tutumlarında ise bilge.
**
87. Düşünce: Sabra ilişkin Bir
Benzetme. Sabır haksızlıklara karşı tıpkı giysilerin soğuğa karşı yaptığını
yapar; soğuk arttıkça giysilerini çoğaltırsan, o soğuk sana zarar veremez.
Benzeri biçimde, büyük haksızlıklarda daha da sabırlı olursan, o haksızlıklar
zihnine zarar veremez.
**
88. Düşünce: Uçup giden yaş gizlice
yol alır ve insanı aldatır; hiçbir şey yıllardan daha hızlı değildir ve erdem
eken, ün biçer.
**
89. Düşünce: Yüce Tanrıyı çocuk
olarak gösterdiğimde, beni hapse attınız; şimdi büyük haliyle resmedersem, daha
kötüsünü yaparsınız.
**
92. Düşünce: Dolandırıcıların
bedenleri, insanların tanrılara küfürlerinin bir meyvesidir.
**
93. Düşünce: Zekânın tutkusu,
şehveti kovar.
**
95. Düşünce: Aristoteles, Etili in
Üçüncü Kitabında şöyle der: İnsan, yalnızca yapma ya da yapmama gücüne sahip
olduğu şeylerde övgüyü ya da yergiyi hak eder.
**
96. Düşünce: Sözcükler donuyor
ağzında ve Etna Dağında [olsan] buz yapardın onlarla.
**
97. Düşünce: Nasıl işlemeyen demir
paslanırsa ve su kokuşur ya da soğukta donarsa, öyle bozulur işletilmeyen zekâ.
**
98. Düşünce: Yaban, yabandan
korunandır.
**
101. Düşünce: Duyarlık arttıkça,
acının yoğunluğu da artar. [Anlamı net olmayan bir tümce; özgün metin şöyle:
“Dov’e ilpiü sentimento, li epiü, ne’ martin, gran martin.”]
**
102. Düşünce: Demetrius, bilgisiz
cahillerin sözleri ve sesi ile gereksiz havayla şişmiş karnın çıkardığı sesler
ve gurultular arasında fark olmadığını söylüyordu.
Bunu söylerken haksız da değildi,
çünkü ona göre bu kişilerin sesi nereden çıkardıkları -vücutlarının alt
tarafından mı, ağızlarından mı- önemli değildi, ikisi de değeri ve özü
itibarıyla aynıydı.
**
103. Düşünce: Nasıl arsızlık
yoksulluğun kalkanıysa, budalalık da utancın kalkanıdır.
**
104. Düşünce: Ferisiler, yani aziz
pederlerimiz.
**
106. Düşünce: İyi bir kişi hakkında
kötü konuşmak ne ise, kötü bir kişi hakkında iyi konuşmak da odur.
**
109. Düşünce: Ortaya çıkan eserin o
eseri üreten kişiyle birlikte öldüğü çalışmalardan uzak dur.
**
110. Düşünce: Ustasını aşmayan
öğrenci, kötü bir öğrencidir.
**
112. Düşünce: a) Hiç kuşkusuz, ışık
karanlığa göre neyse, hakikat de yalana göre odur ve bu hakikat, kendi içinde o
kadar mükemmeldir ki, sıradan ve aşağı konularla uğraştığında bile, yüce ve çok
yüksek düşüncelerin üstünü örten belirsizlikleri ve yalanları eşsiz biçimde
aşar, çünkü yalan zihnimizin vazgeçilmez öğelerinden biri olsa da, bu, şeylere
ilişkin hakikatin ince zekâların -aylak zihinlerin değil ama- üstün besini
olduğu gerçeğini değiştirmez.
b) Yalan öyle bayağıdır ki, Tanrı
hakkında yüce şeyler söylediğinde bile, Tanrı’sının yüceliğini elinden alır;
hakikat ise öyle üstündür ki, en küçük şeyleri övdüğünde bile, bu şeyler soylu
hale gelir.
c) Ama sen ki hayallerle yaşıyorsun,
sen, kesin, doğal ve çok yükseklerde olmayan şeylerden çok, büyük ve kesin
olmayan şeyler hakkında yanıltıcı açıklamalar ve söz oyunlarından hoşlanırsın.
**
114. Düşünce: Bir günde zengin olmak
isteyen, bir yıl içinde darağacını boylar.
**
116. Düşünce: Hakikat, tek çocuğuydu
zamanın.
**
117. Düşünce: Başkalarını incitenin
kendisi de güvende değildir.
**
118. Düşünce: Korku her şeyden hızlı
doğar.
**
119. Düşünce: Bağışta bulunan,
üstündeki giysiyi bağışlamaz.
**
120. Düşünce: Erdemine göre bedenin
olsaydı, bu dünyada yerin olmazdı.
**
121. Düşünce: Çocukların elindeki
ekmek gibi artır saygınlığını.
**
123. Düşünce: Nesne/konu, algıya yön
verir.
**
124. Düşünce: Bazı şeyleri ne amaç
edin, ne yap, onlara sahip olmamanın sana azim verdiğini görüyorsan.
**
125. Düşünce: Düşünen ve büyük bir
bilgi birikimi olan kişilerin aksine, kaba, görgüsüz ve bilgisi kıt insanların
güzel bir bedeni de, çeşit çeşit organı da hak ettiklerini sanmam; tek hak
ettikleri, yiyeceğin girip çıkacağı bir torba: Gerçekten de, olsa olsa bir
yiyecek geçidi gibi görülebilir onlar, çünkü bana öyle geliyor ki, ses ve
görünümleri dışında insanlıktan nasiplerini almamışlar ve kalan her şeyleri
hayvandan epey aşağı.
**
126. Düşünce: insanlar, haksız yere
zamanın su gibi akıp gittiğinden yakınır, onu aşırı hızlı olmakla suçlar,
zamanın yeterli bir akışı olduğunu fark etmezler; ama doğanın bize armağan
ettiği güçlü bellek, uzun süre önce olmuş ve geçmişte kalmış her şeyi şimdi
buradaymış gibi görmemizi sağlar.
**
128. Düşünce: Ay, yoğun ve ağır,
yoğun ve ağır, nasıl duruyor, ay?
97. Kehânet: Karınlarındaki
Yumurtalarla Yenen Balıklar Üzerine. Sayısız kuşak, gebelerin ölümü yüzünden
yok olup gidecek.
**
116. Kehânet: Kızların Çeyizleri
Üzerine. Eskiden, genç kızları erkeklerin şehvet ve saldırısından, ne
akrabalarının gözetimiyle, ne taştan kalelerle korumak mümkün iken; öyle bir an
gelecek ki, bu kızların babaları ve akrabaları, kızları zengin, soylu ve çok
güzel olsa da, onlarla birlikte olmak isteyen erkeklere çok büyük paralar
vermek zorunda kalacaklar. Doğanın, dünyaya yararsız ve yaratılmışlar âlemini
bozan şey olarak insan soyunu yok etmek istediği besbelli.
**
160. Kehânet: Oğlaklar Üzerine.
Hirodes’in zamanı geri gelecek, çünkü masum çocuklar dadılarının elinden
alınacak ve acımasız insanların neden olduğu korkunç yaralardan ötürü
ölecekler.
**
7. Hayvan Ktb: Minnet: Söylendiğine
göre, minnet erdemi en çok saksağan denen kuşlarda bulunurmuş; saksağanlar,
anne-babalarından aldıkları yaşam ve besinin değerini bilerek, anne-babalarının
yaşlandığını gördüklerinde onlara bir yuva yapar, onları buraya yerleştirip
beslerlermiş; gagalarıyla yaşlı ve yıpranmış tüylerini temizler, gene esenlik
içinde olsunlar diye bazı şifalı otlarla gözlerini iyi ederlermiş.
71. Düşünce: Uğradığımız her zarar,
acı bir iz bırakır belleğimizde; en büyük zarar, yani ölüm hariç: O, yaşamla
birlikte belleği de öldürür.
**
2. Düşünce: Başkalarının Ölümüyle
Yaşam Buluruz. Ölen şeyde duyumsal olmayan yaşam kalır; bu, canlıların
mideleriyle yeniden birleşince, bir kez daha duyumsal ve zihinsel yaşama kavuşur.
**
79. Düşünce: Ey uykucu, nedir uyku?
Uyku ölüme benzer. Öyleyse, yaşarken uykuyla kendini zavallı ölülere benzetecek
yerde, niçin ölümden sonra kusursuz bir yaşamın olmuş gibi görünmeni sağlayacak
işler yapmıyorsun?
80. Düşünce: İnsanoğlu ve hayvanlar
yiyeceğin geçit ve kanalı, canlıların gömütü, ölülerin uğrak yeridirler;
başkalarının ölümünü kendilerine yaşam, kendilerini çürümüşlüğün mahfazası
kılarak.
**
100. Düşünce: Nasıl iyi geçirilmiş
bir gün güzel bir uykuyla sonuçlanıyorsa, iyi geçirilmiş bir yaşam da güzel bir
ölümle sonuçlanır.
**
127. Düşünce: Keten, ölüme ve
ölümlülerin çürümesine adanmıştır. Ölüme, kuşların, hayvanların ve balıkların
tuzak ve ağları yoluyla; çürümeye, ölülerin gömülürken sarıldıkları keten
bezler yoluyla – o bezlerin içinde çürürler. Şu davar ki, suya yatırılıp
çürümeye başlamamışsa, keten lifinden ayrılmaz; onunla yapılmalı cenaze
çelenkleri ve süsleri.
**
33 . Masal: [Örümcek]. Anahtar
deliğinde huzur bulacağını sanan örümcek, ölümü bulmuş.
**
84. Kehânet: At Sırtındaki Askerler
Üzerine. Büyük hayvanların nice kişiyi büyük bir hızla yok oluşa ve ani ölüme
götürdüğü görülecek.
Havada ve karada renk renk
hayvanların insanları amansızca yok oluşa götürdükleri görülecek.
**
18. Önsöz: Ey bu beden-düzenimizin
gözlemcisi, başkasının ölümüyle ona ilişkin bilgi veriyorsun diye üzülme,
yazarımız olanca zihin gücüyle böyle kusursuz bir aygıt üzerinde duruyor diye
sevin.
**
51. Hayvan Ktb: Engerek Yılanı. Bu
hayvan, dişlerinde ani ölümü taşır ve büyü sözlerini işitmemek için kuyruğuyla
kulaklarını tıkar.
**
10. Önsöz: Ruhun tanımını düşünmeyi
keşişlere, halktan kişilerin pederlerine bırakıyorum, onlar esin yoluyla bütün
gizleri bilirler.
Kutsal kitaplara karışma; çünkü
onlar en yüce hakikattir.
**
20. Önsöz: Ve sen ki, ey insan, bu
çabamda doğanın olağanüstü eserlerini görüyorsun; onu yok etmenin çok kötü bir
şey olduğu hükmüne varıyorsan, insanın canına kıymanın çok daha kötü bir şey
olduğunu düşün, insanın bu dışsal biçimi olağanüstü bir kurgu gibi görünüyorsa
sana, onun bu mimari içinde yaşayan ruha göre bir hiç olduğunu unutma.
Gerçekten de ruh, ne olursa olsun Tanrısal bir şeydir; öyle ki, bırak kendi
eseri içinde gönlünce yaşasın ve öfken ya da kötülüğün böyle bir canı -aslına
bakılırsa, o cana değer vermeyen kişi, onu hak etmez- yok etmesin; çünkü ruh
hiç istemeden ayrılır bedenden ve kanımca ağlaması ve acısı nedensiz değildir.
Sağlığını korumak için elinden
geleni yap; hekimlerden ne kadar sakınırsan, bunu o kadar çok başarırsın, çünkü
onların ilaçları simyanın ürünü olup, bu konuda yazılmış kitapların sayısı, tıp
üzerine yazılmış kitaplardan az değildir.
**
1. Düşünce Ruh Üzerine. Toprağın
toprağı sıkıştırarak deviniminde, çarpılan kısımlar az hareket eder. Suyun
çarptığı su, çarpılan yer etrafında daireler oluşturur. Ses havada uzun mesafe
[kateder]. Ateşin içinde daha uzun. Zihin evrenin içinde daha da [uzun]. Ama
zihin sonlu olduğu için, sonsuzluğa uzanamaz.
**
38. Düşünce: Ruh, bedenin çöküşüyle
çökemez asla; o, bedende, orgun ses çıkarmasını sağlayan havanın işlevini
görür: Orgun bir borusunun bozulması, o borudan ötürü, havanın iyi etkisinin
ortaya çıkmamasına neden olur.
**
42. Düşünce: Her beden, varlığını
sürdürmesi için gerekli uzuv ve sıvılardan oluşur; bu gereklilik iyi bilinir ve
bedenin varlığını sürdürmesi, bir zamanlar bu beden biçimini kendi yuvası
olarak seçmiş olan ruhun gözetimindedir.
Balığa bak: Zorunlu olarak suyla
sürekli temas halinde olduğu için; ruhu, doğanın kızı, pulların bitişme yerleri
arasında bulunan gözeneklerle belirli bir kaygan sıvının oluşmasını sağlar, bu
kaygan sıvı, balığın ayrılmaz bir parçası olup, ziftin gemi için ne işlevi
varsa, bu suyun da balık için o işlevi vardır.
**
91. Düşünce: Ruhun bedeninde nasıl
yaşadığını görmek isteyen, o bedenin her günkü konutunu nasıl kullandığına
baksın; başka bir deyişle, konutu düzenden yoksun ve dağınıksa, ruhunun
oturduğu bedeni de düzensiz ve dağınık olacaktır.
**
99. Düşünce: Cornelius Celsus. En
büyük iyilik, bilgeliktir, en büyük kötülük ise, bedenin acı çekmesi. İki
şeyden, yani ruh ile bedenden oluştuğumuz, bunlardan ilki daha iyi, beden ise
daha kötü olduğu için; bilgelik daha iyi kısma özgüdür, en büyük kötü ise daha
kötü ve kötünün kötüsü kısma. Nasıl ruhtaki en iyi şey bilgelikse, bedendeki en
kötü şey de acıdır. O halde, nasıl en büyük kötü, bedensel acıysa, bilgelik de
ruhtaki, yani bilge kişideki en büyük iyidir ve başka hiçbir şey onunla
karşılaştırılamaz.
**
113. Düşünce: Ruh, daha önce
ayrıldığı beyne kavuşunca, beyin şu sözleri söylemiş:
“Ey benden ayrılan mutlu, talihli
ruh! Benim elimde, hiç istemesem de, bu pek iyi bilinen insan var. Alçaklığın
barınağıdır o, en büyük iyilik bilmezliğin tipik göstergesi, bütün kötü
huyların yoldaşıdır.
Ama niye sözlerle kendimi boşuna
yoruyorum ki?
Günahların en büyüğü yalnızca onda
[insanda] bulunur. Ve içlerinden biraz iyi birisi çıkarsa, öteki insanlar bana
davrandıklarından farklı davranmazlar ona; gerçekten de, benim vardığım sonuç
şu: Onların dostu olman kötü olur, düşmanı olman daha da kötü.”
(Ve olgun ve iyi bir insan varsa,
öteki insanlar bana davrandıklarından farklı davranmazlar ona. O kişinin yakını
olman kötü olur, ondan uzak olman daha da kötü.)
**
122. Düşünce: O öz saklı burada,
falanca şairin erdemli ruhunun büründüğü.
**
59. Kehânet: Temel ilkeleri Öğreten
Kitaplar Üzerine. Ruhsuz bedenler, huzurlu bir ölüm için yararlı savsözlerini,
ilkelerini verecekler bize.
**
7. Önsöz: Perspektife, Yani Gözün
İşlevine Giriş. Şuna bir bak, ey okur: Ruhun ve yaşamın -kanıtlanması olanaksız
şeyler- ne olduğunu tanımlamak isteyen eski yazarlarımıza inanabiliyoruz da;
deneyle her zaman açıkça bilinip kanıtlanabilen şeyleri, yüzyıllarca gözardı
etmiş ve yanlış olduklarını düşünmüşüz. Deneyle işlevini öylesine açıkça
bildiğimiz göz bile şimdiye dek sayısız yazarca belli bir biçimde tanımlanmış;
oysa deney yoluyla ben onun farklı olduğunu görüyorum.
**
5. Önsöz: Önsöz. İyi insanlar
doğaları gereği bilmeyi arzularlar.
Biliyorum: Birçokları, bu yapıtın
yararsız olduğunu söyleyecek; bunlar, Demetriusun, ağızlarındaki sözcüğün
kaynağı olan havaya, alt kısımlarından çıkan havadan daha fazla önem
vermediğini söylediği kişiler olacaklar. Onlar, yalnızca bedensel zenginliği,
zevki arzu eden, ruhun besini ve tek gerçek zenginliği bilginin zevkinden
bütünüyle yoksun olan kişilerdir; çünkü nasıl ruh bedenden değerli ise, ruhun
zenginliği de bedeninkinden soyludur. Ve çoğu zaman, bunlardan birinin bu
yapıtı eline aldığını görünce, maymun gibi burnuna götürür mü ya da bana
yiyecek bir şey olup olmadığını sorar mı diye kuşkuya kapılıyorum.
**
77. Kehânet: Rüya Görme Üzerine,
insanlar yürüyecek, ama hareket etmeyecekler; orada olmayan kişiyle konuşacak,
konuşmayanı işitecekler.
**
4. Düşünce: Doğa, deneyimde hiç
[var] olmamış sonsuz nedenlerle doludur.
**
50. Düşünce: Cinsel arzu, üremenin
nedenidir.
İştah, yaşamı ayakta tutan şeydir.
Korkaklık ya da çekingenlik, yaşamı
uzatan şeydir.
Acı, organın/bedenin kurtuluşudur.
**
16. Kehânet: İnsanın eserleri,
ölümlerinin nedeni olacak.
Kılıçlar ve mızraklar.
**
20. Kehânet: Öküzler, boynuzlarıyla
ateşi ölümünden koruyacaklar.
Fener.
**
21. Kehânet: Ormanlar, kendi
ölümlerinin nedeni olacak olan çocuklar doğuracaklar.
Balta sapı.
**
28. Kehânet: İnsanın Bir Mezar Olan
Ağzı Üzerine. Kötü ve şiddete dayalı bir ölümle yaşamlarını yitirenlerin
mezarlarından büyük gürültüler yükselecek.
**
43. Kehânet: Küçükkargalar ve
Sığırcıklar Üzerine. Güvenip de onun yanında yaşayanlar, büyük bir kargaşayla
karşılaşacaklar, hemen hepsi acımasız bir ölümle ölecek. Ve annelerle
babaların, aileleriyle birlikte, acımasız hayvanlarca yutulup öldürüldükleri
görülecek.
**
90. Kehânet: Önce öldürülüp Sonra
Yenen Şeyler Üzerine. Onlar, kendilerini besleyeni öldürecek, acımasız ölümle
son bulan işkenceler edecekler.
**
12. Düşünce: Herkes para
biriktirmeyi arzular, yaşamın yok edicisi hekimlere vermek için. Dolayısıyla,
[hekimlerin] zengin olmaları kaçınılmaz.
**
22. Kehânet: İnsanlar, yaşamlarının
nedeni olan şeyi acımasızca dövecekler. Buğdayı dövecekler.
**
56. Düşünce: Duvarı yıkan, altında
kalır.
**
9 .Masal: [Şarap ve Müslümanlar],
Üzümün Tanrısal içkisi şarap, kendisini işli, altın bir kabın içinde ve
Muhammed [sallallâhü aleyhi ve sellem] peygamberin sofrasında bulunca, bunca
onur karşısında göğsü kabarmış; sonra hemen tersi bir düşünceye kapılıp şöyle
demiş kendi kendine: “Ne yapıyorum ben? Niçin seviniyorum ki? Ölümün kıyısında
olduğumu, bu kabın altın yuvasından ayrılıp insan bedeninin çirkin ve kokuşmuş
inlerine gireceğimi, orada güzel kokulu ve hoş bir içkiden çirkin ve bayağı
idrara dönüşeceğimi fark etmiyor muyum? Üstelik, bunca bela yetmiyormuş gibi,
bir de uzun bir süre, çirkin keselerin içinde, insanoğlunun bağırsaklarından
çıkan öteki kokuşmuş ve pis maddeyle birlikte uzanmak zorunda kalacağım.” Göğe
haykırmış: Bunca derdin intikamının alınmasını, artık böyle bir aşağılanmaya
son verilmesini ve o ülke bütün dünyadaki en güzel ve en iyi üzümleri ürettiği
için, hiç olmazsa bunlardan şarap yapılmamasını istemiş. Bunun üzerine Iupiter,
Muhammed peygamberin [sallallâhü aleyhi ve sellem] içtiği şarabın* özünün,
beynine çıkmasını sağlamış; şarap onu öyle kötü etkilemiş, öyle çılgına
çevirmiş ve öyle çok hataya yol açmış ki, kendine gelince, hiçbir Asyalının
şarap içmemesi için yasa çıkarmış. Böylece, bağlar meyveleriyle birlikte özgür
kalmışlar.
* İslâmî kaynaklara göre Hz.
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin içki içtiğine dair bir bilgi yoktur.
(Yay.N.)
**
46. Düşünce: Tehlikelerden korkan
kişi, o tehlikeler yüzünden yok olmaz.
**
68. Düşünce: Hiçbir öğüt/bilgi,
tehlike altındaki gemilerden verileni kadar güvenilir değildir.
**
106. Kehânet: Metaller Üzerine.
Işıksız ve karanlık mağaralardan çıkacak o, bütün insan soyuna büyük acılar,
tehlikeler ve ölüm getirecek olan; izinden gidenlere, birçok acının ardından zevk
verecek; ama yanında yer almayanı, cefa ve yıkımla öldürecek. O, sonsuz
hainlikler yapacak; kötü kişilerin sayısını artırıp onları cinayetlere,
soygunlara ve bayağı işlere ikna edecek; yandaşlarını kuşku içinde tutacak;
özgür şehirlerin yönetimlerini ellerinden alacak; birçok kişinin canına
kıyacak; birçok dolandırıcılık, aldatma ve ihanetle insanları birbirine düşürüp
onlara acı çektirecek. Ey canavar, cehenneme geri dönsen ne kadar daha iyi
olurdu insanlar için! Onun yüzünden büyük ormanlar ağaçlarından yoksun kalacak;
onun yüzünden sayısız hayvan yaşamını yitirecek.
**
109. Kehânet: Bir Ülkeden Ötekine
Mektup Yazma Üzerine. Çok uzak ülkelerdeki insanlar birbirleriyle konuşacak,
birbirlerinin söylediklerine karşılık verecekler.
**
110. Kehânet: Sonsuz Olan ve Sonsuz
Sayıda Çizgiye Bölünmüş Olan (Öyle ki, Bu Çizgilerden Biri Her Yaman Her
Kişinin Ayakları Arasındadır) Yarıküreler Üzerine. Her iki yarıküredeki
insanlar birbirleriyle konuşacak, birbirlerine dokunacak, kucaklaşacak ve
birbirlerinin dilini anlayacaklar.
**
127. Kehânet: Karıncalar Üzerine.
Birçok topluluk, kendilerini, yavrularını ve azıklarını karanlık mağaralarda
saklayacak ve orada, karanlık yerlerde, aylarca kendilerini ve ailelerini
besleyecek, başka yapay ya da doğal ışık olmaksızın.
**
8. Nükte: Nükte [Rahip ile Ressam]
Kutsal Cumartesi günü, kilise cemaatinin evlerini dolaşarak, âdet olduğu üzere
evlere kutsal su serpen bir rahip, bir ressamın odasına gelmiş; burada ressamın
resimlerinden bazılarına aynı sudan serpince, ressam epey bozularak rahibe
dönmüş, resimlerine niçin böyle su serptiğini sormuş. Bunun üzerine rahip,
göreneğin böyle olduğunu ve bunu yapmakla yükümlü olduğunu; iyi de ettiğini,
iyilik edenin, karşılığını iyilikle, üstelik fazlasıyla alacağını; Tanrının yeryüzünde
yapılan her iyiliğe yukarıdan yüz iyilikle karşılık verileceğini vaat ettiğini
söylemiş. Bunun üzerine ressam, rahibin dışarı çıkmasını beklemiş, yukarıdaki
pencereye gitmiş, rahibin üzerine koca bir kova su boşaltıp, şöyle demiş: “İşte,
resimlerimin yarısını mahvettiğin kutsal suyla yaptığın her iyiliğe karşı,
dediğin gibi, yukarıdan yüz katı gönderiliyor sana.”
**
2 . Masal: [Defne, Mersin ve Armut
Ağacı], Defne ile mersin, armut ağacının kesildiğini görünce, yüksek sesle bağırmışlar:
“Ey armut ağacı, nereye gidiyorsun? Hani nerede olgun meyvelerin olduğundaki
kibrin? Artık sık yapraklarınla gölge etmeyeceksin bize.”
Bunun üzerine, armut ağacı şu
karşılığı vermiş: “Ben beni kesen çiftçiyle gidiyorum, o beni usta bir
heykelcinin işliğine götürecek; heykelci, sanatıyla, beni Tanrı Jüpiter’in
biçimine büründürecek, tapınağa adanacağım ve insanlar Jüpiter yerine bana
tapacaklar. Oysa sen, sık sık dallarının kırılıp koparılması tehlikesiyle karşı
karşıyasın: insanlar, beni onurlandırmak için çevreme koyacaklar o dalları.”
**
3. Düşünce: Hareket, her tür yaşamın
nedenidir.
**
90. Düşünce: Yaşamayı öğrendiğime
inandığımda, ölmeyi de öğreneceğim.
**
26. Düşünce: Soru: Bütün sonsuzlar
eşit midir, yoksa biri ötekinden büyük müdür?
Yanıt: Her sonsuz ebedidir ve ebedi
şeyler süreklilik açısından eşittirler; ama yaşam süresi açısından eşit
değildirler, çünkü ilk kopup eyleme geçen, daha uzun süre geçirmiştir, ama
gelecekteki süre [hepsi için] eşittir.
**
81. Düşünce: Gözüpeklik yaşam tehlikesi
demek olduğuna göre, korku da yaşam güvenliği demektir.
**
105. Düşünce: İyi geçirilmiş yaşam,
uzundur.
**
107. Düşünce: Zorluk çekmemek için
kendini zora sokan adam delinin dik âlâsıdır ve büyük bir uğraşla elde ettiği
iyi şeylerin tadını çıkarma umuduyla yaşamı geçip gider.
117. Kehânet: İnsanın
Acımasızlığı Üzerine. Yeryüzünde, birbirleriyle sürekli savaşan -büyük
yitimler ve çoğu zaman iki taraftan ölümlerle- canlılar görülecek. Bunlar
kötülükte sınır tanımayacaklar; güçlü kollarıyla, evrendeki büyük ormanların
ağaçlarından çoğunu talan edecekler. Ve karınlarını doyurduktan sonra, arzularının
besini canlı her şeye ölüm, acı, cefa, korku ve kaçış getirmek olacak. Ve
ölçüsüz kibirleriyle, göğe doğru yükselmek isteyecekler, ama gövdelerinin aşırı
ağırlığı onları aşağıda tutacak. Yerin üstünde ya da altında ya da denizlerde
peşine düşülmeyen, yerinden edilmeyen ya da huzuru bozulmayan hiçbir şey
kalmayacak ve bir ülkedekiler yerinden edilip başka bir ülkeye götürülecek.[
“Nulla cosa reterâ sofra la terra, o sotto la terra e l’acqua, che non” (Yerin
üstünde ya da altında ya da denizlerde … bir şey kalmayacak”) sözü ya
yanlışlıkla, ya düşünülüp sonradan gerçekleştirilmeyen bir değişiklik amacıyla
silinmiştir.] Bu canlıların gövdesi, öldürdükleri bütün canlıların mezarı ve
geçiş noktası haline gelecek. Ey dünya, nasıl oluyor da kendini açmıyorsun? Onları
derin uçurum ve mağaralarına at, artık göğe gösterme böylesine acımasız ve
insafsız canavarı.
**
128. Kehânet: Arılar Üzerine. Ve
başka birçoklarının erzakları ve besinleri ellerinden alınacak ve nedensiz yere
başkalarınca suya gömülecek ya da boğulacaklar. Ey Tanrının adaleti, niçin
uyanıp görmüyorsun yaratıklarına böyle zulüm edildiğini?
**
129. Kehânet: Koyunlar, İnekler,
Keçiler ve Benzerleri Üzerine. Sayısız kimsenin küçük yavruları ellerinden
alınacak, bu yavrular boğazlanıp en vahşi şekilde parça parça edilecekler.
**
130. Kehânet: Cevizler, Zeytinler,
Meşe Palamutları, Kestaneler ve Benzerleri Üzerine. Birçok yavru, acımasız sopa
vuruşlarıyla kendi annelerinin kucaklarından alınacak, yere atılıp parça parça
edilecekler.
**
145. Kehânet: Tanrıya tapınmak için
ışığı veren, boğulacak.
Balmumu yapan arılar.
1. Önsöz: Onlar gibi, eski
yazarlardan alıntılar veremesem de, onların efendilerinin ecesi deneyimi
vererek, çok daha büyük ve daha değerli bir şey sunuyorum. Onlar, kendilerinin
değil, başkalarının çabalarını üstlerine geçirip onlarla süsleniyor, şişiniyor,
gösteriş yapıyorlar; ama bana kendi çabalarımı çok görüyorlar. Bir yaratıcı
olarak beni küçümsüyorlarsa, yaratıcı olmayan, başkalarının yapıtlarının
borazanı ve yineleyicisi olan onların çok daha fazla yerilmesi gerekir.
**
2. Önsöz: Önsöz. Yaratıcı ve doğa
ile insan arasındaki ilişkinin yorumcusu kişileri, başkalarının yapıtlarının
yineleyicisi ve borazanı olanlarla kıyaslarken, aynanın dışındaki nesneyi
aynada beliren görüntüsüne kıyasla nasıl düşünüyorsak öyle düşünmeli, başka
türlü değerlendirmemeliyiz; çünkü biri, kendi başına bir şeydir, öteki ise bir
hiç. Doğadan pek az pay almış kişiler onlar, çünkü yalnızca yapay özelliklerle
donanmışlar; bu da olmasa, hayvan sürüleri sınıfına koyardım onları.[ Leonardo,
“yapay” (“accidentale”) ile “doğal’ı (“naturale”) karşı karşıya getirir.
“Yapay” sıfatı, doğa vergisi şeylerin aksine, insanın eseri olan şeyleri
gösterir. Bu durumda, “borazanlar” doğal yetilerle (zekâ, vb) değil, yalnızca
“yapay” (kendi çabalarının, yoğun çalışmalarının ürünü) yetilerle
donanmışlardır.]
**
3. Önsöz: Birçokları, benim
deneylerimin, deneye dayanmayan kendi hükümlerince büyük saygı gösterdikleri
bazı kişilerin yetkesine karşı olduğunu öne sürüp, doğal olarak beni
eleştirebileceklerini sanacaklar; şu noktayı gözardı ederek: Benim yaptıklarım,
gerçek hükmedici olan yalın ve saltık deneyden doğar.
**
4. Önsöz: Önsöz. Özellikle yararlı
ya da eğlendirici bir konu bulamadığımı görünce (çünkü benden önce doğanlar,
yararlı ve gerekli bütün konulan kendileri için seçmişler); yoksulluğundan
ötürü panayıra en son gelen ve bir şey edinmenin başka yolunu bulamadığından,
başkalarının daha önce gördüğü ve değeri düşük olduğu için kabul etmeyip
reddettiği ne varsa onları alan kişi gibi davranacağım. Ben, birçok alıcıdan
arta kalan bu küçümsenmiş ve reddedilmiş malları zayıf gövdemle yüklenecek;
büyük şehirlerde değil, yoksul köylerde dolaşarak dağıtacak; sunduğum şeyin hak
ettiği karşılık neyse onu alacağım.
**
6. Önsöz: Önsöz. Çok iyi biliyorum:
Edebiyatçı olmadığımdan ötürü, ukala birileri, kültürsüz olduğumu öne sürüp
beni haklı olarak eleştirebileceklerini sanacaklar. Budala takımı! Bu kişiler
bilmiyorlar ki, pekâlâ şunu söyleyerek, Marius un Romalı soylulara verdiği karşılığı
verebilirim: “Başkalarının çabalarıyla kendilerini süsleyip bezeyenler, bana
kendi çabalarımı çok görüyorlar.” Edebiyat kültüründen yoksun olduğum için, ele
almak istediğim konuyu gereğince söze dökemeyeceğimi söyleyecekler. Şu var ki,
bu kişiler benim konularımın, başkalarının sözlerinden çok, deneyden
çıkarsanması gereken şeyler olduğunu bilmiyorlar. Deney, iyi yazmış olanların
yol göstericisi olmuştur; o nedenle, onu yol göstericim seçip, her olguda onun
adını anacağım. .
**
8. Önsöz: Bu kurallar, doğruyu
yanlıştan ayırman içindir; bu, insanların olanaklı şeyleri, üstelik daha ölçülü
bir tutumla amaç edinmelerini, senin de cahilliğe gömülmemeni sağlar; oysa,
cahilliğe gömülme bir sonuca ulaştırmadığı için, umutsuzlukla kendini hüzne
kaptırmana yol açacaktır.
**
9. Önsöz: Kurallarımın Sonucu. Bana:
“Senin bu kuralların hangi sonucu doğurur, neye yararlar?” diyecek olursan, şu
karşılığı veririm sana: Bu kurallar, mühendisleri ve araştırmacıları
dizginleyip, kendi kendilerine ya da başkalarına olanaksız şeyler vaat
etmelerine ve deli ya da dolandırıcı addedilmelerine engel olur.
**
11. Önsöz: Yetkeli yazarları gündeme
getirerek tartışan kişi, kavrayış yetisinden değil, daha çok belleğinden
yararlanmış olur.
**
12. Önsöz: İyi kültür, doğal bir
yetiden kaynaklanır; ve sonuçtan çok nedeni övmek gerektiği için, doğal yetiden
yoksun kültürlü bir kişi- dense, doğal yetisi olan kültürsüz bir kişiyi övmeyi
yeğlerim.
**
13. Önsöz: Bazı yorumculara karşı:
Onlar, dil araştırmalarının ve bilimlerin doğmasına kaynaklık eden eski
yaratıcıları yerer ve ölmüş yaratıcılara karşı şövalyelik taslarlar.
**
14. Önsöz: Anadilimde o kadar çok
sözcük var ki, zihnimdeki kavramı iyi dile getirebileceğim sözcüklerin
olmayışından çok, şeyleri iyi anlayabilmeyi dert etmem gerek.
**
15. Önsöz: Doğa gözlemlerine dayalı
araştırmalarda, gözlemcilere en çok ışık zevk verir; matematiğin büyük
özellikleri arasında araştırmacıların zihinlerine en soylu yücelmeyi getireni
ise, tanıtlamanın kesinliğidir. Öyleyse, bütün insan gelenekleri ve araştırma
kolları arasında perspektife öncelik tanımak gerekir. Perspektif alanında,
ışığın karmaşık yayılışı, yalnızca matematiğin değil, fiziğin de utkusunu
içeren, her ikisinin çiçekleriyle bezenmiş tanıtlamalarla serimlenir. Bu
olgunun dolaylı anlatımlarla serimlenen ilkelerini ben özlü bir kısalıkla ele
alacağım; konuya uygun olarak, onları hem doğal niteliklerine göre, hem
matematiksel tanıtlamalarla işleyeceğim, kimi zaman nedenlerden sonuçları, kimi
zaman sonuçlardan nedenleri çıkarsayarak; ayrıca, vardığım sonuçlara, onlar
arasında yer almasalar da, onlardan çıkar- sanabilecek bazı şeyleri ekleyerek.
Böylece, her şeyin ışığı Tanrı, beni aydınlatırsa, ışık konusunu ele alacak, bu
yapıtı üç kısma böleceğim. [Bu bölüm özgün olmayıp, sözcüğü sözcüğüne John Peckham’ın
Latince Perspectiva (Perspektif) kitabından çevrilmiştir.]
**
16. Önsöz: Sen, bu çizimlere
bakmaktansa, anatominin yapılışını görmenin daha iyi olduğunu söylüyorsun. Bu
çizimlerde tek bir şekil üzerinden gösterilen şeylerin hepsini gözlemek mümkün
olsaydı, söylediğin haklı olurdu; bu şekle baktığında, olanca dikkatini versen
de, ancak birkaç damarı görecek, o birkaçı hakkında bilgi edineceksin. Ben,
onlara ilişkin tam ve gerçek bilgiye ulaşmak için, ondan fazla kadavrayı
parçaladım, bütün organları yok ederek, damarların çevresinde bulunan etin
tamamını, damarları kanatmadan -kılcal damarlardaki önemsiz kanama dışında- çok
küçük parçacıklar halinde çıkararak. Ve çoğu zaman tek bir kadavra yetmiyordu,
bütün çalışma sona erinceye kadar birçok kadavra üzerinde aşama aşama ilerlemek
gerekiyordu; farklılıkları görmek için bu işlemi iki kez yaptım.
Böyle bir şeye ilgin varsa, belki de
içinin bulanması buna engel olacaktır; bu sana engel olmuyorsa, gece vakti, bu
kesilmiş, derisi yüzülmüş ve korkunç görünümlü kadavralarla birlikte yaşama
korkusu engel olacaktır. Bu da engel olmuyorsa, böyle bir serimleme için
gereken çizim yeteneğin olmayacaktır.
Ya da çizim yeteneğin vardır da, bu
yeteneğe perspektif bilgisi eşlik etmiyordur; o zaman, geometrik serimleme yöntemlerini
ve kasların güçlerini ve nitel değerini hesaplama yöntemini bilmeyebilirsin. Ya
da belki sabrın yoktur, o yüzden gerekli kararlılığı gösteremezsin.
Bütün bu şeylerin bende olup
olmadığını, yazdığım 120 bölüm ortaya koyacak; bu bölümlerde ne cimrilik engel
oldu bana, ne ihmal, tek engel zamandı. Sağlıcakla kal.[ Bu bölüm “Proemio
della Anatomia” (“Anatomiye Giriş”) olarak bilinir.]
**
17. Önsöz: Ey yazar, çizimin burada
gerçekleştirdiği eksiksiz canlandırmayı hangi harflerle böyle kusursuzca yazıya
dökeceksin? Çizimi bilmediğin için, anlaşılmaz şekilde yazıyorsun ve şeylerin
gerçek şekillerine ilişkin yetersiz bilgi aktarıyorsun. Yüzeyle çevrili
herhangi bir somut cismin şeklinden söz etmen gerektiğinde, sen kendini
aldatarak, bu yetersiz bilginin dinleyeni bütünüyle tatmin edebileceğini
sanıyorsun. Ama sana yalnızca körlerle konuşurken sözcükleri kullanman
gerektiğini hatırlatırım. Ya da sözcüklerle insanların gözlerine değil,
kulaklarına seslenmek istiyorsan, özlü ve doğal şeylerden söz et ve göze ait
şeyleri kulak içinmiş gibi göstermeye çalışma, çünkü ressamın yapıtı seni
fersah fersah aşacaktır.
Bir kitap dolusu yazmadan bu kalbi
hangi harflerle betimleyeceksin? Ve ne kadar fazla ayrıntıya girersen, o kadar
dinleyenin aklını karıştırır, hep yorumculara gerek duyarsın, ya da deneyime
geri dönmen gerekir; sizde deneyim çok azdır ve eksiksiz bilgi vermeyi
arzuladığın konunun bütününe oranla pek az şey hakkında bilgi verir.
**
19. Önsöz: insanlara varlıklarının
birincil ya da belki de ikincil nedeninin kökenini gösteriyorum.
**
21. Önsöz: insanların öteki saçma ve
olanaksız saflıkları arasında, bazılarının devridaim çarkı dedikleri sürekli
devinim araştırmalarına rastladım. Bu araştırma, yüzyıllarca, su ve savaş
makineleri ve öteki incelikli düzenekler üzerine çalışmaktan hoşlanan hemen
herkesi meşgul etmiş; uzun araştırmalara, deneylere ve büyük harcamalara mal
olmuştur. Ve sonunda hep bu kişilerin başına simyacıların başına gelen
gelmiştir: Küçük bir parça yüzünden, bütünün gözden kaçırılması. Şimdi benim
niyetim, bu araştırmacılar tarikatına bu sadakayı vermek, yani bu küçük yapıt
var olduğu sürece bu araştırmadan el etek çekmelerini sağlamak. Ayrıca, bu
sayede, yazdıklarımı okuyanlar başkalarına vaat ettikleri şeyleri yerine
getirebilecek; halkların hükümdarlarına ve yöneticilerine vaat edip
gerçekleştiremedikleri şeyler yüzünden sürekli kaçmak zorunda kalmayacaklar.
Görmüştüm, anımsıyorum: Çeşitli yerlerden birçok kişi, çocukça saflıklarından
ötürü, büyük bir kazanç umuduyla Venedik şehrine gelip ölü suyun içine
değirmenler kurmuşlardı; epey para harcadıktan sonra bu düzeneği hareket
ettiremeyince, oradan apar topar ayrılmak zorunda kalmışlardı.[ Yani, çeşitli
araçlarla durağan suyu -sözgelimi, bataklık, kuyu ya da deniz suyunu- yukarı
kaldırmışlardı; amaçları, kaldırılan bu suyun, inerken, değirmenlerdeki suyun
işlevini görmesiydi. Ey budalalar, ey gerçekten doğal yetenekten yoksun
insancıklar, derdiniz ne sizin?]
**
22. Önsöz: Ey sürekli devinim
üzerine kafa yoranlar, böyle bir araştırma uğruna ne boş tasarımlar yarattınız!
Altın arayıcılarının safına katılın!
**
23. Önsöz: Doğanın eserlerini
anlamak, bir şairin kitabını anlamaktan ne kadar da zormuş!
Kaynak: /
Leonardo da Vinci, Yayına hazırlayan: Augusto Marinoni, Özgün adı: Şeritti
Letterari, Çeviren: Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları – 3058, Kâzım Taşkent
Klasik Yapıtlar Dizisi – 75 Mart- 2010, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar